Birçok insan, romantik bir ilişki sürdürmenin, ilgili insanlardan en az birinin hayatındaki bazı şeylerden vazgeçmesini gerektirdiğini kabul eder ve inanır. Hatta bazıları onlardan partnerlerinin kişiliğine “uyum sağlamalarını” ve böylece kendi bazı......
Birçok insan, romantik bir ilişki sürdürmenin, ilgili insanlardan en az birinin hayatındaki bazı şeylerden vazgeçmesini gerektirdiğini kabul eder ve inanır. Hatta bazıları onlardan partnerlerinin kişiliğine “uyum sağlamalarını” ve böylece kendi bazı yönlerini değiştirmelerini bekler. Bir çiftin parçası olmanın ve uzun süreli istikrarlı bir ilişki sürdürmenin bazen küçük fedakarlıklar…
Başımı kesip kör kuyuya atsalar. Şah damarımdan oluk oluk kanı akıtsalar, dokuz yurda tenimi lime lime dağıtsalar, yedi çakal sürüsü vücuduma saldırsalar kırmazdı acılar beni, yorardı belki teni. Özümsün, özümle ararım Mevlânâ’m seni. Şems’in kurban olsun sana. Ve yemin ederim ki ölümümün gözlerinin önünde olmasını isterdim. Gör ki "Aşk" için ölmek ne demekmiş.”
Heavily armed police officers secure a street in the Griesheim district of Frankfurt after witnesses heard shots fired. Soner Atasoy, then 41 years old, is later shot dead by police.
30 Mart 1972… Kızıldere’de silah elde ölümsüzleşen; Mahir Çayan, Ertan Saruhan, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Ahmet Atasoy, Hüdai Arıkan, Cihan Alptekin, Nihat Yılmaz, Ömer Ayna, Saffet Alp bilincimiz ve yüreğimizsiniz!
A rare Iznik 'Golden Horn' pottery vase, Turkey, circa 1530-40.
with inverted pear-shaped body leading to a short inverted rim, on a short, slightly flared foot, decorated in underglaze in cobalt-blue with intricate scrolls comprising six large spiral stems divided by six cobalt-blue and turquoise flowerheads, interspersed with arabesques, a frieze of half flowerheads and a turquoise band with repeated S-shaped scrolls above and below.
Provenance: Private collection, USA, acquired by the owner's great-grandfather in Istanbul in the late 19th century.
Note: The group of wares known as 'Golden Horn' took their name from a collection of sherds discovered on the waterways of the southern shores of Istanbul in the early twentieth century (Carswell 1998, p.50). Others are said to be have been found nearby Aksaray (Atasoy and Raby 1989, p.108). They were published as ‘Golden Horn’ by Migeon and Sakisian 1923, pp.128-9, based on a record by the seventeenth century Turkish traveller Evliya Celebi. Although there are records of pottery production on the Golden Horn at this period, the association is misleading and the pieces in this group are clearly the work of the potters of Iznik and Kutahya, as further confirmed by excavations undertaken in 1984 by Professor Aslanapa in Iznik that revealed fragments of this pottery style (Aslanapa et al. 1989, p.149).
1970’lerin başında Gevaş’ta öğretmenlik yapan şair Gülten Akın’ın mısralarında geçer Sebahattin Kurt sadece: "Van denizinde, Gevaş’ta / Adı Sebo, biraz dalgın / Halkını sevmekten önyazgılı / Alıp başını gittiğini duyuyorum Tokad’a"
1970’lerin başı… 12 Mart muhtırası olmuş Türkiye Cumhuriyeti Devleti her yerde devrimci avına çıkmıştı. Deniz Gezmişler’i idam etmeye hazırlanan devlet, dağ-taş demeden Mahir Çayan’ları arıyordu.
Türkiye böyle bir siyasal ve toplumsal krizden geçerken Gevaşlı Sebahattin Kurt ise Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde okumaya gider ve devrimci mücadelenin geldiği aşama onu da etkiler. Ama Sebahattin Kurt’u asıl etkileyen dönüm noktası Lise öğretmeni Gülten Akın’dır. O esnada Van Gevaş’ta öğretmenlik yapan şair Gülten Akın Sebahattin Kurt’u çok sever. Van Gölü’nü izlerken uzun uzun sohbet ederler.
Ancak daha ikinci sınıfta ailesi Sebahattin’den uzun süre haber alamaz. Telaşa kapılan Salih ve Saim Kurt çifti ulaşabildikleri her yere ulaşırlar ama sonuç hep olumsuzdur.
Sonra bir gün, TRT radyosundan şöyle bir haber geçer: “Tokat’ın Niksar ilçesinin Kızıldere köyünde bir evde saklandıkları tespit edilen şakiler; Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Hüdai Arıkan, Ömer Ayna, Nihat Yılmaz, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy, Sinan Kazım Özüdoğru, Saffet Alp ve Sebahattin Kurt ölü olarak ele geçirilmiştir.”
Haberde ismi son olarak okunan öğrenci Gevaşlı Sebahattin Kurt’tur.
Aile inanmak istemez önce, “Bu Sebahattin olamaz. Sebahattin’in ne işi olur orada” diye düşünür. Ya da bu acı gerçekle yüzleşmek istemezler ama birkaç gün sonra aileye haber verilip, ‘gelip çocuklarını morgdan almaları, aksi halde gömüleceği’ söylenir. Ailesi imkânsızlıklardan dolayı hemen gidemez tabi, ikinci bir telgraf gelir: ‘Sebahattin Kurt Tokat Niksar Şavşat Mezarlığı’nda 52 No’lu mezara gömüldü.’
Ama aile kandırılmıştır, söz konusu mezarlığa gittiklerinde öyle bir mezarın olmadığını görürler. Muhatap bile bulamazlar. Aile, tüm aramalarına rağmen Sebahattin’in nereye gömüldüğünü öğrenemez. Annesi Saime önce kör olur, Sebahattin’in acısına daha fazla dayanamaz ve kısa sürede ölür; çok geçmez baba da hayata veda eder.
Sebahattin’in ölümü resmi kayıtlara şöyle geçer: “Yapılan teşhiste alnından ve göğüs hizasından ateşli silahla vurularak öldürüldüğü tespit edilen şahsın Van-Gevaş doğumlu 20 yaşındaki Sebahattin Kurt olduğu anlaşılmıştır.”
Adı, 1970’lerin başında Gevaş’ta öğretmenlik yapan şair Gülten Akın’ın mısralarında geçer sadece: Van denizinde, Gevaş’ta/ Adı Sebo, biraz dalgın/Halkını sevmekten önyazgılı/ Alıp başını gittiğini duyuyorum Tokad’a/
DİRENGEN BİR KİŞİLİKTİ
O dönemleri hatırlayan Gevaşlı Cevdet Altındağ, Sebahattin Kurt’u şu sözlerle anlattı: “Ona sıhhiyeci Salih’in oğlu derlerdi. Nesil olarak bizden büyüktür. Ailesini yakından tanırım. Bütün Gevaş Sebahattin’i direngen bir kişilik olarak tanırdı, asla boyun eğmezdi. Çocukluğundan itibaren böyleydi. Van Gölüne girmesini engelleyenlerle kavga eder, dayak yer ama yine de Van Gölüne girmeyi başarırdı. Dayak yese dahi, kavgaya girecek kadar cesurdu. Katliamdan sonra ailesi Gevaş’tan ayrıldı. Cenazesinin getirilmediğini biliyorum. Gevaş’a getirilmedi.”
‘TÜM MAHALLENİN YARDIMINA KOŞARDI’
Yine Gevaş’ta yaşayan ve Kurt’un gençliğinde Hişet mahallesinde ona komşuluk eden Necmiye Deniz ise Kurt ile ilgili şunları söyledi: Sürekli kitap okurken görürdüm, hatırladığım kadarıyla kısa boyluydu. Cesaretliydi, mahallede ne sorun olursa duyarlı yaklaşır ve insanlara yardım etmeye çalışırdı. Herkes onu çok seviyordu, sonra Ankara’ya okumaya gitti ve bir daha göremedik.”
Kendi zamanımızın insanı olmak kendi zamanımıza özgü sorumluluklar almamızı zorunlu kılar. Zamanın sınavından geçmeyi başaramayanlar zamanın kölesi olurlar.🌿