#Beş Ahlak Yazısı
Explore tagged Tumblr posts
ahmetcumhur-blog · 2 years ago
Text
Tumblr media
11 notes · View notes
baybaykus · 2 years ago
Text
Dilipak'ın *yazısı.. Yazı mı, ifşa mı?*
*TERS KÖŞE* :
“ *Fuhuş, uyuşturucu, marka ve lüks tutkusu* derken, bizim ‘modern muhafazakarların' geldiği nokta, dudaklarınızı uçuklatacak hale geldi.
*Su geçiren oje, abdeste mani olmayan rujlarımız var artık* .
*Helal likör, helal bira, helal şampanyalarımız var* .
*Yakında helal etiketli rakı da* çıkar.
Hani biz başkalarına benzemeyecektik?
Siyasilerimiz, bürokrasimiz, ahlak zafiyeti içinde.
Bebeğin cinsiyetini tahmin partisi diye bir parti duydunuz mu siz?
After umre party var.
Eskiden hac ve umreden dönenlerin evinde tebrik ziyaretleri olurdu, tebriğe gelenlere tesbih ve seccade hediye edilirdi, ama bu işin bir adabı olurdu.
*Rock müzik eşliğinde zikir party'si* bile var artık.
Yatlarda happy birthday party gibi rezaletler de yok değil.
Hepsi tesettürlü tabii!
*Ramazan iftarını party'e* dönüştürenler var, şatafat, müzik, kadınlı erkekli rengarenk giysiler içinde semazenlerle başlıyor.
Baby shower party çıkmış.
Bekarlığa veda partisi adı altında fuhuşa özendirenler bile var.
*Tesettürlü ama, lüks, israf, ne istersen var* .
Artık bu işler için ajanslar var, altın kaplamalı pasta sunumlarına kadar, Körfez ülkelerindeki rezillikleri aratmayacak her şey var.
*Haram para cüzdanda durduğu gibi durmuyor* .
Bu işlerin içinde siyasilerin, bürokratların yakınları var.
Bunlar biliniyor.
*Yat partilerinde konken* oynayan tesettürlü hanımlar var.
*Başörtüsü başörtüsü olmaktan çıktı, aksesuara dönüştü* .
*Namazı spora* ,
*orucu diyete* dönüştürürlerse, şaşmayın.
Hac da turizm olur.
Zaten adı şimdiden belli, *hac ve umre turizmi* .
*Kurban da kebap bayramı olunca* , bu iş tamam.
*Sakal bırak, başörtüsü tak, sonra onlar ne yapıyorsa aynısını yap.*
Seremoni, ritual, ikonalar, hepsi aynı.
Gay dergahlarına az kaldı.
*Aşağılık kompleksi bizi mahvediyor* .
Sadece makam sahiplerinin değil, *her* *seviyenin ayağı kayıyor.*
Yakında piercingli, tattolu imamlar görürsünüz.
Kimileri Lale Devri *sosyetesinin yaptıklarını* Osmanlı zannediyor, kimileri mevlidleri bile party'lere dönüştürüyor.
Artık *ilahiyatlarda* bile *namaz kılanlar yüzde 50* .
İnandığımız gibi yaşamayınca, *yaşadığımız gibi inanmaya başladık* .
Bunun sorumlusu kim?”
Kırk günlük bebeğe tek taş yüzük takan tesettür sosyetesi var.
Ascot yarışlarındaki düşeslere baroneslere özeniyorlar, türbanın üstüne tüylü şapka takarak, Lale Devri saraylarında, şatafatlı sofralarla mevlit yapıyorlar.
Mutaassıp yaşam biçiminden, gösteriş tüketimine sürüklendiler.
Mahremiyet duygusunun yerini, abartılı görgüsüzlük aldı, para döküp saçarak varolmaya çalışıyorlar, bedevi kültürüyle yarışıyorlar.
Maneviyattan maddiyata öylesine hızlı geçtiler, dünyevi zevklere kendilerini öylesine kaptırdılar ki, kulaklarından altınlar pırlantalar fışkırdığını herkese seyrettirmek istiyorlar.
Nasıl bir açlıksa artık, helal etiketli şampanyalar satılıyor.
Alkolsüz mojito var.
Sodalı limonata derse, havalı durmuyor, illa mojito diyecek.
Alkolsüz bellini var.
Alkolsüz aperol var.
Chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothie'lerin kaçınılmaz yansımasıdır bu…
*Demirhindi şerbetiyle iktidara geldiler, mojitoya dönüştüler* .
“İslami eğlence” adı altında “helal organizasyon” yapan şirketlerin sayısında patlama yaşanıyor.
Beş yıldızlı otellerde tahtırevanla düğün yapan var.
Salona tavandan sarkıtılan gondola binerek giren var.
İlahi ekipleri var, helal müzik yapıyorlar, “düğün gecenizi helal çerçevesinde şenlendiriyoruz” diye reklam veriyorlar.
Sunucusuyla beraber semazen ekipleri var.
*Helal suşili düğün* yemekleri, Osmanlı köşklerindeki varaklı dekorlarda, Swarovski kristalleriyle süslü padişah koltuklarında, altın kaplamalı pastalarla bitiyor, cümle alem görsün diye, *videolarını* internette yayınlıyorlar.
*Dini düğün palyaçosu var kardeşim!*
İslami animatör var.
Helal selülit kremiyle İslami esaslara uygun masaj salonu var.
Taylandlı masözlere türban taktırıyorsun, İslami esaslara uygun olmuş oluyor!
Bu *çürüme sürecinde* , tee Singapurlardaki casinolarda rulet masasında yakalanan bakan çocuğunu görmüştük… En son, Akp *genel merkezinde çalışan, lise mezunu ve henüz 27 yaşında* olmasına rağmen, lüks otomobil koleksiyonu olan, kumar fişleriyle, revü kızlarıyla, elinde kadehle jakuzide poz veren, Çankaya'da lüks sitede oturan, rabia tweetleri atan arkadaşı kokain çekerken gördük.
17/25 Aralık lağımı patladığında, inanın, ne yakalandılar diye sevinmiştim, ne de öfkelenmiştim, hissettiğim sadece üzüntüydü.
Ait olduğum milletin başına gelenlere, koskoca *Türkiye'nin düşürüldüğü hale,* demokrasimize, gerçekten çok üzülmüştüm.
*Rabiacı arkadaşı kokain çekerken* gördüğümde de, inanın, aynı duyguları hissettim.
“ *Allah ile aldatma* ” ikliminin, *Türkiyemizi* ne hale getirdiğini gördüğüm için, gerçekten çok üzgünüm.
Ama…
Mütedeyyin (!) iktidardan medet uman sayın ahalimiz bir defa daha layığını bulduğu için, doğrusu
Abdurrahman Dilipak
0 notes
burakurnaz · 8 years ago
Text
Faşizm Üzerine - Umberto Eco
Umberto Eco’nun Beş Ahlak Yazısı kitabının Ebedi Faşizm bölümünde yer alan, kök-faşizmin temel argümanlarını anlattığı sayfalarca yazıyı buraya aktardım. Her maddenin tamamını değil, kendi içinde alıntılar yaparak aktarıyorum. AKP’nin halka, halkın anayasası diye yutturmaya çalıştığı akla mantığa sığmaz maddelerin yer aldığı ve MHP tarafından da desteklenen kişisel anayasaları için referandumun gündemde olduğu ve ülkenin iliklerine çıkmaz kara bir mürekkep gibi lekeler bırakan AKP’nin hala iktidarda olduğu günümüzde, bu yazıyı paylaşmak zorunda hissettim.
Öncelikle yazar, yukarıda yazdığım kök-faşizm kelimesini, faşizm için kullanacağını, maddeleri saymaya başlamadan önceki paragraftaki açıklamasıyla belirtiyor. Ve diyor ki: Bu özellikler (aşağıda yazan maddeleri kastediyor) bir sistem oluşturmaz; çoğu birbiriyle çelişir ve başka despotluk ya da fanatizm biçimlerinde de görülür. Ancak herhangi birinin varlığı, bir faşizm gölgesinin oluşması için yeterlidir.
Gerekli açıklamaları yaptığıma göre başlayalım:
Kök-faşizmin ilk özelliği, gelenek kültü’dür. (...) Nazi bilgisi, gelenekçi, senkretist, okült ögelerden besleniyordu.
Gelenekçilik, modernizmin reddi anlamına gelir. Hem faşistler, hem Naziler teknolojiye tapıyordu; oysa gelenekçi düşünürler, geleneksel ruhsal değerlerin yadsınması olarak gördükleri teknolojiyi genellikle reddederler. Ne var ki, nazizim sanayideki başarılarından gurur duymuş olsa da, modernizme düzdüğü övgü “kan ve toprak” üzerine kurulu bir ideolojinin yalnızca yüzeysel bir yönüydü. (...) Aydınlanma çağı, akıl çağı, modern çürümüşlüğün başlangıcı olarak görülüyordu. Bu anlamda kök-faşizm ,”irrasyonalizm” olarak tanımlanabilir.
İrrasyonalizm, eylem için eylem kültüne de dayalıdır. Eylem kendi başına güzeldir, öyleyse hiçbir biçimde önceden üzerine düşünülmeksizin gerçekleştirilmelidir. Düşünme, bir tür kısırlaştırmadır. Bu yüzden, eleştirel tavırlarla özdeşleştiği sürece, kültür kuşkulu bir olgudur. Goebbels’e atfedilen “ne zaman kültürden söz edildiğini duysam, tabancamı çekerim” sözünden, “domuz entelektüeller”, radikal züppeler”, “üniversiteler komünist yuvasıdır” gibi sık sık kullanılan ifadelere varıncaya kadar, entelektüel dünyaya karşı güvensizlik, her zaman kök-faşizmin bir belirtisi olmuştur. Resmi faşist entelektüeller, modern kültürü ve liberal aydınları geleneksel değerleri terk etmekle suçlamayı bir görev bilmişlerdir.
Hiçbir senkretizm biçimi, eleştiriyi kabul etmez. Eleştirel anlayış, ayrımlar yapar ve ayrım yapmak modernizmin bir göstergesidir. Modern kültürde bilim camiası, görüş ayrılığını bilgilerimizi geliştirmenin bir yolu olarak görür. Kök-faşizme göre görüş ayrılığı ihanettir.
Ayrıca, görüş ayrılığı, çeşitliliğin de bir göstergesidir. Kök-faşizm ise, farklılığın yarattığı doğal korkuyu kullanıp (...) görüş birliği arar. Faşist ya da başlangıç aşamasındaki faşist hareketin ilk çağrısı uyumsuzlara karşıdır. Dolayısıyla, kök-faşizm doğası gereği ırkçıdır.
Kök-faşizm bireysel ya da toplumsal düş kırıklığından doğar. Bu yüzden, tarihsel faşizmin en tipik özelliklerinden biri ekonomik bir bunalım ya da siyasal bir aşağılanmadan rahatsızlık duyan ve toplumun alt kesimlerinin baskısından korkan düş kırıklığı içindeki “orta sınıflara” çağrıda bulunmasıdır.
Kök-faşizm, toplumsal kimlikten yoksun insanlara biricik ayrıcalıklarının herkesin paylaştığı ayrıcalık olduğunu -aynı ülkede doğmuş olmak- söyler. “Milliyetçilik”in kökeni budur. Ayrıca bir ulusa kimlik verebilecek tek bir grup vardır: düşmanlar. Bu nedenle, kök-faşizm ideolojisinde, olasılıkla uluslararası nitelikli bir komplo saplantısı vardır. Faşizmin yandaşları, kendilerini kuşatılmış hissetmelidir. Komployu açığa çıkarmanın en kolay yolu da yabancı düşmanlığı’na başvurmaktır.
Faşizmin yandaşları kendilerini, düşmanların gösterişle sergilenen zenginliğinden ve gücünden aşağılanmış hissetmelidirler. (...) Gel gelelim, yandaşlar, düşmanları yenebileceklerinden de emin olmalıdırlar. Böylece, retorik ayarın sürekli değiştirilmesiyle, düşmanlar hem çok güçlü hem de çok zayıf gösterilir.
Kök-faşizme göre yaşamak için mücadele edilmez, “mücadele etmek için” yaşanır. Barışseverlik, düşmanla iş bilirliği demektir; barışseverlik kötüdür, çünkü yaşam sürekli bir savaştır.
(...) İktidarı demokratik yoldan değil, zorla ele geçirdiğini çok iyi bilen lider, gücünün kitlelerin zayıflığından kaynaklandığını da bilir: O kadar zayıftır ki kitleler, bir “egemen”e gereksinim duyarlar.
Böyle bir bakış açısında, herkes kahraman olmak üzere eğitilir. (...) Kök-faşist kahraman ölmek için sabırsızlanır. Şunu da belirtelim ki, bu sabırzırlığıyla daha çok başkalarının ölümüne yol açar.
... kök-faşist irade gücünü cinsel konulara aktarır. (...) Cinsellik oynanması zor oyunlardan biri olduğu için, kök-faşist kahraman fallusun ikamesi silahlarla oynar, onun savaş oyunları sürekli bir penis hadesi’nden kaynaklanır.
(...) Kök-faşizme göre bireylerin birer birey olarak hakları yoktur, “halk” bir nitelik olarak “ortak irade”yi ifade eden tek parça bir varlık olarak algılanır. Sayısı ne olursa olsun hiçbir çoğunluk ortak iradeye sahip olamayacağından, lider onların sözcüsü gibi davranır. Yurttaşlar temsil güçlerini yitirdiklerinden, eylemde bulunamazlar, onlardan yalnızca halk rolünü oynamaları istenir.
(...) Tüm Nazi ya da faşist okul kitaplarında, karmaşık ve eleştirel akıl yürütmenin araçlarını sınırlandırmak üzere, son derece kısıtlı bir sözcük dağarcığı ve ilkel bir söz dizimi temel alınıyordu.
Kaynak: Umberto Eco, Beş Ahlak Yazısı, Can Yayınları, 3. Baskı. ________________
Faşizm Geliyorsa Ne Yapmalı?
5 notes · View notes
kitapcafe · 3 years ago
Text
Tumblr media
Entelektüeller yabanil hoşgörüsüzlüklerle savaşamazlar, çünkü düşünceden yoksun katışıksız hayvanilik karşısında düşünce silahsız kalır.
Hoşgörüsüzlük bir öğreti haline geldiğinde savaşmak için vakit çok geç demektir ve bu savaşı yapmak zorunda kalanlar, onun ilk kurbanı haline gelirler.
-Umberto Eco - Beş Ahlak Yazısı-
📚
#kitap #edebiyat #kitaptavsiyesi #müzik #resim #film #sanat #felsefe #kitapkurdu #şiir #okumahalleri #kitapcafecom #aşk
30 notes · View notes
postmodernhekimdervish · 4 years ago
Note
Ablacim 🌺🌺🌺
Birkaç kitap önerebilir misin
Canııım🌼🌼
Zhuangzi Metinleri
İlhami Çiçek- Bu hüznün Mesnevisi
Mustafa Becit- Her şey ben yaşarken oldu
Seneca- Ahlak Mektupları
İlk Müslüman- Lesley Hazleton
Celaleddin es-Süyuti- Esbabü'n Nüzul
Sinan Canan- Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler
Ali Ayçil- Naz bitti
Olivier Roy- Siyasal İslam'ın İflası
Marc Witman- Hissedilen Zaman
Umberto Eco- Beş ahlak yazısı
Alfred Adler- Nevroz Sorunları
Pascale Chapaux-Morelli ile Pascal Couderc- İkili İlişkilerde Duygusal Manipülasyon
Şimdilik aklımda bunlar... Her telden yazdım bir tür belirtmediğin için. Toplama oldu biraz o yüzden. Ama her biri güzeldir. Baya güzeldir.
9 notes · View notes
umaynrsl · 5 years ago
Text
altı buçuk lira
Her gece uyuduğum saat büyüyor. İkiyse iki buçuk, sonra üç, sonra üç çeyrek vesaire. Dün dörtte uyudum sanırım. Eğer bunu böyle artıracaksam - ki uyandığım saatin de büyümesi gerekiyor o zaman - eninde sonunda normal kabul edilebilir ve sebepsiz yere melankolik hissettiren bir saatte uyanmayabilirim. Deli deli fikirler, denesem mi, zaten boşum, sorumluluğumun olduğu insanlar da yok, kediler desen kendi hallerinde.
Birkaç gün önce toplumun üzüldüğü şeylere üzülmediğimi fark ettim. Hoş değildi. Hem duygusal hem etik bir eksikliğin içerisindeymiş hissi veriyor. Veya belki de bu da yalnızca farklı olunca ego tatmini yaşatan kekremsi bir kendini yabancılaştırma çabasıdır. 
Bunu düşündüren olayı kısaca anlatayım: Bir kafede oturuyordum. Çalışanlardan biriyle tanışıyoruz artık, arada geliyor sohbet ediyoruz. Onun dışında kitap-kahve-sigara üçlümle mutlu mesudum. Bir adam geldi. Şalvarlı. Ayakkabı boyacısı. İçeri girdi, çay alacakmış. Altı buçuk lira istemişler. Saçma sapan bir fiyat. Adam ayakkabı boyacısı, küfür gibi. 3 lirası varmış, gerisini sonra versem demiş, kabul etmemişler. Tanıdık çalışan ısmarlamayı teklif etti, adam kabul etmedi; arkamda arasında olan çalışan da yaklaşık beş kere “keşke ısmarlasam, ama ya yasak” şeklinde artikülasyonlarda bulundu. Benmerkezci kafam bunları bana yöneltip yöneltmediğini, yöneltmese niye birden fazla kez sesli söylediğini, veya bu kadar çok söylediyse gerçekten üzülmüş olabileceğini sorguladı. Peki ben niye sesli sesli üzüldüğümü (aslında kadının ifade ettiği kadar büyük raddede üzülmemişken) dile getirmiyordum? Ben kötü bir insan mıyım? Onun üzüldüğü kadar, veya söylediği kadar üzülmeli miydim? Ama sonra kendime yönelik sorularım yerine, düşündüm, benim tanıdığım adama çayı ısmarlamayı teklif edebiliyorsa, ya gerçekten yasak değildir, ya parasını ödememeyi göze almıştır (hani durumun boyutuna bakılacak olursa bir bardak çay öyle bir kafe için sahilde kum), ya da yalnızca o çayı vermek istiyordur adama. Ama kadın burda - eğer anladığım sebeplerden ötürü bu sesli yorumları yaptı - beni utandırmaya çalışıyor. Bir filtre kahveye arada sırada verebildiğim yedi liralık finansal gücümle beni kendi ve diğerlerinden hem daha avantajlı, hem de ahlak yoksunu ilan ediyor. 
Bu yazacağım şey tartışmalı olabilir, ama yine de yazacağım, çünkü yazmam gerekiyormuş gibi hissediyorum: Bir; Ben orada tanımadığım bir insanın çayını almakla yükümlü değilim. Alabilirdim, almadım, nitekim adam bana değil başkasına da aldırmadı. İki; arkamda oturan çalışan kadın da kendi düşündüğü toplumsal yükümlülükte en az benim kadar sorumlu; hatta orada çalışan kişi olması yasal olarak olmasa da konum olarak o çayı adama gayet tabii alabilecek durumda kılıyor. Üç; bir çay başka herhangi bir yerde daha ucuza içilebilir. Yanda kardeşler vardı, çay bir buçuk veya iki lira. Dört; çayın altı buçuk lira olarak satılması kesinlikle saçmalık, ama buna gücü yeten insanlar var, ve eğer bu kafe mekanında oturup çay içmek talepleri varsa, bu çay onlara sağlanmaktadır; fakat bu onları ayakkabı boyacısı adama karşı sosyoekonomik daha üst bir sınıfta kılsa da, o adamdan üstün değillerdir, ve her ne kadar kişisel “onur” hissi belki de bu adamda fazla olduğundan çayı başkasının parasıyla içmeyi kabul etmedi ve bunu kabul etme ve etmeme kendi kararına bağlıydı. Ne kadar klişeleşmiş ama statik bir toplumun mottosu olsa da, burada düzeltilmesi gereken ne benim, ne o adam, ne adamın para kazanç uğraşı, ama sistemin kendisidir. Kuru yaprakla kaynar suyu karıştırıp beş liradan fazlaya satan bir konseptin varlığının düzeltilmesi gerekir. Adam çayı ısınmak için içecekse, ve ısınacak giysileri yoksa, devlet bu çalışan işçisine ısıtacak imkanları sunmalıdır. İş kolunun yetersiz ve gereksizliğinden eğer bu adam ekonomik yetersizlik çekiyorsa, devletin iş imkanları sunması gerekir. Devlet, sosyal diktelerle hiçbir insanını diğerinde üstün kılmamalı, hatta “acıma” duygusu, bir insan tarafından başka bir insana ekonomik, sosyal veya Maslow’un piramidinin en alt basamağındaki hakları ihlalinde teşvik edilmemelidir. Acıma sosyal ahlak değil, durum farklılığıdır, ve bir kişi başkasına acımadan yardım edebilir, acıyarak kılını bile kıpırdatmayabilir. Bu farkındalıktır, ki bence hem kafenin çalışanında hem de ayakkabıcı adamda olması gerekmektedir - nitekim bu farkındalığı ayakkabıcı adamda daha çok gördüm, çünkü elindeki para yetmedi, belki de daha ucuza satan bir yer buldu ve çayını orada içti. Bilmiyorum.
Bu yazdığım fikir yazısı, fikirler pek tabii değişebilir. Murat Menteş de bir tanıdığıma bunu söylemiş; yazdığı fikir kitaplarının artık basılmama nedeninin fikir kitapları yazmak istemediği, çünkü fikirlerin değiştiği ve değişmek zorunda olduklarıymış. Fikir değiştirmiyorsan yeterince düşünmüyormuşsunmuş. Belki ben de bu konuda düşünmeyi keserim. Veya kesmem, bakacağız.
6 notes · View notes
cafrandeorg · 7 years ago
Photo
Tumblr media
Umberto Eco: En tehlikeli hoşgörüsüzlük ilkel itkilere dayalı hoşgörüsüzlüktür Amerika’daki siyasal doğruluk olgusunu düşünün. Din, ırk ve cinsiyet farklılıklarının hoşgörüyle karşılanmasını ve tanınmasını sağlamak amacıyla doğan bu anlayış giderek, neredeyse şaşmaz bir alışkanlıkla günlük dile egemen olan
0 notes
wepicy · 4 years ago
Text
Umberto Eco - Beş Ahlak Yazısı Kitap Alıntıları
Umberto Eco – Beş Ahlak Yazısı Kitap Alıntıları
“Dördüncü erk basının işlevi, elbette öteki geleneksel üç erki denetlemek ve eleştirmektir.” Umberto Eco – Beş Ahlak Yazısı
“Gün geçmiyordu ki, karşısındaki kişinin beklentilerine aykırı görüş öne sürenler hain entelektüel damgası yemesin.” Umberto Eco – Beş Ahlak Yazısı
“Faşizmden Emperyalizmi çıkarın karşınızda Francoyu ve ya Salazarı bulursunuz” Umberto Eco – Beş Ahlak Yazısı
View On WordPress
0 notes
dogumgunumesajlari · 8 years ago
Text
Jilet Sözler
Kolumuzu ısırarak saatler yapardık küçükken, sanki zamanın canımızı acıtacağını anlarmış gibi.
Biz kaybetmeye, ilkokulda silgiyle başladık.
Karı kıza bakmakla değil, karına kızına bakmakla adam olunur.
Duyduğumu göre sözlerimi üzerine almıyormuşsun. İyi dinle sevgili, kelimeler bile sana küfrediyor.
Gitmek sadece bir eylemdir. Unutmaksa koca bir devrim.
O değil de şimdi nüfus sayımı yapılsa, seni de adamdan sayacaklar ya, ona yanıyorum.
Hak edenin hak ettiğini bu dünya da vereceksin ki, seni diğer tarafta meşgul etmesin!
Keşke, sen benim kalbimin ağrısı değil, alnımın yazısı olsaydın.
Senin dünyaya bakan camların kirli ise, benim çiçeklerim sana çamurlu görünür.
Şekerli bir sakızdın ağzımda, çiğnerken de yorulmuştum. Önce şekerin gitti, sonra cıvıdın. Daha fazla gevelemeye gerek yok dedim ve tükürdüm. Kim bilir kimin ayağına yapıştın?
Sana bir kapı bıraktım giderken; açtıkça beni, kapatırken kendini hatırla.
Acı çektiğimi mi sanıyorsun? Tabi ki hayır, hissettiklerim acıdan da öte. Vücudum, beynim uyuştu, anlatabiliyor muyum?
Kadına şiddet uygulayan erkek için kapınızın önüne bir kap su koyun. Sonuçta o da hayvan!
Olmuyor der, yapamıyorum der, sen benden daha iyilerine layıksın der. Velhasıl ben şerefsizin önde gideniyim demez!
Kimse senin dalgalarla nasıl boğuştuğuna bakmaz. Gemiyi limana getirip, getirmediğine bakar.
Yüreğini göremeyeni görmezden geleceksin!
Nerede hata yaptık biliyor musunuz? Yönetmeni olduğumuz hayallerimize, figüran olamayacak insanları başrol yaptığımızda!
Bir sırrı tutar gibi tutmak istedim ellerini ve bir sırrı ağzımdan kaçırır gibi söyledim seni sevdiğimi.
Öyle yağma yok! Herkesi yarına götüremeyiz. Kimileri dünde kalmalı. Hak ettikleri yerde.
Ne çok acı var, ne çok zalim var. Ne çok firavun beyinli, nemrut kalıntısı var. Tüm bunların arasında, iyi ki ölüm ve cehennem var.
Sigaram gibisin, gecelerime işledin sevgilim!
Karakterim ve tavrımı birbirine karıştırmayınız. Karakterim kim olduğumla ilgilidir. Tavrım ‘sizin’ kim olduğunuzla.
Sahip olduğun tek şey çekiçse, her şey çivi gibi görünmeye başlar.
Sevildiğini anlamayan biri için, çocuk oyuncağıdır gitmek, şaşmamalı.
Bir cam kırıldığında, ufalanan parçalar saatte üç bin millik bir hızla etrafa saçılır. Peki ya bir kalp kırılırsa?
Hep söylüyoruz; namaz beş vakit, ahlak ise yirmi dört saat farzdır.
Bazen de; yıldızlar bakar, insanlar kayar hayatımızdan.
Değer vermenin sadece matematikte işe yaradığı bir dünyada yaşıyoruz.
Özlemin kaç promil alkol içeriyor sevgili? Tüm dengemi alt üst etti.
Yeryüzünde, aynı kadının başka bir erkeğe, bir zamanlar sana baktığı gibi baktığını görmek kadar büyük bir acı yok.
Hayatı özetlemeye gelince; yüzmeyi bilmiyorsan, çırpınacaksın.
Hayatta her şeyin mümkün olacağına inanabilirdim; sen gelseydin eğer!
Bugün vazgeçtim ellerinden, gözlerinden, yalan sevginden. Bana ait hiç bir şey olmadığını gördüğüm yüreğinden. Bir dalga kumsaldan ne götürürse işte öyle götürdün bendekileri, dümdüz bıraktın.
Kahır; aşkın mektubudur ve her zaman gidenler yazar.
Bazı yaralar vardır ki, kapanmış olsalar bile dokununca sızlarlar.
Aylar sonra gelen ‘nasılsın’ mesajına verilecek tek cevap; Ne oldu kimse benim gibi sevemedi mi olur.
Acılar iyidir bize geçmişin gerçek olduğunu hatırlatır.
Sıkı sıkı tembihlerler ; ‘ Unut onu, aklına bile getirme, çıkar kafandan, hafızandan sil.’ Sanki seven beynimizmiş gibi.
Kusursuz olmasa da olur, huzursuz olmayalım yeter.
Köşe başında durdurup kimliğimi soruyorlar; tutup yaralarımı gösteriyorum.
Aşk jilet yarası gibidir, acısı geçer izi kalır!
Kalbimi ve ruhumu vermemin bir yararı yok, çünkü sen zaten bunlara sahipsin. O yüzden sana bir ayna getirdim. Kendine bak ve beni hatırla.
Palyaço misali gündüzleri güler, geceleri ağlarım.
Bırak, tipimiz bozuk olsun bilader. Hamdolsun sütümüz bozuk değil, helal ya o bize yeter.
Uzatmayın kirli ellerinizi üstüme, yetişebilecekleriniz sadece hayal kırıklıkları.
Bizde sabah olmaz, bizde güneş doğmaz, biz isyankarız kızım, bizle dost olmak size yakışmaz. Biz sadece sevdiklerimizin eseriyiz.
Ben keder üretir dert yaratırım, aleme ibrettir her bir satırım, kırk yılın başında halim hatırım sorulsa ne yazar sorulmasa ne !
Kim demiş ki sarhoşluk kötü şeydir. Oysa ben her şeyimi ayıkken kaybettim.
Yüreğinin çöllerine nehir, saçlarının tellerine esir oldum. Ben ki  asi, boyun eğmez. Ben ki çılgın söz dinlemez. Senin için hem de kaç kez yaşlar döktüm inanmadın. Bakma ben sana çok kıymet verdim. Ağlattın inlettin beni, ben yine seni sevdim.
Aldanma hayatın cilvelerine her şey bahane, görünüşüm serseri ama gönlüm şahane. Sil at aklından yazıp çizdiğin eseri.
Mevlam güzel yaratmışsa yak demedi alemi, yakacaksan beni yak, yakma bütün alemi.
Canda isyan ,tende isyan ,nefeste isyan, bağrımda bir gül açmış, kokusunda isyan.
Bilmesek te zengin çocukları gibi parlak taşların üzerinde dans etmeyi, elbette biliriz Allah’ına Kadar Sevmeyi.
Biz kimleriz diye sorma, biz hayata boş vermişlerdeniz. Bize hayat nedir diye sorma, biz hayat deryasında yüzenlerdeniz. Bizi arama lüks meyhanelerde, biz dost şarabı içenlerdeniz. Bize dost, arkadaş nedir diye sorma, biz onlar için ölüme gidenlerdeniz.
Gel benim ol sevdiğim, bu yaralar senin için. Aşkı elde değil, bir de bende gör bizim için…
1 note · View note
kitaplarameftunkadin · 8 years ago
Photo
Tumblr media
İyi ki doğdun Umberto Eco 🌸🌷🌿🎆🎉🎊(5 Ocak 1932) Dünya kamuoyunun gündemine Gülün Adı ve Foucault Sarkacı gibi romanlarıyla giren İtalyan yazar, aynı zamanda Orta Çağ estetiği ve göstergebilim dalının ustalarındandır. Eco, 1971'de Bologna Üniversitesi'nde profesör olarak çalışmaya başladı.Yapısalcılık sonrası göstergebilim gelişmelerine önemli katkılarıyla tanınmaktadır. Eco, yüksek lisans ve doktora çalışmalarınıThomasçılık akımı ve bu akımın estetik anlayışı üzerine yaptı. Tarihçi, filozof, Orta Çağ uzmanı,James Joyce üzerine derin araştırmalar yapmış bir yazar. Yazarın ilk romanı Gülün Adı 1980'de yayımlandı.  1962'de Torino Üniversitesi'nde doçent, 1969'da ise Floransa Üniversitesi'nde görsel iletişim dalında profesör oldu.1971'de Bologna Üniversitesi'ne geçti ve 1975 yılında bu üniversitenin Gösteri ve İletişim Bilimleri Enstitüsü'nün başına getirildi.
Eco'nun çalışmaları 1960'ların ortasından itibaren avantgarde yapıtlara, kitle kültürüne yönelmiştir. Son dönemlerde ise, güncel olay ve olguları da ele alan çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalar arasında edebiyat eleştirileri, tarih ve iletişim yazıları önemli bir yer tutmaktadır. Eco özellikle tarih bilgisiyle süslediği eserlerinde tam bir ustalık gösterir. Özellikle Baudolino adlı eserindeBizans ve IV. Haçlı Seferi hakkındaki anlatılar sürükleyicidir. İstanbul'a geniş yer ayırdığı bu eserini yayınlamadan kısa bir süre önce 1998 yılında İstanbul'u ilk kez ziyaret etmiştir. Beş gün süren ikinci ziyaretini ise sanat tarihçisi Dr. Sedat Bornovalı eşliğinde 2013 yılında gerçekleştirmiştir.  Bu ziyareti sırasında Boğaziçi Üniversitesi'nde yazar Orhan Pamuk'la bir söyleşiye de katılmıştır.
Roland Barthes'tan sonra, “ayrıntıların anlamı” ya da “ayrıntıların sosyolojisi” adı verilen bir anlayışın önemli köşe taşlarından birisi olan Umberto Eco'nun pek çok eseri Türkiye'de yayınlandı.
Kasım 2005 ve Haziran 2008 tarihlerinde ABD'den Foreign Policyve İngiltere'den Prospect dergilerinin internet üzerinden okuyucu anketleri ile oluşturduğuDünyanın ilk 100 entelektüelilistelerinde, 2005 yılında 2., 2008 yılında 14. sırada yer almıştır. Takma ismi Dedalus'tur. Bir süredir kanser tedavisi gören ünlü yazar19 Şubat 2016 tarihinde saat 22.30 sıralarında evinde yaşamını yitirdi. Umberto Eco ölmeden önce bir arkadaşına söylediği vasiyetinde “Ölümümden sonra 10 yıl boyunca benim adımı kullanarak etkinlikler düzenlemeyin” şeklinde bir istekte bulunmuştur.
Eserleri Gülün Adı (Can Yayınları, 1986) Alımlama Göstergebilimi (Düzlem Yayınları, 1991) Foucault Sarkacı (Can Yayınları, 1992) Günlük Yaşam'dan Sanata (Adam Yayıncılık, 1993) Önceki Günün Adası (Can Yayınları, 1995) Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti(Can Yayınları, 1995) Avrupa Kültüründe Kusursuz Dil Arayışı (Afa Yayınları, 1995) Ortaçağı Düşlemek (Can Yayınları, 1996) Yorum ve Aşırı Yorum (Can Yayınları, 1996) Somon Balığıyla Yolculuk (Can Yayınları, 1997) Yanlış Okumalar (Can Yayınları, 1997) Beş Ahlak Yazısı (Can Yayınları, 1998) Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik (Can Yayınları, 1998) Açık Yapıt (Can Yayınları, 2001) Zamanların Sonu Üstüne Söyleşiler(Yapı Kredi Yayınları, 2001) Baudolino (Doğan Kitap, 2003) İnanç ya da İnançsızlık (1001 Kitap, 2005) Kraliçe Loana'nın Gizemli Alevi(Doğan Kitap, 2005) Cecü'nün Yer Cüceleri (Yapı Kredi Yayınları, 2006) Güzelliğin Tarihi (Doğan Kitap, 2006) Çirkinliğin Tarihi (Doğan Kitap, 2009) Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın (Umberto Eco ve Jean-Claude Carriere'in Sohbetleri) (Can Yayınları, 2010) Prag Mezarlığı (Doğan Kitap, 2011) Sıfır Sayı (Doğan Kitap, 2015) Efsanevi Yerlerin Tarihi (Doğan Kitap, 2015)
0 notes
dogumgunumesajlari · 8 years ago
Text
Jilet Sözler
Kolumuzu ısırarak saatler yapardık küçükken, sanki zamanın canımızı acıtacağını anlarmış gibi.
Biz kaybetmeye, ilkokulda silgiyle başladık.
Karı kıza bakmakla değil, karına kızına bakmakla adam olunur.
Duyduğumu göre sözlerimi üzerine almıyormuşsun. İyi dinle sevgili, kelimeler bile sana küfrediyor.
Gitmek sadece bir eylemdir. Unutmaksa koca bir devrim.
O değil de şimdi nüfus sayımı yapılsa, seni de adamdan sayacaklar ya, ona yanıyorum.
Hak edenin hak ettiğini bu dünya da vereceksin ki, seni diğer tarafta meşgul etmesin!
Keşke, sen benim kalbimin ağrısı değil, alnımın yazısı olsaydın.
Senin dünyaya bakan camların kirli ise, benim çiçeklerim sana çamurlu görünür.
Şekerli bir sakızdın ağzımda, çiğnerken de yorulmuştum. Önce şekerin gitti, sonra cıvıdın. Daha fazla gevelemeye gerek yok dedim ve tükürdüm. Kim bilir kimin ayağına yapıştın?
Sana bir kapı bıraktım giderken; açtıkça beni, kapatırken kendini hatırla.
Acı çektiğimi mi sanıyorsun? Tabi ki hayır, hissettiklerim acıdan da öte. Vücudum, beynim uyuştu, anlatabiliyor muyum?
Kadına şiddet uygulayan erkek için kapınızın önüne bir kap su koyun. Sonuçta o da hayvan!
Olmuyor der, yapamıyorum der, sen benden daha iyilerine layıksın der. Velhasıl ben şerefsizin önde gideniyim demez!
Kimse senin dalgalarla nasıl boğuştuğuna bakmaz. Gemiyi limana getirip, getirmediğine bakar.
Yüreğini göremeyeni görmezden geleceksin!
Nerede hata yaptık biliyor musunuz? Yönetmeni olduğumuz hayallerimize, figüran olamayacak insanları başrol yaptığımızda!
Bir sırrı tutar gibi tutmak istedim ellerini ve bir sırrı ağzımdan kaçırır gibi söyledim seni sevdiğimi.
Öyle yağma yok! Herkesi yarına götüremeyiz. Kimileri dünde kalmalı. Hak ettikleri yerde.
Ne çok acı var, ne çok zalim var. Ne çok firavun beyinli, nemrut kalıntısı var. Tüm bunların arasında, iyi ki ölüm ve cehennem var.
Sigaram gibisin, gecelerime işledin sevgilim!
Karakterim ve tavrımı birbirine karıştırmayınız. Karakterim kim olduğumla ilgilidir. Tavrım ‘sizin’ kim olduğunuzla.
Sahip olduğun tek şey çekiçse, her şey çivi gibi görünmeye başlar.
Sevildiğini anlamayan biri için, çocuk oyuncağıdır gitmek, şaşmamalı.
Bir cam kırıldığında, ufalanan parçalar saatte üç bin millik bir hızla etrafa saçılır. Peki ya bir kalp kırılırsa?
Hep söylüyoruz; namaz beş vakit, ahlak ise yirmi dört saat farzdır.
Bazen de; yıldızlar bakar, insanlar kayar hayatımızdan.
Değer vermenin sadece matematikte işe yaradığı bir dünyada yaşıyoruz.
Özlemin kaç promil alkol içeriyor sevgili? Tüm dengemi alt üst etti.
Yeryüzünde, aynı kadının başka bir erkeğe, bir zamanlar sana baktığı gibi baktığını görmek kadar büyük bir acı yok.
Hayatı özetlemeye gelince; yüzmeyi bilmiyorsan, çırpınacaksın.
Hayatta her şeyin mümkün olacağına inanabilirdim; sen gelseydin eğer!
Bugün vazgeçtim ellerinden, gözlerinden, yalan sevginden. Bana ait hiç bir şey olmadığını gördüğüm yüreğinden. Bir dalga kumsaldan ne götürürse işte öyle götürdün bendekileri, dümdüz bıraktın.
Kahır; aşkın mektubudur ve her zaman gidenler yazar.
Bazı yaralar vardır ki, kapanmış olsalar bile dokununca sızlarlar.
Aylar sonra gelen ‘nasılsın’ mesajına verilecek tek cevap; Ne oldu kimse benim gibi sevemedi mi olur.
Acılar iyidir bize geçmişin gerçek olduğunu hatırlatır.
Sıkı sıkı tembihlerler ; ‘ Unut onu, aklına bile getirme, çıkar kafandan, hafızandan sil.’ Sanki seven beynimizmiş gibi.
Kusursuz olmasa da olur, huzursuz olmayalım yeter.
Köşe başında durdurup kimliğimi soruyorlar; tutup yaralarımı gösteriyorum.
Aşk jilet yarası gibidir, acısı geçer izi kalır!
Kalbimi ve ruhumu vermemin bir yararı yok, çünkü sen zaten bunlara sahipsin. O yüzden sana bir ayna getirdim. Kendine bak ve beni hatırla.
Palyaço misali gündüzleri güler, geceleri ağlarım.
Bırak, tipimiz bozuk olsun bilader. Hamdolsun sütümüz bozuk değil, helal ya o bize yeter.
Uzatmayın kirli ellerinizi üstüme, yetişebilecekleriniz sadece hayal kırıklıkları.
Bizde sabah olmaz, bizde güneş doğmaz, biz isyankarız kızım, bizle dost olmak size yakışmaz. Biz sadece sevdiklerimizin eseriyiz.
Ben keder üretir dert yaratırım, aleme ibrettir her bir satırım, kırk yılın başında halim hatırım sorulsa ne yazar sorulmasa ne !
Kim demiş ki sarhoşluk kötü şeydir. Oysa ben her şeyimi ayıkken kaybettim.
Yüreğinin çöllerine nehir, saçlarının tellerine esir oldum. Ben ki  asi, boyun eğmez. Ben ki çılgın söz dinlemez. Senin için hem de kaç kez yaşlar döktüm inanmadın. Bakma ben sana çok kıymet verdim. Ağlattın inlettin beni, ben yine seni sevdim.
Aldanma hayatın cilvelerine her şey bahane, görünüşüm serseri ama gönlüm şahane. Sil at aklından yazıp çizdiğin eseri.
Mevlam güzel yaratmışsa yak demedi alemi, yakacaksan beni yak, yakma bütün alemi.
Canda isyan ,tende isyan ,nefeste isyan, bağrımda bir gül açmış, kokusunda isyan.
Bilmesek te zengin çocukları gibi parlak taşların üzerinde dans etmeyi, elbette biliriz Allah’ına Kadar Sevmeyi.
Biz kimleriz diye sorma, biz hayata boş vermişlerdeniz. Bize hayat nedir diye sorma, biz hayat deryasında yüzenlerdeniz. Bizi arama lüks meyhanelerde, biz dost şarabı içenlerdeniz. Bize dost, arkadaş nedir diye sorma, biz onlar için ölüme gidenlerdeniz.
Gel benim ol sevdiğim, bu yaralar senin için. Aşkı elde değil, bir de bende gör bizim için…
0 notes