#Ben senin kalbinde hayat buldum
Explore tagged Tumblr posts
Text
Bazen sığınmak istersin bir yüreğe,
Belki,
Yağmur dinene kadar,
Belki de sonsuzluğa kadar.✍️🤍🕊️
299 notes
·
View notes
Text
Emre,
Bunu yazmak çok zor, ama seni kırmak ya da acı vermek istemiyorum, sadece içimdekileri bir şekilde dile dökmek istiyorum. Bugün rüyamda seni ve anneni gördüm. Öyle gerçekti ki, uyanana kadar ne olduğunu anlayamadım. Rüyamda, annenin kollarında kendimi buldum. Öyle bir sarıldım ki ona, sanki yıllardır beklediğim bir anı yaşamış gibiydim. Gözlerimden yaşlar aktı, içimde birikmiş her şey bir anda döküldü. Ona sarılırken, sadece “ Emre’yi çok özledim,” diyebildim. O da bana sarıldı, hıçkırarak, o kadar sıcak, o kadar derin bir sevgiyle “Üzülme kızım, Emre de seni çok özledi, çok özlüyor. Hep seni düşünüyor, hep seni seviyor,” dedi. O an, içimdeki boşluk, içimdeki acı bir anda kaybolmuş gibi oldu. Sanki o an, her şeyin tekrar güzel olacağına dair bir umut ışığı yanmıştı. Ama sonra, ne yazık ki uyandım... Gözlerimde hala yaşlar vardı, kalbimde bir ağırlık vardı. Anlamadım. Ne gerçek, ne rüya? O kadar karmaşık hisler içindeydim ki, ne yapacağımı bilemedim.
İçimde bir şeyler kırıldı, belki de o kırıklar hiç onarılmayacak. Gerçekten de rüya mıydı? Yoksa kalbimle hissettiğim bir gerçeğin yansıması mıydı? Çünkü, ne zaman seni düşünsem, seni özlesem, sanki her şey o kadar yakın, o kadar gerçek oluyormuş gibi geliyor. Ama sonra gerçeğe dönüyorum ve her şey bir anda kayboluyor, ellerimden kayıp gidiyor.
Bütün bunları yazarken, seni her düşündüğümde kalbimde bir boşluk hissediyorum. O kadar çok seviyorum ki seni, o kadar çok seni özlüyorum ki… Hayat, bu kadarını bilecek kadar zor mu olmalıydı? Neden sevdiğimiz insanlar hep uzaklarda, neden hep eksik kalıyoruz? Neden zaman, sadece özlemleri büyütüp kalbimize acı bırakıyor? Neden her an seni düşündüğümde, bu acı daha da büyüyor?
Bazen hayat insanı öyle bir yere getiriyor ki, kaybettiklerini düşündükçe, bir yanda onları sevmenin acısı, diğer yanda kalbinde hep bir umudu taşımak zorunda kalıyorsun. O anı yaşamak, o sarılmayı, o özlemi yeniden duymak, o kadar isterdim ki... Ama sonra rüyadan uyanınca, her şeyin sadece bir hayal olduğunu fark etmek, her şeyi tekrar kaybetmek, yeniden acı çekmek… İşte bu, en zor kısmı.
O an, rüyada seni çok özlediğimi söyledim, ama sonra bir anda kalbim, “Emre de seni çok özlüyor,” diyen annenin sözleriyle doldu. Kimseye anlatamadım, kimse anlamazdı belki ama o an içimde ne kadar çok şey biriktiğini hissettim. O kadar gerçekti ki, sanki yıllardır kaybettiğim bir şeyi geri kazanmış gibi oldum. Ama sonra uyanmak, her şeyin kaybolduğunu görmek… Bu gerçekten çok zor.
Belki de en çok kaybettiklerimiz, bizi en derinden etkileyenler oluyor. Sadece fiziksel olarak değil, duygusal olarak da kayboluyorlar. Ama bazen, sevdiklerimizden aldığımız hatıralar, onların bize olan sevgisi, hiç kaybolmaz. Rüya olsun, gerçek olsun, o sevgi her zaman kalbimizde var. Belki de bu yüzden, kaybettiğimiz her şeyi özlesek de, bir şekilde bir parçası hep bizimle kalıyor. Ve ben, seninle olan her anı, her hatırayı hep kalbimde taşıyacağım.
Bilmiyorum, belki de o sarılma, o sözler bana bir şeyler anlatmak istiyordu. Belki de, belki de bir gün sen de beni tekrar sevgiyle hatırlarsın diye, kalbimdeki bütün kırıklar iyileşir. Belki de bir gün her şey yoluna girer, her şeyin ne kadar değerli olduğunu anlarsın. Belki de zaman, seni bana geri getirecek, kim bilir?
Şu an seninle olmasam da, seni düşündükçe o sıcaklık, o güven duygusu içimde hep var. İçimde hep senin sevgin olacak, hep seni özleyeceğim, hep seni seviyorum. Belki de bir gün, gerçek anlamda seni görmek, sana yeniden sarılmak nasip olur. Ama o ana kadar, rüyalarımızda buluşmak, anılarımızla teselli olmak zorundayız.
Emre, seni seviyorum. Her zaman, her koşulda seni seviyorum.
2 notes
·
View notes
Text
Yüreğinde baharı buldum sevgilim,kalbimde sen varken cennet kokuyor odamın içi 🙈 sen gelince bana bahar geldi. Ah elime bir geçersen sana sımsıkı sarılırım öpüp kollarım ben,yetmiyor güneşim önümde görmeliyim seni,senki nefesim oksijenimi buldum gönlünde. Seni özlemek sanırım ölmekten zor,beni kimse sevmedi sen gibi,bana kimse bakmadı sen gibi. Hayat bazen ağır gelir yorulursun uykusuz düşersin kötü hissedersin bazen sadece uzaklara dalıp gitmek istersin ama ben seninle konuşurken böyle çok aşırı derece de mutluyum ve huzurluyum. Her yönüm sen oldun,tüm sokaklarım sana çıkıyor,özlüyorum merak ediyorum seninle birlikte vakit geçirmek istiyorum böyle işte. Senki gözlerimdeki umutsun sahildeki denizimsin ben ise kıyıda bekleyen açık kalbinim. Mesela sana bunları yazarken seni yaşıyorum ben hissediyorum seni yüreğimde kalbimde nefesimde,bazen böyle hissediyorum sanki kalbime bişey dokunuyor iyi olmadığını hissediyorum ve senin kötü olmandan çok korkuyorum kötü hissetmenden bazı olaylara üzülmenden kalbim böyle bi hoş oluyor,ben hep seninleyim. Duygularım çok baskın sana karşı seni tüm yüreğimle seviyorum,ben seninle çok yol kat ettim birisinin beni düşündüğünü beni önemsediğini hissettim beni sevdiğini hissettirdin bana özel olduğumu kalbinde bir yerde olduğumu öğrendim. Senden önce düşünürdüm dua ederdim hep Allah’ım bir gün beni gerçekten seven birisi olurmu birisi bana güzel davranır mı diye sorular sorar dua ederdim hiç birşey yolunda gitmiyor diye kimi zaman sitem ederdim,bana çok güzel geldin sen iyi ki geldin rabbime şükürler olsun bana seni bağışladı. Günaydın güzel gönlüm günaydın sabah doğan güneşim iyiki sen hep sen 😘
4 notes
·
View notes
Text
bugün dolunayın önünden bulutlat geçiyor, izlemesi daha bi güzel. çevresinde birkaç yıldız.. aslında izlemekten daha çok keyif veren bir şey varsa o da senin de bu eşsiz manzarayı izleyip izlemediğini düşünmek. dahası, izlerken aklına gelip gelmediğimi merak ediyorum.
sadece bir kere bile beni düşündüysen, o günkü bakışmalarımızla ilgili tasavvürler ettiysen sanırım dünyanın en mutlu kızı olucam.
etmediysen de canın sağ olsun. ben ikimiz için de hayaller kurdum, o anı defalarca zihnimde canlandırdım ve seni defalarca sevdim. yaralarımı sardırdım sana, sende iyileştim birkaç kez. işte o zaman hiç üşümedim, hiç ağlamadım, kalbimi kıran kimse gelmedi aklıma. sanki, sanki dünya benim, bizim etrafımızda döndü kısa bir süreliğine. hayat anlam buldu, sevmek anlam buldu, her şeyden keyif aldım. insanlara sürekli gülümsedim, teşekkür ettim, kabalık edenleri affettim.
korktuğum köpekleri bile sevdim, inanır mısın? dünyada hiç kötülük yokmuş gibi geldi. her şey sevgi üzerine kurulmuş gibi.. hatta, hatta sanki bizim sevgimiz bütün dünyaya yetermiş gibi..
ama bakıyorum yanıma,
yoksun.
gözlerimi açıyorum,
yine yoksun.
sonra senden gelicek bir mesajın hayaliyle alıyorum telefonu elime,
ne mesaj, ne başka bir iz..
yoksun.
sanırım hiç olmadın da.
kısa bir süreliğine olucak gibi oldun,
olmadın.
olmanı ne kadar çok istediğimi bilemezsin, senin için ne kadar çok düşüncelere dalıp yalnız yürüyüşlere çıktığımı da bilmiyorsun. söylesem bunları sana, dinler misin? anlam bulur mu bunlar kalbinde, aşk adam?
geçmişimi unuttum. bugünüm sensin. yarınımı bilmiyorum.
sen değil misin, şiirler paylaşıp aşkını dünyaya haykıran?
sen değil misin çevrende olup biten tüm kötülüklere rağmen dimdik ayakta duran?
peki seni sevdiğimi, bu kadar çok sevdiğimi bilseydin, bana kalbindeki aşktan biraz verir miydin?
yoksa alay edip güler miydin bana, sanki herhangi bir genç kızın ufak bir hevesiymiş gibi..
bana karşılık veren, elimi tutmak isteyen o adamlardan değilsin. bu mu seni cazip kılan? yoksa tek bir yanlışını görmeyişim mi?
dimdik, asil, başarılı..
ne düşüneceğini buldum sanırım, seni hak etmeyeceğimi düşünürdün, aşkımı bilseydin.
1 note
·
View note
Text
Ben senin kalbinde hayat buldum
#hayat #istanbul #aşk #huzur #turkey #mutluluk #izmir #sevgi #ankara #love #instagram #instagood #aniyakala #şiir #türkiye #life #kitap #objektifimden #tbt #edebiyat #antalya #şiirsokakta #doğa #photography #söz #yaşam #hayatinrenkleri #iyigeceler #siir
Gülümseme nedenimsin sen. yüzümden asla gitmeyecek olan tebessümün tek nedenisin. tek bir dokunuşunla üzüntüleri sıkıntıları unutturansın sen. işte bu yüzden “MUTLULUĞUMSUN” sen… Her sabah gözlerimi açma nedenimsin sen. bundan günler sonrasını değil, haftalar sonrasını değil, aylar sonrasını değil yıllar sonrasını bile düşündürensin sen. gelecektede olmazsa olmaz dediğimsin sen. işte bu yüzden…
View On WordPress
0 notes
Text
Sessiz ve ıssız olan kafamın içinde kendi kendine yaşayan biriydim ben. Kalbinde yaşamaya başladıktan sonra senin sesinle hayat buldum...🍷
20 notes
·
View notes
Text
Bir Kadın Tanıdım Çok Ağlıyordu Gözleri Şişmişti Snapchat Kullanıyordu Ve O Paltformda Bir Fotoğraf Atmıştı O Fotoğrafta Çok Güzel Gülüyordu Fakat Gözlerinde Çok Şeyler Olduğu Belliydi O Gözlere Kenetlendim O Yaşanmışlıkları Gördüm Konuşmaya Başladım Konuşmasından Ve Gözlerinden Herşey Belli Oluyordu Zaten Gördüm Konuşmamı Devam Ettirdim Zamanla Kendisini Çok Mutlu Ettim O İse Beni Mutlu Etti Şimdi İse O Kadınla Sevgiliyim Zamanında İçine Kapanık Ve Kimsenin Görmediği Bir İnsanı O Gördü Ve Şimdi İse Mutlu
Ben Senin Kalbinde Hayat Buldum...
19.05💜
4 notes
·
View notes
Text
Kızıma&Oğluma
Kendimi bildim bileli anaçlık var ruhumda. Sanki senin dünyama gelişini bekliyorum ben senelerdir. Senin gülüşün için yapamayacağım hiçbir şey yok, bunu ikinci buluşmamızda babana da söyledim. Evet babana bitanem. Benim her zaman anneanne de söylediğim şey şu ki: “Ben kendime eş değil, çocuklarıma baba seçeceğim.” Biliyor musun balım, ben hem sana baba hem de kendime eş seçtim. İki görevi de başarıyla yapacağından şüphem yok. Belki ben bocalarım ama o destek olur, o bocalar ben destek olurum ama ikimizin de tek hedefi seni mutlu etmek olacak.
Cümlelerimi hep tek olarak sen diyerek kuruyorum ama isteğim 2 çocuk olması yönünde. Hayat bakalım bize neler sunacak. Bu notum ve devamında gelecek notlarım sana veya size. Yıllar geçtikten sonra bu yazıları okumanızı ve bir öpücük vermeni çok isterim.
Umarım sağlıklısındır, yüzünde hep bir tebessüm, kalbinde bitmek tükenmek bilmeyen bir sevgi vardır.
Şuan 23 yaşındayım. Yani 11 gün önce 23üme bastım. Babanla ilk 29 Eylülde iş yerinde karşılaştım. 28 Ekim sevgili oluş tarihimiz. Baban anneannenle 8 Ağustos’ta tanıştı. Bana göre erken olan bu tanışma çok iyi oldu. Neden erken dediğimi de biliyorsundur zaten. Ve biliyor musun senin baban beni oyuna getirdi ve ben de 2 gün önce yani 15 Ağustos Pazar günü babaannenle tanıştım. Çok çok tatlı birisi. Heyecandan bir ara gözüm karardı. O kadar heyecanlandım ama belli etmemeye çalıştım ki tahmin bile edemezsin bitanem. bu süreçler içimde kelebekler oluşmasına, kendimi bulutlarda hissetmeme sebep oluyor. Bu arada senin de bildiğin ama benim dünyaya haykırmak istediğim bir bilgi ‘Babana beyaz gömlek çok yakışıyor.’
Bir insana aşık olmak hayatta en kıymetli şeylerden biri. Fakat burada dikkat etmen gereken nokta karşılıklı olması. İnan bana bu konuda sana saatlerce konuşabilirim ve konuşacağım, yazacağım. Ben sevilmek ne demek küçüklüğümden beri bildim. Anneannen dünyanın en sevgi dolu ve bunu hissettiren insanı. Bu sebeple benim için hayatta olmazsa olmaz olan bir madde varsa o da ‘sevgi.’ Babanı ilk gördüğüm an biliyordum bir şeylerin daha farklı olacağını. Babandan önce ilişkilerim oldu fakat ya sevdiğim kadar sevilmedim ya da yeterince sevemedim. Ama babanda bir şey vardı. Zaman geçtikçe küçük tatlı bakışmalarla, konuşmalarla emin oldum ki onu buldum. Yıllardır aradığımı buldum, daha iyi nefes almanın, güvenin, huzurun, yolda yoldaş olmanın ne demek olduğunun anlamını buldum.
Sevgili biriciğim, aşk öyle garip bir his ki her şey bitti dediğin anda seni çekip çıkartıyor o kuyudan, ve çıktığın an sana şarkılar besteletiyor. Tam diyorsun ki şuan mutluyum kahkahaların yankılanıyor ama sanki bir şey eksik diyorsun işte tam o an onun gülüşünü de görüp tamamlanıyorsun. Hayat ve insanlar bazen umduğundan garip davranabiliyor bu konuda en iyi tavsiyeyi babandan alıyorsundur çünkü benim için bile bu konunun en iyi tavsiye vericisi baban.İkimiz de insanlar konusunda minimum zararı alman fakat bazı şeyleri de tecrübe ederek öğrenme yoluna gitmenden yana olacağız.
Maceralarımı ve babanla olan anlarımızı anlatacağım yazılar olacak.
Şimdilik gülüşünden ve kalbinden öpüyorum miniğim.
Seni çok seviyorum.
Annen.
2 notes
·
View notes
Text
BeN SeNiN KaLBiNDe HaYaT BuLDUM
youtube
16 notes
·
View notes
Text
artik travmalar yok;sarkilarin gözü kör olmasin,,ilk askin hakan her seye ragmen olanlari görmezden gelip cok sevdigin kuzenin
ve ve unutma ki senin tramvan kadar olacak hakani hafiften gelen kiz arkadasini düsünmek zorunda degilsin ;)
artik sadakatsizlik ihtimalleri yok;insan gelip insan gecmez,,tüm safliginla lise yillarini güzellestiren barisa ihanet etmeni bu temizlemeyecekti{sadece sevmek istemekle dünyanin en mükemmel sevgisini avuclariyla sunan bir canbaz olsa dahi mantiginla onu sevemezdin;bunu anlaman iki kisinin kalbini kirmana mâl oldu} kendini avutmana gerek yoktu hatalarini kabullensen yeterliydi cünkü kimse sandigin kadar masum degildi ona olan güvenin senden intikam alinmasini saglandi;senin ona ihanet etmen kadar sogukkanlica ve karmasikti oysa kabullenip kendine yedirsen ve barisa yenilmesen..ki pisman degilim intikam aldigi zamanda,aci cektigim zamanlarda dahi tarif edilemez duygular yasandi ;)
umuda tutunmalar yok artik;bir gün gitse bile hatirasi yetmiyor, klise olacak ama giden gercekten gidiyor ve iki tarafin yolu da ayri yerlere savruluyor oturup yas tutmak belki bir yere kadar hak verilebilir bir düzen ama bunun döngüye takılmasi ve aci cekmenin bir rutin haline gelmesi insan icin en kötü hislerden birisi olabilir,hele ümit insanin icini sadece kemirebilen bir duygu ve anılara sarilarak o kisiyi kalbine gömüp acisini tasiyabilmek cok da insan hayati icin ugrasilabilir sey degil :)
hayatimizdaki insanlara haksizlik edilmemeli; yerine sevemem olur mu hic? insanin dogasinda sevmek de var unutmak da hayatina devam edicek gücü bulabilmek dee
artik gelecege dair cikarci ümitler yok;elbet bir gün bulusulmayacak,,canbazin seni senelerce kalbinde saklayacagina dair cocuksu ümidin ya da inancina gerek yok cünkü nasil ki karsilikli kavusulmadan sevda tasinilmasi dahi zorken onur canbazin tek basina bu sevdayi yüklenmesini beklemen ona da büyük haksizlik ve tamamen bencillik olur,ayni zamanda sen artik kendi sayginligina digerlerinin deger bicmedigini biliyorsun,canbaz hâlâ cok sevdigim iyi yerlere gelmesini istedigim,oyuncu olarak bir yerlerde seyretmek istedigim o kalbi güzel adam hâlâ bir yerlerde cok iyi hissedebiliyorum onu ama bu dünyaya olan sevgim gibi yani arada her ne kadar bag olsa da aslinda bi o kadar da bag olmamasi gibi , ask boyutunda degil sadece insanligina olan yüce bir sevgim var veya halk egitimde gözlerine uzun uzun bakip icimden sana hayatim boyunca minnettar olacagimi biliyorum diye ic gecirmisken ne dedigini tahmin mi etmeliyim demesi gibi bir duygu aslinda , cok fazla deger veren her animizin duygusal olmasini romantik ya da güzel olmasini saglayan asla bu isin ucunu birakmayip üstüne üstlük bir de karsilik alamamis olan adam :( tekrar söylüyorum canbaz; seni sartlar yerinde olmasa da cok sevmistim ama cocukluguma denk geldin, ah keske simarik kiz cocugu olmasaymisim diyecegim ama sen de o simarigi sevmis sayilirdin sana gelmis oldugumda o ilginin kesileceginden bile korkmus olabilirim,aptallik iste senin en ufak yanlis davranisinda her seyinle yargilardim seni oysa su siralar hangi yanlislara bos ve karsiliksiz göz yumuyorum bir bilsen:) senin kadar sevgiyi hakeden birisini görmedim ve umarim benim sana kolay vermedigim bir parca sevginin binlerce katini cok daha hos bir sekilde bulabilmen..tabi eski ben buna bile kendimi katip elbet bir gün bulusacagiz diyordum hatta belki de bugünlere kadar icimde tasidim ama bugün sebepsiz birakiyorum can icim ,affedilinmesi gerekilen bir durum mu bilmiyorum ama sen yine de beni affet. saka gibi seni cook ama cok seven sude diye bitirmek istiyorum yaziyi ama suanki sudeyi tanimadigin icin inanman pek muhtemel degil gibi ;) kesske bir kac sene öncesinde de böylesine sevgi dolu olabilseymisim kin kusup nefretle saygisiz davranmak yerine ama naafile kendine iyi bak güzel oglan bu sefer icten bir veda<3
sevgili halil ibo ay hâlâ karbeyazdi ve senin sansin ise kapkara olmaya yüz tutmustu;sana kisa sürede de olsa benlik olmadigi sekilde sevgimi sekillendirmeye dahi calismis seni kendimden fazla düsünmüs olmama ragmen aldigim karsilik bazen sefkat bazense saygisizlik olmustu ve bu saygisizliklarin artik sogutucak derecedeydi.birakma karari aldiktan sonra göz yasi gökmedigim tek insan olabilirsin seni her ne kadar hos sevdigimi düsünsem de her seyin insanin kafasinda bittigini cok iyi anladigim bir dönemdi ve ben aslinda iliskimizden cok aci cekmeyi bitirmistim ve bu kararimdan oldukca memnun ilerledim ;) senin hayatinda da güzel seyler yasandigina eminim kii cok iyi bir bölüme yerlestin umarim hayatini da güzel sekillendirebilir hos hayallerini sana göre birisine adayabilirsiin
karisik olundugundaysa artik bir sey yapilmamasi gerektigini ve net birisi olabilmemin bana neler kattigini biliyorum ;yani artik “ben ister miydim ah canım ah gülüm kaderim ugrasacak bir beni secti”denemez tam olarak,,insanlari da kendi duygu degisimlerimle oyalamamaliymisim
dogru insanı buldugunu tahmin edemezsin,belki his bile edemezsin,o yüzden;ne “gitsen de kalsan da acitsan da hep benimle yasa”, ”hepimizin bir tanesi olduguna inaniyorum ve benimkini zaten buldum” gibi iddiali cümleleri kendine kurup da psikolojini el altina almaman gerektigini ögrendin,kimseyi böylesine güzel sevmek icin ugrasmamalisin . güzel sevdigin kisi senin gelecegin olacak diye bir kaide yok. bu konularda her seyi dogru yapmak icin cabalamayi birakip bunu motto haline getirmelisin :)
deme ki; bak bana ne cok sey aldin benden kimmselerin senden caldigi seyler yokmus güzel kizim kendini bunlara inandırıp da bunalimlara girmene gerek dahi yok sen yine sensin hatta kendine daha cok sey katarak kendini asabilme potansiyelindesin ; tabi eger bu özelliginin farkina varabilirsen ,, hayatinda giren ya da cikan insanlarin girmesini veya cikmasini kendine dönüm noktasi saymamalisin ‘
ve deniz kabuguna cekilirken,iki damla yas akti gözlerinden ; illa ki yalniz kalmak isteyeceksin fakat bunun sebebinin etrafindakiler veya hayatindakiler olmasina izin vemyeceksin
cektigin acilara o kadar da acimasiz gözle bakmamalisin ;) hayallerin yıkılıp sözlerinde sarki olabilirler
hatalarindan ders alabilirsin ;gencsin cok hâlâ ama bir girdaba yakalanmayacak kadar büyüdün
bir zarar gördügünde deliye dönen ve sana zarar vermek isteyen karsilik güden birisinin sevgisine inanmamayi kendine daima hatirlat; bir zarar verdiginde;hayatindan silip unutmakti,intikami
bazen karsilastirmayi birakip üzülmeyi kesmelisin neydik ne olduk burda? diye sorgularayak kafani yemendense bugününe odaklanmani tercih ederim
inan bana sude yasadigim süre boyunca ögrendigimden emin oldugum bir sey varsa o da her insanin sans haketmek icin bi albenisi olmadigi;albeniden kastim kisisel tamamen kisilik olarak. bir insanin degismeyecegini bilirsin ve gözünü karsrtmaman gerekir. biliyorum hayat felsefendeki affetmek;zaaflarinin karsina cikmasini engelliyor belki de önüne cikan sinavlardan gecmeni sagliyor ama gercekten bunlar bencil insanlar icin gecerli degiller ve sen canın yana yana kimseyi affetmek icin kendini zorlamak zorunda degilsin hele ki karsindakinin bnun icin bir cabasi yoksa ;eger affetmezsen gecmis hatalari,düsünüp dursan da gecmisi arkanda,bırakip git. bazen gecmisi asla silmeyip karsindaki insana acimasiz olmak gerekiyor cünkü sen yüzlercesini silmisken onlar senin tek hatani bekliyorlar ;)
senn kii kadin birakabilmeyi ögrendin,inceldigi yerden kopmasi gerektigini ;samimiyetsizce zorlaniyorsa kopartilmasi gerektigini ve bunun yasinin tutulmayacagini gördün ,,yaralı düslerime inat seni ne pahasına olsun birakmam , hayatinda kim ve ne yerine koyarsan koy düslerini yaralayan ve hayallerini kücümseyerek saygisizlik eden kisiyi hayatinda tutmanin geregi yok bunu ögrendin
basini egdirmen kendine edebilecegin en büyük hakaretmis; egilecekse basim senden olsun,canin sagolsun ‘ degilmis ,bu düsünceye sigacak kadar saf ve masumi bas egdirmeler degil senin üstüne cikabilmek adina seni kücük görmek hayatini kontrol altinda tutabilmek adina özgüvensizce istekler..kücüklügüne denk geldi diyorum sadece umarim hayatindaki kararlari kendin alabilecegin ve saygı duydurabilecegin kadar büyümüssündür
cennet dudaklarinmis öp de öleyim diyecek kadar anlam yükleyip öpüsmekten tiksindigin sıfır istekle öpüsüp artik isin sarmadigini anlayip kendi verdigin degeri bulamayacak kadar alcakca seyler görmüs olmana ragmen senin canını o kadar da yakmamisti bu olay; yyani böyle fiziksel seylere süslü sözlerle anlam yüklemek senlik olaylar degilmis veya karsindakinin art niyetini gördügün an sende isler degisebiliyormus ,,o yyüzden rahat olabilirsin beybb
yerine düslere güvensen,yine günler incitir bebegim ,cünkü insanlar ve sana yasattiklari degismiyor kimse sihirli degnekle düzelmiyor sana verilen deger degismiyor hayallerse sizi ve iliskinizi kurtarmiyor
kimmsenin gözleri de mutlulugu usulca fisildamaz ;) ilk karsilasmalara güzel tanismalara ilk görüste asklara ve güzel giden iliskilere o kadar da inanmamalisin
ufak tefek bi kac sorun mu var gecer gecer zaman suan yalan nedir ki bak silindi hafizam.. diyecek kadar kendini yalanlarla kandirma, kinci bi yapin ve asla unutmuyorsun ask adi altinda kendini degistirip de yapilanlari alttan almak icin tasin altina elini koyma
veeee evet cok kimseler bu yolda unutulduuu biraz umut muydu sonn kalan ,,ahh güzelim biliyorrum ki kafan karistiginda napman gerektigi konusunda buraya geleceksin ama burda tüm dogrular yazmiyor;oysa sana bi pusula kadar net yön verebilecek bir kalbin var ,bu notlardansa oraya bakmali ve yönün nereyeyse tamm anlamiyla oraya yürüyüp ugrunda her seyi yapmalisin kalbinin,ama billirim ki sen biraz da olsa mantigini dinlemek icin eski yazilarini okumaya gelirsin :) geldiginde bunlari yazan sudenin gelecekte istedigini ve icinden geleni yapmasi gerektigini söyledigini unutma ,ayynı zamanda kararsiz degil acı da cekiyor olabilirsin veya sırılsıkkam asik devam edip nasıl davranacagini da bilmiyor olabilirsin ;bunun icin tek diyecegimse , kendin olman gerektigi ,inan öyle her sey daha kolay gelecek ama duygularina kapillmamani tabii ki de tavsiye ediyorum bu her zaman kulagimiza küpe zaten biliyoruuz <3
3 notes
·
View notes
Text
hayatın anlamı önce istemekten sonra hissetmekten geçer. yaşamayı ister ve sonra bir de bunu hissedersen hayatın bir anlamı olur senin için. nefes almanın, yeni bir güne yeniden gözlerini açmanın, kuşların uçmasının, suyun kaldırma kuvvetinin, çiçeklerin kokusunun, toprağın ölüyü yutmasının ve kedilerin miyavlamasının.
önce istedim, sonra yaşamayı hissetmeye çalıştım ki hissettim de. kaldırımın ortasından fışkıran çiçeğe bile anlam yüklemeye çalıştım. yeni besteler yazdım, sana şarkılar söyledim. yüzün bir savaş meydanı kadar acıklıydı en çok yüzüne anlam yükledim.
yüzündeki mahvolan bir şehrin öyküsünü tattım, yıkılan binalara göz attım ve parmaklarımın ucuyla hissettim göz pınarlarındaki derin uçurumları. için içinden çıkacak gibiydi, buna bile anlamlar yükledim. avucumu ensene yasladım, cennet yumuldu cehennemin gözlerine.
anlamaya çalıştım seni. gizemini çözmeye çalıştım. seni kendime katmayı çok isterken seni kendine katmaya çalışırken buldum kendimi çünkü sen tam anlamıyla mağlup bir adamdın. kendini kendinde kaybetmiştin. kendini en çok kendine kırdırmıştın. canım, üzülme, hiç ağrıma. sardunyalar en çok kırıldıkları yerlerden yine eskisinden daha güçlü bir şekilde çiçek açarlar.
hayatı anladım. yaşamayı hissettim. olaylar anlam yüklenince daha güzeldi. insanların yaptıklarına anlamlar yükleyince dünya daha yaşanılır bir yer oldu. uçurumlar özgürler içindi. ben kendimi senin göz pınarlarındaki derin uçurumlardan aşağıya bıraktım. külkuşum, inan bir an olsun tereddüt etmedim çünkü biliyordum ki hayat aptallar ve korkaklar için büyük bir yuvarlaktı ve ben dünyaya yenilmemeyi on dokuz yaşımdayken suya fısıldamıştım.
ama seni. canımın içi, bir seni. anlamadım. seni hiç anlayamadım. yüzünde yediğim sürgün özgürlüğüme vurduğun zincirdi. zincirlerime rağmen sana koştum. sevgilim, o zincirleri kırdım, senin için kendimi kırdım, kendimi kırdırdım kendime. kıramadım yüzünde rastladığım savaşın buhranını kalbinde. silemedim. bombaların lekelerini gözlerinden. o savaşta kanı dökülen taraf değildin anladım, kan döken taraftın bildim. kanımı döktün, sana olsun. külkuşum, öptüm kalbime tetiği çektiğin ellerinden. ne güzeldi ellerin, ne güzel baktın son defa. özgür öldüm ilk defa.
2 notes
·
View notes
Photo
bir seni sevdim - 1. Bölüm (on Wattpad) https://www.wattpad.com/1056251896-bir-seni-sevdim-1-b%C3%B6l%C3%BCm?utm_source=web&utm_medium=tumblr&utm_content=share_reading&wp_uname=jm_jk_jikook_&wp_originator=KMMAdOozLRgzCr8S6KLJP3Q8ojH7NjnZc59U2YFaUf3EJtiCvB4pYyCDUOO7YMISRbOIlOHJpEBzoXyup%2FGiWip2ZR8DyYljZjjSNdrc62F676lxPW%2FCR%2Buueg7qwcKe Ben 15 yaşımda daha çocukken başladım bu hayat savaşına. aslında hiç aklımda yoktu aşık olmak sevmek sevilmek hiç göremediğim baba şefkatini hissetmek öyle ansızın, öyle güzel geldin ki bana. bi kalbim olduğunu, bi hayatım olduğunu gösterdin. senden önce hayatım yoktu benim ela gözlü adam. sen bana yeniden yaşama sevinci verdin. sevdiğim bu zamana kadar kimseyi sevmedim bakmadım görmedim ben bir tek seni sevdim, bir tek senin gözlerine böyle baktıdzttm, bir tek sende böyle can buldum. hep mutlu olalım olurmu? beni hiç yalnız bırakma olurmu akgün? benim senden başka kimsem kalmadı ömrümün sonuna kadar senin kalbinde kalsam olurmu sevdiğim adam? Defne ÇAKIR. ♡
#hayat#hayrankurgu#jikook#kader#kookmin#lise#romantizim#sevgi#sevgilim#yardmsever#gen-kz-edebiyat#books#wattpad#amreading
0 notes
Text
Günlerin günleri kovalayıp durduğu mevsimlerden yaz olduğu sakin ve dingin bir yaz akşamından yazıyorum bunları sana.. Sen bu dünyanın süsüsün, sen kendin olduğun sürece mutlusun, sen duyguları olan sevebilen, sevilebilen hala hayatına devam etmeye, canlı kalmaya çalışan bir kadınsın..
bundan aylar belki yıllar önce hayatta mıyım diye nabzını yokladigin gecelerin sabahına uyandın sen, üstelik uyanmayı bile dilemeden..
geçip giden zamanlar içinde kalbinde hissettiğin ve artık hayatında var olması gereken bir duygu olduğunu fark ettin, hani birçokkez önüne set çektiğin duygular..
bir zamanlar canından çok sevdiğin biri vardı ya hani ondan başkasını sevemem, onu asla unutamam dediğin... dünden bugüne demek anlamsız aslında sen bir ölüyle uzun zamandır beraberdin hani şu varlığını hissettirmeyen Sana sıradanlığı, tekdüzeliği reva gören, uzun zamandır doğru düzgün bir sohbet bile edemediğin, sana kendini yetersiz, değersiz hissettiren bir ölüyle, ölüyle diyorum çünkü yaşamak, nefes almak, dünyanın keyfini çıkartmak böyle bir şey değil..
Ben hala cok fazla anıyorum seninle olan anıları fakat artık başka şeyler de istiyor ruhum, mesela içimde kuytu köşede var olmaya devam eden fıtratımda hep olan sevme, sevilme duygusunun son zamanlar da hayatıma yeniden renk katmaya çalıştığı hissediyor gibiyim..
içimde bir Koza vardı beni koruyan o kozadaki kelebek artık kanatlanmak istiyor şimdilerde, yeniden ve her şeye rağmen..
korkularım da var bu yolda, korkular hep olacakta gitmediğim yollara adımlar attıkça, ne var ki korkum bile istediğim duygulara pranga vuracak kadar güçlü değil artık..
güzellikleri peydah ederken ya da onları gün yüzüne çıkartmaya çalışırken kontrolü kaybettim ben belki, belkide olması gereken oldu ben bir deneyim yaşadım.. belki farklı olması mümkünken ben fren yerine gaza bastım ! ne olduğuda mühim değil aslında ben içimdeki ansiklopedini kapatıp seninle hesaplaşmışım yılların sonunda..
Bazen günde bir kere adın dilime düşsede , bazı gecelerde inatla adın dilime pelesenk de olsa ben senden gidiyorum, çünkü sen benden gideli zaten çok zaman oldu!
Zaman zaman seni anıyorum inkar edemem çünkü sen benim hem en güzel yaşlarım, hemen en güzel anılarım, hem de en zor sınavımdın seni kalbimden uğurluyorum, adın da zamanın tesiriyle daha da az düşecek dilime! çünkü ben artık seni anmak bile istemiyorum, bunları gerçekten artık benden çıktığını, bende senden bir parça kalmadığını hissettiğim an aldım kaleme, çünkü çoğu zaman hissedilen her duyguya tam olarak cümle kurulamıyorken, ben seni uğurlayışımı sayfalarca yazıyorum..
bana bıraktığın kötü anılarını da, iyi anılarınıda hayatımda istemiyorum, sen artık dünyanın 8.harikası bile olsan ben senden vazgeçiyorum.. senin varlığın uzun zamandır zaten yoktu benim hayatımda, artık yokluğunun mateminin de sonuna geldik aslında..
ben artık sen varmışsın gibi yaşamaktan da vazgeçiyorum ve inan artık sen varmışsın ve geriye gelecekmişsin gibi yaşamıyorumda.. yokluğunda bile en çok sen vardın hayatımda, buda son kadeh sana vedama kalkan bundan sonra...
sen vardın, çok kaldın, çok durdum, çok bekledim sen öldün artık yasın da bitti..
ben başka bir hayat yaşamak adına seni serbest bırakıyorum.. Üstümdeki ölü toprağını silkiyorum, ilk yaptığım şey hata yapmak olmuş olsa da bu yolda, hala öğrenmem gereken şeyler olmasına veriyor, kendimi o cam fanustan çıkarmaya niyet ediyorum..
birçok duyguyu özlediğimin ve bastırdığımin kanıtlarını buldum içimde.. ölmediğimi, hayatı durdurduğumu anladım, en son duvara tostlayıp ayıldığımda..
gelecek var ve ben yeni bir sayfayı daha seninle kirletmemeye niyet ediyorum..
başka türlü bir hayatın var olduğuna inanarak içinde bulunduğum koza'yı terkediyorum..
Senden sonrasına dileğimse;
kalbim kadar iyi, hayallerim kadar güzel, merhamet ve vicdan sahibi insanlar düşsün payıma.. 🦋
0 notes
Text
gözyaşlarım nehir olmuşken şunları yazmak istedim birden. Sen benim gerçekten abim olsan şu an yanımda olsan ne konuşmak ne sarılmak sadece senin yanında ağlasam, bunu konuşmadan da anlayabilecek, hissedebilecek sen varsın düşüncesine tutunuyorum sanki ve dayanamadım yazmak istedim, beni burada kimse görmediği için en azından bir kere olsun, tüm yanlış anlaşılma hislerine inat yazmak istedim içimden geldiği gibi. Beni duygularım, hissettiğim acılar senle karşılaştırdı. Radyoda şarkını dinledim, aradım buldum derken her şarkıda en acılı anlarımda bir masal buldum kendi öykümden bir parça daha çok ağladım, bunların hepsi bir mektup oldu, aslında ulaşmak gibi bir niyeti yoktu sadece dökülmüştü içimden geldiği gibi sonra da bir mucize olup karşılaşma imkanı olunca mektup da yanımda geldi sadece benim deniz kızından kelebeğe bir periye kendi acısından iyilik doğurup başkalarına yardım eden bir daha da kendine dönüp bakmayan uçup giden kelebeğe dönüş hikayemi anlatmıştım ve yıllar sonra bu bana çok saçma geldi yazdıklarım çok arabesk geldi ya da çocuksu bilmiyorum kendi kendime güldüğüm, kendi kendimle dalga geçtiğim de öyle geçti zaman. Hayır yani ağlaya ağlaya bir hışım yazmaya başladığım yazıyı nasıl bitireceğimi bilemiyorum ve sanırım beynim durdu şu an. Yazacaklarımı, az önce ağlayarak istemsizce konuştuklarımı unuttum, oysa fısıltılarıma yetişemediğim için yazmaya başlamıştım. Şimdi hepsini unuttum. Ama ne yazacağımı unutmuş olsam da şuradan bağlayabilirim sanırım, ne zaman acı çeksem, ne zaman acıdan delirsem, ne zaman içim yana yana ağlasam o an en çok seni bağırıyorum sanki yani çok oldu ne yapacağımı bilemeyip kitaplığı açıp daha çok ağladığım sanki o an sana anlatıyormuş gibi yani belki hastayımdır, yalnızlıktan dolayı, anlaşılmamaktan dolayı, duygulardan anladığını hissettiğim, yani şarkılarında, yazılarında kendisini böyle yansıtan bir insanı manevi anlamda kardeş anlamında abim gibi benimsemişimdir elimde olmadan, ben yine de bir kozmik bağa inandım, yüreğimin, gönül gözümün dediğine inandım ama hayal dünyasında yaşayan bir insan olup her şeyin yalan olabileceği ihtimalini de göz ardı etmiyorum inan ki. Çünkü çok yoruldum. Ama yorulmadım da biliyorum yine belki umut edeceğim, REM uykusunda yolumuz kesişecek belki yine yani Limbik Rezonansa ve REM uykusuna inancım her şeyden fazla. Yolumun tüm sevdiklerime özlediklerime çıkmasını ve sonucunda beraber iyiliklere güzelliklere yeni kapılar açmamızı diledim. Hani hayal evreniyse de mantıksız ve aptalca şeyler değil bencilce şeyler değil çıkar için değil birlik iyilik temalıydı. Ne olacak bilmiyorum ama şu an konuşmak istediğim konuşmasam da yanımda ağlamak istediğim iki abimden bir de asla hayatında bir konumum, yerim bir varlığım olmadığı için bu zamanda denmesi gereken, dense de ne fayda edecek iki cümleyi kuramadığım kalbimin parçasından yollarım uzak. Hayır ben sanıyordum ki duygusal konulara güvenimi yitirdiğim ya da hiç olmadığı için bu saatten sonra bir tek manevi bağa canım yanar yok öyle değilmiş onun da sizin gibi kalbimin parçası olduğunu çok iyi bildiğim halde bir sürelik beni daha güçlü hissettirecek bir duruma inanmışım ama hayat gösteriyor sana hatırlatıyor sendeki yerinin kuvvetini, kalbinde hiçbir şeyin değişmediğini zaten değişti demedim ben sadece kabullendim ve bir şekilde yaşamasını öğrenmiştim, her şeye rağmen kendi hayatımı son anda yine toparladım ama nasıl ki abimin doğum gününde canı sıkkın olduğunda ondan hiç ses çıkmadığında iyice meraklanıp ağladıysam onun sıkıntısını hissettiysem aynı o şekilde susturamadım içimi durduramadım gözyaşlarımı. O 3′ün içindeki birden biri bensem ben bir kişi değilmişim. Reenkarnasyona inandığımdan namaz kılarken ağladığım anda koluma konan minicik böcekle dertleştim onu yanlışlıkla kaybedicem diye daha çok ağladım, kitaplığımda saklamak istedim, kuş konar balkona yine dertleşirim insanlara anlatamadığım kadar. Rüya kapılarım açılsın, ışık girsin, cevaplar girsin istiyorum ama erkenden uyuyamadığım için son iki üç gündür net rüyalar göremiyorum. Yine çorba gibi oldu anlattıklarım. Her şeyi yakalayamasam da gözyaşımdan geçtiği gibi, tam olarak her şeyi dökemesem de ve çok karışık anlatsam da anlatmak istediğim şimdilik bunlar. Uzun uzun dökülmüşler ama kısacası her şey adına şu galiba: “bütün özlediklerim benden ayrı yaşıyor”
1 note
·
View note
Photo
Kendi gününün şafağında, seçilmiş ve sevilen insan Al Mustafa, tam oniki yıl boyunca Orphales şehrinde, gemisinin geri dönüp kendisini doğduğu adaya götürmesini bekledi.
Ve onikinci yılda, hasat ayı olan Ielool'un yedinci gününde, şehir duvarlarından uzak bir tepeye tırmandı, denize doğru baktı ve gemisinin sisle beraber gelişini seyretti.
O anda kalbinin kapıları açıldı ve sevinci denize doğru uzandı. Ve gözlerini kapadı, ruhunun sessizliğinde dua etti.
Tepeden inerken bir hüzün hissetti ve kalbinde şöyle düşündü:
'Nasıl huzur içinde ve üzülmeden gidebilirim? Hayır, ruhum yara almadan bu şehri terketmeliyim..
Duvarlar arasında acı dolu geçen uzun günler, yalnızlık içinde uzun geceler; kim acıdan ve yalnızlıktan pişmanlık duymadan buradan kopabilir?
Bu caddelere ruhumdan o kadar çok parça saçtım ki, özlemimin o kadar çok çocuğu bu tepelerde çıplak dolaştı ki, sıkıntı ve ıstırap çekmeden onlardan kendimi ayıramam..
Bugün üstümden çıkardığım bir giysi değil, kendi ellerimle yırttığım derim, kabuğum..
Geride bıraktığım bir düşünce değil, açlık ve susuzlukla tatlandırılmış bir gönül...
Yine de daha fazla oyalanamam...
Herşeyi kendine çeken deniz beni de çağırıyor; yola çıkmalıyım...
Çünkü kalmak, saatler geceyle yanarken, donmak, kristalleşmek ve bir kalıba dökülmek demek...
Buradaki herşeyi memnuniyetle yanıma alırdım, ama nasıl?
Bir ses, dili ve ona kanat olan dudakları taşıyamaz. Boşluğu yalnız başına aramalı...
Ve kartal, tek başına, yuvasını taşımadan Güneş'e uçmalı...'
Tepenin yamacına eriştiğinde tekrar denize döndü ve baş tarafında kendi yöresinden gemicileri barındıran gemisinin limana yanaştığını gördü.
Ruhundan kopan sözlerle onlara seslendi:
'Kadim annemin oğulları, med-cezir süvarileri... Ne kadar sık benim rüyalarıma yelken açtınız. Şimdi benim uyanışıma geldiniz, ki bu benim en derin rüyam olmalı...
Gitmeye hazırım ve şevkimin yelkenleri rüzgarı bekliyor.
Bu durgun havadan sadece bir nefes daha alacağım, sadece bir bakış daha geriye, sevgi dolu...
Ve sonra aranızda yerimi alacağım, gemiciler arasında bir deniz yolcusu olarak ben...
Ve sen, engin deniz, uyuyan anne, nehrin, ırmağın özgürlüğü...
Bu nehir sadece bir kıvrım daha yapacak, bu arazide bir kere daha çağıldayacak... Ve ben sana geleceğim, sınırsız okyanusa sınırsız bir damla...'
Yürürken, uzaktaki tarlalardan, bağlardan, erkeklerin ve kadınların şehir kapılarına doğru koşuştuklarını gördü. Birbirlerine geminin gelişinden bahsettiklerini ve kendi adını çağırdıklarını duydu.
Şöyle düşündü:
'Ayrılık günü, aynı zamanda toplanma günü mü olacak? Benim akşamımın aslında şafağım olduğu söylenecek mi?
Sabanını tarlanın ortasında bırakana, üzüm cenderesinin çarkını durdurana ben ne verebilirim?
Kalbim meyveyle yüklü bir ağaca dönüşse de derleyip onlara sunabilsem..
İştiyakım bir pınar gibi aksa da kaplarını doldurabilsem...
Bir yücenin elinin dokunmasını bekliyen bir harp mı, yoksa nefesinin içimden geçeceği bir flüt müyüm?
Sessizliğin arayıcısı olan ben, sessizlik içinde başkalarına güvenle dağıtabileceğim nasıl bir hazine buldum?
Eğer bugün hasat günüyse, hangi tarlalara ve hangi anımsanmayan mevsimlerde tohumları ekmiş olabilirim?
Ve eğer fenerimi yükselteceğim saat gelmişse, içinde yanan benim alevim olmayacak...
Kendimi bomboş ve karanlık hissederek fenerimi kaldıracağım...
Ve gecenin bekçisi fenerimin içine yağı koyacak; onu yakacak da...'
Bunlar kelimelere dökülenlerdi. Fakat kalbindeki pek çok şey, söylenmemiş olarak kaldı. Çünkü en derin gizemini açıklayamazdı...
Ve şehre döndüğünde, herkes onu karşılamaya geldi. Adeta tek bir ses olarak ağlıyorlardı.
Ve şehrin yaşlıları ileri çıkıp şöyle dediler:
'Henüz gitme; bizi bırakma.
Bizim alacakaranlığımıza öğle ışığı oldun; ve gençliğin, hayallerimize hayaller getirdi.
Sen aramızda bir yabancı, bir misafir değilsin. Çok sevdiğimiz oğlumuzsun...
Gözlerimiz, senin yüzününü görememenin açlığını ve acısını yaşamasın.'
Ve rahiplerle rahibeler konuşmaya başladılar:
'Denizin dalgalarının bizi ayırmasına, aramızda geçirdiğin yılların bir anı olmasına izin verme.
Aramızda bir hayalet gibi yürüdün ve gölgen, yüzümüze düşen bir ışık oldu.
Seni çok sevdik; ama sevgimiz sözlere dökülmedi ve örtülü kaldı.
Ama şimdi sana yüksek sesle haykırılıyor; sevgimiz önüne seriliyor.
Hep yaşandığı gibi, ne yazık ki sevgi kendi derinliğini, ayrılma anına kadar anlıyamıyor...'
Diğerleri de ona yalvardılar; ama o hiç cevap vermedi. Sadece başını önüne eğdi ve ona yakın duranlar, göğsüne düşen göz yaşlarını gördüler.
Sonra, kalabalıkla birlikte tapınağın önündeki meydana doğru yürüdüler.
Ve mabetten Almitra adında bir kahin kadın çıktı.
Ve o, kadına sonsuz bir şefkatle baktı; çünkü daha şehirdeki ilk gününde onu bulan ve inanan bu kadın olmuştu.
Ve kadın onu selamlıyarak konuşmaya başladı:
'Tanrının sevgili kulu, son noktayı keşfedebilmek için uzun zamandır uzakları gözlüyor, gemini bekliyorsun.
Ve şimdi gemin burada, sen de gitmelisin.
Anılarındaki ülke ve büyük dileklerinin mekanı için duyduğun hasret çok derin. Ve ne sevgimiz seni bağlıyabilir, ne de sana olan ihtiyacımız seni tutabilir.
Ancak bizden ayrılmadan önce bizimle konuşmanı ve bize gerçeği anlatmanı istiyoruz.
Ve biz onu çocuklarımıza, onlar da kendi çocuklarına aktaracaklar ve o hiç bir zaman yok olmayacak...
Yalnızlığında bizim günlerimizi gözlemledin ve uyanıklığında, bizim uykumuzun hıçkırıklarını ve kahkahalarını dinledin.
Şimdi bizi bize aç ve doğumla ölüm arasında yer alanlardan sana aşikar olanları bize de anlat.'
Ve o cevap verdi:
'Orphales halkı, tam şu anda ruhlarınızda devinmede olandan öte, size neden bahsedebilirim?'
*
Bunun üzerine Almitra, 'Bize sevgiden bahset...' dedi.
Ve o başını kaldırdı, insanlara baktı. Üzerlerine sinen derin dinginliği duyumsadı.
Ve yüksek bir sesle konuşmaya basladı:
'Sevgi çizi çağırınca, onu takip edin, Yolları sarp ve dik olsa da...
Ve kanatları açıldığında, bırakın kendinizi, Telekleri arasında saklı kılıç, sizi yaralasa da...
Ve sizinle konuştuğunda, ona inanın, Kuzey rüzgarının bir bahçeyi harap edişi gibi, Sesi tüm hayallerinizi darmadağın etse de...
Çünkü sevgi sizi yücelttiği gibi, çarmıha da gerer. Sizi büyüttüğü ölçüde, budayabilir de...
En yükseklere uzanıp, Güneş'le titresen en hassas dallarınızı okşasa da, Köklerinize de inecek, ve onları sarsacaktır, Toprağa tutunmaya çalıştıklarında...
Mısır biçen dişliler gibi sizi kendine çeker; Çıplak bırakana kadar döver, harmanlar; Kabuklarınızı, çöplerinizi ayıklar, eler...
Bembeyaz olana kadar öğütür sizi; Esnekleşene kadar yoğurur; Ve Tanrı'nın İlahi sofrasına ekmek olasınız diye, Sizi kendi kutsal ateşine savurur...
Sevgi bütün bunları, Kalbinizin sırlarını bulasınız diye yapar, Ve bu biliş, Hayat'ın kalbinin bir cüzünü yaratır...
Ancak korkunun kıskacında, Salt sevginin huzurunu ve hazzını ararsanız, O zaman örtün çıplaklığınızı, Ve sevginin harman yerine adım atın...
Adım atın, kahkahaların tümünün olmadığı, Sadece gülebileceğiniz mevsimsiz dünyaya, Ve ağlayın, ama tüm gözyaşlarınızla değil...
Sevgi hiçbir şey sunmaz, sadece kendisini, Hiçbir şey kabul etmez, kendinde olandan gayri...
Sevgi sahip çıkmaz, sahiplenilmez de; Çünkü sevgi, sevgi için yeterlidir, tümüyle...
Sevdiğinizde, 'Tanrı benim kalbimde, ' yerine, Söyle deyin, 'Ben kalbindeyim Tanrı'nın...'
Ve sanmayın yön verebilirsiniz sevginin akışına, Çünkü sevgi, yolunu kendi çizer, sizi değer bulduğunda...
Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka...
Fakat seviyorsanız ve ihtiyaçların arzuları varsa, Bırakın bunlar sizin de arzularınız olsun...
Erimek ve akmak, geceye şarkılar sunan bir dere misali, Şefkatin fazlasının verdiği acıyı bilip, Kendi sevgi anlayışınla yaralanmak, Ve kanamak, yine de istekle ve coşkuyla...
Şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak, Ve bir sevgi gününe daha, teşekkürle uzanmak...
Sessizce çekilmek öğle vakti, sevginin vecdini duymak, Akşamın çöküşüyle de, eve huzurla dönmek...
Ve uyumak, kalbinde sevgiliye bir dua, Ve dudaklarında bir şükür şarkısıyla...'
* Sonra Almitra tekrar konustu: 'Peki ya beraberlik? ' Ve o cevap verdi:
Yeryüzüne birlikte geldiniz ve sonsuza dek birlikte yaşayacaksınız, Ölümün ak kanatları günlerinizi bölene dek birlikte olacaksınız, Tanrı'nın suskun anıları katına eriştiğinizde bile birlikte olacaksınız, Ama bırakın da bunca beraberliğin arasında biraz boşluklar olsun, Ve Tanrısal alemin rüzgarları esip dolanabilsin aranızda, Birbirinizi sevin, ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın, Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalkalanan bir deniz olsun Sevgi Birbirinizin kadehini onunla doldurun ama aynı kadehe eğilip içmeyin, Ekmeğinizi bölüşün, ama aynı lokmayı dişlemeye kalkmayın, Şarkı söyleyin, dans edin, eğlenin birlikte, ama ikinizin de birer Yalnız olduğunu unutmayın, Çünkü lavtadan dağılan müzik aynı, ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır, Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın, Çünkü ancak Hayat'ın elidir yüreklerinizi saklayacak olan, Hep yanyana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın, Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır, Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez.
Çocuklara Dair:
Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil.
Onlar Hayat?ın kendine duyduğu hasretin oğulları ve kızları.
Onlar sizinle gelirler ama sizden değil.
Sizinle birlikte olsalar da size ait değil.
Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi değil,
Çünkü kendi düşünceleri var onların.
Onların bedenlerini barındırabilirsiniz ama ruhlarını değil,
Çünkü ruhları Sonsuzluk Evinde yaşar; düşlerinizde bile gidemezsiniz oraya.
Onlar gibi olmaya çabalayabilirsiniz ama onları kendinize benzetmeye çalışmayın.
Çünkü geri geri gitmez yaşam, dün ile oyalanmaz.
Sizler yaysınız ve çocuklarınız bu yaylardan fırlatılan canlı oklar.
Okçu sonsuzluk yolundaki hedefi görür ve okları tez gitsin, ırak gitsin diye var gücüyle gerer sizi O.
Okçunun elinde gerilmek size mutluluk versin
Çünkü O dengeli yayı da sever, uçan oku sevdiği kadar.
Çocuklar anne baba vasıtasıyla dünyaya gelirler ama onlara ait değildir. Anne baba çocuğuna sevgisini verebilir ama düşüncelerini veremez; bedenlerini barındırırlar ama ruhlarını değil; onlar gibi olabilir ama kendilerine benzetmeye çalışmamalıdırlar. Çünkü hayat geriye dönmez,dünle de bir alışverişi yoktur. Siz yaysınız,çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar. Okçu,sonsuzluk yolundaki hedefi görür Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar. Okçunun önünde kıvançla eğilin Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.
ÖZGÜRLÜK
Daha sonra bir konuşmacı söz aldı ve bize Özgürlük'ten söz et, dedi. Ve El Mustafa yanıtladı: Kentin kapısı önünde ve ocaklarınızın başında özgürlüğünüze tapınmak üzere yere kapanmış olduğunuzu görmüşümdür. Bu tapınmalarınız sırasında, kölelerin, kendilerinizi ezip öldürmekte olan bir zalim buyrukçunun karşısında eğildikleri gibi öne kapanmıştınız. Hatta aramızda en özgür diye bilinenin bile, tapınağın korusunda ve burçların gölgesinde özgürlüğünü bir boyunduruk ve kelepçe gibi taşımakta olduğunu da görmüşümdür. Ve içim sıra yüreğim kanamıştır; çünkü, ne zaman ki özgürlüğün arama tutkusu dahi sizi rahatsız eder ve özgürlüğün bir erek ve tatmin olduğuna dair konuşmayı kesersiniz, işte ancak o zaman özgür kalabilirsiniz. Ne zaman ki günlerinizin ihtiyaçları düşünmeden ve geceleriniz de bir pişmanlık ve tutkuyla dolu olmadan geçer, işte o zaman gerçekten özgür olursunuz. Daha doğrusu bu gibi dertler yaşantınızı alt üst ettiği helde kendi bağımsızlığınız ve isteğinizle bunların üstesinden gelebildiğinizde özgür olursunuz. Ama idrakinizin sabahında, öğle saatlerinize vurduğunuz zincirleri kıramazsınız, gecelerinize ve gündüzlerinize nasıl üstün gelebilirsiniz? Oysa gerçekte, sizin özgürlük dediğiniz bu zincirlerin en sağlamıdır, ama her halkası güneşin ışınlarıyla parıldamakta ve gözlerinizi kamaştırmaktadır. Ve özgür olabilmeniz için, kendi benliğinizin görüntülerinden uzaklaşmanız gerekir, değil mi? Diyelim ki, bu görüntülerden biri adil olmayan bir kanun ama onun sizlerin alnına yazmış olan yine kendi ellerinizdir. Alnınıza yazmış olduğunuz bu kanunun, ne kanun kitaplarını ateşe atmakla, hatta ne de okyanusun bütün suyuyla yargıçlarınızın alınlarını yıkamakla silip-temizleyebilirsiniz. Ve, diyelim ki, kendisinden kurtulmak istediğiniz bir despot var, ilkin onun içinizde kurmuş olduğu saltanatı yıkmanız gerekir. Çünkü bir zalimin özgür ve başı dik insanlara hükmedebilmesi için, onların özgürlüklerine bir zulüm ve gururlarında bir utanç bulması gerekmez mi? Eğer kurtulmak istediğiniz bir dertse, bilin ki bu derdi bir başkası değil kendiniz kendi başınıza sarmışsınızdır. Ve eğer kurtulmak istediğiniz görüntü bir korkuysa, o korkunun yerleştiği yer kendisinden korkulanın eli değil, sizin yüreğinizdir. Gerçek şudur ki, varlığınızın içindeki her şey birbirleriyle sarmaş dolaş olarak devinmektedir. Arzulanan ile korkulan, nefret edilen ile kutlanan, kendisine yönelinen ve kaçılan birbirlerine girmiştir. Bütün bu nesneler, sizlerin içinde birbirleriyle kesişen gölgeler gibi çift çift gezinmektedir. Ve ne zaman ki bir gölge soluklaşıp silinir, gerideki ışıklardan biri öne çıkar ve bir başka gölgeye ışık olur. Bu nedenledir ki, özgürlüğünüz kendisine vurulmuş olan zincirlerinden kurtulduğunda, daha büyücek bir özgürlüğe zincir olur.
"Bize Dua'dan söz et! "
Bunun üzerine de şunları söyledi Tanrı-Elçisi:
"Sıkıntı ve ihtiyaç içinde olduğunuz zaman dua edersiniz; keşke, neşeyle dolup taştığınız zamanlar da dua edebilseniz! bolluk içinde yüzdüğünüz zamanlar da dua edebilseniz!
Çünkü sizin benliğinizin, sizin kendiliğinizin, yaşayan küllî varlıkta açılmasından, genişlemesinden başka nedir ki dua!
Ve daha huzurlu olmanız için, içinizdeki karanlıkları, içinizdeki katılıkları boşluğa boşaltmak duayse eğer, daha neşeli olmak için kalbinizin şafağını dışarı saçmak da duadır.
Ve içiniz sizi duaya çağırdığında, ağlamaktan başka bir şey yapamıyorsanız, sizi mahmuzlamaya devam etmeli içiniz, ağlaya ağlaya sonunda gülmeye varıncaya kadar. Dua ettiğiniz zaman, sizinle aynı anda dua eden, ve duadan başka hiçbir yerde, başka hiçbir halde bir araya gelemeyeceğiniz kimselerle buluşmak için yükselirsiniz, yükselirsiniz, bulunduğunuz yerden çok yukarılara.
Ve tapınağa sadece birşey istemek için girmişseniz, hiçbir şey elde edemezsiniz:
Oraya başkalarının iyiliğini için bile olsa, bir şey istemek için girmişseniz işitilmeyecektir sesiniz.
Çünkü tapınağa girmiş olmanız yeter, bununla, girmiş olabiliyorsanız eğer, aynı zamanda, sizin varlığınızda içkin görünmeyen o en büyük tapınağa.
Sözcükleri kullanarak nasıl dua edilir, bunu öğretmem ben size. sizin dudaklarınızla kendisi dile getirmedikçe onları, Tanrı dinlemez sözcüklerinizi.
Ve ben öğretemem denizleri, ormanların ve dağların dualarını size.
Fakat, siz ey, dağlardan, ormanlardan ve denizlerden doğup gelenler, sizler hissedebilirsiniz onların dualarını, dağların, ormanların, denizlerin içrek yakarışlarını kendi yüreğinizde.
Ve yalnızca gecenin sükûnetinde duyabilirsiniz onları, onların sessizce söylediklerini:
'Ey Tanrımız, ey bizim aşkın, kanatlı kendiliğimiz, Senin istemindir, ne istiyorsak, isteyen içimizde. 'Senin arzundur, ne arzuluyorsak arzulayan içimizde.
'Senin verdiğin güdüdür gecelerimizi gündüze çevirmek isteyen ve senin gecelerini, senin gündüzlerine...
'Senden hiçbir şey istemiyoruz, çünkü, daha onlar doğmadan içimizde sen biliyorsun ihtiyaçlarımızı da, özlemlerimizi de.
'Bizim ihtiyacımız sensin, özlediğimiz sen; ve kendini biraz daha vermekle bize, her şeyi vermiş oluyorsun hepimize"
EĞİTİM
Sonra bir öğretmen, "Bize eğitimden bahset." dedi. Ve o cevap verdi:
"Hiç kimse size, içinizdeki bilginin şafağında halen yarı uykuda olandan bir zerre fazlasını açıklayamaz.
Takipçileri arasında mabedin gölgesinde yürüyen bir öğretmen, size bilgeliğini değil sadece inancını ve sevgisini verebilir.
Eğer gerçek bir bilgeyse, bilgeliğinin evine davet etmek yerine, sizi kendi aklınızın eşiğine doğru yönlendirir.
Bir astronomi bilgini, size uzayla ilgili anlayışından bahsedebilir ama anlayışını size veremez.
Bir müzisyen her yerde var olan ritimlerle bir şarkı söyleyebilir; ancak ne ritmi yakalayan kulağı, ne de onu ekolayan sesi size sunabilir.
Ve semboller ilminde usta biri, size simgesel alanlardan söz eder, ama sizi oralara taşıyamaz.
Çünkü bir kişinin sahip olduğu ilham, kanatlarını başka birine ödünç veremez.
Ve nasıl herbiriniz Tanrı'nın bilgisinde özgün bir yere sahipseniz, sizin de Tanrı'yı kayrayışınız ve dünyayı anlayışınız tek başınıza ve size özel olacaktır."
KURALLAR
Sonra bir avukat, "bize kurallardan bahset..." dedi.
ve o cevap verdi:
"siz kurallar koymayı çok seversiniz, ama kuralları bozmayı daha çok seversiniz.
tıpkı okyanus kıyısında sabırla kumdan kuleler yapan, sonra da kahkahalarla onları deviren çocuklar gibi.
ancak siz kumdan kulelerinizi yaratırken, okyanus kıyıya kum taşımaya devam eder.
ve siz onları yerle bir ederken, okyanus da sizinle birlikte güler.
gerçekten de okyanus, daima masum olanla beraber güler. fakat yaşamı bir okyanus ve insanların koyduğu kuralları kumdan kuleler olarak görmeyen kişiler için ne diyebiliriz?
onlar için yasam bir kaya, ve kanun bu kayayı kendi isteklerine göre oyup şekillendirmek için kullanacakları bir keski gibidir.
dansçılardan nefret eden yeteneksiz biri için ne diyebiliriz?
veya boyunduruğundan hoşnut olup, ormanındaki geyiği başıboş bir serseri olarak yargılayan bir öküz için?
peki, derisini dökemediği için, diğerlerini çıplak ve ahlaksız olarak niteleyen yaslı bir sürüngene ne demeli?
veya bir düğün şölenine erkenden gelen, iyice karnini doyurduktan ve yorulduktan sonra, yemekleri ve eğlenceyi kötüleyen biri için?
bunlar hakkında söyleyebileceğim tek şey, hepsinin güneş ışığı altında oldukları halde, güneş'e sırtlarını dönmüş olduklarıdır.
onlar salt kendi gölgelerini görebilirler ve bu gölgeler, onların kanunları olur.
ve onlar için güneş, bir gölge yaratıcısından başka ne olabilir ki?
ve onlar için kurallara uymak, başlarını yere eğip, toprak üzerindeki gölgelerini izlemekten başka bir şey değildir.
ancak yüzünü güneş e çevirmiş olanlarınızı, toprak üzerine çizilmiş imajlar durdurabilir mi?
eğer rüzgarla yolculuk ediyorsanız, hangi rüzgar gülü yönünüzü çizebilir?
eğer boyunduruğunuzu kırarsanız, ama başka birinin hücresinin kapısında değil, hangi kanun sizi sınırlayabilir?
ve eğer dans ederseniz, ama başka birinin zincirlerine takılıp sendelemeden, hangi kanun sizi korkutabilir?
orphalese halkı, davulun sesini boğabilir, bir lirin tellerini gevşetebilirsiniz,ama bir tarla kuşuna şarkı söylememesi için kim emir verebilir ki?"
KONUŞMA
Ve bir öğrenci, "Bize konuşmadan bahset" dedi. Ve o cevap verdi: "Siz konuştuğunuzda, düşüncelerinizle barış içinde olmayı terkedersiniz; Ve kalbinizin ıssızlığında daha fazla kalamadığınızda, dudaklarınızla yaşamaya başlarsınız. Ses sizin için bir eğlence, bir zaman geçirme aracı olur. Ve konuşmalarınızın çoğunda, düşünce yarı yarıya katledilir; Çünkü düşünce, boşlukta uçan bir kuş gibidir; kelimelerin kafesinde kanatlarını açabilir ama uçamaz. Aranızda bazıları, yalnızlığın korkusuyla konuşkan birini ararlar; Çünkü, tek başına olmanın sessizliği, gerçek ve çıplak kendilerini gözleri önüne serer, ki onlar bundan kaçarlar. Ve konuşmayı seven bazılarınız vardır ki, bilgisizce ve önceden düşünmeden, kendilerinin bile anlamadığı bir gerçeği ifşa edebilirler. Ancak bazılarınız ise içlerinde gerçeği taşır, ama onu kelimelerle dile getirmezler. Böylelerinin sinelerinde ruh, ritmik bir sessizlik içinde dinlenir. Bir arkadaşınızla karşılaştığınızda, ruhunuzun dudaklarınıza doğru hareket etmesini ve dilinizi yönetmesini sağlayın. Sesinizin içindeki sesin, onun kulağının içindeki kulağa seslenmesine izin verin; Çünkü onun ruhu, sizin kalbinizin gerçeğini saklıyacaktır; Tıpkı kadeh boşalıp, rengi unutulsa bile, şarabın tadının ağızda kalması gibi..."
KENDİNİ BİLİŞ
Ve bir adam şöyle dedi: "Bize kendini bilişden bahset." Ve o cevap verdi:
"Kalbiniz gecelerin ve gündüzlerin sırrını sessizce bilir. Ancak kulaklarınız, kalbinizin bilgisini işitmek için deli olur.
Düşüncelerinizde daima bildiğinizi, kelimelerde de bileceksiniz. Rüyalarınızın çıplak bedenine parmaklarınızla dokunabileceksiniz.
Ve böyle de olması gerekir.
Ruhunuzun saklı kaynağı yükselmeli ve çağıldayarak denize doğru koşmalı; Ve o zaman, sonsuz derinliğinizin hazineleri gözlerinizin önüne serilecektir.
Ancak bilinmeyen hazinenizi tartmak için tartı aramayın; Ve bilginizin derinliğini değnekle veya iskandil ipiyle ölçmeye kalkmayın.
Çünkü kişi, ölçüsüz ve sınırsız bir deniz gibidir. 'Tek doğruyu buldum' değil, 'Bir doğruyu buldum' deyin.
'Ruha giden yolu buldum' değil, 'Kendi yolumda yürürken ruhu buldum' deyin.
Çünkü ruh, her yolda yürür. Ruh ne bir çizgi üzerinde yürür; ne de bir kamış gibi dümdüz büyür. Ruh, sayısız taç yaprakları olan bir lotus çiçeği gibi açılır."
VERMEK
Sonra, varlıklı bir adam konuştu: 'Bize vermekten bahset.'
Ve o cevap verdi:
'Sahip olduklarınızdan verdiğinizde, çok az şey vermiş olursunuz;
Gerçek veriş, kendinizden vermektir.
Çünkü sahip olduklarınız, yarin ihtiyacınız olabilir diye saklayıp koruduğunuz şeylerden ibaret değil mi?
Ve yarin, kutsal şehre giden hacıları takip ederken, kemiklerini, iz bırakmayan kumlara gömen fazla uyanık bir köpeğe ne getirebilir?
Ve ihtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan başka bir şey değil midir?
Kuyunuz tamamen doluyken susuzluktan korkmak, tatmin olamayan bir susuzluk göstermez mi?
Çok fazla şeye sahip olup, çok az verenler, bunu gösteriş isteyen gizli arzuları için yaparlar, ki bu da armağanlarını yararsız kılar.
Ve bazıları vardır ki, çok az şeye sahiptirler ve hepsini verirler. Bunlar hayata ve hayatin definesine inananlardır, ve kasaları hiç bos kalmaz.
Bazıları sevinçle verirler, bu sevinç onların ödülüdür.
Bazıları ise ıstırap içinde verirler ve bu acı onların vaftizidir.
Ve bazıları vardır ki, ne vermenin acısını hissederler, ne sevin�� ararlar, ne de bir erdemlilik düşüncesi taşırlar;
Onlar, su vadideki mersin ağacının kokusunu salışı gibi verirler.
Böyle kişilerin ellerinde Tanrı dile gelir ve onların gözlerinden Tanrı, dünyaya gülümser.
İstendiği zaman vermek güzel bir davranış olabilir; fakat istenmeden, ihtiyacı hissederek vermek çok daha anlamlıdır.
Ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak, veriş olayından daha fazla sevinç getirir.
Vermekten alıkoyacağınız herhangi bir şey olabilir mi?
Sahip olduğunuz her şey bir gün verilecektir.
Öyleyse simdi verin ve vermenin hazzını mirasçılarınız değil siz yasayın..
Çoğunlukla söyle dersiniz: 'Vereceğim, ama hak edeni bulabilirsem.'
Ne koruluktaki meyve ağaçları böyle düşünür, ne de çayırdaki sürüler.
Onlar, saklandığında çürüyecek olanı, yasayabilsin diye verirler.
Herhalde kendisine günler ve geceler verilmesini hak eden bir kişi, sizden gelebilecek şeyleri de hak eder.
Ve hayat okyanusundan içmeye hak kazanmış bir insan, sizin küçük ırmağınızdan da bir bardak su alabilir.
Faydasından öte, kabul etmenin gerektirdiği cesaretten ve güvenden daha büyük bir değer var midir?
Ve siz kim oluyorsunuz da, onların göğüslerini yırtarak gururlarını korunmasızca ortaya seriyor, sonra da onların değerlerini örtüsüz ve gururlarını utanmasız olarak değerlendiriyorsunuz?
Önce kendinizi vermeye hak kazanmış ve verme olayında bir aracı olarak görün.
Çünkü gerçekte her şeyi veren hayattır ve siz kendinizi bir verici olarak belirlediğinizde, sadece bir tanık olduğunuzu unutuyorsunuz.
Ve siz alıcılar, ki hepiniz bu gruba dahilsiniz, ne kendinize ne de size verene bir boyunduruk yüklememek için, hiç bir minnet hissi taşımayın.
Bunun yerine, armağanları kanat yaparak, verenle beraber yükselin;
Çünkü borcunuzu gereğinden fazla abartmak, annesi özgür yürekli dünya, babası evren olan cömertlik olgusundan şüphe etmek demektir...'
ACI
Ve bir kadın, "Bize acıdan bahset" dedi. Ve o cevap verdi:
"Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır.
Nasıl bir meyvenin çekirdeği, kalbi güneş'i görebilsin diye kabuğunu kırmak zorundaysa, siz de acıyı bilmelisiniz.
Ve eğer kalbinizi, yaşamınızın günlük mucizelerini hayranlıkla izlemek üzere açarsanız, acınızın, neşenizden hiç de daha az harikulade olmadığını göreceksiniz;
Ve kırlarınızın üstünden mevsimlerin geçişini kabul ettiğiniz gibi, aynı doğallıkla, kalbinizin mevsimlerini de onaylayacaksınız.
Ve kederinizin kışını da, pencerenizden huzur içinde seyredeceksiniz.
Acılarınızın çoğu sizin tarafınızdan seçilmiştir.
Acınız, aslında içinizdeki doktorun, hasta yanınızı iyileştirmek için sunduğu "acı" ilaçtır.
Doktorunuza güvenin ve verdiği ilacı sessizce ve sakince için;
Çünkü size sert ve haşin de gelse, onun elleri, "Görülmeyen"in şefkatli elleri tarafından yönlendirilir.
Ve size ilacı sunduğu kadeh dudaklarınızı yaksa da, O'nun kutsal gözyaşlarıyla ıslanmış kilden yapılmıştır."
HAZ
Sonra yılda bir kere şehre inen bir münzevi öne çıktı ve ” Bize Haz’dan söz et!” dedi.
“Haz bir özgürlük şarkısıdır, özgürlüğün kendisi değil.
Arzularınızın tomurcuklanmasıdır, onların meyvesi değil.
Sizi bir doruğa çağıran derinliktir; derin olan değil, yüksek olan değil.
Çırpınan kanattır haz, bir kafeste, gök değildir, gök değil, onunla kucaklanan.
Gerçekte bir özgürlük şarkısıdır, haz, Ve ben, kalplerinizin bütün neşesi ve çoşkusuyla söylemenizi isterdim onu; Ama yine de, onu söylerken harcayıp bitirmenizi istemezdim bir seferde, her biri özgürlük kadar değerli ve gerekli başka her şeyi ve her şeyle birlikte sevme yetinizi, kalbinizin ferini.
İçinizde kimi gençler, haz her şeymiş gibi düşerler peşine onun Ve onları yargılar, kınar, azarlar başkaları.
Ben ne yargılamak isterim, ne de kınamak, Ama anlamak isterdim onları. Çünkü araya araya hazzı bulurlar ama sadece onu değil:
Yedi tanedir hazzın kız kardeşleri Ve onların en güzeli daha güzeldir hazdan.
Ot kök aramak için toprağı kazıpta orada define bulan birini işitmediniz mi hiç?
Ve içinizden kimi yaşlılar sarhoşken işlenmiş hatalar gibi, pişmanlıkla anarlar kimi hazları.
Ama pişmanlık belleğin bulandırılmasıdır, cezalandırılması değil.
Hazlarını minnetle anmalıdır böyleleri, bir yaz hasadı kaldırmış gibi. Fakat yine de, pişmanlık rahatlatıyorsa onları bırakalım rahatlasınlar.
İçinizde, kendini ne haz arayacak kadar genç, ne de tattığı hazları hasretle anacak kadar yaşlı hissedenler vardır. Bunlar, ihmal etmemek yahut incitmemek için ruhu, hazzı arama ve anma korkusuyla ürkütüp kaçırırlar bütün hazları.
Fakat işte, bu işgüzarlıktadır, onların hazzı da. Ve titreyen elleriyle ot kök ararken bazen define de bulurlar orada.
Fakat söyleyin bana, kimdir, nedir ruhu taciz eden? Bülbülün ötüşü bozar mı, dersiniz, gecenin sükûnetini, yahut ateşböceği bozar mı, dersiniz, yıldızların parıltısını?
Aleviniz ya da dumanınız yük olur mu dersiniz, rüzgârın sırtına?
Yoksa siz, bir çomakla bulandırabileceğiniz durgun, dingin bir havuz olduğunu mu düşünüyorsunuz, ruhun?
Kendi hazlarınızı inkâr etmekle, arzuyu depolamaktan başka bir şey yapmış olmazsınız çok defa varlığınızın diplerinde, kuytuluklarında.
Bugün gözden uzaklaştırılmış gözüken şey, Kim bilir, yarını bekliyordur belki de, ortaya çıkmak için.
Bedeniniz bile mirastan kendisine düşen payı, haklı, yerinde arzuları, şehvetleri bilir ve aldanmaz.
Ve bedeniniz, ruhunuzun elindeki arptır. Artık size kalmış, ondan harika bir ezgi çıkarmak ya da kakofoni.
İçinizden soruyor olmalısınız, ‘Peki, haz konusunda iyi olanı iyi olmayandan nasıl ayıracağız?’
Ben derim ki, tarlanıza gidin, bahçenize gidin, orada, arının peşinde koştuğu hazzın çiçekteki balı toplamak olduğunu göreceksiniz.
Ve yine, balını arıya sunmanın da, çiçeğin hazzı olduğunu göreceksiniz.
Çünkü çiçek bir hayat kaynağıdır arı için; Çünkü arı bir aşk mesajıdır, aşk ilanıdır, çiçek için; Çünkü, haz vermek ve haz almak, arı ve çiçek, her ikisi içinde bir ihtiyaçtır, bir sarhoşluk ve erinç…
Ey Orphalese halkı, ben derim ki size, arınınki ve çiçeğinki gibi olsun sizin de hazlarınız.”
HAZ VE IZDIRAP
Sonra bir kadın konuştu: "Bize haz ve ıstıraptan bahset."
Ve o cevap verdi:
"Hazzınız, ıstırabınızın maskesiz halidir. Ve kahkahanızın yükseldiği aynı kuyu, sık sık gözyaşlarınızla dolar.
Başka türlü olabilmesi mümkün müdür ?
Istırabın içinize kazıdığı alan ne kadar derin olursa, o denli çok hazzı içerebilir.
Ve şarabınızı taşıyanla, çömlekçinin fırınında yanan aynı kadeh değil midir?
Ve sesi ruhunuzu okşayan lavta, daha önce bıçaklarla oyulan tahtayla bir değil midir?
Kendinizi neşeli hissettiğinizde kalbinizin derinliklerine inin.
Farkedeceksiniz ki, size bu sevinci veren, daha önce üzülmenize neden olmuştu.
Üzgün olduğunuzde, tekrar kalbinize dönün. Göreceksiniz ki, daha önce sevinciniz olan bir şey için ağlıyorsunuz.
Bazılarınız, "Haz, ıstıraptan daha anlamlıdır" der ; diğerleri ise, "Hayır, ıstırap daha anlamlıdır".
Bense, ikisi birbirinden ayrılamaz, diyorum.
Onlar beraber gelirler. Ve siz, bir tanesiyle masanızda otururken, unutmayin ki, diğeri de yatağınızda uyuyordur.
Gerçekte siz, hazzınızla ıstırabınız arasında bir terazi konumundasınız. Sadece boş olduğunuzda, hareketsiz ve dengede kalabilirsiniz.
Bir hazine avcısı, altın ve gümüşünü tartmak için sizi kullandığında, haz ve ıstırap kefeleriniz, ister istemez, yükselip alçalacaktır..."
İYİLİK ve KÖTÜLÜK
Ve şehrin yaşlılarından biri, 'Bize iyilik ve kötülükten bahset.' dedi.
Ve o cevap verdi:
'Yalnızca içinizdeki iyilikten bahsedebilirim, kötülükten değil. Çünkü kötülük, kendi açlık ve susuzluğu içinde azap çeken iyilikten başka ne olabilir ki?
Gerçekten de iyilik, acıktığında en karanlık mağaralarda bile yiyecek arar ve susadığında kirli, durgun sulardan bile içer.
Siz, kendinizle bir olduğunuzda iyisiniz; bununla birlikte, kendinizle bir olmadığınızda, kötü değilsiniz.
Çünkü parçalanmış bir aile eşkiyaların ini değildir; sadece parçalanmış bir ailedir.
Ve dümensiz bir gemi, tehlikeli adalar arasında amaçsızca dolaşır durur, ama dibe batmaz.
Siz, kendinizden bir şeyler vermeye çabaladığınızda iyisiniz; Kendiniz için bir kazanç sağlamaya çalıştığınızda ise, kötü değilsiniz.
Çünkü, bir şey kazanmak için uğraştığınızda, toprağa tutunan ve onun göğsünde beslenen bir kök gibisiniz.
Doğaldır ki, meyve köke 'Benim gibi, olgun, dolgun ve bol bol veren ol..' demez. Çünkü, almak nasıl kök için bir ihtiyaçsa, meyve için de vermek bir gereksinimdir.
Konuşurken tamamen uyanıksanız, iyisiniz. Ama, diliniz anlamsızca kekelerken uyukluyorsanız, kötü değilsiniz; Ve sürçen bir konuşma bile, zayıf bir dili güçlendirebilir.
Amacınıza doğru sağlam ve cesur adımlarla ilerlediğinizde iyisiniz; Fakat oraya topallıyarak gittiğinizde de, kötü değilsiniz. Çünkü topallayanlarınız bile geri gitmez.
Fakat güçlü ve hızlı olanlarınız, incelik gösterin ve topal birinin yanında asla topalllamayın.
Siz, sayısız konuda iyisiniz ve iyi olmadığınızda ise, kötü değilsiniz. Sadece oyalanıyor ve tembellik ediyorsunuz.
Ne yazık ki, geyikler kaplumbağalara çevikliği öğretemiyor.
İyiliğinizin, üstün beninize duyduğunuz özlemde saklı ve bu özlem herbirinizde mevcut.
Ancak bazılarınızda bu özlem, yamaçların gizemini ve ormanın ezgilerini taşıyarak, büyük bir güçle denize doğru akan bir sel gibidir.
Ve diğerlerinde ise, dönemeçlerle ve kavislerle yolunu kaybeden, kıyıya ulaşmadan önce oyalanıp duran durgun bir ırmağa benzer.
Yine de özlemi fazla olanın, az olana 'Neden bu kadar yavaşsın, neden duraklıyorsun? ' demesine izin vermeyin.
Çünkü gerçekten iyi olan, ne çıplak birine, `Neden elbisen yok? ' diye sorar, ne de evsiz olana 'Evine ne oldu? ' der.'
ZAMAN
Ve bir gök gözlemcisi, "Peki, Zaman için ne dersiniz?" diye sordu. Cevaben şunları söyledi, Tanrı-Elçisi: "Ölçüsüz ve ölçülemeyen zamanı ölçebileceksiniz. Davranışlarınızı ayarlayacak, ve hatta ruhunuzun rotasını, saatlere ve mevsimlere göre yönlendirebileceksiniz. Zamanı, kıyısında oturup, akışını izleyeceğiniz bir nehir haline döndüreceksiniz. İçinizde zamana bağlı olmadan varolan öz, yaşamın zamandan bağımsızlığının zaten farkındadır;
Ve bilir ki, dün bugünün anısı, yarın ise bugünün rüyasıdır.
Ve yine bilir ki, içinizde şarkı söyleyen veya düşünen özünüz, hala yıldızları uzaya dağıtan o ilk an'ın içinde devinmektedir.
Aranızda, özündeki sevme gücünün sınırsızlığını hissetmeyen var mıdır acaba? Yine de bu hudutsuzluğuyla aynı sevginin, bir sevgi düşüncesinden diğerine, bir sevgi davranışından bir başkasına, kendi varlığının tam orta yerinde sımsıkı ve hareket etmeden durduğunu kim hissetmez? Ve zaman da, tıpkı sevgi gibi bölünemez ve ölçülemez değil midir? Yine de eğer düşüncenizde zamanı mevsimlerle ölçmek isterseniz, her mevsimin diğerlerini içermesine izin verin. Ve bırakın bugününüz, geçmişi anılarla, geleceği ise özlemle kucaklasın."
GÜZEL
Sonra bir şair söz aldı, ve bize Güzel'den söz et, dedi. Ve El Mustafa yanıtladı: Güzel'in kendisi yolunuza çıkmaz ve kılavuzunuz olmazsa güzeli nerede ve nasıl ararsınız? Sözlerinizi dokuyan o olmadıktan sonra, onun hakkında nasıl konuşabilirsiniz ki?
Üzüntülü ve incinmiş olan, "Güzel, merhametli ve koruyucudur. Kendi görkeminden yüzü hafifçe kızarmış genç bir anne gibi aramızda gezinir." der.
İhtiraslı olan da "Güzellik, kudret ve korku veren bir şeydir. Fırtına gibi altımızdaki yeryüzünü ve üstümüzdeki gökyüzünü sarsar." der. Yorgun ve bezgin ise, "Güzel, yumuşak bir fısıltıdır. Ruhumuz içinden konuşur, gölgeden korkarak titreyen cılız bir ışık gibi sesi, kendi sessizliklerimize karışır." der. Ama huzursuz biri ise, "Dağların arasından seslendiğini duyduk. Ve onun çığlıklarıyla birlikte toynak uğultuları, kanat çırpmaları ve arslan kükremeleri sardı ortalığı," der. Gece indiğinde kentin gözcüsü, "Tan ağarınca, güzel doğu'dan görünecek," der. Gün öğleye erdiğinde çalışanlar ve sokakları dolduranlar, "Güzel'i gördük, gurubun pencerelerine yaslanmış yeryüzüne bakıyordu." derler. Kışın, kar içinde yaşayanlar, "mevsim bahara ersin, Güzel, tepelerden aşıp gelecek," derler. Ve yazın sıcağında ekin biçenlerin, "Güzel'i gördük, güz yapraklarıyla dans ediyordu ve saçlarında bir tutam kar vardı," dediklerini duyarsınız.
Güzel'e dair söylediğimiz bunca söz, Gerçekte güzel için değil, doyurulmamış eksiklikler içindir. Oysa güzel, bir gereksinim değil, bir doygunluğun kıvancıdır. Ne susuz kalmış bir ağız, ne de açılmış boş bir eldir.
Bir yürektir tutuşmuş, bir can'dır büyülenmiş. Ne göze görünür bir tasarım, ne de kulaklarınızın duyacağı bir türküdür. Ne ağacın soyulan kabuğunun altından akan öz suyu, ne de bir pençeye takılmış kanattır. Sonsuza değin çiçekli kalacak bir bahçe, sonsuza değin gezinecek bir melekler birliğidir.
Ey Orphalese halkı, Güzel hayatın kendi kutsanmış çehresini örten peçeyi kaldırmasıyla görülen hayattır. Oysa hayat da, peçe de sizsiniz. Güzel, bir aynadan kendini seyreden sonsuzluktur. Oysa, sonsuzluk da, ayna da sizsiniz;
En uzun ömür ile en kısa ömür arasında pek bir fark olmadığını, sizi çevreleyen sonsuzluğu düşündüğünüzde anlayacaksınız.
* GEMİDE
Seçilmiş ve sevgili El Mustafa kendisi için özel günün öğle vakti, hatırlama ayı olan Teşrin'de, doğduğu adaya geri dönüyordu.
Ve gemisi limana yaklaşırken geminin baş tarafında durdu, denizcileri de etrafındaydı. Yüreğinde bir “eve dönen" vardı. Ve konuştu, sesinde deniz vardı, dedi ki: "işte doğduğum ada. Burada bile yeryüzü bizi gökyüzüne çıkaran bir şarkı ve yeryüzüne indiren bir bilmece; yer ve gök arasında bu şarkımızı getirip götüren, bilmecemizi çözen tutkumuzdan başka nedir ki?
"Deniz bir kez daha bizi kıyılara veriyor. Bizler onun dalgalarından bir diğeriyiz. Bizi oraya sesini duyurmak için götürüyor, ama biz nasıl duyuracağız sesimizi kalbimizin kaya ve kumlar üzerindeki dengesini bozmadan?
"Denizin ve denizcilerin kanunu şudur ki: Özgür olmak istiyorsan sise dönüşmelisin. Nasıl ki sayısız nebula güneşe ve aya dönüşecekse, biçimsiz olan da sonsuza dek biçim arayacaktır ve biz -sertleşmiş kalıplar- birçok şeyi arayıp bu adaya geri döndüysek bir kez daha sis olup başlangıcı öğrenmeliyiz. Tutkusu ve özgürlüğü mahvolandan başka yaşayan ve yükseklere çıkan ne var orada?
"Sonsuza dek şarkılar söyleyip sesimizi duyurduğumuz kıyıların arayışında olacağız. Ama ya kimsenin duymadığı kırılan dalga? O, derin üzüntümüzü besleyen içimizdeki duyulmayandır. Hatta aynı zamanda ruhumuzu biçim vermek için oyup, kaderimizi şekillendiren de o duyulmayandır."
Sonra denizcilerden biri öne çıktı ve dedi ki: "Efendim, siz bize bu limana gelmemizde kaptanlık ettiniz ve bakın geldik. Ancak siz üzüntülerden ve kırılan kalplerden söz ediyorsunuz hala."
Ve o yanıtladı: "Özgürlükten ve daha büyük özgürlüğümüz olan sisten bahsetmedim mi size? Doğduğum adaya hac ziyaretine geliyorum acı içinde, tıpkı katledilen birinin ruhunun katledenin önünde eğildiği gibi."
Ve diğer denizci konuştu: "Bakın, rıhtımda onlarca insan. Geleceğiniz günü hatta saati sessizlikleri içinde gaipten haber almışlar ve tarlalarından, bahçelerinden sevgi ihtiyacı içinde sizi beklemek için toplanmışlar."
El Mustafa uzağa, kalabalığa baktı, kalbi onların özleminin farkındaydı ve sessizleşti.
Ve insanlardan bir bağırış geldi, bu bir hatırlama ve yakarma çığlığıydı.
Ve o denizcilerine bakıp dedi ki: “Ve ben onlara ne getirdim? Ben uzaklarda bir avcıydım. Bana verdikleri altın okları hedef alarak ve güçle bitirdim. Ama avımı yere indiremedim. Okları takip edemedim. Belki şimdi güneşte, yere düşmeyen yaralı kartalların tüylerinin uçlarına takılmış yayılıyorlardır. Ve belki de ok başları ekmek ve şarap için onlara ihtiyacı olanların ellerine düşmüşlerdir.
Nereye uçtuklarını bilmiyorum ama bildiğim şu ki: onlar gökte kavis çizdiler.
"Böyle de olsa sevginin eli hâlâ üzerimde ve siz denizcilerim hâlâ benim görüşümde gidiyorsunuz ve ben dilsiz değilim. Mevsimlerin eli boğazıma yapıştığında haykırırım ve
dudaklarım alevlerle yandığında sözlerimi ezgiyle söylerim.
O bunları söylediği için denizcilerin yüreği burkulmuştu. İçlerinden biri dedi ki: "Efendim, bize her şeyi öğretin, kanınız damarlarımızda aktığından ve soluğumuz rayihanız olduğundan biz anlarız."
Sonra onlara yanıt verdi ve sesinde rüzgâr vardı: "Beni doğduğum adaya öğretmen olmam için mi getirdiniz? Henüz bilgeliğin kafesine girmedim. Kendimden başka bir şeyden söz etmek için, ki bu da derini sonsuza dek çağıran derinliktir, çok genç ve körpeyim henüz.
"İlme sahip olmak isteyen bırakın onu düğün çiçeklerinde ya da bir tutam kırmızı kilde arasın. Ben hâlâ şarkı söyleyenim. Hala toprağı söylerim, iki uyku arasındaki günü dolaşan kaybolmuş rüyalarınızı söylerim. Ancak denizi hayranlıkla seyrederim."
Ve gemi limana girdi, rıhtıma ulaştı ve o böylece doğduğu adaya geldi, bir kez daha kendi insanlarının arasında durdu. Ve bu insanların kalbinden, onun eve dönüş yalnızlığını içinde hissetmesi için, büyük bir haykırış yükseldi.
Sonra susup onun sözlerini beklediler, ancak yanıt gelmedi, çünkü üzerinde anılarının üzüntüsü vardı ve yüreğinde dedi ki:
"Şarkı söylerim mi dedim? Hayır, ağzımı açarım ki hayatın sesi çıksın ve rüzgâra zevk ve destek için ulaşsın."
Sonra Kerime, annesinin bahçesinde onunla oynayan kız çocuğu, konuştu ve dedi ki: "12 yıl yüzünüzü bizden sakladınız ve biz 12 yıldır sesinize aç ve susuz kaldık."
Ve o, kıza çoğalan bir sevecenlikle baktı, çünkü o kız annesini ölümün beyaz kanatları aldığında onun göz kapaklarını indiren kişiydi.
Ve onu yanıtladı: "12 yıl mı? 12 yıl mı dedin, Kerime? Özlemimi yıldızlı asa ile ölçmedim ne de onun derinliğini dile getirdim. Çünkü sevgi, vatan hasreti çektiğinde zaman ölçüsünü ve derinlik ölçüsünü yitilir.
"Çok uzun süren ayrılıkları taşıyan zamanlar vardır. Ancak ayrılmak aklın tükenmesinden başka bir şey değildir. Belki de biz hiç ayrılmadık."
Ve El Mustafa toplanan insanlara baktı ve hepsini gördü; genci, yaşlısı, güçlüsü, çelimsizi, rüzgâr ve güneşin dokunuşlarıyla pembeleşmiş olanları, solgun çehrelileri ve yüzlerinde özlem ve sorgulamanın ışığı.
Ve biri konuştu ve dedi ki: "Efendim, hayat umutlarımız ve özlemlerimizle amansızca başa çıktı. Kalplerimiz tedirgin ve anlamıyoruz. Dua ediyorum ki siz bizi rahatlatın ve bize üzüntülerimizin anlamlarını açıklasın."
El Mustafa'nın yüreği anlayışla kımıldadı ve dedi ki: "Hayat yaşayan her şeyden daha yaşlıdır; güzellik daha güzel biri doğmadan kanatlanmıştır ve hatta gerçek söylenmeden önce gerçektir.
"Hayat sessizliklerimizde şarkı söyler, uyuklarken rüya görür. Hatta biz yenik ve kendimizi düşük hissettiğimizde hayat tahta çıkmış ve yükselmiştir. Ve ağladığımızda, hayat güne gülümser ve biz zincirlerimizi sürüklerken o özgürdür.
"Çoğunlukla Hayat'a acımasız isimler veririz, ancak sadece kendimiz acılı ve karanlıkta olduğumuz zamandır bu. Ve biz onu boş ve faydasız addederiz, ama sadece ruhumuz viran yerlerde dolaşırken ve kalp kendini aşırı bilmekle sarhoşken. "Hayat, derin, yüksek ve uzaktadır ve sadece sizin geniş görüşünüz onun yalnızca ayaklarına uzanabilse de o aslında yakındır ve sadece soluğunuzun soluğu onun kalbine erişebilse de, onun yüzünden gölgenizin gölgesi geçebilir ve en derinden gelen çığlığınızın yankısı onun göğsünde ilkbahar ve sonbahar olur.
"Ve Hayat örtülü ve saklıdır tıpkı sizin yüksek benliğinizin örtülü ve saklı olduğu gibi. Ancak Hayat konuştuğunda tüm rüzgârlar sözcük olur ve tekrar konuştuğunda dudaklarınızdaki gülümsemeler ve gözlerinizdeki yaşlar da sözcüklere dönüşür. O şarkı söylediğinde sağırlar bile duyar ve alıkonulur ve yürüyerek geldiğinde göremeyenler bile onu seyreder ve hayrete düşerler, sonra onu hayret ve şaşkınlık içinde takip ederler."
Ve konuşmayı kesti, büyük bir sessizlik insanları sardı ve o sessizlikte duyulmayan bir şarkı vardı ve onlar yalnızlıklarında ve acılarında rahatlatıldılar.
Ve hemen onları terk edip Bahçesine giden yolu izledi; burası anne ve babasının bahçesiydi, orada onlar ve onların ataları uyumuşlardı.
Ve onu izleyenler vardı, bu bir eve dönüştü ve o yalnızdı çünkü onun insanlarının âdeti olan hoş geldin şölenini düzenleyecek hiçbir yakını kalmamıştı.
Ama gemisinin kaptanı onlara akıl verdi: "Bırakın kendi yoluna gitsin. Çünkü onun ekmeği yalnızlığın ekmeğidir ve çanağında yalnız içeceği hatırlamanın şarabı vardır."
Ve denizciler adımlarım durdurdu çünkü onlar da kaptanın dediğinin doğru olduğunu biliyorlardı. Ve rıhtımda toplanan herkes arzularının adımlarına gem vurdu.
Sadece Kerime bir süre onun peşinden gitti, onun yalnızlığına ve anılarına özlem duyarak. Ve konuşmadı, dönüp kendi evine gitti, bahçede badem ağacının altında ağladı ancak neye ağladığını bilmiyordu.
Ve El Mustafa geldi, anne ve babasının Bahçe'sini buldu, bahçeye girdi ve kimse gelemesin diye ardından kapıyı kapattı.
Ve kırk gün kırk gece o evde ve bahçede yaşadı, kapıya bile kimse gelmedi çünkü kapı kapalıydı ve herkes onun yalnız kalmak istediğini biliyordu.
Ve kırk gün kırk gecenin sonunda El Mustafa gelebilsinler diye kapıyı açtı.
Ve Bahçe'de onunla olmak için dokuz kişi geldi; çocukken birlikte oyun oynadığı arkadaşları olan üç denizci. Ve bunlar onun havarileriydiler.
Ve bir sabah havarileri onun etrafına oturdular ve onun gözlerinde uzaklar ve hatıralar vardı. Ve Hafız ismindeki havari dedi ki: “Efendim, bize Orphalese kentini ve o 12 yıl kaldığınız toprakları anlatın"
Ve El Mustafa sessizleşti, uzaklara tepelere doğru ve geniş göklere baktı ve sessizliğinde kavga vardı.
Sonra dedi ki: "Arkadaşlarım, yoldaşlarım, inançlarla dolu ama dini olmayan bir millete acıyın."
"Dokumadığı giysiyi giyen, hasadını yapmadığı ekmeği yiyen, kendi cenderesinden geçirmediği üzümün şarabını içen millete acıyın."
"Zorbayı kahraman diye kabul eden, şaşaalı fatihi cömert farz eden millete acıyın."
"Rüyasındaki bir tutkuyu aşağılayan, uyanırken ona teslim olan millete acıyın."
"Yalnızca bir cenaze töreninde yürürken sesini çıkartmayan, yalnızca boynu taşla kılıç arasında kaldığında övünmeyken bir millete acıyın."
"Devlet adamı tilki olan, felsefecisi hokkabaz olan ve sanatı ekleme ve taklitten oluşan millete acıyın."
"Yeni hükümdarını boru sesleriyle karşılayıp ve bir başka hükümdarı yine boru sesleriyle karşılamak için onu yuhalayarak gönderen millete acıyın"
"Bilgeleri yıllar içinde sağır ve dilsiz olmuş ve güçlü kişileri hâlâ beşikte olan bir millete acıyın"
"Parçalara bölünmüş ve her parçanın kendini millet sandığı bir millete acıyın"
Ve biri dedi ki: "Bize şu an kendi yüreğinizde kıpırdanan şeyden bahsedin."
Ve o konuşan kişiye dönüp baktı, sesi tıpkı şarkı söyleyen bir yıldızı andırıyordu ve dedi ki:
"Uyanıkken kurduğunuz düşlerde susmuş ve derin benliğinizi dinlerken, düşünceleriniz kar taneleri gibi düşer, çırpınır ve boşluklarınızın tüm seslerini beyaz bir sessizlik bozar."
"Ve bu düşler yüreğinizde gökyüzü ağacı gibi tomurcuklanıp çiçek açan bulutlar değil de nedir?
"Ve düşünceler yüreğinizin rüzgârlarının tepelere ve çayırlara uçurduğu çiçek yaprakları değil de nedir?
"Ve hatta siz içinizdeki biçimsiz biçimlenene kadar huzuru beklerken, Kutlu Parmaklar gri arzusunu kristal güneş, ay ve yıldızlara dönüştürene kadar bulutlar toplanacak ve sürüklenecektir.
Sonra yarı şüpheci Sarkis konuştu ve dedi ki: "Ama ilkbahar gelecek ve düşlerimizin ve düşüncelerimizin karları eritip, yok olacak."
Ve o cevap verdi: "ilkbahar pinekleyen ağaçlıklar ve üzüm bağlarının arasında aziz sevgilisini aramaya geldiğinde karlar gerçekten de eriyecek ve su olup vadideki ırmağa kavuşmak için, mersin ağaçlarına ve defne ağaçlarına saki olmak için akacak.
"Aynı şekilde sizin ilkbaharınız geldiğinde de yüreğinizin karları eriyecek ve böylece sırlarınız su olup vadideki hayat ırmağına kavuşmak için akacak. Ve ırmak sırlarınızı sarmalayıp, onu büyük okyanusa taşıyacak.
"Bahar geldiğinde her şey eriyip şarkılara dönüşecek. Yıldızlar, büyük çayırlara yavaşça düşen koca kar taneleri bile eriyecek ve şarkı söyleyen akıntılara dönüşecek. O'nun yüzünün güneşi geniş ufuklara doğduğunda hangi donmuş ahenk akan bir melodiye dönüşmez ki? Aranızdan kim mersin ağacına ve defne ağacına saki olmak istemez ki?
"Daha dün kıpırdayan denizle kıpırdıyordunuz, kıyısız ve benliksizdiniz. Sonra rüzgâr, yaşam soluğunuz sizi yüzünde bir ışık örtüsüyle dokudu; sonra eli sizi toplayıp şekil verdi ve dik başınızla siz yüksekleri aradınız. Ama deniz peşinizden geldi ve şarkısı hâlâ sizinle. Siz soyunuzu unutsanız da o sonsuza dek anneliğini sürdürecek ve sizi kendine çağıracak.
"Dağların ve çölün arasında dolaşırken onun serin yüreğinin derinliğini hep hatırlayacaksınız. Çoğunlukla neye özlem duyduğunuzu bilmeyeceksiniz ama onun geniş ve ritmik huzuruna özlem duyacaksınız.
"Başka nasıl olabilir ki? Ağaçlık ve çardaklarda yağmur tepelerde yapraklarda dans ettiğinde, bir sözleşme ve nimet olan kar düştüğünde; vadide sürülerinizi ırmağa götürdüğünüzde; çayırlarınızda dereler gümüş akıntılar gibi yeşil giysiyle buluştuğunda; bahçelerinizde erken çiy taneleri gökleri aksettirdiğinde; ovalarınızda akşam sisi yolunuzu yan örttüğünde; bütün bunlarda deniz sizinledir, mirasınızın şahidi, sevginizin talibidir.
"Denize akan içinizdeki kar tanesidir."
Ve bir sabah Bahçede yürürlerken kapıda bir kadın belirdi ve bu El Mustafa'nın çocukluğunda kardeşi gibi sevdiği Kerime'ydi. Ve Kerime orada hiçbir şey demeden, kapıyı çalmadan durdu, sadece Bahçe'ye özlem ve hüzünle bakıyordu.
Ve El Mustafa, onun göz kapaklarındaki tutkuyu gördü, hızlı adımlarla duvara ve kapıya geldi, ona kapıyı açtı ve onu içeriye buyur etti.
Kerime dedi ki: "Neden kendini hepimizden geri çektin, bizi çehrenin ışığından mahrum yaşamak zorunda bıraktın? Bu kadar yıl seni sevdik ve sağ salim dönüşünü arzuyla bekledik. Ve şimdi insanlar senin için ağlıyor ve seninle konuşmak istiyor ve ben elçi olarak sana yalvarmaya geldim, kendini bu insanlara göster, bilgini onlarla paylaş, kırık kalplerimizi rahatlat ve budalalığımızı eğit diye."
El Mustafa cevap verdi: "Tüm insanları bilge kabul etmiyorsan bana bilge deme. Ben hâlâ dalında asılı duran taze bir meyveyim ve daha sadece dün bir çiçektim.
"Ve kimseye budala deme çünkü gerçekte biz ne akıllıyız, ne de budala. Biz hayat ağacında yeşil yapraklarız ve hayat aklın ötesinde ve tabii ki budalalığın da ötesinde.
"Hakikaten kendimi sizlerden soyutladım mı? Bilmiyor musun ki ruhun düşlerde kapladığı yer dışında mesafe yoktur? Ve ruh o mesafeyi kapladığında, o ruhta bir ritim haline gelir.
Seninle, arkadaşlık etmediğin yakındaki komşunun arasındaki uzaklık, seninle yedi kara yedi deniz ötede yaşayan sevgilinin arasındaki uzaklıktan daha fazladır.
"Hatırlamada mesafeler yoktur; sadece farkında olmadan ne sesinin ne de gözlerinin daraltacağı bir uçurum vardır.
"Okyanusların kıyılarının ve yüksek dağların zirvelerinin arasında, toprağın çocuklarıyla bir olmadan önce gitmeniz gereken gizli bir yol vardır.
"Ve anlayışınızla bilginiz arasında da insanla yani kendinizle bir olmadan önce keşfetmeniz gereken gizli bir patika vardır.
"Veren sağ elinizle alan sol eliniz arasında büyük bir boşluk vardır. Ancak her ikisini de veren ve alan olarak farz ederseniz bu boşluk kapanır, çünkü boşluğun ancak alacak ya da verecek bir şeyiniz olmadığını bildiğiniz zaman üstesinden gelebilirsiniz.
"Gerçekte en büyük boşluk uyku halinizle uyanık olmanız arasındadır ve davranışınızla arzularınızın arasındadır.
"Ve gitmeniz gereken bir yol daha var Hayatla bir olmadan önce gideceğiniz, ama yolculuktan yorulmuşsunuz o yüzden şimdi o yoldan söz etmeyeceğim."
Sonra kadınla birlikte ilerledi, o ve diğer dokuz kişi, pazar yerine bile gittiler ve El Mustafa insanlarla, arkadaşlarıyla ve komşularıyla konuştu, yüreklerinde ve göz kapaklarında sevinç vardı.
Ve dedi ki: "Uykunuzda büyüyorsunuz ve hayatınızı tam manasıyla düşlerinizde yaşıyorsunuz. Çünkü günlerinizin tümü gecenin sakinliğinde elde ettiklerinize şükran duymakla geçiyor.
"Çoğunlukla geceyi dinlenme zamanı olarak düşünüp konuşuyorsunuz ancak gerçekte gece arama ve bulma zamanıdır.
"Gün size bilgi gücünü verir parmaklarınıza alma hünerini öğretir; ancak gece sizi Hayat'ın hazine evine götürür.
"Güneş büyüyen her şeye ışığa olan özlemi öğretir. Ama gece onları yıldızlara çıkarır.
"Aslında ormandaki ağaçlara ve bahçedeki çiçeklere duvak dokuyan gecenin sessizliğidir ve sonra zengin bir ziyafet verip gerdeği hazırlayan ve o kutsal sessizlikte yarın Zamanın rahminde gebe kalır.
"Sizin için de böyledir, arayışta et ve memnuniyet bulursunuz. Ve şafak vakti uyanışınız hafızanızı silse de, düşlerinizin sofrası sonsuza dek kuruludur ve gerdek beklemektedir."
Bir an o ve diğerleri sessiz kaldı ama yine onun konuşmasını bekliyorlardı. Sonra tekrar konuştu ve dedi ki:
"Bedenlerde hareket etseniz de sizler birer ruhsunuz ve karanlıkta yanan gaz yağı gibi lambalarda saklı olduğunuz halde birer alevsiniz.
"Bedenleriniz dışında bir hiç olsaydınız, benim sizin önünüzde durup sizinle konuşmam ölülerin ölülere seslenişi gibi bir hiç olurdu. Ama öyle değil. İçinizde ölümsüz olan her şey gündüzleri ve geceleri özgürdür ve ne engellenebilir ne de barındırılabilir, çünkü bu En Yüce'nin isteğidir. Ne yakalanabilen ne de kafeslenebilen rüzgâr gibi siz O'nun soluğusunuz. Ve ben de O'nun soluğunun soluğuyum."
Ve aralarından hızla yürüyerek geçip tekrar Bahçe'sine girdi. Ve yarı şüpheci Sarkis konuştu ve dedi ki: "Ya çirkinlik? Çirkinlikten hiç bahsetmediniz."
Ve El Mustafa yanıtladı, sözlerinde bir kamçı vardı ve dedi ki: "Arkadaşım, kim kapının önünden geçip kapını çalmadan sana konuk sevmez diyebilir?
Ve kim sana sağır ve düşüncesiz diyebilir eğer senin anlamadığın garip bir dilde konuşuyorsa?
Sizin, çirkinlik diye addettiğiniz ulaşmak için hiç çaba harcamadığınız, kalbine girmeyi hiç arzu etmediğiniz değil midir?
Çirkinlik bir dirhem de olsa bir şeyse, gözlerimizdeki kantardan ya da kulaklarımızı dolduran balmumundan başka nedir ki?
Hiçbir şeye çirkin demeyin, arkadaşım, kendi anılarının varlığında bir ruhun korkusu dışında."
Ve gündüz beyaz kavakların gölgesinde otururken biri dedi ki: "Efendim ben zamandan korkuyorum. Üzerimizden geçiyor, gençliğimizi çalıyor ve bize karşılığında ne veriyor?"
Ve o cevap verdi: "Bir avuç torak alın elinize. İçinde bir tohum ya da belki de bir solucan buluyor musunuz? Eğer eliniz geniş ve yeterince tahammüllü ise tohum orman olabilir solucan da bir melek sürüsü. Ve unutmayın ki tohumları ormana dönüştüren ve solucanları meleklere dönüştüren yıllar Şimdi'ye aittir, tüm yıllar, Şimdiye aittir.
Ve geçen yıllar değişen düşüncelerinizden başka nedir ki? İlkbahar sinenizde bir uyanıştır, yaz verimliliğinizin bilinmesidir. Sonbahar benliğinizdeki çocuğa ninni söyleyen eski çağ değil midir? Ve kış, size soranın diğer mevsimlerin düşleriyle uyunan büyük bir uykudan başka nedir?
Ve meraklı havari Mannus etrafına baktı ve çınar ağacına bağımlı çiçek açmış bitkiler gördü. Ve dedi ki: "Asalaklara bakın, Efendim. Onlara ne diyeceksiniz? Onlar güneşin kararlı çocuklarından yorgun göz kapakları ile ışığı çalan ve onların dallarında ve yapraklarında akan özsuyundan yararlananlardır.
Ve o yanıtladı: "Arkadaşım, hepimiz asalaklarız. Bizler çimenliğe hayat vermek için çalışanlar hayatı, çimenliğin ne olduğunu bilmeden, doğrudan çimenlikten alanlardan üstün değiliz.
Bir anne çocuğuna şöyle diyebilir mi: "Seni ulu annen olan ormana geri veriyorum çünkü sen benim yüreğimi ve ellerimi yoruyorsun.
Ya da bir şarkıcı kendi şarkısına kızıp şöyle diyebilir mi:
Şimdi yankıların mağarasına, geldiğin yere geri dön, çünkü sesin nefesimi tüketiyor.
Ya da çoban bir günlük hayvanına: "Seni götürecek otlağım yok o yüzden kesilmelisin ve bu sebeple kurban edilmelisin" diyebilir mi?
Hayır arkadaşım, bütün bunlar sorulmadan cevaplanmıştır ve düşleriniz gibi siz uyumadan önce gerçekleşmiştir.
Yasaya göre birbirimizin sırtında yaşıyoruz. Bırakın böyle sevecenlikle yaşayalım. Yalnızlığımızda birbirimizi arıyoruz, yanıbaşına oturacak ocağımız olmadığında yollarda yürüyoruz.
Arkadaşlarım, kardeşlerim, daha geniş yol hemcinslerinizdir.
Bu ağacın üzerinde yaşayan bitkiler gecenin sessizliğinde topraktan sütü çeker ve toprak sakin düşlerinde güneşin göğsünü emer.
Ve güneş, siz, ben ve var olan her şey gibi, kapısı açık ve sofrası hep kurulu olan Prensin davetinde eşdeğer bir onur ile oturur.
Mannus, arkadaşım, var olan her şey var olan her şeyin sırtında yaşar ve olan her şey inanç içinde ve kıyışız bir şekilde o En Yüce'nin bereketi üzerinde yaşıyor.
Ve bir sabah şafak vakti gökyüzü daha solgunken, hep birlikte Bahçe'de yürüdüler ve Doğuya doğru bakıp, doğan güneşin varlığıyla sessizleştiler.
Ve bir süre sonra El Mustafa eliyle işaret etti ve dedi ki: "Bir çiy tanesinin üzerindeki güneş resmi güneşten daha az bir şey değildir. Hayatın ruhunuza yansıması da hayattan daha az bir şey değildir.
"Çiy tanesi ışığı yansıtır çünkü o da bir ışıktır, siz de hayatı yansıtırsınız çünkü siz de hayatsınız.
"Karanlık üzerinize çöktüğünde şöyle dersiniz: "Bu karanlık daha doğmamış şafaktır ve gecenin doğum sancısı, tam üzerimde olsa da şafak üzerime tepelere doğar gibi doğar.
"Zambakların akşam karanlığında damlasını oluşturan çiy sizin Tanrının yüreğinde ruhunuzu toplamanıza benzer.
"Bir çiy tanesi diyecektir ki: 'Ben bin yılda bir çiy tanesiyim.'
Ve siz cevap verirsiniz: 'Tüm yılların ışığının senin o yuvarlağında parladığını biliyor musun?'
Ve bir gece büyük bir fırtına çıktı ve El Mustafa ile havarileri, dokuz havari, içeri girdi ve ateşin etrafında sessizce oturdu.
Havarilerden biri dedi ki: "Ben yalnızım, Efendim. Ve saatlerin darbeleri göğsümde ağır bir şekilde duyuluyor."
Ve El Mustafa kalktı, aralarında durdu ve büyük bir rüzgâra seslenir gibi bir sesle dedi ki: "Yalnız! Ne olmuş yalnızsan? Yalnız geldiniz ve sise yalnız geçeceksiniz.
"O halde kadehinizdekini yalnız ve sessizce için. Sonbahar günleri başka dudaklara başka kadehler verdi ve onları acı ve tatlı şarapla doldurdu tıpkı sizin kadehlerinizi doldurduğu gibi. Kadehlerinizdekini, tadı sizin kanınız ve gözyaşlarınız olsa da yalnız başınıza için ve hayata size hediye ettiği susuzluk için teşekkür edin. Çünkü susuzluk olmasa yüreğiniz çıplak bir denizin kıyısı olur, gel git olmadan şarkısız.
"Kadehinizdekini yalnız başınıza ve neşeyle için.
"Başınızın üzerine kaldırın ve yalnız başına içenlerin şerefine için.
"Bir kez ben yanıma arkadaşlar aradım ve onlarla ziyafet sofralarında oturdum ve onlarla doyasıya içtim; ama onların şarabı benim başımın üzerine çıkmadı ne de sineme aktı. Sadece ayaklarıma indi. Aklım kumdu, kalbim kilitlenip, mühürlendi. Sadece ayaklarım onlarla onların sisi içindeydi.
"Ve bir daha arkadaş aramadım, ne de onların sofralarında onlarla içtim.
Ve bir gün, Yunanlı Phardus Bahçede yürürken ayağını bir taşa çarptı ve sinirlendi. Döndü, taşı eline aldı ve alçak sesle: "yoluma çıkan cansız şey!" deyip taşı uzağa fırlattı.
Seçilmiş ve sevgili El Mustafa dedi ki: "Niye 'cansız şey diyorsun? Bu bahçede bu kadar zaman kaldın ve burada cansız hiçbir şeyin olmadığını bilmiyor muydun?
"Her şey günün bilgisi ve gecenin görkemi dahilinde yaşar ve parlar. Sen ve taş birsiniz. Sadece kalp atışlarınız farklı. Senin kalbin biraz daha hızlı atıyor, değil mi arkadaşım? Evet, ama çok da sakin değil.
"Ritmi başka bir ritim olabilir, eğer ruhunun derinliklerim dinleyip, boşluğun yüksekliğini ölçsen sadece bir melodi duyarsın ve o melodide taş ve yıldız birlikte şarkı söyler, biri diğeriyle tam bir uyum içindedir.
"Eğer sözlerimi anlamıyorsan, bir sonraki şafağı bekle. Eğer bu taşa kendi körlüğün yüzünden çarptığın için lanet ettiysen, başın yıldıza gökte rastladı diye ona da mı lanet edeceksin? Ama taşları ve yıldızları bir çocuğun vadi zambaklarını topladığı gibi toplayacağın gün gelecek ve o zaman anlayacaksın ki her şey canlıdır ve güzel kokar.
Haftanın ilk gününde mabedin çanları kulaklarda duyulduğunda biri dedi ki: "Efendim, burada Tanrı ile ilgili çok konuşma duyuyoruz, siz onunla ilgili ne diyeceksiniz, gerçekte kimdir Tanrı?"
Ve o onların önünde genç bir ağaç gibi rüzgâr ya da fırtınadan korkmadan durup dedi ki: "Şimdi düşünün sevgili arkadaşlarım bir kalp düşünün ki hepinizin kalplerini içinde barındıran, bir sevgi düşünün hepinizin sevgisini sarmalayan, bir ruh düşünün tüm ruhlarınızı saran, bir ses düşünün hepinizin sesini kaplayan, tüm sessizliklerinizden daha sessiz ve zamansız.
"Tüm benliğinizle algılamaya çalışın, tüm güzelliklerden daha görkemli bir güzellik, deniz ve ormanın tüm şarkılarından daha büyük bir şarkı, bir majeste, elinde, içindeki yedi yıldızın çiy tanelerinin parıltısından başka bir şey olmayan asasıyla bir tahta oturmuş, ki onun için Orion sadece bir ayak taburesi olur.
"Şimdiye kadar hep yiyecek, barınak, giysi ve gereç aradınız; şimdi ne oklarınızın hedefi olan ne de sizi doğa şartlarından koruyacak taş bir mağara olan O'nu arayın.
"Sözcüklerim size taş ya da bilmece gibi geliyorsa, yine de arayın, kalpleriniz kırılmış olabilir ya da sorgulamanız sizi insanların Tanrı dediği o en Yüce'nin sevgisi ve aklına ulaştırabilir.
Ve hepsi sessizleşti, yürekleri karmakarışık olmuştu; El Mustafa sevecenlikle duygulandı, fakat onlara şefkatle baktı ve dedi ki: "daha ziyade tanrılardan, komşularınızdan, kardeşlerinizden ve evinizdeki, tarlalarınızdaki doğa olaylarından konuşalım.
"Bulutlara zevkle yükselir ve onu yükseklik addedersiniz; uçsuz bucaksız denizi geçer ve onun uzaklık olduğunu iddia edersiniz. Ama ben size derim ki toprağa bir tohum ekseniz, daha büyük bir yüksekliğe erişirsiniz ve sabahın güzelliğinde bir komşunuza selam verseniz daha büyük bir denizi geçersiniz.
"Sık sık Tanrının, sonsuzluğun, şarkısını söylersiniz ama gerçekte şarkıyı duymazsınız. Bu acaba ötücü kuşları, rüzgârda dallarını terk eden yaprakları dinlediğiniz için olabilir mi, ama unutmayın ki bunlar yalnız dalları terk ettiklerinde şarkı söylerler.
"Sizden rica ediyorum her şeyiniz olan Tanrıdan bu kadar özgürce bahsetmeyin, onun yerine birbirinizden konuşup birbirinizi anlamaya çalışın, komşu komşuya.
"Çünkü anne kuş gökyüzüne uçarsa, yavru kuşu kim besleyecek? Ya da hangi anemon çiçeği başka bir anemon çiçeğinden gelen arı tarafından idareli kullanılmazsa tam anlamıyla açabilir?
"Sadece küçük benliklerinizde kaybolduğunuz zaman Tanrı dediğiniz gökyüzünü arıyorsunuz. Bu kendi ulu benliklerinize giden yolları bulmanız olabilir mi ya da daha az aylak olup yollan aşındırmanız olabilir mi!
"Denizcilerim ve arkadaşlarım anlayamadığımız Tanrıdan daha az söz etmek ve anlayabildiğimiz birbirimizden daha çok söz etmek akıllıca olur. Yine de bilmenizi isterim ki Bizler Tanrının soluğu ve kokusuyuz. Biz yaprakta, çiçekte ve çoğunlukla meyvedeki Tanrıyız.
Ve bir sabah havarilerden biri, çocukluğunda onunla oyun oynayan o üç taneden biri ona doğru gelip dedi ki: “Efendim, üstüm başım eskidi ve başka da yok. Beni bırakın pazara gidelim olur ya belki kendime üst baş tedarik ederim"
El Mustafa genç adama baktı ve dedi ki: " Bana giysini ver"
Adam onun dediği gibi yaptı ve öğlen vakti çıplak kaldı.
El Mustafa genç bir atın yolda koşarken çıkardığı ses gibi bir sesle dedi ki: "Sadece çıplaklar güneşte yaşar, beceriksizler rüzgârı sürer ve bin kez yolunu kaybetmiş yalnız kişinin eve dönüş yaşaması gerekir.
"Melekler akıllılardan bıktı. Daha dün bana bir melek dedi ki:
“Biz cehennemi parlayanlar için yarattık. Parlayan bir yüzeyi ateşten başka ne silebilir ya da bir şeyi özüne kadar ne eritebilir?" '
"Ve ben dedim ki: 'Ama siz cehennemi yaratırken onu yönetsin diye şeytanları yarattınız'. Melek cevap verdi: 'Hayır, cehennemi ateşe boyun eğmeyenler yönetiyor'.
"Akıllı melek! İnsanın ve yarı-insanın neler yaptığını biliyor. O, ermişlere zekiler tarafından ayartıldıklarında hizmet için gelmiş meleklerden biri. Ve şüphem yok ki ermişler güldüğünde güldü, ağladığında ağladı.
"Arkadaşlarım ve denizcilerim, sadece çıplaklar güneşte yaşar. Sadece dümensizler büyük denizde gider. Sadece geceyle karanlık olanlar, şafakla uyanır, sadece kökleri kar altında uyuyanlar bahara erişir.
"Sizler de hatta kökler gibisiniz, kökler gibi basitsiniz, ancak siz topraktan akıl almışsınız. Ve siz sessizsiniz ancak doğmamış dallarınızda dört rüzgârın korosu var.
"Siz kırılgan ve şekilsizsiniz, ancak siz dev çınarların ve söğütlerin gökyüzüne doğru başlangıçlarısınız.
"Bir kez daha söylüyorum, sizler çimenle, hareket eden göklerin arasında birer kökten başka bir şey değilsiniz. Ve ben çoğunlukla sizi ışıkla dans etmek için yükselirken gördüm ama aynı zamanda utandığınızı da gördüm. Tüm kökler utangaçtır. Yüreklerini o kadar uzun süre gizlemişlerdir ki yürekleriyle ne yapacaklarını bilmezler.
"Ama Mayıs gelecek, Mayıs huzursuz bir bakiredir ve tepelere ve ovalara annelik yapar."
Ve mabette hizmet edenlerden biri yalvararak dedi ki: "Öğretin bize, Efendim ki bizim sözlerim sizinkiler gibi insanlara şarkı ve iltifat olsun."
Ve El Mustafa dedi ki: "Sözlerinizin ötesine yükseleceksiniz, ama yolunuz aynı kalacak, bir ritim ve bir koku; âşıklar için bir ritim ve tüm sevgililer için bir ritim ve hayatlarını bahçede yaşayanlar için bir koku.
"Ama siz sözlerinizin ötesine, yıldız tozlarının düştüğü bir zirveye yükseleceksiniz ve ellerinizi dolana kadar açacaksınız; sonra beyaz yuvada bir yavru kuş gibi yatıp uyuyacaksınız ve beyaz menekşelerin baharı düşlediği gibi yarınınızı düşleyeceksiniz.
"Evet ve sözlerinizden daha derine ineceksiniz, akarsuların kaybolmuş kaynak başlarını arayacaksınız ve hatta şimdi duymadığınız derinliklerin uzak seslerinin yankılandığı gizli bir mağara olacaksınız.
"Sözlerinizden daha derine gideceksiniz, evet tüm seslerden daha derine, toprağın kalbine ve orada aynı zamanda Samanyolu'nda da yürüyen O'nunla yalnız kalacaksınız."
Ve bir aradan sonra havarilerden biri sordu: "Efendim bize olmaktan bahsedin, olmak nedir?"
Ve El Mustafa ona uzun uzun baktı ve onu sevdi. Ve ayağa kalkıp onlardan uzaklaştı ve geri dönüp dedi ki. "Bu Bahçede annemle babam yatıyor, yaşayan eller tarafından gömülmüş ve bu Bahçede geçen yılın tohumları gömülü duruyor, buraya rüzgârın kanatları tarafından getirilmiş. Binlerce kez annem ve babam buraya gömülecek, binlerce kez rüzgâr tohumları gömecek ve binlerce yıl sonra siz, ben ve bu çiçekler şimdiki gibi bu Bahçede bir araya geleceğiz ve hayatı seviyor olacağız, boşluğu düşlüyor ve güneşe doğru yükseliyor olacağız.
"Ama bugün olmak, akıllı olmaktır, ancak aptala da yabancı olmamaktır; güçlü olmaktır ama zayıfı telafi etmek değildir; küçük çocuklarla bir baba gibi değil, onların oyunlarını öğrenen arkadaş gibi oynamaktır.
"Yaşlı erkek ve kadınlara dürüst ve basit olmak, onlarla yaşlı çınar ağaçlarının gölgesinde oturmak, hâlâ ömrünüzün Baharında olsanız da;
"Yedi nehir ötede olsa da bir şairi aramak ve onun varlığında huzur duymak, bir şey istemeden, bir şeyden kuşku duymadan ve dudaklarınızda bir som olmadan;
"Babalan Bağışlayan Kralımız olan azizle günahkârın ikiz kardeş olduğunu bilmek, birinin diğerinden bir dakika önce doğduğunu bilmek, bu yüzden onu Taçlı Prens olarak saymak.
"Sizi uçurumun kenarına götürse de Güzelliği takip etmek; o kanatlı siz kanatsız olsanız da o uçurumun kenarının ötesine gitse de onu takip edin çünkü Güzelliğin olmadığı yerde hiçbir şey yoktur;
"Bahçesiz bir duvar olmaktır, bekçisiz bir bağ ve yoldan geçenlere sonsuza dek açık olan bir hazine evi olmaktır;
"Soyulmak, aldatılmak, kandırılmak, evet yanlış yönlendirilmek, tuzağa düşürülmek, alay konusu olmak ve tine de büyük benliğinizin yüksekliğinden aşağı bakıp gülümsemek, bahçenize yapraklarınızla dans etmeye ilkbaharın geleceğini bilmek ve üzümlerinizi olgunlaştıracak sonbaharın geleceğini bilmek; pencerelerinizden biri Doğuya açıksa, hiç boş olmayacağınızı bilmek; bütün o yanlış yapanların, hırsızların, hilebazların ihtiyaç sahibi kardeşleriniz olduğunu bilmek; bu şehrin üzerindeki Görünmez Şehrin kutlu yaşayanlarının gözünde olur ya sizin de bunların hepsi olduğunuzu bilmek.
"Ve şimdi elleriyle günlerimizin ve gecelerimizin rahatı için gerekenleri bulup, şekillendiren sizlere..
"Olmak gören parmaklarla dokumacı olmaktır, ışığı ve yeri önemseyen bir inşaatçı olmaktır; bir çiftçi olmak ve ektiğiniz her tohumla bir hazine sakladığınızı hissetmektir; bir balıkçı ve avcı olup balık ve avınız için üzüntü duymaktır, ancak insanlığın açlığı ve ihtiyacı için daha çok üzülmektir.
"Her şeyin üzerinde şunu derim: hepinizi ve tüm eşleri her insanın amacına hizmet için isterim çünkü ancak böyle kendi güzel amacınıza ulaşırsınız.
"Arkadaşlarım ve sevdiklerim, cesur olun ve ezilmeyin; engin olun, hapsolmayın ve benim ve sizin son saatinize kadar yüce benliğiniz olun."
Ve konuşmayı kesti, dokuz kişinin üzerine hüzün çöktü kalpleri ondan uzaklaştı çünkü sözlerini anlamamışlardı.
Ve üç denizci denize açılmak için istek duydu, mabette hizmet edenler tapınağın tesellisi için özlem duydu ve onun oyun arkadaşları pazara gitmek istedi. Hepsi onun sözlerine kulaklarını tıkamışlardı ki onların sesi onun üzerine yorgun ve evsiz kuşların sığınak arayışı gibi geri döndü.
Ve El Mustafa Bahçede onlardan uzaklaştı, ne bir şey söyledi ne de onlara baktı.
Ve onlar aralarında gitmeye duydukları arzu için akıl yürütüp özür dilemenin yolunu aradılar.
Ve döndüler, herkes kendi yerine gitti ki seçilmiş ve sevgili El Mustafa yalnız kaldı.
Gecenin karanlığı bastığında o adımlarını annesinin mezarına doğru attı ve mezarın üzerine doğru büyüyen sedir ağacının altına oturdu. Ve gökyüzüne büyük bir ışığın gölgesi düştü ve Bahçe toprağın göğsünde bir mücevher gibi parladı.
Ve El Mustafa ruhunun yalnızlığında haykırdı:
"Ruhum kendi olgun meyveleriyle ağır yüklü. Gelip onlardan alıp mutlu olacak kim var orada? Oruç tutmuş, kalbi içten ve cömert, orucunu gelip benim güneşe ilk mahsullerimle açacak ve benim kendi bereketimin yükünü hafifletecek kimse yok mu?
"Ruhum asırların şarabıyla taşıyor. Gelip içecek susamış biri yok mu?
"Bakın, biri vardı, kavşakta dikilen, ellerini öne doğru gelip geçenlere uzatmış ve elleri mücevherlerle dolu. Ve gelen geçene seslendi: 'Bana merhamet gösterin ve benden alın. Tanrı adına, ellerimden alın ve beni teselli edin.'
"Ama gelen geçen ona baktı ve onun ellerinden hiçbir şey almadı.
"Hediyelerle dolu bir eli uzatıp bir şey alacak kimseyi bulamamaktansa, elini almak için uzatan bir dilenci olmayı tercih ederdi-evet soğuktan titreyen bir el ve göğsüne götürdüğünde boş bir el.
"Bakın bir de merhametli prens vardı, ipek çadırlarını dağlarla çöl arasına kuran ve hizmetkârlarına ateş yakmalarını söyleyen, yabancılara ve gezginlere işaret olsun diye; esirlerini yolu gözlemeye gönderen belki bir misafir alır getirirler diye. Ama çölün yolları ve patikaları yol vermezdi ve onlar kimseleri bulamadılar.
"O prens hiçbir yere ve zamana ait olmayan yiyecek ve barınak arayan bir adam olmayı yeğlerdi. Gereçleri dışında ve toprak kabı dışında hiçbir şeyi olmayan bir gezgin olmayı yeğlerdi. Çünkü o zaman gece olduğunda kendisi gibi kişilerle karşılaşırdı, hiçbir yer ve zamana ait olmayan şairlerle karşılaşırdı ve sefilliklerini, anılarını ve hayallerini paylaşırlardı.
"Ve bakın büyük kralın kızı uykusundan uyandı, ipek giysilerini giydi, İncilerini ve yakutlarını taktı, saçına misk serpti, ellerini ambere batırdı. Sonra kulesinden aşağıya, gecenin şebneminin onun altın sandaletleriyle buluştuğu bahçesine indi.
"Gecenin sessizliğinde bir çiftçinin kızı, bir tarlada koyunlarını gözetleyen ve akşam vakti kıvrılan yolların tozları ayaklarında ve bağların kokuları elbiselerinin kıvrımlarında babasının evine dönüyordu.
Gece olduğunda ve gece meleği dünyanın üzerine indiğinde adımlarını gizlice nehir vadisine, sevgilisinin beklediği yere çevirirdi.
"Manastırda kalbi tütsüyle yanan bir rahibe mi olsaydı, kalbi rüzgâra yükselip ruhunu yoran, bir mum mu olsaydı, daha büyük ışığa doğru yükselen bir ışık için, tapınan, seven
ve sevilen herkesle birlikte.
"Yaşlanmış bir kadın mı olsaydı, güneşte oturup, gençliğini paylaşanları hatırlayan."
Gece derine ilerledi, El Mustafa geceyle karardı ve ruhu bir bulut gibi hafifti. Ve yine haykırdı:
"Kendi olgun meyveleriyle ağır yüklü ruhum;
Kendi meyveleriyle ağır yüklü ruhum.
Kim gelip, yiyip mutlu olacak?
Ruhum kendi şarabıyla taşıyor.
Kim döküp, içecek ve çöl sıcağında serinleyecek?
"Çiçeksiz ve meyvesiz bir ağaç mı olsaydım,
Çünkü bolluk bereketin acısı çoraklığın acısından daha kötüdür.
Kimsenin ondan bir şey almadığı zenginin üzüntüsü
Kimsenin bir şey vermediği dilencinin üzüntüsünden daha büyüktür.
"Kurumuş, kavrulmuş bir kuyu mu olsaydım, insanların içime taş attığı.
Buna dayanması insanların yanından geçip içmediği akan suyun kaynağı olmaktan daha iyi ve kolay olurdu.
"Ayaklar altında çiğnenen saz mı olaydım,
Bu gümüş telli bir lir olmaktan daha mı iyi olurdu bu Sahibinin parmaklarının olmadığı Çocuklarının da sağır olduğu bir evde."
Yedi gün ve yedi gece geçmişti ve hiç kimse Bahçenin yakınına uğramamıştı. O acıları ve anılarıyla baş başaydı; hatta onun sözlerini sevgi ve sabırla dinleyenler bile diğer günleri kovalamak üzere dönüp gitmişlerdi.
Yalnız Kerime geldi, sessizlik yüzünde bir perde gibiydi; elinde tabak ve bardak, onun yalnızlığı ve açlığı için içecek ve et vardı. Elindekileri onun önüne koydu ve yürüyüp gitti.
Ve El Mustafa kapının iç tarafındaki akkavakların yanına geldi ve yola bakarak oturdu. Ve bir süre sonra yolun üzerinde bir toz bulutunun kendisine doğru geldiğini fark etti. Ve o bulutun içinden dokuz havari ve önlerinde onlara mihmandarlık eden Kerime çıktı.
Ve El Mustafa ilerledi, onları yolda karşıladı, onlar içeriye girdiler, hepsi sanki bir saat önce gitmiş gibi iyiydiler.
Onun sade sofrasında onunla birlikte yemek yediler, sonra Kerime sofraya ekmek ve balık koydu ve şarabın sonunu onların bardaklarına doldurdu. Ve şarabı koyarken efendisine yalvardı: "Bırakın beni şehre gidip şarap alıyım ve içkilerinizi tazeleyeyim bu bitti çünkü"
Ve o Kerime'ye baktı, gözlerinde yolculuk ve uzak diyarlar vardı ve dedi ki: "Hayır, bu saatte bu yeterli"
Ve yediler, içtiler, mutlu oldular. Bitirdiklerinde, El Mustafa büyük, derin ve ayın altındaki med cezir gibi dolu bir sesle konuştu ve dedi ki: "Arkadaşlarım ve yoldaşlarım, bugün ayrılmalıyız. Uzun zamandır en dik dağları tırmandık ve fırtınalarla boğuştuk. Açlığı tattık, düğün sofralarında oturduk. Çoğunlukla çıplaktık ama kral giysileri de giydik. Gerçekten çok uzun yollar gittik ama şimdi ayrılıyoruz. Siz birlikte yolunuza gitmelisiniz, ben de tek başıma kendi yoluma.
"Denizler ve geniş topraklar bizi atarsa da Kutsal Dağ'a olan yolculuğumuzda hâlâ arkadaş olacağız.
"Ancak kendi yollarımıza gitmeden önce size yüreğimin başaklarını vereceğim:
"Kendi yolunuza şarkı söyleyerek gidin, ama her şarkı kısa olsun çünkü dudaklarınızda erken sona eren şarkılar, yüreklerde yaşar.
"Güzel bir gerçeği az sözcükle ifade edin, ama kötü bir gerçeği asla telaffuz etmeyin. Güneşte saçları parlayan genç kıza sabahın kızı olduğunu söyleyin. Ama eğer bir görmeyken ile karşılaşırsanız ona geceyle aynı olduğunu söylemeyin.
"Flüt çalan birini sanki Nisan ayanı dinler gibi dinleyin, ama eleştiren birini ya da hata arayan birini konuşurken duyarsanız, kemikleriniz kadar sağır olun ve hayalleriniz kadar uzak olun.
"Sevgili arkadaşlarım, yolunuza çizmeli adamlar çıkabilir; kanatlarınızı onlara verin. Ve boynuzlu adamlar; onlara defne çelenkleri verin. Ve pençeli adamlar; onlara tırnak olsun diye çiçek yaprakları verin. Ve sivri dilli adamlar; onlara baldan sözler verin.
"Evet, bunlarla ve daha fazlasıyla karşılaşabilirsiniz; koltuk değnekleri satan sakatlarla karşılaşabilirsiniz ve ayna satan göremeyenlerle. Ve Tapınağın kapısında dilenen zengin adamlarla.
"Sakatlara çevikliğinizi, göremeyenlere görüşünüzü ve zengin dilencilere de kendinizden verin. Onlar en çok ihtiyacı olanlardır çünkü mal varlıkları olsa da elini sadaka için ancak gerçekten fakir olanlar uzatır.
Arkadaşlarım ve dostlarım, sizleri sevgimizle çölde birbirini kesen aslanların ve tavşanların, kurtlarla kuzuların yürüdüğü sayısız yolla görevlendiriyorum.
"Ve benden şunu hatırlayın: Size vermeyi değil almayı öğretiyorum; feragati değil, başarmayı öğretiyorum; baş eğmeyi değil, dudaklarınızda bile gülümseme ile anlamayı öğretiyorum.
"Size sessizliği değil, yüksek sesli olmayan bir ezgiyi öğretiyorum.
"Size içinde tüm insanları barındıran üstün benliğinizi öğretiyorum."
Ve sofradan kalkıp doğruca Bahçe'ye gitti ve gün solarken sedir ağaçlarının gölgesinde yürüdü. Ve onlar onu biraz geriden izlediler çünkü yürekleri ağırlaşmıştı, dilleri ağızlarının tavanına yapışmıştı.
Sadece Kerime elindekileri bıraktıktan sonra ona doğru yaklaştı ve dedi ki: "Efendim, bırakın size yarın için ve yol için yiyecek hazırlayayım"
Ve o ona bundan başka dünyaları da görmüş gözlerle baktı ve dedi ki: "Sevgili kardeşim, yemek hazır, zamanın başlangıcından beri hazır. Yiyecek ve içecek hazır, yarın için, dün için, bugün için.
"Gidiyorum ama eğer henüz söylenmemiş bir gerçekle gidersem, o gerçek beni arar ve bulur yeniden ve benim unsurlarım sonsuzluğun sessizliklerine dağılmış olsa da, yine sizin önünüze gelip, kalbimde o sınırsız sessizliklerden yeni doğmuş bir sesle size yeniden konuşurum.
"Ve eğer bir güzellikten size söz etmediysem, tekrar hem de kendi ismim olan El Mustafa diye çağrılırım ve size bir işaret veririm ki siz eksik kalanları konuşmak için geldiğimi anlarsınız; çünkü Tanrı insanlıktan saklanmaktan acı duyar, insanlığın kalbinin ekseninde sözlerinin örtük olmasından acı çeker.
"Ölümün ötesinde yaşayıp, kulaklarınıza şarkı söyleyeceğim Büyük deniz dalgaları beni denizin derinlerine geri getirdiğinde bile.
Sofranızda bedenim olmadan oturacağım
Ve sizinle görünmez bir ruh olarak tarlalarınıza geleceğim.
Ateşinizin kenarına görünmez bir misafir olarak geleceğim.
Ölüm sadece yüzümüzü kaplayan maskeleri değiştirir.
Oduncu yine oduncudur
Çiftçi, çiftçidir,
Rüzgâra şarkı söyleyen hareket eden gökkubbeye de söyleyecektir."
Ve havariler taş gibi hareketsizdi ve onun dediği yüzünden kalpleri mahzundu: "Gidiyorum".
Ama kimse onu durdurmaya çalışmadı ya da arkasından gitmedi.
Ve El Mustafa annesinin Bahçesinden çıktı, adımları çabuk ve sessizdi ve bir dakika içinde şiddetli rüzgârda savrulmuş bir yaprak gibi onlardan uzaklaştı ve onlar soluk bir ışığın göğe yükseldiğini gördüler.
Ve dokuz havari yoldan aşağıya yürüdüler. Ancak kadın yaklaşmakta olan gecenin içinde durdu ve gündüz ile alacakaranlığın birlikteliğini izledi ve yalnızlığını ve terk edilmişliğini onun sözleri ile avuttu: "Gidiyorum ama söylenmemiş bir gerçekle gidiyorum, o gerçek beni arayıp bulacak ve ben yeniden geleceğim."
Ve gece olmuştu.
O tepelere erişmişti. Adımları onu sisin içine götürmüştü, her şeyden gizli kayalıkların ve sedir ağaçlarının arasında duruyordu, konuştu ve dedi ki: "Sis, kız kardeşim, küflenmemiş beyaz soluk,
Sana döndüm, beyaz ve sessiz bir soluk Söylenmemiş bir söz.
"Sis, benim kanatlı kız kardeşim sis, şimdi beraberiz seninle,
Ve hayatın, senin üzerine çiy taneleri serpeceği
Bana bir kadının göğsündeki bebeği vereceği ikinci gününe dek seninle beraber olacağız. Ve hatırlayacağız.
"Sis, kız kardeşim, geri geldim, derinliklerini dinleyen bir kalp, Senin kalbin gibi,
Senin arzun gibi zonklayan ve amaçsız bir arzu Seninki gibi toplanmamış bir düşünce.
"Sis, kız kardeşim, annemin ilk çocuğu
Ellerimde hâlâ bana saçmamı söylediğin yeşil tohumlar,
Dudaklarım söylememi istediğin şarkıyla mühürlenmiş;
Sana meyve ya da yankı getirmedim.
Ellerim kör, dudaklarım kısır.
"Sis, kız kardeşim, dünyayı çok sevdim, o da beni çok sevdi, Tüm gülümsemelerim onun dudaklarındaydı, onun tüm gözyaşları da benim gözlerimdeydi.
Ama yine de bir sessizlik uçurumu vardı onun azaltamadığı.
Ve benim üstünden adayamadığım.
"Sis, kız kardeşim, benim ölümsüz kız kardeşim,
Eski şarkıları çocuklarıma söyledim,
Ve dinlediler, yüzlerinde bir şaşkınlıkla,
Ama belki de yarın şarkıyı unutacaklar,
Ve rüzgâr bilmem şarkıyı kime götürecek.
Benim olmadığı halde yine de kalbime geldi
Ve bir süre dudaklarımda kaldı.
"Sis, kız kardeşim, bunlar gelip geçse de,
Huzurluyum.
Çoktan doğmuş olanlara şarkı söylemek yeterliydi
Şarkı benim olmasa da,
Kalbimin en derin arzusuydu.
"Sis, kız kardeşim, kız kardeşim Sis,
Şimdi seninle birim.
Artık bir benlik değilim.
Duvarlar yıkıldı,
Ve zincirler kırıldı;
Sana yükseliyorum, sis,
Ve birlikte hayatın ikinci gününe dek denizin üzerinde asılı duracağız
Şafak üzerine bir bahçede çiy taneleri düşürünce Ve bana bir kadının göğsünde bir bebek verince"
💙Halil Cibran💙
*
💙🦋Aşhaş tarlaları arasından geçeceksin,
Beyaz ve mor haşhaşları havaya savurarak
Yeni bir afyon bulacaksın kendine.
İşte o zaman beni unutma.
*
Şairini, onun şiir yazan ellerini,
İçine dizilen sıragölleri,
Kendi kendine konuştuğun seni,
Her şeyi, hiçbir şeyi unutma.
*
Zakkumların arasından bir şehre gireceksin,
Aşk şiirleri, tabiat şiirleri, tarih şiirleri düşünerek
Bir dinamit yapacaksın kendine.
Korkma, ateşle onu.
Öldürecek nice balıklar vardır sularında,
Patlamayla dirilecek nice balıklar vardır.
İşte o zaman an beni, yaşa beni,
İşte o zaman unutma beni.
*
Hatırlanacak çok hüzünler bulacaksın,
Onların tohumunu havaya savurarak
Uzun bir yolculuk yaratacaksın kendine,
Her şeyin, hiçbir şeyin yolculuğu.
İşte o zaman an beni, yaşa beni,
Kıyılarda bile boğulan seni,
Bir saz kuşu olarak gezinen hayaletini,
Çeliğinden kemik oyan gövdeni.
*
İçinde bir kaçakçı yaşar senin,
Kayıkla dolaşır göllerinde,
Beynine tabanca ve şiir satar,
O kaçakçının bakışını sakın unutma.
*
Nereden geliyorsun?
Sessizliğin başkentinden geliyorum;
Durgun göller ülkesinden,
Pınarın büyüsünden,
Hışırtısından geliyorum yaylanın,
Bir dağın bir ağaca söylediği şarkıdan,
Ovadaki tek çiçekten.
*
Bir yayın yelesinden geliyorum
Yeraltında koşuşan kökler arasından
Açılmamış bir kitaptan geliyorum
Yalın bir şiirin güzelliğinden
Güzellikten geliyorum, güzelliklerden
Yürekteki kuş tüyünden, balkondan
Camın buğusundan
Çarşafın ütüsünden
Tabağın beyazından.
*
Bir ihtiyarın gülümseyişinden geliyorum
Bir annenin dalgınlığından
Kedilerin gözlerinde okunan
Tarihinden geliyorum kuyumculuğun
Karın arkasındaki maviliğe
Gökyüzüne boydan boya kazınmış
Bir mühürden geliyorum.
Uzak bir yıldızdan geliyorum
Geceleri geliyorum, sabahları
Gündüzün ortasında, ikindinin içinde
Savrularak geliyorum, fırtınayla
Elinden tutup bir kasırganın, onu da getiriyorum.
*
Ölümdü adı onu ilk gördüğümde
Sonraları da hiç değişmedi;
Kalesinden gösterdiler bir şehrin onu,
Onu gördüm ve ormanı gördüm uzakta,
Ne yapsam değişmiyecekti adı.
*
Bir kılıç verdiler bazı savaşlar için,
Arkasından bir ev kurdular bana;
Bir kazma verdiler bazı savaşlar için,
Arkasından bir ev kurdum onlara;
Akşamları çiçeklerle uğraştım biraz,
Yaşlanır, çiçek olurdu bazı komşularım,
Akşamları yemek yerdim bazılarıyla;
Biz toplandıkça büyürdü ölüm, adı ölümdü.
*
Şehir büyüdükçe azar, çıkardı çarşılara.
Adı ölümdü çünkü onu yarattığımız zaman,
Her akşam kanardı dudaklarındaki kuş
Ölümdü adı, ona her gece taşındığımda
Alışkın olduğum bir darağacından,
Gülerken boğazının karanlık boşluğuna
*
Ölümdü, sokaklarında dolaşırdı şehrin,
Saat kulesini getirmişti uykularıma.
O kadar ölümdü ki, o kadar da çalışkan,
Kimseler kurtaramazdı beni ölümden başka,
Soğuk otların altından🦋Ülkü Tamer💙
1 note
·
View note
Photo
Kalbime Sordum… Güzellik Kapında Bir Eşik Olabilir
Sevgilim!
Şu ıssız gecenin derinliğe kaybolan saatlerinde yalnızlığımı sana şikâyet etmeyeceğim. Çünkü seni bildim bileli yalnız kalmadım ki…bir şekilde hep yanımdaydın.
Düşünüyorum.
Ne düşünüyorum biliyor musun?
Bugünler hangi iyiliğimizin karşılığı…
Her zaman sen aklıma geldiğinde nasıl kendimden geçtiğimi…bir bilsen…sonra içimde sana ait bir parça sürekli büyüyor. Seni, hissediyorum, tadıyorum, düşünüyorum, dokunuyorum
Buna inanmalısın…
Anlatabiliyor muyum?
Hatırımda hep sen varken içim yanıyor galiba… yüzüm alevler içindeymiş gibi oluyor.
" Aşığım sana, yüreğim yanık ve mağdurum sensizliğine."
Sevgim sana o kadar arttı ki, mümkün değil…
Kimsenin aramıza girmesine izin vermeyeceğim.
Sen de bana olan dualarını bırakma.
"Ben şu anki her şeyimle seni seviyorsam, geçmişte de öyleydim, gelecekte de öyle olacağım."
Ben herkes gibi olamam...bu korkunç ve sıkıcı bir şey. Farklı olduğumu da söyleyemem…sonra sana kavuşamasam da ölümü engel bırakmam aramızda çekinmeden canımı senin için veririm.
Üzülme...kötü rüyalar ve anılar bizi bırakmadı…diye.
Kader bizim seçimimiz değil ama biz aşkımızı yaşayalım. Peşi peşine… akrep ve yelkovan gibi…anlar içinde.
Ne kadar zaman, acılar ve sevinçle geçerse geçsin…sürerse sürsün…güzelce beraber yaşayalım
Harikam!
Sen bir aşk çocuğusun. Sevgisiz yaşayamazsın. Bunu biliyorum. Kalbin parçalansa da aşk etrafında yağmur gibi yağmalı.
Bazı sabahlar kalbim küt küt atıyor. Nedense… kendimi ağlıyor buluyorum. Bu gözyaşlarımı yağmurun say.
Doğduğum günden beri hep seni aradım. Ve sonunda buldum. Ayrılık bitti…ne olursa olsun, sonsuza dek ben seninim.
Sen benim hep gördüğüm asla hatırlayamadığım ezeli rüyamsın.
Aramızda bir vakit yanlış anlamalar oldu. Ama biliyorum ki bunlar da birbirimizi tanımak içindi.
Her sıkıntıda sürekli ben, hep sensizliğe dayanamam derim...bilirsin. Fakat ölüm, asla hikayemizin sonu olmayacak. Hep bir izimiz bulunacak bu dünyada.
Anlıyorum, senin de benden önceki hayatında sıkıntılar oldu. Ancak yaşadığımız bu çoklu evrenlerin birisinde birbirimize ait ve sadece ikimizin olduğu bir yer var. Öyle ki sana kavuşmak için sayısız gökler aştım ve anlatsam bitmeyecek bir dolu hikayelerle. Kalbim buna daima şahitlik eder. Şu an nasıl açıklayacağım pek bilemiyorum ama, gerçek böyle.
Şimdi sen bakışlarımın içinde, dalgalanan saçların ve parlayan gözlerinle ruhumu benden alıyorsun…kendime bir türlü gelemiyorum. Geçmişimi hatırlamakta zorlanıyorum. Nasıl dile getireceğimi bir türlü bilemiyorum?
Tesellim belki bu…seninle aynı havayı solumak ve içimde hissetmek…adını anmak…hayalimde sana sarılmak.
Diyorum ya… senden başkasına artık ihtiyacım yok, usanmadan ve durmadan, senin kalbinde yer bulmayı arzu ediyorum. Beni sevdiğini söylediğinde dünyaları bağışlıyorsun. O zaman paramparça olup, her şeyimi kaybedip toz gibi olsam, tekrar yeniden ilk gün gibi başlarım ve yine seni aynı şekilde severim. Bu benim ezeli davam…üstesinden gelebileceğime de inanıyorum.
Tanrım senin için bana hayat verdi. Sonuçta ben seninle var oldum…sen dolaylı yaratanımsın. İnancım bu, önceden de şimdi de.
Efendim!
Sevgi dolu bir kalbim varsa bu sana ait.
Kalbim bazen öyle sıkıntıya düşüyor ki… kara bulutlar çökmüş havalar var ya geceden daha karanlık. Ağlamaya mecbur kalıyorum…Açılsın diye. Şimşekler çakıyor beynimde ışığında birer birer dağılıyor o karanlıklarım. Huzur buluyorum. Bu nedenle bendeki huzurun tamamı da sana ait.
İçim yanmaz mı ama sen varsın diye bitiyor büütn acılarım. Ancak yetmiyor içimi sana dökmeye kafi kelimeler…yetmiyor.
Bazen korkmuyor da değilim… benim bir imtihanım mısın diye.
Hayır…sen imtihanım olma…benim aşkım ol. İmtihan denildi mi kaybederim…ta başından demektir. Sendeki güzellikler o kadar çok ki…saymak imkansız, ben de acizim ve mahcubum…onları anlatmamak kıymak olur.
Ben ancak ölürüm derimde içim belki bir huzur olur.
Can feda edilmeli bence gerçek sevgi budur.
Gözlerim doldu şu an...
Şükürler olsun…
Sen!
Sevdam…geldin ve bütün her şeyim değiştirdin.
Senden önce güzelliklerin ne olduğunu bilemezdim. Kendime de küsmüştüm… ne çok kötüsün diye. Gerçekten buna inan.
Bir kişi sürekli sen kötüsün sözünü duyarsa, ben böyleyim demekten kendini alamıyor.
Çevremin bana unutturduğu gerçeğimi gün yüzüne çıkardın. Ayriyeten sana olan sevgimi de zayi etmedin korudun… bana fazlasıyla karşılık verdin. Hayatımda ki bitmeyen kıskaçlarımı birer birer kaldırdın.
Bende seninle kendimi topladım. Şükrünü ödemem imkansız. Seni anlatacak kelimeler ve cümleler katar katar, denizler mürekkep, ağaçlar da kalem biter mi… aşkımı seni anlatmaya…
Her şeyim!
Seni sana daha çok yazabilseydim. Olmuyor.
Beni şefkatinle kucaklayan aşkım. sen izin vermeseydin ne yapardım…nasıl anardım. İsmini tesbihler tanesinde binlerce kez söylemekten çok zevk alıyorum.
Tesellim şu… hiçbir şey benim için senin kadar önemli değil.
Sadem.
1 note
·
View note