#ABD dış politikası
Explore tagged Tumblr posts
Text
Llyod Austin: “ABD Birliklerinin Suriye’de Kalması Gerekiyor”
1 minute ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, Suriye’deki ABD birliklerinin varlığının devam etmesi gerektiğini belirtti. Austin, Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin ardından DEAŞ’ın yeniden büyük bir tehdit oluşturabileceğini söyledi. ARLINGTON, VIRGINIA – JANUARY 31: US Secretary of Defense Lloyd Austin meets with the U.K. Secretary of State for Defense Grant Shapps at the Pentagon on January 31,…
#ABD dış politikası#ABD&039;nin Suriye politikası#Amerikan askerleri Suriye#Beşşar Esed rejimi#DEAŞ tehdidi#IŞİD tehdidi#Lloyd Austin açıklamaları#PYD/YPG desteği#SDG işbirliği#Suriye gözaltı kampları#Suriye&039;deki ABD askerleri#Suriye&039;deki çatışmalar
0 notes
Text
Trump, Grönland ve Panama Kanalı Üzerinde Hak İddia Ediyor
ABD Başkanı Donald Trump, Grönland’ın satın alınması ve Panama Kanalı’nın ABD’ye geri verilmesi gerektiğini savunarak, uluslararası diplomaside büyük tartışmalara yol açtı. “Önce Amerika” Stratejisi Başkan Donald Trump, “Önce Amerika” politikası çerçevesinde, Grönland ve Panama Kanalı ile ilgili iddialarını yeniden gündeme taşıdı. Trump, bu iki bölgenin Amerika’nın ekonomik ve stratejik çıkarları…
0 notes
Text
ABD Dış Politikası 2023-2024 Final Soruları
ABD Dış Politikası 2023-2024 Final Soruları ABD Dış Politikası 2023-2024 Final Soruları ABD Dış Politikası: Tarihsel Gelişim ve Modern Stratejiler Giriş Amerika Birleşik Devletleri (ABD), dünya siyasetinde önemli bir aktör olarak uzun bir tarihsel sürece sahiptir. Dış politikası, küresel güvenlik, ekonomi ve diplomasi alanlarında etkili stratejiler geliştirmeye yönelik kapsamlı bir yaklaşımla…
0 notes
Text
Küre Yayınları'ndan Yeniden Yayın: İsrail Lobisinin Amerikan Dış Politikası Üzerindeki Etkileri
ABD Dış Politikasında İsrail Lobisi: Derinlemesine Bir Analiz ABD’nin Orta Doğu’daki dış politikası, tarih boyunca pek çok tartışmaya ve eleştiriye konu olmuştur. Bu bağlamda, Mearsheimer ve Walt gibi düşünce liderlerinin eserleri, özellikle İsrail Lobisi’nin oynadığı rolü derinlemesine incelemektedir. Bu makalede, İsrail Lobisi’nin ABD dış politikasındaki etkileri, stratejik sonuçları ve…
0 notes
Text
Dolarizasyon: Avantajları ve Riskleri
Dolarizasyon, bir ülkenin kendi para birimi yerine ABD doları gibi yabancı bir para birimini kullanması anlamına gelir. Bu durum, genellikle ekonomik istikrarsızlık, yüksek enflasyon veya yerel para birimine olan güven kaybı gibi nedenlerle ortaya çıkar.
Dolarizasyonun avantajları arasında fiyat istikrarı, daha düşük enflasyon oranları ve uluslararası yatırımcıların güveninin artması sayılabilir. Özellikle yüksek enflasyon yaşayan ülkelerde, dolarizasyon, ekonomik güveni yeniden tesis etmek için bir araç olarak kullanılabilir.
Ancak dolarizasyonun ciddi riskleri de vardır. Öncelikle, para politikası kontrolünün kaybı, bir ülkenin ekonomik krizlere karşı tepkisini sınırlar. Ayrıca, doların küresel dalgalanmalarından doğrudan etkilenme riski artar. Bunun yanında, ticaret açığı ve dış borç gibi sorunlar, dolarizasyon altındaki bir ekonomide daha belirgin hale gelebilir.
Sonuç olarak, dolarizasyon bir çözüm gibi görünse de, uzun vadeli ekonomik bağımsızlık ve sürdürülebilirlik açısından dikkatlice değerlendirilmesi gereken bir süreçtir.
0 notes
Text
Trump kime karşı? - Ceren Ergenç
Trump’ın ABD seçimlerini açık farkla kazanmasının ülke içindeki siyasi ve sosyolojik nedenleri ve olası sonuçları üzerinde bir mutabakat oluşmuş gibi. Örneğin, Cumhuriyetçi eyaletlerdeki Demokratlar çocuklarının alacağı eğitimden kaygı duydukları için Demokrat eyaletlerde iş bakmaya başladılar bile. Ancak, Trump’ın dış politikası ve bunun dünya siyasi ve iktisadi dengelerine etkisi konusunda her…
0 notes
Text
Ümit Özdağ Ak Parti Hükümetinin Büyük Milli Güvenlik Hatalarını Paylaştı..
Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ Ülke üzerinde artan güvenlik tehditleri ile alakalı çeşitli açıklamalarda bulundu Prof. Dr. Ümit Özdağ: Türkiye’nin çevresi ve içinde artan güvenlik tehditlerini ve AKP Hükümetinin yaptığı büyük milli güvenlik konusundaki hataları sizler ile paylaşmak istiyorum; ayrıca ülkemizin güvenliği için alınması gereken tedbirler konusunda Zafer Partisi’nin görüşlerini de açıklayacağım. İsrail’in sivil hedeflere yönelik yoğun hava saldırıları, Filistin ve Gazze’de büyük bir yıkım ve soykırıma dönmüştür. İsrail ordusunun Lübnan’a girmesi ile bu savaşta yeni bir cephe daha açılmış, yeni bir evreye gelinmiştir. İran’ın İsrail’e füze saldırısı ile savaş bölge dışı aktörleri içine çekecek bir aşamaya ulaşmıştır. ABD ve İngiltere desteğiyle gerçekleşen İsrail saldırganlığı dünyayı bir küresel çatışmaya sürüklemektedir. Netanyahu hükümetinin gerek Hamas ve Hizbullah lider kadrolarına yönelik saldırıları, gerekse Irak ve Lübnan’da İran’la ilgili hedeflere düzenlediği nokta operasyonlar ve son olarak Lübnan’a yönelik askeri harekat, İran’ın füze saldırısı ile cevap vermesi, İran’ı da içine alan bir bölgesel çatışma arayışıdır. Başka bir ifade ile Netanyahu açıkça İran’ı konvansiyonel savaşın içine çekmeye çalışmaktadır. ABD ve İngiltere’nin önümüzdeki günlerde İsrail’in yanında bu savaşın içine girmesi ile Gazze’de başlayan çatışmalar, bölgenin tamamını etkileyen bölgesel ve hatta Rusya ve Çin’in tavır almasıyla küresel bir savaşa dönüşebilecektir. Açalım: ABD’nin İran ile bir angajmana girmesi, Rusya-Ukrayna cephesi ve Pasifik’te Çin-Tayvan gerginlik bölgelerinde de yeni askeri çatışmaların başlamasını tetikleme potansiyeline sahiptir. Çin’in on yıllar sonra Pasifik’te kıtalararası balistik füze denemesi yapması, Rusya ve İran arasında yeni askeri işbirliği antlaşması hazırlıkları, artan gerginliğin bir sonucudur. Daha basit bir anlatımla; Gazze saldırısı ile başlayan kaos, bölgesel veya daha geniş çaplı savaş riskini içermektedir. Tarafların sahip oldukları nükleer yetenekler, riski daha da artırmaktadır. Türkiye, anılan çatışma bölgelerinin tam merkezinde yer alan jeopolitik konumuyla mevcut ve olası çatışmalardan çok olumsuz etkilenmektedir. Bu süreçte, AKP Hükümetinin yanlış politikaları Türkiye’yi çatışmaların içine çekebilecek riskler barındırmaktadır. Bu risklerin birincisi Erdoğan ve hükümetinin bölgeye bakışının mezhep eksenli olmasıdır. “Müsl��man Kardeşler” temelli bu bakış açısı, Türkiye’yi Ortadoğu’nun mezhep savaşlarında taraf ve hedef yapma potansiyeline sahiptir. İsrail’in hedef aldığı gruplardan Hamas’a adeta sonsuz destek verirken, yeni açılan cephede Şii olduğu için Hizbullah’ın adını anmadan genel ifadeler ile değerlendirmeler yapılması geleneksel Türk dış politikası ile bağdaşmamaktadır. Erdoğan’ın bu bölgeye yönelik politikalarındaki tek çelişki, mezhep eksenli bakış açısı da değildir. İran, Yemen’de Husiler ve Lübnan’da Hizbullah’ın hipersonik füzeler ile İsrail’i hedef almas�� ile geniş çaplı bir “vekalet savaşı” yürütmektedir. Lübnan’a başlayan askeri harekat ve artan gerginliğe paralel olarak, İran’ın da hipersonik füzeler ile İsrail’i vurmuştur. Şimdi, İsrail buna karşı saldırı ile cevap verecek ve İsrail karşı saldırısını muhtemelen Rusya-Çin destekli İran saldırısı izleyecektir. Bu olasılık Malatya-Kürecik Radarını oldukça hassas bir konuma getirmektedir. Emir komutanın ABD subaylarında olduğu bu NATO radarının, İran’dan atılacak füzeler konusunda İsrail’i bilgilendirilmesinin ciddi sonuçları olması muhtemeldir. İran, muhtemel bir çatışmada Kürecik Radarının İsrail’e erken uyarı füze bilgilerini aktarması halinde bu radarı hedef alacaklarını daha önce ilan etmiş durumdadır. Bu bakımdan, Türkiye’nin çatışmaların tırmanması durumunda tarafsız bir tavır takınması ve Kürecik Radarından İsrail’e bilgi akışını durdurması gerekmektedir. Bu noktada özellikle sevgili Cumhur İttifakı seçmenlerine seslenmek istiyorum; AKP Hükümetinin bir yanda Gazze’ye destek nutukları atarken diğer yanda Kürecik Radarı vasıtasıyla İsrail’e bilgi aktarılmasına izin vermesi en hafif tabirle samimiyetsizliktir. Savaşın tırmanması durumunda İncirlik Hava Üssü de benzer kapsamda değerlendirilmeli ve buradan ABD uçaklarının İsrail’e lojistik destek sağlamasına izin verilmemelidir. Bölgesel ve küresel savaşın hızla gerektirdiği bir diğer önlem TSK’nın stratejik istihbarat üretme konusundaki yetersizliğidir. AKP hükümetleri asker hastaneleri ve askeri yargı yanında TSK’nın “Stratejik İstihbarat” yeteneğini de kapatmıştır. İsrail-Gazze savaşında İsrail’in Hamas ve Hizbullah lider kadrosuna yönelik operasyonları Türk halkının haklı olarak neden Cemil Bayık, Duran Kalkan ve Murat Karayılan gibi PKK’nın Öcalan’dan sonra en etkili isimlerinin öldürülmediği sorusunu sormasına neden olmuştur. Bunun nedeni AKP döneminde TSK’nın stratejik istihbarat yeteneğinin köreltilmesidir. Stratejik istihbarat gereksinimi kapsamında, Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Komutanlığının yeniden TSK hizmetine alınması, sinyal istihbaratı üretiminde “gayret birliği sağlanması” bakımından hayati önemdedir. Son zamanlarda gelişim gösteren SİHA’lar “taktik seviye” ve “operasyonel seviye”de silah ve keşif sistemleridir. Pervaneli SİHA sistemlerinin bölgesel veya genel bir savaşta bekasının sağlanması ve stratejik gözetleme, keşif ve istihbarat üretimi için kullanılması mümkün değildir. Rusya-Ukrayna Savaşı, İHA/SİHA kullanımı ve oluşan stratejik istihbarat açığı konusunda önemli dersler içermektedir. Daha kısa süre önce Irak’ta iki ayrı bölgede SİHA sistemlerimizin kolayca vurulması, terörle mücadelede çok etkin olan bu sistemlerin konvansiyonel bir harpteki etkinliklerinin dikkatle değerlendirilmesini gerektirmektedir. Sonuç olarak, TSK’daki istihbarat kadrolarının aktif hale getirilmesi ve bütünleşik istihbarat gayretleri ile “Muharebe Sahası İstihbarat” yeteneğinin ivedilikle tesis edilmesi gerekmektedir. Stratejik askeri istihbarat ihtiyacı kadar acil olan diğer konu da özellikle Kara Kuvvetleri Komutanlığının “Kuvvet Yeterlilik” durumundaki zafiyettir. Daha basit bir ifadeyle, AKP hükümetinin askerlik süresini 6 aya indirmesi ve bedelli askerlik uygulaması ile askerlik görevini faturayla satışa çıkarması, asker sayısını görev yeterlilik düzeyinin altına çekmiştir. Halihazırda, askeri birliklerde mevcutlar sadece nöbet tutabilecek asgari yeterlilik düzeyindedir. TSK profesyonelliğe geçişi tamamlayamamış ve eksik mevcutlarla adeta “terhis edilmiş” ordu durumuna düşürülmüştür. Sadece sınır birlikleri ve iç güvenlik birliklerinde “görev yeterli” mevcutlar vardır. Bu birliklerin büyük bölümü halen Irak-Suriye bölgelerinde görevdedir. Nicelik yani asker sayısı kadar önemli diğer bir konu da nitelik konusudur. Sözleşmeli subaylar, uzman erbaşlar ve sözleşmeli erlerden oluşan sistemin “muharebe etkinliği” yeniden değerlendirilmelidir. Mevcut durumda, konvansiyonel birliklerin personel mevcutlarının 6 aylık askerlik süresi ve devamlı hale gelen bedelli askerlik ile asker sayısı ve muharebe etkinliği bakımından muharip düzeyde olması olanaksızdır. Değerli yurttaşlarım, Zafer Partisi olarak, bu gerçekleri toplumumuzla paylaşmayı, bir ulusal güvenlik meselesi ve vatan sorumluluğu olarak görmekteyiz. Özellikle 15 Temmuz kalkışması ve tek adam rejimine geçilen süreçte, TSK’nın içine düştüğü durumu; askeri liselerin, asker hastanelerinin ve askeri yargının kapatılmasını Zafer Partisi olarak sürekli gündeme getirdik. Gelinen noktada; Rusya-Ukrayna savaşı ve Gazze savaşının bölgesel ve hatta bir Dünya Savaşına evrilmesi ihtimali, ABD’nin Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile askeri işbirliği antlaşmaları yaparak Türkiye’yi adeta batı ve güneyden jeopolitik olarak kuşatması, Yunanistan’ın 22 ada ve adacığımızı alenen işgal etmesi karşısında AKP iktidarı ve ana muhalefet tarafının sessizliğini milletimize bir kez daha duyuruyoruz. Anılan risklere ilave olarak, memleketin 13-14 milyon kadar sığınmacı ve kaçak işgali altında olması, PKK, IŞİD ve FETÖ’ye ilave olarak yeni tarikat ve cemaatlerin etkinliği artırıp yeniden devlet içinde kadrolaşmakta olmaları, Türkiye’nin güvenliğine doğrudan ve birinci dereceden tehditler oluşturmaktadır. Biz Zafer Partisi olarak, bölgesel veya Dünya Savaşı riskinin oldukça belirginleştiği bu süreçte, ulusal güvenliğimizin iç siyasete popülist yaklaşımlarla daha fazla alet ve adeta kurban edilmesine karşı çıkıyoruz. Bu bakımdan “Milli Güvenlik Kurulunun” acil olarak toplanması ve muhalefet ile de işbirliği yapılarak, ulusal güvenliğe yönelik alınacak tedbirlerin milletimiz ile paylaşılması gerekmektedir. Zafer Partisi olarak, oluşan iç ve dış tehditler karşısında temel önerilerimiz şunlardır. 1- Kuvvet komutanlıklarının yeniden Genelkurmay Başkanlığına ve Genelkurmay Başkanlığının ise Milli Savunma Bakanlığına bağlanarak komuta birliği sağlanması, 2- Asker hastanelerinin yeniden görev öncelik bölgeleri dikkate alınarak hizmete alınmaya başlanması, 3- Kuvvet yeterlilik durumu ve asker sayısının arttırılması, 4- Konvansiyonel birliklerin eksiklerinin tamamlanması ve görev hazırlık seviyelerinin yükseltilmesi, 5- İstihbarat kadrolarının seferi duruma uygun olarak aktif hale getirilmesi, 6- SİHA/İHA’lardan oluşan taktik seviye keşif ve gözetleme yeteneklerinin stratejik elektronik sinyal istihbaratı ile gelişen zaman içinde “insan kaynaklı istihbarat” ile birleştirilmesi ve GES Komutanlığının tekrar Genelkurmay Başkanlığına bağlanması, 7- Kürecik Radarının kontrolünün TSK’ya geçmesi, radarın gerçek amacı olan Avrupa’ya koruma görevini devam ettirirken, İsrail’e bilgi akışının durdurulması, 8- İncirlik Üssünün jet üssüne dönüştürülmesi, NATO amaçları dışında ve özellikle İsrail’e lojistik destek verilmesine izin verilmeyecek şekilde görev bağlantılarının belirlenmesi, 9- Suriye Arap Cumhuriyeti ile diplomatik temasların geliştirilmesi ve Geçici Koruma Statüsündeki Suriyelilerin tamamının geri dönüşü için hazırlıklara başlanması gerektiğini düşünmekteyiz. Değerli yurttaşlarım, Zafer Partisi olarak, devlet aklı ve devlet sorumluluğuyla anılan tedbirlerin alınmasına her düzeyde destek vermeye hazırız. AKP ve CHP’nin, ulusal güvenlik konusunda sorumlu ve işbirliği içinde davranmalarını bekliyoruz. AKP iktidarının “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen teğmenlerden intikam almak ve onları TSK’dan ihraç etmek yerine, yüzünü çatışma bölgelerine ve Ege adalarını işgal eden Yunan askerlerine çevirmelerini öneriyoruz. dedi.. Read the full article
0 notes
Text
15 Temmuz, Ne Oluyor ve Tarihi Gerçekler
✍🏻 Mustafa A. T.
https://www.gundemarsivi.com/15-temmuz-ne-oluyor-ve-tarihi-gercekler/
Türkiye, II. Dünya Savaşı’na girmemekle, denge politikası izlemekle büyük avantaj sağladı.
Her ne kadar savaşa girmese de Türkiye ağır şartlardan çıkmış, yakın tarihinde Kurtuluş Savaşı gibi yıkıcı bir savaş vermişti ve güçlü olmak için gereken dönüşümleri daha yeni yapmaya başlamıştı. Kısacası dünya için Türkler büyük ve saygın milletti lakin ülke henüz güçlü ve gelişmiş bir devlet değildi.
II. Dünya Savaşı sonrasında dünya ve bağlı bulunduğumuz coğrafya, iki kutuplu dünyaya dönüştü.
Bu kutuplaşma dünyanın en güçlü iki ülkesinin arasında kalmamıza sebep oldu. Amerikan ve Rusya bloğu. Rusya’nın bizden toprak istemesi ise bizi aslında pek de istekli olmadığımız bir harekete, tarafsızlık ve denge politikasını sürdürmek yerine, tercih yapmaya zorladı.
Bugünün aklıyla “ABD uşağı olduk!” demeden önce düşünmek gerek. Bugün FETÖ, AKP demeden önce, soğuk savaş, NATO, Süper NATO, Gladio, gayri nizami harp, Yeşil Kuşak Projesi ne demek bilmek gerek. Yukarıdaki “kavramları”, dünya üzerindeki etkilerini, diğer devletlerdeki yansımalarını bil(e)meden sadece Türkiye üzerinden konuşmak yetersiz kalacaktır. Çünkü tüm dünyayı etkileyen bir olgudan ve dönemden bahsediyoruz.
Türkiye de bunun bir parçasıydı fakat, sadece Türkiye üzerinden değerlendirmek yetersiz olacak ve yanlış sonuçlara varmamıza sebep olacaktır. Küresel ölçekteki olguları sadece “biz” çerçevesinde görürsek, resmin büyük kısmından haberdar olmayız.
Kısacası bilmeden konuşmamak gerek (al sana büyük resim 😊).
Mesela 61 darbesi Amerikan mıdır İngiliz mi, sonraki darbe diğer devletin ona cevabı mıdır, yoksa TSK’nın kararı mıdır, darbeyi klikler mi yapar, iç dinamikler mi? Kim kime sızmış ve nehrin akışını değiştirmiştir, niyet nedir, sonuç nasıl olmuştur?
Yine mesela, Senusi Tekkesi ve Lozan ilişkisi var mıdır, varsa da Lozan Antlaşması dış devletler kadar iç konsensüs içinde de mi imzaya alınmıştır Lozan ile?
Araştırmazsanız (öğrenmezseniz) mahalle ağzıyla konuşur, vatanı sevdiğinizi söyleyerek ve daha kötüsü bunun yeterli olduğuna kendiniz de inanarak, konuyu kaparsınız. Oysa sevmek, emek harcamak demektir. Car car konuşmak değil…
Neyse uzatmayalım, bu bilgiselin konusu bugünlerde giderek artan, geçmişi suçlama eğilimi. Öyle üfürmek kolay ama tarihi hakkaniyetli biçimde değerlendirirsek, tercih zorunluluğu ile olabileceklerin arasında en uygun görülenin yapıldığını fark ederiz.
Bu noktada birkaç gerçeği görmemiz lazım:
Tercihte bulunmak bizim kararımız değildi. Dünyanın şartları değişmişti. Biz de taraf seçmek zorunda kalmıştık.
Rus ya da Batı bloğu. Seçeneklerimiz bunlardı.
Hangi tarafı seçersek seçelim küresel ölçekteki hareketin tarafı, parçası oluyorduk. Sürecin kendisine, etkilerine ve dönüşüme itiraz edecek ya da yönlendirecek gücümüz yoktu (burası önemli).
Şimdi şu güç meselesini biraz açalım. Türkiye, batı medeniyetinin aksine ticaret yapan ve sermaye biriktiren ve büyüyen bir ülke değildi. Düşünün, Ford yüzyıldan fazladır araba satıyor. Koç grubu bile otomobil işinden ne kadar kazandı, düşünün ki Fiat ne kadar kazandı ve ne kadar büyük. Bu sermaye eksikliği bizi üretmek konusunda da güdük bıraktı.
Düşünün ki çelik gibi temel ağır sanayi fabrikalarımızı bile cumhuriyetin kuruluşundan çok sonraları yapabildik. Üretemeyince güçlü olamazsınız ve biz üretemedik. Şimdi bana ürettik ama izin vermediler diyeceksiniz, ki bu da güçsüz olduğumuzu gösterir. Üretimin ne olduğu konusunda söylenmesi gereken bir diğer husus ise akademidir. Sanayi ve üniversite (bilim) birlikte çalışınca ilerleme ve iyi ürün çıkar.
İşte bu yüzden eğitim sistemimiz Köy Enstitüleri ile başladı ve günümüzdeki imam hatip okullarına kadar geldi. Bu okullardaki sorun din eğitimi değil bilim ve araştırma yapacak beyin üretilmemesidir. Mesela İran, evrim teorisini okullarda gösterir ve sahip çıkar zira coğrafyasında güçlü olmak ve güçlü kalmak için bilim yapmak zorundadır…
Osmanlı bu eksikliği görmüş ve batıyla mücadele edemeyeceğini anlamıştı. Osmanlı sistemi üretemiyor ve batı karşısında devamlı dayak yiyordu. Bu sebeple son dönem Osmanlı sistemi ordudan başlayarak devleti, kurumları yeniden yapılanmaya soktu. Mesela Latin alfabesine geçiş, evrimi temel alan tıp, fizik biliminin temel alan subay eğitimi gibi konularda başlangıç, uygulama ve karar, aslında Osmanlı’da başlamıştır. Bu gerçek, günümüzde ve dahi unutmayın ki bazen gerçek görülmesine diye tam da göz önüne konur.
https://twitter.com/mustafaat/status/882956852753039361
58/ https://x.com/mustafaat/stat/mustafaat/status/882956852753039361
Unutmayın ki 2:
https://twitter.com/mustafaat/status/884560376209256448
Mesela olmayan bir sorun yaratıp bunu sonra nasıl kullanırsınız örneği: türban.
Türban / başörtüsü ayrımı ve aslında böyle bir sorunun olmaması, icat edilmesi konusu: Rotraud Scheer? Yüksel Şenler? Ben tarih okuyunca daha farklı anlamları olduğunu düşündüm üstadım. Sen de bir bak bakalım enerjimizi harcamak için nasıl var edilmiş zaman içerisinde?
Peki bu ne işe yarar: “Bir yumurta dışarıdan bir kuvvetle kırılmışsa yaşam sona erer, içeriden bir kuvvetle kırılmışsa yaşam başlar.” Dolayısıyla daha iyi eğitilmeden, daha düzgün bir adalet sisteminin, siyasetinin ve ekonominin haricindeki her alandaki çatışma-sorun, “gayri milli” akıllar tarafından, sen asıl sorunlarını fark etmeyesin diye kullanılır. O arada ordunu, subaylarını zayıflatırlar; derelerini özel şirketlere devredip sana parayla satarlar, ormanlarını keser kendilerine villalar yaparlar, sen ödersin…
Peki biz ne yapabiliriz? Kısa bir cevap vereceğim: İlkelerimizi koruyarak var olmaya ve güvenli şekilde tepki vermeye devam edeceğiz. Bu dönemde “kendin kalmak” yeterince büyük direniş ve adımdır inanın. Sağduyu, ortak akıl, çıkarının nerede olduğunu bilme (milli olmak), farkında olma ve üretmek; bu dönemde en doğru adım budur. Aksi takdirde sıkışmışlık hissi ve artan öfke ile şu
Alıntı
Zeki Yılbaş
@Stavr0gin_
·
1 Kas 2016
@Stavr0gin_ adlı kişiye yanıt olarak
TC batıya eklemlenmek zorundadır jeo-politik konjonktür gereği. Kısacası kartalımız çift başlıdır, bir yüzümüz batılı ve diğeri doğulu olur.
Şimdilik bu kadar, sorular olursa cevaplar, bir süre sonra da bugün yaşananlar nedir konusuyla ve geçmişle bağlantısını kurarak devam ederiz.
https://twitter.com/mustafaat/status/882678182851338241
Mustafa A. T.
#15temmuz #Türkiyesiyasettarihi #tarih #Osmanlı #eğitiminüretimeetkisi #ekonomik #tarihtebilinmeyenler
0 notes
Text
ABD dış politikası Trump'a mı hazırlanıyor?
http://dlvr.it/T5cYcM
0 notes
Text
Dolar Yükseldikçe Biz Düşüyoruz
Dolar yükseldikçe biz düşüyoruz, dolar/TL para birimi kurda artış gösterdikçe, Türk lirası günden güne değer kaybetmektedir. TL’nin ABD doları karşısındaki değeri geçtiğimiz yıldan bu yana yüzde 25’i aşmış durumdadır. Para birimindeki bu hızlı düşüşün Türkiye ekonomisine, özellikle özel sektörlerin döviz borçluluğu ve enflasyon üzerinde olumsuz etkilerinin bu süreçte devam edeceği bildirilmektedir. Bilkent üniversitesi iktisat bölüm başkanı Prof. Refet Gür kaynak, enflasyondaki yükselişin ekonomiyi en çok şu 3 şekilde tetikleyeceğini vurguluyor; Bu platformda kurun yükselişi ile beklenen tüm iktisadi para birimleri yeniden değerlendirilecektir. Böylelikle tüm beklentiler güncellendiği için döviz artışı oluşuyor hem de döviz kurunun artışı beklenilen para biriminin piyasa değeri yenilendiği için genel bir davranış bozuklu meydana geliyor. Bu sayede doğrudan ve dolaylı yollarla enflasyon etkisi dahil olacaktır. Esnafın ithal etmiş olduğu tüm ürünler güncel fiyatlara oranla çok daha fazla fiyatlara satılacaktır. Türkiye genelinde üretilen ve dış ülkelere ithal edilen ürünlerin fiyatları da bu sistemle beraber artacaktır. Döviz borcu olan şirketler bu borçları karşı ödemeli ve sigorta üzerinden yapmamışlarsa borçlarını bu kurdan yararlanarak ödeyemeyeceklerdir. Bu sebepten dolayı şirket bilançoları da tamamen güncellenecektir. Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) baş ekonomisti Zümrüt İmamoğlu İse ‘sağlıksız’ olarak belirtmiş olduğu kurdaki artış oranının reel sektöre sarsıcı etkilerinin olacağını belirtmektedir.
Serbest Piyasa Döviz Kuralları
Serbest piyasada döviz kurları güncel olarak anlık değişimler gösterdiği için her türlü piyasada anlık kur farkı oluşumu mümkündür. Bu durumda ülkelerin ekonomik durumda fark edilen parasal değişimler, alım-satım rakamlarında oluşan yüksek değişimler, güncel döviz kuralları üzerinde her an farklı sonuçlara sebebiyet verebilir. Genel olarak bakıldığında dolar fiyatları neye göre düşer? Nasıl artar? Gibi soruların birbirinden farklı pek çok açıklaması bulunmaktadır. Bigpara’nın canlı döviz sistemi üzerinden pek çok ülkenin serbest piyasa döviz kurları ve detaylarına kolaylıkla erişim sağlayabileceğiniz gibi, yabancı para birimlerinin alış satış fiyatlarının güncel olanlarından da haberdar olabilirsiniz. Dolar TL para biriminin günlük, haftalık hatta aylık olarak piyasa değerini ve arşivde yer alan diğer tüm kur detaylarını görmek isterseniz, direkt olarak dolar TL sayfasında yer alan, geçmişten günümüze dolar kurları kısmından inceleyebilirsiniz. Herhangi para biriminizi bozdurmak istiyorsanız ve bu dövizlerin güncel kur karşılıklarını canlı olarak takip etmek istiyorsanız; döviz çevirici sistemi üzerinden paralarınızın artış veya düşüş oranını her an takibe alabilirsiniz. Rezerv para alanında son zamanlarda meydana gelen farklılıklar, artan küreselleşme ve uluslar arası sermayeler ile gelişmekte olan ülkelerde politika faizleri üzerinden tüm ürünlerin varlık fiyatlarını ve döviz kurlarını da yüksek oranda etkilemektedir. Amerikan Merkez Bankası’nın 2007 yılında yaşamış olduğu konut krizinin ardından uyguladığı ancak geleneksel olmayan ve tüm politikalarda zorunlu kılınmayan en geniş para sistemi politikası Türkiyeye dolar aktarımı mekanizmasını kur kanalı üzerinden dolar kuru ile dolar arzı ve kısa vadeli tahvil faizlerini de göz önünde bulundurulmaktadır.
Doları Yükselten Beklentiler ve Sonuçları
ABD dolarının diğer yabancı para birimleri karşısındaki değerini ölçebilmek için iki farklı sistem kullanılmaktadır. Böylelikle doların diğer para birimlerine oranla ne kadar artışta veya ne kadar düşüşte olduğunu tespit etmekte kolaylık sağlanmaktadır. Bu sistem için kullanılabilecek ilk ve en etkili ölçü türü; 1973 yılında doların altın karşılığı değerinin kaldırılması sonucu ABD’nin diğer 6 önemli para birimine karşı oluşturulmuş dolar endeksidir. Dolar günümüzde yalnızca dolar endeksi ve Euro/Dolar paritesine göre değil Türk lirasının da aralarında bulunduğu diğer tüm para birimlerine karşı oldukça fazla değer kazanmış bulunmaktadır.
Dolar Kuru
Dolar kuru sistemi üzerinden güncel dolar alış satış fiyatlarının Türk lirası karşılığının ne kadar olduğunu ve güncel olarak hangi fiyat üzerinden piyasaya giriş yaptığını öğrenebilirsiniz. Bu sistem üzerinden dolar kuru için oluşturulan güncel grafikleri takip ederek bu para biriminin hangi saate artış gösterip hangi saatte daha düşük olduğunu kolaylıkla öğrenebilirsiniz. Detaylı dolar kuru istatistikleri yerine yalnızca dolar alım ve satım fiyatlarından haberdar olmak isterseniz, yine buradan dolar fiyatlarının anlık değişiminden haberdar olabileceğiniz gibi daha önceki kapanış rakamları hakkında da detaylı bilgi edinebilirsiniz. Döviz çevirici alanında bulunan güncel hesaplama makinesi ile hem dolar hesaplama işlemlerinizi yapabilir hem de diğer dövizlerinizin çeviri işlemlerini anlık döviz kurları üzerinden halledebilirsiniz.
Amerikan Doları Neden Bu Kadar Önemlidir ?
Amerikan doları dünya genelindeki en önemli ve güvenilir para birimlerinden biri olmanın yanı sıra, çoğu uluslar arası ticaret sisteminde de tercih edilen para birimidir. Bu sebepten dolayı, pek çok ülkede uluslar arası ticaret üzerinde doğrudan ve önemli bir yetkisi vardır. Dolar, altın ve hatta petrolün de dahil olduğu emtia piyasasında standart para birimi olarak kullanılır. Ve bu sebepten dolayı emtia fiyatları üzerinde doğrudan etkilidir. Aynı zamanda dolar dünyanın en önde gelen rezerv para birimi olarak da kullanılmaktadır. Küresel hükümetler ve özel kuruluşlar tarafından karşılanan yabancı rezervlerin en önemli yüzdesini temsil etmektedir. Ayrıca dolar, küresel ölçekte en likit tahvil piyasasında yer edinmektedir. ABD, herhangi bir ürün veya hizmet karşılığı, dolar ödemeli olacak şekilde talep yaratır, çünkü alıcıların her türlü mal ve hizmetler için ödeyebileceği dolar para birimini kullanmaktadır. Bu sebepten, dış ülkeler dolar ile alışveriş yapabilmek için kendi para birimlerini dolar karşılığı satarak yerel para birimlerini dolara dönüştürüp ödeme işlemlerini yapmaktadırlar. Bu sebepten dolayı ABD doları, küresel ekonomik belirsizliklere karşı güvenli bir sığınak olarak kabul edilmiştir. Read the full article
0 notes
Text
Kudüs başka bir Endülüs olmayacak
Kudüs başka bir Endülüs olmayacak
Müslüman dünyası, Filistin’in kanla kaplı olduğu için Ramazan Bayramı olarak da bilinen acı tatlı Ramazan Bayramı’nı kutladı. İsrail’in Gazze bombardımanında en az 174 Filistinlinin öldüğü bildirildi. Müslüman liderler, İsrail’in Mescid-i Aksa’daki provokasyon eylemlerine sessiz bir cevap verdi. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Birliği geleneksel çaresizliklerinden muzdarip olsa da,…
View On WordPress
0 notes
Text
Trump’ın Grönland ve Panama Kanalı Üzerine Yaptığı Açıklamalar Dikkat Çekti
2 minutes ABD başkanlığına hazırlanan Donald Trump, seçim kampanyasında dış çatışmalardan uzak durmayı, ticaret ortaklarına yönelik tarifeleri artırmayı ve yerli üretimi yeniden inşa etmeyi hedefleyen bir platform üzerinde durmuştu. Ancak son günlerde, dış politikada daha iddialı bir yaklaşım benimseyebileceğini gösteren açıklamalarda bulundu. Trump, önce Kanada’nın ABD’nin bir eyaleti…
#ABD dış politikası#ABD ticaret politikası#ABD ve Çin ilişkileri#Grönland#Grönland doğal kaynaklar#Grönland satılık mı#Grönland stratejik konum#Grönland’ın geleceği#Panama Kanalı#Panama Kanalı Çin#Panama Kanalı kontrolü#Trump#Trump açıklamaları#Trump ve dış politika#Trump ve Grönland satışı#Trump ve ulusal güvenlik#Trump ve uluslararası ilişkiler#Trump ve yerli üretim politikası#Trump&039;ın "Önce Amerika" vizyonu#Trump’ın Grönland ilgisi#Trump’ın Panama Kanalı açıklamaları
0 notes
Text
ABD’nin Afganistan Politikasının Açmazları: Bölgesel Bir Analiz
ABD’nin Afganistan Politikasının Açmazları: Bölgesel Bir Analiz
View On WordPress
0 notes
Text
ABD Dış Politikası 2023-2024 Final Soruları
ABD Dış Politikası 2023-2024 Final Soruları ABD Dış Politikası 2023-2024 Final Soruları ABD Dış Politikası: Tarihsel Gelişim ve Modern Stratejiler Giriş Amerika Birleşik Devletleri (ABD), dünya siyasetinde önemli bir aktör olarak uzun bir tarihsel sürece sahiptir. Dış politikası, küresel güvenlik, ekonomi ve diplomasi alanlarında etkili stratejiler geliştirmeye yönelik kapsamlı bir yaklaşımla…
0 notes
Text
İsrail'den Trump'a 'Hediye': Ateşkes Teklifi Hazırlıyor
İsrail’in Lübnan’da Ateşkes Arayışı ve Trump’ın Rolü Son günlerde, İsrail’in Lübnan’da ateşkes anlaşmasını hızlandırma çabaları dikkat çekici bir şekilde arttı. Bu durum, yalnızca bölgedeki güvenlik dinamikleriyle ilgili değil, aynı zamanda ABD politikası ile de doğrudan bağlantılı. Üç farklı İsrailli yetkilinin ifadelerine göre, bu sürecin temelinde Donald Trump’ın dış politika hedefleri…
0 notes
Text
CHP’NİN KENDİNİ İNKÂR TARİHİNİN GİZLİ OLMAYAN BELGELERİ
Mustafa Kemal Atatürk: Benim iki büyük eserim vardır, biri Türkiye Cumhuriyeti, diğeri Cumhuriyet Halk Partisi'dir.
Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimi rehber edinenler mânevî mirasçılarım olur.
***
-1945-47 yılları… CHP iktidarda… Cumhurbaşkanı İsmet İnönü… Sivil ve asker Amerikan heyetleri, savaş gemileri Türkiye’de. CHP Hükümeti ABD’den borç istiyor. Türkiye IMF ve Dünya Bankasına üye oluyor. Türkiye ve ABD arasında askerî ve ekonomik temaslar başlıyor. Dostluk derneği kuruluyor. Türk subayları Amerikan tipi üniformalar giymeye başlıyor.
CHP Hükümeti Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Feridun Cemal Erkin: “Türkiye, kaderini ancak Amerika ve Büyük Britanya’ya bağlarsa, esenliğe kavuşabilir.”
12 Temmuz 1947… İsmet Paşa, ünlü “Beyannamesi”ni yayınlar ve “müjde”yi verir: Türkiye demokrasi rejimine geçecektir. Demokrasinin önündeki engeller kaldırılacaktır. Aynı gün ABD ile bir antlaşma imzalanıyor.
ABD ile 1947 Antlaşması (Truman Doktrini)… “ABD’nin dünya egemenliği” doktrini olan Truman Doktrini ile başlayan Amerikan “yardımı” ülkemizi Kemalist Yol’dan saptırıyor. Türkiye Amerikan emperyalizminin gereklerine uygun şekilde yeniden yapılandırılıyor. 1923-1938 Türkiyesi’nde, Atatürk zamanında ne yapılmışsa yıkılmaya başlıyor, ters yüz ediliyor: Bağımsızlığımızın yitirilmesine karşı yükselebilecek sesler susturuldu. ABD ile ikili antlaşmalar yapıldı. Bunlarla siyasal ve ekonomik bağımsızlığımız törpülendi, giderek yok edildi. Türkiye ABD için bir hammadde deposu ve pazar haline getirilmeye başladı. Millî eğitimimiz ulusal olmaktan çıkarıldı, Ona Amerikan çıkarlarına uygun bir yapı kazandırıldı. Atatürk Devrimlerinin birinci güvencesi olan köy enstitüleri kapatıldı. Yerine imam-hatip okulları açılmaya başladı. Ekonomi politikası olarak devletçilik sulandırıldı. Türkiye IMF’nin kıskacına sokuldu. Dış borçlanma başlatıldı. Ulaştırmada demiryolları terk edildi, karayoluna ağırlık verildi. Türkiye’nin sanayileşmeden vazgeçmesi yönünde telkinler yapıldı. İrtica yeniden harekete geçti.
- CHP Meclis Grubu kararı (10 Şubat 1948): İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulacak.
-3 Ocak 1949… Okullarda din eğitimi verilmesi sorunu, TBMM’de ateşli tartışmalara neden oluyor. CHP siyasal amaçlarla bu konudaki talepleri yerine getirme eğiliminde...
-1 Mart 1950… CHP Hükümeti 30.11.1925 tarihli Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair Yasa’yı yürürlükten kaldırdı. İşte gerekçe: “Bugün cehalet nedeniyle yer yer kimi batıl itikatlara rast gelinse de, bunlar artık halkın yolunu şaşırtacak bir etkiye sahip değildir.” Hükümet, seçimlerin tarihini de aynı gün ilan ediyor!
- Cumhuriyet gazetesi başyazarı Nadir Nadi (1950 seçimlerine sadece birkaç ay var, CHP Hükümeti’nin Başbakan Yardımcısı Nihat Erim’e kaygılarını iletiyor): “Seçim, demokrasi, çok partili hayat, evet, bunlar güzel şeyler. Fakat Devrimler ne olacak? Atatürk’ün temelini attığı uygarlık düzeni bir kez sarsılırsa, demokrasiyi yürütmek için gerekli ortam daha başlangıçta elimizden kaçmaz mı? Seçim tarihi yaklaştıkça gericiliğe ödün verme eğilimi günden güne artıyor. Vaktinde kontrol altına alınmazsa, bu; ilerde çok tehlikeli gelişmelere yol açabilir. CHP Hükümeti’nin bu konudaki durgunluğu anlaşılır gibi değil.” İşte Nihat Erim’in yanıtı: CHP her zaman olduğu gibi Atatürk Devrimleri’ne bağlıdır. Gericiliğe ödün vermek söz konusu olamaz. Ne var ki seçimlere şunun şurasında pek az bir zaman kaldı. Şimdiden harekete geçilir de Devrim ilkelerine atıp tutanlara karşı sert önlemler alınırsa, bu; CHP’nin toplayacağı oy sayısını düşürebilir. İlkin seçimler kazanılsın; ondan sonra Devrim ilkelerinin ne büyük bir güçle korunacağını gözlerimizle göreceğiz!
-Çetin Yetkin: Ne acıdır ki, çok partili düzene geçilmekle birlikte, Türkiye’nin bağımsızlığı üzerine ABD’nce ipotek konulacaktır. Türkiye’nin, bugün sömürgeleşme sürecinde nerdeyse son noktaya gelmesinin temeli, 1945-1950 arasında atılmıştır. Türkiye’yi ABD’nin yörüngesine sokmakta o zamanın iktidarı da, muhalefeti de -CHP de, DP de- tam bir görüş birliği içindeydi.
***
- 16 Haziran 1950… TBMM ezanın Arapça okunması yasağını kaldırdı. Meclis görüşmeleri, dışarda toplanmış olan halka hoparlörle dinletildi. Muhalefet (CHP) de değişikliğin lehinde konuştu. Karar, mollaların tekbirleri ile karşılandı.
-2 Eylül 1951: Necdet Evliyagil Cumhuriyet gazetesinde, her iki partinin seçim propagandası sırasında dini nasıl politikaya alet ettiklerini örneklerle yazdı: Bilecik’de CHP, türbeleri biz açtık derken, DP’liler de Arapça ezanın, din derslerinin ve radyoda Kur’an okutulmasının, DP’nin eseri olduğunu” ileri sürüyordu!
-1954 seçimlerinde uğradıkları ağır yenilgi üzerine CHP’de su koyuverenler (oportünistler) görüldü, şöyle diyorlardı: Parti laiklik ve devletçilik ilkelerinden vazgeçmelidir. Seçmen önünde demokratlarla ancak böyle yarışılabilir.
26-30 Temmuz 1954… CHP’nin XI. Kurultay’ında kimi Halk Partililer; partinin –halk tarafından benimsenmemiş olduğundan- laiklikten ve devletçilikten vazgeçmesini önerdiler. Genel Başkan İsmet İnönü; bu konuda DP ile asla yarışamayacaklarını söyleyerek, bu görüşe karşı çıktı.
-Nadir Nadi (1962): Yazık ki olaylar Nihat Erim’in dediği gibi gelişmedi. 1946’dan, hattâ daha öncelerden başlayarak, Atatürk ilkeleri bugüne değin her alanda ihmale uğradı.
-CHP Parti Meclisi toplantısında Bülent Ecevit ile Turan Güneş, birer konuşma yaparak arkadaşlarını uyarıyor: “Çok partili yaşama geçildiğinden beri, CHP eski devrimci yönünü yitirmiş, seçimlerde oy toplamak kaygısıyla ödün vere vere fikir bakımından zayıflamıştır. Oysa Parti’nin ‘devrimcilik, halkçılık, devletçilik’ gibi ulusumuzu kısa sürede kalkındıracak ilkeleri vardır. Politik hesaplarla, bu ilkelerin bir köşeye itilmesi doğru değildir. CHP kuruluş amaçlarını göz önünde tutarak kendine bir yön seçmeli ve ona doğru cesaretle yürümelidir. Bu uyarı parti Meclisi’nde tepkiyle karşılanır.
-Başbakan İsmet İnönü Küçük Kurultay toplantısında konuşuyor: Arkadaşlar! Koalisyon Hükümeti’ni yaşatma olanaklarını sürdürmeliyiz. Bu, karşılıklı uzlaşma ve hoşgörü koşuluna bağlıdır. Beni örnek alın, sabırlı olun. Nadir Nadi’nin İnönü’nün bu tutumuna getirdiği yorum: Koalisyon hükümetlerinin ancak uzlaşma yoluyla kurulabileceği açık bir gerçektir. Bununla birlikte, bir devrimin ürünü olan, hayatı doğrudan doğruya o devrime borçlu sayılan bir rejimde, temel ilkeler asla tartışma konusu edilmemelidir. Anayasa’nın mahkûm ettiği bir yönetimin özlemi içinde, öç duygularını gizlemeyenlerle nasıl uzlaşılabilir? Devlet’in laiklik ilkesini hiçe sayarak, yasaları çiğnemek pahasına öğretim birliğini bozanlar hoş görülebilir mi? Vicdan sömürücülüğüne açıkça karşı koymanın Koalisyon Hükümeti’ni dağıtacağını, ya da gelecek seçimlerde oy kaybına yol açacağını düşünerek eller böğründe ‘Ya sabır!’ çekmek olumlu bir politika mıdır?
-14 Ekim 1962… Manisa Milletvekili ve Ulus Gazetesi Başyazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu CHP’den istifa ediyor. Gerekçesi şu: CHP Atatürk ilkelerinden, birçok noktalarda ödünler vererek uzaklaşmış bulunmaktadır.
-8 Ağustos 1963… Partinin politikasından düş kırıklığına uğrayan çok sayıda genç üye, CHP’den istifa ediyor. İstifalar için gösterilen sebepler arasında şunlar var: “Atatürk ilkelerinden ödün verilmiştir. Partinin genel ilkelerinden, özellikle halkçılık ve laiklik ilkelerinden ödün verilmiştir. Halkevleri ve köy enstitülerinin açılması için hiçbir girişimde bulunulmamıştır.”
- 26 Ocak 1974… Millî Selamet Partisi, genel seçimlerden 48 milletvekiliyle çıkarak anahtar parti konumuna geldi. CHP, MSP ile koalisyon hükümeti kurdu, böylece dinci bir parti ilk kez iktidar ortağı oldu. Bülent Ecevit liderliğindeki CHP, dinci siyasetçilere ülkenin içişlerini, adalet hizmetlerini ve ekonomisini teslim etti.
-Dinciliğe göz yumma, tarikatlara şirin görünme yarışına, sonunda Bülent Ecevit de katıldı. Gerçekleşmesi için büyük çaba gösterdiği CHP-MSP koalisyonu ile, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, siyasal İslam’ı iktidara taşıyan, devlet olanaklarına kavuşturan Ecevit; 1986 ara seçimlerinden önce Manisa’da köylülere şöyle sesleniyordu: “Bir insan şu veya bu tarikattan olur, ama aynı zamanda ilerici de olabilir. DSP kimsenin dinine, tarikatına, başörtüsüne karışmaz.” Daha sonra köylülere şöyle diyordu: “En büyük Allah, sonra halk...” (Evet doğru, ancak Allah’ın kutsal adı, kirli siyasete âlet yapılır mı? cd)
-CHP Genel Sekreteri Ertuğrul Günay (Bugün AKP hükümetinin bakanlarından): Devletin, gençleri Atatürkçü ve laik doğrultuda yetiştirmesi, imam-hatip lisesi mezunlarının Harbiye’ye girişinin engellenmesi haksızlıktır.
-CHP'yi tekrar açan Deniz Baykal bir ara '3- D' modelini geliştiriyor: 'Değişim, Dönüşüm ve Demokrasi'... CHP'nin Altı Ok'u hakkında söylediği: “O babaannemizin sandığındaki çeyizdir.”
***
-16 Haziran 2000… Gazete Müdafaai Hukuk ’ta bir haber: CHP nereye? Atatürk’ün partisi böyle mi olacaktı? CHP’nin yeni tüzük tasarısı, bu partinin, köklerinden ve Atatürkçü geleneğinden koptuğunu gösteriyor. Tasarıda Atatürk İlke ve Devrimleri’nden tek bir söz yok. Alt Ok’un hiçbirinden söz edilmediği gibi, “irtica” tehlikesi de görmezden geliniyor. Ulusal kimlik yok sayılıyor; yerine “etnik, dinsel, ideolojik cemaatler” geçiriliyor. Yeni tüzük, CHP’nin küresel emperyalizme uyum sağlama planından ibaret.
-Cumhuriyet gazetesi, 24.8.2002… Bir fotoğraf… Deniz Baykal, beşuş bir çehre, muzaffer bir eda ile, “Dünya Bankalı” Kemal Derviş’in elini havaya kaldırıyor. Fotoğrafın altında şu yazı var:
Deniz Baykal: “Derviş’i CHP’ye getirmek için dağlar, denizler aştık.”
-26 Nisan 2008… Bu satırların yazarı: TV’den CHP’nin 32.Olağan Kongresi’ni izledim. Deniz Baykal’ın konuşmasını dinledim. Garp cephesinde yeni bir şey yok. Eski tas eski hamam, tellaklar bile değişmemiş, değişmeyecek de. Baykal bence Atatürk’ün CHP’sinden ziyade sağ bir partiye yakışan bir siyasetçi. Yıllardır takip ediyorum, ta baştan beri gözü hep sağda olmuştur. Zaten CHP’nin sağa kaymasında en büyük sorumluluk -sanırım- ona aittir. Bu partinin ilerici, devrimci -hattâ diyebilirim ki Kemalist- karakterinin bozulmasında, yok olmasında katkısı çok büyüktür.
-Bülent Ecevit’in “Ortanın Solu” (Kim Yayınları, Ank., 1966) kitabından: Ortanın Solu anlayışına uygun ve demokrasiyle bağdaşabilen teşebbüs özgürlüğü, mülkiyet ve miras hakkı; Anayasa’mızın da belirttiği gibi kamu yararı ile sınırlıdır. “Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olmamalıdır” ve özel teşebbüsün “milli iktisadın gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesi” devletçe sağlanmalıdır. Ortanın solunda bir devletçilik anlayışı, ekonomik gelişmeyi, ulusal kalkınma amaçlarına ve sosyal adalet ilkelerine uygun olarak hızlandırmanın gerektirdiği ölçüde devlet işletmeciliğini öngörür. CHP’nin devletçiliği bu anlam ve ölçüde bir devletçiliktir.”
-Ben, bu satırların yazarı, Bülent Ecevit’in sonraki yıllarda yaptıklarını düşünüyorum: Tam bir “devletçilik” düşmanı kesilmişti. Bir ara Devlet Bahçeli (MHP) ve Mesut Yılmaz’la (ANAP) bir koalisyon hükümeti kurmuştu. 2002 krizi bastırınca, Kemal Derviş’in kılavuzluğunda, özelleştirmeleri hızlandırmaya çalışmıştı.
-11.10.2008… CHP Genel Başkanı Deniz Baykal: Küresel ekonomik kriz “dünya çapında tefecilikten” kaynaklanmaktadır. Tarım ve üretim ekonominin temelidir. Hani sınırların kalktığı, paranın her yere transfer olduğu global ekonomi, her yerde zenginliği, refahı sağlayacaktı? Birdenbire, bu ekonominin dünya çapında çöktüğü ortaya çıktı. Sıkıntının temelinde ekonominin paraya dayanması var. Ekonomi, üretime dayanır. Fabrikaya dayanır, tarlaya dayanır. Zenginlik neyle artıyor? Faizle, repoyla... Bütün bunlar, dünya çapında tefecilikten başka bir şey değildir. Türkiye yeni bir yol haritasına gereksinim duyuyor.
-Bu satırların yazarı: Bir zaman böyle konuşan Baykal acaba 22 Temmuz 2007 seçiminden önce neler söylüyordu? Buyurun, okuyun ve tutarsızlığı görün: Türkiye’de siyasi partilerin uygulayacakları ekonomi politikalarının belirli bir çerçevesi vardır. Herkes bu çerçeve içinde kalacaktır. CHP’nin uygulayacağı politikalar da bu doğrultuda olacaktır. Kurallar bellidir. Piyasa ekonomisi gerçeğini değiştirmeye gerek yoktur. Türkiye'de siyaset piyasa ekonomisi kurallarını işletmekle görevlidir. Bir ülkeyi bir ada gibi, dünya ekonomisinin kuralları dışına çıkarmak mümkün değildir. O kurallar içinde yarışacağız. Ekonomi giderek küreselleşmektedir. Sermaye hareketleri ekonominin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Ticaret giderek serbestleşmektedir. Bu saydığım koşulları göz önüne alarak bir politika ortaya koymalıyız.
***
-19.4.2011… Aydınlık gazetesinde bir yorum: CHP Bursa Milletvekili Onur Öymen, CHP eski genel başkanı Deniz Baykal yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun geleceğinin 3 yıl önce kendisine bildirildiğini söyledi. Amerika-İsveç merkezli Silkroad Enstitüsü temsilcilerince sunulan bir raporda Deniz Baykal’ın istifaya ikna edilip, yerini Kemal Kılıçdaroğlu’nun alacağından söz ediliyor. Rapor’da Baykal’ın istifasıyla, Kılıçdaroğlu CHP’sinin yeniden Avrupa tarzı ve merkezî bir sosyal demokrat parti olarak ortaya çıkacağı belirtiliyor. 2008 tarihli raporun CHP’nin yenilenmesi söylemi ile, Kılıçdaroğlu’nun günümüzdeki “Yeni CHP” sloganı arasındaki örtüşme anlamlı değil mi?
-CHP Bursa Milletvekili Sena Kaleli: Ben Atatürk ilke ve devrimlerinin bekçisi değilim, olmak da istemiyorum. Çünkü bekçilik dönemi tarihe karıştı. Bilirsiniz eskiden mahallelerde elde düdük dolaşan bekçiler vardı. Şimdiyse mobese kameraları var.
-Nisan 2011… CHP Parti Meclisi üyesi Binnaz Toprak: CHP artık CHP değil. Milliyetçi ve ulusalcı olarak tanımlanamayacağı kesin! Toplumu ayrıştıran sıkan, Atatürk milliyetçiliğidir. Türklük kavramı Anayasa’dan çıkarılabilir. Türk Vatandaşlığı tanımının “yurttaşlık” olarak değiştirilmesini CHP olarak destekliyoruz. Ruhban Okulu açılmalı, ekümeniklik tanınmalı. İki dile sıcak bakıyorum. AKP Hükümeti ekonomiyi iyi yönetti, gelir ve zenginlik arttı.
-CHP Eskişehir Milletvekili Süheyl Batum: Anayasa’dan Türk sözcüğünün çıkarılmasına karşı değilim. Türk tanımı kaldırılıp 'Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı denilebilir. Eğitim dili Türkçedir. Ana dilde öğretim seçmeli derstir. Ana dil dememizin nedeni, biri ben Çerkezce de öğreneceğim derse buna izin vermek için. Türklük yerine ’yurttaşlık’ kavramını öneren Süheyl Batum’un ardından CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu daha da ileri gitti: Türklük çıkarılsın; etnik kimlik/dini inanç/siyasi düşünce vurgusundan arınmış bir vatandaşlık tanımı getirilsin.
- CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Heinrich Böll Vakfı'nın düzenlediği bir toplantıda Kürt bölücülerin taleplerini dile getiriyor: Yüzde 10 seçim barajı düşürülmeli. Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulmalı. Kürtçe’nin öğretilmesi devlet tarafından üstlenilmeli. Demokratik özerklik hakkı tanınmalı."
-CHP Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu: Tekke ve zaviyelerin kapatılması toplumu yozlaştırdı, yeniden açılmalı.
-CHP PM Üyesi Muhammed Çakmak: Fethullah Gülen bilgedir, saygıyla selamlıyorum.
- CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün: Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP'dir. Atatürk de bu olaylardan haberdardı.
-CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu: Devlet değişsin istiyoruz. Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı aynen kabul ediyoruz. Çekincelerin tamamına karşıyız. Kürt kimliği ve Kürt dili önündeki tüm engelleri kaldıracağız. CHP iktidarında genel af çıkartacağız. Profesyonel orduya bir an önce geçmeliyiz. Türkiye'de laiklik tehlikededir diyemem, böyle bir tehlike görmüyoruz. Türban sorununu çözeceğiz. Siyasallaşmayan tarikatlara saygımız vardır. ("Yargıda cemaat yapılanması var" iddiaları üzerine) “Yargı içinde böyle bir kadrolaşma vardır” demeyi doğru bulmuyorum. (Atatürk'ün CHP'siyle ilgili soruya yanıtı:) "Ben o zaman yoktum."
-Bu satırların yazarı: Kemal Kılıçdaroğlu yaptığı konuşmalarda Atatürk’ün adını anmamayı kural haline getirmiştir. Çok zorda kalırsa “Mustafa Kemal” der. Benzetme gibi olmasın ama, Atatürk’ün düşmanları da, o yüce insandan yalnızca “Mustafa Kemal” diye söz eder.
CHP'nin, AKP'den ne farkı kaldı? Vural Savaş "Atatürk'ün Kemiklerini Sızlatan Parti CHP" diye bir kitap yazmıştı. Yerden göğe kadar haklıymış meğer. Ne oldu bunlara, bir parti böylesine mi değişir? İçlerinden biri "bizim ideolojimiz yoktur" anlamında bir laf etmişti, itiraf diye herhalde buna denir.
- Yalçın Küçük: Soros'un parmağına bakın, Abdullah Gül'ün ve Fethullah Gülen'in parmağına, iki gün sonra Kılıçdaroğlu'nun işaret edeceği adresi saptayabilirsiniz. İsmet Paşa ilk önce, Celal Bayar için söylemişti, devletin üst katlarına “bu kadar ümmîsi gelmemişti”, bu sözünü unutmuyorum. CHP'de de Kemal Bey kadar bir ümmî hiç olmamıştı; son derece bilgisiz, Deniz Baykal'ın hediyesidir. Kılıçdaroğlu'nun sadece vücudu CHP'dedir. Elverişlidir. Kılıçdaroğlu, AKP'nin yaptıklarının hepsini tasdik etmekte ve çok zaman fazlasını istemektedir. Kafası AKP'dedir.
-Şubat 2012… CHP Kurultayı’nda muhalifler adına konuşan Mersin Milletvekili İsa Gök: Bizim tabanımız soldur, devrimcidir. CHP, geçmişini hatırlamak zorundadır. Kuvayı Milliye’yi, Halk Fırkası’nı hatırlamak zorundadır. Yeni bir yol çizilmesinden bahsediliyor. Bu yol mutlaka CHP’nin DNA’sına uygun olmalıdır. Bunun aksi CHP’yi sağcılaştırır, AKP’lileştirir. Sağın alternatifi sağ olamaz. Kılıçdaroğlu konuşmalarında yalnızca "Mustafa Kemal" diyor, "Atatürk" demiyor. Atatürk soyadı O’na özel bir kanunla verilmiştir. Kendisinden naçizane istirhamım: lütfen ‘Mustafa Kemal Atatürk’ deyin.
***
Ve Mustafa Kemal Atatürk: Bir zaman gelir, beni unutmak, unutturmak isteyen gayretler belirir. Fikirlerimi, öğretimi inkâr edenler, beni çekiştirenler, karalayanlar çıkar. Hatta bunu yapanlar benim yakın bildiklerim, inandıklarım da olabilir. Fakat benim ektiğim tohumlar o kadar özlüdür, o kadar kuvvetlidir ki, fikirlerim, öğretim Çin’den döner, Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır gene gelir; feyizli neticeleri kalpleri doldurur!
Prof. Dr. Cihan Dura
Not: www.cihandura.com sitesinden alınmıştır.
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#Prof Dr Cihan Dura#CHP'nin Kendini İnkar Tarihinin Gizli Olmayan Belgeleri#mustafa kemal atatürk#İsmet İnönü#Bülent Ecevit#Deniz Baykal#kemal kılıçdaroğlu
6 notes
·
View notes