#Arapça Günü
Explore tagged Tumblr posts
Text
Sakarya Üniversitesi’nde Arapça Günü Etkinliği Gerçekleşti
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından 18 Aralık Dünya Arapça Günü münasebetiyle Arapça Dil Grubu Öğrenci Topluluğu’nun (Mültekâ Lugati’d-dâd) katkılarıyla “Dünya Arapça Günü Etkinliği” gerçekleşti. Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Dekan Prof. Dr. Hasan Meydan, üniversite hayatında sınıf dışı etkinliklerin kişisel ve akademik gelişim üzerindeki önemine dikkat çekti. Fakülte…
#Arapça Günü#Marmara#Murat Güven#Prof. Dr. Ahmet Bostancı#Prof. Dr. Hasan Meydan#Sakarya#Sakarya Üniversitesi
0 notes
Text
Sakarya Üniversitesi’nde Arapça Günü Etkinliği Gerçekleşti
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından 18 Aralık Dünya Arapça Günü münasebetiyle Arapça Dil Grubu Öğrenci Topluluğu’nun (Mültekâ Lugati’d-dâd) katkılarıyla “Dünya Arapça Günü Etkinliği” gerçekleşti. Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Dekan Prof. Dr. Hasan Meydan, üniversite hayatında sınıf dışı etkinliklerin kişisel ve akademik gelişim üzerindeki önemine dikkat çekti. Fakülte…
#Arapça Günü#Marmara#Murat Güven#Prof. Dr. Ahmet BOSTANCI#Prof. Dr. Hasan Meydan#Sakarya#Sakarya Üniversitesi
0 notes
Text
Hesabımızın çetin olmaması için..
84 notes
·
View notes
Text
..
Brüksel’den selamlar. Saatlerdir yoldaydım. Tek istediğim duş alıp uyumak ama Avrupa’nın hizmet yavaşlığından dolayı beklemek zorundayım şu an. Yavaş derken gerçekten yavaş. Güne not düşeyim o zaman dedim.
Almanya’dan Belçika’ya geçtim. Düsseldorf gözüme aşırı çirkin geldi bu sefer ve Almanya Belçika arası yolculuk da Araplar ve Afganların bağrışmalarıyla geçti, inanılmazdı gerçekten.
---
Ve işte AB'nin başkenti Brüksel. Buraya daha mülteci krizi başlamadan geldiğimde de böyleydi, daha baskın hale gelmiş sadece göç durumu. Sokakta Fransızca kadar Arapça duydum ve çok merkezde bir yerde kalıyoruz. Bu arada Belçikalıların Afrika sömürgelerine yaptıklarını hatırlayınca ülkenin durumuna üzülesim gelmiyor pek.
Ayy sonunda işim halloldu. Ara veriyoruz.
---
Duş alıp iyice mayıştım, yazasım da kalmadı pek. Ama saçlarımı iyice kurutamadığım için bi 10-15 dakika beklemem lazım hoff.
--
Yarın suit up günü, covidden bu yana böyle şeyler pek olmuyordu hayatımda, özlemişim biraz. Ama dozu biraz artınca scamming hissi veriyor.
Dünyayı kurtardığını sanan ve aslında hiçbir şey yapmayıp kaynak tüketen takım elbiselerin ve topuklu ayakkabıların evreni.. Birkaç gün içinde olmak iyi hissettiriyor ama sonra "yaa hiç mi uykuya dalarken kendinizi scammer hissetmiyorsun?" diyesim geliyor.
Onlar mı bu dünyayı çok ciddiye alıyor, yoksa ben mi? İşte soru bu.
---
Ve bi şey itiraf edicem, ben evimi ve küçük şehrimi baya özledim ve sanırım dutch öğrenmeye niyet edeceğim 🙃
..
Brussels May 2024
29 notes
·
View notes
Text
İngiliz desteği ile Osmanlı'ya karşı Arap isyanını başlatıp bağımsızlığına kavuşan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hic bir Kurtuluş yıl kutlamalarına katılmayan Sudilerin,
Suudi Arabistan Milli Günü diye adlandırılan kutlamaya Milli Savunma Bakanı, Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri Komutanları ile Arapça bilmeyen Hiç bir milli bayramı kutlamayan Diyanet İşler Başkanı Ali Erbaş'ın katıldığı ortaya çıktı.
7 notes
·
View notes
Text
Pazartesi günü arapça hocam çarşamba iş çıkışında bende toplaşalım biraz ders biraz sohbet yaparız dedi. İstemeye istemeye kabul etmiştim, telefonu kapatırken diğerlerine de bi söyleyeyim bakalım falan dedi. Ben sanıyodum ki gruptan falan yazılır ya da kesinleştiğine dair bana dönüş yapar. Bugün toplanılmış, ben eve geldim arıyolar hani nerdesin diye.... sey eve geldim yatiom?
10 notes
·
View notes
Text
Dün bir pazar ne kadar dolu ve eğlenceli olabilirse o kadardı diyeceğim bir gün oldu. Tüm sosyalleşme ve sanat ihtiyacımı karşıladım şükür.
En yakın arkadaşlarımdan birine sabah uzun kahvaltıya gittik. Güneş yerinde her şey yolundaydı. Kahvaltı faslımız bitip kahvelere geçerken canım arkadaşım bir sergiden bahsetti. Son birkaç haftadır tiyatro, sergi, sinema artık sanata dair bir yerde bulunmazsam öleceğim hastalığı ile mücadele ederken, sergi kelimesini duymakla Gökhan'ın fikrini bile merak etmeden gidiyoruz dedim. Sergi Cermodern'de bulunan Zamansız 7 Büyük Günah sergisi. Neyse buraya sonra değineceğim.
Sergi öncesine de bir piknik havası sıkıştırmasak mı diyerek kahveleri tatlıları ve Uno muzu kapıp kendimizi su kenarı yeşillik bir yere attık. Keyifler gıcır.
Sonrasında Cermodern'in yolunu tuttuk. Cermodern deyince aklıma geldi. Bu isim İngilizce bir alt yapıya mı sahip yoksa bildiğin Türkçe mi diye git geller yaşadık. Zira 'sörnmodern' şeklinde telafuz edenler hiç de az değil çevremde. Bilen bilir Cermodern eskiden lokomotifleri bakım yeriymiş. Canım arkadaşımın aydınlatmasıyla cerr kelimesinin de Arapça kökenli çekmek manasına gelen bir kelime olduğunu öğrendik. Lokomotifleri buraya çekiyorlar ya o hesap. Velhasıl anam babam Cermodernmiş buranın ismi.
Sergiye gelecek olursak 'Zamansız 7 Büyük Günah' sergisi Hieronymus Bosch(Hollandalı ressam 15.yy) un Dünyevi Zevkler Bahçesi tablosundan yola çıkılarak 7 büyük günahın dijital bir sergiye dönüştürülmüş haliymiş. Enteresan ve deneysel bulduğum kısım serginin son bölümünde bu günahların ölümsüzlüğünü ispatlamak istercesine Bosch tarzı ve konu öğretilmiş bir yapay zekanın sunduğu görselleri de izleyecek olmamız oldu.
Serginin seansları var. Yaklaşık 45 dk. sürüyor. Ben gayet beğendim. Beni etkileyen en önemli kısım Bosch'un 15.yy da yaşayan bir ressam olmasına rağmen döneminin çok ötesinde bir eser yapmış olması oldu. Bu konuda epey büyük bir şaşkınlık yaşadım. Yapay zeka görsellerini kimi beğendik kimi eleştirdik. Beni içten içe rahatsız eden insan olmayan bir olgunun sanat dahi üretebilir olması sorgusu oldu. Bilemiyorum altan, zaman neler gösterecek.
Sergiden sonra kahve ve yemek faslı ile günü noktalayacağız sanılmasın. Vedalaşmak yerine bizim eve birlikte geçmeye karar verdik. Beyleri ps başına bırakıp mutfak dertleşmesi sohbeti yapmak bana çok iyi geldi.
Bu dolu pazar için üç kişiye de kucak dolusu sevgiler.
4 notes
·
View notes
Text
كَلَّا إِنَّهُمْ عَن رَّبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَّمَحْجُوبُونَ
“Hayır! Şüphesiz onlar kıyamet günü (Rabblerini görmekten) mahrum kalacaklar” (Mutaffifîn, 15)
Ayette ki محجوبون ifadesi hecebe / حجب fiilinden türemiştir. Bu ise hicab/حجاب yani kadının örtüsü için kullandığı terim ile aynı kelimedir. Bununla hicab kelimesinin Arapça da yüzü de örtmeyi ifade ettiğini anlıyoruz, çünkü kıyamet günü bazı insanlar Rabblerinin yüzlerine bakmaktan mahcub/hicab olunacaklardır. Vallahualem.
16 notes
·
View notes
Text
Bismillah.
Beynimin ciddi anlamda yandığını hissettiğim günlere yeniden merhaba. Bu hissi seviyorum. Birşeyler öğrenirken beynin çatlaması güzel bişey. Ve Ben ilk defa Arapça öğrenmek konusunda kendimi bu kadar ciddi görüyorum. Dünkü dersleri şimdi deli gibi tekrar edicem mesela.
Üç dönemde üç kurs değiştirdim. İlkinde hocalar harika idi türkleri de seviyorlar/dı. her gördüklerinde bana sarılmadan edemezlerdi. İkinci kursumda hocalar çok ciddi idi ama arkadaşlar çok iyiydi. Benimle tane tane fusha konuşmaktan hiç yorulmuyorlardı. Ama bu kurs iki yönden de harika gibi duruyor şimdilik. İnşallah öyle devam eder... Hem hocalar çok anlayışlı hem de arkadaşlarla ilk günden samimi oldum.
Ama o değilde daha kursun üçüncü günü de sınav yapmasaydınız hocam.
16 notes
·
View notes
Text
Zahide Engin Uçar yazdı. 👇
TC Zahide Engin Uçar yazdı. 👍🙏
YEREL HALK
İngiliz Şimşek T.C. Devletini işgal ettiklerini itiraf etti. Nasıl mı?
Türklere “yerel halk” tanımını koydu. Peki İngilizlerin yerel halk tanımı nedir?
Avrupa’nın beyaz adamı Afrika’ya gitti. Sömürdü. Afrika’nın gerçek sahipleri zenciydi. Kara derili oldukları için insan olarak bakmıyorlardı. Beyaz adam için sömürdükleri ülkelerin gerçek sahipleri kara derili insanlar yerel halktı.
Avustralya’ya gittiklerinde Avustralya’da Aborjinler vardı. Katlettiler. Katlettiklerini kabul ediyorlar ama özür dilemeyi reddediyorlar. Geride çok az nüfusu kalan Aborjinlere “yerel halk” diyorlar.
Amerika’ya gittiklerinde milyonlarca nüfusu olan Kızılderili vardı. Avrupa’nın aç beyazları Kızılderililere soykırım yaptı. Hem de en ahlaksız bir biçimde. Oysa Kızılderililer bu cani ruhlu beyaz adamı el üstünde tutmuştu. Kış ayında KITAYA ÇIKANLAR AÇ KALDI. Kızılderililer onlara yiyecek götürdü. Çok yüzlü Amerikalıların Şükran Günü nedir biliyor musunuz? Kış mevsiminde kıtaya çıktıklarında aç kalırlar, Kızılderililer bunlara hindi götürüp doyurur. Kızılderili soykırımı yapan beyaz adam, o yılların anısına Şükran Günü yapıyor. Kızılderililer tepki gösteriyor. Hem bizleri öldürdünüz, bir de bizimle alay edercesine Şükran Günü mü yapıyorsunuz diyorlar.
İşte o beyaz adam Amerika kıtasının soykırıma uğrayan gerçek sahibi Kızılderililere “yerel halk” diyor.
MR. Şimşek İngiliz ve ABD vatandaşı. Bunun anlamı nedir biliyor musunuz? Mr. Şimşek İngiliz devletinin çıkarına ters bir eylemde bulunursa İngiltere tarafından yargılanır. Amerikan vatandaşı olurken ettiği yemine uymazsa yargılanır. Kırmızı bültenle aranılan bir kişi olur. Bu konumda bir kişi Türkiye’de ekonomiden sorumlu bakan yapılmışsa, Duyun-u Umumiye imaj değiştirerek işleme konmuş demektir.
*** *** ***
ÖLDÜRÜLÜYORUZ FARKINDA MISINIZ?
2006 Yılında yerli tohum yasaklandı. Çiftçi kısır hibrit tohumlara mecbur bırakıldı. Her yıl tohum, fide aldı. Tohumlar gelirken o yılın hastalığının ilaçları da tohumla birlikte gümrüklere geldi. Hibrit tohum ekilen tarlada toprak öldü.
Dr. Ümit Aktaş bir açıklama yaptı. Hibrit tohum yasası 2006 yılında çıktıktan sonra bir yıl içinde ölüm sayısı %50 arttı. Böyle giderse ülkede Türk kalmayacak diyor.
Bu açıklama beni ürküttü, ya sizi?
Bir de pandemi kumpası var. Yeniçağ Gazetesinde çıkan bir habere göre Korona Virüs kumpası dünya nüfusunu azaltmak için üretildi.
Sağlık Bakanı ve hükümetin baskısıyla insanlara nerede ise zorla aşı yapıldı. Korkunç bir algı operasyonu yürütüldü. Sonuç?
İnsanların yaşamında aşılardan önce, aşılardan sonra diye bir dönem başladı. Yaşlılar yanlış tedavi yöntemleri ile büyük oranda öl(dürül)dü. Almanya’da aşı mağduru insanlar dava açıp tazminat alıyor. Türkiye’de sürekli bir yakınımızı kaybediyoruz ama tık yok. Neden? Nedeni açık değil mi?
“YEREL HALK” diyor Mr. Şimşek… Yani, katliamlardan geriye kalanlar…
Sahi kaç TÜRK kaldık biz?
Kimsenin zoruna gitmesin bu soru. Ya da gitsin! Gerçek acıdır.
Ülke nüfusunun nerede ise yarısı kendi diline düşman, her cümlesine Arapça bir kelime sıkıştırmayı maharet sayan, kimliğini, özünü kaybetmiş HİBRİT vatandaş… Diğer yarısının yarısı da, her cümlenin arasına İngilizce kelime sıkıştırmayı maharet sayan, özünü yitirmiş sömürge kafalı vatandaş.
Yunanistan adalarımızı işgal ederken, varlık nedenini Türk düşmanlığı üzerine kurmuş bir devlete kapı bir komşu gibi gidip ekonomisine katkı sunanlar zaten milliyetini kaybetmiş demektir.
Yunanistan Pontus Soykırım yalanını meclisten geçirmişti. Bir de soykırım anıtı diktiğini basından öğrendik. Bizim Devlet Tiyatrolarımız ne yaptı? Yunanistan’ın Atina şehrinde bulunan Pire Belediye Tiyatrosu Sanat Yönetmeninin ortak proje talebine olumlu cevap verdi.
Kimse ne işgali önemsiyor, ne de soykırım iftirasını… İşte bu yüzden “YEREL HALK” aşağılaması yapılabiliyor.
2022 Yılında İzmir Kitap Fuarına katılan kıymetli yazarımız Mustafa Yıldırım gördüğü aymazlık ve ihanet karşısında şöyle haykırıyordu;
“Atina devletinin erinin İzmir’i Smyrna yaparak İngiliz zırhlısı Agamemnon ile gözdağı verdiği İzmir Kitap Fuarındaki kahırlı iki günün sonunda yıkım… İzmir’de tepkisiz kitle… Belki eskiden ‘gavur Smyrna’ değildi ama şimdi olmuş… 9 Eylül savaşın utkusu yerine soytarılığa…
Atinalılar adaları işgal etti. Zeybetiko Soyun eri, İzmir’i SMYRNA yaptı. İngiliz zırhlısı Agamemnonu yanaştırdı çirkinlik anıtı fuarına… Artık atları Belkahveden aşağıya sürme vakti yakındır.”
Ordusu dağıtılan, neyi var, neyi yok satılan bir millet… Yağmalanmış bir ülke, yağmalayanları 22 yıl alkışlamış bir halk kitlesi…
Adı silinmiş, milli kahramanları, kurtarıcısı aşağılanmış, milli bayramlarına yasak gelmiş bir millet... Bütün bu örtülü işgal, aşağılanmaya susan bir halk…
Madenleri Afrika’nın belki 50 yıl öncesinde yağmalandığı gibi vahşi bir biçimde yağmalanan bir millet… Suskun… Sanki yaşamıyor gibi… Yaşasaydı bu işgali gerçekleştirenler bu ülkede bir yıl kalamazdı.
Sahi Türkler nerede? Kaç kişiyiz biz? 40 kişi ile Çin Sarayını basan Kürşat ihtilali ile övünüp, 80 milyon nüfusla işgale boyun eğmek… Onuruna, kimliğine, toprağına saldırılınca susacaksın, cebin delinince yaygarayı basacak, buna da BAŞARI(!) DİYECEKSİN… HADİ ORDAN BE!..
İşgalci işgalini güçlendirmek için 17 milyon sığınmacıyı getirmiş. Senin çocuğun sınavla üniversiteye girerken, işgalcinin çocuğu istediği üniversiteye giriyor. Sen parasızlıktan tedavi olamazken, işgalci bedava tedavi olup, bedava ilaç alıyor. Sen işyerine vergi öderken, işgalci vergi ödemeden işyeri açıp, sana rakip oluyor. Sen çoktan Kızılderili, Aborjin olmuşsun haberin yok. Haberin niye mi yok? Ölü taklidi yaptığın için.
Bugün Emperyalizmin başat devleti sömürgeci İngiltere’nin vatandaşı Mr. Şimşek ne diyor?
“Yerel Halk!”
Yani;
Ölenlerden, ölüden farkı kalmayan mankurtlardan geriye kalanlar…
YEREL HALK!
Utanmalıyız! Utanmayı unuttuysak, gerçekten ölelim.
Kızılderililer kadar azaldığımızda, Mr. Şimşek’in vatanında yapıldığı gibi, bir şükran gününü de Türklere çok görmezler herhalde!?
Zahide UÇAR(21. 04. 2024)
2 notes
·
View notes
Text
Pazar günü göl kenarında saatlerce oturdum. balık tutmaya çalışan çocuklarla arkadaş olduk (: beraber kek yedik, balığa yem diye getirdikleri ekmek bitince simit verdik ama balıklar akıllıymış simite bile gelmediler. neyse sonuç olarak Ankara'da bu mevsimde bu kadar yanmak benim başarım oldu. Eve geldiğimde pancara dönmüştüm. evet biz beyazların kaderi yanamamak. çok komik görünüyorum artık 🤦🏻♀️🤦🏻♀️ açıkta kalan kısımlar kızarmayla esmer olma konusunda kararsızken güneş görmeyen kısımlar beyazlığını koruyor. multi-colored bi yüzüm var artık.😕🥺
dün dermatoloji randevum vardı. bitmeyen ergenlik sivilcelerim için ilaç vermemek için 4 ay direnen doktorum sonunda ilaç tedavisine başlattı. hemen etki etti mübarek, dudak çatlamalarım ilacı aldıktan bi kaç saat sonra başladı. ciddi manada cildi kurutan bi ilaç. neyse 3 ay dayanalım bakalım.
dün arapça grubu Ankara olarak bende toplandık. İlk defa eksiksizdik. çok bişey hazırlayamadım ama yine de çok güzeldi hep bir arada olmak. Bu manada hep müsait olmayı seviyorum (: toplaşılacak mı ooo tamam haydi bana 😂 mutfağı süpürmem lazım canım istemiyor. son 2 haftanın notlarını ancak deftere geçtim. Ki bu haftanınki hala duruyor. akşama kadar onu bitirmem lazım. bugün havuza gitmeyi çok istiyordum ama yine vakit kalmadı. çünkü canım kendim sabah 11 de uyandım. Yani yine bayramın tadını çocuklar çıkardı agfahahjaha 😂🤭 akşam terapi var. kendim için bişeyler yapmamı istemişti hoca. yaptım da gibi. bakalım.
şimdi kalkıp kendime yemek hazırlamam lazım çok geç olmadan. geç saatte yemeyi sevmiyorum. midem karşı atağa geçiyor sonra. dün kasapta kuzu şiş buldum sdsdsdd 😅 belki onu denerim. Bu kasaptan al gel eve pişir işini ben çok sevdim. Ay bi de şey dünkü mercimek köftem çok güzel olduydu sdsdsdd 😅 kendini beğenmekte benim gibi ol.🤪 şaka şaka kendimi beğenen bi tip değilim ama kendimi takdir etmeyi yavaş yavaş öğreniyorum diyelim. öyleyse uy canım kendim.
güzel günler sevgili dünya.
4 notes
·
View notes
Text
Bir kaç soru ve merak ettiklerim…. Kimsenin inancı ile ilgili değil merakım. Üzerine düşünmek amaç, kimseyi yermek ya da övmek değil…
Sadece bu inanılanın temeli ve sonuçları ile ilgili. Dostoyevski (Karamazof Kardeşler kitabında) “Tanrı yoksa, herşey mübahtır.”
Günümüz insanının davranışından çıkan sonuç; “Tanrı varsa, herşey mübahtır.” Mübah; yapılmasında sakınca görülmeyen. Arapça “bwh” kökünden gelir, izinli yasak olmayan anlamındadır.
Yüksek idealler uğruna, en temele koyduğunuz ve uğruna her şeyi yapabileceğinize inandığınız en önemli değer(ler) için herşeyi yapabilme özgürlüğüne sahip olduğunuzu düşündüğümüzde bunda bir sakınca görmeden yapmaya cesaret edebilir miyiz? En büyük idealiniz veya inancınız her eyleminize değer ve hatta onu kendi içinizde affetmenize yol açabilir mi?
Ahlâk ile inanmak arasında kuracağımız bir denklemde hangisi daha geçerlilik kazanır? Ahlâk; ben ve seni kabul ile düşünerek eylemek mi, yoksa inanarak vazgeçebilmek midir? Not: Pazar günü için ağır olmakla beraber, düşünmek için zaman ayırabilecek bir konu olduğuna kanaat ettim. D. Cündioğlu YouTube söyleşisinden esinlenilmiştir. İyi pazarlar dilerim. Görsel: Sessizlik - Lütfü Kaplanoğlu
10 notes
·
View notes
Text
كَلَّا إِنَّهُمْ عَن رَّبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَّمَحْجُوبُونَ
“Hayır! Şüphesiz onlar kıyamet günü (Rabblerini görmekten) mahrum kalacaklar” (Mutaffifîn, 15)
Ayette ki محجوبون ifadesi hecebe / حجب fiilinden türemiştir. Bu ise hicab/حجاب yani kadının örtüsü için kullandığı terim ile aynı kelimedir. Bununla hicab kelimesinin Arapça da yüzü de örtmeyi ifade ettiğini anlıyoruz, çünkü kıyamet günü bazı insanlar Rabblerinin yüzlerine bakmaktan mahcub/hicab olunacaklardır. Vallahualem.
وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌ وَعَلَى الْأَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلًّا بِسِيمَاهُمْ ۚ وَنَادَوْا أَصْحَابَ الْجَنَّةِ أَن سَلَامٌ عَلَيْكُمْ ۚ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ
“Onların arasında bir perde/hicab vardır. A’raf’ta bekleyen adamlar vardır. Onlar herkesi yüzünden tanırlar. Cennet ehline: “Selam size olsun!” diye seslenirler. Ki bunlar, şiddetle arzulamakla birlikte henüz (cennete) girmemişlerdir”. (A'râf, 46)
Îmâm Taberî tefsirinde وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌ / aralarında perde/hicab vardır ayeti hakkında dedi ki: “Yani cennet ve cehennem ehli arasında bir perde vardır. Bu bir set, barikattır. O ise Allâh azze ve celle'nin şu ayette bahsettiği gibi sur'dur:
فَضُرِبَ بَيْنَهُمْ بِسُورٍ لَهُ بَابٌۜ بَاطِنُهُ ف۪يهِ الرَّحْمَةُ وَظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُ
“Derken aralarına, kapısı olan bir sur çekilmiştir. İç tarafında rahmet, dış yönünde ise azap vardır.” (Hadîd, 13)
Cennet ve cehennem ehli arasına çekilen hicab/perde birbirlerini görmeye engel iken A'rafta olanlar cennet ve cehennem ehlini simalarından tanımaktadırlar. Bu ise hicabın simayı/yüzü de görmeyi engelleyen bir terim olduğunu destekler. Vallahualem.
#islam#din#iman#allah#tevhid#hakikat#şeriat#tevhid ehli#tesettur#tesettürmodası#tesettürgiyim#tesettür#hijab#hicab#çarşaf#khimar#niqab
5 notes
·
View notes
Text
HİCRET NE ZAMAN? HİCRİ TAKVİM BAŞLANGICI DOGRU MU?
Bilindiği üzere takvimlerde bir olayı başlangıç almak adettendir. Ama bu Hicri takvimde bu öyle midir?
Değil elbette! Ama Hz.Peygamber efendimizin hicret ettiği gün Hicri Takvimin ilk günü olarak biliniyor. Bunu İmam hatip mezunlari, hatta görevli hatiplerde dahil halka sorsanız çoğundan bu cevabı alırsınız.
Hz.Peygamberin hicret ettigi gün Rebuluevvel ayının birinci günüdür.
Peki neden 1 Muharrem seçilmiş yılbaşı günü olarak.
Hicri takvime geçişin hicretten 17 sene sonra ikinci Halife Ömer döneminde onun kararıyla geçildiği söylenir. Elbette hicretin vukuu bulduğu yıl başlangıç alınırken hicretin gerçekleştiği ay başlangıç olarak alınmamıştır.
Malumunuz üzere Muharem ayı Kerbela faciasının yaşandığı menfur olayın yani Aşura günü Peygamberin Ehlibeytinin hunharca katledildiği günüde barındırır içinde. Muharremin onuncu günü basta Hz Hüseyin efendimiz, kardeşi Abbas , çocukları Aliaskar , Aliekber ve İmam Hasan'in çocukları Kasım, Ebubekir ve Abdullah olmak üzere 72 İmam Hüseyin'e gönülden bağlı Ehlibeyt muhibbi akraba ve seveni bedenleri kılıçlarla dogranmış kafaları kesilerek öldürülmüştür.
Olayın Muharremin onuncu gününe denk gelmesi Arapça onuncu anlamına gelen aşura diye anılmaya başlanmıştır.
Bu yüzden yılbaşı ritüelleri ile Aşura yas ritüelleri hep birbirine karışmış ve Aşura ve Kerbela gününü önemseyen ve bir Muharremden itibaren yas programlarına başlayıp mersiye sinezen okuyup Muharrem orucu tutan Müslümanlar yılbaşı kutlamalarını bu güne kadar sarkıtan Müslümanlar ile sürekli çatışma halindedir.
Sanki bu raslantı tesadüf değilde bilerek tertip edilmiş gibi dursa da Hicri takvime geçişin Kerbela vakasından 44 yıl önce oldugu düşünülürse bunun ihtimal dışı oldugu aşikardır. Ancak Kerbela sonrası bu hassasiyetin gösterilmemiş olması ve bilhassa bu günün unutulması için bu güne olağanüstü tarihi olayları denk getirmek için onlarca hadis uydurulduğu da buz gibi bir gerçektir.
İşte Aşure tatlısı veya çorbası diye bilinen yemeğin asıl çıkış noktası aslında birçok farklı kültürde dinde ve inanç ta rastlandığı üzere tahıl ve yemişlerden hazırlanan ve yeni bir yıla başlangıçta bereket getirecegine inanılan bir yemek olarak pişirilmesi ile alakalıdır. Tıpkı Hıdırellez de pişirilen keşkek ve Nevruz'da pisirilen "semenu" gibi yeni yıl yemeğidir. Zamanla Aşura gününe sarkmış ve İmam Hüseyin'in nezir yemeği haline gelmiştir. Ama bir yandan da uyduruk aşura hadislerinin ve zamanında yapılan Emevi propaganda ve çarpıtmalarının etkisi ile de Nuh'un Kurtuluşu vs gibi bu güne denk getirilmeye çalışılan meçhul olaylarla ilişki kuran azda olsa insanlarda olmuştur.
Netice itibari ile Müslümanların Hicri takvimlerinin başlangıcı Hz Peygamber'in Mekke'den Medine'ye hicretini gerçekleştirdiği 1 REBULUEVVEL olması gerekirken tesadüf müdür tevafuk mudur bilinmez 1 Muharrem olmuştur. Ancak Muharrem yas ayıdır ve yeni yıl kutlama ve eğlenceleri için hiç uygun bir zaman degildir.
Bu vesile ile Aşura matemi nedeniyle Tüm Hüseyin aşıklarına tesliyetlerimi arz eder nezir ve ibadet ve ezalarınızın kabulünü cenabı Hak'tan dilerim.
2 notes
·
View notes
Text
EFSUN
Günahın bedeli en ağır günaha ödetilir. Günah var olmanın cezasını cehennemde yanarak değil, cehennem olup kendini yakarak öder.
Karayırtık Mahallesi’nin en Erdemli Sitesi’ndeyiz. Evde toplamda kırk altı duvar, bir zemin, sekiz dişi var. Bir insan, iki kedi, sekiz deli. Üçünü göz, beşini Efsun görür. Kediler bile Efsun’un faça atılmış zihninin yarığından, başka bir diyardan gelen varlıkları göremez. Yalnızca duyarlar. Kedilerin kulaklarına aynadaki yansımanın sesi bile dolar.
Zemin bilir, bu evde çok ayak bezdi. Her biri anlatmak isterdi zeminin bir ağzı olduğunu, dişlerini geçirdiğini. Ama hiçbir insan, ağzının dışında başka bir parçasının konuşabildiğine inanmazdı. Bu eve giren zavallılar akıl suyunun içildiğini bile hissetmezdi. Çünkü gözle görülür hiçbir şey yoktu. Oysa Efsun görülmeyeni görür, kediler duyulmayanı duyar, cinler girilmez yerlere girerdi. Bu ev, insanın kendi içinde hesaplaşamadığı her şeyi bilirdi.
Efsun geceleri, taze gömülmüşlerin mezarlarını kazıp duyularını emer; görülmeyeni görmek için gömülenin gözlerini yerdi. Bembeyaz, kırmızı geçişli, renkli boncuklar. Sararmış, benli, çatlak damarlı, görmekten kör olmuş gözler. Tüyü bitmiş diller. Kulaktan gireni yutmak için ısırılmış. Yutulamamış olanı çatlaklarının arasında saklamış bir yığın dil. Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Arapça, her dilde dönmüş ama hiçbir dilde “bizler ve sizler” demeyi bırakmayanlar, şimdi hepsi dilsizler.
Ağzından çıkanı duymayanlar mezara girmeden yense. Yaşarken, o an konuşurken yenmiş olsa. Kedilerin şapırdatma sesini bir haklılık bastırırdı. Herkes haklıydı. Ağzı haklıydı, kulakları haklıydı, burnu haklıydı. Haklı kulakların sonu bir kedi bağırsağından geçer. Duymayan kulak işlevine geri döner. Ve yaşayanlar artık en az ölüler kadar işlevsizler. Onlar da bir gün gömülecekler. Kediler, hepsinin kulaklarını kulaklarına ekleyecekler.
Kendi pimini çekenler, bacaklarını bir sağ bir sol hareket ettirip ölüme kuryelik yapanlar, uzuvlarını bir bir kaybederler. Cinler kendine gelmeyenlerin uzuvlarını tek tek yer! Böylelikle zihinlerde dolaşıp putları kül ederler!
Efsun imanlıdır. Kireç tutmuş günahların porçözle çözülür olduğuna inanır. Yalandan çatlamış dilleri, duyan sağır kulakları, derisi günahtan tutulmuşları porçöze batırırdı. Günah kimyasal reaksiyonla insandan ayrılır, günahlarla duvarları kireçler, bitkilerini insan etiyle gübrelerdi. Porçöz bu evdeki her şeye sindi, onlarla yaşamayı öğrendi. Porçöz Efsun’a alıştı, Efsun porçöze. Porçöz artık Efsun’un gözlerinde!
Efsun her doğum gününde ağlar, kırk altı duvara kırk altı gün boyunca kendini asar, kurumaya bırakırdı. Bilirdi. Günah işlemek için gelmemişti, günahın kendisiydi. Günahın dünyaya gelmesine izin veren Tanrı, bunun günahını kendine yazsındı.
Günah işlendiğinin 9150. günü gözlerini gördüklerine yumdu. 25. yaş günün boynu koridorun sol duvarında incelip koptu. Babası kızını, günahını; günahının kedileriyle gömdü. Efsun topraktan ödünç aldığı tüm duyuları geri verdi. Efsun öldü. Bulunması kırk altı gün sürdü. Kediler ve cinler açlıktan öldü. Cinlerin cesedini kimse görmedi ama bir başka kedi duydu.
Duasız, Efsun iki kedi, yediği yüz yetmiş sekiz dil, üç yüz elli altı göz, üç yüz elli altı kulakla boşalttığı mezarlardan birine gömüldü. Kimse ağlamadı. Sadece evi su bastı. Mezarlık yokuştaydı. Kendini akıtan musluk mezara varamadan dağıldı.
Solucanlar Efsun’u yedi, Efsun’u yiyen solucanlar biliyordu: Efsun da bir solucandı, içine kıvrıldı, kıvrıldı, kıvrıldı. Boyut atladı. Küçük bir yumurtaydı, çatladı.
Kuş solucanı yedi. Kuş biliyordu: “Efsun da bir kuştu, sağanağa tutuldu. Havadayken boğuldu.”
Kuş kanında taşıdığı idrakla bir kedi tarafından yendi. Kedinin kulakları evdeki ölü cinlerin sesini duydu, kapıyı kırk altı gün boyunca tırmaladı. Kırk altı günün sonunda kapı konuştu:
“Efsun da kapıydı, duvarı yıkıldı.”
Kedi duvarın sesini duydu. Duvarda boynunun kırılma sesi takılıp kalmış, boynu zaman dilimi tanımamış. Duvar şahitti. Kırık olan her yanı bu evde kaldı. Efsun artık bir duvardı, kızıla boyandı.
Her insan dünyanın intihar hapının bir parçasıydı. Efsun biliyordu, zehir zehirdi. Kötü yoktu. İyi hiç. İnsan insandı. İnsan insan. Sadece insan, insandı.
Görebildiğinde insan insanlığını, kendi yarattığı iyiler ve kötülerle yargılandığında anlayacak, İsa’nın gözlerinin neden kanadığını.
Aklıyla kendini piramidin en üstüne koyanlar, aklından kaçacaklar. Boşluk da bir yere varır. Acıtmaz düşmek çakılana kadar.
İnsanın aklıyla örülen her duvar yıkılacak! İntihar insan etmeyecek! Ölmeyecek Efsun’dan sonra hiç kimse. Çünkü yaşamadı ondan öncekiler de.
O ev birilerinin yuvası olacak. Efsun’un kırıkları çatırdayacak. Duvardan ses geldiğine ailenin en küçük çocuğu yemin edecek. Babaannesi cin diyecek, cin, bir nas bir kulhuvallah. Allah çocuğu Efsun’un kırıklarından koruyacak ama Efsun’u efsunluğundan kimse kimse kimse.
5 notes
·
View notes
Text
o pazar günü bir caddede yürümek!
şu anda tek yapmak istediğim yazmak, içimi dökmek... yazarak bir şeyler değişir mi emin olamasam da benim gönlümün içi ferahlar diye umuyorum. evet, yakında (az bir zaman kaldı şaka maka, heyecanlandım şu anda) 19 gün sonra tarihi bir gün yaşayacağız. hem de bu böyle farkında olmadan yaşanacak bir tarihi gün de değil! o gün sabah erkenden kalkıp güzel bir kahvaltı yapıp (ne kadar güzel bir kahvaltı yapabilirim emin değil, sonuçta yumurtanın tanesi olmuş 2 lira, peyniri zaten gram gram yiyiyoruz, domates salatalık ise arşı alada) güzel, temiz giyinip, moral olsun diye parfüm sıkıp, sonra da çıkıyoruz sokağa. yürüyoruz upuzun bir caddede. cadde boyunca karşılaşacağım muhtemel şeyler: (o cadde çocukluğumun caddesi, öyle bir kazınmış ki aklıma düşününce bile aklıma hemen geliyor) büyük bir ekmek fırını, çikolatalı keki, kruvasanı, baget ekmeği alacaksan oradan alacaksın, ekmek 5 lira yazar cam vitrininde, bunu görüp hüzünlenmece. yanımdan geçen 5 kişiden 3'ü türk değil. birkaç yeni emlak var, tabelasında türkçe yazmıyor, tamamı arapça. bakkal ve büfesi çoktur o caddenin, önünden geçerken cipslere takılır gözlerim, olmuşlar 21 lira, dondurmanın en dandiği 5 lira. telefoncu var tam köşede, büyük bir dükkan, telefon için gereksiz bir büyüklükte, o dükkanı görünce de telefonlardan alınan cart curt vergileri geliyor aklıma. bir giyim mağazası var, çok ünlüdür ama fiyatlarını eskisi gibi yazmazlar askıların üstüne. dışarıya, az kalan malları ucuza satmak için sepet atan çocuk giyim mağazaları da artık yapmaz onu. herkes mutsuz, herkes gergin. okula yaklaştıkça o parlak güneş biraz sönmüş gibi de olsa, umuda doğru yürüdüğümü düşüneceğim. değişebileceğini bazı şeylerin. insanlarımın o kadar da fanatik olmadığını, kendi geleceğini düşünebileceğini umut edeceğim. çünkü neden olmasın ki? son yıllarda neler yaşadığımızı bizden başka kim bilir, anlar?
neyse, böyle de duygusallık. caddeyi daha uzun tasvir etmek isterdim ama canımı sıktı hemen, yazdıklarım bile. istanbul, ankara, izmir gibi büyük şehirleri düşünmek bile istemiyorum, kim bilir durum oralarda nasıldır. düşündükçe sinirleniyorum, öfkeyle doluyorum, hüzünlere gark oluyorum. sonra bir de karga oluyorum. uçup gidiyorum. kendi derdim de çok ama şu 1 aydır kendi derdime odaklanamadım ki, ülkenin geleceğini düşünmekten. bu sabah uyandım ve bir zam haberi daha! herkese öve öve bitiremediğim amazon da sonunda kura dayanamayıp fiyatlarını yükseltmiş. iyi dayandı ama hakkını yemeyeceğim. çok iyi dayandı. kargo beleş diye ne gelirse önüme amazondan aldım. hakkımı helal ediyorum lan sana amazon! helali hoş olsun. sen son kalemizdin, yıkıldım ama olsun. çabana sağlık. şu helalleşme modu da ayrı bir saçma bana göre, yargılanması gerekenler yargılanmalı. neyse... şimdi gidip amazondan son kez alışveriş yapacağım. sonrasında da iptal etmeye geçerim iki üç güne. kargolar ulaşınca. son kez... yani en azından ben çalışıp işe girince ve ekonominin beli biraz daha düzelinceye kadar. elbette geçecek çünkü bugünler de. ben işe girip çalışmaya başlayınca bir miktar geçecek. eğer ki ekonomi düzelirse iki miktar geçecek. ha bu arada, bu yazıya ezkaza denk gelmiş ve okuyor olabilirsiniz. sakın bana "bu ülke düzelmez hiçbir şekilde, yok efendim kötünün iyisini seçmeye zorlanıyoruz." gibi gibi cümlelerle gelmeyin. kötünün de kötüsünü görmek derdiniz sanırım. unutmayın ki iyi günlere kavuşurken kötü günlerden geçmeyi beceremezseniz benim gibi işsiz kalırsınız 23 yaşında. öff 23 yaşındayım ve düşündüğüm şeylere bak. gelecek kaygısı, parasızlık, işsizlik, ülkenin siyaseti... dümdüz hayallerim var ya benim! ağaçların içinde ufak bir ev, küçücük araba, o eve ve o arabaya doldurabileceğim bir sürü kitap! bu kadar. hayattaki en büyük hedefi ve hayali bu olan bir insan olarak bile yaşamayı zorlaştırıyor ya bu sistem... alacağı olsun bu sistemin, daha ne almadıysa artık! yoruldum ben, vallahi yoruldum. dayanmaya çalışacağım ama genel olarak yoruldum. bilinsin bu tüm ağaçlar tarafından ve fısıldansın tüm bilmeyen cadılara!
3 notes
·
View notes