#Allah'ın bana Lütfü
Explore tagged Tumblr posts
Text
⭐⭐⭐⭐⭐
İnsan gün olur içinin çölleştiğini, kuraklaştığını hisseder, taşıyamayacağı kadar bir uyku sarar benliğini; ne tercihi ne isteği ne de kaçacak bir şeyi vardır artık.
Gece olur gecenin sesini işitir ve kendi gecesiyle yüzleşir.
Bunu hiçbir şeyin geçiremeyeceğine inanır. Deniz kenarına gider içini açmaz, kitap okur geçmez, birine derdini anlatır, anlattığı kişinin derdi kendisinden çoktur sarmaz, eline telefonunu alır bakınır ama gördüğü her şey sahte ve yapmacıktır rûhu sıkılır.
Düşünceleri kucağına yorgun düşeceği esnada keşke başını kaldırsa insan, ah bi kaldırsa!
Göğe uzun uzun baksa elini uzatsa, dokunsa! Bizi var edip anlamlı kılacak şeyleri Rabbimizin gönderdiğini görecektir.
Kur'an ve Efendimiz...
Böylesi hallerde ben Efendimiz Muhammed aleyhisselâtü vesselâmı düşünürüm. Etrafındakilerini birer birer kaybetmiş, Ana yok baba yok, Hatice’si ahirette, Amca yitirilmiş. Bütün bütün destek çekilmiş, ilgiye muhtaç.
Sadece Kehf sûresi iniyor kendisine: ‘Yürü’ deniliyor. Yaralarını sarıp yola revân oluyor. Vakit can sıkılacak kadar geniş değildir zira. Gönlünü Kur'ana verince Rabbi de ona sekinet verdi ve göğsüne tahammül ve dayanma gücü yerleşti.
Avucunuzda biriken her olumsuzluğu Kur’an ile eritin o zaman manevî bir çatıdan olanları izleyecek ve Allah’a hamd edeceksiniz.
Onu okurken, onda kendinizi arayın mutlaka bulacaksınız...
“Bunun üzerine yürüdüler/ فانطلقا"
📚Kehf sûresi, 71
Hayırlı günler Türkiyem.
Her sıkıntıya rağmen yürüyelim inşaallah.
____________°🌺💞🌸°______________
🎀
#allah#ayet#tefekkür#dua#gönül#yürekten#sevmek#hzmuhammedsav#salavat#bediüzzaman#risale-i nur#free palestine#bahar#sevgi#ask#kalp güzelliği#🌹#gül#çiçeğim#kördüğümüm#kalbimin sesi#hayatımın baharı#kalp güzelliğ#canımın içerisi#Allah'ın bana Lütfü
28 notes
·
View notes
Text
Şöyle yazıyordu;
Benim sana aşık olmam bir tesadüf değildir. Alnıma kırmızı zülüfler düşmesi kadar olağanüstü bir gerçektir. En ummadığım anda Allah'ın bana “kalk ayağa!” demesidir. Gücümün son damlasıdır. Kaderin bir tecellisidir. Vurulan kuşların - lütfü ile Rabbil aleminin- iyileşmesidir.
68 notes
·
View notes
Text
@CSuleymanKaya: ( www.HayretiHayran.tumblr.com ) Divanda kullandıkları isimler HAZİN: Cenabı Allah buyuruyor ki: "Ben kırık kalplerdeyim." ZEYNİ: Ceddi Hazreti Zeynel Abidin'in ismi ile isimlenmiştir. VEFA: Bağdatta acayip haller gösteren ceddi büyük evliya Seyyid Vefa Hazretlerinin makam ve ismi ile isimlenmiştir. BİLAL: Hazreti Resulün müezzini olup halkı hak ve hakikate davet edendir. ŞERİF: Seyyid, (Evladı Resul) 1- Bihamdullah: AÇIKLAMA: 1) Hz. Ustadın Allah'ın verdiği nimetlerinin hamd ve minnettarlığı ile, Hz. Resul (A.S.), Haydar, imam Hüseyin ve Fatimetüzzehra'nın lütuflarına, Şahı Nakşibend ve Hz. Gavsı Geylani'nin el tutmalarına mazhar olmakla yüksek tarikattaki en son ve esas kaynağına varmış ve oradan almıştır, bununla da en büyük üveysi'dir. 2) Hazreti Ustad buyurdu: Evvel cedleri - Evet cedlerim - Hazreti Gavs'ın nakibi ve ona bağlı idiler. Fakat Hazreti Şahı Pir, beni Hazreti Gavs'ten zorla aldı." 3) Nakşi ve Kadiri tarikatları, Hz. Şahı Pir de en gerçek şekilde birleşmiştir. Bir gün Hz. Şahı Pir murakebede iken, Hz. Gavs hazır olur ve der ki: "Allah'ın çok sadık, çok emin ve sevgilisi, Ali, tarikatımı da sana verdim, müridlerine de ver" buyurur. Hz. Şahı Pir: "Kabul ettim, tarikat cedleri de kabul etsin" demesiyle, Hz. Pir'in şeyhi ve babası, Kutbü'l irşad Şah Muhammed Bahaeddin hazır olup: "Ali, Hz. Gavs'ın teklifini kabul ettim. Sen de kabul et der. Yine Hazreti Şahı Pir kabul ettim, cedler de kabul etsin demesiyle, dedesi Şeyh Osman Siraceddin hazır olur, ve teklif tekrarlanır. Hz. Şahı Pir yine cedlerin kabulünü isteyince, Hz. Şeyh Mevlana Halid ve sonra halkadaki bütün büyük pirler; Hz. Ebu Bekir Sıddık (R.A.) ve Hz. Resul (A.S.) hazır olup divan kurulur. Hz. Resul, Şahı Pir'e, Hz. Gavs'ın teklifini kabul etmesini söyler. Şahı Pir: "Kabul ettim, Ya Resulüllah! Ancak divanda ve huzurunuzda Hz. Gavs ile bir sözleşme yapmak istiyorum. Kadiri tarikatının zikrini yaparken müridlerin başına gelecek zararları Hz. Gavs ödeyecektir." der ve kabul ederler. Bu suretle Kadiri tarikatı Hz. Şahı Pir'e, Hz. Gavs ve Resul tarafından verildiğinden en yakın Kadiri de biziz. Zaten daha evvel Hz. Şah'ın dedesi Şeyh Osman Siraceddin Bağdat'ta Hz. Gavs'ın merkad-i şerifi yanında sekiz sene sülûkte kalmıştır. Hz. Gavs'ın emriyle şeyh Mevlana Halid'e gelmiş ve baş halifesi olmuştur. Bir gün Hz. Şah'ın bulunduğu Bağekun'de, dam üzerinde müridler cehri olarak kadiri zikrini yaparken, gelen rahmet nurunun şiddetli cezbesinden bir mürid fırlayarak başaşağı damdan düşer, başı sivri bir kaya parçasına gelerek, kafatası parçalanır. Çok kan akar ve herkes müridin derhal öldüğünü zanneder. Hazreti Şahı Pir'e müridin öldüğü haber verilir. Hz. Şahı pir "mürid ölmedi"der. Kısa bir müddet sonra müridin olduğu yere giderken yolda oğlu (küçük yaşta) Muhammed ile karşılaşır. Oğlu der ki: "Baba çû (yani, baba gitti, mürid öldü)" Hz. Şahı Pir "Ne çû (gitmedi)" der ve müridin yanına gelir, belinde bağlı (kuşağı) büyük mendili çıkartıp müridin üstüne örter ve murakabeye dalar. Mürid hiç bir şey olmamış gibi canlanarak kalkar. Hz. Şahı Pir bu açıklamayı yapar ve Hz. Gavs ile olan sözleşme gereğince, Hz. Gavs'ın himmet ettiğini söyler. Ustadımız Seyyid Kadri buyurdu ki: "Bu müridi bizzat gördüm. Hikmet icabı boynu biraz eğriydi". 2- Münacaat 3- Nat 4- Şahım Hüsam: Kainat incisi Hazreti Resul (A.S.) için: Kâinat ummanın HAK cevheri Muhammeddir Ol resuller serveri Zati nurdan oldu ruhi enveri Sebep oldu âleme HAK rehberi Beridir Ademin abtürabından İlk habibtir O, nebiler ekberi Nuri tevhit, esmayı HAK mazhari Geçti kamuyu Kabe kevseyn eri Fesih etti gayrı yol ve dinleri Sultanlıkta yoktur asla benzeri Yüz Süleyman yol tozunun kemteri Süleyman ezelden kulu çakeri. Süleyman KAYA Hazreti Şahı Pir Muhammed Ali Hüsameddin (Kds) için Güya seni övmek ister bir geda Hiç mümkün mü bu? Ey Mahbube Hüda Hayranım sana canu gönülden feda Şahı Hisam Naibi Muhammed Mustafa Bir lütfü ilâhi âleme merhamet Alem devrinde buldu yüksek saadet Tarikinde bırakmadı müridane zahmet Her kim dese YA ALİ hazırdır himmet Kul Süleyman şaha candan eder hizmet Yüzüm eşikte geçse de yüz kıyamet. Süleyman KAYA AÇIKLAMA: 1) Bu kaside hazreti Şahı Pir bütün makamların üstünde sübhan ile mest, Hazreti Resulün baş veziri asaf ve bütün tarikat pirlerinin yerinde olarak ne güzel vasıflandırmıştır. 2) Hazreti ustad (kırmızı gül nesimi) kasidesinde ilk olarak yaratılan Hazreti Resulün nuru içinde, ruhunun tam bir dolunay olarak mevcut olduğunu ve kıyamete kadar da ondan ayrılmayacağını, tam bedir ruhunun Heyy ismi ile mücella olmasından Hazreti İsa gibi ölüleri diriltir nefesli olduğunu açıklamıştır. Bu kasidede şahım Hüsameddin büyük bir bedir, nazari çürümüş kemikleri bile diriltir vasfetmesiyle ilahi Heyy isminin kudretinden mazhariyetini beyandır. Hazreti Gavsı Geylanin (Kds.) bir papaz ile mücadelesinde yüz seneden evvel ölmüş bir hıristiyana (Kum bi izni) benim iznimle kalk demesiyle hıristiyanın dirildiği, hazreti isa ve havariyonlarının ölüleri dirilttiği malumdur. Allah ve Resul halifesinin de ölüleri diriltmesini çok görmemek gerekir. Bağekunda bir gün hazreti Şahı Pir geçerken müridler bu kasideyi okuyorlardı. Hazreti Şahı Pir buyurdu ki, bu kasideyi okuyan ve dinleyen bir hatme şerif okumuş gibidir. Yüzlerce yıldızlardan daha parlak nadir nur Tacın: Zümrüt (Hazreti Resul "Yakut", diğer peygamberler "Durr", yüksek evliya nurlariledir.) 5- Ya Gavsı Geylani 6- Gönlümün cevher camı: AÇIKLAMA: Nebiz: Hurma şarabı olup, Hazreti Peygamberin nisbetine işarettir. 7- Yare ilk bakış 8- Deli sevdalı: AÇIKLAMA: Hazreti Şahı Pir Hisameddin'in sümbül olan evliya bahçesine dahil olup kırmızı gül, Hazreti Resul'e vardım. ilahi tecella olan sarı gülü daima seyrederek gönül derdini Şahi Hisamüddin'e deva ettirdim. 9- Gönülden turum: AÇIKLAMA: Kudsi hadiste Cenabı Allah buyuruyor ki: "Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, onun için alemi halkettim." Hazreti Ustad "Xeberdarim ji sirra kuntu kenzen" demekle ben o hazinenin sırrından haberdarım, yani ilk hazinesinden haberdarım, bu ilk sır da Cenabı Hak'tır. Onun ruhu, ceddi Hazreti Resulün nuru idi. O da alemler yaratılmadan evvel Allah'ın (C.C.) zatında nur idi. Sohbette Hazreti Ustad açıkladı: "Ma æarafnake hakka marifetike" (Ya Rabbi seni layıkıyla bilemedik) hadisi şerifi Hazreti Resul sıkıntı halinde söylemiştir. Cenabı Mevla'nın Hazreti Resule bildirmediği hiç bir şey yoktur. Her şeyi bildirmiştir. 10- Ayetullahı şerif: AÇIKLAMA: "Siyah pûşim şefeq rojim dibim æeynê heqîqet" Siyah: Hazreti İsa'nın nispetidir. Hazreti İsa gibi hekim, güneş şafaklıyım ve aynı hakikat oluyorum. "Sipî destim ji mey mestim ne hişyar. Belê mesti elestim ez ji dimê" Sipi-Beyaz: İmamı Ali'nin nurudur. Yani elim imamı Ali'nin elinde ve onun mey'i ile mestim. Uyanık değilim. Evet elest meclisinden mestim yüzünden. Yakut ve zümrüt gibiyim: Bütün peygamberi izam ve Hazreti Resul varisiyim. Sinem (Göğsüm) bütün kudsi ruhların toplandığı CUDİ dağı mescididir. 11- Dilberin güzel yüzü: AÇIKLAMA: Hazreti Şahı Pir Hüsameddin yüzünde Hazreti Resulün tecelli etmiş nurunu gördüm. Hadde: Kuyumcu ölçüsü. 12- Kristal gönül: AÇIKLAMA: Kürsü ve levhi iki adımda geçen Hazreti Şahı Pir'in tasarrufu, biri güneş gibi nuru, birisi de şeffaf, yani renksiz sıfatta olan Allah zati nuruna mazhar olmakla güneş ruhlu Şah Ali bu geçişi yapabildi. Bu tasarrufuna Hazreti Ustadın ruhunu da beraberinde almıştır. Bu hakiki mürşidin tasarruf ve kerametidir. 13- Biricik Dilber: AÇIKLAMA: Mürşid tam olgun olunca mürid çok daha kolay ve yakından büyük lütuflara erer. Bu büyük derece ise teveccüh makamı ile geçilebilir. ilim ve ibadetle geçilmez. 14- istediğim sevgili: AÇIKLAMA: imamı Rabbani 13. Mektubta buyuruyor ki: "SEYRİ İLELLAH, beş letaifin aslına çıkmasıdır. Ellibin senelik sülûk yoludur. Bundan sonra SEYRİ FİLLAH başlar." Bu kaside bu hali bildirir. Şeyh Şurahbil dedi ki: "Bir sabah Seyyitler camisinde müridlerden Hacı Abdulkerim ile Hazreti Ustad'ın huzurunda idik. Hazreti Ustad'ın başı üzerine çok parlak tam bir bedir indi ve kalktı. Üç kere inip kalkan bu dolunayı ikimiz de zahiri gözle gördük. Biraz sonra Hz. Ustad gözlerini açtı ve bu kasideyi yazdı. Okumak için de bana verdi. Hasıl olan hali kendisinden sorduk. Buyurdu ki: "Ceddim imamı Aliyyittaki Hazretinin mübarek ruhu beni kapladı ve bu kasidenin hâl ve makamını verdi." Elhamdülillâh ne ilâhi lütuftur ki, ellibin senelik sülûk yolu ustadımıza birkaç dakikada verildi. 15- Gel dilber: AÇIKLAMA: Tebriz Güneşi: Şems-i Tebrîzi'ye işarettir. Ud: Zikrullah Benim için her gece Kadir gecesidir: Yerler, gökler Hazreti Resulün yeşil nuru ile doludur. Arif-i billah; Hazreti Muhammed, Eminullah Hüsameddin ve Allah daha ne istedi ise (Maşaallah) Kadri'nin gönlünde. 16- Hani Gönlüm: AÇIKLAMA: İhsan yolukitabı Nakşibend kelimesinin izahında (Tıflı meani) açıklanmıştır. Hevrami; Hz. Şahı Pir'in bulunduğu mıntıkanın ismidir. Gönlüm benim için fal (yani gaybi bildirir) doğru kol ve kanattır. Maksadım tıflı meanimi yaptırana taşmaktir. Sema renk abasının nurlu muhabbetli tıflısıyım. Dahil ya şahı irfani gönlüm, hani gönlüm? 17- Yolcuyum: Not: Kacer: Çok meşhur bir okçu. Seyyid Kadri, Bağekun'a Hazreti Şah'ın ziyaretine giderken bu kasideyi söylemiştir. 18- Ezel sırları 19- Allah'ı zikir: AÇIKLAMA: Zikrin, kamil mürşid yanında yani manevi muhafaza ve ruhaniyetinden isteyerek yapılması lazımdır. Şeyhin manevi huzurunda yapılan zikirde, ancak kalbin manevi hastalıkları giderir. "Celal" zikri: "Allah" zikri. 20- Bilirsin ki aşığım 21- Gözümsün gördüğümsün: AÇIKLAMA: Hazreti Ustad, hacdan döndüğünde Bağekunda Hazreti Şahı Pir'i de son defa ziyaret edip Cizre'ye geldiğinde ilk yazdığı kasidedir. İmamı Rabbani Hazretleri Mektubat'ında buyurur ki: Hayreti Kübra hasıl olduktan sonra marifet makamı vardır. Hayret makamı olan Küfrü hakiki'den sonra İmanı Hakikiye kavuştururlar. (Divanın başındaki açıklamada geniş bilgi vardır.) www.HayretiHayran.tumblr.com 22- Sen şirin elinden: AÇIKLAMA: Sarı küpeli: Esrarı ilahiden haberdar. Bileğinde Bilezik: Sultanlık nişanı. Dikensiz, çıkıntısız kırmızı gül: Hz. Resul (a.s) Mercan: Hz. Resule tabi olanlar, yani ümmet. Sen şirin elinden içtiğim iki taze dolu kadeh birisi kırmızıgül, yani Hz. Resulün nisbeti, diğeri de gülbahar yani Hz. Şahı Pirin muhabbet ve nisbetidir. "Dur ji yaqûtan bijare" yani inciyi - elması yakutlardan seçtim. Hz. Resul elmas, diğer peygamberler yakut demekle Hz. Ustad'ın Muhammediyyül meşreb olduğu aşikardir. Ustad Seyyid Muhammed Kadri Hazretleri: "Bir gün manada gördüm; yeşil bir nur direk, arştan yere kadar üzerime inmiş, bu kasidenin beyitleri de yeşil nur balıklar gibi bu nurun içinde dolaşmakta nurun etrafında melekler halka olmuş, halka halka üzerine Arşullaha kadar gidiyor ve bu kasidenin beyitlerini yakalayıp yukarı kaldırıyorlar. Bu halin ne olduğunu meleklerden sordum. Dediler ki: "Bu Allahu Teâlâ'nın yanında çok makbul bir aşk ve ilimdir. Lâkin bugün yeryüzünde bunun ehli yoktur. Ehli gelinceye kadar yukarda saklıyacağız." www.askveilim.tumblr.com www.instagram.com/askveilim www.twitter.com/askveilim 23- Renginden gönül: AÇIKLAMA: "Allah göklerin ve yerin nurudur. Nurunun misali içinde misbah (çerağ) bulunan bir mişkattir (pencere) o misbah bir kristal (billur-sırça) içindedir. O misbah sanki inci gibi bir yıldız ki ne doğuya ve ne de batıya nisbeti olmayan mübarek bir ağaçtan, zeytinden tutuşturulup yakılır. Onun yağı kendisine bir ateş dokunmasa da hemen ışık verir. Nur üstüne nurdur. Allah kimi dilerse, nuruna kavuşturur. Allah insanlar için misaller icad eder. "Allah her şeyi hakkıyle bilendir." (Nur:24/35) Bu ayeti kerime çok şekilde tefsir edilmiştir. Tasavvuf ehli de bununla çok uğraşmışlar, imamı Gazali (Mişkatü Envar) adıyle bir kitap yazmıştır. İmamı (Sühel) ve başka zatı kiram misaller yazmışlardır. Hazreti Ustad Seyyid Muhammed Kadri ise, yepyeni bir manevi içtihad görerek mübarek kalbinin hali üzerinde tefsir etmiştir. Şöyle ki: 1) Mişkat: Hz. Resulün feyzinden (renginden) gelen nura kalpte açılan pencere. 2) Misbah: Kalp içinde husule gelen, renksiz nurdur ki Allah'ın zatı nurudur. Çünkü zat nurunun rengi yoktur. (Leyse kemislihi şey'un şura:11) Nitekim ayeti kerime "Allah göklerin ve yerin nurudur" buyurmakla sıfat değil, zat nurundan bahsetmiştir. 3) Züccac [kristal]: [El misbahu fi zucac] "o kandil bir züccace içindedir demekle, züccactan maksat kalptir. 4) "Onun yağı kendisine bir ateş dokunmasa da hemen ışık verir" buyurmaktadır. Kasidede: "O misbah pak, münezzeh ve misli olmayan Allah (C.C.) emriyle tutuştu. Onun için ne doğuya ve ne de batıya nisbeti yoktur. Bu Allah'ın zatından bir hikmet ve hükümdür." 5) "Nûrun ala nûr" Nur üzerine nur. Kaside: "Çok şeffaf gönlüme bir nur akarak, ona güneş oldu. Habibüllah'ın nuru da bunu kapladı" diyen Hazreti Ustad Birinci nur, kutb-i ferd Hazreti Şahı Pir'in güneş nur ruhu, ikincisi onun üstüne gelen nur da Habibüllah'ın nurudur. Nur üstüne nur, Kamil mürşid nuru üzerine gelen Habibüllah nurudur. 6) Kevkebi dürrü (inci yıldız-gezegen) den maksat şey'iyyet makamında la şey'iyyete geçerken, salikin Allah'ın nurunda tam fena olup öyle ki, kendi kulluk nuru ile Allah (C.C.) nurunu birbiriniden ayıramaz halde, cem olmuşken gördüğü bu nur, bir parlak yıldız-gezegen gibidir. Hazreti ibrahim Aleyhisselam de bu halde iken gördüğü yıldıza-gezegene (ilahi nura) İşte Rabbim dediği tefsirini yine Hazreti Ustad yapmıştır. [Makamat bahsine bakınız] Allahu Tealayı en yakın hissettiği bu halde salik, bu sondur, bundan üstünü olamaz zan eder. Bu hal için Ustad der ki; misalsiz (Allah) daima hazırdır. Ve bana ruhumdan daha yakındır. Fakat ikinci fenada gördüğü nuru, yıldızdan-gezegenden görünüşte daha büyük olan ay ile ve üçüncü fenada da bu nuru güneş ile vasıflandırarak vilayet makamının sonunu bulur." Bu kasidede (Necma me îro bû hilal) "Bugün yıldızımız ay oldu" diyen Hazreti Ustad, birinci tam fenadan geçip ikinci fenadaki halidir. Hazreti Şahı Pir'in yetiştirdiği halifeler ve onun manevi tasarrufunun tek olduğuna bu kaside ne güzel bir delildir. 24- Gönlüm güzelliğin bahçesi: AÇIKLAMA: Zümrüt; Efendimiz, Yakut; diğer peygamberlere semboldür. (Ji rengê şah çi yaqûtim) Şahımın renginden vilayetim peygamberler vilayetinden, can ve gönülden de ne acaib Hazreti Resulün (a.s) nurundanım. Sinemde Cudi dağı mescidi olup yarlar için mesken benim buyurması, Hazreti Nuh (a.s), tufanda gemide iken, kafirler boğulduktan sonra "Ya Rabbi beni mübarek bir yere kondur. Sen konaklayınların en hayırlısısın." Allahu Teâlâ, Cudi dağının üzerine inmesini emir etti. Cudi dağının mübarek olmasının sebebi ise, ruhlar aleminde Hazreti Resul ve diğer peygamberler ile büyük evliyanın ruhları Cudi dağı üzerinde bir toplantı yapmış olmalarından geliyor. Hazreti Ustad der ki; "Sinem, o ruhların toplandığı Cudi dağı mescidi ve yarlar için ben meskenim." Peng: beş tarikattır.(Nakşi, Kadiri, Sühreverdi, Kübrevi ve Çeşti). 25- Leyla: AÇIKLAMA: Ustad hazretleri, cezbenin şiddetinden güneş gibi kafların etrafını dönmüştür. Nasıl cezbedir? Allah bilir. 26- Kırmızı gül nesimi 27- Allahın yardımıyla: AÇIKLAMA: Bedri, Hazreti Ustad'ın bir lakabıdır. Bedriyi sormuyorsun demekle Hazreti Resulün nurundaki fenayı ifade ediyor. 28- Kırmızı gül kokusu: AÇIKLAMA: "Mucazê Şah û Yasînim" mısrasında Hz. Şah ve Resulden icazetliyim. Hazreti Ustad buyurdu: "Dünyada benim icazemden daha üstün ve doğru hiç kimseye icaze verilmemiştir. Çünkü ceddim bizzat en yetkili ve en doğru icazeyi eliyle vermiştir." 29- Şirin zülfler 30- Güzel dilber: AÇIKLAMA: İmamı Rabbani mektubatında der ki: Hazreti Resulün mübarek ruhu HEY sıfatından, diğer ruhlar ilim sıfatından yaratılmıştır. "Bu kasidede ne kadar büyük sır, vuslet ve yüksek vilayet vardır? Başka yerde benzerini görmedim. Elhamdülillah. 31- Gönül bahçesi: AÇIKLAMA: Hazreti Resul'den Hazreti Şeyh Hüsameddin'i istemek tarikatın ne kadar ince, garib bir usul ve vuslatıdır. Tiryak: Padişahın sarayında bulunan her derde deva bir ilaçtır. 32- Latif gülde bülbül: AÇIKLAMA: Gül: Cenabı Allah Bülbül: Hazreti Resul Sümbül: Eshabı Kiram Gönül: Hazreti ustadın kalbi Gönül ve bülbül eltafi ilahiyeye yani Esmayi Hüsnaye mest ve hayranla gazel okur. Gülün parlaklığı yani tevhidi ilahi ve hak dininin bilinmesi bülbül olan Hz. Resuldandır. Çimende yeni çiğ tuttu. Peygamberlerden sonra gelen Hz. Muhammed ve eshabı dini en üst kemale erdirdiler. Sıradan okuyacağımız bu üç kasideyi Hz. Şahi Pirin vefatından sonra yazmıştır. Vefatından uzun seneler geçtikten sonra da yine Hz. Ustad şahının bahsi geçince bir çocuk figaniyle ağlar ve cezbe cemaate de sirayet ederek hepsini de ağlatırdı. Çünkü onun gibisi, şeyhine bağlı ve vefalısı görülmemiştir. Bir gün sohbette açıkladılar. Cenabı Allah'ın Hz. Şahı pire verdiği ve onun tasarrufu bambaşka idi. Bugün sabahleyin müftü ve cemaat ile sohbet ederken, aynı zamanda Bağekunda Hz. Şahı Pirin hizmetinde idim. irandan bir halifesi de huzuruna gelerek dedi ki, birisi geldi tevbe etti, hücreye çekilmiş virdine dalmış, on saatten fazladır hareketsiz duruyor. Müridler bunun sağ yahut ölü olduğunu soruyorlar, diye halife irandan Bağekunda dünyasını 18 sene evvel değişmiş Şahi Pirden soruyor. Cizrede sohbet eden Hz. Ustad dinliyor. Hazreti Şahi Pir halifeye dedi ki; O kafir bir kominist idi. Adımı işitmiş ve tecrübem için sana geldi. Sen tövbeden evvel getirttiğin tevhid kelimesiyle iman nuru kalbine nakış oldu, müslüman oldu. Virdini çekerken kalbinde Vahdet nuru zuhur etti. O nurun seyrindedir. Ben üzerinden nezerimi keseceğim. Uyanacaktır, ölmemiştir dedi. 33- Ya Rab nerede şahım 34- Sormuyor imdadımı kimse 35- Şah Ali'nin mezarını ziyaret 36- Şah güzelliği 37- Dalgalı zülfler 38- Şey'iyetsizlik: AÇIKLAMA: Bu kaside de bütün evliya makamını, şey'iyette olanlar ile, la şey'iyette olanlar diye iki kısma ayırmıştır. @ihsanyolu'nda geniş tafsilat vardır. www.ihsanyolu.tumblr.com Sohbette Hazreti Ustad buyurdu ki: Nefsini bilen Rabbini bilir, hadisi şerifin sırrı vardır. 39- Ah ey gönül: AÇIKLAMA: Gönlümün içi kıyamete kadar yarin güzelliğinden boş değil. Hazreti Musa'ya SANA vadisinde gelen nur gibi her isteğime cevap gelir. Tur sinemde gönül nurlar nurudur. Yani ilahi zati nurudur. Sabah yıldızı gibi bütün yıldızlardan parlak olup, gökler, yerler, kürsü de bu nurla aydınlanır. Çok yıldızlı kandilleri enbiya ve evliyayı kiram göğsümde vardır. Fakat esasen gönlümü nefis inci Hz. Muhammed için mesken yaptım. Kendim kemalde bir dolunayım. 40- Siyah zülf ve bade 41- Yeni Allah kulu: AÇIKLAMA: Hadisi şerifte: "Bu dünyada iken bir daha yeniden doğmayan, melekutun ulviyetine giremez. "Onun için Hazreti Ustad "Yeni doğmuş çocuğum, parlaklığım yenidir yeni" demektedir. "Hu" Allahu Teâlâ'nın hem zat ve hem de sıfatları yerinde de kullanılır. Zat ve sıfat denizlerinde kemal bulunca "Hu" isminin zikri husule gelir ki, her şey nefidedir, illa Allah ispattadır. Salik, zat ve sıfatların seyrini tamamlamış ve kamil bir kul olarak Allahu Teâlâ'yı da bilmiştir. Bu kulluk makamı, bütün makamların üstündedir. Hazreti Ustad makamda (Nû ebdê xuda nasim dil zikrê be hû hû bûm) "Allah kulu olarak yeni tam bildim. Gönlümde de hu hu zikirdir." "Çünkü hakiketen dosdoğruyum, kudsiyete layıkım. Nisbetim de İmamı Zeynelabidin'dendir. Kaynağın ta başındanım. 42- Meyhane: AÇIKLAMA: Gönül turunda seyr eder ve narına (ilahi zati nura hayran oluyorum.) Hayret makamında, hayranlığa duruyorum. Kadri, rumuzlardan söyler, dolunayı, İREM'de (Cizre'de) doğdu. Beş harften (Allah) isminin hilim ve sabır sıfatlardan layık oldu. 43- Peri geldi 44- Ceylan gözlü: AÇIKLAMA: Beyaz, esmer dilber; Hazreti Resul'dur ki, Arablara göre beyaz, Türklere göre esmerdir. 45- Yanık gönülden: AÇIKLAMA: salikin hayali daima sevgilisinde olmalıdır. Bu hayal ne kadar çok kuvvetli ve geniş ise, salik onunla vuslat eder. Hazreti Ustad, hayalinde, sevgiliyi avlamak için kaftan kafa, baştan başa tuzak ve bendler kurmuştur. 46- Dilber yüzü: AÇIKLAMA: Beyaz: imamı Ali'nin nuru, yeşil: Hazreti Resulün, Sarı: Allah (C.C.) isminin kalbteki nurudur. Hazreti Ustad der ki: Beyaz, yeşil kuşum, kanadım da sarı, yani Hazreti Ali, Hazreti Resul ve Allah isminin nurlarından bir kuş gibiyim. 47- Gönül kuşu: AÇIKLAMA: Sana Vadisinde Hazreti Musa'ya görünen ateş, Allah (C.C.) zatının nuru idi. Ruhun güzelliği de bu nura benzer ki hadisi kudsi de: Ben insanı kendi suretim (benzerim) üzere yarattım. Ruhların ruhu (Hz. Muhammed) aynen vücut nurunun içindedir. 48- Şehzade yanağının şulesi 49- Dilber elinde gönül: AÇIKLAMA: Saray ve mahfillerin geliniyim. Hz. Gavsı Geylani, Sırrül Esrar isimli kitabında der ki: Cenabı Hakk'ın çok büyük evliyası vardır ki, onlar zatı ilahiyeye mahsustur. Evliya içinde gelindirler, nasıl ki bir düğün aleminde gelin herkesten süslü ve kıymetli özellikte ise onlar da öyledir. Kalplerde yeşil nurum. Bütün tasarrufatım Hazreti Resul iledir. İlmim kalb ilmidir. Onun, yani Hz. Resulden gelen kamiller ilmidir. 50- Yokluk denizi: AÇIKLAMA: Fena denizinde yüzlerce cevher gördüm (Esmayi hüsna nurları) Adem'in toprağında çok madenler husule geliyordu. (Wel æelleme'l-esmae kulleha 2/30) Adem'e bütün esmaları verdim. İlim irfan ve herşey, bu madenlerden ben sarı madeni (kalp ilmini) tercih ettim. Bu manada Hz. Muhammed'in nuru bana nazar etti. Apaşikar yüzünde gördüm. Onunla ve onun yolu ile gayeye erdim. İlahi varidat nur denizleri o kadar büyük ve verişlidir ki, herkes takat getiremez. Fakat ey Kadri (ki maşaallah bir kal'a burcu gibi Hz. Ustad bu feyzlerde sabit idi), Gönlün Allah ile oldukça bunlar kalpte bir damla gibidir. Bununla kalbinin ne kadar büyük olduğu da anlaşılıyor. 51- Hilvet sarayı: AÇIKLAMA: Hazreti Musa Eymen vadisinde ateş olarak gördüğü yere gelince, Allahu Teala'dan ona, Ben Allah'ım ayakkabını çıkar Tuvadasın nidasını duydu. Hz. Ustad der ki: Ateş diye görünen zati nur idi. Ey Kadri, ruhun, vücud kristalinde nurun nuru; zati nur oldu. Sende Musa gibi onu ateş (kabes) mi sandın ki seyirdesin. Gönülden gelen ah ve iniltiler, maddi hislerimiz ile anlaşılmaz. Ve bu ilahi yakınlık ve anlam maddi değildir. İlahi sır, Cenabı Hakkı bilme, yine kalbe gelen ilahi ilham ile Allah'ın kendisini bildirmesidir. 52- Gayb denizinin görünüşü: AÇIKLAMA: insandaki sırlar sırrı, Cenabı Allah'ın yaratma arzusuna sebep olmuştur. (Hz. Muhammed A.S.) bu ilahi arzudan (büyük aşktan), ilahi esma nurları, sırlar sırrı olan insanda, bir nüsha olmuş, bütün ilim, fen, kemal bundan husule gelmiştir. Ne acayiptir kainat bütün çeşitleriyle görünür. Belki Hz. Ustad bunda atomu görerek kast etmiştir. Çünkü bugünkü fen, atomun mahiyeti ve etrafındaki uydularıyla aynen güneş sistemimize benzer diyorlar. Hepsinin toplam ve bileşiği birdir. demekle de hakikat hepsinin esası Hz. Muhammedin nurudur, ondan husule gelmiştir. Onun için damla da bir, deniz de birdir. 53- Peri: NOT: Bu kaside tamamlanmamıştır. 54- Göremezsin: AÇIKLAMA: Bu kaside de dünyada cismen Hz. Musa gibi Cenabı Hakk'ın cemalini görmek istediği mümkün değildir. Cennet alemimize mahsustur. Fakat dünyada iken de lahutta kudsi ruhlara Allahu Teâlâ'nın büyük ikramı vardır. Hz. Ustad sohbette buyurdu: "Hz. Resulün ümmetine verilmiş büyük nimet, Hz. Resulün cismen yaptığı mirac gibi büyük evliyaya ruhen mirac vardır." 55- Mürşid emri: AÇIKLAMA: Bu kaside tarikat, usul ve ciltlere sığmıyan manevi ilim, keşif ve vuslat örneğidir. (Anlatılamaz, duyulur). Sevgilinin (Hz. Resul) güzelliğini görmek ve kavuşmakla ifade edilen tasvir ve yüksek edebiyat şaheserler şaheseridir. 56- Aşkın şulesi: AÇIKLAMA: Son beyit, Hazreti İsa'ya o mukerrem nuru bahşeden sözü Hazreti Ustadın, Hazreti Resulün nurunda fena olduğu zamanda söylenmiştir?.. 57- Nurlar nuru 58- Hazreti Şah yanında: AÇIKLAMA: Gönül zevkinde ney ve ney'e hacet kalmadı. Çalgısız ve kadehsiz ben Allah'ın mestiyim. demekle Cenabı Hak ile aradaki vasıtaların (perdelerin) kalmadığını beyanıdır. "Gelmez hayalime la, gönlüme de illa" divanın başındaki açıklamada izah etmiştik. En büyük makamı: Abdaniyet (Allah kulu olmak) nimetine kavuşmuş Seyyid Kadri dervişler halkasının başında Vefa ehlidir. 59- Ademin alnındaki nur: AÇIKLAMA: Hazreti Ustad, Adem'ın alnında parlayan nuru ve Allah'ın meleklere secde etme emrini verdiğini gördüğünü beyan ediyor. Kadim vilayetin nişanlarından: Hz. Ustad'ın ruhu, Hz. Muhammed'in ruhu ile bu ilk yaratılışta mevcuttu (vardı). Nitekim bir hadisi şerifte: "Adem daha balçık toprağında iken, ben Allah'ın indinde nebi idim" buyurulmuştur. Gerdan: vuslat. Dudak: ilim. 60- Gaye: AÇIKLAMA: Bu unsur alemindeki eşya, aşk ehli için ağırlıktır. Yani eşya, gaye olan Allah'a perdedir. Aşıkın gönlünde bir tek şey vardır; sevgilisi. Onun için ilahi esmaya varmak, gönül gözü için alemin unsurlarını yok etmek gayedir. 61- Saki: AÇIKLAMA: (Ellezine yu'minune bil gaybi) imanın evveli gaybedir, biz Allah'ı, melekleri, kıyameti görmediğimiz halde inanırız. Kıymetimiz de bundandır. Hazreti Ustad bu kasidesinde, Hazreti Resul sevgilisinden imanı aşikar görerek, gaybeden, şühudi imana ermiştir. Hakikatı gören, hayali, lüzumsuzluğundan dolayı atar... Başka kasidesinde: İman nurunu şirin yarin yüzünde apaşikar gördüm ki ay ve güneş onun karşısında eşeğin ayağındaki nal gibi sönük kalır. Dört Mezheb kasidesinden. 62- Seninle sevinirim: AÇIKLAMA: Hakiki aşıkın bütün isteği, yalnız sevgilisidir. Onun için bütün nimet ve zevk odur. Böyle olmazsa aşk tekamül etmez, kavuşma tam olmaz. Sütlü şekerden imamı Ali nisbetine (nuruna) Hz. Resulden katılmış nisbetini içmekle sevinirim. 63- Sevgili 64- Müptela: AÇIKLAMA: Bu kasidede çok garib sırlar vardır. (Aklın esrarı, aklın ötesi olan) aklın sırrıyım, söyleşimde kendimden değildir. Çünkü yarin gözü ve dili olmuşum. Kendi söz ve dilimden ayrılmış mestler mestiyim. Laubali meşrebli, yani meşrebim zaman, mekan ve hiç kimseye bağlı değil. Her incelikte dahi Allah'ın isteğiyle olan tasarruftur. Olayların nedeni ilahi iradeye bağlıdır. İlahi irade nedene bağlı olmayıp, ilahi irade serbesttir. 65- Dört mezheb: AÇIKLAMA: Dört mezheb vardır. Lakin gönlümde, bir (Allah) mezhebtir. Hz. Mevlana Celaleddinden (Kds.) mezhebini sormuşlar: "Allah" demiş; Evet her emir ve isteği Allah'tan doğrudan doğruya alan, zaten başka bir şekilde hareket edemez ki. Şeriatın nakli ve hem de hakikatına ermişler. Bununla beraber hatırıma gelen yarin zülfü, Hz. Resulün (A.S.) sünnet ve muhabbeti, Kadir gecesinden de fazla bize nur ve rahmettir, o şirin yarin yüzünde iman nurunu apaşikar gördüm. demekle şuhudi imana kavuşmuştur. Şeriat sahibi Hz. Resule varmak (kavuşmak), şeriatın esası ve kendisidir. Hz. İmamı Ali ve Hz. Resulün nurları ile o şirin yarin (Hz. Resul) makamının ders ve talimini yapayım. Bu benim için ne güzel bir yoldur. 66- Zahid sözü: AÇIKLAMA: Daima yar ile beraber, içi dışı ve gönlü yar ile de (fotoğraf gibi) basılmış olmak aşkın en kemâli ve kavuşmanın tamamıdır. İmamı Rabbani Mektubatında, Hz. Resûle uymanın yedinci derecesi yar ile tab olma makamını bildirir ki, en son makamdır. www.Mektubat.tumblr.com> 367.Mektub 67- Hak hikmeti gönül: AÇIKLAMA: Gönül hikmetine ve evliya kuvvetine bu kaside güzel bir açıklamadır. Dünya aleminde ilahi isimlerin sırrını ilahi sır ile alıyorum. Allahı Allah ile bilmektir. Hakikat nurunun kemaliyle nazar eden bir bakışımdan mucizeler gibisi (mucize peygamberlere aittir. Onun için Hz. Ustad onlar gibi yani o büyüklükte keramet) husule gelmesi ancak bana layıktır. Uçuşum lahut perdesinin üzeridir. Hakikat nurlarını da oradan alıyorum. Çünkü ben Allah ile perdesiz, temiz soylu, layık ve Allah için temizlenmişim. 68- Şirinler şirini: AÇIKLAMA: Edebiyat, mana, aşk, kemal ve kavuşmanın şaheseri bir kaside! Ben mana erbabının gönlünde haktan gayrı hiç bir şey yoktur. (Ma fi kalbi gayrullah). Sultanlara mahsus ilahi kadehe de kalbimin süveydasından içiyorum. Derviş Kadri, zülfüne eriştiğinde, Cenabı Allah'a sonsuz hamd eder ve cihanda daima zinde kalacaktır, yani tasarrufu bakidir. 69- Eminler şahına öncü: AÇIKLAMA: En yüksek makam (Abdaniyet) kulluk makamıdır. Hz. Ustad, bu kulluk makamını ahzetmiş olmakla Hazreti Resul yolunun öncüsü olduğunu, elini Hz. Ali tutup Fatimetüzzehra ile beraber olduğunu, yeşil kanadının bütün mülk alemini kapladığını, fenadan sonra bekaya mülk olduğunu, ilk belirtisi Ceberrutta beliren ilahi iradenin inci hazinelerini orada (Ceberrutta) gördüğünü söyler. Allah'ın lütfu olan bu görüş ilmi, yine Allahtandır. Ekseri bütün peygamberler ümmi olup bu görüş ilmi ile Allah onları ilimlendirmiştir. Olaylara, ilahi emir evvela Ceberrutta belirir. Hazreti Ustad olayları bu Ceberrut Hazinesinden müşahede ettiğini beyan eder. Beyaz kuş: imam-i Ali'dir. 70- Ruhun cevheri: AÇIKLAMA: Ruh hakkındaki bu kasidenin manası ciltlere sığmaz. Oldukça açık ifade ile tercüme edebildiğimiz kadar, metniyle okuyanların zevk ve duyuşlarına bırakıyoruz. 71- Dilberden isteğim: AÇIKLAMA: Bu güzellik ve aşk, ilahi sıfatlardır. Cennetin büyük nimeti Cemalullahı görme saadeti ve cennet hayatının daimi olması Allahu Teâlânın sonsuzluğundan geliyor. Onun için aşık ne kadar vuslatta ise de yine de doymuyor. Son beyit ile de Hz. Ustadın, Efendimizin kademi üzerinde olup Muhammediyül Meşrep olduğudur. 72- Şah evladı şahım: AÇIKLAMA: Her kasidesi eşsiz bir makam ve vuslattır. Böyle yakınlığı yetki ile açıklamayı ve bu açıklamayı da uyanık, şeriatı garradan şaşmadan Seyyid Kadriden başka yapanı görmedim. 73- Şahlar sarayı: AÇIKLAMA: "Cihanın dört köşesi bana meyillidir" maksat, Hazreti Ustadın, kutbe ferd etrafında doğu, batı, güney, kuzey kutuplarının ona tabi olduğunu bildirerek makamının kutbun imamlarından birisi olduğunu anlıyoruz. "Yüzlerce makam sahibi bile benim yüksek makamımı bilememişler, denizimin sahilindedirler." Deniz sahilindekinin denizden gördüğü kadar. 74- Hırkayı terk / Ezel güzelliği: AÇIKLAMA: Seccadeyi terk, hırkayı bırakmak: Allahu Teâlâ için yön ve zaman yoktur. İbadetin en kemali, ihsan makamında, Rabbini görür gibi olanıdır. Bu şuhudda, Allah'ın evi Kabe'ye değil, yönsüz ve mekansız Allahu Teâlâ'ya yönelmek mecburiyeti vardır. Seccadeyi bırakmak budur. Bir gün Hz. Ustad bu hali sohbette açıklıyordu: Bu halde olan salik Allah diye zikir dahi yapamayacağı gibi hariçten birisi Allah ismini getirse, salikin vücudunun yanması mümkündür. Çünkü o an için huzuru tam Allah şuhudu iledir. Ben o halde iken, birisi yanımda Allah demişti, hemen hemen yanıyordum. Eve geldim, bu hâl geçinceye kadar üç gün evden çıkamadım. Hırkayı salıvermek Allah'tan başka her şeyden sıyrılmaktır. Onun için gönül sarayında vahdeti gören aşıkım, kavuşmam da o kadar sabit ve daimi oldu ki, artık ayrılık ve kavuşma derdinden her havf ve recadan da kurtuldum. 75- Her zaman güneş gibiyim: AÇIKLAMA: imamı Ali (R.A.) buyurdu ki: "Kuranı Kerim'in bütün manası, fatiha, Fatihanın manası Besmelede, onun manası (b) harfinde, onun da manası (b)'nin altındaki noktada olup o nokta da benim." Hazreti Ustad buyuruyor, (Noqte da me) "Ceddim Hazreti Ali bana o noktayı verdi." Hazreti Resul şerefli hadisinde buyuruyor ki: "Allah kalbime ne ilim ve hikmet koydu ise ben onu Ebu bekir'in (R.A.) kalbine naklettim." Allah'tan Resullere, Resullerden evliyaya ve bu hikmetle vasıtasız olarak da Allah'tan gelen ilim ve herşey, yüksek tarikatın sırrı olmuştur. Hakiki varis, buna mazhar olmuş, Allah ve Resul halifesidir. Başka kasidesinde "inslerin, cinlerin ve genel her şeyin, herkesin şeyhiyim" diyen Hazreti Ustad "We ma erselnake illa rehmeten lil æalemîn" in varisi, halifesi ve yüksek makamdadır. Şahlar sarayı kasidesinde kutup imamlarından olduğunu, bu kasidede ise son makam olan kutupluğunu anlıyoruz. Altta olan, üst makamı da tamamen bilemiyeceğinden dolayı şöyle der ki: "Sinem levhasının ne renklerden olduğunu hiç kimse bilemedi. Sultanlar, şahlar makamındayım, şahidim de şahlar şahı Hazreti Allah (C.C.)"... Bu üç tahmis ve bir tesdis, meşhur Mela Şeyh Ahmed Cezeri kasidelerine yapılmıştır. Tahmislerde ilk üç ve tesdiste ilk dört mısralar Hazreti Ustadındır: 76- Çeşmên teyê şêrîn / Şirin gözlerin (Beşli Tahmis) 77- Ey yarê me dil dabê / Ey gönül verdiğimiz yar (Beşli Tahmis) 78- Me li subhê nezerek kir bû / Sabaha bir nazar verdik (Beşli Tahmis) 79- Me nedî mislê te / Senin mislini görmedik (Altılı Tesdis) .
0 notes
Link
Bu cümleler kin kokan yıkıcı cümlelerdir. Allah’a yemin ederiz ki, hep Yûsuf ’tan bahseder durursan, hep onu merak edersen eriyip bitkin düşeceğin yahut helâk olacağın muhakkaktır. Yûsuf ’tan ümidi kesmek lâzımdır. O gitmiştir, bir daha dönecek değildir!.. Hz. Y a ’ k u b , oğullarına verdiği cevapta kendisini Rabbiyle başbaşa bırakmalarını istiyor. Artık dertlerini Allah’tan başka kimseye açmayacaktır. Allah’la olan irtibatı oğullarının Allah’la olan irtibatına benzemez. O’nun bir çok hikmetlerine oğulları vâkıf olmadığı halde kendisi vâkıftır: 86 — Y a ’ k u b : “Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a açarım. Allah katından, sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi. Bu sözler Allah’la dostluk kurmuş olan bir kalbden gelmektedir. Ulûhiyet gerçeklerini dile getiren bir şuur görülmektedir bu cümlelerde... Aynı zamanda bizzat o gerçekler bize inci gibi parlamaktadır sözlerin arasında... Yûsuf hakkındaki ümitsizlik, bir vâkıa olarak her an hissedilmektedir. Aradan geçen uzun yıllar, Yûsuf ’un eve dönmesinden öte, hayatta kalmış olmasından dahi ümitleri kesip inkisara uğratmıştır. Bunlar yetmiyormuş giib oğulları da Hz. Y a ’ k u b ’u sert sözlerle rencideye devam ediyorlar... Fakat bütün bunlar, Rabbiyle dostluk kurmuş olan o salih kulun duygularından hiç bir şey •eksiltmiyor. Aslında küçük vakıalardan ibaret olan bu hadiseler, çevresindeki insanların gözlerini perdelemiştir. Onlar bu hadiselerin gerisindeki hikmetleri göremezler. Halbuki kendisi, Rabbinin katından bir çok hikmet ve hakikatleri bilmektedir! Bu, Allah’a iman etmenin değeridir. Allah’ı böyle bir bilişle bilmek... Onu, hem kalbe aktarılan tecelli, hem gözler önüne serilen hakikatlerle tanımak... Kudret ve kaderine rahmet ve koruyuculuğuna elle tutarcasına inanmak.. Ve salih kullarına karşı O’nun ulûhiyet şanını idrâk edebilmek!.. Hz. Y a ’ k u b ’un söylediği “Allah katından, sizin bilmediklerinizi bilirim.” Cümlesinde bu gerçeklerin hepside mevcuttur. Biz-ler bu cümleleri ne türlü söylersek söyleyelim, içinde o mânaları bulamazsınız. Allah’la kurulan dostluğun husûle getirdiği manevi bir lezzet ve haz vardır. Bu hazzı sadece o hayatı yaşayanlar tadar. Hz.Y a ’ k u b gibi salih bir kulun dilinden dökülen o sözlerin, ruhunda meydana getirdiği haz ve lezzeti duyabilmek için o hayata mazhar olmak lâzımdır... Bu hazzı duymağa mazhar olan kalbleri karşılaştığı çile ve sıkıntılar ne kadar büyük olursa olsun, onların sadece Allah’la olan irtibatlarını kuvvetlendirir, manevi duygu ve bazlarını artırır! Bizler bu türlü manevi değerleri artırmağa muktedir değiliz. Allah’la aramızda olan irtibatları O’nun yüksek idare ve ilmine bırakır, vermek lütfunda bulunduğu şeylere şükrederiz. Daha sonra Hz. Y a ’ k u b oğullarına dönerek, Y û s u f ’la kardeşini aramalarını istiyor. Onlara: Allah’ın rahmetinden ümitlerini kesmemelerini, Allah’ın ümit kapılarının çok geniş olduğunu ve her an Allah’ın rahmetine mazhar olunabileceğini söylüyor: 87 — “Ey oğullarım, gidin, Y û s u f 'u ve kardeşini arayın. Allah'ın yardımından ümidinizi kesmeyin. Doğrusu kâfirlerden başkası Allah'ın yardımından ümidini kesmez.” Allah’ın dostluğuna mazhar olmuş böyle bir kalbe ne mutlu!.. “Ey oğullarım, gidin, Y û s u f ’u ve kardeşini arayın.” Bütün duygularınızla arayın. Gözünüzle, sabrınızla, gayretinizle... Allah’ın ferahlığa ulaştıracağından, acıyıp yardımcınız olacağından ümidinizi kesmeyin.. Âyette geçen ( ) kelimesi çok ince ve şümullu bir mâna taşır. Boğucu sıkıntılara düşüp Allah’tan kurtuluş talebinde bulunanlar bu kelimeyle O’nun yardımını dilerler. Bu dilek karşısında Allah'ın rahmeti ruhlar üzerinde bir meltem gibi yayılarak ferahlıklar bahşeder: “Doğrusu kâfirlerden başkası Allah’ın yardımından ümidini kesmez.” Allah’a gönül veren mü’minlere gelince, onların ruhları Allah’ın rahmet ve yardımına her an ermenin sürürü içindedirler. Allah’ın meltem misâli tadlı ilhamlarını hissederler. Darlık ne kadar artarsa artsın, sıkıntı onları ne türlü sararsa sarsın yine Allah’ın yardımından ümitlerini kesmezler. Mü’min imanının gölgesinde yardıma mazhar olur. 0, sıkıntılı günlerinde, Rabbiyle olan dostluğunun kendisine verdiği huzur ve emniyetle yaşar... HAYRET VERİCİ BİR MANZARA Yûsuf ’un kardeşleri M ı s ı r ’a üçüncü defa giriyorlar. Darlık kendilerini perişan etmiştir. Parasızdırlar. M ı s ı r ’da yiyecekle değiştirmek üzere yanlannda pek değersiz şeyler vardır. Bunun dışında zaten hiç bir şeyleri kalmamıştır... Bu sefer M ı s ı r ’a girdiklerinde eskisi kadar cesaretli ve şen değiller. Konuşmalarında üzüntü ve mahcubiyet var. Darlıktan şikâyet edişleri geçen günlerin kendilerine neler getirdiğini gösteriyor: 88 — Kardeşleri vezirin yanına vardıklannda: “Ey vezir, bizi de çoluk çocuğumuzu da darlık sardı. Değersiz bir sermaye ile geldik. Zâhiremizi tam ölç, fazlasını sadaka say. Allah sadaka verenleri şüphesiz mükâfatlandırır’ dediler. ; Darlıklarının bu dereceye ulaşmış olması, ve üzüntü, mahcubiyet ifade eden ricaları karşısında Hz. Yûsuf daha fazla sabredemezdi. Artık Mısır Vezirliği vasfını bir tarafa bırakıp şahsî hüviyetini ortaya koyması lâzımdı. Alınacak ders alınmıştı. Onların beklemediği br sürprizle her şeyi ortaya dökmenin zamanı gelmişti. Yûsuf gerçekleri ortaya dökerken kardeşlerini incitmemek istiyordu. Onları yavaşça, geçmiş zamanın loş bir köşesine indirdi. Sadece kedilerinin bildiği, Allah’tan başka kimsenin vâkıf olmadığı bir hadiseyi hatırlattı: 89 — “Siz, Yûsuf ve kardeşine neler yaptığınızın faikında mısınız?” dedi. Bu ses kulaklarında bir çınlama yapmıştı. Kimin sesi olduğunu hatırlar gibiydiler. Karşılarındaki şahsın yüz hatlarına daha önce pek dikkat etmemişlerdi. Onu Mısır Veziri olmaktan öte incelemiş değillerdi. Dikkatle yüzüne bakınca uzaktan hatırlar gibi oldular : 90 — “Yoksa sen Yûsuf musun?”., dediler. Yoksa sen?.. Şimdi bu büyük adamın şahsında, kalbleri, kulakları ve bütün uzuvları o küçük Y û s u f ’u hissetmeye başladı.. ..“ Ben Yûsuf ’um, bu da kardeşim. Allah bize lütfetti. Doğrusu kim kötülükten sakınır ve sabrederse bilsin ki Allah iyi davrananların ecrini zayi etmez.” dedi. Sürpriz! Dehşet heyecan dolu bir sürpriz bu.. Y û s u f ’la kardeşine cahilliklerinden ötürü ne yaptıklarının Yûsuf tarafından kısaca hatırlatılması!.. Fazla bir şey söylemiyor Yûsuf... Sözlerine sadece, Allah'ın kendisine ve kardeşine olan lütfunu ekliyor. Ve bu lütfü takvaya, sabra, Allah’ın adaletine bağlıyor. Kardeşlerine gelince; Y û s u f 'a yaptıkları muameleler kalblerinde ve gözleri önünde canlanmaya başlıyor. Mahcubiyet ve ezginlik içindedirler. Yaptıkları kötülüğe karşılık iyilikle mukabele görmüşler, cehaletlerine karşılık olgunluk gösterilmiş, katı kalblilikle giriştikleri hareketlere bugün cömertlikle cevap verilmiştir: 91 — “Allah’a yemin ederiz ki, Allah seni bizden üstün tutmuştur. Doğrusu biz suç işlemiştik” dediler. Yapılan hatanın itirafı, işlenen günahı ikrarı ve Allah'ın Yûsuf'u mevkide, olgunlukta, takvada, iyi muamelede kendilerinden üstün kıldığını kabulleniş.. Hz. Yûsuf onların bu davranışına gayet lütufkâr ve bağışlayıcı bir mukabelede bulunuyor. Böylece, daha önce sıkıntı ve çilelerle yapılan imtihanı nasıl kazandı ise, şimdi de lütuf ve nimetlerle yapılan imtihanı kazanıyor. O, hep iyilik edenlerdendir: 92 — Yûsuf: “Bugün, başınıza kakılarak, ayıplanacak değilsiniz. Allah sizi bağışlar. O, merhametlilerin merhametlisidir.” dedi. Bugün artık sizin için ne ayıplanmak ne de suçlanmak bahis konusudur. Benim tarafımdan her şey bitmiştir. En ince köklerine kadar söküp attım. Merhametlilerin merhametlisi olan Allah sîzleri mağfiretiyle kuşatsın... Yûsuf bu arada sözü babasına intikal ettiriyor. Üzüntüden gözlerine ak düşen babasına.. Babasını müjdeleyip onunla buluşmak için sabırsızlanıyor. Kendisini dert sahibi eden, gözlerini görmez hâle getiren merak ve üzüntülerin bir an önce dağıtılmasını istiyor: 93 — “Gömleğimi götürün, babamın yüzüne sürün, görmeye başlar; bütün çoluk çocuğunuzla bana gelin” dedi. Gömleğinin, babasının görmez gözünü görür hâle getireceğini Yûsuf nereden biliyordu? Bu bilgi, ona Allah’ın öğrettiği bilgilerdendi. Çok defa, ânî şeyler ortaya bir mûcizenin çıkmasına sebep olur.. Bir tarafta Hz. Yûsuf hem Nebi hem Resul olsun; diğer yanda Hz. Ya’kub nebilik ve resulluk vasfını haiz bulunsun da, bu hadise niçin mucize olmasın?.
0 notes
Link
35 — Sonra kadının ailesi delilleri Yûsuf un lehinde gördüğü halde, onu bir süre için zindana atmayı uygun buldu. 36 — Zindana onunla beraber iki kişi daha atıldı. Biri: “Rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm” dedi Diğeri: “Başımın üzerinde kuşların yediği bir ekmek taşıdığımı gördüm” dedi. “Bize bunu yorumla. Senin iyi bir kimse olduğunu görüyoruz.” 37 — Yûsuf: “Rabbimin bana öğrettiği bilgi ile, daha yiyeceğiniz yemek gelmeden size onu yorumlarım. Doğrusu ben, Allah’a inanmayan ve âhireti inkâr eden bir milletin dinini bırakmışımdır.” 38 — Atalarım İbrahim, İshak ve Ya’kub’un dinine uydum. Allah’a herhangi bir ortak koşmak bize yaraşmaz. Bu, Allah’ın bize ve inananlara olan lütfudur. Fakat insanların çoğu şükretmez, dedi. 39 — Ey mahpus arkadaşlarım, ayrı ayrı bir sürü uydurma tanrılar mı daha iyidir, yoksa her şeyden üstün tek Allah mı? 40 — Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir. Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil O’na tapmanızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler. 41 — Ey zindan arkadaşlarım, biriniz efendisine şarap sunacak, diğeri asılacak ve kuşlar başından yiyecektir. İşte hakkında fetva istemekte olduğunuz mesele böylece kesinleşmiştir, dedi. 42 — Yûsuf, iki zindan arkadaşından kurtulacağını tahmin ettiği kimseye: “Efendinin yanında beni an” dedi. Ama şeytan efendisine onu hatırlatmayı unutturdu. Ve Yûsuf bu yüzden daha birkaç yıl zindanda kaldı 43 — Hükümdar: “Ben rüyamda, yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini; yedi yeşil başak ve bir o kadar da kurumuş başak görüyorum. Ey erkân, e��er rüya yormasını biliyorsanız rüyamı tabir ediniz” dedi 44 — Etrafındakiler: “Birtakım karışık rüyalar; biz böyle rüyaların yorumunu bilmeyiz” dediler. 45 — Zindandaki iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zaman sonra Yûsuf u hatırladı ve: “Ben size bunu yorumlayacağım, hele beni bir gönderin” dedi. 46 — Zindana varıp: “Ey doğru sözlü Yûsuf, rüyada görülen yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi; yedi yeşil başak ve bir o kadar kuru başak nedir? Bize yorumla, ben de insanlara ulaştırayım da bilsinler” dedi. 47 — Yûsuf: “Devamlı yedi sene ekin ekip, biçtiğiniz ekinin yediğinizden artanını başağında bırakın.” 48 — Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir, bütün biriktirdiğinizi yer, yalnız az bir miktar saklarsınız.” 49 — “Sonra, halkın yağmur göreceği bir yıl gelir, o zaman (üzüm ve zeytin gibi meyveleri) sıkıp (süt veren hayvanları) sağarlar” dedi. 50 — Hükümdar: “Onu bana getirin” dedi. Gelen elçiye Yûsuf: “Efendine dön kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi bir sor. Doğrusu Rabbim onların düzenini hakkiyle bilir” dedi 51 — Hükümdar kadınlara: “Yûsuf’u kendinize râmetmek isterken durumunuz neydi?” dedi. Kadınlar: “Hâşâ onun bir fenalığını görmedik” dediler. Vezirin karısı: “Şimdi gerçek ortaya çıktı; Onu kendime râmetmek isteyen bendim. Doğrusu Yûsuf, doğru olanlardandır.” 52 — “Gıyabında kendisine hiyanet etmek istemediğimi Hükümdarın bilmesini isterim. Allah hainlerin düzenini başarıya erdirmez.” —' 53 — “Ben nefsimi temize de çıkarmıyorum; çünkü nefis Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü şiddetle emreder. Şüphesiz Rabbim G a f û r ’dur, Rahim ’dir” dedi. Bu parça, kıssanın üçüncü ve çilelerin son kısmını teşkil etmektedir. Bu kısımda da Yûsuf ’un hayatiyle ilgili olarak çektiği çileler vardır. Karşılaştığı çilelere sabretmesini bildiği için her müşkülatın sonu selâmet ve saadetle neticeleniyor. Saadete şükredip onu hazmedebildiği müddetçe de Allah mevkiini yükseltip saadetini artırıyor. Bu seferki çilesi, suçsuz olduğu anlaşıldığı halde zindana atılmış olmasıdır. Suçsuz bir kimse her ne kadar suçsuzluğunun verdiği emniyet ve huzuru tadarsa da, zindana atılması ona çok ağır gelir. Bu çile devresinde Y û s u f ’a Allah'ın lütfü tecelli ediyor. Ona manevi bilgiler veriliyor. Bu bilgilerle rüyaların isabetli tabirini yaptığı gibi istikbalde olacak bazı şeyleri de önceden keşfedip haber verebiliyor. Daha sonra kendisine Allah'ın diğer bir lütfü erişiyor... Hükümdarın huzurunda suçsuz olduğu ilân edilerek beraat ediyor. Aynı zamanda manevî bir kuvvete sahip olduğu, halkı idare edebilecek ferasete ve emniyet edilebilecek şahsiyete sahip bulunduğu da anlaşılmış oluyor. Hükümdar ve etrafındakiler Yûsuf ’tâki bu vasıfları hayranlıkla müşahede ediyorlar. YÛSUF VE ZİNDAN 35 — Sonra kadının ailesi delilleri Yûsuf un lehinde gördüğü halde, onu bir süre için zindana atmayı uygun buldu. İşte saray atmosferi!.. Mutlak idarenin ve aristokrasiye hâkim olan cahiliyetin bir tablosu!.. Bütün deliller Yûsuf’un suçsuz olduğunu gösterdiği halde onu zindana atmak vicdan azabı vermiyor bu insanlara... Vezirin suçlu karısı iftiharın sarhoşluğu içindedir. Saray kadınlarına verdiği ziyafette, aşkiyle yanıp tutuştuğu Y û s u f ’a onların huzuruna çıkarmış, ona meftun olduğunu açıkça ilân etmiştir. Y û s u f ’a onlar da meftun olmuşlar, baştan çıkarmağa çalışmışlardır. Yûsuf hepsinin şerrinden Allah’a sığınmış, tuzaklarına düşmemek için O’nun yardımına iltica etmiştir. Vezirin karısı, davetli kadınların huzurunda, edep ve terbiyeyi bir yana bırakarak: "Emrimi yine yapmazsa, and olsun ki, zindana atılacak ve kahre uğrayacak” demiş ve zindana atılmasını sağlamıştır!.. Evet, bu derece masum ve günahsız olmasına rağmen Yûsuf bir müddet için zindana atılıyor!.. Vezirin karısı bu son tehdidiyle de Y û s u f 'u yola getiremeyince tamamen ümitsizliğe düştüğü anlaşılıyor. Kendisi hakkındaki dedikoduların saray dışına taşıp halk tabakaları arasına yayılmış olduğu da kuvvetle muhtemeldir. Bu durum karşısında ailelerin şerefini korumak (!) gerekmektedir. Mademki erkekler ailelerinin şeref ve namusunu koruyamıyorlar, şu halde karıları, masum ve günahsız bir insanı zindana attırıp namuslarını korumalıdırlar. Her ne kadar kendileri Yusuf’u baştan çıkarmak istemişler, bir vezir karısı ona meftun olmuş, onu zorla da olsa kendine râmetmeye çalışmış ve bu yüzden halkın diline düşmüş ise de; hadiseyi tersinden gösterip ailelerin namusunu kurtarmak lâzımdır!.. Ve Yûsuf zindandadır!.. 36 — Zindana, onunla beraber iki kişi daha atıldı.Bilahare, bu iki kişinin, hükümdarın özel uşaklarından olduğunu öğreneceğiz...
0 notes
Link
21 — Mısır’da onu satin alan kimse karısına: “ona güzel bak, belki bize faydası dokunur veya onu evlat ediniriz.” dedi Biz ise böylece ¥ û s u f ’u o memlekete yerleştirdik. Ona rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte her şeye galip gelir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. 22 — Erginlik çağına erince ona hikmet ve bilgi verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız. 23 — Evinde bulunduğu kadın onu kendine çağırdı. Kapıları sıkı sıkı kapadı ve “gelsene” dedi Yûsuf: “Günah işlemekten Allah’a sığınırım, doğrusu senin kocan benim efendimdir. Bana iyi baktı. Haksızlık yapanlar şüphesiz başarıya ulaşamazlar” dedi 24 — And olsun ki, kadın Y û s u f ’a karşı istekli idi Rabbinden bir işaret görmeseydi Y û s u f ta onu isteyecekti İşte ondan kötülüğü ve fenalığı böylece engelledik. Çünkü O, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı 25 — İkisi de kapıya koştu. Kadın arkadan Yûsuf ’un gömleğini boylu boyuna yırttı. Kapının önünde kocasına rastladılar. Kadın kocasına: “Ailene fenalık etmek isteyen bir kimsenin cezası ya hapis, ya da can yakıcı bir azap olmalıdır” dedi 26 — Yûsuf: “Beni kendine o çağırdı” dedi Kadının yakınlarından bir şahit: “Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiştir ve bu da yalancılardandır.” 27 — Şayet gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir, erkek doğrulardandır” diye şahitlik etti. 28 — Kocası gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, karısına hitaben: “Doğrusu bu sizin düzeninizdir. Siz kadınların düzeni büyüktür” dedi. 29 — Yûsuf’a dönerek: “Yûsuf, sen bu işi kapat” ve tekrar kadına dönüp: “Sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü suçlusun” dedi 30 — Şehirde bir takım kadınlar: “Vezirin karısı kölesini kendine ram etmek istiyormuş. Sevgisi bağrını yakmış. Doğrusu onun apaçık bir sapıklıkta olduğunu görüyoruz” dediler. 31 — Kadınların kendisini yermesini işitince, onları davet etti. Koltuklar (ve sofra) hazırladı. (Sofrada kullanmak üzere) her birine birer bıçak verdi Yûsuf’*: “Yanlarına çık” dedi Kadınlar Y û s u f ’u görünce şaşırıp ellerini kestiler ve “Allah’ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak yüce bir melektir” dediler. 32 — Vezirin karısı: “İşte sözünü edip beni yerdiğiniz budur. And olsun ki, onun olmak istedim. Fakat o, iffetinden dolayı çekindi. Emrimi yine yapmazsa, and olsun ki, zindana atılacak ve kahre uğrayacak” dedi. 33 — Yûsuf: “Rabbim, zindan benim için bunların isteklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer düzenlerini benden uzaklaştırmazsan onlara gönül verir, cahillerden olurum” dedi. 34 — Rabbi onun duasını kabul etti ve kadınların düzenine engel oldu. Zira O Semidir, Alim'dir. Bu kısım, kıssanın bölümlerinden İkincisini teşkil ediyor. Yûsuf Mısır’a götürülür, köle gibi satılır ve onu satınalan şahıs Yûsuf ’un iyi bir kişi olduğunu keşfeder... — İyi insanlar; bilhassa yüksek bir ahlâka da sahip iseler, sabahın aydınlığı gibi yüzlerinden belli olurlar. — Yûsuf ’un iyi bir kişi olabileceğini adam karısına da hatırlatır ve ona iyi bakmasını ister. İşte burada, rüyanın tahakkuk safhalarının başlangıcını görüyoruz... Fakat, erginlik çağına girdiği sıralarda Yûsuf, başka türlü belâlarla karşılaşıyor. İnsanı şeref ve haysiyetiyle birlikte yere vurup helâk eden belâlar... Allah’ın lütuf ve merhameti imdada yetişmediği takdirde kurtulmak mümkün olmayan musibetler... Saray havası... “Yüksek tabaka” denen sosyete... Nefsin ve behîmi arzuların tatmin edilmesi yolundaki azgınlıklar... Ve Yûsuf un tahrik edilerek zorla bu havanın içine itilmek istenmesi... Y û s u f ’a o sıralarda Allahuteâlâ hikmet ve bilgiler ilham buyurmuştur. Bir yandan bu ilhamlar, diğer yandan sahip olduğu ahlâk ve din bağlılığı sayesinde musibetlerin içinden sıyrılıp çıkabilmiştir: HER ŞEYDE ALLAH GALİPTİR 21 — M ı s ı r ’da onu satın alan kimse karısına: “Ona güzel bak, belki bize faydası dokunur veya onu evlat ediniriz.” dedi. Biz ise böylece Y û s u f ’u o memlekete yerleştirdik. Ona rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte her şeye galip gelir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. Şu ana kadarki ifadelerde Y ûsu f ’u satın alan kişinin kim olduğu açıklanmış değildir. Biraz sonra bu şahsın Mısır Veziri olduğunu öğreneceğiz. (Baş vezir olduğu da söylenmektedir.) Şu anda öğrendiğimiz bir şey varsa, o da, Yûsuf un çileli devreden sağ sâlim kurtulup emniyetli bir hayata girmiş olmasıdır. Artık ona istikbalin aydınlık kapıları açılacaktır. “Ona güzel bak”... Âyeti kerimenin bu cümlesindeki ( ) kelimesi, ikamet edilen yer ve mevki mânasında kullanılır. () cümlesi ise: “Ona ikramda bulun” mânasına gelmekle beraber, ikram yönünden daha şümullu bir mâna taşır: “ikramı yalnız onun şahsiyetine değil, bulunduğu yere hürmeten de yap” demektir. Bu fevkalâde ikram, zindanda çektiği çilelerin karşılığı olsa gerektir! Yûsuf’u satın alan şahıs, bu çocukta gördüğü iyi vasıfları karısına açıyor ve ona ümit bağladığını belirtiyor: “Belki bize faydası dokunur veya onu evlat ediniriz” „ Bazı tefsirlerde de beyan edildiği gibi, bu karı - kocanın çocukları bulunmadığı anlaşılıyor. Onun için; tahminleri doğru çıkar, Yûsuf ’un hayırlı ve terbiyeli bir çocuk olduğu anlaşılırsa onu evlat edineceklerdir. Sûrenin tabii seyri burada bir nebze duraklama yaparak bütün bunların Allah’tan geldiğine, O’nun takdiriyle olduğuna işaret ediyor. Allahuteâlâ bunu ve buna benzer daha bir çok nimetleri Yûsuf’a lütfetmek için onu Mısır’a yerleştirmiştir. — Y û s u f ’un ilk önce vezirin kalbine ve sarayına yerleşmiş olması, ilerde sahip olacağı mevkilerin müjdecisi idi. O, rüyaların nasıl yorumlanacağını Allah'ın kendisine öğreteceği istikamette doğru yol almaya başlamıştı. — Yûsuf ’un M ı s ı r ’a yerleştirilmiş olması; Allah'ın takdirini kimsenin bozamayacağına, O’nun kudreti karşısında bütün güçlerin mağlup olacağına ve hiç kimsenin O’nun murat ettiği şeyi önleyemeyeceğine işarettir.: “Biz işte böylece Yûsuf’u o memlekete yerleştirdik. Ona rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik. Allah, iradesini yerine getirmekte her şeye galip gelir”... İşte Yûsuf ve işte hadiseler!.. Kardeşleri onun için neler istemekte, Allah ise neler murat etmektedir! Her şeyin hakimiyeti Allah'ın dinde olduğuna göre elbette O’nun emri yürüyecek, O’nun iradesi tahakkuk edecektir. Yûsuf ’un kardeşleri ise bu hikmetleri idrâk edememenin aczi içinde bocalayıp kalacaklardır: “Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” Bilmezler Allah’ın emrinin yerine geleceğini ve O’nun hükmünün her zaman cari olduğunu... Bu arada, Allahuteâlânın Yûsuf için neler istediği belirtiliyor: “Ona rüyaların nasıl yorumlanacağını öğrettik”... Erginlik çağına erince bu İlâhî irade tahakkuk ediyor: 22 — Erginlik çağına erince ona hikmet ve bilgi verdik. İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız. İdarecilikte kendisini başarıya götürecek hikmetler bahşedildi; İstikbalde olacak şeyleri bilecek veya rüyaları tabir edecek bilgiler verildi. Belki bu bilgiler daha geniş mânada hayatı ve onunla ilgili şeyleri içine almakta idi. Zira buradaki ilim ve hikmet lâfzı umumî mânada kullanılmıştır. Bütür bunlar Y û s u f ’un iyi davranışlarının ve sağlam inancının mükâfatı idi: İyi davrananları böyle mükâfatlandırırız.” TÜYLERİ ÜRPERTEN KORKUNÇ SAHNE İşte bu sırada Yûsuf, hayatının ikinci musibetiyle karşılaşıyor. Bu musibet bir öneririne nispetle çok daha korkunç ve şiddetli Şu kadar var ki, bu sefer — Allah’ın lütfü olarak — kendisine verilen hikmet ve bilgilere sahip. Karşılaştığı korkunç hadiselerin içinden bu vasıtalar sayesinde rahatça çıkabilecektir. Zira Allah’ın Kur’an’da tescil ettiği bu vasıtalar ona, iyi hareketlerine karşılık mükâfat olarak verilmiştir. Şimdi, Kur’anı Kerimde dile getirilen bu korkunç ve tehşetli hadiseye bir gözatalim:
0 notes
Link
************DİKKAT ÖNEMLİ*****************Bunun dışında, o günün Mısır ’ında, aristokrat tabakadaki cahiliyet toplumlarından tablolar: Sarayda, zindanda, pazarda ve hükümdar divanında... İbrani (Yahudi) cemiyeti!.. Ve o devirde rüyalarla rüya tabirlerine verilen ehemmiyet... ********Kıssa, Yûsuf ’un gördüğü rüyayı babasına anlatmakla başlıyor. Babası rüyayı tabir ediyor, .Yûsuf için parlak bir istikbal göründüğünü müjdeliyor ve bu rüyayı kardeşlerine anlatmamasını Y û s u f ’a tenbih ediyor. Onlara anlattığı takdirde kıskançlık duygularının kabaracağını, şeytanın bu duyguları tahrik ederek onları Yûsuf aleyhinde fenalıklara sevkedebileceğini düşünüyor...********** Kıssanın daha sonraki seyrini takip edecek olursak görürüz ki, Y û s u f ’un gördüğü rüya, Hz. Y ak u b ’un tahmin ve tabir ettiği şekilde safha safha zuhur etmektedir. Rüyanın canlı bir tabiri sayılan hadiseler son bulur bulmaz kıssa da bitiyor. Bilhassa din noktayı nazarından son derece tatminkâr olan kıssa, bu edebî ve hassas ifadelerle bitme noktasına kadar anlatıldıktan sonra, daha başka şeylerin anlatılması abes olur. Maalesef, insanlar tarafından telif edilen Tevrat’ta, kıssanın bitiminden sonra da birçok şeyler anlatılmaktadır... Kıssa ve hikâyelerde ana düğümü teşkil eden husus hadiselerin son safhalarında açıklanır... Kıssayı okuyan veya dinleyenler neticenin ne olacağını merakla takip ederler. Bu, edebiyatın inceliklerindendir. Bu incelik Yûsuf kıssasında apaçık görülüyor. Zira rüya ile başlayan kıssanın nasıl cereyan edip ne şekilde sona ereceği belli değildir. Bu husus ancak hadiselerin cereyanı sırasında tedricî olarak açıklığa kavuşuyor. Kıssanın son safhalarında ise, hiç bir sunî ve yâpmacık ifade kullanılmadan o edebî, hassas düğüm çözülüyor ve merakla takip edilen meçhuller her yönüyle aydınlığa kavuşuyor... Kıssa, birçok halkalara ayrılmıştır. Her halka muhtelif tablolar�� ihtiva eder. Anlatılış tarzında, her halkayla diğerinin arası boş bırakılmıştır. Bu boşluklar okuyucuyu düşünmeye sevkeder. Çıkarılmış olan söz ve hareketleri okuyucu kendi tahayyül ve tasavvurlariyle bularak boşlukları doldurur. Böyle bir üslûp kullanmadaki hikmet, okuyucuyu gayrete getirme ve teşvik içindir... Yûsuf kıssasına ait Kur’anı Kerimin takip ettiği İslâm metodu ve edebî üslûplardan muhtelif örnekler vermiş olduk. Bu örnekler ve kıssa Üzerinde yaptığımız tahliller kâfi gelir sanırım, lslâmın edebî üslûbu ve takip ettiği metot da, beşeriyet için ayrı bir örnek teşkil etmektedir. Bu edep ve üslûpla insanoğlunu arzedilen herhangi bir olayda; tahrifat yapılmamış, realitelerden uzaklaşılmamış, edebiyatın nezaket ve temizliğine riayet edilmiş olur...2 İSLÂMÎ HAREKET SAHASINDA Bütün bunların ötesinde, bir de kıssanın İslâmi hareket ve faaliyetler yönünden taşıdığı değerler ve ibret alınacak tarafları vardır. Benzeri hallerde ilham alınabilecek birçok özellikleri ihtiva etmektedir. Ayrıca, hem kıssa hem de kıssayı içine alan sûre, baştan sona kadar birçok büyük hakikatleri bünyesinde toplamıştır. Bilhassa sûrenin son kısımlarındaki hakikatler üzerinde durmak gerekir!... Bütün bunların Sûreyle ilgili yönlerine kısaca temas etmek isterim: (a) Giriş kısmını teşkil eden bu bölümün baş taraflarında da belirttiğim gibi, Sûrenin nâzil olduğu sıralarda Mekke ’deki İslâmî faaliyetler çok çetin şartlarla karşı karşıya idi. Yûsuf Kıssası ’nın Mekke ’deki bu durumla yakın münasebeti vardır. Hz. Peygamber (S.A.) ile ona iman eden bir avuç müslümanın çektiği çilelerle Hz. Yûsuf ’un çektiği çileler birbirine çok benzemektedir. Kıssa, bir peygamberin başından geçenleri diğer bir peygambere naklediyor. Her iki peygamberin de kötü şartlarla vatanlarından uzaklaştırılmaları ve sonra istikrarlı, hükümran bir hayata erişmeleri vardır... Daha önce de şu neticeye varmıştık ki, o İslâm dâvasını yüklenmiş olanlar böyle bir kıssanın ihtiva ettiği mânevi kuvvete muhtaç idiler. Kur’anı Kerim, İslâmî kabul edip onun mukaddes dâvasını yürütmeye çalışanlara, karşılaştıkları güçlüklerin tabii olduğunu açıklıyor... Kıssada; her engelin aşılabileceğine, sonunda zafer ve muvaffakiyete ulaşacaklarına işaretler de bulunarak hedeflerini çiziyor, müsbet faaliyetlerindeki azim ve sebatlarını kamçılıyor. (b) Yûsuf Aleyhisselâm’ın da açıkladığı gibi, kıssanın tahlilinde İslâmî açık, tam, şümullü ve hassas şekliyle anlatmaya çalışmıştık. Bu, üzerinde uzun uzadıya durulması gereken bir husustur... Bu hususla, her şeyden önce; bütün peygamberlerin getirdiği hak dinlerin İslâm akidesinde birleştiği ortaya çıkmaktadır. Her peygamber tevhit akidesini temel alarak Allah'ın birliğini ve islâmın prensiplerini, yaymakla görevlendirilmiştir. Beşeriyet sadece Allah'ın Rubûbiyetini tanıyacak, yalnız O’na ibadet edecektir. Bu tek akide sayesinde her peygamberin ümmeti âhiretin mevcudiyetine de ayni şekilde iman etmiştir.Böylece; “Dinlerde mukayese ilmi" gibi ünvanlar altında ileri sürülen bir takım safsatalar, da çürümüş oluyor. Bu fikrin sahiplerine göre beşeriyet son zamanlara kadar tevhit akidesini ve âhireti bilmiyordu. Bu bilgiye, ancak birçok tanrıların ve daha sonraları iki tanrının varlığını kabul ettikten sonra vasıl olabilmiştir, insanoğlu ilim ve fende nasıl terakki ederek olgun seviyeye ulaşmışsa akideyi öğrenmekte de öyle terakki safhaları geçirmiştir(!)... Bu, fen ve sanatlar gibi dinlerin de insanlar tarafından icat edilen şeyler olduğu mânasına gelir. İslâmdaki vasıflar, bütün peygamberlerin getirttikleri tevhit dininin,esaslarını da bir karara bağlıyor.İslama göre tevhid sadece uluhiyette değildir.Rububiyettede Allah'ın bir olduğunu kabul etmek mecburiyeti vardır. Bütün işlerde hükümranlık Sadece Allah’a aittir... Bu hüküm, kendisinden başkasına ibadet edilmemesini emreden Allahüteâlâdan gelmiştir. Bu hususta Kur’anı Kerîmin hassas ifadeleri, “ibadet” i, sonsuz bir itina ile gerçek sahibine tahsis etmektedir: Hükümranlık sadece Allah’ındır. Beşerin vazifesi ise sadece O’na ibadet etmektir... İşte, “Hak Din” yalnız budur. Eğer kullar tapınmalarını yalnız Allah’a tahsis etmiyorlarsa, Allah’ın hak dinine mensup sayılamazlar... Hükümranlığın sadece Allah’a ait olduğunu kabul etmemişlerse yine hal böyledir. Şu halde însanöglu hâyatla ilgili herhangi bir meselede Allah’tan gayrisine kulluk eder derecede boyun bükerse, Allah’a olan ibadetleri de boşa gitmiş olur. Ulûhiyet birliği Rübûbiyet birliğini gerektirir. Rübûbiyet ise hükümranlığın ve ibadetin sadece Allah’a ait olması demektir *. Bu iki vâsıf birbirinden ayrılamaz. İnsanlar yaptikları ibadetin şekline göre müslüman veya gayrı müslim sayılırlar. Müslüman sayılabilmeleri için dini bağlantılarını, ibadet ve teslimiyetlerini katıksız olarak Allah'a yöneltmelidirler. ~ ——x Kur’anı Kerîmin bu kesin hükmü; nerede ve ne zaman olursa olsun, müslim veya gayri müslim, hak dine veya bâtıl yollara bağlanmış herkese münakaşa kapısını kapamıştır... Hak dinin zaruri kaide* lerinden biridir bu... Kim ki Allah’tan başkasını takdis eder ve hayatiyle ilgili herhang bir işinde Allah’tan başkasının hükmüne boyun eğerse o kimse ne müslümandır, ne de İslâm diniyle alâkası vardır... Kim ki Allah’tan başkasına hükümranlık hakkı tanımaz, O’ndan başkasını yani, O’nun yaratıklarından her hangi birini takdis etmezse; o kimse islam dinine mensuptur ve müslümandır... Hangi asırda ve hangi cemiyet hayatı içinde olursa olsun, bu~kaidenin dışında kalan bütün davranışlar; yenilmesi mümkün olmayan gerçeklerin karşısında âcizlerin başvurduğu istismar yolundan başka bir şey değildir. Allah’ın dini açıktır, bellidir... Bunun böyle olduğuna sadece yukarda zikrettiğimiz kaide dahi kâfidir. Bu kaide ve esaslara karşı çıkanlar Allah’a karşı çıkmış olurlar!...*******************************ACABA BEN ALLAH'IN DİNİNDEN BAŞKA BİR DİN ÜZEREMİYİM..!!!! ?.....http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2013/11/acaba-ben-allahin-dininden-baska-bir.htmlRAŞİDİ HİLAFET İSTİYORUM: KAİDELER VE MÜSLÜMANLAR.!http://namenstraat8bredahollanda.blogspot.nl/2015/06/kailer-ve-muslumanlar.html****************************Kıssanın devamı müddetince hissedilen önemli şeylerden biri de, iki şahsın içini dolduran coşkun, saf ve katıksız imandır. Bu iki şahıs, Allah'ın seçkin, muhlis, sevgili kulları Yâkub ile Yûsuf ’tur. önce Yûsuf (A.S.) üzerinde duralım: Hz. Yûsuf ’un son merhaledeki davranışına daha önce temas etmiştik. Nimet ve saltanatın zirvesine ulaştığı anlarda gönlünü her şeyden uzaklaştırarak Rabbine yönelmiş, O’na boyun büküp şu münacatta bulunmuştu: “Rabbim, bana hükümranlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin, Ey göklerin ve yerin yaratanı, dünyada da, âhirette de yârim yardımcım sensin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni sâlihler zümresine kat”Fakat Hz. Yûsuf ’un Allah’a olan bağlılık ve teslimiyeti sadece bu son merhaledeki davranışından ibaret değildir. Onu, kıssanın devamı müddetince, her münasebette, Allah'ın dostlarına has bir bağlılık ve teslimiyet içinde O’na yöneldiğini görüyoruz: Vezirin karısının şehvani tahrikleri ve sıkıştırmaları karşısında şöyle haykırmıştı: “Günah işlemekten Allah’a sığınırım, doğrusu senin kocan benim efendimdir. Bana iyi baktı. Haksızlık yapanlar şüphesiz başarıya ulaşamazlar. Diğer bir tahrik ve sıkıştırma karşısında, nefsine uymaktan korkarak Rabbine sığınıyor ve şöyle haykırıyordu: —Rabbim, zindan benim için bunların isteklerini yapmaktan daha iyidir. Eğer düzenlerini benden uzaklaştırmazsan onlara gönül verir, cahillerden olurum!..” Kendini kardeşlerine tanıtırken, ulaştığı o mevkilerin Allah’ın lütfü olduğunu söylüyor, O’nun verdiği nimetleri anarak şükrediyor: “Yoksa sen Yûsuf musun?” dediler. “Ben Yûsuf um, bu da kardeşim. Allah bize lütfetti. Doğrusu kim kötülükten sakınır ve sabrederse bilsin ki Allah iyi davrananların ecrini zayi etmez” dedi Bütün bu ifadelerde; Mekke ’deki ve tarihin her devresindeki İslâm faaliyetleri için alınacak ibretler, ikazlar ve işaretler vardır. Hz. Ya’kub’a gelince; onun da kalbinde Rabbinin derin, lâtif ve sonsuz bir tecellisi var. Her hadise ve münasebette bunun tezahüratı görülüyor. Karşılaştığı her sıkıntıda ve musibet anında dertlerine onun tecellisinin deva olduğunu görüyoruz. Hadiselerin ta başlangıcında, Yûsuf gördüğü rüyayı kendisine anlatınca ilk işi Rabbini anmak ve O’nun nimetlerine şükretmek oluyor: “Rabbim seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek. Daha önce ataların İbrahim ve ishak’a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Ya’kub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin Alim’dir, Hakîm’dir.” Yûsuf hakkında karşılaştığı ilk sadmede Rabbine ve O’nun yardımına sığınarak şunları söylüyor: “... Sizi nefsiniz korkunç bir iş yapmaya sürükledi. Artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah’tan yardım istenir.Babalık şefkatini kullanma yeri gelince çocuklarından bunu esirgemiyor. Onlara, M ı s ı r ’a girecekleri zaman herhangi bir tehlikeyle karşılaşmamaları için tek kapıdan girmemelerini, muhtelif kapılardan girmelerini tavsiye ediyor. Bu tavsiyeyi yapmakla beraber,bu gibi tavsiye ve temennilerin sadece gönülleri teselli etmek için yapıldığını, Allah’ın takdirini hiç bir şeyin değiştiremeyeceğini de sözrlerine ilâve ediyor. Yakub: “Oğullarım, şehre tek kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla beraber ben, Allah’ın size dair kaderinden birşey değiştiremem. Hüküm ancak Allah'ındır. O’na güvendim. Güvenenler de O’na güvensinler” dedi İhtiyar, zayıf ve hüzünlü günlerinde ikinci bir sadmeyle karşı karşıya geliyor. Ama her şeye rağmen ümitsizlik onunla Rabbinin rahmeti arasına bir an olsun giremiyor, kalbini O’ndan uzaklaştıramıyor. Yakub: “Sizin nefisleriniz bu koskoca işi size kolaylaştırmış, küçültmüş. Bu hâle karşı, sükûnet ve ümit içinde sabır gerekir. Belki Allah hepsini bir arada bana kavuşturur. Zira O, Alim’dir, Hakîm’-dir.” Nihayet Y a ’ k u b ’un kalbinde hakikatin tecellisi güzellik ve berraklık derecesine ulaşmıştı. Yûsuf için ağlamaktan gözlerine ak düştüğü için çocukları onun bu hâlini kınıyorlar, incitircesine tenkit ediyorlardı. Hz. Y a ’ k u b onlara şöyle cevap veriyordu: Sizin kalbinizde mevcut olmayan Rabbimin hakikatini kendi kalbimde mevcut buluyorum. Allah katından, sizin bilmediklerinizi ben biliyorum. Ben üzüntümü ve tasamı ancak Allah’a açarım, O’nun rahmet ve inayetine sığınırım: (Yakub) onlardan yüz çevirdi: “Vay Yûsuf’a yazık oldur dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık amanı içinde saklıyordu. “Allah’a yemin ederiz ki, Yûsuf’u anıp durman seni bitkin düşürecek ve helak olacaksın” dediler. Yakub: “Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a açarım. Allah katından, sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi “Ey oğullarım, gidin, Yûsufu ve kardeşini arayın. Allah'ın yardımından ümidinizi kesmeyin. Doğrusu kâfirlerden başkası Allah’ın yardımından ümidini kesmez.” Oğulları Y û s u f ’un kokusu üzerinde babalariyle münakaşa ederlerken, Hz. Yakub onlara; Allah katından bazı şeyler bildiğini, kalbinde Allah’ın hakikat tecellisini bulduğunu haber veriyor. Allah da bu hususta kendisini mahcup çıkarmıyor:Kervan, memleketlerine dönmek üzere Mısır’dan ayrıldığında babaları: “İnan olsun ki ben Yûsuf un kokusunu duyuyorum; ne olur bana bunak demeyin” dedi Çevresindekiler: “Allah’a yemin ederiz ki sen, halâ eski şaşkınlığındasın” dediler. Müjdeci gelince, gömleği Ya’kub’un yüzüne sürdü, hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Yakub: “Ben sizin bilmediklerinizi Allah tarafından bilirim demedim mi?” dedi. Bütün bunların Kuranı Kerimde tasvir edilmesi, elçi olarak seçilmiş bulunan Hz. Muhammed’in kalbine ülûhiyet gerçeklerini aktarmak içindir. Bu tasvirler içindeki ibret ve ikazlar, Mekk e ’deki müslüman topluluğun çektiği sıkıntı anlarında kuvve-i mâneviyelerini takviye ettiği gibi, her devirde İslâm adına yapılan cihatların çetin sıkıntıları içinde kalblerin ve ruhların desteği olacaktır. • «• MUHTELİF HUSUSLAR Son olarak temas etmek istediğimiz şey, kıssanın bitiminden sonra sûrenin son bulduğu noktaya kadar yer alan çeşitli hususlardır: (a) Bu hususlardan birincisi; Kureyşlilerin Hz. Muham-m e d ’e vahiy gelmediğine dair ileri sürdükleri iddialarının bu türlü kıssalarla çürütülmesidir. Zira kıssalardaki hadiseler cereyan ederken Resûli Ekrem yanlarında bulunmadığı, o sırada yaşamadığı hâlde en doğru şekliyle nakletmektedir ki, bu haberlerin kaynağı ancak ve ancak vahiy olabilir: “(Ey Muhammed), bu kıssa, sana vahyedegeldiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar hile yaparak işleyecekleri işi kararlaştırdıkları zaman sen yanlarında değildin.” Bu ifadeler, kıssaya mukaddime teşkil eden kısımla da gaye bakımında aynı şekilde alâkalıdır. “Biz bu Kuranı vahyederek, en güzel beyan ile kıssaaları sana anlatıyoruz. Halbuki sen daha evvel bundan habersizdin.” Kıssanın mukaddimesi ile bitiminden sonraki kısımlarda yer alan bu ifadeler; birçok hususlarda sûrenin ihtiva ettiği ikaz ve işaretler gibi, Hz. Muhammed’e gelen vahye inanmayanlara karşı uyarıcı ikazlardır. Fakat, ancak imandan nasibi olanlar bunlardan faydalanır.Onun içindir ki, aşağıda mealini vereceğimiz âyetlerle, Allahuteâlâ Hz. Mubammed’in kalbini yatıştırmakta, münkirlerin bu hareketleri karşısında üzülmemesini istemektedir. Aynı zamanda âyetlerde: inkarcıların kâinat kitabındaki delilleri göremiyecek kadar kör oldukları, inatlarında İsrar edecekleri, bu davet ve delillerin selim fıtrat sahipleri için iman etmeye kâfi gelebileceği anlatılmakta ve sonra da onlara Allah tarafından ansızın bir azap geleceği haber verilmektedir:*************************************************(O gün gelen vahyi sadece Allah ve Muhammed biliyordu kesin olarak.%100 Ama bu gün (2017) öyle değil ilim ve teknoloji ışığında hepsi açıklanmış.)********************“Biz Kitabı üzerine yazılı bir kâğıtta göndersek ve onlar elleriyle dokunsalar bile, inkar edenler, tartışmasız: “Bu apaçık bir büyüden başkası değildir” derler.” (Enam-7) Sadece bu ayete bakarak Kur’an’ın sayfaları olan bir kitap olarak indirilmediğini anlayabiliriz. ***Diyelim o zamandan bu zamana anlayamadılar.Tamam.Ama bu zamanda 2017 anlayamamak imkansız çünkü delilleri kesin bir şekilde açık ve net.O zaman peygambere gelen vahiyi sadece peygamber ve Allah biliyordu.Bu gün (2017) ilim ve teknolojinin nazarında ayetler açık ve net bir şekilde ispatlanmış biçimde ortada.Örnek; (50/KAF-17: Çünkü onun sağında ve solunda oturan, her davranışı yakalayıp tesbit eden iki melek vardır.)Teyp,video.vb cihazlar.(41/FUSSİLET-21: Derilerine soracaklar: "Neden aleyhimize tanıklık yaptınız?" Onlar da: "Her şeye konuşma imkanı veren Allah, bize (de) vermiştir. Sizi yoktan var eden O'dur, (şimdi) yine O'na döndürülüyorsunuz.Akıllı telofon vb.cihazlar.mesaşlaşma.vb**************************Onun için olaylara şu açıdan bakmak bütün proplemlerin halledilmesi demektir.*****EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları.https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=247210785730330&id=100013242319421*************************************-■ Sen ne kadar yürekten istersen iste, insanların çoğu iman etmezler. Oysa sen buna karşılık onlardan bir ücret te istemiyorsun. Kur’an âlemler için sadece bir öğüttür. Göklerde ve yerde nice âyetler vardır ki, yanlarından yüzlerini çevirerek geçerler. Onların çoğu, ortak koşmadan Allah’a inanmazlar. Allah tarafından, onları kuşatacak bir azaba uğramalarından veya farkına varmadan, kıyamet saatinin ansızın gelmesinden güvende midirler? Bu âyetler, Allah'ın hakiki dinine bir türlü bağlanamayan insanların içyüzünü en belirli şekilde dile getirmektedir. Bilhassa: “Onların çoğu, ortak koşmadan Allah’a inanmazlar-” cümlesinin ne büyük hakikatleri ihtiva ettiği herkesçe malûmdur... Dile getirilen bu gerçekleri, birlikte yaşadığımız insanların çoğunda müşahede ediyoruz. Müslüman olduğunu iddia eden bir çok kimseler, tevhitle şirki bıçakla keser gibi birbirinden ayırmadıkları için imanla şirkin karışımı bir akideye sahiptirler. Nihayet Hz. Peygamber (S_A.) e tevcih olunan çok mühim, çok manidar bir vahyin yer aldığını görüyoruz. Bu vahiyde, takip edeceği yolun bütün yollardan ayrı, belirli ve sınırlı olduğu belirtilmekte, bu hususun kalın hatlarla gösterildiğine işaret edilmektedir: De ki: “Benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah’a çağırırız. Allah’ı her türlü ortaktan tenzih ederim. Ben Allah’a eş koşanlardan değilim.”
0 notes