#Ali Rıza Doğan
Explore tagged Tumblr posts
alaturkaamerika · 1 month ago
Text
New York’ta Bolu Şehitleri İçin Lokma Döküldü: Ali Rıza Doğan’dan Sorumluluk Çağrısı!
Ali Rıza Doğan, Bolu yangını şehitlerini New York’ta lokma dökerek andı ve sorumluluk çağrısında bulundu. New York, NY | Alaturka – New York’un tanınmış restoranlarından Ali Baba Mediterranean Cuisine’in sahibi Ali Rıza Doğan, Bolu’da meydana gelen trajik yangında hayatını kaybeden 79 vatandaşımızı anmak için lokma dökerek anlamlı bir etkinliğe imza attı. Lokma etkinliği sırasında hem dualar…
0 notes
huseyin-can-guner · 1 month ago
Text
HÜSEYİN CAN GÜNER - Hakkında Gerçek Bilgiler
HÜSEYİN CAN GÜNER ÇANKAYA BELEDİYE BAŞKANI
ÇANKAYA HANEDANLIĞI
📌Partide NEPOTİZM yok diyen CHP Genel Merkezine Saygılarımla…
📌Veli Ağbaba'nın Danışmanı Ali İlhan Çankaya Belde A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi
📌Veli Ağbaba'nın Eski Danışmanı Emre Caner Çankaya Belde A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi
📌Hüseyin Can Güner'in gizli ortağı ve Murat Karayalçın'ın Sekreterinin oğlu Emre Doğan ABB ve Çankaya Belediye Meclis Üyesi
📌Emre Doğan'ın büro ortağı daha 3 aylık partili Ahmet Ağırman Çankaya Belediye Meclis Üyesi.
📌Veli Ağbaba'nın Eski Danışmanı şimdiki YDK Üyesi Deniz Çakır'ın iş ortağı Fevzi Gümüş Çankaya Belediye Meclis Üyesi.
📌Veli Ağbaba'nın çok yakını sır arkadaşı Hasan Alıcı ABB ve Çankaya Belediye Meclis Üyesi.
📌Veli Ağbaba'nın çok yakını Hüseyin Can Güner'in yakın köylüsü İsmail Koç Belde A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı.
📌A.M. Başarır'ın yakın arkadaşı Eski Memleket Partisi Parti Meclisi Üyesi Eşber Atilla Belpet Genel Müdürü ve Belde A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi
📌Emre Doğan'ın kirvesi Erdoğan Coşkun Belediye Binası Baş Formeni
📌Tekin Bingöl'ün Yeğeni Murat Çağlar Köse Ana Otopark Garaj Amiri
📌Murat Karayalçın'ın Şoförü Aykut Canikli Çankaya Beldiyesi Meclis Üyesi
📌Murat Karayalçın'ın Zabıta Daire Başkanı manevi kardeşi Alaattin Erdoğan Çankaya Belediye Meclis Üyesi
📌Hüseyin Can Güner'in İş Ortağı Sercan Kavak Çankaya Belediye Meclis Üyesi
📌Yaşar Seyman'ın oğlu Fırat Seyman Çankaya Belediyesi Grup Başkan Vekili
📌PM Üyesi Ali Haydar Fırat'ın kardeşi Ferizan Fırat Çankaya Belediye Meclis Üyesi
📌PM Üyesi Ali Haydar Fırat'ın eşi Özlem Fırat memur yakında bir birime müdür olarak atanması bekleniyor.
📌Ekrem İmamoğlu'nun yakın çalışma arkadaşı Necati Özkan'ın kardeşi Suna Gürsoy Çankaya Belediyesi Meclis Üyesi
📌Hikmet Çetin'in kardeşinin oğlu Anıl Çetin Belediye Başkan Yardımcısı
📌Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt'un kızı Tutku Kurt Bayyurt Belediye Başkan Yardımcısı
📌Çorum Eski Milletvekili Tufan Köse'nin eşi Leyla Köse Özel Kalem Müdürü
📌İlçe Başkanı Fahri Yıldırım'ın kuzeni Mehmet Yıldırım Halkla İlişkiler Müdürü
📌Emre Doğan'ın kuzeni Hasan Erkin Kara İmar Müdürü
📌Hüseyin Can Güner'in Milletvekili adayıyken şoförü olan Sadık Can Köksal Protokol müdürü, Çanpaş A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi ve İmar A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi (3 dolgun maaş)
📌Emre Doğan'ın uzak kuzeni Vadi Öznur İmar A.Ş. Genel Müdürü
📌Emre Doğan'ın mahalle arkadaşı Gökhan Açık Belde A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi
📌Mamak İlçe Başkani Ali Rıza Erdek'in eşi Aylin Erdek Çayed Yönetim Kurulu Üyesi
📌Ankara Milletvekili Gamze Taşçıer'ın Danışmanı Gölbaşı önceki İlçe Başkanı Bülent Elikesik İmar A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi
📌Mamak ABB Belediye Başkan Vekili Aycan Demir Çankaya Belediyesi Bankamatik
📌Keçiören İlçe Başkani Berk Kılıç Çankaya Belediyesi Bankamatik
📌Keçiören Belediye Başkan Vekili Tolga Turgut Çankaya Belediyesi Bankamatik
📌Keçiören Grup Başkan Vekili Hakan Ataoğlu Çankaya Belediyesi Bankamatik
📌Keçiören Meclis Üyesi Naci demir Çankaya Belediyesi Bankamatik
📌Altındağ İlçe Başkani Gökhan Ürün Çankaya Belediyesi Bankamatik
📌Altındağ ABB Grup Sekreteri Servet Akman Çankaya Belediyesi Bankamatik
📌Gölbaşı Grup Başkan Vekili Mehmet yılmaz Çankaya Belediyesi Bankamatik
📌Ankara İl Başkan Yardımcısı Zafer Gür Çankaya Belediyesi Bankamatik
📌Ankara İl Başkan Yardımcısı Selis Aydar Çankaya Belediyesi Bankamatik
📌Ankara İl Başkan Yardımcısı İlhan Kat Çankaya Belediyesi Bankamatik
📌Ankara İl Başkan Baş Danışmanı Irmak Hanım Çankaya Belediyesi Bankamatik
📌Çankaya İlçe Başkan Yardımcısı Birgül Kaya Çankaya Belediyesi Bankamatik
📌Çankaya İlçe Başkan Yardımcısı Barış Deniz Çankaya Belediyesi Bankamatik
📌Çankaya İlçe Başkan Yardımcısı Yener Uğurlu Çankaya Belediyesi Bankamatik
1 note · View note
yenihabergazetesi · 4 months ago
Text
Vefatının 86. Yıldönümünde ATATÜRK’Ü ANARKEN…
İbrahim BİRELMA 1881’de Selanik’te doğan “Mustafa”nın annesi Zübeyde Hanım, babası Ali Rıza Efendi’dir. Okulda hocası “Kemal” adını taktı. 1904’te kurmay yüzbaşı olan Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı, Kurtuluş Savaşı’nı hazırladı, vatanı kurtardı. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilince Cumhurbaşkanlığına seçildi. Sayısız zafer ve devrimlerle dolu olan hayatı, ölüm tarihi olan 10…
0 notes
aykutiltertr · 11 months ago
Video
youtube
Karaçalı Eyvah Eyvah Ata Demirer Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Kastamon...  Aykut ilter Ritim Karaoke Kanalıma Abone Olun Beğenip Paylaşın Aboneler İstek Şarkı İsteyebilirler. Şarkının Orijinal Versiyonunu Linkten Dinleyip Ritim Karaokesiyle Çalışabilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=1H2Eq8uv_M8 Lise Üniversite Koroları Müzisyenler Solistler Vokalistler Yorumlara isteklerini Yazabilirler. Karaçalı gibi girdin aramıza Karaçalı gibi girdin aramıza Al kızını koy çuvala Al kızını koy çuvala Salla salla vur duvara Salla salla vur duvara Al kızını koy çuvala Al kızını koy çuvala Salla salla vur duvara Salla salla vur duvara Kara diken gibi girdin aramıza, Kara diken gibi girdin aramıza, Al kızını koy çuvala, Al kızını koy çuvala, Salla salla vur duvara Salla salla vur duvara Al kızını koy çuvala, Al kızını koy çuvala, Salla salla vur duvara Salla salla vur duvara Eyyvah Eyvah Madde Tartışma Oku Değiştir Kaynağı değiştir Geçmişi gör Araçlar Vikipedi, özgür ansiklopedi Eyyvah Eyvah Eyvah Eyvah filmin afişi Yönetmen Hakan Algül Yapımcı Necati Akpınar Senarist Ata Demirer Oyuncular Ata Demirer Demet Akbağ Salih Kalyon Meray Ülgen Bülent Şakrak Tanju Tuncel Hande Dane Şehsuvar Aktaş Bican Günalan Özge Borak Alican Yücesoy Can Kahraman Müzik Fahir Atakoğlu Görüntü yönetmeni Gökhan Atılmış Sanat yönetmeni Mete Yılmaz Kurgu Mustafa Gökçen Yapım şirketi BKM Film Dağıtıcı UIP Cinsi Sinema filmi Türü Komedi Renk Renkli Yapım yılı 2009 Çıkış tarih(ler)i 26 Şubat 2010 Süre 104 dakika Ülke  Türkiye Dil Türkçe Hasılat 16,401,863 $ Devam filmi Eyyvah Eyvah 2 Eyyvah Eyvah, yönetmenliğini Hakan Algül'ün yaptığı 2009 yılı yapımı sinema filmi. Filmde Çanakkale Geyikli'de klarnet çalarak hayatını devam ettiren ve beklenmedik olayla İstanbul'a gelen Hüseyin ve ona kucak açan Firuzan'ın hayatı anlatılmaktadır. Konusu İstanbul'a gelen, Çanakkale'nin Geyikli köyünde ninesi ve dedesiyle büyüyen biri olan Hüseyin (Ata Demirer) klarnet çalarak geçimini sağlamaktadır ve Hemşire Müjgan'a âşıktır ancak beklenmedik bir olay onu köyünden ayırır. Bunun üzerine İstanbul'a gelen Hüseyin'e, İstanbul’un gece kulüplerinde assolistlik yapan Firuzan (Demet Akbağ) sahip çıkar. Ancak hayatı yoğun ve karışık olan Firuzan'ın, Hüseyin’le tanışınca hayatına hem kahkaha hem macera dâhil olacaktır.[1] Oyuncular Oyuncular Filmdeki Karakterleri Ata Demirer Hüseyin Badem Demet Akbağ Firuzan Özge Borak Müjgan Tanju Tuncel Hatice Nine Salih Kalyon Halil Dede Şehsuvar Aktaş İrfan Gökhan Atılmış Haldun Eskiciler Meray Ülgen Ali Rıza Şeker Tarık Ünlüoğlu Edremit Caner Alkaya Melek Hande Dane Sema Alican Yücesoy İbrahim Okan Çabalar Berber Murat Bican Günalan Ramiz Şener Kökkaya Belediye Başkanı Ayşenil Şamlıoğlu Necla Teoman Kumbaracıbaşı İspanyol Münir Canar Yakup Serra Yılmaz Mersedes Burak Yıldız Fuat Şeker Ali Savaşçı Fatih Tevfik Yapıcı Muharrem Selçuk Uluergüven Davut Cengiz Bozkurt Halit Beyti Engin Kasap Hâzım Körmükçü Can Bülent Seyran Taksici Bülent Şakrak Meto Bala Atabek Jale Kahraman Sivri Murat Serezli Rafi Emeksiz Bengü Ergin Ayfer Dündar Göktay Tosun Edip Tepeli Beyazıt Öztürk Merve Atılmış Filiz Kaya Hamdi Alp Aziz Aslan Doğan Akdoğan Yavuzhan Doğan Uğur Biçer Onur Atilla Ergun Kuyucu Cenk Tunalı Elif Erol Hakan Karsak
0 notes
gundemarsivi · 1 year ago
Text
Tumblr media
Diyarbakırlı Ramazan Hoca Cinayetinin Düşündürdükleri
✍🏻 Osman Akyol
https://www.gundemarsivi.com/diyarbakirli-ramazan-hoca-cinayetinin-dusundurdukleri/
Sosyal medyada “Diyarbakırlı MalcolmX” ya da “Diyarbakırlı Ramazan Hoca” olarak ünlenen Ramazan Pişkin, Cerrahpaşa’da bulunan işyerinde uğradığı bıçaklı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Adi bir cinayet gibi görülen ölümünün ardından ise bir yığın soru işareti bıraktı.
Sosyal medyada “Diyarbakırlı Ramazan Hoca” olarak ünlenen Ramazan Pişkin dün (31 Ocak Çarşamba) Cerrahpaşa’da Kocamustafapaşa Caddesi üzerinde bulunan işyerinde ölü olarak bulundu. İstanbul Valiliği’nin bu gün yaptığı açıklamada katil zanlısının yakalandığını duyurdu. Buraya kadar her şey normal ancak son zamanlarda peş peşe gelen hadiseleri bir arada düşündüğümüzde cinayet, yanıtlanması gereken bir yığın soru işaretini de içinde barındırıyor
İlki: Bu cinayet adi bir cinayet mi, yoksa siyasi bir cinayet mi? Cinayetin perde arkasında kimler var?
Örneğin son zamanlarda İsmailağa Cemaati’nin başını çektiği tarikatçı yapılar, “Ehl-i Bidat İmamlar” başlığı altında bir çalışma içindeler ve “ehl-i bidat” olduğunu düşündükleri; İhsan Eliaçık, Mustafa Karataş, Yaşar Nuri Öztürk, Bayraktar Bayraklı, İsmail Nacar, Muhammed Nur Doğan, Hayri Kırbaşoğlu, Emine Şenlikoğlu, Mustafa İslamoğlu, Abdülaziz Bayındır, Alpaslan Kuytul, Süleyman Ateş, Hayrettin Karaman, Adnan Oktar, Humeyni, Ali Rıza Demircan, İskender Evrenesoğlu, Zekeriya Beyaz, Ali Şeriati, Edip Yüksel, Ahmed Hulusi gibi ünlülerin de aralarında bulunduğu 40-60 kadar imamın adını o listelerde sayıyorlar ve bir anlamda bu kişileri bir yerlere hedef olarak gösteriyorlar. Onlardan biri de, “Ramazan Hoca, hoca değil şarlatan” diyen Hüseyin Çevik. Onun listesinde Ramazan Hoca son sırada sayılıyordu.
Bu detay polisin dikkatini çekti mi acaba?
Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=AdA6mccog10&t=13s, Erişim Tarihi: 1 Şubat 2024
İkincisi ve belki de en önemlisi:
Hizb-ut Tahrirci bir kişinin Anıtkabir’de şeriat çağrısı yapması, ardından Fatih Camisi imamına suikast girişimi, sonra Gazze’ye destek için düzenlenen mitingden dönen ve hilafet bayrağı taşıdığı söylenen bir kişiye yapılan yumruklu saldırı, Santa Maria Kilisesi baskını ve son olarak da Ramazan Hoca’nın katledilmesi…
Bu olaylar silsilesini bir arada düşündüğümüzde bunlar doğal seyrinde ilerleyen olaylar mı, yoksa yaklaşan bir hibrit darbe planının ön hazırlıkları mı?
Üçüncüsü: Bu ülkede insanlar istedikleri fikri savunamayacaklar mı?
Mutlaka ölmeleri ya da yandaş mı olmaları gerekiyor?
Düşünce özgürlüğü ve eleştiri kültürünün yerleşmesi noktasında devletin yapacağı şeyler, alacağı tedbirler yok mu?
Bu kültürün oluşması için daha kaç insanın ölmesi lazım?
Dördüncüsü: İslam’ı; dini pratikleri ve inanç esasları açısından eleştiren pek çok yazı kaleme almış biri olarak zaman zaman ben de tehdit alıyorum.
Ölümün bir vakti saati olduğuna inanan biri olarak çoğunu ciddiye almıyorum elbette. Ama her şeyi siber gözüyle gören ve peş peşe operasyonlar düzenleyen devlet baba acaba bu ülkenin muhalif insanlarının da babası değil mi?
Bkz. İlahi Adalet Komünizm (Araştırma/İnceleme), Liman Yayınevi, Genişletilmiş ve Gözden Geçirilmiş 2. Baskı, Ankara, Nisan 2023
Osman Akyol
***
0 notes
multecibekes · 4 years ago
Text
Çocukken Amcasının Tecavüzüne Uğrayan, Kocası Tarafından Geneleve Satılan 'Hayatsız Kadın' Ayşe Tükrükçü'nün İnanılmaz Hikayesi ;
Lütfen sonuna kadar okuyun ... 😪
Bazen hayat bizleri ne kadar da zorlar, nasıl da isyan ettirir bilirsiniz. En kötü şeylerin hep bizim başımıza geldiğini düşünür, nefes alacak gücü bile bazen kendimizde bulamayız. Fakat bazı hayatlar var ki, onca kötülüğün, çaresizliğin içinden sıyrılarak herkesten ve her şeyden güçlü bir abide gibi durur karşımızda.
Şimdi size Ayşe Tükrükçü'nün güçlü ve muhteşem kalpli hikayesini anlatacağım. O "hayatsız bir kadın". Boğazınız düğümlenecek ama sonuna geldiğinizde Ayşe Hanım'a hayran olacaksınız...
Bu kadının yüzündeki ifadeye iyi bakın çünkü orada hayatsız bir yaşamın izleri var. En başa gidip anlatalım olanları...
Antepli gurbetçi bir ailenin çocuğu Ayşe. Ailesi ablasıyla birlikte Ayşe'yi Antep'te bırakıyor ve yanlarına iki oğullarına alıp Almanya'ya gidiyor. Ayşe'nin abisi Berlin'de sokakta yürürken bir çukura düşüyor ve boğuluyor. O noktadan sonra aslında aile de o çukurda boğulmaya başlıyor ama kimse farkında değil.
Daha 15 günlükken babaannesinin yanına bırakılan Ayşe'nin yanına bir de yeni doğan kardeş İlknur ekleniyor. İki kardeş Antep'te babaanneyle büyüyor.
Fakat bir süre sonra ailesi Ayşe'yi yanına, Almanya'ya alıyor. Yaşı henüz 7. Sevgisiz bir ailede yeni hayatına alışmaya çalışırken baba "yemeğin tuzu yok" diye anneyi dövüyor; anne de hırsını almak için çocukları dövüyor. Şiddet, nefret, sevgisizlik her şey var... Bir süre sonra günün birinde Antep'te yaşayan babaanneden "Çocukları benden aldınız, yapayalnız kaldım. Bari birini gönderin" diye mektup yazınca Ayşe koşa koşa geri dönüyor. İşte o gidiş, Ayşe'nin kötü hayatının başlangıcı...
Antep'e döndüğünde Ayşe'nin amcası Ayşe'yi ve kendi çocuklarını Antalya'ya tatile götürüyor... Güya... Lanet olsun o amcaya!
Ayşe o sıra 9 yaşında. Amca, çocukları babaanneden alıp Antalya'ya götürüyor. Bir gece uykusunda üstünde bir ağırlıkla ve alkol kokan bir nefesle uyanıyor Ayşe. Yan yatakta amcasının kızı Şengül de yatıyor üstelik. 9 yaşındaki Ayşe'nin ağzını kapatıyor ses çıkartmasın diye, çamaşırlarını yırtıyor ve kaçamasın diye meyve bıçağını sırtına saplıyor, tecavüz ediyor. Amca her gün Ayşe'yi kendi elleriyle yıkayıp akşama hazırlıyor; kaçamıyor 9 yaşındaki çocuk.
Antep'e döndüklerinde amca, "Konuşursan seni öldürürüm" tehditleri savuruyor Ayşe'ye. İnsanlara da “Yazık! Bu öksüz, babası yok” diyerek sahte bir şefkat gösterisi yapıyor.
6 ay sonra baba gelip Ayşe'yi yeniden Almanya'ya götürüyor ama durumdan haberdar değil, zaten anlayacak bir adam da değil. Bu sefer evde şiddet başlıyor, her gün dayak yiyor babadan. Ayşe'nin vücudundaki morlukları fark eden öğretmeni sosyal hizmetlere haber veriyor Ayşe aileden alınıp yetiştirme yurduna veriliyor. Vücudunda tam 72 tane morluk tespit ediliyor.
Yetiştirme yurdu, Ayşe'nin belki de en hayatında en huzurlu olduğu zaman dilimi. Tecavüze uğradığını 11 yaşına kadar söyleyemiyor.
Bir gün yurtta duş aldıktan sonra kurulanırken bacaklarından akan kanı görüyor öğretmeni ve bir şey olduğunu düşünüyor önce. Ayşe "Ali Rıza yaptığında da böyle olmuştu" diye çığlıkla ağlamaya başlayınca yurttaki öğretmeni bir şeyler olduğunun farkına varıyor. Ayşe aslında her genç kız gibi regl olmuş o sırada. O feryattan sonra Ayşe'nin tecavüze uğradığı anlaşılıyor ve yetkililer aileye dava açıyorlar. Aile Ayşe'yi sahiplenmek yerine "Orospu oldun sen" diyor, iyice dışlıyor.
16 yaşında yurttan ayrılınca ailesinin yanına dönmek zorunda kalıyor Ayşe. İşte o zaman amcasının kızı Şengül "Evet, Ayşe'ye babam tecavüz etti" diyor aileye. Değişen bir şey oluyor mu peki? Hayır...
23 yaşına kadar Almanya'da yaşadıktan sonra Türkiye'ye geliyor ve kendisine ilk evlilik teklifi eden adamla evleniyor kurtulmak için. Futbolcu olan eşine durumu anlatıyor, kabul ediyor. Ancak bu sefer de kocasının abisi tarafından şiddet görüyor, hem de 6 aylık hamileyken. Köydeki evlerinin tuvaletine gittiğinde çocuğunu, o lağım çukuruna düşürüveriyor yediği dayaklar yüzünden. Eğilip çukurdan almak istiyor, alamıyor... Bir süre sonra Hasan'la boşanıyorlar. "Dul bir kadın" olarak Antep'e dönüyor Ayşe. Kolay mı "dul kadın" olmak?
Almanca bildiği için bir avukatın yanında işe başlıyor Antep'te. Bahri ile de orada tanışıyor. Olmaz olası Bahri!
"Akraba ziyareti" diye şehir şehir geziyorlar Bahri'yle fakat akrabaların hepsi erkek. Ziyaretten önce de Bahri "saçını başını yaptır, güzel giyin" diye tembihliyor Ayşe'yi. Meğer o akraba denilen adamlar, genelev patronlarıymış. Ayşe'ye "evlilik için lazım" diyerek bir sürü kağıt imzalatıyor Bahri. İşte o kağıtlar, Ayşe'nin geneleve satıldığını belgeleyen kağıtlar!
Kocası tarafından Mersin Genelevine satılıyor Ayşe. Kaçmak istiyor, kaçamıyor. Türkiye'de 7 genelevde çalışmak zorunda kalıyor.
365 gün çalışıyor her genelev kadını gibi. Regl olduğunda bile tamponla kanı durdurup çalışmak zorunda bırakılıyor. Günde bazen 60-70 adamla birlikte olmak zorunda kalıyor. 365 gün boyunca! İçerdeki kadınların %70'i tecavüz mağduru.
2,5 yıl boyunca başına gelmeyen kalmıyor Ayşe'nin. Gitmek istediğinde gözünün önüne kafası, bedeninden ayrılan arkadaşları geliyor.
İlişki sırasında kalp krizi geçirerek üstünde ölen müşteriler mi dersiniz yoksa 18 yaşın altına yasak olan geneleve müşteri olarak gelerek Ayşe ile beraber olan 16 yaşında çocuklar mı dersiniz... Neler neler...
"Bir kadın, o haldeki bir erkekle yatmaz, yatamaz! Yüreği kaldırmaz. Ama erkekler yatabiliyor"
İnsanlık dışı şartlarda çalıştığını söylüyor Ayşe. Ve kadınla erkek arasındaki en net farkın da bu olduğunu söylüyor: "Bir kadın, o haldeki bir erkekle yatmaz, yatamaz! Yüreği kaldırmaz. Ama erkekler yatabiliyor. Adam geliyor seninle yatıyor. Sonra, “Kızım, sen niye orospu oldun?” diyor. “Kızım” diyor, çünkü kızı yaşındayım."
Geneleve girdikten sonra ailesine "İşte şimdi orospu oldum!" diye haber veriyor. Nasıl bir yazgı bu?
"Namussuz dedin, orospu dedin, işte şimdi orospu oldum! Ali Rıza’nın 9 yaşında bilmem ne yaptığı kızın, şimdi vesikalı çalışıyor. Gel gör istersen!” diye mektup yazmış annesine. "Peki bu haberden sonra kimse onu kurtarmaya gelmemiş mi?" diye düşünebilirsiniz. Gelmiş tabii. Eniştesi gelmiş, müşteri olarak!
Kendisine aşık olan bir müşterisi Ayşe ile evlenmek istemiş ama genelevden çıkmak o kadar kolay değil. Önce o borçlar ödenecek!
Adam evlenmek istemiş ama düğün parası yokmuş ve Ayşe'nin kendisine borç olarak çıkartılan sigorta parası, işçi parası, yemek parası, kuaför parası, vekil parası, yakıt parası, su parası, elektrik parasını ödemesi gerekmiş. Bunun için de tam 700 erkekle daha birlikte olması gerekmiş. Düğünün neden şart olduğunu şimdi anlayacaksınız...
Emniyetin şartı şu: "Genelevden çıkarken düğün yapacaksın, videoya çektireceksin."
"Videocu para, kına para, pasta para, en çok zoruma giden da imamın aldığı 30 bin lira oldu. Ama sonunda düğün oldu." diyor Ayşe. 6 yıl sonra da eşinden boşanmış çünkü yoğun bir "Sen genelevden çıktın" baskısı yaşamış. Sonrasında da bulaşıkçılık yapmış, yemek yapmış, hasta bakıcılığı yapmış ve hatta, 4 buçuk ay sokakta bile yaşamış. Ama asla geneleve dönmemiş. O günden sonra da 20 yıl geçmiş...
"Genelevden düğünle çıkan kadın" diye haber olunca Şefkat-Der başkanı kendisine ulaşmış.
Yaşadıkları için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuş Ayşe. Hatta Şefkat-Der, kendisinin bağımsız milletvekili adayı olması için de destekte bulunmuş. Amaç meclise girmek değil, farkındalık yaratmak.
Son eşinden ayrıldıktan sonra hastanelerin acil servislerinde yatmak, lokantaların artıklarıyla beslenmek zorunda kalmış...
Bir dönem sokaklarda yatan bir insan olarak kimsesizlerin halini çok iyi bildiğini söylüyor Ayşe Tükrükçü. Bu yüzden gece kimsesizler için çorba yaparak dağıtmaya başlamış. Semt semt dolaşarak banklarda, sokaklarda, derme çatma yerlerde yatan insanların başucuna çorba bırakmış.
Peki şimdi Ayşe Tükrükçü ne yapıyor biliyor musunuz? Çorba ile başlayan bir gönüllü hareketini daha da ileri götürerek kimsesizlere aş oluyor, şefkat oluyor...
Sokakta yaşayanlara destek vermek için oluşturulan "Hayata Sarıl" isimli sosyal sorumluluk projesi ortaya çıkıyor zamanla. Daha sonra bu proje dernek statüsüne geçiyor, daha da büyüyor.
Gönüllülerin de el vermesiyle Beyoğlu'ndaki bir dükkanı tadilat ediyorlar hep birlikte. Sonra işte o sıcacık "Hayata Sarıl Lokantası" ortaya çıkıyor.
Gündüz saatlerinde herkesin parasıyla yemek yiyebileceği, akşam da evsizlere ücretsiz yemek dağıtan bu muhteşem projenin başında şimdi Ayşe Tükrükçü. Sadece yemek değil üstelik, iş ve yaşam imkanı da sağlıyorlar ihtiyacı olanlar için. Üstelik her ay ünlü bir şef gelip bu lokantada menüye katkıda bulunuyor, ekiple birlikte yemek yapıyor.
Bu "Hayatsız Kadın"ın ne kadar güçlü ve hayata nasıl tutunduğunu, üstelik başkalarının hayatını da nasıl ısıttığını bir düşünün şimdi. Ayşe Tükrükçü, yaşadığımız çağın en önemli kahramanlarından biri. Saygıyla eğilmeyip ne yapacağız? Çok yaşa sen Ayşe Abla !
Güzel kalbinden ve ellerinden öpüyoruz seni..
devrimcikadınlar/tumblr
https://www.facebook.com/100001504996452/posts/4015176858542441/
8 notes · View notes
devrimcikadinlar · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Çocukken Amcasının Tecavüzüne Uğrayan, Kocası Tarafından Geneleve Satılan 'Hayatsız Kadın' Ayşe Tükrükçü'nün İnanılmaz Hikayesi ; Lütfen sonuna kadar okuyun ... 😪 Bazen hayat bizleri ne kadar da zorlar, nasıl da isyan ettirir bilirsiniz. En kötü şeylerin hep bizim başımıza geldiğini düşünür, nefes alacak gücü bile bazen kendimizde bulamayız. Fakat bazı hayatlar var ki, onca kötülüğün, çaresizliğin içinden sıyrılarak herkesten ve her şeyden güçlü bir abide gibi durur karşımızda. Şimdi size Ayşe Tükrükçü'nün güçlü ve muhteşem kalpli hikayesini anlatacağım. O "hayatsız bir kadın". Boğazınız düğümlenecek ama sonuna geldiğinizde Ayşe Hanım'a hayran olacaksınız... Bu kadının yüzündeki ifadeye iyi bakın çünkü orada hayatsız bir yaşamın izleri var. En başa gidip anlatalım olanları... Antepli gurbetçi bir ailenin çocuğu Ayşe. Ailesi ablasıyla birlikte Ayşe'yi Antep'te bırakıyor ve yanlarına iki oğullarına alıp Almanya'ya gidiyor. Ayşe'nin abisi Berlin'de sokakta yürürken bir çukura düşüyor ve boğuluyor. O noktadan sonra aslında aile de o çukurda boğulmaya başlıyor ama kimse farkında değil. Daha 15 günlükken babaannesinin yanına bırakılan Ayşe'nin yanına bir de yeni doğan kardeş İlknur ekleniyor. İki kardeş Antep'te babaanneyle büyüyor. Fakat bir süre sonra ailesi Ayşe'yi yanına, Almanya'ya alıyor. Yaşı henüz 7. Sevgisiz bir ailede yeni hayatına alışmaya çalışırken baba "yemeğin tuzu yok" diye anneyi dövüyor; anne de hırsını almak için çocukları dövüyor. Şiddet, nefret, sevgisizlik her şey var... Bir süre sonra günün birinde Antep'te yaşayan babaanneden "Çocukları benden aldınız, yapayalnız kaldım. Bari birini gönderin" diye mektup yazınca Ayşe koşa koşa geri dönüyor. İşte o gidiş, Ayşe'nin kötü hayatının başlangıcı... Antep'e döndüğünde Ayşe'nin amcası Ayşe'yi ve kendi çocuklarını Antalya'ya tatile götürüyor... Güya... Lanet olsun o amcaya! Ayşe o sıra 9 yaşında. Amca, çocukları babaanneden alıp Antalya'ya götürüyor. Bir gece uykusunda üstünde bir ağırlıkla ve alkol kokan bir nefesle uyanıyor Ayşe. Yan yatakta amcasının kızı Şengül de yatıyor üstelik. 9 yaşındaki Ayşe'nin ağzını kapatıyor ses çıkartmasın diye, çamaşırlarını yırtıyor ve kaçamasın diye meyve bıçağını sırtına saplıyor, tecavüz ediyor. Amca her gün Ayşe'yi kendi elleriyle yıkayıp akşama hazırlıyor; kaçamıyor 9 yaşındaki çocuk. Antep'e döndüklerinde amca, "Konuşursan seni öldürürüm" tehditleri savuruyor Ayşe'ye. İnsanlara da “Yazık! Bu öksüz, babası yok” diyerek sahte bir şefkat gösterisi yapıyor. 6 ay sonra baba gelip Ayşe'yi yeniden Almanya'ya götürüyor ama durumdan haberdar değil, zaten anlayacak bir adam da değil. Bu sefer evde şiddet başlıyor, her gün dayak yiyor babadan. Ayşe'nin vücudundaki morlukları fark eden öğretmeni sosyal hizmetlere haber veriyor Ayşe aileden alınıp yetiştirme yurduna veriliyor. Vücudunda tam 72 tane morluk tespit ediliyor. Yetiştirme yurdu, Ayşe'nin belki de en hayatında en huzurlu olduğu zaman dilimi. Tecavüze uğradığını 11 yaşına kadar söyleyemiyor. Bir gün yurtta duş aldıktan sonra kurulanırken bacaklarından akan kanı görüyor öğretmeni ve bir şey olduğunu düşünüyor önce. Ayşe "Ali Rıza yaptığında da böyle olmuştu" diye çığlıkla ağlamaya başlayınca yurttaki öğretmeni bir şeyler olduğunun farkına varıyor. Ayşe aslında her genç kız gibi regl olmuş o sırada. O feryattan sonra Ayşe'nin tecavüze uğradığı anlaşılıyor ve yetkililer aileye dava açıyorlar. Aile Ayşe'yi sahiplenmek yerine "Orospu oldun sen" diyor, iyice dışlıyor. 16 yaşında yurttan ayrılınca ailesinin yanına dönmek zorunda kalıyor Ayşe. İşte o zaman amcasının kızı Şengül "Evet, Ayşe'ye babam tecavüz etti" diyor aileye. Değişen bir şey oluyor mu peki? Hayır... 23 yaşına kadar Almanya'da yaşadıktan sonra Türkiye'ye geliyor ve kendisine ilk evlilik teklifi eden adamla evleniyor kurtulmak için. Futbolcu olan eşine durumu anlatıyor, kabul ediyor. Ancak bu sefer de kocasının abisi tarafından şiddet görüyor, hem de 6 aylık hamileyken. Köydeki evlerinin tuvaletine gittiğinde çocuğunu, o lağım çukuruna düşürüveriyor yediği dayaklar yüzünden. Eğilip çukurdan almak istiyor, alamıyor... Bir süre sonra Hasan'la boşanıyorlar. "Dul bir kadın" olarak Antep'e dönüyor Ayşe. Kolay mı "dul kadın" olmak? Almanca bildiği için bir avukatın yanında işe başlıyor Antep'te. Bahri ile de orada tanışıyor. Olmaz olası Bahri! "Akraba ziyareti" diye şehir şehir geziyorlar Bahri'yle fakat akrabaların hepsi erkek. Ziyaretten önce de Bahri "saçını başını yaptır, güzel giyin" diye tembihliyor Ayşe'yi. Meğer o akraba denilen adamlar, genelev patronlarıymış. Ayşe'ye "evlilik için lazım" diyerek bir sürü kağıt imzalatıyor Bahri. İşte o kağıtlar, Ayşe'nin geneleve satıldığını belgeleyen kağıtlar! Kocası tarafından Mersin Genelevine satılıyor Ayşe. Kaçmak istiyor, kaçamıyor. Türkiye'de 7 genelevde çalışmak zorunda kalıyor. 365 gün çalışıyor her genelev kadını gibi. Regl olduğunda bile tamponla kanı durdurup çalışmak zorunda bırakılıyor. Günde bazen 60-70 adamla birlikte olmak zorunda kalıyor. 365 gün boyunca! İçerdeki kadınların %70'i tecavüz mağduru. 2,5 yıl boyunca başına gelmeyen kalmıyor Ayşe'nin. Gitmek istediğinde gözünün önüne kafası, bedeninden ayrılan arkadaşları geliyor. İlişki sırasında kalp krizi geçirerek üstünde ölen müşteriler mi dersiniz yoksa 18 yaşın altına yasak olan geneleve müşteri olarak gelerek Ayşe ile beraber olan 16 yaşında çocuklar mı dersiniz... Neler neler... "Bir kadın, o haldeki bir erkekle yatmaz, yatamaz! Yüreği kaldırmaz. Ama erkekler yatabiliyor" İnsanlık dışı şartlarda çalıştığını söylüyor Ayşe. Ve kadınla erkek arasındaki en net farkın da bu olduğunu söylüyor: "Bir kadın, o haldeki bir erkekle yatmaz, yatamaz! Yüreği kaldırmaz. Ama erkekler yatabiliyor. Adam geliyor seninle yatıyor. Sonra, “Kızım, sen niye orospu oldun?” diyor. “Kızım” diyor, çünkü kızı yaşındayım." Geneleve girdikten sonra ailesine "İşte şimdi orospu oldum!" diye haber veriyor. Nasıl bir yazgı bu? "Namussuz dedin, orospu dedin, işte şimdi orospu oldum! Ali Rıza’nın 9 yaşında bilmem ne yaptığı kızın, şimdi vesikalı çalışıyor. Gel gör istersen!” diye mektup yazmış annesine. "Peki bu haberden sonra kimse onu kurtarmaya gelmemiş mi?" diye düşünebilirsiniz. Gelmiş tabii. Eniştesi gelmiş, müşteri olarak! Kendisine aşık olan bir müşterisi Ayşe ile evlenmek istemiş ama genelevden çıkmak o kadar kolay değil. Önce o borçlar ödenecek! Adam evlenmek istemiş ama düğün parası yokmuş ve Ayşe'nin kendisine borç olarak çıkartılan sigorta parası, işçi parası, yemek parası, kuaför parası, vekil parası, yakıt parası, su parası, elektrik parasını ödemesi gerekmiş. Bunun için de tam 700 erkekle daha birlikte olması gerekmiş. Düğünün neden şart olduğunu şimdi anlayacaksınız... Emniyetin şartı şu: "Genelevden çıkarken düğün yapacaksın, videoya çektireceksin." "Videocu para, kına para, pasta para, en çok zoruma giden da imamın aldığı 30 bin lira oldu. Ama sonunda düğün oldu." diyor Ayşe. 6 yıl sonra da eşinden boşanmış çünkü yoğun bir "Sen genelevden çıktın" baskısı yaşamış. Sonrasında da bulaşıkçılık yapmış, yemek yapmış, hasta bakıcılığı yapmış ve hatta, 4 buçuk ay sokakta bile yaşamış. Ama asla geneleve dönmemiş. O günden sonra da 20 yıl geçmiş... "Genelevden düğünle çıkan kadın" diye haber olunca Şefkat-Der başkanı kendisine ulaşmış. Yaşadıkları için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuş Ayşe. Hatta Şefkat-Der, kendisinin bağımsız milletvekili adayı olması için de destekte bulunmuş. Amaç meclise girmek değil, farkındalık yaratmak. Son eşinden ayrıldıktan sonra hastanelerin acil servislerinde yatmak, lokantaların artıklarıyla beslenmek zorunda kalmış... Bir dönem sokaklarda yatan bir insan olarak kimsesizlerin halini çok iyi bildiğini söylüyor Ayşe Tükrükçü. Bu yüzden gece kimsesizler için çorba yaparak dağıtmaya başlamış. Semt semt dolaşarak banklarda, sokaklarda, derme çatma yerlerde yatan insanların başucuna çorba bırakmış. Peki şimdi Ayşe Tükrükçü ne yapıyor biliyor musunuz? Çorba ile başlayan bir gönüllü hareketini daha da ileri götürerek kimsesizlere aş oluyor, şefkat oluyor... Sokakta yaşayanlara destek vermek için oluşturulan "Hayata Sarıl" isimli sosyal sorumluluk projesi ortaya çıkıyor zamanla. Daha sonra bu proje dernek statüsüne geçiyor, daha da büyüyor. Gönüllülerin de el vermesiyle Beyoğlu'ndaki bir dükkanı tadilat ediyorlar hep birlikte. Sonra işte o sıcacık "Hayata Sarıl Lokantası" ortaya çıkıyor. Gündüz saatlerinde herkesin parasıyla yemek yiyebileceği, akşam da evsizlere ücretsiz yemek dağıtan bu muhteşem projenin başında şimdi Ayşe Tükrükçü. Sadece yemek değil üstelik, iş ve yaşam imkanı da sağlıyorlar ihtiyacı olanlar için. Üstelik her ay ünlü bir şef gelip bu lokantada menüye katkıda bulunuyor, ekiple birlikte yemek yapıyor. Bu "Hayatsız Kadın"ın ne kadar güçlü ve hayata nasıl tutunduğunu, üstelik başkalarının hayatını da nasıl ısıttığını bir düşünün şimdi. Ayşe Tükrükçü, yaşadığımız çağın en önemli kahramanlarından biri. Saygıyla eğilmeyip ne yapacağız? Çok yaşa sen Ayşe Abla ! Güzel kalbinden ve ellerinden öpüyoruz seni..
10 notes · View notes
aydn68 · 5 years ago
Text
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİYM SORU: Hangi Hocaları Dinlemeyelim, Kitabını Okumayalım, Sohbetlerinde Bulunmayalım ve İtibar Etmeyelim?
CEVAP:
1- Ehlisünnet İtikadına Aykırı ve Ters Görüşleri Olan Hocalar...
Örneğin; Kaderi İnkâr Eden, Böyle Bir Şey Yok Diyen Hocalar Gibi...
Örneğin; Tevhidin İkinci Yarısını Söylemeyen de Cennete Girer Diyen Hocalar Gibi…
Örneğin; “Allah’ın (c.c) Dilediğine Hidayet Etmesi” Gibi Bir Şey Yoktur Diyen Hocalar Gibi…
Örneğin; Allah (c.c) Bir kişinin Kiminle Evleneceğini Bilemez Diyen Hocalar Gibi…
Örneğin; Namaz 3 Vakittir Diyen Hocalar Gibi…
Örneğin; Cin Diye Bir Varlık Yoktur Diyen Hocalar Gibi...
Örneğin; Zamanımızdaki Yahudiler ve Hristiyanlar da Cennete Girecekler Diyen Hocalar Gibi...
Örneğin; Şiî, Vehhabî, Haricî, Mutezilî, Kaderiyeci vb. Görüşleri Aktaran Hocalar Gibi…
Örneğin; Devlet İmamının Arkasında Namaz Kılan Kafir Olur Diyen Hocalar Gibi...
Örneğin; Oy Kullanmak Şirktir, Oy Kullanan Müşriktir Diyen Hocalar Gibi...
Örneğin; Deccal'in Çıkacağını, Kevser Havuzunu, Şefaati ve Kabir Azabını İnkâr Eden Hocalar Gibi...
2- Dört Mezhebin İttifak Ettiği Hususlara Aykırı Ve Ters Görüşleri Olan Hocalar...
Örneğin; Teravih Namazı Yoktur Diyen Hocalar Gibi…
Örneğin; Kâfirlerle Olan Savaşta Köle Almak Yoktur, Cariyelik Yoktur Diyen Hocalar Gibi…
Örneğin; Kadınlar Hayızlıyken/Aybaşı Halindeyken Oruç Tutabilir Diyen Hocalar Gibi…
3- Sünnete Dil Uzatan, Hakaret Eden, Hafife Alan, Küçük Gören Hocalar...
Örneğin; Biz Kur’ân’da Bulduğumuza Tabi Oluruz Diyen Hocalar Gibi...
Örneğin; Size Sadece Kur’ân Yeter. Kur’ân’da Helal Olarak Bulduğunuzu Helal Sayın. Haram Olarak Bulduğunuzu da Haram Kılın Diyen Hocalar Gibi...
Örneğin; Bizimle Sizin Aranızda Allah’ın Kitabı Vardır. Onda Helal Olarak Bulduğumuzu Helal Sayar, Haram Olarak Bulduğumuzu Da Haram Sayarız Diyen Hocalar Gibi...
Örneğin; Bir Kişi Hadisle/Sünnetle Konuştuğu Zaman; "Onları Bırak Bize Kur'an Yeter Kur'andan Konuş" Diyen Hocalar Gibi...
4- Sahabeye Dil Uzatan, Hakaret Eden, Hafife Alan, Küçük Gören Hocalar...
5-Ehl-İ Beyt’e Dil Uzatan, Hakaret Eden, Hafife Alan, Küçük Gören Hocalar...
6- Evliyaya Dil Uzatan, Hakaret Eden, Hafife Alan, Küçük Gören Hocalar...
Örneğin; İmam Rabbânî İngiliz Casusudur, İmam Gazâlî Kâfirdir Diyen Hocalar Gibi…
7- Bizden Önceki Büyüklerimiz Olan, Müçtehit, Muhaddis, Müfessir ve Fukahaya Dil Uzatan, Hakaret Eden, Hafife Alan, Küçük Gören Hocalar...
Örneğin; Sadece Kur’an-ı Kerim’in Mealini Söyleyip, Ayetlerin Açıklaması, Tefsiri ve Ayetten Çıkarılan Hükümlerde Rasûlullah (s.a.v)’in Bu Ayeti Nasıl Anladığına, Sahabenin Nasıl Anladığına, Selef-İ Salih’in Nasıl Anladığına Bakmadan Kendi Görüşü Üzere Tefsir Edip Hüküm Çıkaran Hocalar Gibi…
Yukarıdaki Açıklamalara Binaen Anlayacağınız Üzere, Ehl-i Sünnet İnancını ve İstikametini Muhafaza Etmek İsteyen Her Müslüman Şu Kişilerden Uzak Durmalıdır;
1- Mihr Ali İskender Evrenesoğlu
2- Harun Yahya
3- Prof. Abdülaziz Bayındır
4- Prof. Yaşar Nuri Öztürk
5- Prof. Zekeriya Beyaz
6- Prof. Bayraktar Bayraklı
7- Prof. Mustafa Öztürk
8- Prof. Mehmet Okuyan
9- Prof. Haydar Baş
10- Prof. Mehmet Çelik
11- Mustafa İslamoğlu
12- İhsan Eliaçık
13- Süleyman Ateş
14- Alparslan Kuytul
15- Ali Rıza Demircan
16- Levent Gültekin
17- Yasin Gündoğdu
18- Ebu Hanzala lakaplı Halis Bayuncuk
19- Ahmed Hulusi
20- Prof. Mehmet Azimli
21- Muhammed Esed
22- Ali Şeriati
23- Muhammed Abduh
24- Ayetullah Humeyni
25- Cemaleddin Afgani
26- Reşid Rıza
27- Prof. Hayrı Kırbaşoğlu
28- Ubeydullah Arslan
29- Prof. Muhammet Nur Doğan
30- İsmail Nacar
31- Zakir Naik
32- Edip Yüksel
33- Prof. Reşit Haylamaz
34- Fethullah Gülen ve Cemaatinin ileri gelen üst-düzey hocaları...
35- Mustafa Karataş
36- Abdurrahman el-Hümeyyis vb. Şahıslar Gibi Yukarıda Saydığımız Şeylerden Birini Dahi Olsa Savunan Herkesten…
Bu Kişilerin Sohbetlerini Dinlemeyiniz, Kitaplarını Okumayınız, Kanallarını Seyretmeyiniz…Tabiiki bunlar bazıları
Başlıcaları Ehlisünnete aykırı görüşleri olanlar hepsi bunlar dan ibaret değil
Vesselam
3 notes · View notes
elazigsurmanset · 2 years ago
Text
İYİ PARTİ TEŞKİLATI ESNAF VE VATANDAŞLARLA BİR ARAYA GELDİ
Tumblr media
İYİ Parti Elazığ il teşkilatı esnaf ve vatandaşlarla bir araya gelerek sorun ve sıkıntıları dinledi. Esnafın halinin içler acısı olduğunu gören teşkilat mensupları İYİ Parti iktidarında esnaf ve vatandaşın dar boğazdan kurtulacağını ifade etti.
İYİ Parti İl Başkan Yardımcıları Habip Yaşar, Hasan Doğan, yönetim kurulu üyesi Emin Özay, Milletvekili Aday Adayı Yüksel Ercan ile Gençlik Kolları Başkanı Mehmet Ali Kahvecioğlu Sanayi Mahallesi Sanayi Caddesi ile Mustafapaşa Mahallesi Ali Rıza Septioğlu Bulvarı’nda esnaf ve vatandaşlarla bir araya geldiler. VATANDAŞ DERTLİ, ESNAF SIKINTILI! Vatandaşlar Sanayi Mahallesi ve Mustafapaşa Mahallesi’nde yaşanan göçlerden kaynaklı ev ve arsaların değersizleştiğini ifade ederek, mahallelerine yatırım yapılmadığını, bu sayede şehrin en geri kalmış mahallelerinden biri olduklarının altını çizdi. Kazançlarının düştüğünü, yüzdelik dilimlerinde kesintilerin olduğunu bunun içinde hükümetin behemehal bir çare bulmasını talep eden eczacılar da bu konuda acil bir çalışma yapılmasını istediler. Vatandaşların ve esnafların büyük sıkıntılar içerisinde olduğunu belirten İYİ Parti Elazığ Teşkilatı sahaya çıkmayan iktidar partisinin bunları görmezden geldiğini belirttiler. Esnafın halinin de içler acısı halde olduğunu gördüklerini kaydeden teşkilat mensupları, Türkiye’de ekonomik krizi en çok hisseden kesimin esnaflar olduğunu belirttiler. Vatandaşların derdine derman olmanın tek çözümünün İYİ Parti iktidarı olduğunu kaydeden İYİ PARTİ Elazığ Teşkilatı, 8 ay sonra Türkiye’de yeni bir dönemin başlayacağını ve tüm bu sorunların çözüme kavuşacağını ifade etti. ADAY ADAYI ERCAN: “EKONOMİK KRİZ ÜLKENİN TEK GÜNDEM MADDESİ” İYİ Parti Elazığ Milletvekili Aday Adayı Yüksel Ercan, ekonomik krizin ülkenin tek gündem maddesi olduğunu belirterek ziyaretler kapsamında yaptığı değerlendirmede şunları söyledi: “İYİ Parti Elazığ İl Başkanlığımızın organizesiyle Sanayi ve Mustafapaşa mahallelerinde esnaf ve vatandaşlarımızla bir araya geldik. Hem esnaf hem de vatandaşımıza tabiri caizse bir dokunduk bin ah işittik. İnsanımızın ekonomik anlamda alım gücünün düştüğünü, herkesin farklı problemlerinin olduğuna şahitlik ettik. Yaklaşık 20 yıldır ülkeyi idare eden zihniyetin ekonomik anlamda bu işi yürütemediği aşikardır. Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener’in vizyonu ve misyonu ile bütün bu sıkıntıların üstesinden geleceğimizi ifade etmek isterim. Vatandaşımızın teveccühüyle 2023 yılında gerçekleşecek seçimleri İYİ’lerin kazanacağını, İYİ’lerin iktidar olacağını gönül rahatlığıyla belirtmek istiyorum. Bu duygu ve düşüncelerle sahada çalışmalarımızı bundan sonra da artırarak devam ettireceğimizi vurgulamak istiyorum.” Read the full article
0 notes
mehmmehm · 6 years ago
Text
Yollarda-5  Tunceli-Dersim
Mehmet Yayla, Ekim 2018
“Dersim” Tunceli ilinin eski adı, daha doğrusu değiştirilmeden önceki adı sanıyordum ama tam olarak öyle değilmiş. Dersim aslında bir bölgenin adı, Tunceli ili dışında Erzincan, Elazığ, Bingöl ve Malatya’nın da bir kısmını içine alan bir bölge. Kürtçe ve Farsça “Gümüş Kapı”, Zazaca ise “Duvarlı” anlamına gelirmiş. 19. Yüzyıl Osmanlı idaresinde ise bölgenin resmi adıymış.
Pertek’ten öğleden sonra 5-6′ya kadar geçen minibüsle 45 dakikalık bir yolculuktan sonra Tunceli merkeze ulaşabiliyorsunuz. Yol süresi çok değişken çünkü kent girişinde adeta sınır geçişi gibi kontrol noktaları var: minibüs duruyor, kimlikler toplanıyor, bazen hızlıca geri geliyor, bazen de teker teker kimlik numaraları kontrol edildikten sonra, yani 10-15 dakikalık bir beklemeden sonra geri geliyor. (Tunceli merkeze toplam 6 kez giriş-çıkış yaptım)
Kent merkezinde sanırım en bildik buluşma yeri, Seyid Rıza heykelinin olduğu park. Seyid Rıza, 1937′de Dersim katliamı ile noktalanan olaylar zincirinin kilit ismi, halkın anlattığına göre, devletin peşinde olduğu kişi. Hakkında olumlu konuşan da var, olumsuz konuşan da. Kimine göre bir özgürlük direnişçisi, kimine göre “çevresine korku salmış, uyurken kimsenin uyandırmaya cesaret edemediği bir ağa”. Ancak sanırım  bütün Dersimlilerin hemfikir olduğu nokta, olayların devletin girişimiyle ve Seyit Rıza’yı ele geçirmek için başlatıldığı. Bu yüzden insanlar genelde “Dersim isyanı” değil de “Dersim direnişi” ya da “Dersim katliamı” tanımlarını kullanıyorlar.
Tumblr media
Parkta güzel bir Munzur (dağ ve nehir) manzarası var. Genel olarak Tunceli merkez doğayla iç içe, yeşilliklerin arasında. 
Tumblr media
Merkezde kafelerin, lokantaların, hatta sokakların isimlerinde devrimci, ya da en azından protest bir ruh var. Pakın yanıbaşında Çarşı cafe bulunuyor, parka inen yolun adı ise “Behice Boran Caddesi”. 
Tumblr media
Nehre doğru inen yolda, yamaç tarafında 1937′de idam edilen Dersim direnişi önderlerinin fotoğraflarını görebilirsiniz. 
Tumblr media
Nehir seviyesine inince lokanta ve parklar var. Bunlardan ilk karşıma çıkanı gezdim, “Celal Doğan Parkı”: 
Tumblr media
Park tabelasında “Dersim Belediyesi” ibaresi var, yani kayyumdan önceki belediyeden kalma. Kasım 2016 tarihinde AKP rejimi, seçilmiş BDP’li belediye başkanını tutuklayıp yerine vali yardımcısını kayyum olarak atamış. O zamandan beri şehrin belediyesi “Dersim” değil, “Tunceli Belediyesi” ibaresini kullanıyor. Seçilmiş ve atanmış belediyecilik anlayışları arasındaki farkı icraatlarında görmek mümkün: Dersim belediyesinin doğayla iç içe, gösterişten uzak bir tarzı var. Yörenin yapısına uygun, doğanın içinde kamufle olan parkın içinde sürpriz sanat eserleri göze çarpıyor:
Tumblr media Tumblr media
Bu parktaki eserlerden birinde “Ali Atak” imzasını görünce internette araştırdım. Her ne kadar arama motoru önce “Alien Attack” diye düzeltmeye çalıştıysa da, isimde ısrar edince 2002 yılında "Munzur'uma Dokunma" temasıyla yapılan, 3. Munzur Kültür ve Doğa Festivalinden kalma olduklarını okudum. Ali Atak, Aysun Kaynak, Mücahit Emrecik, Songül Şirin adlı sanatçıların eserleriymiş. 
Tumblr media Tumblr media
Parktan çıkıp nehir boyunda yürüyünce kayyum belediyenin yapmakta olduğu büyük gösterişli bir parka vardım. Hava kararmakta olduğundan parktaki ışıklar, süs köprülerin “kırmızı-beyaz” floresanları yakılmıştı... Bu parkın görüntülerini aşağıda paylaşıp yorumu okuyucuya bırakıyorum. 
Tumblr media Tumblr media
İkinci parkı hızlıca terk edip, yol boyunca yürüyüp kentin girişindeki büyük köprüye sapmadan yürüyünce karşıma Tunceli Cemevi çıkıyor. 
Tumblr media
İlk defa bir cemevi gördüğümü farkedip, bunca yıl hiç görmemiş olmama  şaşırıyorum. Açık bahçe kapısından içeri girip, içeriyi gezip gezemeyeceğimi sorarken içerdekilerin kapıları kilitlemekte olduğunu ve biraz patavatsızlık ettiğimi anlıyorum. Gülümseyerek kapıyı tekrar açıyorlar, “buyrun” diyorlar, ama çok da uzun gezemeyeceğim belli, akşam saatinde bina kapanacak çünkü. Patavatsızlığı bir adım daha ilerleterek “fotoğraf çekebilir miyim?” diye soruyorum. Kapıdaki genç çocuk ona da “tamam” diyor ve “siz zaten rahatsızlık verecek bir fotoğraf çekmezsiniz” diye ekleyerek, misafirine nazik bir dille oranın bir ibadet yeri olduğunu da hatırlatıyor. 
Tumblr media
Burası da bulunduğu kentin ve insanının özünü yansıtan, gösterişten uzak, doğal, sakin ve sıcak bir mekan. Minderler, mikrofonlar ve iç tasarımdan edindiğim izlenime göre insan ve iletişim ön plana çıkarılıyor. Sanırım gerçekten “bir cemevi ziyaret ettim” diyebilmek için, cemevini içinde insanlar, yani “canlar” varken ziyaret etmek gerek. 
Akşam olduğu için bahçede fotoğraf çekemedim ama Ovacık’tan dönüşte gündüz yeniden uğradım. Doğayla iç içe ve nehir manzaralı olan bahçesinde etkileyici bir Pir Sultan heykeli var: 
Tumblr media
Yemyeşil, dağlarla çevrili ve “keşke herkes böyle olsa” dediğim insanlarla dolu  bu kente tekrar gelip, bu kez daha uzun kalmak ümidiyle ayrılıyorum. 
İlk geldiğim gün bir fırtına çıkmıştı, Munzur kıyısından merkeze çıkan yolda, kuşlar adeta bir gösteri yapmışlardı. orada çektiğim videoyu sona sakladım:
youtube
Hoşça kal Dersim, görüşmek üzere... 
2 notes · View notes
alaturkaamerika · 3 months ago
Text
Ali Baba’da Unutulmaz Akşam: New York Belediye Başkanı Türk Lezzetlerini Keşfetti
New York’un en sevilen restoranlarından biri olan Ali Baba Mediterranean Cuisine, geçtiğimiz günlerde özel bir konuğu ağırladı. New York Belediye Başkanı, restoranda sürpriz bir ziyarette bulunarak şehrin zengin kültürel mutfağını deneyimledi. Bu anlamlı buluşma, hem restoran çalışanları hem de müşteriler için unutulmaz bir akşam oldu. New York,NY | Alaturka– Restoran sahibi Ali Rıza Doğan,…
0 notes
hetesiya · 3 years ago
Link
Tahran’da doğan Bijan Cezani henüz 10 yaşlarındayken politik faaliyetlere katılmış ve 1953 yılında Musaddık yönetiminin Şah Rıza Pehlevi tarafından düzenlenen askeri bir darbe ile devrilmesinden kısa bir süre sonra, onaltı yaşındayken tutuklanmıştı. Daha sonra Sovyet çizgisindeki İran Komünist Partisi TUDEH’in gençlik örgütlenmesine katıldı. Cezani bu yıllarda da bir çok kez hapse girip çıktı ve ağır işkenceler gördü. Daha sonra Cezani ve Ali Ekber Farahani, Muhammed Aştiyani, Hamid Eşref gibi militanlar TUDEH’i reformizm ve halka ihanetle suçlayarak partiden ayrıldılar. Başka örgütlerden ayrılmış olan Amir Pezav Poyan ve Mesut Ahmedzade gibi yoldaşlarıyla bir araya gelen bu grup Fedayin-ü Halk (Halkın Fedaileri) adlı bağımsız bir Marksist -Leninist örgüt kurdu.
0 notes
yenihabergazetesi · 3 years ago
Text
Ersan Ulusan Çorlu Borsa İstanbul Fen Lisesi Pansiyonunda İftarda Öğrencilerimizle Buluştu
Ersan Ulusan, İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Halit Eren, İlçe Milli Eğitim Müdürü Hüseyin Erdoğan, İlçe Sağlık Müdürü Ali Rıza İçel, Çorlu İlçe Milli Eğitim Şube Müdürleri Muzaffer Karaman, Dursun Adar, Mustafa Doğan ve Halil Vardı Çorlu Borsa İstanbul Fen Lisesi Pansiyonunda iftar yemeğine katılarak öğrencilerimizle bir araya geldi. İftar sonrasında pansiyon öğrencileri sürpriz müzik dinletisi…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
netbilge · 3 years ago
Text
Mehmet Ali Erbil'in babası ve annesi kimdir ?
Mehmet Ali Erbil’in babası ve annesi kimdir ?
1925 yılında İstanbul’da doğan Saadettin Erbil, Türk tiyatro ve sinema oyuncusu ve seslendirme sanatçısıdır. Raşit Rıza, Sadi Tek, Muhsin Sabahattin, Cemal Şakir, Dormen, Çığır Sahne, Küçük Sahne, Ses Tiyatrosu ve Anadolu’da birçok tuluat sahnelerinde oynayan Saadettin Erbil, “Doktorun Hatırası”, “Yayla Kartalı”, “Casuslar” gibi birçok oyunlarda başrol oynadı. Tiyatronun yanı sıra sinema…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
vedatcelik13 · 3 years ago
Text
Şeyh Said’in küçük kardeşi Şeyh Abdurrahim’i konu alan belgesel çalışması için buluştuğumuz torunu Abdulsamet Bilgin, Sohbetin bir yerinde gözyaşlarını tutamadı. “Babam babasını hiç görememiş, hep gözyaşları ile anardı” dedi.
1933 yılında Koçık köyünde, evin etrafı sarılıp askerler Şeyh Abdurrahim’e teslim ol çağrıları yaparken, eşi doğum yapmak üzeredir. Aile, Şeyh’ten kaçıp kurtulmasını ister, çünkü öncesinde Abi Şeyh Said tutuklanmış ve asılmıştır. Ama Şeyh Abdurrahim vakur bir eda ile bir yandan abdest alır, bir yandan da kulağı doğacak bebeğin çığlığındadır. “Hele bir doğum olsun sonra çıkarım” der. Bilir ki gidişi er geç ölümedir ve geriden kimse gelecek midirin kaygısındadır.
Yeni doğan bebeğin göbek bağını, sakallarını düzelttiği usturası ile keserler, çığlık çığlığa ağlayan bebeği kucağına alır, bahtiyar olması için dua eder ve kulağına ilim, irfan ve suyun akışı manasına gelen “Feyzi” ismini, iki damla gözyaşı ile fısıldayıp evden ayrılır.
Şeyh’in ailesini Tekirdağ’a sürgün ederler. Etrafındaki çember daralınca o da Suriye’ye geçmek zorunda kalır. 20 Temmuz 1937’de Dersim isyanına destek için 17 arkadaşı ile geri dönerken, Bismil Ovası’nda uğradıkları ihanet sonucu öldürülürler. Askerlerin bulamadığı cenazesini köylüler bir hafta sonra bulup defneder ama haberleri olunca, türbeye dönüşmemesi için mezar yerini dağıtıp yerle bir ederler.
Dervişiye köyünden Lamia isimli yaşlı kadın buna çok içerlenir. Otardığı beş keçisini her gün mezar yeri bölgesine götürüp mezar yerinin kaybolmaması için bir taş bırakır ve ahdeder; varı yoğu beş keçisi yavrulayınca, yavrularını satıp mezarı yaptırtacaktır. Ve o yıl beş keçinin beşi de ikiz doğurur, on oğlaktan biri ölür, dokuzunu satıp mezarı yapar.
Aile sürgünden ancak on altı yıl sonra memlekete döner. Feyzi okuyup edebiyat öğretmeni olur. 1969 yılında yapılan genel seçimlerde Türkiye İşçi Partisi’nden Elazığ milletvekilliği için başvurur. Kuzeni Ali Rıza Septioğlu Adalet Partisi’nden aday olup, anti propaganda yapınca TİP kaygılı yaklaşıp sırasını değiştirir, buna içerlenen Feyzi Bilgin adaylıktan çekilir.
12 Eylül darbesinden hemen önce Dersim’e il milli eğitim müdürü olarak atanır. Valinin sürgün etmek istediği Dersimli öğretmenlerin evraklarını tüm baskı ve ısrarlara rağmen “Bu ortamda, gönderildikleri şehre ayak basar basmaz katledilirler, ben bu vebale girmem” deyip imzalamayı reddedince bu defa kendisi Kayseri Pınarbaşı’na sürgün edilir.
1987 yılında kısa bir süreliğine tutuklanır. 1993 yılında Ergani’de kontra saldırısında ağır yaralanır ve 2 mermiyi ömür boyu vücudunda taşır.
Tarihin tekerrürü tesadüf müdür? Hiç de değil, 2014 yılı yerel seçimlerinde Feyzi Bilgin’in oğlu Abdulsamet Bilgin Piran’da belediye başkanı olarak seçilir. Ama 13 Şubat 2017 tarihinde yerine kayyum atanır, 13 Şubat dedesi Abdurrahim’in 1925/Şeyh Said isyanının yolunu açan ilk mermiyi Piran’da ateşlediği tarihtir. Ve görevden alınıp yargılanan Abdulsamet Bilgin’in ilk duruşması da 29 Haziran tarihinde yapılır ki bu da Şeyh Said’in idam edildiği tarihtir.
1 note · View note
kalpherzamansoldanatar · 7 years ago
Photo
Tumblr media
Doğan Öz’süz 40 yıl: Hukuksuzluk çizmesiyle tepinmek Doğan Öz, 24 Mart 1978 günü arabasının içinde vurularak katledildi. Bir yargı mensubunda, bir aydınlanmacıda, bir eş ve babada, gerçek adalete, insanlığa ve ilerlemeye kendini adayan bir şair insanda bulunması gereken değerlere sıkılan faşist çete kurşunlarıydı onu aramızdan ayıran.  40 yıl geçti. Türkiye hâlâ gericiliğin, karanlığın, islami faşizmin, sermayenin sömürü saldırısı ve şiddeti altında yaşamaya devam ediyor. Kurşunların yanına silaha dönüştürülen hukuk ve yargı eklendi. Pozitif hukuk kuralları sözcük dizileriyle durağan ve masumdur; uygulamayla, yorumla ve denetim yöntemiyle canlanırlar. Canlanma, insanı, toplumu ve yaşamı esas alarak ilerlemeci de olur, gericiliğin ağında çırpınan biçare de… Hukuksuzluk derken kurallara uymamaktan, hukuk ihmal ve ihlallerinden, belirsizlikten, dinselin de içine girdiği “çok hukukluluk”tan söz edilir genellikle. Bir de bakarız “tahkim”, “hakem” ya da “uzlaşmacı”, güncel olarak da “arabulucu” devreye girer; adalet kapalı kapılar ardında aranmaya başlar. Bunların yöreseldeki karşılığı olan “töre”, “örf” ve “adet” de “bizi unutmayın, biz de varız hukukun yerine” demeye başlar. “Hukuk da yargı da biziz” diyen siyasi iktidar hiç boş geçmez. Kafasına koyduğunu keyfine göre kelam edip hukuk yapar, istediğini de yargı mensubu… Kanıksatılan, rıza gösterilen bir hukuksuzluk hukuku vardır artık. OHAL KHK’leri kanıksanır, her şeyiyle yasalaşması kanıksanır; kamusalı özele peşkeş çeken yasalar, sermayeye sınırsız teşvik, emekçilerin haklarının ellerinden alınması, seçimle ilgili tüm hilelerin yasaya yazılması, dinsel davranışların hukuka girmesi kanıksanır… Hepsinin üstüne yargının hukuk olmayan kuralları hukuk yapan desteği de bindirildi mi, kanıksama ile meşrulaştırma buluşuverir. Ne bu hukuk ne de bu yargı Doğan Öz’ün hukuku ve yargısıdır. Kurşunların bir başka nedeni de böylece ortaya çıkar.  Egemen sınıf çıkarları krize doğru büküldükçe ve iç çelişkileri keskinleştikçe, iktidar tarafından yaratılan çıkarlar farklılaştıkça, asıl olarak da emekçiler üzerindeki baskı ve şiddet arttıkça hukukun, sınıfsallığı uğruna hukuksuzluğu içine çekmesi, bu bütünün parçası olan yargının da kılıktan kılığa girmesi kaçınılmaz. Elbette, hak mücadeleleri yanında devrimlerle ortaya çıkan somut durum ve ilerlemelerin de etkisiyle hukuk evrensel diye tanımlayabileceğimiz ilkelere kavuştu. Hem ulusal hem de uluslararası düzeyde kat edilenler yabana atılamaz. Ama sonuçta ne ad takılırsa takılsın hukuk ve yargı, mücadelelerle geldiği yeri inkar ederek boyun eğmeye başladığı zaman, sınıfının tüm saldırganlığı ve vahşiliği içinde oradan oraya savrulması kaçınılmaz. Anayasa’nın askıya alındığı yerde yasaların ve diğer hukuk metinlerinin hukuk devleti ilkelerine uygun çıkarılması ve uygulanmasından söz edilemeyeceği gibi Anayasa ve yasalara bağlı olarak karar vermek zorunda olan yargının da -hele hele bir de çok yönlü baskı, tehdit, kıyım ve satış altındaysa- hukuk devletinin yargısı olmasından söz edilmez. Son seçim yasası değişikliklerinin yolunu anayasal kurum olan YSK, son yargıç ve savcı atamalarının yolunu anayasal kurum olan HSK açmadı mı? Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru müessesesini yerleştirerek İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin yükünü azaltan ve hakları içerde -kendince- savunucu role soyunan AKP’nin, işine gelmeyen bireysel başvuru kararları karşısında hırçınlaşması; yerel mahkemelerin bireysel başvuru kararlarını tanımaması; mahkemelerin OHAL’de kendi kendilerini görevsiz ve yetkisiz ilan etmesi… daha nice örnekler artık krizi bile değil çaresizlik içinde batağı gösteriyor. Doğan Öz’ün katillerini cezalandıramayan yargıyla birlikte devletin ve hukukun, nihayet “Cumhuriyet”in geldiği yer burası. Yaratıcıları öylesine bataktalar ki “islami faşizme” kavuşup kavuşmayacaklarından bile emin değiller. Öylesine bataktalar ki yıkmaya devam ettikçe yıkamadıklarının daha çok olduğunu görüp panikliyorlar. Panik-saldırı-panik-saldırı zincirini emekçi halkın beline dolamaya kalkıp dolayamadıkça kendi varlıklarının nedeni olan Anayasa’yı çiğnemek, kendi varlıklarının sürdürücüsü olan Anayasa Mahkemesi’ni tu kaka etmek hiç de zor olmuyor. Anayasa’da “mahkemelerin bağımsızlığı” ve “yargıçlık ve savcılık teminatı” esaslarına bağlanan yargı mensupları artık “devletin güdümlü memuru” halinden de uzaklaştırıldılar, “AKP’li” kimlikleriyle tanımlanmaya başladılar. Hukuksuzluk çizmesiyle tepinmenin dar açılımı halkın hukuksal güvenliğini ve hak arama özgürlüğünü varmış gibi gösterip kullanılabilir ve sonuç alınabilir olmaktan çıkarmak; geniş açılımı ise tüm müdahale ve mücadele araçlarını elinden almaktır. “Hakkını arama, mücadele etme” tehdididir yapılan. Devamı: “seçim var, şükret daha ne istiyorsun”dur. Hukuk ve yargı tartışması, emekçi halkın, haksızlığa uğrayanların, ezilenlerin üzerinde tepinmenin sahnelerinden biri yalnızca. Kapitalizmin sömürülenler üzerinde tepindiği daha ne araçlar ve yöntemler var; şimdi de seçim yasalarıyla tepiniyor. Çifte hukukluluktan hukuksuzluğa, yargısız infazlardan yargının infazına… Hangisi işine geliyorsa onu seçen bir iktidar söz konusu. Sorgulayıcılık değil uyumlaştırıcılık esas. Doğan Öz, devlet güvenlik mahkemelerine, idam cezasına, yolsuzluklara, siyasi işlevi açık milliyetçi siyasete ve ülkü ocaklarına, Komünizmle Mücadele Derneği’ne, kontrgerillaya, Batı’nın istihbarat örgütlerine, emperyalizmin oyunlarına karşı duran hukuk ve yargı inancıyla mücadele içinde geçirdi kısa yaşamını. Ne yazık ki bugün “Doğan Öz”lerin hukuk, yargı ve adalet anlayışının değil, onların katillerini cezalandıramayan hukukun ve yargının devamını görüyoruz. Ne yazık ki, hukuku ve yargıyı bu hale getiren düzen liberalizmden aldığı destekle “Doğan Öz”lerin gerçek yerini, gerçek amaç ve işlevini unutturmak için ne gerekiyorsa yapıyor. Ama başaramayacaklar. Çünkü biz, “mücadele her türlü haksızlık ve hukuksuzluk kulvarında, yargı dahil her alanda sürdürülmeli ama seçeneksiz olmamalı, eşzamanlı olarak bütünsel ve sınıfsal olmalı” derken kapitalist emperyalist sömürü düzenine, gericiliğe karşı mücadeleden söz ediyoruz, sosyalizmin neler getireceğinden söz ediyoruz. Doğan Öz, özünde taşıdığı insanlık, aydınlanma ve adaletin ancak sömürüsüz bir dünyada gerçekleşeceğine inandığı için, “Onurlu bir savaş sürer yurtta/Tutsaklığı onursuzluğu yok etmeye yönelen” dediği için katledilişinden 40 yıl sonra da mücadelesi ve kararlılığıyla yol göstermeye devam ediyor. Ali Rıza Aydın (soL)
19 notes · View notes