#27 Ekim 2019
Explore tagged Tumblr posts
aykutiltertr · 2 months ago
Video
youtube
Ben Buyum - Fatih Bulut ✩ Ritim Karaoke (Uşşak Minör Maya 8/8 Düyek Disk...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/PNB3qqvaWwM ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Ben Buyum - Fatih Bulut ✩ Ritim Karaoke (Uşşak Minör Maya 8/8 Düyek Disko Beste Hakkı Bulut) ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ➤ SANATÇININ DİĞER ŞARKILARI İÇİN OYNATMA LİSTESİNE BAKABİLİRSİNİZ...         ⭐ 🎧 ╰┈➤   https://www.youtube.com/playlist?list=PL9SktAtLVupNgWzFc_2cF6lJrOheQKGlg ➤ ESER ADI                   : BEN BUYUM ➤ SÖZ GÜFTE               : HAKKI BULUT ➤ BESTE - MÜZİK         : HAKKI BULUT ➤ USÜL                          : 8/8 DÜYEK ORYANTAL - DİSKO ➤ MAKAM - BATI DİZİ : UŞŞAK - MİNÖR ➤ THM AYAK                :  MAYA AYAĞI ➤ ARANJÖR                  :  SİNAN TOPRAK ➤ ENSTRÜMANLAR    :  YAYLI GRUP KEMAN, ELEKTRO BAĞLAMA, NEY,  DİLSİZ KAVAL ➤ KİMLER OKUDU       : FATİH BULUT, HAKKI BULUT ➤ FİRMA - ŞİRKETİ      : ST MÜZİK (SİNAN TOPRAK MÜZİK) ➤ KÜNYE                       : Fatih Bulut ''Ben Buyum" isimli çalışması, video klibi ile ST Müzik Youtube kanalında ve Sinan Toprak Müzik Prodüksiyon etiketi ile tüm Yapım:Sinan Toprak Müzik Prodüksiyon Prodüktör: Sinan Toprak Genel Koordinatör: Bilal Menteş Söz-Müzik: Hakkı Bulut Müzik Yönetmeni: Sinan Toprak Düzenleme: Cüneyt Yalmaz Klip: Recep Yenigün                             ŞARKI SÖZÜ ve AKORU Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Ne köşküm, sarayım, ne servetim var Ne malım, ne mülküm, ne şöhretim var Sana bir saltanat vaat edemem ki Yalnız seni seven temiz bir kalbim var Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Yalanla kuramam aşkın temelini Allah'tan korkarım, aldatamam seni Yeminler uydurup çalamam kalbini Aşkın öldürse de, mahvetse de beni Ben buyum, seversen, canım sana feda Ben buyum, sevmezsen, bana de elveda Razıyım, bir ömür böyle geçip gitsin Zaten gülmek yasak bana bu dünyada Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim İstemem en güzel günlerin zehrolsun İstemem o güzel gençliğin mahvolsun İstemem sen beni acıyıp sevesin İstemem benimle ızdırap çekesin Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Ben buyum, ben buyum, ben buyum sevgilim Fatih Bulut Doğum 23 Mayıs 1984 (40 yaşında) Kayseri, Türkiye Tarzlar Pop • Folk rock Meslekler Müzisyen Etkin yıllar 2019-günümüz Fatih Bulut (d. 23 Mayıs 1984, Kayseri) Türk şarkıcıdır. Hayatı ve kariyeri 23 Mayıs 1984 tarihinde Kayseri’de dünyaya geldi. Müzik sektörüne girmeden önce düğün şarkıcısıydı. 2019 yılında DMC etiketiyle yayımlanan şarkısı "Çok Sevdim Yalan Oldu" adlı şarkıyla müzik piyasasına giren Bulut, evli ve iki çocuk sahibidir. İrem Sak’ın şarkıyı paylaşmasının ardından şarkının klibi YouTube’da toplamda 318 milyon kez dinlenmiştir. Diskografi Albümleri Yıl Albüm Plak Şirketi Tarih 2019 Baba Ocağı Adg Müzik 9 Eylül 2019 2020 Sivas Caddesi 5 Mayıs 2020 Teklileri Yıl Adı Plak Şirketi Tarih 2019 Çok Sevdim Yalan Oldu Dark'n Dark Music 29 Ağustos 2019 Nazlı Yar Emir Müzik 14 Eylül 2019 15 Kişiye Saldırdım Dark'n Dark Music 13 Aralık 2019 2020 Hayat Beni Vura Vura 22 Şubat 2020 Yırtıl 6 Mart 2020 İçmeden Oy Oy 12 Nisan 2020 Bedelini Öde Adg Müzik 10 Eylül 2019 Sokak Lambası (Remix) 27 Eylül 2020 Sultan Süleyman Dark'n Dark Music 29 Ekim 2020 Hakkını Helal Et Adg Müzik 30 Kasım 2020 2021 Sen Leyla Ben Mecnun (Aysellou İle) Musicom Prodüksiyon 5 Şubat 2021 Yanımda Sen Olmayınca İkmmedya 30 Mart 2021 Sensiz Yaşıyorum Sanma Dark'n Dark Music 15 Nisan 2021 Zoruma Geldi & Açma Pencereyi & Ben Sana Yandım Özdemir Müzik 16 Haziran 2021 Saracaksan Gel Dark'n Dark Music 18 Haziran 2021 Yeter Artık 17 Kasım 2021 2022 Ölme Eşeğim Ölme Musicom Prodüksiyon 13 Ocak 2022 Kıskanıyorum ST Müzik 4 Ağustos 2022 Ben Buyum 25 Ağustos 2022 Bu Aşkta Zararım Var Özdemir Müzik 13 Eylül 2022 Eliminen Dayı Eliminen (Armağan Arslan İle) Canayakın Müzik 7 Ekim 2022 2023 Antep'ten Ötedir Maraş'ın Yolu Dark'n Dark Music 21 Şubat 2023 Kurban Olduğum 25 Ağustos 2023 2024 Gör Bak (Elmas ile) 7 Mart 2024 Vay Aklıma 24 Mayıs 2024 şarkıcıları2010'ların şarkıcıları 21. yüzyılda Türk erkek şarkıcılar DMC sanatçıları
0 notes
hetesiya · 11 months ago
Text
Gözler Gazze’deyken Suriye’de neler oluyor?
Fehim Taştekin
Gözler Gazze’deyken Suriye’de neler oluyor?
Dünya Gazze’ye kilitlenmişken Suriye’de cephesine göre durulmalar ya da yükselmeler yaşandı. Aktif cephe hatlarının başında Fırat’ın doğusu geliyor.
İsrail’in Gazze’deki soykırım savaşının bölgeselleşmesi halinde ateşin sıçrayacağı yerler arasında ilk sırayı Lübnan, ikinci sırayı Suriye’nin alacağı öngörülüyor. Gelişmeler bu senaryoya varmadan da taşların ne yönde oynayacağı belli oluyor.
Dünya Gazze’ye kilitlenmişken Suriye’de cephesine göre durulmalar ya da yükselmeler yaşandı.
Aktif cephe hatlarının başında Fırat’ın doğusu geliyor. 7 Ekim Aksa Tufanı’ndan tam bir hafta önce PKK’nin Ankara’da İçişleri Bakanlığı’na düzenlediği saldırıyla birlikte Erdoğan yönetimi, 2019’da M-4 yolunda önü kesilen Barış Pınarı Harekatı’nı kaldığı yerden devam ettirmek için yeni bir bahane yakalamıştı. Özerk yönetimin kontrolündeki elektrik, gaz ve petrol istasyonları dahil altyapı tesislerini hedef alan bir operasyon geliştirdi. Fakat Erdoğan muhtemelen Gazze’de ağır suçlar işleyen İsrail’le kıyaslanmaktan kaçınmak için hemen vites küçülttü. Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG), Türkiye’nin güdümündeki Suriye Ulusal Ordusu (SMO) milisleriyle kesişme noktalarındaki çatışmaların yoğunluğu da epeyce azaldı. Bununla birlikte SİHA’larla suikast girişimleri kesilmedi. 16 Kasım’da Kobani’de Suriye Demokratik Güçleri’nden (SDG) 3 kişinin öldüğü bir saldırı oldu. 22 Kasım’da Kamışlı’da 3 saldırıda iki kişi öldü. 23 Kasım’da Amude’de yeni evli bir çiftin aracı vuruldu, bir kişi öldü. Bu yıl içinde düzenlenen SİHA saldırılarının sayısı 100’ü geçti. Gazze gündemi dağılır dağılmaz Erdoğan takıntılı Suriye planlarına tekrar asılabilir. Bunun için bahse gerek yok.
***
Beri tarafta Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) kontrolündeki İdlib’de cihatçı kümeler ‘fırsat bu fırsat’ havasında çatışmaları tırmandırdı. Bir taraftan İsrail, Suriye’nin Şam ve Halep havaalanlarını felç eden saldırılar düzenlerken diğer taraftan HTŞ’nin başını çektiği Feth’ul Mubin koalisyonu Halep, Hama ve Lazkiye kırsalında Suriye ordusuna yüklendi. El Kaide-IŞİD artıklarının Suriye’deki varlığı, ABD-İsrail ikilisinin çıkarları açısından önem taşıyor. Suriye felç edilsin de kim ederse etsin; ister NATO üyesi Türkiye ister cihatçılar! Terörle mücadele edildiğine dair yalanlarla sabaha uyanıp aynı yalanlarla yatağa sızanlar Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler gibi Suriye yönetiminden ‘teşekkür’ bekleyebilir. Ayrıca Orta Doğu toza dumana karışmışken Türk askeri-istihbarat unsurları, Fırat’ın batısında boş durmayıp muhalif güçlerin sivil ve askeri kanatlarını yeniden organize etmek için balçıklı patikada yine patinaj yapıyor.
***
Gazze’nin doğrudan yansıması olarak tırmanışın görüldüğü diğer yerler Deyr el Zor, Haseke ve Tanaf hatları. Amerikan güçlerinin konuşlandığı bu alanlara yönelik Irak ve Suriye’deki İran destekli milis güçlerinden gelen saldırılarda ciddi artış görüldü. Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden bu yana Amerikan güçlerinin bölgeden gitmesini temin için izlenen bir strateji zaten var. Fakat ABD’nin İsrail’e kalkan olan askeri-siyasi angajmanı Amerikan varlığına düşman milisleri caydırmak yerine daha da kışkırttı. Saldırılar ivme kazandı. Iraklı gruplar 9 Aralık’ta Irak ve Suriye’de Amerikan güçlerine 11 saldırı düzenledi. İki gün sonra Şedadi ve El Ömer’deki güçler hedef alındı. 17 Ekim’den bu yana düzenlenen saldırı sayısı 94’ü buldu. Amerikalılar roket saldırıları artınca Şedadi’nin yanı sıra El Ömer petrol sahası ve Koniko gaz sahasındaki üslere takviye yapmıştı.
***
Bu tırmanış Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) üzerinde oturduğu zemini de oyuyor. Geçen yaz patlak verip ABD’nin ağırlık koymasıyla gerileyen aşiret isyanı alttan alta körükleniyor. 27 Ağustos'ta Deyr el Zor Askeri Meclisi Komutanı Ahmed el Halil’in (Ebu Havle) gözaltına alınmasının ardından Ukeydat (Akidat) kabilesi SDG’ye savaş açmıştı. SDG’ye göre isyanı İran ve Suriye körüklüyor. SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi, Al Monitor’a verdiği röportajda, “Bölgemizin ABD ile İran destekli milisler arasında bir savaş alanına dönmesini istemiyoruz. Bunu onlara da söyledik” dedi. Kobani, İranlıların kendilerine, “Biz sizin güçlerinizi hedef almıyoruz. Deyr el Zor saldırılarına karışmıyoruz” dediklerini ama SDG’nin bir silah deposunun da SİHA ile vurulduğunu belirtti. Kobani açıkça aşiret isyanını İran destekli milislerle birlikte Suriye yönetiminin kışkırttığını öne sürerken Ankara, Şam ve Tahran’ın Amerikalıları bölgeden çıkarma hedefinde birleştiğini vurguladı.
Kobani’nin değerlendirmesi olası bir tırmanış ya da Amerikan pozisyonundaki değişimlere bağlı olarak öngörülebilir bazı tehlikelere işaret ediyor. 27 Ağustos’tan itibaren 3 isyan denemesi, ortalık karıştığında ya da Amerikan koruması sona erdiğinde özerk yönetimin geleceği açısından kırılma noktalarını işaretliyor.
İlk isyanın ardından Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi aşiretlerin güvenini kazanmak için bölgede çok sayıda toplantı yaptı. Altı ay içinde sivil ve askeri konseylerin yeniden düzenlenmesi kararlaştırıldı. Yine de yeni bir sayfanın açılabildiği söylenemez. Nitekim Ukeydat’ın lideri İbrahim Abbud el Hafil 11 Kasım’da 11 grubun birleşmesiyle “Aşiretler ve Kabileler Ordusu” kurulduğunu ilan etti. Kendisini başkomutan olarak sundu. “İşgalci” olarak nitelediği SDG’yi bölgeden çıkarmak için seferberlik çağrısı yaptı. Bu çağrı Hafıl’ın Doha’da yaşayan kardeşi Musab el Hafıl’ın arabuluculuk girişiminin başarısız olmasının ardından geldi. Amerikalılarla doğrudan görüşmek isteyen Musab el Hafıl’ın Semelka’dan Suriye’ye sokulmadığı aktarılmıştı.
İbrahim el Hafıl’ın çağrısını takiben aşiret savaşçıları Şuheyl, Carzi, Sağir el Cezire ve Havaic gibi yerlerde SDG’yle yeniden çatışmaya girdi. Amerikan güçlerinin SDG ile birlikte Ziban, Tayyana ve Şuheyl’de hava destekli iki devriye turu atıp gözdağı vermesi de durumu değiştirmedi. Hafıl’ın ekipleri 6 Aralık’ta Deyr el Zor Askeri Konseyi Üyesi Rone Welat’ı (Şirvan Hassan) da öldürdü. El Ömer bölgesinde köprüye yerleştirilen mayınla hedef alınan Welat, SDG’nin önde gelen komutanlarından biriydi.
11 Aralık’ta daha geniş bir saldırı dalgası geldi. Al Vatan gazetesine göre aşiret savaşçıları Deyr el Zor’un doğusunda Ebu Hardub, Carzi, Tayana, Ziban, Havaic ve Şaffa ile vilayetin batısındaki Hassan’da SDG noktalarına eş zamanlı olarak RPG’lerle saldırı düzenledi. Deyr el Zor’un batısında bir tuz madeninde konuşlu SDG güçlerine saldırı oldu. Aşiret isyanını tamamen İran-Amerikan hesaplaşmasına bağlamak yanıltıcı olabilir. İsyanın kaynağında petrol sahaları ve Arap bölgelerinin kontrolünde Kürtlerin üstün rolüne karşı bir rahatsızlık var. Buna ilaveten IŞİD’le mücadele çerçevesinde yürütülen gözaltı operasyonları kızgınlığı büyütüyor. Suriye yönetimi de ülkenin zenginliklerini çalmakla suçladığı Amerikan güçlerinin bölgeden çıkarılması için aşiret isyanını değerlendiriyor. Bölgedeki Amerikan askeri varlığı, Kürtler ve Arapların SDG çatısı altında birlikte hareket etmesine dayanıyor. Arap-Kürt ayrışmasıyla SDG’nin çözülmesi ve Amerikalılar açısından sahanın güvensiz kılınması gibi bir hesap güdülüyor.
***
Aşiret isyanı bu düzeyde kaldığı sürece bölgedeki denklemin bozulması zor. ABD’nin Suriye ve Irak’tan çekileceğine dair öngörüler daha çok temennilere dayanıyor. Geçen hafta Cumhuriyetçi Senatör Rand Paul’ün 7 Ekim’den sonra daha fazla saldırı altında oldukları gerekçesiyle Suriye’deki güçlerin çekilmesi yönünde sunduğu öneri 13’e karşı 84 oyla reddedildi. Öneriye karşı çıkanlar bunun İran’a hediye olacağını savundu. Tabii, Amerikan medyasında çekilmeyi salık veren yazılardaki artış da dikkat çekici. The American Conservative’de çıkan bir yazıda bölgedeki Amerikan askerlerinin ABD’yi cezalandırmak isteyenler için kolay hedeflere dönüştüğünü yazdı. “Çekilme hem Amerikan yaşamları hem de çıkarlarına öncelik veren tek yoldur. Bu aynı zamanda ABD'ye İsrail-Hamas savaşı ve İran ile artan gerilim karşısında daha fazla manevra alanı sağlayacaktır. ABD, Irak ve Suriye'den çekilerek, İsrail'e verdiği destek nedeniyle savunmasız Amerikan askerlerine misilleme yapılmasından endişe etmek zorunda kalmayacak” denildi. Foreign Affairs’de yayımlanan bir yazıda ise Orta Doğu’ya daha fazla asker ve teçhizat yığmanın ucu açık güvenlik yükümlülüklerini artırdığı ve bölgesel savaşı önleme adına yapılan sevkiyatın, kaçınılan şeyi kışkırttığı not edildi. Yazı ‘Orta Doğu’dan çıkıp Çin’le yüzleşmeye bakalım’ mesajını da içeriyor.
***
Amerikan-İran diyalogu ve Suud-İran normalleşmesinin neticesinde İran’ın Suriye’de gerileyeceği öngörüsü Gazze savaşıyla birlikte tersine döndü. Yine beklentilerin aksine Suriye, Arap Birliği’ne dönerken İran’la bağları zayıfladı. Esad yönetimi, İsrail’in saldırganlığı karşısında Rusya’ya bel bağlayamıyor. Çünkü Moskova, Tel Aviv��i kayırıyor. Beri taraftan Suriye, Gazze savaşı sürerken Golan’dan cephe açılabileceği senaryolarına karşın epeyce dizginlendiği izlenimi verdi. Şam’a BAE dahil farklı kanallardan ‘İranlıların cephe açmasına izin verme’ diye telkinlerin gittiği aktarılıyor. Esad’ın Dışişleri Bakan Yardımcısı Eymen Susan’ı Riyad’a büyükelçi ataması da Araplarla normalleşme sürecinin rayından çıkmasını istemediğini teyit ediyor. Yani Esad Rusya, İran ve Arap bloku arasında birini ötekine feda etmeden yol almaya çalışıyor.
***
Öte yandan ABD’nin Gazze savaşına yoğunlaşmasına bağlı olarak Ukrayna’da eli rahatlayan Rusya, Suriye dosyasına biraz daha ağırlık verebilir. Bu da Amerikan güçlerini bunaltacak taktiklere dönüleceği anlamına geliyor. 11 Aralık’ta Suriye Halk Meclisi'nde Suriye-Rusya Dostluk Komitesi'nin toplantısı vardı. Burada Rusya’nın Şam Büyükelçisi Aleksander Yefimov Suriye'ye her türlü desteği sağlamaya hazır olduklarını söyledi. Rusya lideri Vladimir Putin, Türkiye’deki seçimlerden önce Ankara-Şam barışı için ağırlığını koymuştu. Seçimden sonra süreç çakıldı. Şimdi Putin marttaki başkanlık seçimlerine hazırlanıyor. Belki seçimden sonra Rusya, İran ve Türkiye üçlüsü arasındaki mekanizma yeniden canlandırılabilir. Amerikan siyasetindeki belirsizliklere karşın Putin’in tam da seçimlerin ilan edildiği gün Riyad ve Abu Dabi’ye tantanalı bir çıkarma yapması Rusya’nın Orta Doğu gündeminden kolayca çıkmayacağını gösteriyor.
0 notes
elazigsurmanset · 1 year ago
Text
8’nci Aile Şürası Düzenlenecek
Tumblr media
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 8’nci Aile Şürası’nı Cumhurbaşkanlığı himayelerinde düzenleyecek. Bakan Göktaş: “ ‘Türkiye Yüzyılında Ailemiz, İstikbalimiz’ ana temasıyla düzenleyeceğimiz 8’inci Aile Şûrası’nı Sayın Cumhurbaşkanımızın himayelerinde gerçekleştiriyoruz” “Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, 26-27 Ekim tarihlerinde Ankara’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla gerçekleşecek 8. Aile Şûrası’nı duyurdu. Bakan Göktaş, aile kurumuna verilen özel önemi vurgulayarak, aile politikalarının ve aileye yönelik sosyal hizmetlerin ulusal düzeyde ele alındığı bu platformun önemini belirtti. Hatırlatmak gerekirse, en son Aile Şûrası 2019’da ‘Aileye Değer, Türkiye’ye Değer’ temasıyla gerçekleştirilmişti.
15 Binden Fazla Hane Ziyareti
Bakan Göktaş, aile değerlerinin korunması ve aile kurumunun güçlendirilmesi için bütüncül bir yaklaşımla çalışmalar yürüttüklerini vurguladı ve “Güçlü Birey, Güçlü Aile, Güçlü Türkiye” anlayışıyla faaliyetlerini sürdürdüklerini belirtti. Aile Şûrasının, aile kurumunu güçlendirmeye yönelik bir vizyon oluşturmak amacıyla 26-27 Ekim’de Ankara’da “Türkiye Yüzyılında Ailemiz, İstikbalimiz” ana temasıyla düzenleneceğini açıkladı Bakan Göktaş, Şûra hazırlıkları kapsamında ülke genelinde Aile Çalıştayları düzenlendiğini ve ayrıca 15 binden fazla hane ziyareti gerçekleştirildiğini söyledi. Bu saha çalışmalarının, Şûra temalarının ve komisyon içeriğinin oluşturulmasına önemli katkı sağladığını ifade etti.
Şüranın Konu Başlıkları
Şûra’da altı farklı başlık altında toplanan müzakere konularının sivil toplum kuruluşları, akademisyenler, kamu kurumları temsilcileri ve diğer paydaşların katılımıyla ele alınacağını belirten Bakan Göktaş, bu başlıkların “Nüfus ve Demografi,” “Çevre ve İklim,” “Aile ve Hukuk,” “Dijitalleşme,” “Sosyal Kalkınma” ve “Yaşam Döngüsü ve Aile Dayanıklılığı” olduğunu ifade etti. Bu komisyonlarda yapılacak görüşmelerin sonuçları, aile odaklı sosyal sorunların tespiti ve çözümü ile aile birliğinin güçlendirilmesine yönelik politikaların oluşturulmasına katkı sağlayacak. Son olarak, Bakan Göktaş, bu çalışmaların 2024-2028 Ailenin Güçlenmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’na kaynak oluşturacağını ve bu belgenin aile ve evlilik kurumu ile aile bireylerinin güçlenmesine yönelik stratejiler, hedefler ve faaliyetler içereceğini belirtti. “Türkiye Yüzyılında Ailemiz, İstikbalimiz” temasıyla, Cumhuriyetimizin 100. yılında aile politikalarının belirlenmesi ve uygulanması için çalışmaların devam edeceğini vurguladı. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) Read the full article
0 notes
halkaarzz · 1 year ago
Text
Tab Gıda San. Ve Tic. A.Ş. (TABGD) - Halka Arz
Tumblr media
Tab Gıda San. ve Tic. A.Ş. TAB Gıda, 29 Temmuz 1994 tarihinde kurulan bir şirkettir. Ana faaliyet konusu, dünyaca ünlü markaların franchise lisanslarını alarak, Burger King, Popeyes, Arby's, Sbarro, Usta Dönerci, Usta Pideci ve Subway gibi markalar altında, hamburger, tavuk, pizza, sandviç, döner ve pide restoranları işletmektedir. Hizmet Alanları ve Lokasyonlar: TAB Gıda, AVM'ler başta olmak üzere cadde restoranları, havalimanları ve otoyollar üzerinde bulunan restoranlarında hizmet sunmaktadır. Satış Kanalları: Ürünlerini iki ana kanal üzerinden satışa sunmaktadır. Ana satış kanalı, kendi işlettiği restoranlarda ve franchise işletmeler aracılığıyla gerçekleşen banko satışları içermektedir. Ayrıca, ürünlerini üçüncü taraf paket servis sağlayıcıları aracılığıyla paket servis yoluyla da sunmaktadır. Restoran Sayısı: 31 Aralık 2022 itibarıyla, sistem genelinde toplam 1.468 restoranla hizmet vermektedir. Coğrafi Dağılım: Şirket, Türkiye, Kuzey Kıbrıs, Kuzey Makedonya ve Gürcistan gibi coğrafyalarda hizmet vermektedir. İşlem KoduTABGD - Tab Gıda San. ve Tic. A.Ş.Talep Toplama Tarihleri Banka kanalları aracılığıyla; 18 Ekim Çarşamba günü 09:00-23:50, 19 Ekim Perşembe günü 09:00-23:50, 20 Ekim Cuma günü 09:00-18:00 saatleri arasında talep toplama yapılacaktırHalka Arz Fiyatı130 TLDağıtım ŞekliYurt İçi Bireysel Yatırımcılara Eşit Dağıtım Grup Çalışanlarına Eşit DağıtımToplam Dağıtılacak Lot52.500.000 LotKatılım EndeksiUYGUN!Dağıtım OranlarıYurt İçi Bireysel: 40.950.000 LOT () Şirket Çalışanları: 1.050.000 LOT (%2) Yurt İçi Kurumsal: 10.500.000 LOT ()Halka Arz Büyüklüğü6.825.000.000 TLSatmama TaahhüdüŞirket ve ortaklar için 1 yıl süreyle.Fiyat İstikrarı15 gün boyunda gerçekleştirilmesi planlamaktadır.TABGD Halka Arz Detayları
Kaç Lot Verir ?
Katılımcı sayılarına bağlı olarak dağıtılabilecek lot sayıları aşağıda verilmiştir; - 1.5 Milyon Katılımcı: 27 lot - 3,510 TL - 2 Milyon Katılımcı: 20 lot - 2,600 TL - 2.5 Milyon Katılımcı: 16 lot - 2,080 TL - 3 Milyon Katılımcı: 14 lot - 1,820 TL - 3.5 Milyon Katılımcı: 12 lot - 1,560 TL - 3.7 Milyon Katılımcı: 11 lot - 1,430 TL - 4 Milyon Katılımcı: 10 lot - 1,300 TL - 4.5 Milyon Katılımcı: 9 lot - 1,170 TL
TAB Gıda: Köklü Başlangıçlar ve Uluslararası İşbirlikleri
1995 yılında TAB Gıda, Türkiye’nin gıda sektöründeki faaliyetlerine hız katmak adına Burger King®'in master franchisee haklarını alarak Türkiye’ye getirmesiyle dikkatleri üzerine çekti. Bu adım, TAB Gıda’nın hızlı servis arenasındaki yolculuğunun fitilini ateşledi. “Alevde Izgara Ateşinin Kralı” olarak anılan Burger King®, Türkiye’deki varlığını TAB Gıda güvencesiyle yüzlerce restoranla sürdürdü.
Lezzet Çeşitliliği ve Geniş Kitlelere Ulaşım
2006’da TAB Gıda, Burger King®'in başarısının ardından dünyaca ünlü İtalyan restoran zinciri Sbarro®'yu da Türkiye’ye getirerek lezzet çeşitliliğini zenginleştirdi. Sbarro®, Türkiye genelinde 110’dan fazla restoranıyla en sevilen İtalyan lezzetlerini sunmaya başladı.
Yeni Tatlar, Sadakatli Müşteriler
2007 yılında TAB Gıda, Louisiana mutfağının öncü markası Popeyes®'ı Türkiye’ye taşıyarak tavuk severlerle buluşturdu. Popeyes®’ın eşsiz tavuk tarifleri ve sıcacık servisi, Türkiye çapında 300’ü aşkın restoranda lezzet arayışındaki müşterilere hitap etmeye başladı.
Lezzet Yolculuğunda İlerlemek
2010’da Arby’s®, Türkiye’deki etseverlerin kalbini kazanmak için TAB Gıda’nın çatısı altında yer aldı. Arby’s®, fırınlanmış dana etinin eşsiz lezzetini Türkiye genelindeki yaklaşık 100 restoranında sunarak lezzet yolculuğunu sürdürdü.
Geleneksel Lezzetler ve Modern Sunum
2013 yılında TAB Gıda, deneyimini ve uzmanlığını birleştirerek kendi markası Usta Dönerci®’yi hayata geçirdi. Hızlı servis konseptiyle geleneksel döner lezzetini sunan Usta Dönerci®, Türkiye’nin dört bir yanındaki 140’tan fazla restoranda lezzet tutkunlarıyla buluştu. Lezzetin İzinde Yeni Adımlar 2019 yılında TAB Gıda, Usta Dönerci®’nin ardından Usta Pideci® markasını yaratarak Türkiye’nin lezzet yoluyla tanışmasını sağladı.
Küresel Markalar ve Büyüme
2022’de TAB Gıda, dünyanın en büyük restoran zincirlerinden biri olan Subway®’i de Türkiye’deki markaları arasına katarak hız kesmeden büyümeye devam etti. TAB Gıda, Türkiye’nin hızlı servis sektöründeki öncü oyuncusu olarak, kalite, çeşitlilik ve lezzeti bir araya getirerek müşterilerine unutulmaz deneyimler sunmaya devam ediyor.
TAB Gıda'nın halka arz gelirlerinin kullanım alanları şu şekildedir:
- Yatırım Finansmanı (Yüzde 40): Şirket, portföyüne yeni restoranlar eklemeyi ve mevcut restoranların yenilenmesini finanse etmek amacıyla bu gelirlerin yüzde 40'ını kullanmayı planlamaktadır. - Yenilenebilir Enerji Yatırımları (Yüzde 25): Enerji maliyetleri, şirketin maliyetlerinin önemli bir kısmını oluşturur. Bu nedenle şirket, enerji maliyetlerini dengelemek ve sürdürülebilirlik sağlamak amacıyla güneş enerjisi santrali projelerine yatırım yapmayı planlamaktadır. Şirket, sahibi olduğu 238 elektrik aboneliğini kullanarak güneş enerjisi santralleri kurmayı planlamaktadır. - Finansal Borç Azaltma (Yüzde 20): Şirket, halka arz gelirlerinin yüzde 20'sini finansal borçların azaltılması amacıyla kullanmayı hedeflemektedir. Bu, kredi borç anapara miktarının ve faiz yükünün azaltılmasını ve şirketin finansal dayanıklılığının artırılmasını amaçlar. - Dijitalleşme ve Teknoloji Yatırımları (Yüzde 15): Şirket, dijitalleşme stratejisi kapsamında IT altyapısını güçlendirmek ve yeni teknolojilere yatırım yapmayı planlamaktadır. Bu yatırımlar, şirketin rekabet gücünü artırmayı ve iş süreçlerini daha verimli hale getirmeyi hedefler.
Belgeler & Dökümanlar
- Onaylı İzahname : Görüntülemek için tıklayın. - Fon Kullanım Yeri İle İlgili Yönetim Kurulu Kararı ve Fon Kullanım Raporu: Görüntülemek için tıklayın. - Fiyat Tespit Raporu: Görüntülemek için tıklayın. Read the full article
0 notes
hasanakbal19 · 1 year ago
Text
10 Ekim 2023 Tarihli ve 32335 Sayılı Resmî Gazete
YÜRÜTME VE İDARE BÖLÜMÜ  TEBLİĞLER  –– İthalatta Haksız Rekabetin Önlenmesine İlişkin Tebliğ (No: 2023/27) –– İthalatta Haksız Rekabetin Önlenmesine İlişkin Tebliğ (No: 2023/28) YARGI BÖLÜMÜ  ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI  –– Anayasa Mahkemesinin 5/4/2023 Tarihli ve E: 2019/111, K: 2023/63 Sayılı Kararı –– Anayasa Mahkemesinin 25/7/2023 Tarihli ve 2023/18536 Başvuru Numaralı Kararı ––…
View On WordPress
0 notes
kunyekultursanat · 1 year ago
Text
10 Ekim 2023 Tarihli ve 32335 Sayılı Resmî Gazete
YÜRÜTME VE İDARE BÖLÜMÜ  TEBLİĞLER  –– İthalatta Haksız Rekabetin Önlenmesine İlişkin Tebliğ (No: 2023/27) –– İthalatta Haksız Rekabetin Önlenmesine İlişkin Tebliğ (No: 2023/28) YARGI BÖLÜMÜ  ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI  –– Anayasa Mahkemesinin 5/4/2023 Tarihli ve E: 2019/111, K: 2023/63 Sayılı Kararı –– Anayasa Mahkemesinin 25/7/2023 Tarihli ve 2023/18536 Başvuru Numaralı Kararı ––…
View On WordPress
0 notes
teknoloskop · 8 years ago
Photo
Tumblr media
Yeni yazımıza göz atın https://www.teknoloskop.net/dcnin-yeni-cikacak-olan-filmleri/
DC'nin Yeni Çıkacak Olan Filmleri
Tumblr media
Geçtiğimiz dönemde Batman vs Superman: Dawn of Justice ve Suicide Squad ile birlikte süperkahraman şenliği yaşamıştık.(Marvel evreninden bahsetmiyorum bile) Ancak Warner Bros önümüzdeki dönemlerde de bizleri kahramanlara boğacak desek yeridir.Hali hazırda takvimi oldukça kalabalık olan Warner Bros, DC evreni için iki büyük film duyurusu daha yaptı.
    Tarihleri verilmesine rağmen isimleri açıklanmayan bu iki film 27 Eylül 2019 ve 2 Şubat 2020 tarihlerinde çıkış yapacak. İsimleri tanıtılmayan bu iki filmin The Batman ve Man of Steel 2 olabileceği dedikodusu heryerde konuşuluyor. Üstelik DC’nin diğer film tarihlerine baktığımızda bu iki filmi göremiyorduk. 
      İşte DC Film Takvimi;
Wonder Woman – 2 Haziran 2017 Justice League – 17 Kasım 2017 The Flash – 16 Mart 2018 Aquaman – 27 Temmuz 2018 Duyurulmayan bir film – 5 Ekim 2018 Shazam – 5 Nisan 2019 Justice League 2 – 14 Haziran 2019 Duyurulmayan bir film – 1 Kasım 2019 Cyborg – 3 Nisan 2020 Green Lantern Corps – 14 Temmuz 2020
0 notes
ilkercivilblog · 2 years ago
Text
Plastik Poşetlerin Ücretlendirilmesine İlişkin Usul Ve Esaslar'da güncelleme yapıldı
Tumblr media
Plastik Poşetlerin Ücretlendirilmesine İlişkin Usul ve Esaslarda 7 Aralık 2022 tarihli ve  66745475-145.07-5218975  sayılı Bakan Oluru ile güncelleme yapılmıştır. 27 Ekim 2022 tarihinde ilgili sektör ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin katılımı ile gerçekleştirilen Plastik Poşet Komisyonu toplantısında görüşülen konular da dikkate alınarak 1 Ocak 2019 tarihinden itibaren yürürlükte olan Plastik Poşetlerin Ücretlendirilmesine İlişkin Usul ve Esaslarda yapılan güncelleme ile; - “2023 yılı plastik poşetlere uygulanacak taban ücret adet başına vergiler dahil 25 kuruştur. 1/1/2023 tarihinden başlayarak 2023 yılı sonuna kadar ise satışa tabi tüm poşetler için uygulanacak ücret adet başına vergiler dahil 25 kuruş olup daha az veya daha fazla bir ücret uygulanamaz.” hükmü eklenmiştir. Plastik Poşetlerin Ücretlendirilmesine İlişkin Usul ve Esaslar'a ulaşmak için tıklayınız.   Read the full article
0 notes
gozel · 3 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
https://kizilbayrak56.net/ana-sayfa/kizil-bayrak-yazilari/dunya/almanyanin-degismeyen-gundemi-irkcilik-ve-fasist-hareketler
Almanya’nın değişmeyen gündemi: Irkçılık ve faşist hareketler
                               C. Ozan            
               Hitler faşizmi şahsında faşizmin en berbat halini yaşamış Alman toplumunda faşizmin tekrar yükselişe geçmesi kaygı vericidir. Alman sermaye sınıfı kriz koşullarında faşist hareketleri sınıf mücadelesine karşı dalga kıran olarak el altında tutmaya devam ediyor. Alman burjuvazisinin faşizme daha ne kadar yol vereceği onun ihtiyaçlarına ve daha da önemlisi toplumsal güç dengelerine bağlıdır.            
Irkçılık ve ırkçı saldırılar Almanya’nın değişmeyen gündemlerinden biri olmaya ve gün geçtikçe artmaya devam ediyor. Almanya ırkçılık suçunda sicili en kabarık ülkelerden biridir ve bunun tarihi çok eskiye dayanıyor. Öncesi bir yana, ikinci emperyalist paylaşım savaşından sonra ırkçı saldırıların yeniden tırmanışa geçmesi, 1990’lı yıllara, yani “duvarların” ve Doğu Bloku’nun yıkıldığı, sözüm ona “demokrasi ve özgürlüğe” kulaç atıldığı yıllara rastlar.
O tarihten bu yana, ülkenin değişik yerlerinde sayısız ırkçı saldırı gerçekleştirildi. Bunlardan en çok bilinen ve hafızalarda kalanları şunlardı:
- 23 Kasım 1992, Mölln: 3 Türkiyeli öldürüldü.
- 29 Mayıs 1993, Solingen: Aynı aileden 5 Türkiyeli yakıldı.
- 18 Ocak 1996, Lübeck: Çoğu çocuk 10 Afrika kökenli insan öldürüldü.
- 7 Ekim 2003, Overaht: 3 kişi öldürüldü.
- 2000-2007 yılları arası NSU cinayetleri: 8’i Türkiyeli 10 kişi öldürüldü.
- 22 Temmuz 2016, Münih: Bir alışveriş merkezine düzenlenen saldırı sonucu 10 göçmen öldürüldü, 36 kişi yaralandı.
- 2 Haziran 2019, Kassel: CDU’lu Kassel valisi Walter Lübcke öldürüldü.
- 9 Ekim 2019, Halle: Bir Sinegog’a araba yüklü patlayıcıyla yapılan saldırı başarısız olunca, yolda geçen bir kadın ile Türkiyeli bir esnaf öldürüldü.
- 1 Ocak 2019, Bottrop: 8 göçmen yaralandı. - 20 Şubat 2020, Hanau: 9 göçmen genç öldürüldü.
Bunların dışında yaşanan çok sayıda ırkçı saldırı sonucu Almanya’da 1990-2020 arası toplam 200’den fazla kişi katledildi. Bu rakamlara bizzat polisin ırkçı saiklerle katlettiği göçmenler dahil değil kuşkusuz. Çünkü sadece sivil faşistlerin katliamları ırkçı saldırı kategorisine giriyor, resmiler değil!
Bu kabarık faturaya rağmen, ırkçı örgütlenme ve saldırılar önlenmek şöyle dursun, aksine gün gittikçe artmaya devam etti. Geçtiğimiz haftalarda Almanya’nın Bavyera eyaletinde yayınlanan bir rapor ülkedeki ırkçı-faşist örgütlenmenin ve saldırıların vardığı korkunç boyutu bir kez daha gözler önüne serdi. Bahsi geçen rapor eyalet meclisindeki Yeşiller grubu tarafından hazırlandı. Grubun, eyaletteki radikal sağ örgütlere karşı strateji geliştirme sorumlusu Cemal Bozoğlu, 25 meclis araştırma önergesinden elde ettiği bilgi ve belgeleri rapor haline getirerek kamuoyu ile paylaştı. “Bavyera’daki aşırı sağcılar” başlığıyla hazırlanan, resimler ve istatistik tablolarıyla desteklenen 27 sayfalık kapsamlı rapor durumu ayrıntısıyla ortaya koyuyor. Yeşiller bu tür raporları 2014’ten bu yana her yıl düzenli olarak hazırlıyor.
Raporda onlarca ırkçı-faşist örgüt, bunların özellikleri, yaptıkları eylemler, vakalardaki artışlar, polisin ve istihbaratın yaklaşımı, talepler, öneriler ve uyarılar ayrıntısıyla yer alıyor. Raporun Bavyera’dan çıkması önemli. Zira Bavyera, Almanya’nın coğrafik olarak en büyük ve ülkenin en zengin eyaletlerinin başında geliyor. Allianz, BMW, Leoni, Audi, Schaeffler, MAN, Adidas, Media-Saturn-Holding GmbH, Siemens, Netto ve dünyaca tanınmış daha onlarca firmanın merkezi bu eyalette yer alıyor. Eyalette sağcı parti CSU (Christlich-Sozial Union) 1960’lardan bu yana kesintisiz bir şekilde hükümette bulunuyor. Muhafazakar (konservatif) ve gelenekçi özellikleriyle tanınan, kendine has bir şivesi olan, kendini Almanya’dan ayrı gören ve hatta zaman zaman ayrılmayı dillendiren bir eyalet Bavyera. Bu özellikleri ve başka birtakım etkenlerden dolayı, doğu eyaletlerinde olduğu gibi ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının yüksek olduğu ve ırkçı-faşist örgütlerin üslendiği temel alanlardan biri durumunda. Dolayısıyla bu tipik ve deyim uygunsa “steril” bölgeden yansıyan veriler oldukça önemlidir ve tüm ülkeyi kesen niteliktedir.
Sayıda, çeşitlilikte ve yöntemlerde artış
Raporda en dikkat çeken hususlardan biri ırkçı-faşist örgütlerin sayısındaki artıştır. Kendilerini özellikle tarihteki gerici-faşist sembollerden esinlenerek isimlendiren, kimisi yasaklanan, kimisi ise hala faaliyet yürüten onlarca oluşum, örgüt ve partiden bahsediliyor. Önemli bir kısmı raporda da yer alan, Almanya’daki ırkçı-faşist yapılanmaların bazıları şöyle sıralanıyor:
Partiler:
•      AfD
•      NPD
•      Die Rechte
•      Pro NRW
•      Der 3. Weg
Faal olan örgütler:
•      Old School Society
•      Freie Kamaradschaft Dresten
•      Nauener Gruppe
•      Gruppe Nordadler
•      Kamaradschaft Aryans
•      Devrim Chemnitz
•      Gruppe Freital
•      NSU 2.0
•      Reichbürger
•      Wodans Erben Germanien
•      Viking Security Germania
Yasaklananlar:
•      Blood and Honour Division
•      Combat 18
•      Weisse Wölfe Terrorcrew (WWT)
•      Atermedia Deutschland
•      Heimattreue Deutsche Jugend
•      Collegium Humanum
•      Freitliche Deutsche Arbeiterpartei
•      Viking-Jugend-WJ
•      Nationale Offensive
•      Deutsche Aternative
•      Nationalistische Front
•      Atomwaffen Division
Sayılan bu kabarık listenin dışında, raporda adı geçen irili ufaklı daha onlarca oluşum var. Adı geçen “yasal” partilerin dışında bu örgütlerin çoğu yarı-legal ya da illegal faaliyet yürütüyorlar. Yine çoğu, legal veya illegal yollardan edindikleri silahlara sahipler. Sayı ve çeşitlilikteki bu artış yapılan eylemlere de yansıyor.
1945’ten bu yana Almanya’daki en yoğun saldırılar 2019’da yaşandı. Resmi rakamlara göre son bir yıl içerisinde ülke çapında, 1.000’i hafif veya ağır yaralama olmak üzere, toplam 22.337 ırkçı saldırı gerçekleşti. Anayasayı Koruma Örgütü’nün verilerine göre, 13 bini şiddet yanlısı olmak üzere, Almanya’da 24 binden fazla kişi “aşırı sağcı” olarak nitelendiriliyor. Bunların işledikleri suçlar arasında, mültecilere, göçmenlere, yabancılara, siyasetçilere yönelik saldırılar ile mala zarar verme, tehdit, baskı, nefret suçları, iftira vb. sayılmaktadır. Saldırılar, mülteci akınının tırmanışa geçtiği 2013’ten itibaren yükselerek 2016’da doruğa çıkıyor. Sonraki yıllarda düşse bile 2019’da tekrar yükseliyor. Almanya İçişleri Bakanı Horst Seehofer (CDU), ülkede 50 civarında aşırı tehlikeli radikal sağcının yaşadığını ve bunların izlendiğini açıkladı.
Sayılardaki bu artış Bavyera için verilen rakamlardan da görülebiliyor. Eyalette ırkçı motifli saldırılar önceki yıl 1.771 iken, 2019’da 2.042’ye yükseldi. Göçmen yurtlarına saldırı 18’den 25’e, politik motifli ırkçı saldırılar 198’den 296’ya (bunlardan sadece 5’nin faili yabancı), nefret suçları 659’dan 793’e, ırkçı motifli tehditler 44’ten 48’e, nefret suçları 180’den 293’e yükseldi. Anti-Semitik saldırılarda da %40 artışla son 12 yılın en yüksek seviyesine ulaşıldı. Bavyera’da toplam 2.570 ırkçı tespit edildi. Bunlardan 1.000’i şiddet eğilimli. 2019’da çeşitli birey ve kurum temsilcilerine yönelik cezai işlem gerektiren, 20’si şiddet içerikli toplam 158 saldırı (2018’de 8 idi) gerçekleşti. Yine politikacılara yönelik saldırılar 44’ten 51’e yükseldi vs. Liste böyle uzayıp gidiyor.
Bütün bu saldırıları, hazırlanan ölüm listeleri tamamlıyor. Almanya çapında toplamda 85 bin kişilik ölüm listelerinden bahsediliyor. Bunlardan 2.000’i Bavyera’da yaşıyor. Lağvedildiği iddia edilen NSU’nun da 10 bin kişilik ölüm listesi vardı. Öldürülen CDU’lu politikacı Walter Lübcke’nin de bu listede yer aldığı söyleniyor. Lübcke yabancılar sorunu konusunda ılımlı politikalarıyla tanınıyordu ve bu yüzden sık sık Neonazilerin tehditlerine maruz kalıyordu. Bavyera polisi de 15 değişik ölüm listesi tespit etti.
Neonazilerin propaganda, eylem ve örgütlenme yöntemlerinde de önemli değişiklikler var. Eskisi gibi bir avuç “dazlaktan” ibaret değiller artık. Toplumun her kesiminden taraftar bulmakta zorlanmıyorlar. Özellikle çağın yeni iletişim aracı olan internet ve sosyal medyayı çok yoğun kullanıyorlar. Var olan örgütlerin en az yarısının internet ortamında örgütlendikleri iddia ediliyor. Kullandıkları diğer bazı araçlar basın, spor kulüpleri, futbol taraftar grupları, müzik grupları, gece kulüpleri vs.dir. Bunların içinde dövüş sporları ve atış poligonları önemli bir yer tutuyor. İnsanlar buralarda bedensel ve psikolojik olarak şiddete hazırlanıyorlar. Hanau katliamının faili olan faşistin de kısa bir süre önce Bavyera’dan geldiği ve burada silahlı atış talimi yaptığı ortaya çıktı. Ticari amaçlı da kullanılan bu tür yerlerin dışında, emlakçılar, müzik stüdyoları, “sosyal” amaçlı görünen bazı dernekler vb. üzerinden de maddi kaynak sağlanıyor. Sadece Bavyera’da Neonazi bağlantılı 22 emlak bürosu var örneğin. Bu bürolar vasıtasıyla hem maddi kaynak ve hem de özellikle illegal olanlara barınma olanakları sağlanıyor. Başta küçük kasabaları olmak üzere Almanya’nın her yerinde Almanlar için “kurtarılmış bölgeler” yaratmayı hedeflemekten bazı mahallelerde sopalı ve silahlı devriye atmaya kadar varan bir kudurganlık söz konusu.
Irkçı-faşistlerin sadece sivil alanda değil, polis ve ordu içinde de çeşitli örgütlenmelere gittikleri çeşitli defalar basına yansıdı. Frankfurt polisi içerisinde bulunan ve NSU davasını takip eden Türkiyeli bir avukata karakol bilgisayarından tehdit mektupları göndermeleri üzerine ortaya çıkan NSU 2.0 adlı oluşum buna bir örnektir.
Neonaziler kültür-sanat alanına da eskisi gibi mesafeli değiller. Özellikle müziği bir örgütlenme aracı olarak gittikçe daha fazla kullanıyorlar. Almanya’nın birçok kentinde onlarca müzik grupları mevcut. Sırf Bavyera’da 10 müzik grupları var. 2019’da bunların 5 konserleri yasaklandı. Nürnberg’de‚ “Patriot TV” diye bir televizyon kanalları var. Bunun dışında her yıl ulusal ve uluslararası onlarca seminer, konferans, kongre, konser ve kültür festivali düzenliyorlar.
Irkçı-faşistlerin yeni el attıkları alanlardan biri de işçi sınıfıdır. Eskiden girmeleri oldukça zor olan sınıf alanına gittikçe daha fazla yoğunlaşıyorlar. Sendikalara ve özellikle de işçi temsilciliklerine sızma çabaları var. Bavyera’da ve Baden-Wüttemberg’de bazı önemli işletmelerin işçi temsilciliklerine girmeyi başardıkları da bir gerçektir. Gerek bu çabaların bir ürünü olarak ve gerekse de genel siyasal atmosferin etkisiyle, faşist ideoloji ve örgütlenmelerin işçi ve emekçi tabanı içindeki etkisi de gün geçtikçe artıyor. Mesela Ver.di ve IG-Metal üyeleri içinde AfD seçmeni olanların oranının %20-25 civarında olduğu ileri sürülüyor. Sendikaların, bünyelerinde bilinen ve tespit edilmiş faal faşistlere yönelik herhangi bir yönelimi ve tavrının olmaması da cesaretlerini arttırıyor.
Gittikçe artan bu yoğun propaganda ve örgütlenme faaliyeti, parlamenter alanda sağlanan başarı ile taçlanıyor. Irkçı-faşistlerin öne çıkan yeni odağı olan AfD en son 2017 genel seçimlerinde %12,6 oy oranı ve 89 milletvekiliyle Alman meclisindeki üçüncü büyük ve aynı zamanda ana muhalefet partisi konumuna yükseldi. AfD’nin bu seçim başarısı ne tesadüf ne de geçici bir durumdur. Aksine, yukarıda anlatılmaya çalışıldığı gibi, son derece yoğun ve istikrarlı bir taban çalışmasına dayanıyor. Bu açıdan son derece ciddiye alınması gereken tehlikeli bir gidişatla karşı karşıyayız. AfD’nin meclisteki varlığı, ırkçı-faşist hareketi güçlendiren, cesaretlendiren ve meşrulaştıran bir rol oynuyor. Bu‚ “kravatlı faşistlerin” her konuşması sokaklarda yankısını buluyor.
Bu bir yana, birçok AfD’li, yerel faşist gruplarla doğrudan ve dolaylı ilişkilere sahiptir. Mesela AfD içinde öne çıkan iki faşist olan Thüringen ve Brandenburg eyaletlerinin başkanları Björ Höcke ve Andreas Kalbitz, çeşitli yerel faşist organizasyonların düzenledikleri panel ve konferansların aranan konuşmacıları arasındalar. Özellikle AfD’nin gençlik örgütü “Junge Alternative” ve partinin “halkçı-milliyetçi” olarak nitelenen kanadı yerel ırkçı örgütlerle bağlantı ve örgütlenme faaliyeti yürütüyor. Kamuoyunda artan tepkiler üzerine bu halkçı-milliyetçi kanat AfD tarafından lağvedildi. Yakın zamanda Anayasayı Koruma Örgütü (Alman istihbarat teşkilatı) tarafından AfD “şüpheli”, “Junge Alternative” ise izlenmesi gereken örgütler listesine dahil edildi. AfD’nin Bavyera’da 5.100 üyesi var.
Zemin hazırlayan, kollayan ve aklayan devlet
Almanya’da yakın zamana kadar, ırkçı-faşistler tarafından işlenen onca cinayete, suikastlara, tehditlere ve ölüm listelerine rağmen, bu hareketler ciddi bir tehlike olarak ele alınmadı. Aksine, neredeyse yaşanan her ırkçı saldırı ve cinayet “münferit” diye nitelendirilerek önemsizleştirildi. Buna karşılık hiçbir dayanağı olmayan “sol terör”den bolca bahsedildi. Böylece, gerçekte var olan ve toplumu tehdit eden sağ terör görmezden gelinerek gölgelendi. Gittikçe yakın bir tehlike ve tehdit haline gelen faşistlerden bahsedilirken bile, onları gerçek isimleriyle nitelemekten kaçınıldı. En fazlasından “aşırı sağ” olarak nitelendirildiler. Böylece anti-faşist hareketler ile faşist hareketler, devletin iradesi dışında ortaya çıkmış, birbirlerinin karşıtı aşırı uçlar olarak sunuldu. Sol sağa eşitlenerek anti-faşist mücadele gözden düşürülmeye çalışıldı.
Oysa dost da düşman da biliyor ki devlet sağ ile sol arasında bir hakem değil bizzat “sağ”ın kendisidir, en hafif deyimle sağdan yanadır. Her defasında bir avuç Neonazi’yi “demokrasi ve fikir özgürlüğü” kisvesiyle, binlerce polis korumasında yürütenler, onlar yürüsünler diye binlerce insana barikat kuran, anti-faşistleri gözaltına alıp tutuklayanların kimden yana olduğu açık değil mi?
Her gün göz önünde yaşanan bu çıplak gerçek bir yana, bundan daha önemli olan ise ırkçı-faşist hareketlerin yeşerdiği alanı kimin düzlediğidir. Irkçı-faşist hareketler işsizlik, yoksulluk, savaş ve göç gibi, kapitalizmin doğrudan sonuçları olan uygun sosyal ve ekonomik zeminde boy verirler. Yani kısacası devlet, faşist hareketlerin kaynağı olan objektif koşulları yaratmakla kalmayıp, bu nesnel zeminde ortaya çıkan sonuçlara yaklaşımda da, yani sübjektif olarak da faşistleri koruyup kollayan bir pozisyondadır. Bunun en bariz ve en çarpıcı örneği NSU davasıdır. Ortaya serilen tüm kanıtlara rağmen devletin bu cinayetteki rolü “ustaca” inkar edildi. Tüm suç birkaç kişiye yüklenerek, neredeyse olay “münferit” olarak görüldü. İlk defa bir ırkçı katliamda en yüksek ceza olan “ömür boyu hapis” cezası verildi. Ki bunu da mağdurların verdikleri yoğun mücadelenin bir başarısı saymak gerekiyor. Yoğun kamuoyu baskısı olmasa bu kadarı bile olmazdı.
Devletin ırkçı-faşist saldırı, katliam ve cinayetlere yaklaşımı Bavyera raporunda da ayrıntısıyla yer alıyor. Açılan davalarda olay tüm kapsamıyla ele alınmıyor. Eğer kamuoyunda yeterince bir sahiplenme yoksa, olay “münferit” olarak ele alınıp en düşük cezalarla geçiştiriliyor veya takipsizlikle sonuçlanıyor. Alman anayasasında ırkçı motiflerle işlenmiş suçlar “insanlığa karşı işlenmiş suçlar” kapsamında ele alınıyor. Fakat bir “hukuk” devleti olmakla övünen Alman devletinde pratikte işler hiç de böyle yürümüyor. Verilen cezalar son derece yetersiz ve caydırıcılıktan uzaktır. Geçmişte yaşanmış Solingen, Möll, Lübeck katliamlarının failleri bugün aramızda dolaşmaya devam ediyorlar. Açılan davaların hiçbirinde tüm bağlantılar ortaya çıkarılmadı. Çünkü eğer sonuna kadar gidilirse iş gelip kendilerine de dayanabilir. Altından savcılar, emniyet yetkilileri, istihbaratçılar, bürokratlar ve hatta akademisyenler çıkabilir. O yüzden sol ve ilericilere karşı oldukça tez canlı olan devlet, sıra “kendi” çocuklarına gelince son derece isteksiz davranıyor.
Bavyera’da aranan 92 Neonazi “bulunamıyor” örneğin. Oysa bahsi geçen örgütler son derece tehlikeli örgütlerdir. Bu örgütlerin yakalanan bazı üyeleriyle birlikte, içerisinde ağır silahların da bulunduğu cephaneler ortaya çıkıyor. Yine bunlardan bazıları Avrupa ve hatta dünya çapında bağlantılara sahipler. Örneğin “Blood and Honour Division” ve onun silahlı kanadı olarak bilinen “Combat 18”, Amerika menşeili bir örgüttür. Amerika’da 5 cinayetten sorumlu tutuluyor. Alman polisi, faşist örgütün Amerikalı bir temsilcinin gelip Almanya’dakileri ziyaret etmesini sorun etmiyor. Yine bunlardan bazıları hedeflerinin iç savaş çıkarmak olduğunu söyleyebiliyorlar. Ya da bazıları “X günü” denilen bir günde devlet yöneticilerine eş zamanlı şok saldırılar düzenleyerek düzeni altüst edip, yönetimi ele geçirmekten bahsedebiliyorlar vs. Bütün olup bitenler karşısında devletin tutumunda şaşılacak bir şey yok yine de. Tümüyle Hitler’in polis teşkilatı olan “Gestapo”nun altyapısı üzerine kurulmuş ve yurtdışından birer birer geri getirilen eski Nazi kadrolarının eğittiği bir teşkilattan daha fazlası da beklenemez zaten.
Fakat 2019’da Kassel Valisi Walter Lübcke’in öldürülmesi ve Halle’de Sinagog’a yapılan saldırı, devletin ırkçı-faşistlere yönelik tavrını kısmen değiştirmişe benziyor. Demirel’in bir zamanlar, “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz!” dediği gibi, her koşulda ırkçılara arka çıkan Alman devleti, son bir yılda ilk defa “sağcı terör” kavramını kullanmaya başladı. Bavyera İçişleri Bakanı Joachim Herrmann (CSU)‚ “Almanya’nın aktüel en büyük iç güvenlik sorunu sağcı terördür” demeye başladı. Yasal silah edinme kısmen zorlaştırıldı. Çünkü işler beklemedikleri şekilde çığırından çıkmaya başladı. Legal ve illegal olarak hızla silahlanan Neonazilerin hazırladıkları ölüm listeleri, iktidardakiler de dahil politikacılara kadar uzanmaya başladı. Öyle ki ele geçirilen bazı ölüm listelerinde, Yeşiller milletvekilleri Cem Özdemir, Claudia Roht, Robert Habeck ve Toni Hofreiter gibilerin isimleri de yer alıyordu. Bu yılın kış aylarında yapılan bir operasyonda toplam 12 Neonazi tutuklandı. Buna rağmen şüpheli Neonazilerin tam sayısı, bunların sahip oldukları silahlar, ölüm listelerinde kimlerin yer aldığı, silahsızlanmaya dönük bir adımın atılıp atılamayacağı gibi sorular açıkta kalmaya devam ediyor. Kısacası, Davutoğlu’nun bir zamanlar IŞİD’ciler için kullandığı, “eyleme geçmeden tutuklayamıyoruz” türünden bekle gör politikası, Alman sermaye devleti için de geçerliliğini koruyor.
“Irkçılık zehirinin” panzehiri sınıf mücadelesidir!
Hanau katliamından sonra Angela Merkel, “Irkçılık bir zehirdir” demişti. Evet, doğru, ırkçılık bir zehirdir. Ama onun açıklamasına eklemeyi unuttuğu bir şey var. Bu zehrin sahibi kimdir ve kim bunu silah olarak kullanmaktadır? Irkçılık, kapitalizmin kaynaklık ettiği savaş, işsizlik, yoksulluk, zorunlu kitlesel göç ve daha envai çeşit sosyal sorunlar zemininde yeşeren, burjuvaziye ait bir ideolojidir. Burjuvazi bu zehirli ideoloji sayesinde işçi ve emekçi hareketini bölüp parçalayarak, düzene karşı çıkmasını engeller. Çoğunlukla azınlıkta olan belli bir toplumsal kesimi günah keçisi ilan etmek ve toplumdaki tüm melanetlerin sebebi olarak onları göstermek, egemen sınıfların başvurduğu çok eski bir taktiktir. Almanya bunu en iyi yapan ülkelerden biridir. Geçmişte Yahudilerdi bu günah keçisi, bugün ise yabancılar, göçmenler veya Müslümanlardır. Oysa şimdi oldukça aktüel olan mezbahanelerdeki durumun gösterdiği gibi, bu ülkede “yabancılar” veya göçmenler en ağır şartlarda çalışan ve en ağır sömürüye maruz kalanların başında geliyorlar. Buna rağmen bu insanları bu ülkelerin ekonomisinin sırtında bir yük olarak lanse etmek burjuva riyakarlığından başka bir şey değildir.
Irkçılık zehrinin biricik panzehiri sınıf mücadelesidir. Milliyetçilik ve ırkçılığın ayrıştırıcı ve ötekileştirici özelliğine karşılık, sınıf mücadelesi birleştiricidir. Sınıf mücadelesi, hangi ulustan, dinden, renkten veya mezhepten olursa olsun tüm emekçilerin aynı sınıfsal çıkarlara sahip olduğunu ve birlikte mücadelesini öğütler. Tüm uluslardan ve inançlardan emekçilerin eşitliğini ve ortak mücadelesini mümkün kılacak olan sınıf mücadelesi olmadan, faşizmin ve ırkçılığın kaynağı olan kapitalizmi ortadan kaldırmak mümkün değildir. Faşizme karşı mücadele etmek elbette önemlidir fakat bu tek başına yetersiz ve eksiktir. Tüm öteki sorunlar gibi, faşizm sorununun da kesin ve kalıcı çözümü için, anti-faşist mücadele aynı zamanda anti-kapitalist mücadele ile birleştirilmelidir. Anti-kapitalist bilinç temelinde örgütlenmiş bir işçi sınıfı, düzenin basit milliyetçi tuzaklarına kolay düşmez. Onun çok eski olan, “böl, parçala, yönet” oyununda figüran olmayı kabul etmez. Dolayısıyla işçilerin birliği ve halkların kardeşliği için sınıf mücadelesinin dışında bir yol yoktur.
Hitler faşizmi şahsında faşizmin en berbat halini yaşamış Alman toplumunda faşizmin tekrar yükselişe geçmesi kaygı vericidir. Alman sermaye sınıfı kriz koşullarında faşist hareketleri sınıf mücadelesine karşı dalga kıran olarak el altında tutmaya devam ediyor. Alman burjuvazisinin faşizme daha ne kadar yol vereceği onun ihtiyaçlarına ve daha da önemlisi toplumsal güç dengelerine bağlıdır. George Floyd eylemleri şahsında sokaklara çıkan yüzbinlerce genç, bu işin öyle kolay olmayacağına dair umut verdi. Fakat bundan da önemlisi, toplumsal güç dengelerinde benzersiz bir rol oynayan işçi sınıfının sahneye çıkıp çıkmayacağıdır. İşçi sınıfının sahne aldığı yerde faşistlerin esamisi okunmaz. 50. yılında öğretmeye devam eden 15-16 Haziran büyük işçi direnişi günlerinde, bugün topluma kan kusturan faşistler kuyruklarını kısıp kaçacak delik arıyorlardı. Dönemin değerli ozanı Aşık İhsani bu gerçeği, “15-16 Haziran’ı olan bir ülkede faşizm fazla yaşamaz!” dizeleriyle kayda geçmişti.
0 notes
baybaykus · 4 years ago
Text
Yangında bile vurgun yapıyorlar: 3 Rus uçağına günlük 1.3 milyon ₺
Orman yangınları için daha uygun fiyata yerli seçenekleri görmezden gelen Orman Bakanlığı, Rusya’dan yüksek fiyata uçak kiraladı. Türkiye, 3 Rus uçağına günlük 1.3 milyon lira, 153 gün için toplam 203 milyon lira ödeyecek.
– Orman Bakanlığı yangın söndürme uçağı kiralama ihalesi açtı. THK’nın bakımı yapılmış uçuşa hazır 5 uçağı bu yıl da ihaleye sokulmadı. 4 firma katıldığı ihale en pahalı teklifi sunan firmaya verildi. Türkiye, 3 Rus uçağına günlük 1.3 milyon lira, 153 gün için toplam 203 milyon lira ödeyecek.
BAKANLIK İHALE SONUÇLARINI GİZLİYOR
Sözcü’den Yusuf Demir’in haberine göre pandemi sonrası daha da ağırlaşan ekonomik şartlar nedeniyle toplumun büyük bölümü nefes alamazken devlet, bütçe kaynaklarını gereksiz harcamaya devam ediyor. Üç yıldır Türk Hava Kurumu’nun bakımları yapılmış göreve hazır 5 yangın söndürme uçağını kullanmamakta ısrar eden Orman Bakanlığı, bu yıl da milyonlarca dolar ödeyerek yurtdışından uçak kiralamaya çalışıyor. Bakanlık, yaz döneminde yaşanacak orman yangınlarıyla mücadele için 5 amfibik uçak kiralamak üzere ilk ihaleyi 29 Ocak’ta düzenledi ancak çok yüksek teklifler geldiği gerekçesiyle iptal etti. 9 Mart’ta ihale yenilendi ancak aradan geçen iki buçuk aya rağmen sonucu açıklanmadı, hâlâ saklanıyor. Bakanlık, ihaleye ilişkin sorularını da yanıtsız bıraktı.
UÇAKLARI ERDOĞAN PUTİN’LE İNCELEMİŞTİ
İhalenin AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Rusya’da bizzat Putin’le incelediği, Bakan Bekir Pakdemirli’nin test ettiği Beriyev-200 tipi Rus uçaklarını getirecek firmaya verildiği ortaya çıktı. İhaleye 4 firma ve ortaklık katıldı ancak anlaşılmaz şekilde en pahalı teklifi veren ihaleyi aldı. İhale Türk Hava Kurumu ile CMC iş ortaklığına verildi. Ortaklığın getireceği 3 uçağa, 1 Haziran-31 Ekim arasındaki 153 gün için toplam 203 milyon TL ödeme yapılacak. THK’nın sadece işletme ruhsatı ve uçakların bakımına destek olup küçük bir komisyon alacağı ama asıl gelirin, CMC Savunma Sanayi A.Ş. tarafından tahsil edileceği belirtiliyor. CMC Savunma sektörce çok tanınan bir firma değil. Kamuya yansıyan tek isim Azeri kökenli Yönetim Kurulu Üyesi Fizuli Mollayev.
THK’NIN KATILAMAMA NEDENİ 100 LİTRELİK EKSİKLİK
Geçtiğimiz yıl aynı firmadan kiralanan Beriyev 200 tipi aynı 2 uçağa 120 gün için 84 milyon TL kira ödenmişti. Her bir uçağın günlük kiralama bedeli 350 bin lirayı aşıyordu. Bu yıl ise kiralanan 3 uçağa 153 gün için 203 milyon 107 bin lira ödenecek. Her bir uçak için kiralama maliyeti 67.7 milyon lira olacak. Her bir uçak için yaklaşık maliyet 59.2 milyon TL olarak belirlenmişti. Yaklaşık 30 yıl orman yangınlarıyla başarıyla mücadele eden THK, iki yıldır kendi uçaklarıyla ihalelere katılamıyor. THK’nın elindeki uçaklar 4 bin 900 litre su kapasiteli ancak iki yıldır şartnameye minimum 5 bin litre şartı konuluyor. 100 litre bahane edilerek yerli imkan çöpe atılıyor. Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin uçakların hazır olmadığına ilişkin iddiaları, bizzat THK’nın başına kayyum olarak atanan AKP’li eski Bakan Cenap Aşçı tarafından yalanlanmıştı. THK’nın 5 uçağı 3 yıldır Etimesgut’taki hangardan çıkarılmıyor.
RAKİP FİRMALAR ELENDİ
Tumblr media
İhalenin güçlü adaylarından Nil Yapı, Dinç Grup ve Duru Havacılık İş Ortaklığı ihaleye katılmasında sakınca görülmediği halde, ihaleden 27 gün sonra yasaklı listesine sokularak elendi. Düşük teklif veren diğer iki firmanın da (Özden Katering ve Tunç Kurumsal Hizmetler) şartnameye uygun olmadığı belirtiliyor. THK’nın hazır uçaklarını kullanmamakta direnen Türkiye, 3 yıldır orman yangınlarıyla havadan mücadelede planladığı kadar uçak bulamıyor. 2019 yılında hiç uçaksız bir sezon geçiren Türkiye büyük kayıplar vermişti. Geçtiğimiz yıl Bakanlık 4 uçak için ihaleye çıktı ancak 2 uçak tedarik edebildi. Bu yıl da 5 uçak için ihale yapıldı ancak sadece 3 tane bulunabildi. Planlamada iki uçak konuşlandırılması öngörülen Çanakkale ve Muğla’da bu yıl da yangınlarla uçaksız mücadele edilecek.
2 notes · View notes
aykutiltertr · 2 months ago
Video
youtube
Antep'ten Ötedir Maraş'ın Yolu - Fatih Bulut ✩ Ritim Karaoke Hicaz Majör...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/KDYXReIjuNc ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Antep'ten Ötedir Maraş'ın Yolu - Fatih Bulut ✩ Ritim Karaoke Hicaz Majör Vahde Beste Ahmet Satılmış ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ➤ SANATÇININ DİĞER ŞARKILARI İÇİN OYNATMA LİSTESİNE BAKABİLİRSİNİZ...         ⭐ 🎧 ╰┈➤   https://www.youtube.com/playlist?list=PL9SktAtLVupNgWzFc_2cF6lJrOheQKGlg ➤ ESER ADI                :  ANTEP^TEN ÖTEDİR MARAŞ'IN YOLU ➤ SÖZ GÜFTE            : YUNUS TAŞKIN ➤ BESTE - MÜZİK      : AHMET SATILMIŞ ➤ USÜL                       : 4/4 VAHDE BALAD ➤ MAKAM - DİZİ        : HİCAZ - MAJÖR ➤ ARANJÖR              : ERCAN BAL (BAL RECORDS) ➤ ENSTRÜMANLAR : ZURNA, ELEKTRO BAĞLAMA, ➤ KİMLER OKUDU    : FATİH BULUT, HÜSEYİN KAĞIT, DİLBER AY, DİCLE DİLGE, AYNUR POLAT, LATİF DOĞAN, FATMA ESEN, NEŞET ABALIOĞLU ➤ FİRMA - ŞİRKETİ   : DARK'N DARK MUSIC Fatih Bulut'un, Dark'n Dark Music etiketiyle yayınlanan "Antep'ten Ötedir Maraş'In Yolu" isimli tekli çalışması, video klibiyle netd müzik'te. Söz: Yunus Taşkın Müzik: Ahmet Satılmış Düzenleme: Ercan Bal ( Bal Records ) Yönetmen: Bekir Şenlik / Honeybee İstanbul Produktör : Firuz Anlı                             ŞARKI SÖZÜ ve AKORU Antepten ötedir maraşın yolu Geçmez oldu burdan gardaşın yolu Kapımı çaldı da bir kara haber Kırıldı gönlümün kanadı kolu N’oldu gardaş  n’oldu yolda mı kaldın Doluya mı düştün darda mı kaldın Bir zalım elinden yara mı aldın Ölem gardaş ölem bağrımı yaktın Geleceksin diye gözüm yoldaydı İçimdeki ataş o gün soldaydı Nere gittin gardaş neydi acelen Keşke kalan ömrüm senin olaydı N’oldu gardaş  n’oldu yolda mı kaldın Doluya mı düştün darda mı kaldın Bir zalım elinden yara mı aldın Ölem gardaş ölem bağrımı yaktın Fatih Bulut Doğum 23 Mayıs 1984 (40 yaşında) Kayseri, Türkiye Tarzlar Pop • Folk rock Meslekler Müzisyen Etkin yıllar 2019-günümüz Fatih Bulut (d. 23 Mayıs 1984, Kayseri[1]) Türk şarkıcıdır. Hayatı ve kariyeri 23 Mayıs 1984 tarihinde Kayseri’de dünyaya geldi.[1] Müzik sektörüne girmeden önce düğün şarkıcısıydı.[2] 2019 yılında DMC etiketiyle yayımlanan şarkısı "Çok Sevdim Yalan Oldu" adlı şarkıyla müzik piyasasına giren Bulut, evli ve iki çocuk sahibidir. İrem Sak’ın şarkıyı paylaşmasının ardından şarkının klibi YouTube’da toplamda 318 milyon kez dinlenmiştir. Diskografi Albümleri Yıl Albüm Plak Şirketi Tarih 2019 Baba Ocağı Adg Müzik 9 Eylül 2019 2020 Sivas Caddesi 5 Mayıs 2020 Teklileri Yıl Adı Plak Şirketi Tarih 2019 Çok Sevdim Yalan Oldu Dark'n Dark Music 29 Ağustos 2019 Nazlı Yar Emir Müzik 14 Eylül 2019 15 Kişiye Saldırdım Dark'n Dark Music 13 Aralık 2019 2020 Hayat Beni Vura Vura 22 Şubat 2020 Yırtıl 6 Mart 2020 İçmeden Oy Oy 12 Nisan 2020 Bedelini Öde Adg Müzik 10 Eylül 2019 Sokak Lambası (Remix) 27 Eylül 2020 Sultan Süleyman Dark'n Dark Music 29 Ekim 2020 Hakkını Helal Et Adg Müzik 30 Kasım 2020 2021 Sen Leyla Ben Mecnun (Aysellou İle) Musicom Prodüksiyon 5 Şubat 2021 Yanımda Sen Olmayınca İkmmedya 30 Mart 2021 Sensiz Yaşıyorum Sanma Dark'n Dark Music 15 Nisan 2021 Zoruma Geldi & Açma Pencereyi & Ben Sana Yandım Özdemir Müzik 16 Haziran 2021 Saracaksan Gel Dark'n Dark Music 18 Haziran 2021 Yeter Artık 17 Kasım 2021 2022 Ölme Eşeğim Ölme Musicom Prodüksiyon 13 Ocak 2022 Kıskanıyorum ST Müzik 4 Ağustos 2022 Ben Buyum 25 Ağustos 2022 Bu Aşkta Zararım Var Özdemir Müzik 13 Eylül 2022 Eliminen Dayı Eliminen (Armağan Arslan İle) Canayakın Müzik 7 Ekim 2022 2023 Antep'ten Ötedir Maraş'ın Yolu Dark'n Dark Music 21 Şubat 2023 Kurban Olduğum 25 Ağustos 2023 2024 Gör Bak (Elmas ile) 7 Mart 2024 Vay Aklıma 24 Mayıs 2024 Kaynakça Bu madde önerilmeyen biçimde kaynaklandırılmıştır. Gösterilen kaynaklar kaynak gösterme şablonları kullanılarak dipnot belirtme biçemine uygun olarak düzenlenmelidir. (Bu şablonun nasıl ve ne zaman kaldırılması gerektiğini öğrenin) ^ a b c "Arşivlenmiş kopya". 19 Nisan 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Nisan 2021. Kategori: Yaşayan insanlar1984 doğumlularKayseri ili doğumlu müzisyenler2020'lerin şarkıcıları2010'ların şarkıcıları21. yüzyılda Türk erkek şarkıcılarDMC sanatçıları
0 notes
draqe · 5 years ago
Text
27 Mayıs 2020. An itibariyle dünya benim için bir turunu daha tamamladı. Ben de onlar basamağı ikili yaşlarıma insanlık için küçük ama benim için büyük adımımı atmış bulunuyorum 38.5 numara ayaklarımla. Hayatımın ikinci bölümüne geçiyorum. Ne yalan söyleyeyim bir an 19′a takılı kaldığımı sanmıştım. Ama bölüm sonu canavarını da alt ederek yeni oyun alanımın kilidini açmayı başarabildim. Bakalım bu bölümde bizi ne gibi zorluklar bekliyor. Alev topu atan canavarlar, yalancı insanlar, beş saniye etkisiz hale getiren zehirli oklar, tutulmayan sözler.... Her şeye rağmen hazır mıyız kaptan, e hazırız kaptan yapacak bir şey yok. Sonunu düşünen kahraman olamaz diyerek bir yerden başlayacağız oynamaya. Aslında bir önceki bölümde gayet iyi bir mücadele verdiğimi düşünüyorum hep oyunun içinde kalmaya çalıştım en azından. Gerçekten çok fazla çalıştığım, çabaladığım bir yaş oldu. Anne olmaya çalıştım, baba olmaya çalıştım. Ders çalıştım, kursa yetişmeye çalıştım, işe girdim işte çalıştım. Bunlara çalışırken çok nefes nefese kaldığım zamanlar oldu ama nefes almaya devam ettim. Ağladım, güldüm, üzüldüm, sinirlendim,şaşırdım. İçimde çok fırtınalar koptu, ağlayarak isyan ettiğim şeylere sarılıp uyumaya çalıştım. Allahtan uykuyucu bir insanım da bir de uyumaya çalışmadım. Hoş geldin dediklerim oldu, elveda dediklerim oldu. Sanırım en zoru aynı gün doğduğum en yakın arkadaşıma veda etmek oldu. 26 Mayıs 2019 günü dileklerimi, isteklerimi, deneyimlemek istediklerimi yazdığım defterime su döküldü, mürekkebin akışını izledim ardından akış kelimesiyle tanıştım. Hayatın akışı. Çok şey öğrendiğim elimden geldiğince okumaya gayret ettiğim kendimi geliştirdiğimi düşündüğüm bir yaşı geride bırakıyorum. Bu yaşımın iki dönüm noktası var aslında biri 5 Ekim 2019 diğeri ise 16 Aralık 2019. 5 Ekim 2019 İstanbul’a gelişim daha sen mi büyüksün ben mi demeden onun büyük olduğunu anladığım şehir. Aşırı ürkek bir şekilde güvenli alanımdan çıkmaya cesaretimin olmayışı, beni yüreklendirmeye çalışan insanlar, beni hayal kırıklığına uğratanlar, bana yardımcı olanlar... Ve sonuç olarak herkesin yolunun bu şehre düşmesi gerektiğine kanaat getirişim. Çok kısa zamanda cin olmadan adam çarpmayı öğrenmek zorunda kalıyorsunuz. 16 Aralık 2019. En yakın arkadaşımla geçen güzel birkaç gün sonrası ona veda, otobüsümün kaza yapması ve sevgilimle tanışmam. Her şey o kadar bir anda gelişti ve o kadar olması gerektiği gibiydi ki o günü asla unutamıyorum. Sevgilimin bana kattıkları, bana öğrettikleri birlikte öğrendiklerimiz, beni saatlerce dinlemesi, nazımı çekmesi belli anlarda bana tahammül etmesi onunla geçen 5 ay ama sanki onu 50 senedir tanıyormuşum hissi... Beni cesaretlendirmesi, beni sakinleştirmesi. Aslında şu 5 aylık süreçte başardığım birçok şeyde kamera arkasındaki tek kişilik dev kadro. Beni güldürdüğün, ağlattığın her ama her ana sana ve sevgine minnettarım.
Yeni yaşıma girerken geçmişe baktığımda karşıma çıkan sorunlara, kendimden nefret ettiğim anlara rağmen devam ettiğim için kendimi seviyorum. Yeni yaşıma değişime, dönüşüme ben hazırım. 19 yaşım bana kattıklarını, benden götürdüklerini ve bana öğrettiklerini asla unutmayacağım. Beni sen olgunlaştırdın. Daha yaşayacağımız, başaracağım çok şey var. Umarım 20 yaşım bana bol bol sağlık getirir.
İYİ Kİ DOĞDUM
Tumblr media
19 notes · View notes
otadam · 5 years ago
Text
Koronavirüsün ilk kez duyurulduğu günden beri, virüsün kaynağı olarak tüm dünyaya sunulan resmi anlatı şuydu: Virüs Vuhan’da bulunan bir Seafood Markette ortaya çıkmıştı. Hastalığın sıfır noktası burasıydı.
Burdan Vuhan şehrine, Vuhan’dan Hubei eyaletine, sonra Çin’in diğer şehirlerine ve en son tüm dünyaya yayılmıştı.
22 Şubat’a kadar da bu bilginin doğruluğuna hepimiz inandık. Fakat 22 Şubat’ta bir makale yayınlandı.
Birçok Çinli akademisyenin katkısıyla hazırlanan makale Huanan Deniz Ürünleri Pazarı’nın virüsün kaynağı olduğu iddialarını tamamen reddediyordu.
Makalede şu ifadeler geçiyordu:
Virüs muhtemelen başka bir yerden buraya bulaştı ve buradan da diğer şehirlere.
Ama ilk kez nereden ortaya çıktığı ile ilgili bir bilgi yoktu. 28 Şubat’ta düzenlenen Dünya Sağlık Örgütü toplantısında muhabirin biri yetkililere şu soruyu sordu: Virüsün kaynağını biliyor muyuz?
Yetkililer ise "Kesin bir cevabımız yok" diyerek konuyu geçiştirdiler. Kısacası artık tüm dünya neyle karşı karşıya olduğunu bilmiyordu.
Ortada kesin cevaplar olmayınca da toplum cevaplarını kendi arar. Hikayeler üretir, üretilen her hikayeye de inanır.
Kendi topladığı parça parça bilgileri birleştirip bu bilgilerden mantıklı bir bütün oluşturur.
Tüm dünyanın yapmaya başladığı da aynen bu oldu ve dünyanın her yerinde virüsle ilgili hikayeler yazılmaya başlandı.
Bu hikayeler için kaynaklar bile hazırdı. İlki 24 Ocak’ta The Washington Times’da yayınlanan bir makaleydi.
Makaleye göre, virüs Çin’in biyolojik silah çalışmalarının bir ürünüydü. Makale, virüsün Vuhan Viroloji Enstitüsü'ndeki çalışmalar sırasında dışarı sızdığını iddia ediyordu.
Yazıda eski bir İsrailli istihbaratçının ifadeleri yer alıyor, fakat başka hiçbir kanıta yer vermeden ilginç bir olay örgüsünden söz ediliyordu.
BBC de hemen bu makaleyi kullanmış ve tüm dünyada bu anlatının yayılmasını sağlamıştı.
Tabi daha sonra bunun doğru olmadığı ortaya çıkınca özür dilenmişti; ama hikaye bir kere bu işlerden hoşlananların eline düşmüştü.
Sonra cumhuriyetçi senatör Tom Cotton’un tweetleri, İngiliz parlamento üyesi Tobias Elwood’un açıklamaları ve BuzzFeed’de yayınlanan haberler hep bu hikayeleri besledi.
Dünyanın her yerinden insanlar ilginç, bir o kadar da okunası senaryolar yazıyordu.
Şimdi biraz daha geriye gidelim; tarihler 18-27 Ekim 2019. Bu tarihler arasında Vuhan'da 7. Dünya Askeri Olimpiyatları düzenleniyordu.
17 Ekim’de ise 300 ABD askeri, olimpiyatlara katılmak için Vuhan’a gitmişti. Rivayetlere göre olimpiyat oyunları nedeniyle güvenlik önlemleri düşürülmüş, ABD askerleri rahatça Vuhan’a girmişti.
ABD askerlerinin 10 gün boyunca konakladıkları Vuhan Tianya 1911 Hotel ile Huanan Seafood Market arasındaki mesafe sadece 8 dakikaydı.
Alın size hikaye üreticileri için yeni bir bilgi. Üstelik çok kullanışlı bir enformasyon. Bu bilgi de günlerce kullanıldı ve virüsün bu kez ABD ordusu tarafından Çin’e sokulduğu iddia edildi.
Tarihler bu kez Mart 12’yi gösteriyor. Yani 4 gün önce. Yeni iddia üst düzey bir Çinli yetkiliden geliyordu.
Çin Dışişleri sözcüsü Lijian Zhao, “Salgını Vuhan'a getiren Amerikan ordusu olabilir” diyerek ilk kez Çinli resmi bir ağızdan iddianın güçlenmesini sağladı.
Sonra İran dini lideri Ali Hamaney de "biyolojik saldırı olabilir" dedi.
Ama Çin’in açıklamaları biyolojik saldırı iddialarından ziyade bu virüsün daha önce ABD’de görüldüğü ve enfekte olan ABD’li askerlerin Ekim 2019’daki olimpiyatlar sırasında Vuhan’a bulaştırdığıyla ilgiliydi.
Çin, ABD’den yapılan “Gripten öldüğü düşünülen bazı kişilerde koronavirüs tespit edildi” açıklamalarına dayanarak bu iddiayı dile getirmişti.
Peki gerçek böyle mi?! biyolojik bir saldırı var mıydı?
Ya da ABD’li askerler mi bu virüsü Vuhan’a taşımıştı?
Çin’in açıklamalarını nasıl okumak gerekiyor?
Çin bu iddiaları neden gündeme getirdi?
Aslında şu an ciddi bir propaganda savaşı yapılıyor. Zira bugünlerde bütün dünya salgından dolayı Çin’i suçluyor.
Çin’in tedbirsiz davrandığı, bilgi sakladığı konuşuluyor. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O’Brien da daha önce yaptığı açıklamayla, Çin’in salgını örtbas ettiğini iddia etmiş ve bu örtbasın dünyanın 2 ayına mal olduğunu dile getirmişti.
Öte yandan Çinlilere yönelik saldırgan tutumlar, nefret söylemleri dünyanın her yerinde artmış vaziyette. Olası tazminat iddiaları bile konuşuluyor.
İşte tüm bunlardan dolayı Çin hedef şaşırtmak istiyor olabilir ve Çin’in bu iddiaları virüs sonrası artan Çin karşıtı söylemlere yönelik atılmış bir adım olarak değerlendirilebilir.
Virüsle ilgili hemen hepimizin konuştuğu komplo teorileri kısaca bu şekilde.
Açıkçası ben virüsün doğal yollarla çıkmış olabileceğini düşünenlerdenim.
Çin’in son açıklamalarını da tamamen propaganda savaşının bir parçası olarak görüyorum. Fakat aklıma yatmayan ve kaçırdığımızı düşündüğüm nokta başka.
Biz bunları konuşurken, virüs sonrası dünyanın farklı bir yere çekilmek istendiğini göremiyor olabilir miyiz acaba?
Zira virüsün yarattığı korku abartılı noktalara varmış durumda. Üstelik bu korku günden güne daha da pompalanıyor. Hem de çok önemli kişiler tarafından.
Macron, daha genç kişileri etkileyecek ikinci bir dalgadan bahsediyor.
Merkel, Virüs Almanya’nın yüzde 70’ini etkileyecek ve çözümü yok diyor.
Boris Johnson, Virüs daha çok yayılacak ve sevdiklerinizi kaybedeceksiniz gibi açıklamalar yapıyor.
Bu sebeple, virüsün biyolojik bir saldırı olup olmadığını konuşmak yerine, "acaba aradıkları fırsatı buldular mı?" konusunu konuşabiliriz.
İnsanların tecride alıştırıldığı bir dönem yaşıyoruz. Dünyanın her yerinde kişisel özgürlükler bireylerin rızasıyla en asgari seviyeye indirilmiş durumda.
İnsan insandan korkar hale gelmiş, bütün ülkeler birbirilerine sınırlarını kapatmış vaziyette. Her ülke yavaş yavaş birer açık hava hapishanesine dönüyor.  
Toplum üzerinde devasa bir deney yapılıyor ve şu soruların cevabı aranıyor gibi:
İnsanoğlu neye dayanabilir ve ne kadar sıkıştırılabilir?
Komplo teorileri işi basitleştirir ve sulandırır fakat olayların sosyal sonuçlarına bakarak çıkarımda bulunmak ileriyi görmemizi sağlar.
İlk akla gelen sorulardan biri şu: Remote (uzaktan) çalışmaya mı hazırlanıyoruz?
2009-2010 yıllarında en revaçtaki konulardan biri geleneksel eğitim sisteminin sonuna gelindiği ve dünyanın buna hazırlanması gerektiğiydi.
Fakat bu tartışmalar belli bir süre sonra birden kesilmişti. Şimdi ise o gün olabilirliğini tartıştığımız konu bugün uygulamaya geçiyor.
Çin başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde online eğitimler başlamış vaziyette.
Virüsün bir diğer sonucu da geleneksel diplomasiye darbe vurması oldu.
Resmen sanal diplomasi çağına girmiş durumdayız.
Türkiye-İran heyetler arası görüşme Skype üzerinden gerçekleşiyor.
Çin Dışişleri sözcüsü basın toplantısını Wechat grubu üzerinden yapıyordu.
Birçok devlet adamı ve diplomat görüşmelerini yine dijital araçlar üzerinden gerçekleştirmeye başlamıştı.
Bununla birlikte dış entertainment neredeyse ölmek üzere. Bütün dünya online eğlenceye yönlendiriliyor.
Online oyunlar, sosyal medya hesapları, YouTube ve Netflix’ten müteşekkil bir dünya oluşturuluyor ve insanlık yavaş yavaş bu dünyanın içine hapsediliyor.
Üstelik tüm bunlar yapılırken, “bakın bu iyi ve faydalı bir şey, gelin bu sisteme geçelim" demiyorlar.
"Bu işe mecburuz, başka çaremiz yok" diyerek insanlara yeni sistemi dayatıyorlar.
Sonuç olarak, uzunca bir süredir uzaktan eğitim, uzaktan çalışma, online bir dünya yaratma ve insan gücünden çok makinaların etkin olduğu bir üretim süreci için çalışmalar bulunmaktaydı.
Ancak dönüşüm bir türlü hızlandırılamıyordu. Şu an yaşadığımız salgın bunu hızlandırmışa benziyor.
İlerleyen zamanlarda salgın bitecek dünya yeniden eski günlerine dönecektir; fakat salgının oluşturduğu sosyal ve siyasal sonuçlar kalıcı olacaktır.
9 notes · View notes
gulindede · 4 years ago
Text
2019-2020 bakiyesi
Pandemi sebebiyle yarıda kalmış sezonun geç kalmış bakiyesi :(
1. Ara, Proje Difüzyon, Okuma Tiyatrosu, 4 Eylül
2. The Chest Player, Fringe Festivali, 18 Eylül
3. Shakespeare Müzesi, Craft Tiyatro , Fringe Festivali, 21 Eylül  
4. Westend, DasDas, 27 Eylül, **buçuk
5. Kapıların Dışında, Yolcu Tiyatro, 7 Ekim, **buçuk
6. Marat Sade, Emek Tiyatrosu, 4 Kasım, **
7. İO, Studio Oyuncuları, 13 Kasım, *****
8. Traptown, İstanbul Tiyatro Festivali, 16 Kasım, ****
9. Her Yol Kuzeye Çıkar, İstanbul Tiyatro Festivali, 18 Kasım, ***
10. Evgeny Onegin, İstanbul Tiyatro Festivali, 22 Kasım, ***
11. Ionesco Dosyası, İstanbul Tiyatro Festivali, 23 Kasım, *****
12. Yangınlar, Nilüfer Belediye Tiyatrosu, 27 Kasım, **
13. Temiz Şehir, 30 Kasım, *****
14. Dansöz, Mek’an Sahne, 11 Aralık, ****
15. Yak Bunu, B Planı, 19 Aralık, **
16. Parrhesia, Kast, 21 Aralık, ****
17. Bahane, Koma Sahnesi, 25 Aralık *
18. Hipokrat, Toy İstanbul, 29 Aralık **
19. Gölge, Atlas Tiyatro Araştırmaları, 29 Aralık ***
20. An-Sızı-N , Bereze, 4 Ocak, ***buçuk
21. Pireli Varyete, Kadıköy Emek, 10 Ocak, ***
22. Kadar, Proje Difüzyon, 12Ocak *****
23. Sahibinden Kiralık, Biriken, 16 Ocak****
24. Kalabalık Duası,  Fiziksel Tiyatro Araştırmaları, 21 Ocak *****
25. Altın Elma, Olası İşler, 8 Şubat, ***buçuk
26. Aqua Minerale, Koma Sahnesi, 12 Şubat, **buçuk
27. Bunu kimseye Söylemeyin, Dulda Tiyatro,  20 Şubat ***
28. Evin Kokusu, Apartman Sahne, 24 Şubat, ***
29. Bir Dağ Masalı, Kadıköy Emek Tiyatrosu, 1 Mart, ***buçuk
30 Tanrının Eli, Two Two Production, 6 Mart *
31. Baba, Pürtelaş Tiyatro, 10 Mart, ***
Çocuk oyunları 1. Happy Manif, Attafest, 24 Kasım, 
2. Robot Pinokyo, Talimhane, 12 Ocak ****
3. Canavar mı yok mu?, Ginko Tiyatro, 19 Ocak *****
4. Bayan Kostak ve Kuzgun, Kronotop, 22 Şubat, ****
1 note · View note
ilmisuffa · 5 years ago
Text
Tumblr media
1933 - 2019
KADİR MISIROĞLU KİMDİR?
1933 yılı Ramazan-ı Şerifi’nin yirmiyedisinde yani “Kadir Gecesi” seher vakti Dünya’ya gelmişim. O saat mahallemizin Câmii Şerifinde âdet üzere “Seher Mukabelesi” okunuyormuş. Bu mukalebeyi takib etmekte olan babamın kulağına o anda müjdeyi fısıldamışlar ki, tam “Sûre-i Kadir”okunuyormuş. Bu sebeple ismimin “Kadir” olarak konulmasını gönlünden geçirmiş.
Doğduğum ev Akçaabat’ın Dürbinar (1) Mahallesi’nin “Dere Mahallesi” denilmekle mâruf semtinde iki katlı, ahşap kağgir karışığı bir evdi. Hâlâ ayakta olan bu ev ailenin köyden şehre indiğinde yerleşmiş olduğu ilk evdir. (2)
İsmimin Kadir olarak konulmasına babaannem itiraz etmiş ve Dedemin adını bana vermekte direnmiş, Dedemin adı aslında Kâzım‘mış. Fakat güzellik ve yakışıklılığından kinaye “Paşa, Paşa…” diye sevilirken Kâzım unutulup Paşa umûmileşmiş.
Bundan dolayı babaannemi de tatmin maksadıyla bana “Kadir Paşa” adını vermişler. Lâkin babam bu ismi nüfusa Paşa’sız olarak kaydettir miş. Esasen bir yıl sonra da çıkarılan bir kanunla paşa sözü diğer bir çok elkabla birlikte yasaklanmıştır. Buna rağmen, mahallede hep “Kadir Paşa” olarak anılagelmişimdir.Dedemin mezarı Dürbinar mahallesindeki aile kabristanı-mızdadır. 1975 yılında vefat eden babam 1991 sonlarında vefat eden vâlidem ve diğer akrabalarımız da orada yatmaktadır. (3)
Vâlidem Sâriye Hanım da ebâecdad Akçaabatlı olup kazanın en eski ve mâruf âilesi“Hacısâlihoğulları” ndandır. (4)
Vâlidemin anlattığına göre hiç ana sütü emmediğimden, çocukken gâyet cılızmışım. Hatta bu sebeble dört yaşına kadar yürüyememişim. Bir gün kapıya gelen dilenci kılıklı biri Vâlideme:
” – Bu çocuk neden hep oturuyor?”diye sormuş. vâlidem de cılızlıktan yürüyemediğimi izah edince adam:
” – Siz buna bir kurban kesiniz, kurbanın kanıyla kendisini belden aşağıya yıkayınız, kan vücûdunda üç gün kalsın. Üç gün sonra normal su ile yıkayıp kanları temizleyiniz. Allah (c.c.)’ın izniyle yürür!..” demiş.
Vâlidem kendisine bi, ikram için odaya girip çıktığında kapıdaki bu zatın kaybolduğunu görmüş. Bu işte bir fevkalâdelik olduğunu düşünerek o gün adamın dediğini yapmış ve böylece yürümüşüm.
KADİR MISIROĞLU'NUN EĞİTİM HAYATI
Cılızlığım sebebiyle yedi yaşıma bastığımda mektebe gönderilmedim. Bu husustaki yalvarmalarım fayda vermedi. Bir yıl sonra yani, sekiz yaşında Akçaabat Merkez İlk Mektebi ‘ne başladım. İslâm aleyhtarlığının en şiddetli bir sûrette yürütüldüğü zamandı. Mektebe başlamadan önce Kur’an Hocası’na gitmiştim. Hocanın defaatle Jandarmalar tarafından basılması yüzünden, ancak bir hatim indirebildim.
İlk tahsilimi tamamıyla bu Merkez İlk Mektebi ‘nde bitirdim. O sene kazamızda bir ortamektep yapılmasına başlanmış fakat bitirilmemişti. Babamsa beni okutmak istemiyordu. Bu sebeble devre arkadaşlarımdan bazıları orta mektep tahsili için Trabzon’a gittikleri halde, babam beni bir terzi yanına çırak olarak verdi. Fakat benim böyle bir işle vakit geçirmeye hiç de niyetim yoktu. Bu bakımdan sık sık terzi dükkânından kaçıyordum. O sıralarda başta Hz. Ali cenkleriyle ilgili kitaplar olmak üzere, ne bulursam okuyordum. O derece ki, her an elimde kitap bulunduğundan söylenen söz kulağıma girmez, bana havale edilen işleri yanlış yapardım. Bir gün böyle bir halime kızan vâlidem biriktire-bilğidim bütün kitapları avluya dökerek yakmıştır. Bu kadar anormal okuma hevesimin sonunda şuurumun bozulacağından korkuyorlardı.
Ertesi yıl ortamektep ikmal edildi. Talebeler kaydolmaya başladılar. Babam beni okutmamak için hâlâ direniyordu.
” – Bir tek oğlum var, okuyup da memur olur giderse ocağım söner” diyordu. Lâkin sağın, solun zorlaması, hocalarımın baskısı neticesinde O’nun mukavemetini kırabildik. Böylece yirmibir numara ile Akçaabat Orta Mektebi‘ne en son kaydolan bir talebe olabildim.
BÜYÜK DOĞU İLE TANIŞMASI
O yıl (1947) Büyük Doğu ile tanıştım. İlk mektepten itibaren parlak bir talebeydim. Hocalarım beni el üstünde tutarlardı. Hariçten ne bulabildimse okumam sebebiyle dâima sınıf arkadaşlarımın üstünde bir seviyem vardı. Büyük Doğu, CHP, M. Kemal Paşa ve inkılâplara bakış açımın teşekkül etmesinde mühim bir merhale oldu. Esasen öteden beri evimizin dindar havasında bunlar menfur ilân edilmiş olduklarından bende, bu istikamette bir temâyülün ilk nüvesi mevcuttu.
Hafta sonları, Trabzon’a gidip gelmeye başladım. Trabzon lisesi’nde ve Trabzon Muallim Mektebi’nde bazı milliyetçi arkadaşlar edindim. Bunlar vasıtasıyla Sebilürreşad ve Serdengeçti mecmualarından haberdar oldum.
O sırada güdümlü demokrasi mücâdelesinin hızlanmasıyla dindar insanlar da milliyetçilik adı altında yavaş yavaş fikirlerini izhar etmeye başlamışlardı. Bu sebeple üç-beş sayı çıkıp batan birkaç sayfalık gazete ve dergiler görülüyordu. Bunların her birinden birşey kapmışımdır.
1950 yılında Trabzon Lisesi’ne başladığım zaman, şahsiyet ve fikirlerim ana hatlarıyla tebellür etmiş bulunuyordu. Kendime göre fikrî bir muhitim de vardı. Sık sık anma günleri yapar, Mehmed Akif, Kâzım Karabekir ve hatta Mareşal Fevzi Çakmak için bile mevlüd okutmaya kadar varan, alâkalar içinde davayı terennüm etmeye çalışıyordum ki; bunlardan bazıları mahallî gazetelere de aksetmiştir.
Bu sırada dört küçük milliyetçi teşekkülün birleşmesiyle vücud bulan “Türk Milliyetçiler Derneği”nin Akçaabat Şubesi’ni açtım ve 1953 yılında DP hükümetince basit bir bahane ile kapatılıncaya kadar başkanlığını deruhte ettim. En yakın arkadaşım bilâhere 27 Mayıs İhtilâli hengâmmda öldürülen Özdemir Kazancıoğlu idi. O’nunla gece gündüz beraberdik.
İSLÂMÎ MÜCÂDELE BAKIMINDAN DÖRT FIRTINALI YIL
Trabzon Lisesi benim için islâmî mücâdele bakımından dört fırtınalı yıl olarak geçmiştir. O zamanlar liseler dört yıldı. Heyecan ve asabiyetim had safhada olduğundan, nasıl olup da o mektebi bitirebildiğime hâlâ şaşarım.
1953 yılında İstanbul’un Fethi’nin beş yüzüncü yıldönümü dolayısıyla yapılan kompozisyon yarışmasını kazanarak bir güzel dolmakalem mükâfat olarak aldım.
Bütün lise hayatım boyunca iki dindar hocayla karşılaşabilmişim. Bunlar coğrafya muallimi merhum İsmail Hakkı Berkmen ile halen hayatta olan Ahmet Saka Bey’lerdi. İdâre ve müdürümüz dindarlık ve milliyetçiliğe haşin bir sûrette karşıydı. Bundan dolayı pek çok kereler disiplin kuruluna girip çıkmak mecburiyetinde kalmışımdır. O zaman olgunluk imtihanı dört dersten yapılırdı. Sualler Bakanlıktan gelirdi. Yolda imtihanların birini kaçırmıştım. Diğerlerini Giresun’da vermiştim. Kaçırdığım imtihan için 1954 Ekimi’nde Erzurum’a gittim. Bu dersin imtihanını da Erzurum Lisesi’nde vererek nihâyet lise mezunu olabildim.
Lâkin lise devremdeki mücadeleler tâfsilatıyla okunmaya değer mâhiyet-tedir. Davamızın o günkü şartlarının anlaşılması bakımından hâiz-i ehemmiyet olan bu devreyi, çeşitli yönleriyle anlatan “Geçmiş Günü Elerken I-II” serlev-halı esere bakılabilir.
FAKÜLTE DÖNEMİ
Artık yüksek tahsil için İstanbul’a gitmem gerekiyordu. Babamın bu husustaki muhalefetini bertaraf etmek kolay olmadı. O sırada mahallemizde bir kız delirmişti. Okuma arzusuna set çekildiği için delirdiği şâiası babamı biraz yumuşatır gibi oldu. Lâkin para vermeyerek Akçaabat’tan ayrılmamı önlemeye çalışıyordu. Zavallı anacağım aynı zamanda terzilik eder, şuna buna dikiş dikerdi. Yediyüz lira para biriktirmiş imiş. Bunu bana verince, son müşkül de hallolmuş oldu.
Üç günlük bir vapur yolculuğundan sonra 6 Ekim 1954′te İstanbul’a ayak bastım. Her taraf bayraklarla donatılmıştı. İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluş yıldönümü imiş. Boğazı hayranlıkla seyrederek Galata’da karaya ayak bastım. Bir müddet Edirnekapı’daki eniştemin yanında, bir müddet de Fatih Sarıgüzel’deki babamın teyzesi yanında kaldım. Hukuk Fakültesi’ne kaydımı yaptırarak bilahere Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti‘nin Soğanağa semtindeki yurduna yerleştim.
Fakülte hayatım lisedekinin birkaç katı daha hareketli ve mücâdeleli geçti. Bunun bir kısım tafsilâtını da yine “Geçmiş Günü Elerken” adlı eserimde bulabilirsiniz. Ehemmiyetli olanı bir taraftan çalışarak, diğer taraftan da okumak sûretiyle fakülteyi yürütmüş olmam ve dava için uğraşmaktan bir an bile geri durmamamdı. Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti‘nin yurdundaki ikâmetim bir yıl sonra o cemiyetin başkanlığını yapmamı ve bu başkanlıkta yurtçuluk mes’elesini öğrenmemi intaç eylemiştir. Üniversite talebeliğim esnasında yedi talebe yurdu açıp çalıştırmışımdır ki bunların en meşhurları “Vefa”, “Seyhan”, “Karadeniz” ve “Yıldız” Talebe Yurdlarıdır. Dava yönünden genç insanlarla meşgul olmak için en müsâid müessesenin yurd olduğunu ilk keşfeden benim, desem herhalde yanlış olmaz, o derecede ki mâhud dönme Ahmed Emin Yalman o tarihlerde vatan gazetesinde bu faaliyetimden dolayı aleyhime bir baş yazı yazmıştır.
EVLİLİK HAYATI
1961 yılında Aynur (Aydınaslan) ile evlendim. Sırasıyla Abdullah Sünusi (1963) Fatıma Mehlika(1965) Mehmed Selman (1973) isimli üç çocuğumuz oldu.
HUKUKÇULUKTAN TARİHÇİLİĞE
Fakülte yıllarından itibaren neşriyat ve konferanslar vermeyi hızlandırarak hukukçuluktan çok tarihçiliğe meylettim. Yakın tarihimiz üzerindeki araştır-malar daha çok alâkamı celbediyordu. Vâsıl olduğum kanaatleri, izhar ve ifadenin kanûnî güçlüklerine rağmen yazıp söylemekten geri kalmadım. Daha önceleri çeşitli mecmua ve gazetelerde çoğu müstear adlarla yazılar yayın-lamıştım. Öz adımla matbuat âleminde ilk görünüşüm 1948 yılındadır. Bu çocuksu bir şiirdir ve Yeni Polathane Gazete’sinde yayınlanmıştır. Polathane, Akçaabat’ın eski adıdır. Fakülte yıllarımda merhum İlhan Darendelioğlu‘nun çıkarmakta olduğu Toprak Dergisine de Mehmed Meriçgiller nâm-ı müsteari ile birkaç yazı yazmıştım.
İlk eserim Lozan Zafer mi, Hezimet mi ? adlı araştırmanın birinci cildidir. İlk tabı 1964 yılında yapılmıştır. Aynı yıl “SEBİL YAYINEVİ”ni kurmuştum. Bu eser yayınevinin ilk kitabı oldu.
İSTANBUL MİLLİ TÜRK TALEBE BİRLİĞİ “HARF İNKILÂBI” KONFERANSI
1970 yılı ocak ayında İstanbul Milli Türk Talebe Birliği‘nde “Harf İnkılâbı” ile alâkalı bir konferansım dava mevzuu yapılarak hakkımda Eski-şehir Örfî İdare Askerî Mahkemesi‘nce yedi sene hapis beş sene amme haklarından men ve yirmi ay sürgün cezası verilmiştir. Hem kanunî ikamet-gâhım ve hem de konferansın verildiği yer İstanbul olduğu halde, Eskişehir’in bir selâhiyet tecâvüzü ile bu davaya bakmasındaki garabet ve hukukun de-faatle nasıl çiğnenmiş olduğunu göstermek için ciltler dolusu yazmak gerekir. Şâhidlerin hapsedilmesinden tutunuz da, askerî şahısların kendi fiilleri ha-kkında şahid olarak dinlenmelerine ve hatta önce beraat olarak yazılmış olan kararın kumandan İrfan Özaydınlı’nın baskısıyla yırtılıp yedi sene hapse tahvil edilmesine kadar nice nice kanunsuzlukların sergilendiği bu macerayı – inşallah – müstakil bir eser halinde kaleme alacağım.
Hükmedilen cezanın infazı Eskişehir Sivil Cezâevi‘nde başlayıp İstanbul Sağmalcılar Cezaevi, ve Bakırköy Akıl Hastahânesi Adlî Servis merhale-lerinde geçtikten sonra Cerrahpaşa Hastahânesi Psikiyatri Kliniği‘nden 1974 Yılı Mayısında çıkarılan umûmî afla nihayete ermiştir. Lâkin bu benim ilk hapse-dilişim değildir. Merhum Necip Fazıl Bey‘le yakınlığım dolayısıyla resmî bir sürü istintak geçirmiş ve nihayet 27 Mayıs 1960 İhtilâli’nden sonra hapsin hem de “Kızgın Askerler”kontrolündeki en şiddetli nev’ini tatmıştım. Aziz Nesin‘le Nâdir Nâdi arasındaki bir kalem münakaşasından başlayıp garip şekiller geçir-dikten sonra benim Bursa’da Çekirce Kaplıcaları‘ndan alınıp İstanbul’a getirilmem, İstanbul Harbiye Binasındaki hücrelerden birine hapsedilmem, bilâhere Balmumcu Askerî Kışlası‘ndan tahliye edilmemle ilgili tafsilât da müstakilen yazılmaya değer mâhiyettedir.
SEBİL YAYINEVİ NE ZAMAN KURULDU?
1964 yılında “Sebil Yayınevi“ni kurup kendimi tamamen neşriyata verdim. 1970 yılında Harf İnkılâbı ile ilgili mezkûr konferansım yüzünden, mâruz kaldığım hapsedilme macerasından sonra yine aynı işe devam ettim ve 1976 yılı başından itibaren haftalık olarak Sebil Dergisi‘ni çıkarmaya başladım. Bu dergideki yazılarımdan dolayı kısa bir müddet sonra hakkımda M. Kemal Paşa ile ilgili mâhud kanun ve 163. maddeye istinaden sayısız dava açılması üzerine yeniden hapse girmeyi bertaraf etmek ümidiyle 1977 umûmî seçimlerinde MSP’den Trabzon mebus namzedi oldum. Listede ikinci sıraya konulmam sebebiyle kazanamadım. Ertesi yıl aynı partiden İstanbul senato namzedi oldum. Yine ikinci sıraya konulmuş olduğum için kazanamadım.
GURBET HAYATI
1978 yılında MSP Merkez Umûmî Heyeti‘ne (Genel idare Kurulu) seçildim. Bu vazifedeyken 12 Eylül 1980 İhtilâli oldu ve 13 Ekim 1980 tarihinde bütün merkez Umûmî Heyeti hakkında tevkif kararı verildi. Bunun üzerine hakkımda daha evvel açılmış olan davaların, MSP davasıyla birleşmesinden doğacak psikolojik ağırlıktan kurtulmak isteyen bazı arkadaşlarımızın ısrarı sebebiyle yurtdışına çıktım, Almanya’da ikâmet hakkım olduğundan Frankfurt’a yerleştim.
Böylece vatan-ı azizimden ayrıldığım zaman, arkada otuzdan fazla ağır cezalık dava bırakmış durumdaydım. Bilâhere çoluk çocuğumu yanıma getirttim. Almanların benden gayrısına oturma müsâdesi vermemesi üzerine, hep birlikte İngiltere’ye geçtik.
Gurbete hazır değildim. Mâlî imkânlarım mahduddu. Bu sebeble gâyet sıkıntılı bir gurbet çilesi içinde boğuşurken 1983 yılı başlarında gazete, radyo ve televizyon anonslarıyla yurda dönmeye dâvet olundum. Dâvete icabet etmediğimden bilâhere Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı‘ndan tard edildim. Bu sebeble İngiltereden siyasî iltica hakkı istedim. Bunun için 7 Eylül 1983 tarih ve 18158 numaralı kararın yayınlandığı Resmî Gazete’yi göstermem kâfî geldi. Daha sonra ecdaddan kalma gayri menkullerim hazinece haraç – mezat sattırıldı. Bu yetmiyormuş gibi 1984 yılında da kitap depomuz yaktırılarak iktisaden çökertilmem için elden geleni yaptılar.
Çoluk çocuğumla Londra’da oturmaktayken geçimimi sağlayacak bir iş kuramadığımdan bir buçuk yıl sonra iş ve geçim mecburiyeti beni tekrar Almanya’ya dönmeye zorladı. Böylece “Gurbet İçinde Gurbet” denilebilecek bir çile çemberi içinde günlerimi geçirmek kaderimin garip bir cilvesi olmuştur.
1991 Yılında çıkarılan Terör Kanunu” ile TCK.ndan mâhud 163.madde çıkarılınca aziz vatana avdet edebildim.
Dipnotlar
(1) Aslı güzel kaynak sularından dolayı Dürpınar yani Incipınar olan bu kelime, zamanla Dürbinar’a dönüşmüştür.
(2) Ailemizin ebâecdad yaşamakta olduğu Lefka (Çınarlı) Köyün’den şehre inişinin garip bir hikâyesi vardır:
Dedem Paşa Efendi ile diğer erkek kardeşi Mehmed yetim kalmışlar. Babaları, dedeleri hayattayken öldüğünden, Hanefi fıkhına göre mülkten halefiyet tarikiyle bir hak alamadıkları için henüz çocuk denecek yaşta köyü terkedip şehre inmişler. Dedem fevkalâde zeki, çalışkan bir gençmiş. Kardeşiyle bir likte seyyarlıktan başlayarak ticâret hayatına atılmışlar. Bir ara kazanın mâruf zenginlerinden Hacı Mesud Efendi ile birlikte çalışmış, sonra ayrılmışlar ve çok ilerlemişler. O derece ki, son derece zeki ve çalışkan bir kimse olan Dedem 1930 yılında genç yaşta vefat ettiği zaman kazanan en ileri gelen zengin lerinden biriydi.
Dedemin Osman adındaki babası ise, vefat ettiği Galamina (Söğütlü) Köyü’nde medfundur. Mezarı köyün, eski Trabzon şosesi kenarındaki kabristanındadır. Daha evvelki cedlerimiz tabiatıyla hep Lefka (Çınarlı) Köyü’nde yatmaktadırlar.
Ben doğduğumda babam Eyüp Sabri Bey kendisine babasından kalan ticaret işlerini yürütüyordu. Dedem vefat ettiğinde O pek genç bir yaşta bulunduğundan işleri iyi yürütememiş, bilâhere – birazda – ikinci Cihan Harbi’nin karaborsayı umûmîleştiren, ticari ahlâkı bozan tesirleri yüzünden ticareti terkedip tamamen dinî bir hayat yaşamaya koyulmuştur. Fevkalâde dürüst bir insan olan babam, daha sonra meslek olarak müezzinlikte karar kılmış ve kazamızdaki Yeni Câmi’den emekli olduktan sonra 1975 yılı 29 Mayıs’ında rahmet-i Rahmana kavuşmuştur.
(3) Bir emrihak vâki olursa, ben İstanbul’da Yahya Efendi Dergâhı ile Eyüp Sırtları arasında muhayyerim. Bu iki yerden birine defnolunmak isterim. Tabiî hangisi mümkün olursa. Aksi halde, ben de Akçaabat’taki âile kabristanımıza defnolmak isterim.
(4) Akçaabat’ın ebâ ecdad yerlisi olan vâlidem hem ana tarafından ve hem de baba tarafından varlıklı bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Babası Hacı Salihoğullanndan Küçük Mustafa Ağa’nın oğlu Ahmed Efendi nâmıyla yâd edilen çiftlik, çubuk sahibi bir insandı. Annemin annesi, hacdan gelirken Samsun dolaylarında vapurda vefat etmiş olan Gümüşhane’li zade Hacı Emin Efendi’nin kızı Münşine Hanım’dı. Anneannem Muhsine Hanım babasının bu suretle ölümüyle kundakta yetim kalmış, ailenin tek çocuğu imiş. Annesi Gülizar Hanım bu tek evlâdına üveylik sıkıntısı çektirmesin diye bir daha evlenmemiş ve Muhsine Hanım’ı hizmetçilerle çok nazlı bir suretle büyütmüş. Kaderin cilvesini bakınız ki; Muhsine Hanım da birisi annem olmak üzere üç yetim kız çocuğu bırakarak genç yaşta doğum esnasında vefat etmiş. Dedem, yani Mustafa Ağa’nın Ahmet Efendi Muhsine Hanım’ın vefatından sonra tekrar evlenmesiyle annem ve kardeşleri yetimliğin bütün ızdırabını en şiddetli bir şekilde tatmışlardır. Şehirde koca konaklan varken bu üç yetim kız çocuğu kasden köyde tutulmuş. Eski ve yeni, yazı veya Kur’an-ı Kerim nâmına her hangi bir şey öğrenmelerine imkân verilmemiştir. Bu sebeple bir çile çemberinden geçerek büyüyen vâlidem.biraz da kendi fıtratının iktizası olarak emsalsiz bir görüş, seziş, ahlâk, zekâ, feraset sahibiydi. O derece ki; birkaç üniversite bitiren bile O’nun eline su dökemezdi!… Vâlidemin üç kız kardeşime mukabil, tek erkek çocuğu olduğum için bana muhabbet ve düşkünlüğü çok aşırı idi. Ehl-i takva ve ehl-i tarik olan bu mübarek insanın bana düşkünlüğü ihtimal Rabbin “rakiyb”ismi şerifinin tecellisini davet etmiş ve O benimle hemen hemen hiç beraber olamamıştı. Kırk yıldan bu yana ancak iki üç yılda bir o da bir kaç günlüğüne yüzümü görebilen vâlidemle belki ancak kırk gün beraber olabilmişimdir. 12 Eylül hengâmından sonra, tam “yedi sene” gitgide katmerleşen bir hasretle zaman zaman hastalanıp yataklara düşen vâlidem bir defasında bizi cidden korkutacak bir şiddetle rahatsızlandı.
Büyük oğlum Abdullah Sünûsi, doğup büyüdüğüm cennet misali Akçaabat ve beş yüz yıl “Hilâfet-i İslamiye”ye makarr olmuş İstanbul ve bütün sevdiklerimle birlikte ve bilhassa vâlidemden de ayrılışın yedi yıllık hikâye ve blançosu kâğıda sığar bir facia değildir. Nihayet 1987 yılında büyük oğlum Sünûsi ile birlikte O’nu da az bir müddet Avrupa’da görebilmek, elini öpebilmek nasip olduğu için Cenab-ı Hak’la nihayetsiz hamd-ü senalar olsun!… 22 Haziran 1991 de vatana avdetimden tam altı ay sonra Rahmet-i Rahman’a kavuşan vâlidem, hayatta hiç kimsede müşahede edemediğim bir mânevi kemâl ve keramet sahibiydi. Üzerimde hak ve fazilet nâmına ne varsa, önce Rabbin lütuf ve ihsanı, sonra da bu mübarek kadının duası ve bereketiyledir. Mevlâ rahmet eyleye!…
KADİR MISIROĞLU'NUN ESERLERİ
Amerika'da Zenci Müslümanlık Hareketi/ Kadir Mısıroğlu
Âşıklar Ölmez!.. / Kadir Mısıroğlu
Barbaros Hayreddin Paşa (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Doğru Türkçe Rehberi yahud Bin Uydurma Kelimeyi Boykot / Kadir Mısıroğlu
Bir Mazlûm Pâdişah: Sultan Abdülaziz/ Kadir Mısıroğlu
Bir Mazlûm Padişah: Sultan Abdülhamid / Kadir Mısıroğlu
Bir Mazlûm Padişah: Sultan Vahideddin /Kadir Mısıroğlu
Cem Sultan’ın Papağanı (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Cemre (Şiirler) / Kadir Mısıroğlu
Düzmece Mustafa (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Filistin Dramı'nın Düşündürdükleri / Kadir Mısıroğlu
Geçmiş Günü Elerken C-I / Kadir Mısıroğlu
Geçmiş Günü Elerken C-II / Kadir Mısıroğlu
Geçmişi ve Geleceği ile Hilâfet / Kadir Mısıroğlu
Gurbet İçinde Gurbet / Kadir Mısıroğlu
Hayat Felsefesi Yâhud Yaşamak Sanatı /Kadir Mısıroğlu
Hicret: Aziz vatandan ayrılışın hikâyesi/ Kadir Mısıroğlu
İslam Dünya Görüşü / Kadir Mısıroğlu
İslâm Yazısına Dair / Kadir Mısıroğlu
İslâmcı Gençliğin El Kitabı / Kadir Mısıroğlu
İthaflı Fıkralar / Kadir Mısıroğlu
Kanlı Düğün (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Kavuklu İhtilâlci: Şeyh Bedreddin (Tarihî Roman) /Kadir Mısıroğlu
Kırık Kılıç (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücâhidler / Kadir Mısıroğlu
Lozan Zafer mi, Hezimet mi? C-I / Kadir Mısıroğlu
Lozan Zafer mi, Hezimet mi? C-II / Kadir Mısıroğlu
Lozan Zafer mi, Hezimet mi? C-III / Kadir Mısıroğlu
Macar İhtilâli / Kadir Mısıroğlu
Makbul ve Maktul İbrahim Paşa (Tarihî Roman) /Kadir Mısıroğlu
Malkoçoğlu Kardeşler (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Mimar Koca Sinan (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Moskof Mezâlimi / Kadir Mısıroğlu
Muhtasar İslam Tarihi I / Kadir Mısıroğlu
Muhtasar İslam Tarihi II / Kadir Mısıroğlu
Muhtasar İslam Tarihi III / Kadir Mısıroğlu
Musul Mes'elesi ve Irak Türkleri / Kadir Mısıroğlu
Osmanoğulları'nın Dramı - 50 Gurbet Yılı - / Kadir Mısıroğlu
Of Lala (Masal) / Kadir Mısıroğlu
Osmanlı Tarihi I / Kadir Mısıroğlu
Osmanlı Tarihi II / Kadir Mısıroğlu
Osmanlı Tarihi III / Kadir Mısıroğlu
Perili Köşk (Masal) / Kadir Mısıroğlu
Piri Reis / Kadir Mısıroğlu
Sokollu Mehmed Paşa (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Tarihten Günümüze Ermeni Meselesi ve Zulümler / Kadir Mısıroğlu
Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri C-I / Kadir Mısıroğlu
Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri C-II / Kadir Mısıroğlu
Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri C-III / Kadir Mısıroğlu
Trabzon Meb'usu Şehid-i Muazzez Ali Şükrü Bey / Kadir Mısıroğlu
Uzunca Sevindik (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Üç Hilâfetçi Şahsiyet / Kadir Mısıroğlu
Üstad Necip Fâzıl'a Dâir / Kadir Mısıroğlu
Veli Bayezid’in Bedduası (Tarihi Roman) / Kadir Mısıroğlu
Yunan Mezâlimi - Türk’ün Siyah Kitabı - / Kadir Mısıroğlu
Zağanos Paşa (Târihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Zoraki Âsi - Şehzâde Bâyezid - (Tarihî Roman) / Kadir Mısıroğlu
Altı Oku İslâmî İmanın Altı Şartı Yerine Konulmak Üzere İcad Edilmiş Olan: CHP'nin Günah Galerisinden Sayfalar / Kadir Mısıroğlu
Asrın İhâneti: Paralel Yapı veya F. Gülen'in Günah Galerisinden Sayfalar / Kadir Mısıroğlu
Özlü Sözler "Akıllı Adamlar İçin" / Kadir Mısıroğlu
Kırk Bir Görgü Şahidinden Naklen Benden Tarihe Haberler / Kadir Mısıroğlu
KADiR MISIROĞLU'NUN MEZARI NEREDE
Kadir Mısıroğlu'nun kabri Üsküdar'da Mehmet Nasuhi Camii avlusunda bulunmaktadır.
Tunusbağı cad. Nu: 16 (Doğancılar Parkı karşısı) Doğancılar, Üsküdar – İstanbul
3 notes · View notes
muhtelifkrizler · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Bu iş nasıl başladı? Yıllardır evde birileriyle yaşadım, ilk olarak ailemle sonra üniversitede 4 kişilik yurt odasında. Son olarak da üç kişilik öğrenci evi :) O dönemde de evde tek kalmak durumunda kalsam hep başka arkadaşlarım yanıma gelir ya da ben onlara giderdim, çünkü asla yalnız kalamaz korkardım. Genel olarak pek çok korkuları olan biriydim zaten. Biriydim diyorum ta ki yalnız yaşamak zorunda kalana kadar. 2018 Haziran ayında erkek arkadaşımla yaşamaya başladık. Yani bayadır beraber yaşıyorduk zaten ancak bir ev arkadaşımız daha vardı. Sonra mezun olup başka şehirlerde iş bulmaya başladık ama biz Ankara'da kalmaya devam ettik erkek arkadaşımla. Her şey yolunda giderken erkek arkadaşımın Bodrum'da iş bulmasıyla oraya taşınmak durumunda kalması benim işimin ise Ankara'da olmasından dolayı ayrı yaşamaya başladık. Ekim 2019. O zamandan bu yana yalnız yaşıyorum. İlk günler işten eve döndüğümde ne yapacağımı düşündüm. Her akşam için motivasyonum eve geldiğimde kendime yemek ya da kek yapmak oldu. Bu dönemde akşamlarımı motive kılacak tek aktivitem yemek yapmak oldu. Zamanla kendimle baş başa kalınca zamanımı nasıl iyi hissedeceğim şeyler yaparak doldurabileceğimi öğrenmeye başladım. Ama çoğunlukla yemek yapmak, şarap ve puro içmek oldu. Puro da bir arkadaşımın bende  2 paket bırakmasıyla oldu gidip kendim de almadım yani :) Neyse önce kek yaptım, sonra hamurla uğraşayım elim deysin istedim hamur açtım ev yapımı ravioli denedim. Makarna kesme makinem falan tabii ki yok, oklavam bile yok. Bir tane oyuncak gibi bir merdanem var onunla bastıra bastıra hamur açıyorum. İlk denemelerde hamurlar biraz kalın oldu tabi ama baya lezzetli geliyor ne yapsam, ilk defa kendim yapıyorum diye herhalde. Sonra bir gün dedim ki vejetaryen içli köfte yapayım. Normalde Kızılay'da Dr. Falafel'den söylerdik vejetaryen içli köfte, aşırı güzel yaparlar. Ama hem evde zaman geçsin hem de dışarıdan söyleyip para vermeyeyim diye kendim yapmaya giriştim. Bence yine baya iyi oldu, içi de dışı da :) Yine muhtemelen olması gerekenden biraz kalın olmuştur dışı ama arkadaşlarıma da tattırdım gayet beğenildi. Neyse böyle böyle farkettim ki ben yemek yapmayı seviyorum. Güzel masalar kurup güzel yemekler yiyip yanında arkadaşlarınla içebileceğin dev masalar seviyorum ben dedim. O zamandan bu zamana tatlı tuzlu sıcak soğuk yemekler yapmaya başladım evde. Böylece iş görüşmesine gittiğimde hobi olarak yemek yapmak da diyebiliyorum ahahaha ne kadar boş biriymişim ya 27 yaşında bir hobimi keşfettim.
Kısacası ben yıllardır evde yalnız kalma korkusu yaşamış, yurtta kalırken bile milletten birkaç gün erken geldiysem yurtta çok az kişi var diye korkup yine arkadaşlarımın evine kalmaya gitmiş, akşam geç saatte eve girerken içi ürpermiş bir tip iken, bir şekilde zorunda kalınca gayet de tek başına kalabilen birine dönüştüm. Bu krizi fırsata çevirdim bir de yemek yapma hobisi kazandım. Yalnız başına olmanın aslında baya iyi yönleri olduğunu da keşfettim. Bazen eve geldiğimde telefonda insanlarla uzun uzun konuşmak bile istemedim, kendimle zaman geçirmek için. Neler yaptım bunun dışında, ev için alışverişler yaptım, mutfak rondosu vs öyle şeylerim yoktu onu ısmarladım kendime. Bir kaç kaktüs aldım, evin şeklini değiştirdim, kitaplığı yan yatırdım başka türlü bir hale soktum, bir yığın kitap daha aldım. Hep alıştığım şeylerin dışına çıktım ve kendimi zorladım biraz da. 
Bu iş nasıl başladı diye girdim yazıya, bu iş dediğim yemek aslında. Şimdilerde beyaz yaka hayatımdan nasıl kurtulurumun yollarını arıyorum. Ulan acaba bu şekilde yemek yaparak yardırsam kurtarır mıyım paçayı diyorum, her beyaz yakanın hayali gibi bir mekan açıp kurtulma çabası yani. Muhtemelen olmaz :) Ama olsun be biz de kendimizi iyi hissetmeyelim mi arada, yazalım bir yerlere insanlarla konuşmak istemediğimiz mevzuları, nedir yani :) 
Ben burada işten eve döndüğümde gün içinde kafamı attıran insanları unutmak kendimi daha iyi hissetmek için evde yaptığım yemekleri paylaşmaya, duygu durumumu aktarmaya ve varoluşsal krizlerime cevap araken kendi kendime yaptığım konuşmaları yazmaya geldim.
Umarım hoşgelmişimdir, gelmediysem de benim canım sağolsun be!
Haydi görüşürüz :)
1 note · View note