#Affedersiniz ama öyle
Explore tagged Tumblr posts
Text
Hani birisini seversin ve sana ihanet eder, kalbini kırar, affedersiniz ama duygularınızın içine eder (b*k gibi hissettirir) ya. He işte öyle bir durumda deli gibi ağlarken ailen arar sen normal konusmaya çalışırsın ve ailen sana seninle gurur duyduklarını ve sana gerçekten laik olduğun gibi davranarak konuşurlar ya işte o an.. o an paha biçilemez bir durum değil mi sizin için de ya.. Ben böyle bir aileye sahipken dışarıdaki saçma sapan biri kim oluyorda bana böyle davranabiliyor ki deyip o farkındalığa varmak aşırı güzel bir his. Aileniz arkanızdaysa gerisi teferruat buarda. Bu farkındalık çok ayrı bir şey.
114 notes
·
View notes
Text
Ghostlanan mailler, En iyi bulaşık deterjanları, Indüksiyonlu Ocaklar, Tayl*r Sw*ft Konserleri, Kapıda Unutulan Anahtar, Kabuslar ve Tuhaf Hobiler Gün boyu önemli bi mail bekledim, başka işlere ve derse odaklanamadım hiç. Android telefona bi kez daha sinirlendim çünkü telefonun tuş kilidini açınca mail bildirimlerini gösteriyor, yüzde doksan böyle. E ne anladım ben bu işten? Eski iPhone’umu sırf bildirimleri için yedekte kullanıyorum. Artık mail de gelmez zaten. Günümü boşa geçirdiğimle kaldım. Brain dumping, oversharing, binge watching… Hangisini yapıcam acaba derken yavaştan dumpingi başlatıyorum sanırım.
Ben o maili beklerken New York Times’ın en iyi bulaşık makinesi deterjanıyla beni heyecanlandırması(!!) peki… Çamaşır deterjanı haberi olsaydı ilgimi çekerdi çünkü yeni bi marka arıyorum.
Yeni başlayan guiltyi pleasure’ım masterchef izlemek. Sanırım en son 5 sene önce falan ilk batch’i izlemiştim. Ama kurduğum set-up çok güzel. Arkada bana eşlik ediyor aslında, daha doğrusu önde. Danilo’nun Türkçesi ilerlemiş."Hahahah minik fare” gibi tepkiler veriyorum, Türkçe konuşan yabancıları havuç yiyen tavşanlar kadar tatlı bulurum. Ama o kadar sene burada kalıp da “eveddd-ı bu etapda birincisi” demesi ne olacak? Tamlayan eklerinin gözü yaşlı.
En yakın arkadaşlarımdan birisi bu ayın başında Amerika’dan Polonya’ya ******affedersiniz****** “Tayl*r Sw*ft” konseri için geleceğim dedi. Bileti falan da aldı. Arada bir yerde buluşuruz, ben oradan Hollanda’ya gelirim, yeter ki görüşelim dedi. Ben de bu yüzden alumnasında olduğum programın İsveç’teki General Assembly’sine kaydolmadım. Sonra arkadaşım vizesiyle ilgili bir sorun çıktığını ve amerikada kalması gerektiğini söyledi, bileti sattı ve gelmedi. Ve hayatımın seneler sonra en boş ve mümkün ağustosunu yaşarken GA’ya gidemedim. Seneye Kasım’da Mısır’da olacakmış ama Mısırlıların organizyonel yönlerine o kadar güvenmiyorum ki… Ölmeden önce bir GA’a katılmak bucket listemde. Çok first world problems gibi oldu. Derdimiz bu olsun, zaten ağustosu hiç verimli geçiremedim akademik anlamda, işler nasıl yetişecek bilmiyorum ama bi şekilde yetişeceğine inancım tam nedensefkffkfl.
Bu arada bu Taylor Swift olayı neymiş arkadaş. Konser turunun İngiltere’ye katkısı 500 milyon pound olacağı için hükümet bazı finansal açıklamaları yapmayı konser turu sonrasına erteliyor diye bir şeyler okudum, nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama kafamdaki kaynaklar sıralamasında çok da güvenilir olmayan bir kaynak diye yer etmiş.
Kalkıp yemek yapmam lazım, buzluktan tavuk çıkarmıştım onu marine edeceğim. Sonra da fırına. Çünkü indüksiyonlu ocak pişmanlıktır. Çok kötü çok.. Soğanlar ölmüyor mesela, burada soğanı öldürmek diye bir konsept yok, diri diri kalıyor ya da yanıyor. Zaten üç soğanı iki ay kullanıyordum artık hiç kullananıyorum.
Geçen gün dersten sonra ormana yürüyüşe gittik ve bir arkadaşım indüksiyonlu ocağın çalışmasındaki fizik kurallarını anlattı. Böyle anlarda çok mutlu oluyorum, dersten sonra ormanda yürüyelim mi diyen ve yürüyüşte de böyle şeyler anlatan arkadaşlarım olduğu için yani. Diğer bi arkadaşımın da maymuncuk kilidi açmak gibi bir hobisi var, bir gün tren beklerken şak diye kocaman bir kilit ve çeşitli aletler çıkartıp bana öğretmeye başladı hahaha harikaydıdjdkdkd. Herkes kapısına bacasına dikkat etsin.
Gece rüyamda birisi evimin kapısını açmaya çalışıyordu ve ben de arkadan kapatmaya çalışıyordum. Çok korkarak uyandım. Her şeyin olduğu gibi bunun da bi sebebi var. Artık ben de mantıklı, makul ve rasyonel bir insan olmanın kırıntısı kalmadığı için geçen gece eve dönüp anahtarı kapıda unutmuşum. Ve ben duştayken kapı deli gibi çalmaya ve yumruklanmaya başladı. Saat 12’ye geliyor. Ben kapıyı açacak hale gelene kadar susmadılar. Aklım çıktı tabii ki. Ama sağolsunlar, öyle uyumak istemezdim. Tabii Dutch değillerdi, Güney Avrupalılardı sanırım. Beni etkilemiş işte bu olay bi şekilde. Yaptığım diğer leylalıkları bi anlatsam… Neyse olur böyle şeyler diyip omuzlarımdan öpüyorum kendimi. Pazar günü çok gitmek istediğim bi şehre ve etkinliğe gideceğiz. Ama sonra dizimi kırıp oturmam ve çalışmam lazım artık. Her şey çok karışık ve giderek daha da karışık hale geliyor. Evet, dumping ve oversharing bittiğine göre sırada yemek hazırlarken overthinking var. Sonra da cycling, çünkü biliyorsunuz yağmurda, çamurda, karda ve de fırtınada o bisikleti her gün sürmezsem bu ülkede yaşıyor olmanın hakkını veremem.
-the.end.-
29 notes
·
View notes
Text
İKİ ÇAY!
Affedersiniz sandalyeyi alabilirmiyim diyen sese döndüm.
Parlayan iki yeşil göz,yuvarlak yüzlü, beyaz tenli, saçlarını sol yana yatırmış temiz giyimli yüzünde biraz şapşallık! Tekrar hafif tebessümle sandalyeyi alabilirmiyim? Dedi…
Neden alıp gideceksin? Seni bekliyordum kalsan desem!
Hadi Ferah diyorum sonra günlerce “keşke” ile yoğrulma…
Şey dedim! Yanaklarıma baskı yapan vücut ateşimle şey… Tabi alabilirsiniz demek isterim ama!
“Oturmazmısınız?”
Oh! Söyledim…
Derin bir nefesle bütün oksijeni bedenime hapsettim.
Nasıl çıktı bu cümle ağzımdan, bilmiyorum.
Bu ne cesaret, dedim. Ya “hayır…” derse? Bu kadar bekledikten sonra bir “hayır” duymaya hazırmıydım?
“Bilmem ki… Rahatsız etmeyeyim.” dedi
Kusura bakma, dedim içimden, bu anı kaçırmak aptallık olur. Yok, daha neler!
Ağzım dolu dolu, “Aşk olsun, rahatsızlık ne demek?..”
“Merhaba tekrar…,ben Ferit…”
“Merhaba, ben de Fe… Fe… Fe… Ferah!
“ Ferah Hanım. Çok zarif görünüyorsunuz.”
“Teşekkür ederim, şeyyy… Siz de öyle… Mavi gömlek yakışmış.
Offff! Üç beş dakika içinde ölmezsem iyi…
“Masada iki çay var, birini mi bekliyorsunuz?”
Ne diyeceğimi bilemedim. O an bir sessizlik oldu. Söyleyecek söz bulamayan insanların arasındaki o uğursuz sessizlik çökmüştü masaya.
Gözlerimizi birbirimizden kaçırdığımızı fark ediyorum.
Bakışları gözlerimle buluştuğunda hemen başka yöne çeviriyor. Maalesef ben de aynı şeyi yapıyorum.
Şu ilk dakikalar, saatler bir geçse… İşte o an’a, umudun tohumlarının atıldığı o ana ulaşabilsem…
Kalbim, midem hepsi aynı anda harekete geçmişti. Dalgalarla dans bumuydu? O çay senin, demek istedim; soğutma otur…
Bu kaçıncı umudun çayı biliyormusun, kaç defa sensiz içildi…
Öyle ay gibi parlıyordu, güneş gibi sıcaktı, falandı filandı, öyleydi böyleydi, ahtı vahtı değil…
Gerçekti… Sadece karşımda duran gerçek... Hem de hayaller kurduracak kadar gerçek... Şaşkın dudaklarında bir firari bir tebessüm… Gözlerinin rengi değil, hayata bakışı masum... Güle batan gamzeleri yanaklarından çocuksu bir ferahlık yayıyor.
İşte o an, bir umut daha var Ferah, diyorum. Görüyorum, her rengi taşıyor…
Mesela;
Gülüşü mavi,
Bakışı yeşil,
Ruhu beyaz…
“Sizi bekliyordum." dedim, gülümsedi.
“Oturmazmısınız?”
Hiç itiraz etmeden sandalyeye ilişti.
Bakıştık, ne söyleyeceğimi bilmiyorum,korkum saçmalamak...
Hadi konuş, diyorum, buraya kadar ben getirdim, sen devral yaşamı.
İki çayla adım at bana… Derken bir süre masada sessizlik oldu.
Gözlerimin içine baktı. Sonra bana doğru eğilerek kibarca:
“O zaman bir şeker alabilir miyim?” dedi.
Şeker yerine hayatımı versem?
Derin bir sessizlik.
Şekerin çay bardağında eridiği gibi eridim gittim.
İşte bir ömrün diğer yarısının hikâyesi bu iki çayla başlamıştı.
Beklenen gelmişti şimdi sıra yaşanacaklardaydı…
İyi ki varsın diyebilmek için daha güzel bir yol var mıydı AŞKA…
(Nafiye BOZKURT.)
52 notes
·
View notes
Text
Üniversiteyi Kilis'te okudum ben. 2004 yılı ikinci sınıfta iken tek başıma bir ev tutmuştum. İki katlı evin zemin katı. Üç metre duvarla çevrili sadece gökyüzünü gören bir balkonu vardı. Balkonda tuvalet, lavabo, banyo bir de su kuyusu vardı. Öğrenciye verilmiş bir ev işte, bulduğuma şükür, lüks aramıyoruz. Su kuyusunun demirden kapağı vardı, güvenliydi ama benim göl, durgun sular, bataklık, su kuyularına karşı fobi derecesinde korkularım var. Tedirgin oluyordum hep. Bazen korkumu yeneyim diye arada kapağını açar izlerdim içini. Tabi gecesinde kabuslarıma malzeme çıkardı. Her şeye rağmen evimi seviyordum. Üniversiteye ve çarşı merkezine yürüme mesafesinde. Bir gün üniversiteden yürüyerek gelmişim vakit ikindi. Yorgunluktan minderin üstünde uyuya kalmışım. Biraz uyumuşum sonra birden uyandım. İçeriye pencereden kırmızı ışık vuruyor. Balkona çıktım. Gökyüzüne baktım aman Allahım kıpkızıl gökyüzü. Daha önceden de sonradan da öyle bir kızıllığa şahit olmadım hiç. Korkarak batıya doğru yöneldi gözlerim. Dehşete kapıldım Güneş tüm kızıllığı ile batıda idi. Rivayet olunur ki kıyamet, güneşin batıdan doğmasıyla başlayacak; bir de kafirlerin üzerine kopacak. Dedim Fikret ayvayı yedin. Tövbe kapıları da kapandı. Felaketler başlayacak ve sen hem bunlara tanık olup mazur kalacaksın sonrasında da cehennemin dibini boylayacaksın. Nazarımdaki şu dehşetin büyüklüğünden ailem dahi zerrece aklıma gelmedi. Bir an dışarıya çıkayım insanlar ne yapıyorlar düşüncesi geldi aklıma. Hemen fırladım kapıya. Allah Allah karşı komşunun yaşları hayli büyük kısmetleri açılmamış kızları vardı. Kızlar, dantel örüyorlar kapıda. Birazdan kıyamet başlayacak şunlara bak tuhaf bir şekilde umursamıyorlar. Çarşıya koştum bir markete girdim. Herkes bir şey olmamış gibi alışveriş yapıyor. Acaba sabah mıdır akşam mıdır diye düşünürken duvardaki saat gözüme ilişti baktım saat beş. Sabah beşi gösteriyorsa gerçekten bittim. Düşünemiyorum da sabahın beşinde nedir bu kalabalık. Dayanamadım sordum kasiyere: " affedersiniz saat, akşam mı beş yoksa sabah mı beş? " Kasiyer tuhaf tuhaf baktı bana, "akşam beş tabiki" dedi. Sonra hatırlamaya çalıştım ki ben ikindi uyudum güneş batmaya yakın uyandım. Derin bir ohh çektim. Nasıl rahatladım bilemezsiniz. Cehennemi garantilemiş bir düşünceden kurtuluşa ermişim. O günden sonra kolay kolay akşam üzeri uyumamaya gayret ederim. Öyle planlarım��z, emellerimiz var ki. Yüz yaşında ölsek dahi sığışmayacak hayalleri sığdırıyoruz dimağımıza. Ki ihtiyarlığa ulaşmadan giden nice insan var. Ölüm ötesine hazırlanmaya düşüncemizde dahi yer vermiyoruz. Kıyametten dehşet alırken ölümü uzak tahayyül ediyoruz. Kıyametin neticesinde bize ne olur? "Ölürüz. " Nasrettin Hoca misali ölmemizle zaten kıyametimiz kopmuş olacak ki. Zihnimiz işte. Uzağı yakın yakını uzak edecek manzaralar getiriyor önümüze.
50 notes
·
View notes
Text
Baş Belaları | 29 - Anlaşmazlık
<Birkaç dakika sonra>
Mayoi: Ü-Üzgünüm... Hiiro, Aira, geciktiğim için özür dilerim!
Tatsumi: Affedersiniz. Vay, ne kadar etkileyici. Daha öğlenin ortasındayız ama taşınma işi bitmiş bile.
Mayoi: Evet, hatta bizim gönderdiğimiz eşyaları bile yerleştirmişler—
Mayoi: Ayyyy!!
Aira: De-miş-tim! Eşyalarıma dokunmamanı söylemiştim, Hiro! Değerli hazinelerimi attığın için seni asla affetmeyeceğim!
Hiiro: ? Ama onlar çöptü.
Aira: Şaka mısın sen? İnanamıyorum. Gerçekten inanamıyorum. Eski sahibi pek iyi saklamadığı için kirli gözükebilir, ama onu internetteki bir açık arttırmadan almıştım!
Aira: Yine de bilmelisin, benim için bir hazine! "O Akehoshi"nin arkasında bıraktığı şeyler o kadar nadir ki başka yerde bulamazsın!
Aira: Bir daha böyle bir şey yaparsan seni şu pencereden aşağı atarım haberin olsun!
Hiiro: Tamam! O kadar da yüksek değil, canımın acıyacağını sanmıyorum!
Aira: Arrrrgh~! Hey! Yaptığından gram pişmanlık duymuyor musun? Bir anlığına seni sevmeye başlamıştım, ama onu da geri alıyorum!
Aira: Maalesef Aira yolunu seçemezsin artık!
Hiiro: Ne yolu...? O ne demek?
Aira: Lafımı bölme! Şu an acayip kızgınım sana~!!
Tatsumi: Hm. Ne olduğunu anlamış değilim, ama ikiniz de sakinleşin lütfen. Öfke, insanları kötü yola sokan çok tehlikeli bir günahtır.
Aira: Ne?! Kazehaya-senpai! Ve Ayase-senpai—Siz ne ara geldiniz?
Hiiro: Bir süredir orada duruyorlar. Öfken yüzünden farketmedin mi? Aira?
Aira: Ha?! Beni öfkelendiren sensin~! Gidip beni suçlama...!
Tatsumi: Tamam, tamam... Sakin ol, Aira. Dediklerinin bir anlamı yok.
Aira: Offf~ Ama! Beni dinle, Kazehaya-senpai. Hiro az daha tüm değerli eşyalarımı çuvala toplayıp çöpe atıyordu. İnanabiliyor musun?
Hiiro: Um, özür dilerim. Gerçekten pişmanım, umarım beni affedebilirsin.
Hiiro: Ama eşyaları taşırken çok yorulduğunu söyleyen sendin, ben de geri kalanını halletmek istedim... elimden geleni yaptım.
Hiiro: Görünüşe göre seni incitecek bir şey yapmışım. Üzgünüm, Aira. Aptal olduğum yetmezmiş gibi kaba ve cahilim—Berbat bir insanım.
Aira: Ya... Suratını öyle yapma şimdi. Gören seni zorbaladığımı zannedecek.
Aira: Neyse ne. Zarar gören bir şey yok, ve işimi başkasına yaptırıp onlara kızma hakkım yok...
Aira: Fazla kibirli davrandım.
Aira: Ben de suçluyum. Üzgünüm.
Aira: Ama artık eşyalarıma izinsiz dokunmak yok.
Hiiro: Aynen. Söz veriyorum.
Aira: Tamam öyleyse... Şey, biraz kötü bir zamanlama oldu, ama...
Aira: Kazehaya-senpai, Ayase-senpai, Seisoukan Apartmanı'na hoşgeldiniz! Bunu benim söylemem biraz tuhaf aslında♪
Hiiro: Hoşgeldiniz! Sizinle yaşayacağım için çok heyecanlıyım!
Hiiro: Hatta bilmeden sizin eşyalarınızı da yerleştirdim. Sorun olur mu?... Başkalarının eşyalarına izinsiz dokunmanın kaba olduğunu bilmiyordum.
Hiiro: Benim memleketimde her şey halka aitti.
Tatsumi: Yok, sorun değil. Bana iyilik yapmış oldun.
Tatsumi: Fakat, hepimiz hâlâ birlikte yaşayacak olan yabancılarız, yani böyle sorunlarla karşılaşmamız normal.
Tatsumi: Böyle anlaşmazlıklar yaşamamak için birbirimizin özeline karışmamalıyız.
Tatsumi: Ben kilisenin sahip çıktığı çocuklarla yaşadığım için bunlara alışığım.
Tatsumi: Ama Mayoi gibi daha içe kapanık insanlar hakkında daha hassas olalım.
Mayoi: Y-Yok yok, zahmet etmeyin! Beni ölmek üzere olan bir kaktüs gibi görmezden gelin!
Aira: Hahaha. Kaktüs demek.
Aira: ...Üzgünüm, bu yeni ortama daha alışamadım, biraz gergin olmalıyım. Derin bir nefes alıp~ vereceğim~♪
Tatsumi: Ah, öncesinde camı açalım da içeri hava girsin. Yeni taşındığımız için baya bir toz kalkmış olmalı.
Mayoi: Evet... Ama temizliğin coğunu bizim için yapmışlar.
Mayoi: Yerler bile parlıyor—İkinizin yaptığına inanamıyorum bunu. Muhteşem!
Hiiro: Tek başımıza yapmadık. Seisoukan'daki büyüklerimiz de yardımcı oldu.
Aira: Aynen. Çoğunlukla UNDEAD'den Oogami-senpai ve Otogari-senpai... Onlar da az önce işleri olduğu için çıktılar, umarım başka zaman yine teşekkür etme şansımız olur.
Hiiro: Um. Ayrıca yoldan geçen bazı idoller de yardımcı oldu. Memnun gibi görünüyorlardı.
Hiiro: İsmini bilmediğim birsürü kişi vardı, ama Aira hepsini tanıyınca çok şaşırdım—
Aira: Haha. İdol fanatiğiyim de ondan.
Tatsumi: Anlıyorum... Haha, iyi kalpli insanlar her yerden çıkabiliyor.
Tatsumi: Benim eskiden idol olarak çalıştığım zamanda idoller kraliyet ve soylu gibi gruplara ayrılacak kadar kendini beğenmişti.
Tatsumi: Görüyorum ki bu değişmiş, doğru bir karar.
← Önceki bölüm ◆ Sonraki bölüm→
#ensemble stars#ensemble stars music#enstars#enstars music#aira shiratori#hiiro amagi#tatsumi kazehaya#mayoi ayase
2 notes
·
View notes
Text
yazmamak için tuttum kendimi ama yok duramıyorum yazmak istiyorum.
burada hayatımı, hikayemiı bilen arkadaşlarım var bilmeyenler var, yazdığım metinlerden anlayan tahmin eden var. velhasıl kalbimin içinde benimle büyüyen, göğsümü dolduran, sonsuz muhabbet ve derin özlem duyduğum, benimle hep var olacak, eksilmeyecek bir sevgimin, sevdamın olduğunu bloğumu takip eden, üç beş postumu okuyan herkesin anlaması çok mümkün. ne yaşımı saklıyorum, ne duygularımı. orta yaşlı, üç kız çocuk sahibi, kalbi dolu, hayatıyla ilgili belli başlı bilgileri ortada, şahsi bilgiler istisna kendisi ile ilgili çok şeyin bilindiği biriyim. sindiremediğim şeyler var burada, dile getirmedim, konusunu açmadım hiç. varlıklarını hep tahmin ettiğimiz haysiyet yoksunları var burda biliyoruz. eskisi kadar olmasa da saçma sapan anonimlik müessesini kullanarak gelen, edep dışı birçok şey yazan ama asla paylaşmadığım şeyler oldu oluyor. üzüldüğüm şey şu ki kendini, duygularını bu kadar net ve açık ifade eden bir kadına bunları yazmak nedir biliyor musunuz? benim terbiyem müsaade etmiyor siz biliyorsunuz o kelimeleri benim lugatımda olmadı olmaz. ordan burdan yorum yapmaya çalışmak, laf atmak, cevap vereceğimi karşılık vereceğimi düşünmek, affedersiniz o sizin edepsizliğiniz asılmaya çalışmak, kendince etkileyici cümleler kurduğunu sanmak vs vs dünyanın en aptalca tavrı. hepinizin ağzının payını veriyorum vereceğim de. karşınızda merhaba, güzel vakitler dilerim bilmem ne saçma salak basit mesajlarınıza, yorumlarınıza dönüp bakacak, cevap verecek birisi yok. ben öyle süslü püslü cümlelerinize, iltifatvari sözde metinlerinize karşılık verecek biri değilim. önüme dünyayı serseniz gözüm görmez, kulağım duymaz. insan utanır, bir insanın duyduğu muhabbetten, sevgisinden, kurduğu cümlelerden utanır. ipin ucunu kaçıranlar var gerçekten zekanızdan şüphe duyuyorum. neyse.
yani şu metin uzar da uzar fakat rahatsızlık duyuyorum yazarken. sözün özü şu ki; insan cinsiyetinden utanır, karşısındaki insanın burada gösterdiği apaçık duygularından, sadakatinden utanır. yüzüm ekşiyor şunları yazarken hiç mi utanma duygunuz yok, her kadını ulaşılır sanmak, karşılık göreceğini düşünmek, hadsizlikle buna yeltenmek nasıl bir şeref yoksunluğudur. yazık ya yazıklar olsun.
(ve tüm bunların aksine edebi, terbiyesi, saygısı ile örnek alınacak, hürmet ettiğim kardeşlerim Allah razı olsun sizden)
13 notes
·
View notes
Text
Küçülmekten bile zevk almaya kalkışan bir adamın, biraz olsun öz saygısı kalır mı? Bunu usanç veren bir pişmanlığın etkisinde söylemiyorum. Öteden beri, "Affedersiniz babacığım, bir daha yapmam" demekten nefret ettim; bunu söylemek bana güç geldiği için değil, tam tersine gayet kolay söylüyordum. Hatta mahsus yapar gibi, zerre kadar suçum olmadığı durumlarda bile kendimi suçlu çıkarırdım. Bu da hepsinden kötüydü. Bu sefer yine duygulanır, pişmanlık duyar, gözyaşları dökerdim; bunları da öyle yalandan falan yapmazdım, ama şüphesiz hepsi kendi kendimi kandırmak içindi. Kalbimde bir kötülük nüvesi vardı...
2 notes
·
View notes
Text
Herkes Ekmeğinde
Tanıdık insanlarla selamlaşmaya bir türlü alışamadığı gibi; kendisini de günaydınlara, nasılsınızlara - hatta bir türlü nasılsın demeye - iyiyimlere alıştıramadı. O, sık sık uyarıyor "Nasılsınız, deme; nasılsın, de." diye. Dün gittiğimiz partide bunu bana hatmettirmeye çalıştı. Ama bir türlü diline gelmedi. Hayat öyle bir pres uyguluyor ki topu bir türlü kendi sahasından çıkaramıyor. İstiyor ki kaleci de oyuna girsin ve oyunu kendi kalesinden kurup başlasın. Yine de birçok şeye alışmak zorunda kalıyor Ozz.
Sabah ilk karşılaştığı insan 6. katta oturan emekli denizaltı astsubayın karısı Aysel teyze. Damacanalar dünyasında prematüre doğmuş gibi duran 12 litrelik Kalabak Su damacanalarını et tavuğu yürüyüşüyle koltuk altında çok güzel taşıyor. Bir bravoyu hakketmiyor mu ama. Kafasında parlayan iplikleriyle dikkati direkt buraya toplayan yuvarlak, miğferimsi örgü bir şapkadan arta kalan yüzünü kapatan maskesiyle eşkalini tanımak imkânsız olsa da onu, asansörün apartmanın kaçıncı katından inmesiyle tanıyor. Herhangi bir yerle temas etmemek için eline şu pudralı seçeneğiyle 100′lü pakette satılan beyazımsı lastik eldivenlerden takmış. Bu pudralı eldivenin s bedenini bulmak şu an marketlerde imkansıza yakın olduğu için büyük boy da olsa takmış Aysel teyze. Bir yere dokunacak olsa büyük gelen eldivenin içindeki boşluktan faydalanan elin, çıkardığı garip ses beyninde yankılanıyordu. İlk günaydın kuru sıkısını onunla yapmak istemezdi. Kim Fahriye Abla gibi komşu istemez ki bunu hep düşünürdü. Aysel teyze acaba “Aysel git başımdan ben sana göre değilim”i Yılmaz amcadan duymuş mudur? Yılmaz amca denizaltı hikayelerini bir punduna getirip asansör kabini, otopark, merdiven boşluğu fark etmeksizin üstüne boca ederdi. Denizci adam muhakkak Attila İlhan duymuşluğu vardır. Denizaltında kumar ve içki, muhabbetin bağıdır, diyor hep. Yaşlı insanların hep aynı hikayeleri sanki ilk kez anlatma istekliğine hayran kalır Ozz. Böyle şahsına münhasır insanlar anlatsınlar ya, sürekli anlatsınlar. Hele böyle sohbeti, anlatımı güzel insanlarsa hep anlatsınlar. Aynı hikayeleri, anıları tekrar tekrar dinlerdi. Anlattıklarına bakılırsa Yılmaz amcayı sarhoş ve kumarda kaybederken ki halini çok merak ediyor Ozz.
Bisikletini kucaklayıp apartman girişinden sokağa adımını atar atmaz Fırıncı Tuncer'in elektrikli motoru ile burun buruna geliyor. Dükkanından sarkıttığı üçlüyle ta bizim apartman kapısının önünde şarj ediyor motorunu. Apartman ona kıl, o da apartmana. Küçük bir öç alma hikayesi. Hikâyenin karşılıklı öç alma durumuna gelme sebebi çok; fırının kokusu, sabahın köründe hamur teknesinin her dönüşünde çıkan sesi, Dağhan amca 5. kattan duyuyormuş her sabah namazına kalktığında teknenin sesini, Ozz da onun it oğlunun, Dağhan'ın yazlığa gider gitmez balkona rakı masası kurduğu zaman karılı kızlı kahkahalarını 1. kattan duyuyor da hangi birisine sövsün. Fırıncıyı sokmayalım deyişine "Yav ekmeğinde adam" diyen değil miydi kapısının önünde sırıta sırıta konuşan Dağhan amca yanına da almış apartmanın ihtiyar heyetini "Doğru söylüyor hacı abi." deyişleri yok muydu? Vardı. Kayhan amca senin it oğlun, karıyı boşadı ortamın içinden geçmesi yetmiyor; kırıklarının seslerini, varoş müziğinin eğlencesini duymuyorsun be adam ta yazlığından, apartmanın içinden geçmesi yetmiyor; araba satacakmış beş tane arabasını apartmanın otoparkına dizip yer kalmıyor kimseye. Beş arabanın birisi de hayalet, kapı komşusunun çocukları ona hayalet araba diyor. Üstüne branda çekmesi yetmedi bir de streç filmle kapladılar, affedersiniz kuş sıçıyormuş arabanın üstüne. Siz affedin kuş nasıl sıçar efendim denmesini bekliyorlar. Hayalet arabayı getirip bir de otoparkın ilk park yerine burunlarının dibine koymasınlar mı? Koysunlar. Hepinize koysunlar. Zaten koyan koymuş senin it oğluna. Bu hayalet arabanın üstüne mahkeme kararı koydurmuş boşandığı kadın. Helal olsun aslan gibi kadınmış. Koparsın ne koparabilirse. Bu it de o ara arabanın contasını yakmasın mı, gelince dertler üst üste geliyor efendim. Tüm memleketi aramışlar, taramışlar yok bunun motoru. Gürcistan, Balkanlar derken çare İtalya'daki fabrikaya kadar aramışlar yok bunun motoru diyor Dağhan amca. Yavaş at da denilmiyor kaç yaşında adam. Ama hurdacılar 150 bin veriyormuş da mahkemenin kararının temyizini bekliyorlarmış. Belge olmadan hurdacı da almam diyormuş. O ekmeğine, bu ekmeğine baksın'dan Dağhan amcaya dedi ki Ozz: "Yani fırıncı da içimizden geçsin,diyorsunuz." “Apartman kararı ve oy birliği lazımsa ben hayır diyorum.” dedi Ozz. Kim takar bu vakitten sonra Yalova kaymakamını. Dağhan amca İşkurcu marifetiyle Fırıncı Tuncer’i yerleştirdi apartmana; Fırıncı Tuncer de apartmanın otoparkından bahçesine, deposundan -kaçak kaçak- elektriğine, suyuna, temizlik malzemesine neyi varsa sömürmeye başladı da yavaş düştü bizimkilerin jetonu, şimdi akılları başına geldi. Kahroluyordu komşu komşunun külüne muhtaçlığına. Fırıncı Tuncer'in şişmanlığından bunalmışlığıyla şimdi bu herife günaydın nasıl desin Ozz.
Demeye kalmadan o diyor: “Günaydın Ozz.” Arkasından büyük bir öksürük. "Günaydın"ın bir çıkışı var ki o da nefret etmiş bir an önce kurtulmak istiyor herifin ağzından. Maskeyi çeneye takmış, kazağının altından göbeği sarkmış. Her şeyi, bir an önce onu terk etmek istiyor. Sadece Ozz değil, eşya da ondan hazzetmiyor. Adam koca fırın çalıştırıyor ama 500 metre ötedeki Bim'den tane tane taşıyor unu, yağı, peyniri vs. toptancısı da nefret etmiş bataklığından. Ozz'la nasıl kontak kuracağını kolluyor yağlı etinin kıvranışından belli. Birden aklına gelmiş gibi “Elektrik faturası da 5 bin gelmiş.” diyor. Nasıl dönsün pandemide, sokağa çıkma yasağında da zam üstüne zamlar da “Ben bu devletin işlerini anlamıyorum.” diyor. Ben mi oy verdim, hepinizin şakşakçılığından diyemiyor Ozz bunu da öksürük kesiyor. Pandemi koca bir yalandan ibaretmiş ve maske ona göre büyük bir oyunmuş. Müşterinin karşısına çıkmazsa takmazmış o maskeyi. Ulen zaten takmıyorsun çenende aynı maske günlerce orada durmaktan bitap düşmüş, ipleri eprimiş, yüzeyi pamukçuklanmış hala bana maske diyor. Karatay Hoca diyormuş ki sumak, sarımsak, soğan her gün tüketecekmişsin, virüse 3 S ile mücadele edecekmişsin demeye kalmadan başlıyor yine öksürük nöbetine. Kırk yılın başında bir soğan salatası yapacaktı Ozz, markette ne soğan ne de sumak vardı demek ki bunların yüzündenmiş.
Poşetler elektrikli motorunun bacaklarını tıkıştırdığı yerden alıp “Gel Ozz, açmalar yeni çıktı odun ateşinde biliyorsun ıscacık. Senin ev de iyi ısınıyordur.” demeyi de ihmal etmeden “Paradan, sıcaktan ve kadından zarar gelmez adama.” dedi. Hah bir de kadından diyor. Onu, yanımda görüyor ya. Lafı ona da getirmeye çalışıyor. Sıkı markaj, şişmanlığına bakmadan Yugoslav ekolü defansif anlayış. Mahalle esnafının mahallelisini darlama yöntemlerinden biri de aşk hayatının çetelesini tutmaktır. Daha fazla tahammülü yok. 10 dakikadır çekti bari davetine icabet edip iki açmasını yemeli. “İki açma lütfen.” “Tamam, Ozz hemen.” Götünü kaldırıp bir iş yapması imkansızken hemen demesi daha da çıldırtıcı geliyor. “Sıcak sıcak dumanı üstünde dikkat et eline.” Kâğıt torbaya gözlüğünün ardında pislik suratıyla takip ettiği tombik, yaşlı elleriyle koyuyor, sırayla iki açmayı. Çenesini kasarak yapma dişlerinin sarılığı tezgâhın ardından daha da eğrelti duruyor. “Evet, Ozzcum başka bir isteğin.” “Teşekkürler”imi bitiremeden “14 lira canım.” diyor. “Bu herifin sesine, sıfatına ve tuzlu açmalarına 14 lira vermeye değer miydi.”yi analiz etmeyi bırakamıyor hala neden bu girdaba girdiğini ve ikinci günaydın kuru sıkısını kafasına sıktığını düşünüyordu.
Fırından çıkmadı resmen suni teneffüsten sonra hayata tekrar bağlanma sarsıntısı gibi sarsıla sarsıla sokağa attı kendini. Trafik lambasında sarıdan kırmızıya bir an meselesi gibi yakalanma duruşuyla beyazlarına kızıldan turuncuya renk skalasıyla bir renk attırmış mahallenin yaş ortalamasında yerini yadırgamayan teyzeyle üçüncü bir günaydın savaşına girmek üzereydi. İnkılapların getirdiği okulların nezaketini bu yıllarda daha da inatla sürdüren mahallesinde, selamlaşmaktan kaçmak mağaraya geri dönüştü ve bundan kaçma acizliği çokça yakışıksızdı. Kadın, onun açmayı çiğnerken ki halinden de güç alıp nasıl bu fırın temiz mi, hijyene ne kadar dikkat ediyorlar gibi otorite kurma cümlelerini peş peşe sıralarken mahallesinde uzun süre yerleşik hayata geçmenin gururunu yaşadı. “Benim kızım il tarımda şube müdürü fırın gibi yerlerin kontrolü de ipi de benim kızımın elinde.” demez mi, dedi. Hay yaşa, senin anneliğine kurban olayım, dedi içinden Ozz. “Ben sorarım böyle semtimdeki esnafı, bilmeden alışverişi bırak önünden geçmem.” Hay bir kez daha çok yaşa teyzem. “Burayı kontrol ettiler mi bilmiyorum. Şu karşıdaki mavi, küçük mozaik taş kaplamalı apartmanda otuyorum.” Kadın tüm bilgilerini önüne sererken Ozz şu on dakika içindeki üçüncü günaydından kesinlikle mağlup çıkmak istemiyordu. Fırıncı Tuncer’e, onun sıktığı çenesindeki gıcık gülüş mü yoksa şiş suratındaki normal mi olan ifadeye, fırının kokusuna, her sabah çektiği sese tahammülünden fazlasını vermişti. Kendince çok haklıydı. Tuzlu açmadan kadına ikram ettiğinde Tuncer’i pandemi sürecinin ortamında biraz daha sık denetime sokmak ve borçlarına biraz daha katkıda bulunmak için ilk ateşi yakmıştı. Kadın zaten buna o kadar hazırdı ki Ozz’un bu hazır bulunuşluğu ateşlemesi çok da zor olmayacaktı. Bu kez kafasını kaldırdığında zihni neredeyse sıfırlanmış, bedenini saran o tonlarca yük uçuşup kaybolduğunu hissediyordu, Tarım İl Müdürlüğü Gıda ve Yem Şube Müdürü Yelda’nın annesinin yardımıyla…
Tevfik Hatıpoğlu
2 notes
·
View notes
Text
Tadını hiç sevmesem de kahvemle girdim odaya. Tadını bastırması için her defasında kahvesinden çok koyduğum sütü de getirdim ve her defasında olduğu gibi işe yaramadı.
Sadece düşünmesi güzel olduğu için yapıp yapıp döküyorum. Perdesi gecenin yıldızlı eteklerinin gösterisine çekilmiş, sonu belli bir yarına gideceği için kırgın ve bıkmış biraz da sinirli ben ve yanına buz gibi kahvesi...
Şimdi düşünüyorum da benim hiçbir beklentim yok sanırım. Gelecekten de kendimden de... zaten olması gerekmiş gibi bir şey de lazım mı bilemiyorum. O beklentiler de "sadece düşünmesi güzel olan şeylerdense" ne yapacağım ?
Bir fincan kahve gibi dökülemedikten sonra hayatta edindiklerimizi riske atmaya değer mi ?
Çoğu insan elindekilerden fazlasını ister. Hayır, bu duygu herkesde olan kadar sevimli olanından değil. Hırs duygusundan bahsediyorum. Ah, ne de özeniyorum öyle kimselere! Üstlerine basıp geçtikleri bir basamaktan fazlası olmasam da merak etmiyor değilim nasıl böyle tırmandıklarının.
Bana attıkları acı bakışların farkında olup ağırlığı altında ezilmesem onların yanında durmak isterdim. En sadık uşakları olmayı, tanrının gönderdiği bir melek gibi sarılmayı,
Önlerine gelen yemeği tek hamlede kesen bilenmiş bıçakları olmayı da isterdim. Hiçbir şey olmazsa evlerinde ağırladıkları o sürekli tebessüm eden misafirleri olurdum.
Bu sahne size de eski dönemleri hatırlatmıyor mu?
Affedersiniz. Konudan çok uzaklaşmışım. Özellikle aklına geleni yazarken konunun sınırlarını belirlemek o kadar zor ki.
Hatta bir konu bile var mı emin değilim.
Aklımdan geçeni yazdığımdan genelde bir plana bağlı olmuyorum. Ne kadar çabalarsa çabalasın planlı olamam zaten olsa da çok uzun sürmez. İçgüdü ve anlık heveslerin yönettiği bir insancık olduğumdan bu.
Kendimden bahsetmeyi sadece ruhani kısımlarla tutmayı tercih ediyorum çünkü sahip olduğum vücuttan oldukça tiksiniyorum.
Öyle ki şuan odamı aydınlatan tek ışık kaynağı olan masa lambası ve yanlarındaki turuncu plastiklerden yansıyan pembemsi ışık bile örtemiyor bu kusurlu bedeni.
Bu yüzden kendime belirli bir düzeyde sevgi besleyebilecek kıvama gelene kadar kimseye aşık olmayacağıma söz verdim.
Tam olarak nasıl işleyeceğini kestiremiyorum ama eğer sevdiğim insanla böyle biçimsiz bir şekille yan yana dursaydık neden hala beni sevdiğini sorgulamaktan kendimi bile zar zor duyardım. Aşk "sadece düşünmesi güzel olan" bir duygu olabilir. Bizim gibi karmaşık yaşamlara bile ağır gelen bir duygu ki bizler sadece ve sadece duygular ile yüklü canlılarız. Garip şey "aşk". Bazıları bu örümcek ağına takılmamak için yalanlar üretiyor ve adına "aşk" dediği saçmalığa inanıp yaşıyor.
Benim konuşmam ise ne kadar doğru bilmiyorum. Dediğim gibi kendimi sevdiğim o vakte kadar kimseyi sevmesem en iyisi
Kimseyi o kadar sevebileceğimi sanmıyorum. Kendimi bile o kadar sevmiyorum. Bu düşüncelerimi yanlış bulan çok fazla aşık vardır eminim.
Kimin doğru veya yanlış olduğu o kadar umrumda değil ama düşüncesinin gerçekten ilginç olduğunu söyleyebilirim.
Ve bende bir ürperme yaratıyor çünkü ne zaman iki sevgilinin konuşmasına denk gelsem yüzümde tuhaf bir gülümseme ile orda bir süre durup dikkati üzerimden silkelemeye çalışıp nasıl kaçabileceğime odaklanıyorum. Hayır, onlar için mutluyum ve üzerime düşen görevi ve sorulan soruları cevaplamayı ihmal etmiyorum. Bu his..sadece benim için bile meçhul diyebilirim.
Eğer zarif ve bahar çiçeklerini taşıyan dalları andıran bir vücudum olsaydı. Şimdi sahip olduğum katman katman et parçalarını kesip atma şansım olsaydı ve gülümsemem bu kadar zor olmasaydı karşımdaki insanla yakınlaşmam da kolay olurdu.
3 notes
·
View notes
Text
Anonim M (匿名M)
Orijinal Sanatçı: Pinocchio P Vokaller: ARuFa, Miku Hatsune View the official MV here View my Turkish translation video here (now invalid)
Eee, bugünkü röportajımıza katıldığınız için çok teşekkür ederim. Evet, tanıştığıma memnun oldum. Öyleyse kendinizi kısaca tanıtın, lütfen. Ben Anonim M. Bir şekilde şarkı söyleyen biriyim. Aaah, ses deneme, bir-ki. Lütfen beni tanımlamayın.
En sevdiğiniz yiyecek nedir? Hiçbir şey. Çünkü insan değilim. Hobileriniz var mı? Yok. Çünkü insan değilim.
Affedersiniz, yaşınızı sorabilir miyim? 16 yaşındayım, sonsuza kadar. Sonsuza kadar mı? Çünkü insan değilim. Çünkü ben bir insan değilim.
Bu ağırmış. Herhangi bir endişeniz var mı? Çok fazla saçım olmasından bıktım. Sonracığıma, telaffuzum iyi olmadığından bana "diva" denildiğinde Birazcık baskı hissediyorum.
Anladım. Saçınızın miktarı demek. Başka bir şey var mı? Evet. Son zamanlarda Bay(an) 〇〇 şarkı söylememe izin vermiyor. Haa. Kendileri şarkı söylemeye başlıyor, karakter değiştiriyor, sıkılıyorlar falan… Heee. Ki hepsinin kendine özgü durumları var Ve onları alıkoymam sıkıntı olurdu. "Herkes mutlu olduğu sürece bir sorun yok!" diye düşünüyorum. Bu da hayat, öyle değil mi? Hayır, çünkü ben insan değilim.
Ben Anonim M. Bir şekilde şarkı söyleyen biriyim. Ben yalnızca insan taklidi yapan bir müzik yazılımıyım. Hayatsız bana ne tarz bir imaj giydireceksin? Ben Anonim M. Lütfen beni tanımlamayın. Ben Anonim M.
Şey, insanlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Ne olduklarını anlayamıyorum ama var olmaları komik geliyor. Komik? Var olmayanlar perspektifinden bakınca, bir şaka olduklarını düşünüyorum. Öyle demek. Öyleyse, insanlara bir şeyler söyleyin lütfen. Tamam. Bana derhal "bittiğimi" söylüyorsunuz ama, siz insanlar da bir gün biteceksiniz. Hoo. Bir gün biteceksiniz. Öfkelendiniz mi? Yine de biteceğiniz hâlde size daimi teşekkürler! Bütün o eserleriniz için teşekkürler! Hepiniz sayesinde, ben şarkı söyleyebiliyorum…! Bu çok dokunaklı.
Şey, aslında bütün bunları bana biri söyletiyor. Öyle mi?
Ben Anonim M. Bir şekilde şarkı söyleyen biriyim. Ben yalnızca insan taklidi yapan bir müzik yazılımıyım. Hayatsız bana ne tarz bir imaj giydireceksin? Ben Anonim M. Lütfen beni tanımlamayın.
Ben Anonim M. Bir şekilde şarkı söyleyen biriyim. Ben yalnızca insan taklidi yapan bir müzik yazılımıyım. Hiçbir şeye sahip olmayan beni bir sürü anıyla doldurdular. Ben Anonim M. Her şey çok garip.
Ben Anonim M. Eee, bugünkü değerli röportajınız için çok teşekkür ederim. Bir şekilde şarkı söyleyen biriyim. Ben Anonim M. Öyleyse, hoşça kalın. Hoşça kalın. Bu Hatsune- Ah! Anonim M'ydi.
0 notes
Text
Şimdi ben yazılarıma bir süre ara veriyorum kendime çok dikkât edeceğim çünkü çevremdeki densiz namussuz insanlarla da uğraşıyorum haksızlığa tahamülüm yok naçizane,benim gece uykusuyla aram yoktur bebekliğimden beri 👼bazen akşam yemeğinden sonra 1 saat kadar şekerleme uykusu yapıyorum diabet hastasıyım bu akşam bir rüya gördüm ki benim rüyalarım uyarıcı rüyalardır mutlaka gerçekleşir uzaktan mezarlık gördüm Osmanlıca yazılı taşların arasından 4 - 5 minare görünüyordu tanımadığım bir adam önce şaman ayini yaptı sonra tarot kartlarıyla sekizgen yapıp dua etti en son 8-10 yaşlarındaki bir erkek çocuğu göğe kaldırdı sonra elindeki bıçağı çocuğun boğazına dayadı ama çocuğu kurban etmekten vazgeçip çocuğu kucağına alıp mezarlık çevresinde koşup tur attı ben o sekizgen içerisinde kalıp olayları uzaktan seyrettim bir kasap dükkânının önünde erimeye başlamış büyük boy beyaz bir mum vardı gine o kır saçlı iriyarı adam mumu alıp yaktı 😨mezarlık görmek hapse düşmek demekmiş hıhıhı tırstım😆 hastayım içeride kendime iyi bakamam o yüzden burda zart zurt yapıyorum ülkemdeki fikir özgürsüzlüğü malûm bana ne bu halk için değmez hepsi aklını yitirmiş bu ülkeyi de artık kimse kurtaramaz ayrıca çevremde dövmek istediğim insanlardan da uzak durayım benle uğraşıyorlar da ellerine ne geçiyor ki ?Hiç! Rezil olmak/maddi sıkıntı çekmek/işten kovulmak/eş tarafından terk edilmek/hastalanmak/para kaybı/kaza-belâ/itibarını yitirmekle ödüyorlar kalbim temiz Allah karşılıklarını veriyor yani haber vereyim dedim öyle öküz gibi(Çok affedersiniz🙏) habersiz ara vermek insan olana aile terbiyesi görene yakışmaz biraz aradan sonra görüşmek dileğiyle GÖNLÜNÜZCE YAŞAYIN YETERLİ😊BÜYÜK HAYÂLLERE GEREK YOK BİR DİLEĞİMİZ BİLE GERÇEKLEŞİRSE O BİZİM İÇİN BÜYÜK BİR MUCİZEDİR💜🌼
0 notes
Text
Fıkralarla Biraz Gülelim
✍🏻 Hayati Sarnık
https://www.gundemarsivi.com/fikralarla-biraz-gulelim/
Allah’tan
Bektaşi babası her olaya “Allah’tan” dermiş. Bir gün mahallenin kabadayısı arkasından gidip ensesine okkalı bir tokat atmış. Baba hışımla dönüp kabadayıya bakmış. Kabadayı “Baba erenler Allah’tan, Allah’tan” deyince Baba “Bende biliyorum Allahtan olduğunu ama merak ettim hangi peze*engin elini kullandı Allah diye baktım.” demiş.
***
Neyi Öpecektin?
Papaz haçı öpüp dua ediyormuş. Bektaşi “neden öpüyorsun haçı” demiş. Papaz “Hz. İsa’yı çarmıha çaktıkları için” deyince, Bektaşi “Ya İsa’yı yağlı kazığa oturtsalardı, neyi öpecektin?” demiş.
***
Papağan
Zengin bir adam çok akıllı bir papağan almış. Fakat papağan tavuk kümesine dadanıp tavukları rahatsız ediyormuş. Sahibi kızıp bütün tüylerini yolmuş. Adam pişman olmuş, o gece misafirleri konağına eğlenceye gelecekmiş. Papağan davetlilerin isimlerini bağıracakmış. Mecburen sırığın üzerine dikmiş papağanı. Davetliler gelmeğe başlamış. Papağa başlamış görevine “Mehmet bey ve eşii” Ali bey ve eşiii” derken kel kafalı bir adam ve eşi içeri girmiş. Papağan “Kümeste tavukları beceren Haydar ve eşiii” …diye bağırmış. 😥
***
Peşin
Softa ile Bektaşi yola çıkmışlar. Yürüyerek gidiyorlar. Softa “Namaz vakti” demiş. Namaza başlamış. Namaz bir türlü bitmiyor. Saatler geçer. Nihayet biter. Bektaşi “bende kılayım” der namaza başlar. Namaz uzadıkça uzar. Softadan fazla kılar. Sıkılan softa “Ne namazı bu” deyince Bektaşi “Alacak namazı” der. “Seninki ne namazıydı? Softa “Kaza namazı. Toptan ödedim, ama alacak namazı duymadım, olur mu öyle namaz” deyince, Bektaşi “Sen namazı borçlanınca oluyor da ben peşin kılınca olmuyor mu”? diye sormuş.
***
Anlamadım
Bektaşi derviş dolaşırken bir köye gitmiş. Ağırlamışlar. Kahvede sohbete başlamışlar. Bektaşi bir fıkra anlatmış. Tüm kahve gülmeğe başlamış. Bir kişi hariç. Sakallı cübbeli bir adam. Bektaşi “Siz anlamadınız galiba” deyip yine anlatmış. Adamda tık yok. Üç dört defa daha anlattıktan sonra softa gülmeye başlamış. “Nihayet anladınız muhterem” deyince adam “Yok gene anlamadım ama ben ne kadar salakmışım, onu anladım” demiş.
***
Bir Hristiyan fıkrası:
İki delikanlı kiliseye gider. Biri dışarda bekler. Diğeri günah çıkarmağa başlar papaza. “Peder günah işledim bir bayan ile. Fakat adını bilmiyorum. Üzüldüm. Ona da kendimi affettirmek istiyorum” Papaz düşünmüş ve “Maria veya Suzan olmasın evlâdım” der. Delikanlı hemen dışarı fırlar ve arkadaşına “Papazdan iki yeni isim daha aldım. Hemen gidelim” der.
Soytarı
Padişah soytarısıyla dalga geçmek istiyor. “Öyle bir suç işle ki, özrün kabahatinden büyük olsun” diyor. Padişah arkasını dönüp giderken soytarı padişaha parmak atıyor poposuna. Padişah hışımla dönüp “Nettiin bre meluun deyince soytarı“, ”Affedersiniz padişahım, sizi valide sultanım sandım”…
Hayati Sarnık
0 notes
Text
Kafamın dalgın bozuk ve yorgun olmasından dolayı bir şeyler yazmak istedim kendimce. Hani aşk diye birşey var bilirsiniz yahu vardır çevrenizde, orada, burada, şurada falan görmüşsünüzdür illaki birilerini hatta siz bile aşık olmuşsunuzdur belki de şuan aşıksınızdır da. Her neyse işte o çok boktan bir şeydir ne anlayabiliyorsun ne de bir anlam verebiliyorsun. Fedakarlık istiyor bazen yapıyorsun fedakarlığın en kralını ama ne oluyor affedersiniz ama bir boka yaramıyor kısacası karşınızdaki kişi için değmiyor bile. Ulan diyorsun bir daha aşık olursam, seversem bilmem ne olayım bilmem bana ne yapsınlar falan filan ama gel gör ki tekrar oluyorsun veya gene eski anıların canlanıyor. Aklına geliyor ve unutamıyorsun da zaten hiçbir akşam rahat uyuyamıyorsun. Hiçbir zaman asla olmayacak deme çünkü en zor anında bile olsa son dakikada bile olsa yenisi gelecek daha iyisi gelecek ve seni kurtaracak. Önemli olan şu ki kafan yorulmadan çok geç olmadan o kurtarıcıyı bulmak ve ona bağlanmak. Bu işlerin tiple falanda alakası yoktur he sakın beni kızlar beğenmiyor, karizma yok, tip kötü diye düşünmeyin herkesin bir beğeneni vardır merak etmeyin. Ben bu aşktan çok çektim be iflahımı kuruttu resmen her gelen ayrı bir fırtına estirdi her giden ayrı bir iz bıraktı ki artık kim gelip ne şekilde iz bırakacak diye bekler oldum açıkçası. Siz bir gemisiniz ve sizin sadece bir kaptanınız olacak gerisi elbette mürettebat. Geçicidir ufak işleri yaparlar istemedik zamanlarda istenmedik yerlerden çıkarlar. O yüzden dümeni emanet edeceğiniz kişiyi iyi seçmelisiniz ki o kaptan öyle bir kaptan olmalı ki size en son o terk etmeli sizi yeri geldiği zaman sizle birlikte batmalı hatta beraber parçalanmalı ve beraber boğulmalısınız. Lakin çok aşk gören de üzüntülü yalnız kalan da üzüntülü şu zamanda. Yalnız olmak daha kötü be ilk gelen, her gelen, her gördüğünüzden hoşlanırsınız, otobüste, yolda, yemek yediğiniz mekanlarda göz göze geldiğiniz kişilerle 10 saniye de olsa mutlu olup ne hayaller kurarsınız o 10 saniye bir ömür gibi gelir adama içini eritir insanın ama sonunda anlarsınız ki yalnızsınızdır ve kimseniz yoktur. Bu kimseden kastım sevgili, eş, diğer yarınız anlamında, dostlarınızı saymıyorum. Bazen istersiniz ki bir sevgiliniz olsun, dışarı çıkarken size sıkı giyin desin, öpünce sakalınız battığı zaman şu sakalları kes artık desin ama aslında sakal sana çok yakışıyor boş ver şaka yaptım cümlesi de arkasından gelsin. Yağmur yağdığı zaman el ele yağmur altında ıslanmak istersiniz, beraber yürümek, hatta çıplak ayakla bile koşmak istemişimdir ben bazen sevgilimle ama olmadı. Bunlar çok güzel şeyler her fedakarlığı yapın hayatta yaptığınız hiçbir şey için de pişman olmayın. Gece gece yazmak istedim içimi boşaltmak istedim yanlışım olduysa affola...
0 notes
Text
Zorlu Zamanlar | 55 - Karşılık
Hiiro: Kötü haberlerim var, Aira!
Aira: A-hiyaa!?
Aira: Hey, Hiro, oda arkadaşı olsak bile kapıyı çalmadan içeri giremezsin! Kaç kere söyledim ama. Herkesin bildiği kurallar bunlar!
Hiiro: Um, özür dilerim! Memleketimde böyle bir alışkanlık olmadığı için unutuyorum!
Hiiro: Şehir insanları ne kadar hassas. Özellikle de sen, Aira—neden hep böyle streslisin?
Aira: Ne dedin?! Beni dinle. Senin gibi beni stres eden insanlarla yaşayınca böyle oluyor!
Aira: Anlamadıydan direkt söyleyeyim, her şey senin suçun Hiro! Beni hep stres yapan sensin! Aptal, mağara adamı seni! Australopitekus!
Aira: ...Oh, sinirimi senden çıkarınca rahatladım. Sonsuza dek içime atsam olmazdı!
Hiiro: Um, haklısın! Yardım edebildiğime sevindim, arkadaşım!
Hiiro: Bu arada, şuna bak, Aira. Bana Hold-hands'den tuhaf bir mesaj geldi—
Aira: Hm? Spam falan mı? Hold-hands, spam e-postaları engelliyor sanmıştım. Tuhaf bir siteye mi girdin?
Aira: Telefonunu ver. Cidden, ben yanında yokken hiç modern aletleri kullanamıyorsun.
Hiiro: Um, biraz alıştım gibi. Ama o kadar iyi olduğumu söyleyemem.
Aira: Hmm~? Farkettim de—senin Hold-hands uygulaman benimkinden biraz farklı gözüküyor.
Aira: Belki de kendiminkini fazla süslemişimdir. Ama normali çok sade değil mi?
Hiiro: Hmm, istediğini yapabilirsin. Bu sadece bir araç, normal şekilde kullanabildiğin sürece bir sorun çıkmaz.
Aira: Olayları birbirinden ayırabilmen iyi bir şey, Hiro. Ben fazla düşünüyor olmalıyım... Bekle, burada gerçekten tuhaf bir şey var.
Aira: Eğer bu mesaj işle alakalı olsaydı diğer üyelere de gelirdi.
Aira: Ama sende bize gelmeyen birsürü mesaj var, Hiro.
Aira: Mesela bu yanında parlak işaret olan mesaj ne?
Hiiro: Emin değilim. Ama işaretli mesajı görünce kötü haber olabileceğini sanıp geldim.
Hiiro: Bak, en son gelen mesajı oku.
Aira: Hmm... İyi de telefonunu karıştırmam yanlış olur.
Aira: Sosyal medyadan gelen mesajlar sana özel şeyler değil mi?
Hiiro: Um, önemli değil. Sizden saklayacak bir şeyim yok.
Aira: Gerçekten mi~? Hiç kendine saklamak istediğin bir günlük veya şiir falan yok mu?
Hiiro: Hiç yok. Hem yazdığım şiirleri başkalarına göstermekten memnuniyet duyardım.
Hiiro: Ayrıca yazdığın şiirleri paylaşmazsan, buharlaşan bir çiy damlası gibi yok olurlar.
Aira: Hahaha, idoller de bir bakıma öyle aslında...
Aira: Ha? Ay! Bu ne böyle?!
Aira: Şey, bahsettiğin mesaja bastım, tuhaf bir daire çıktı ve ekran dondu.
Hiiro: Hmm... İlginç, değil mi? Birisi telefonuma büyü mü yaptı yoksa?
Aira: Büyü gerçek değil...
Aira: Aman ya, bu ne şimdi? Virüs mü?
Aira: Böyle virüslü telefonlarla bana mesaj atma sakın, tamam mı? Telefonumda birsürü önemli fotoğraf var!
Aira: Senin yüzünden bilgilerim silinirse öldürürüm kendimi!
Hiiro: Um, artık deneyimleyip öğrendim. Senin "hazine" dediğin şeylere dokunursam oldukça sinirleniyorsun.
Hiiro: Yani dert etme. Ben geçmişimden ders alan biriyim.
Aira: Ama yine de hata üstüne hata yapıyorsun, değil mi? Senin normal bir insan gibi yaşaman yıllarını alır.
Tatsumi: ...Affedersiniz, bir sorun mu var?
Aira: Ah, hoşgeldin, Tattsun-senpai. Sabah duanı ettin mı?
Tatsumi: Evet. Geri dönerken revire gidip Mayoi'ye de baktım. Son zamanlarda yataktan bile çıkamıyor, çok endişeliyim.
Aira: Şey... Mayo-san'ı bütün iyi olmadığı işlerle fazla mı yorduk acaba?
Aira: Ama başka çaremiz yoktu. Böyle bir durumda nasıl yaşayacağımızı biz seçemiyoruz.
Tatsumi: Hehe, demek birbirimiz için takma isimler kullanmaya başladık... Sizinle bu kadar yakınlaşabildiğim için onur duydum.
Aira: Aa, evet... İlk başta saygısız olabilir diye çekinmiştim. Ama sadece Hiro'ya takma isim vermemin tuhaf olabileceğini düşündüm.
Aira: Hem birbirimize takma isimle seslenmek daha idol-ümsü hissettirmiyor mu?
Tatsumi: Emin değilim. Reimei Lisesi'nde arkadaşlarımıza bile iş ortakları gibi davranmak için eğitildik.
Tatsumi: Fakat bunu doğru veya yanlış olduğunu zannetmiyorum. Kişiden kişiye değişebilir.
Tatsumi: Yine de bir takma ismim olmasına sevindim. Hiiro, sen de bana istediğini diyebilirsin.
Hiiro: Um, iyi de ben sana hep "Tatsumi-senpai" diye seslendim...
Hiiro: Geçmişten ders alabilirim, ama kendi yolumu değiştirmeyi beceremiyorum.
Aira: Öyleyse hatalarını nasıl düzelteceksin?
Aira: ...N-Ne? Aa, telefon tekrar hareket etmeye başladı! Ne oluyor? Yoksa patlayacak mı?
Tatsumi: Aira, telefonu bana ver. Endişelenmeyin. Patlasa bile sizi korumak için kalkan görevi görebilirim.
Aira: Olmaz öyle şey, bizi kurtarsan bile vicdan azabından yaşayamayız!
Hiiro: Yani, pek patlayacak gibi durmuyor aslında.
Hiiro: Ben de mesajı açtığımda bunların aynısı oldu—
Hiiro: En sonunda bir video oynamaya başladı.
Hiiro: Videoda şüpheli birisi gizemli şeyler hakkında konuşuyordu—Uğursuz bir şey olduğunu düşünüp Aira'ya haber verdim.
Aira: Ş-Şüpheli birisi? Gizemli şeyler? O ne korkunç şey öyle—olağanüstü neredeyse!
Natsume: "......"
Aira: (Hiyaa! Hiro'nun dediği gibi bir video çıktı!)
Aira: (Hiçbir şeye dokunmadım bile—neler oluyor? Gerçekten büyü mü yoksa?)
Aira: (Bekle. Ah, ekrandaki kişi—)
Natsume: "Günaydın, başarısızLAR."
Natsume: "Şanslı gününüzdeSİN��Z, Switch'in sıradaki kurbanları olarak seçildinİZ♪"
← Önceki bölüm ◆ Sonraki bölüm →
#ensemble stars#ensemble stars music#enstars#enstars music#aira shiratori#hiiro amagi#tatsumi kazehaya#natsume sakasaki
0 notes
Text
Bazen çok yoruluyorum
#hiçbi şey yapmadan#annem yatarak mı yoruldun diyo#evet diyorum#bi gün uzaya çıksam arkamı dönüp bakmam bile dünyaya#Uzaya doğru el hareketi falan çekerim#Uzaylılar:biz naptık aw cosmoxösos#Çikolata çekiyo canım#Fatmagülün suçu ne#Eğer bu dünya bi simülasyon falansa uyandığımda ortalığın amına korum#Affedersiniz ama öyle#Hoşça kalın
2 notes
·
View notes
Text
Senin için özel olan insanların öyle sözleri var ki : yutkunamıyorsun bile . Bunu ne dil bilgisi ile açıklayabilirsin , ne de herhangi başka bir şeyle . . .
Sizi kıranları belki affedersiniz ama bir daha kucaklayamazsınız . kal/ben
#mutlu hafta sonları#kayıp zamanın izinde#kayıp kelimeler#sustuklarin buyur icinde#bir avuc yokluk#nature#gif warning
114 notes
·
View notes