#24 Şubat 1918
Explore tagged Tumblr posts
Text
Berat Kandilimiz mübarek olsun
ve Trabzon'un kurtuluşu kutlu olsun :)
89 notes
·
View notes
Text
Kemalistlerin Cevap Veremediği
46 Can alıcı soru..?
1- okuduğu ilkokulda (şimon zwi mektebi) sadece yahudilerin okuyabildiğini biliyormusunuz..??
2- soyu bellisizdir.. dedesi nenesi amcası dayısı teyzesi veya kuzenleri NEDEN yoktur..??
3- kimliğinde mustafa yazmaz.. kAmal atatürk yazar.. mustafa ismini neden red etmiştir.. kemal yerine NEDEN kAmal yazdırmıştır..??
4- cenazesi NEDEN yahudi masonik nizam töreni yapılmıştır..??
5- anıtkabiri yapan mimar NEDEN yahudidir..??
6- anıtkabir NEDEN mason tapınaklarına benzetilmiştir...??
7- israilde neden büstü bulunur ve büstün altında NE yazar..?? israile anıtın hangi gerekçe ile dikildi..??
8- son meclis konuşmasında kur'anı kerim için NEDEN gökten indiği sanılan kitap demiştir..??
9- peygamber efendimiz için NEDEN arap uşağı diyerek hakaret etmiştir..??
10- ingiltereye NEDEN sizin valiniz olmaya hazırım diye mektup yazmıştır..??
11- NEDEN hilafeti kaldırarak ingilterenin lozanı kabul etmesini sağlamıştır..??
12- pakistandan kurtuluş savaşı için gelen 500.000 liranın 180.000 lirasını savaş için 320.000 lirası ile işbankasını kurarak partisi chp'yi bu bankaya NEDEN ortak etmiştir..??
13- 1923 den 1938 e kadar edinmiş olduğu ve saymakla bitmeyen malvarlığını NASIL kazanmıştır..??
14- trabzon milletvekili şükrü beyi adamı topal osmana NEDEN öldürtmüştür..??
15- istiklal mahkemelerini kurarak 500.000'e yakın insanı NEDEN asmıştır..??
16- çanakkale savaşında bütün askeri şehit düşen 57. alayda bir tek kendisi NASIL yara almadan kurtulmuştur..??
17- NEDEN harf inkilabı yaparak bir milleti cahil bırakmıştır..??
18- 1933 e kadar üniversitelerden temizlenen osmanlı müderrislerin yerine, sadece istanbul üniversitesine NEDEN yahudi 22 profesör ve yahudi 90 asistan yerleştirmiştir..??
19- NEDEN halk aç iken tekel bira fabrikası kurdu ve fuhuşu genelev olarak resmileştirdi..??
20- NEDEN kur'anı kerimi toplattırıp ezanı türkçeleştirdi.. NEDEN camileri satıp ve ahıra çevirdi..??
21- istanbulun fetih sembolü ayasofyayı NEDEN müze haline getirdi..?? NEDEN fener rum patrikhanesini müzeye çevirmedi..??
22- latife hanımdan boşanma sebebi NEDİR..?? ve latife hanımın hatıratları hala NEDEN açıklanamıyor..??
23- vedat uşaklıgil'in hayatındaki yeri NERESİDİR..??
24- annesi zübeyde hanım selanik mahkemelerine başvurarak NE talep etmiştir..??
25- annesinin cenazesine NEDEN katılmamıştır..??
26- tüm devrimleri NEDEN islama aykırı..??
27- milli mücadele kahramanı halit paşayı 9 şubat 1925 de meclis koridorunda NEDEN öldürtmüştür..??
28- 1918 de biten çanakkale savaşından sonra 1953 senesine kadar biz türklerin ziyareti NEDEN yasaklanmıştır..??
29- halk açlıktan kırılırken sadece yahudilerin taktığı şapkayı NEDEN kanun haline getirmiştir ve NEDEN karşı gelenleri asmıştır..??
30- kur'anı kerimin ayetleri için NEDEN safsata demiştir..??
31- sabetay sevi denilen kişiye NEDEN hayranlık beslemiştir..??
32- NEREDE sarhoşken yahudi olduğunu ağzından kaçırmıştır..??
33- 1928 de ''devletin dini islamdır'' ibaresi NEDEN çıkartmıştır..??
34- 1924 de medreseleri kapatırken, NEDEN azınlık okullarına dokunmadı..??
35- filistin cephesinde ingilizlerle NEDEN anlaştı..??
36- bediüzzaman NEDEN atatürke süfyan dedi..??
37- Abdülhamidhanın yahudilere vermediği filistin toprakkarında kurulan israili NE yaptıda atatürk ilk tanıyan müslüman ülke türkiye oldu..??
38- ''olmasaydı olmazdık, vatanı düşmanlardan kurtardı diyorsunuz ya'' peki 1936 senesine kadar istanbul NEDEN ingiliz işgali altında kaldı..??
39- 4.000.000 metrekare toprağımızı, lozanda 780.000 metrekareye düşürülmüştür.. bu ülkeyi lozanda temsil etmeye bizzat NEDEN kendisi gitmemiştir..??
40- güya denize döküp kovduğumuz ve yendiğimiz yunanlılara batı trakya, egedeki adaları verip üstüne savaş tazminatını NEDEN vermiştir..??
41- 5816 sayılı kanunla korunarak NİÇİN gerçeklerin saklanma gereği duyuluyor.. ve 5816 sayılı koruma kanunu NEDEN bir yahudi avukat tarafından hazırlamıstır..??
42- NEDEN mason olmayı tercih etmiştir..?? ve masonluktan NEDEN kovulmuştur..??
43- ittihad ve terakki cemiyetinin kuruluşunda jön türklerle birlikte NEDEN yer almıştır..??
44- cumhuriyet rejimini kurduktan sonra NEDEN hiç dış bir ülke ziyaretine gitmemiştir..??
45- dersim katliamını NEDEN yaptırmıştır.. ve şeyh saidi NE karşılığında affedeceğini teklif etmiştir.
10 notes
·
View notes
Text
BUNLARI BİLİYORMUYDUNUZ ? 1- Okuduğu ilkokulda (şimon zwi mektebi) sadece yahudilerin okuyabildiğini biliyormusunuz..??
2- soyu belirsizdir.. dedesi nenesi amcası dayısı teyzesi veya kuzenleri NEDEN yoktur..??
3- kimliğinde mustafa yazmaz.. kAmal atatürk yazar.. mustafa ismini neden red etmiştir.. kemal yerine NEDEN kAmal yazdırmıştır..??
4- cenazesi NEDEN yahudi masonik nizam töreni yapılmıştır..??
5- anıtkabiri yapan mimar NEDEN yahudidir..??
6- anıtkabir NEDEN mason tapınaklarına benzetilmiştir...??
7- israilde neden büstü bulunur ve büstün altında NE yazar..?? israile anıtın hangi gerekçe ile dikildi..??
8- son meclis konuşmasında kur'anı kerim için NEDEN gökten indiği sanılan kitap demiştir..??
9- peygamber efendimiz için NEDEN arap uşağı diyerek hakaret etmiştir..??
10- ingiltereye NEDEN sizin valiniz olmaya hazırım diye mektup yazmıştır..??
11- NEDEN hilafeti kaldırarak ingilterenin lozanı kabul etmesini sağlamıştır..??
12- pakistandan kurtuluş savaşı için gelen 500.000 liranın 180.000 lirasını savaş için 320.000 lirası ile işbankasını kurarak partisi chp'yi bu bankaya NEDEN ortak etmiştir..??
13- 1923 den 1938 e kadar edinmiş olduğu ve saymakla bitmeyen malvarlığını NASIL kazanmıştır..??
14- trabzon milletvekili şükrü beyi adamı topal osmana NEDEN öldürtmüştür..??
15- istiklal mahkemelerini kurarak 500.000'e yakın insanı NEDEN asmıştır..??
16- çanakkale savaşında bütün askeri şehit düşen 57. alayda bir tek kendisi NASIL yara almadan kurtulmuştur..??
17- NEDEN harf inkilabı yaparak bir milleti cahil bırakmıştır..??
18- 1933 e kadar üniversitelerden temizlenen osmanlı müderrislerin yerine, sadece istanbul üniversitesine NEDEN yahudi 22 profesör ve yahudi 90 asistan yerleştirmiştir..??
19- NEDEN halk aç iken tekel bira fabrikası kurdu ve fuhuşu genelev olarak resmileştirdi..??
20- NEDEN kur'anı kerimi toplattırıp ezanı türkçeleştirdi.. NEDEN camileri satıp ve ahıra çevirdi..??
21- istanbulun fetih sembolü ayasofyayı NEDEN müze haline getirdi..?? NEDEN fener rum patrikhanesini müzeye çevirmedi..??
22- latife hanımdan boşanma sebebi NEDİR..?? ve latife hanımın hatıratları hala NEDEN açıklanamıyor..??
23- vedat uşaklıgil'in hayatındaki yeri NERESİDİR..??
24- annesi zübeyde hanım selanik mahkemelerine başvurarak NE talep etmiştir..??
25- annesinin cenazesine NEDEN katılmamıştır..??
26- tüm devrimleri NEDEN islama aykırı..??
27- milli mücadele kahramanı halit paşayı 9 şubat 1925 de meclis koridorunda NEDEN öldürtmüştür..??
28- 1918 de biten çanakkale savaşından sonra 1953 senesine kadar biz türklerin ziyareti NEDEN yasaklanmıştır..??
29- halk açlıktan kırılırken sadece yahudilerin taktığı şapkayı NEDEN kanun haline getirmiştir ve NEDEN karşı gelenleri asmıştır..??
30- kur'anı kerimin ayetleri için NEDEN safsata demiştir..??
31- sabetay sevi denilen kişiye NEDEN hayranlık beslemiştir..??
32- NEREDE sarhoşken yahudi olduğunu ağzından kaçırmıştır..??
33- 1928 de ''devletin dini islamdır'' ibaresi NEDEN çıkartmıştır..??
34- 1924 de medreseleri kapatırken, NEDEN azınlık okullarına dokunmadı..??
35- filistin cephesinde ingilizlerle NEDEN anlaştı..??
36- bediüzzaman NEDEN atatürke süfyan dedi..??
37- Abdülhamidhanın yahudilere vermediği filistin toprakkarında kurulan israili NE yaptıda atatürk ilk tanıyan müslüman ülke türkiye oldu..??
38- ''olmasaydı olmazdık, vatanı düşmanlardan kurtardı diyorsunuz ya'' peki 1936 senesine kadar istanbul NEDEN ingiliz işgali altında kaldı..??
39- 4.000.000 metrekare toprağımızı, lozanda 780.000 metrekareye düşürülmüştür.. bu ülkeyi lozanda temsil etmeye bizzat NEDEN kendisi gitmemiştir..??
40- güya denize döküp kovduğumuz ve yendiğimiz yunanlılara batı trakya, egedeki adaları verip üstüne savaş tazminatını NEDEN vermiştir..??
41- 5816 sayılı kanunla korunarak NİÇİN gerçeklerin saklanma gereği duyuluyor.. ve 5816 sayılı koruma kanunu NEDEN bir yahudi avukat tarafından hazırlamıstır..??
42- NEDEN mason olmayı tercih etmiştir..?? ve masonluktan NEDEN kovulmuştur..??
43- ittihad ve terakki cemiyetinin kuruluşunda jön türklerle birlikte NEDEN yer almıştır..??
44- cumhuriyet rejimini kurduktan sonra NEDEN hiç dış bir ülke ziyaretine gitmemiştir..??
45- dersim katliamını NEDEN yaptırmıştır.. ve şeyh saidi NE karşılığında affedeceğini teklif etmiştir..??
46- osmanlı arşivlerini bulgarlara hurda kağıt olarak NEDEN satmıştır..??
1 note
·
View note
Text
Biz şimdi Türklerle savaş halindeyiz. Türklere yenilirsek bütün etkimizi kaybedeceğiz…” (Amiral de Robeck'ten Lord Curzon'a telgraf, 26 Haziran 1920)
Tescilli Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının çok sevdikleri eski bir yalan, üstelik TBMM'nin açılışının 100. yılında, 23 Nisan 2020'de yeniden ısıtılıp gündeme getirildi; “Kurtuluş Savaşı'nda İngilizlerle savaşılmadığı” iddia edildi. İşte bugün, bu bayat iddiaya cevap vereceğim. Dünyada emperyalizme karşı kazanılan “ilk bağımsızlık savaşı” durumundaki “Türk Kurtuluş Savaşı”nın aslında neden bir Türk-İngiliz savaşı olduğunu anlatacağım.
TÜRKİYE'NİN İŞGALİ BİR İNGİLİZ PLANIDIR
İngiltere açısından I. Dünya Savaşı'nın temel amaçlarından biri Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamaktı. 1914'te İngiltere Harbiye Bakanı Lord Kitchener, “Türkiye'yi mahvedinceye kadar savaşa devam edeceğiz” demişti. (Avcıoğlu, s. 33)
İngiltere, I. Dünya Savaşı sonunda Türkiye'yi, adeta elini kolunu bağlayıp Yunanistan'ın önüne attı. Mondros Ateşkes Antlaşması ile Türkiye'nin silahlarını elinden aldı, ordularını dağıttı, limanlarına, tünellerine, tersanelerine, bütün yer altı ve yer üstü kaynaklarına el koydu. Bu antlaşmanın 7. ve 24. maddelerine dayanarak İngiltere Türkiye'yi doğrudan işgal etmeye başladı: 1918-1920 arasında Musul'u, Çanakkale'yi, İskenderun'u, Antakya'yı, Batum'u, Kilis'i, Ankara istasyonunu, Antep'i, Haydarpaşa istasyonunu, Konya istasyonunu, Turgutlu-Aydın demiryolunu, Maraş'ı, Birecik'i, Samsun'u, Urfa'yı, Merzifon'u, Kars'ı, İzmit'i, Marmara kıyılarını, Karamürsel'i, Mudanya'yı ve İstanbul'u işgal etti. Anadolu'ya “İngiliz kontrol subayları” ve “ajanlar” gönderdi.
İzmir'in işgal planını hazırlayanlardan biri de İngiliz Başbakanı Lloyd George'du. 15 Mayıs 1919'da İzmir'i işgal eden 16 Yunan gemisinin ve 2 Yunan muhribinin taşıdığı işgal donanmasına 4 İngiliz muhribi refakat etti.
İngilizler, İstanbul'da asker, sivil yurtseverleri tutuklayıp Bekirağa zindanlarına hapsettiler. İşbirlikçi Osmanlı Saray Hükümeti'nin yardımıyla hazırladıkları “kara listelerle” (black lists) Cevat Paşa, Mersinli Cemal Paşa, Ali İhsan Paşa, Yakup Şevki Paşa, Fahrettin Paşa gibi onlarca komutanı Malta'ya sürdüler. İngilizlerin Malta sürgünlerine karşılık Atatürk de Anadolu'daki -çoğu subay- 29 İngilizi esir aldı. (Şimşir, Malta sürgünleri, s. 39-76, 423, 453, 454)
Osmanlı Saray Hükümeti, İngilizlerin isteğiyle Anadolu'daki milli harekete karşı 1920'de iç savaş başlattı. 10 Nisan 1920'de “Şeyhülislam Dürrizade Fetvası” yayınlandı: “Kuvayı Milliyecilerin katli vaciptir” diyen bu ihanet fetvası, İngiliz uçaklarıyla, İngiliz zırhlılarıyla ve İngiliz subaylarıyla Anadolu'ya dağıtıldı.
18 Nisan 1920'de Osmanlı Saray Hükümeti, İngilizlerin de onayıyla Kuvayı Milliye'ye karşı Kuvayı İnzibatiye'yi (Halifelik Ordusu'nu) kurdu. Bu paralı ordunun görevi İzmit ve çevresindeki İngiliz tampon bölgesini millicilerden temizlemekti. Bu ihanet ordusunun silah ve cephanesini İngilizler sağladılar.
İngilizler, Noel gibi bazı casuslarıyla Güneydoğu Anadolu'da bazı Kürt aşiretlerini de isyana teşvik ettiler. “Kara Cumbo” adlı casusluk teşkilatıyla bilgi toplayıp Yunanlara verdiler.
İngiltere, bir taraftan işbirlikçi Osmanlı Saray Hükümeti eliyle, diğer taraftan Yunan ordusuyla milli harekete karşı çift yönlü bir savaş yürüttü.
İngiliz ordusunun 25 Haziran 1920'de Mudanya'yı işgali.
Anadolu'daki Yunan saldırısı, İngiliz-Yunan ortak hareketiydi
1920 yılı içinde Avrupa'da tam 102 oturum sonunda Türkiye'yi paramparça eden 433 maddelik Sevr Antlaşması hazırlandı. (Olcay, s. 1,445,589-599). İngilizler, -sözde tarafsızlık politikasına rağmen- Sevr Antlaşması'nı Ankara'daki TBMM'ye imzalatmak için Yunan ordularını Anadolu içlerine sevk ettiler. 17 Şubat 1920'de Lord Curzon, Amiral de Robeck'e “Yunan ordusuna Türklere saldırması için gerekli emri verdiğini” yazdı. (Ulubelen, s. 236). Doğan Avcıoğlu'nun ifadesiyle “22 Haziran 1920 Yunan ilerlemesi tamamen İngiltere'nin kontrolünde bir saldırıdır. Saldırı planları, İngiliz kurmayları ile birlikte hazırlanmıştır. Prof. A. Toynbee saldırı planlarının İngiliz kurmayları ile birlikte hazırlandığını yazmaktadır.” Dahası, 22 Haziran 1920 Yunan saldırısını, İngiltere ile Yunanistan birlikte yürüttü. Mudanya, Gemlik, Karamürsel gibi Marmara Denizi sahil kasabaları İngiliz-Yunan ortak hareketiyle işgal edildi. (Avcıoğlu, s. 167, 168) Nitekim 26 Haziran 1920'de Amiral de Robeck, Lord Curzon'a gönderdiği bir telgrafta, “Biz şimdi Türklerle savaş halindeyiz. Türklere yenilirsek bütün etkimizi kaybedeceğiz…” diyordu. (Ulubelen, s. 252)
Prof. Toynbee'nin deyişiyle Yunanlar, İngiliz ve Fransızların verdikleri hiç kullanılmamış silahlarla donatılmıştı. 1914-1920 arasında Yunanistan'a yapılan İngiliz yardımının miktarı 16 milyon sterlini aştı. İngiliz Başbakanı Lloyd George, İngiliz firmalarının Yunan ordusuna silah ve cephene satmasına izin verdi. Yunanistan'da top, tüfek fabrikası yoktu. Yunan silah ve cephanesinin çoğu İngiltere'den sağlandı. Sakarya Savaşı öncesinde “Bank of England” Yunanistan'a kısa vadeli kredi açtı. İngiltere Sanayi ve Ticaret Odalarına Yunanistan'a yardım talimatı verildi. Anadolu'daki bazı Yunan birlikleri doğrudan İngilizlerin komutası altındaydı. Örneğin Kocaeli'ndeki bir Yunan tümeni ve Beykoz'daki bir Yunan birliği doğrudan doğruya İngiliz komutanların emrindeydi. Yunan ordusunda çok sayıda İngiliz askeri danışman vardı. İstanbul'daki İngiliz donanması sık sık Karadeniz limanlarını bombaladı. (Avcıoğlu, s. 162, Şimşir, Sakarya'dan İzmir'e, s. 160, 197,198)
İngilizler Mudanya'yı işgal ettiklerinde, aralarında çocuk yaşta direnişçilerin de olduğu yurtseverleri esir aldılar. (Haziran 1920)
Sevr Antlaşması'na göre İstanbul bir “özerk bölge” yapılacaktı. İngiltere sadece İstanbul'u değil, İzmir'i de Türkiye'den koparmak istiyordu. Lord Curzon'un planına göre İzmir de “özerk bölge” olacaktı. Bu proje daha sonra “İyonya Devleti” projesine evrildi. İngilizler bir taraftan Yunan ordusunu desteklerken diğer taraftan Ankara'da Atatürk'e karşı “darbe” ve “suikast” planlıyordu. O suikastçılardan biri, Mustafa Sagir Ankara'ya kadar geldi. Yakalanıp idam edildi. Bu arada TBMM'nin Fransa ile anlaşması üzerine İngiltere, Fransa'yı ihanetle suçladı. İngiltere, Sakarya Savaşı'ndan sonra işlerin sarpa sardığını gördüğünde Yunanistan'ı korumak için Sevr Antlaşması'nı yumuşattı, TBMM'ye barış teklifleri sundu. Atatürk “tam bağımsızlık” dışında hiçbir “sahte barış teklifini” kabul etmeyince İngiltere yine gizli, açık Yunanistan'ı desteklemeye devam etti. İngilizler, Büyük Taarruz sonrasında, Türk orduları İzmir'e ilerlerken bile hâlâ Yunan ordusundan umudu kesmemişti. Öyle ki, 4 Eylül 1922'de İngiliz Yüksek Komiseri H. Rumbold, “Yunan ordusu Alaşehir hattında tutunabilirse nefes alacak zaman bulabiliriz” diyordu. 5 Eylül'de de General Harington, “Yunan ordusunun Alaşehir'de tutunmasını umuyoruz” diye hayal görüyordu. (Şimşir, Sakarya'dan İzmir'e, s. 492, 493, 500). Sonunda İngilizler, -ileri karakolları durumundaki- Yunan ordusunun yenilgisini kabul ederek 7 Eylül'de mütareke teklif ettiler. 11 Ekim 1922'de -Yunanistan'la değil- İngiltere, Fransa ve İtalya ile Mudanya Mütarekesi'ni imzaladık. (Yunanistan sonradan onayladı.) Çünkü aslında Türk-Yunan savaşı –Doğan Avcıoğlu'nun ifadesiyle– bir Türk-İngiliz savaşıydı. Mudanya Mütarekesi'nin imzalandığı günlerde İstanbul ve Boğazlar hâlâ İngiliz işgali altındaydı.
Milli Mücadele'de Türk-İngiliz savaşları ve çatışmaları
1.Dünya Savaşı sonrası İngiliz Hükümeti'nin elinde İngiltere'de 49 piyade taburu vardı, ki bu ülke içindeki toplumsal kavgaları bastırmaya bile yetmezdi. 38 piyade taburu ise bağımsızlık hareketini önlemek için İrlanda'da bulunuyordu. 1920 yılı sonunda Türkiye'de 10 bin İngiliz, 8 bin Hintli, 8 bin Fransız, 2 bin de İtalyan askeri vardı. (Avcıoğlu, s. 171,172). Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, “İngilizlerin Türkiye'de 27. ve 28. Fırkaları vardı. Bu kadar az bir kuvvetle Anadolu içlerinde bir harekete teşebbüs edeceklerine asla ihtimal vermemiştim” diyor. (Cebesoy, s. 255). Durum böyle olunca İngiltere Başbakanı Lloyd George, 15 Ağustos 1920'de Avam Kamarası'nda, Anadolu'nun dağlık bölgelerine kadar İngiliz orduları gönderilemeyeceğine göre tek seçeneklerinin “her iki tarafı sonuna kadar vuruşturmak olduğunu” söyledi. (Şimşir, Sakarya'dan İzmir'e, s. 140,141). İngiltere, zaman içinde 200 bine yaklaşacak olan Yunan ordusuna güveniyordu.
İngilizler, Atatürk'ün düzenli orduları karşısında doğrudan bir cephe açamasalar da “Clearing Up Operatin” adlı askeri operasyonlar gerçekleştirdiler.
16 Mart 1920'de İngilizler İstanbul Şehzadebaşı'ndaki 10. Tümen Karargâhı'nı basıp 5 erimizi şehit ettiler, 9 erimizi de ağır yaraladılar.
Atatürk, 18 Mart 1920'de Eskişehir'deki İngilizlerin bölgeden çıkarılmasını emretti. 24-30 Mart 1920'de 24. Fırka Komutanı Yarbay Mahmut Bey, İngilizleri geri püskürtüp Eskişehir'den çıkardı. Lefke köprüsündeki çatışmada İngilizler 5-6 yaralı ve ölü verdi. Böylece Şehzadebaşı'nda şehit edilen Mehmetçiklerimizin intikamı alındı. Batı Cephesi Kuvayı Milliye Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa şöyle diyor: “İkinci Eskişehir harekâtı bir hafta sürdü… Milli harekâtın şiddet ve kesinliği karşısında İngiliz kıtaları dayanamadılar, telaşla geriye çekildiler. İnsan bakımından az, fakat eşya bakımından oldukça çok kayıp verdiler.” (Cebesoy, s. 357, 358)
İngilizler, Haziran 1920'de İzmit'i işgal ettiler. Yurtseverleri vahşi hayvanlar gibi tel örgülerle çevrili kafesler içinde hapsettiler. Bazı Kuvayı Milliyecileri İzmit Tersane Bahçesi'nde kurşuna dizdiler. 14 Haziran 1920'de İngilizler, İzmit'in doğusunda Kuvayı İnzibatiye ile çarpışan Türk kuvvetlerine ateş açtılar. Türk-İngiliz çatışması başladı. Bu sırada İngiliz uçakları da Türk birliklerini bombaladı. İngiliz savaş gemileri, 19 Haziran 1920'de İzmit Çuha Fabrikası'nı bombalayıp harbeye çevirdiler. İngilizler, 29 Haziran 1920'de İzmit Körfezi Derince limanındaki Türk cephaneliğini havaya uçurdular. Üç büyük savaş gemisiyle Türk köylerini bombardıman ettiler. İzmit'teki Türk-İngiliz savaşı sırasında –İleri Gazetesi'nin haberine göre- İngilizler 23 yaralı ve 15 ölü verdiler. (Cebesoy, s. 453-455. Oral, s.290-323)
25 Haziran 1920'de Yunan ilerlemesini kolaylaştırmak isteyen bir İngiliz birliği Mudanya'ya çıktı. Türk birliğinin ateşi sonrası karşılıklı birkaç kayıp verildi. 6 Temmuz 1920'de İngilizler Mudanya'yı yeniden işgal etmek istediler. Türk birliğinin ateşle karşılık vermesi üzerine İngilizler, Türk mevzilerini, denizden, üç saat boyunca top ateşine tutarak Mudanya'yı işgal ettiler. 25 Türk askerini şehit ettiler. İngilizler Mudanya'da 16-17 yaşlarında Türk çocuklarını bile esir aldılar.
İngilizler İzmit'i işgal ettiklerinde Tersane bahçesinde Kuvayi Milliyecileri böyle kurşuna dizdiler. (Haziran 1920)
25 Haziran 1920'de Karamürsel'e çıkan İngiliz birliği oradaki küçük bir Türk kuvvetince ateşle karşılandı.
6 Temmuz 1920'de Gemlik'e çıkan bir İngiliz birliği Gemlik'teki Türk yerleşim birimlerini bombaladı.
7 Temmuz 1920'de bir Yunan birliği ile bir Türk birliği arasında Beykoz'da bir çatışma çıktı. Bu çatışmada bir İngiliz birliği ile bir İngiliz torpidosu Yunan birliğine yardım etti.
20 Temmuz 1920'de Tekirdağ'a yapılan Yunan çıkarması İngiliz filosunun himayesinde yapıldı.
1922 Haziran'ından 1922 Eylül'ü sonuna kadar Musul'da bizzat Atatürk tarafından görevlendirilen Özdemir Bey komutasındaki birliklerle İngilizler arasında çok ciddi çarpışmalar oldu. 31 Ağustos 1922'de Revandiz Müfrezesi İngilizlere karşı Derbent Zaferi'ni kazandı.
9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasından sonra Türk orduları İstanbul ve Çanakkale'ye doğru ilerlemeye başladı. İngiltere, 15 Eylül-30 Ekim 1922 arasında savaş hazırlıklarına girişti. Ancak sömürgelerden yanıt alamayan, buna karşın Hindistan'ın ve Sovyet Rusya'nın Türkiye'nin arkasında olduğunu gören İstanbul'daki İngiliz komutan Harington, az sayıdaki kuvvetle Atatürk'ün zafer kazanmış ordusunun önüne çıkmaya cesaret edemedi, kendisine verilen “ateş” emrini ağırdan aldı. Sonuçta İngilizler mütarekeye razı oldular. Lozan'dan sonra geldikleri gibi gittiler.
İngiliz Başbakanı Lloyd George ise Türk-İngiliz savaşının kaybedeni olarak istifa etmek zorunda kaldı.
Atatürk'ün önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşı İngiliz emperyalizminin büyüsünü bozdu; Hindistan başta olmak üzere birçok sömürgeye bağımsızlık cesareti ve özgürlük umudu verdi.
3 notes
·
View notes
Text
1917 Ekim Devrimi
Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi, kabaca, geçici hükümetin Çarlık Rusyası’nı devirmesiyle 1917 yılında başlayan, 1922’de Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla zirveye çıkan ve 1991’deki çöküşle de son bulan politik bir süreçtir.
Ekim Devrimi iki safhadan oluşur. Birinci safhada son Rus çarı 2. Nikolay’ın otokrasisi ile yer değiştiren ve onun yerine liberal bir cumhuriyet kurmaya çalışan 1917 Şubat Devrimi gerçekleşmiş, ardından Vladimir Lenin başkanlığındaki Bolşevik Parti, Çarlık rejiminden sonra ortaya çıkan geçici hükümete karşı askeri darbe yaparak Sovyet işçileri adına hükümete el koymuştur. Moskova ve St. Petersburg’ta tarihe geçen olaylar gerçekleşirken, kırsal kesimde de köylülerin önderliğinde toprakların yeniden paylaşımına dayalı bir hareket vardı.
Her halükarda 1917’de iki belirgin devrim yaşanmıştır. Çar rejimini deviren Şubat Devrimi ve Bolşeviklerin askeri darbeyle gerçekleştirdikleri Ekim Devrimi. İki devrim de köklerini Rusya’nın o dönemdeki politik, sosyal ve ekonomik durumundan almıştır. Politik olarak Rus halkı Çar 2. Nikolay’ın otokrasisine soğuk bakıyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği kayıplarla mücadele Nikolay’ın Rusya’ya yönelik vizyonunu zayıflatmıştı. Sosyal açıdansa Çarlık Rusya’sının durumu pek parlak değildi. Ekonomi berbat, enflasyon yüksekti. Bir de bunlara kıtlık eklendiğinde ideal bir devrim için gereken şartlar çoktan oluşmuştu. Bir şekilde devrimci fikirler, bu içtimai durum ile birleşecek ve ortaya çıkan füzyon ile birlikte dünya tarihi, kendisine damga vuracak olan Proleter İmparatorluğu ile tanışacaktı.
Politik olarak Rus halkı ile Çarlık rejimi arasında duvarlar örülüydü. Rejimin sahipleri, halkın sesini duymuyordu. Rus otokrasisine karşı duyulan bu rahatsızlık, işçilerin taleplerinin reddedilmesi ve Çar’ın birlikleri tarafından göstericiler üzerine ateş açılması sonucu tarihe geçen Kanlı Pazar katliamı, sona doğru gidişi hızlandırmıştı. Çar Nikolay, ortalığı yatıştırmak için demokratik bir parlamento sözü verdiği Ekim Manifestosu’nu yayınladı. Fakat 1906’da demokrasi ümitlerini yeşerten temel yasaları kaldırarak parlamentoyu dağıttı. Bu hareket Çarlığa karşı şiddeti tetikledi.
1917 yılına girildiğinde, yiyecek, hammadde ve yakıt sıkıntısı had safhaya ulaşmıştı. Protestolar yaygınlaşırken, reform yanlısı çeşitli fonksiyonlar bir araya gelmeye başlamıştı. Grevler dalga dalga yayıldı. 24 Şubat’a gelindiğinde 200 bin işçi grev halindeydi. 26 Şubat’ta askeri birlikler, göstericileri dağıtmaları emrine rağmen, işçilerin üzerine ateş açmayı reddettiler. 27 Şubat günü ayaklanan işçi ve askerler, bakanları ve generalleri tutuklamaya başlamıştı. Bu gelişmeler karşısında Çar tahtını bıraktığını açıkladı. Artık Çarlık yıkılmış, geçici bir hükümet kurulmuştu.
Vladimir Lenin’in liderlik yaptığı ekim devrimi, Karl Marx’ın felsefesi üzerine kuruluydu. Devrim 20. yüzyılda komünizmin yayılmasının başlangıcı oldu. 7 Kasım 1917’de Vladimir Lenin, solcu devrimcileriyle geçici hükümete karşı neredeyse kansız bir isyan yönetti. Ekim Devrimi, Şubat Devrimi sonucu ortaya çıkan kısa ömürlü geçici hükümetin yerine Sovyet hükümetini ikame etti.
Vladimir Lenin’in Hayatı (Belgesel):
youtube
Devrimden kısa bir süre sonra, 1918’de patlak veren iç savaş, politik kökeni ne olursa olsun, milyonlarca insana ölüm ve acı getirdi. Savaş, Lenin ve taraftarlarının oluşturduğu çoğunlukla (Bolşevikler) ya da diğer bir deyişle Kızıllar yani komünistler ve devrimcilerle, onlara karşı olan muhafazakârlar, liberaller, ılımlı sosyalistler, yani, Beyazlar arasında gerçekleşti. Beyazlara, Rusçada ‘azınlık’ manasına gelen Menşevikler de deniyordu. Lenin gibi sosyalizmi savunan, ancak ideolojileri biraz daha farklı olan ve parlamentoda azınlıkta olan Menşevikler, temel olarak, komünist rejim yerine daha gevşek bir liberal rejim kurulmasını istiyorlardı.
Çarpışmaların çoğunluğu Kızıl Ordu olarak bilinen komünist birlikler ve Beyaz Ordu olarak bilinen anti-komünistler arasında gerçekleşti. Lenin liderliğindeki Bolşevik Komünistler, Menşevikleri mağlup etti ve 1922 yılında Sovyetler Birliği’nin kurulduğu ilan edildi.
O günkü Rus toplumunda büyük kabul gören bu fikirler, zamanla, tam bir baskı rejimine dönüşmüştü; ‘halkların kardeşliği’nin yerini, Moskova güdümlü zoraki devrimlere bırakmıştı. Sonuçta Lenin’in sınıfların ve sömürünün olmadığı bir dünya hayali ile giriştiği devrim macerası, ‘emekçi’ adına kitleler üzerinde terör estiren bir bürokratik dikta yönetimi ile neticelenmişti.
Lenin’in 1917’de hayata gözlerini açan hayali, ancak ortalama bir insan ömrü kadar sürdü ve 1991’de, Sovyetler’in tarih sahnesinden çekilmesiyle, sona erdi.
(Ali Çimen, Tarihi Değiştiren Olaylar)
29 notes
·
View notes
Photo
Rus ordusunun iki yıl işgalinde kalan Trabzon; dayanılmaz acılarla geçen iki yıldan sonra 24 Şubat 1918'de düşman işgalinden kurtulmuştur. Allah bu millete öyle acılar tekrardan yaşatmaz inşallah. 😐 #Trabzon #TrabzonunKurtuluşu (Trabzon) Trabzon, Uzungöl, Samsun
1 note
·
View note
Text
Aleksandr Kerenski kimdir ? Vladimir Lenin Aleksandr Kerenski hakkında neler söylemişti ?
Aleksandr Fyodoroviç Kerenski (Rusça: Алекса́ндр Фёдорович Ке́ренский; 22 Nisan (Gregoryen: 4 Mayıs) 1881; Simbirsk, Çarlık Rusyası – 11 Haziran 1970; New York, ABD), Rus siyasetçi. 1917 Şubat Devriminden sonra Rus hükûmetinin üyesi, Temmuz ayından itibaren de Geçici Hükûmetin Başbakanı. Sosyalist Devrimci Parti (SR) üyesi.
Ekim 1917'de Finlandiya'dan dönen Vladimir İlyiç Lenin Bolşevikleri geçici hükûmeti devirmeye çağırdı. Kerenski 24 Ekim sabahı Harp Okulu öğrencilerini kullanarak Bolşevik yayın organı Pravda gazetesinin basımevine saldırılmasını emretti. Lev Davidoviç Troçki'nin komutası altındaki Kızıl Muhafızlar saldırıya karşı direnişe geçti. Kızıl Muhafızlar başkentin stratejik mevkilerini ve hükûmet binalarını ele geçirdi. 7 Kasım (eski takvimle 25 Ekim)'da Bolşevikler hükûmetin bulunduğu Kışlık Saray'a hücum etti. Kerenski Petrograd'dan kaçarak Pskov'a gitti. Fakat diğer bakanların tamamı yakalandı.
Pskov'daki süvari birliklerini örgütleyen Kerenski o dönemde Çar Köyü (Tsarskoye Selo) denilen Sankt-Peterburg kentinin Puşkin semtini işgal etti. Bu kentin adı 1918'de Bolşevikler tarafından "Çocuk Köyü" anlamına gelen Detskoye Selo olarak değiştirildi. Kerenski bu saldırıda da başarısız olunca birkaç hafta gizlendikten sonra Fransa'ya iltica etti. Sonradan gittiği ABD'de anılarını yazdı ve 1970 yılında hayata veda etti.
TRUDOVİKLER TEMSİLCİSİ VE KENDİSİDE SOSYALİST OLAN ALEKSANDR KERENSKİY, CAF CAFLI SÖZLERLE HALKIN UYANIKLIK VE DİKKATİNİ DAĞITMAKTAN BAŞKA KESİNLİKLE HİÇBİR ROL OYNAMIYOR. BÜTÜN BU NEDENLERLEDEN ÖTÜRÜ YENİ BURJUVA HÜKÜMET İÇ SİYASETTE BİLE, PROLETERYA BAKIMINDAN EN KÜÇÜK BİR GÜVENE LAYIK DEĞİLDİR VE PROLETERYANIN BU HÜKÜMETE EN KÜÇÜK BİR DESTEK SAĞLAMASI KABUL EDİLEMEZ.( TEK ÜLKEDE SOSYALİST DEVRİM VLADİMİR LENİN)
VLADİMİR LENİN: VİKTOR ÇERNOV, TSERETELİY VE HEMPALARI SİYASAL BAKIMDAN KENDİ KENDİLERİNİ ÖLDÜRMÜŞLERDİR; KAPITALİSTLERİN YARDIMCILARI OLARAK ORTAYA ÇIKMIŞLARDIR VE GERÇEKTE DEVRİMİ ENGELLEMEKTEDİRLER. KERENSKİY, YIĞINLARA KARŞI ZOR KULLANACAK KADAR İLERİ GİTMİŞTİR. GUÇKOV HENÜZ YIĞINLARA KARŞI ZORA BAŞVURMAKLA TEHDİT ETMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY YAPMIYOR; KERENSKİY İSE BU TEHDİTLERİ UYGULAMAYA SÜRÜKLENDİ. ÇERNOV, TSERETELİY VE HEMPALARI SİYASAL OLARAK KENDİ ÖLÜM KARARLARI İLE PARTİLERİNİN MENŞEVİK VE DEVRİMCİ SOSYALİST PARTİLERİN ÖLÜM KARARINI İMZALAMIŞ BULUNUYORLAR.
VLADİMİR LENİN: ASLINDA KERENSKİY HİÇBİR ZAMAN SOSYALİST OLMAMIŞTI. BİR TRUDOVİKTEN(EMEKÇİ) BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİ.
VLADİMİR LENİN: BU DEVRİMCİ SOSYALİSTLER KENDİLERİNİ MESLEKDAŞLARI KERENSKİY VE ONUN BÜTÜN BAKANLAR ÇETESİNİ, STOLİYPİN ADI İLE NİTELEME ZORUNDA GÖRÜYORLAR.
VLADİMİR LENİN: DEVRİMCİ SOSYALİSTLER VE MENŞEVİKLER KENDİLERİNİ HEMEN BU OYUNA KAPTIRDI VE ÇERNOV, TSERETELİY VE HEMPALARI İÇİNE ALAN BİR "KOALİSYON" HÜKÜMETİ, 6 MAYIS'TA BİR OLDU BİTTİ DURUMUNA GELDİ.
VLADİMİR LENİN: AYLAR BOYU KAPİTALİSTLER BAKAN ÇERNOV'UN TOPRAKLARIN ALINIP SATILMASINI YASAKLAYAN YASAYI RESMEN YAYIMLAMASINI İZİN VERMEDİ.
VLADİMİR LENİN: SOVYETLERİN VE DEVRİMCİ SOSYALİST VE MENŞEVİK PARTİLERİN ÖNDERLERİ, BAŞTA TSERETELİY VE ÇERNOV OLMAK ÜZERE, DEVRİMİ KARŞI DEVRİMCİLERE TESLİM EDEREK VE KENDİ ÖZ KİŞİLİKLERİNİ PARTİLERİNİ VE SOVYETLERİ KARŞIDEVRİMİN ASMA YAPRAKLARI DURUMUNA DÖNÜŞTÜREREK DEVRİM DAVASINA KESİNLİKLE İHANET ETTİ.( TEK ÜLKEDE SOSYALİST DEVRİM VLADİMİR LENİN)
VLADİMİR LENİN: VİKTOR ÇERNOV, TSERETELİY VE HEMPALARI SİYASAL BAKIMDAN KENDİ KENDİLERİNİ ÖLDÜRMÜŞLERDİR; KAPITALİSTLERİN YARDIMCILARI OLARAK ORTAYA ÇIKMIŞLARDIR VE GERÇEKTE DEVRİMİ ENGELLEMEKTEDİRLER. KERENSKİY, YIĞINLARA KARŞI ZOR KULLANACAK KADAR İLERİ GİTMİŞTİR. GUÇKOV HENÜZ YIĞINLARA KARŞI ZORA BAŞVURMAKLA TEHDİT ETMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY YAPMIYOR; KERENSKİY İSE BU TEHDİTLERİ UYGULAMAYA SÜRÜKLENDİ. ÇERNOV, TSERETELİY VE HEMPALARI SİYASAL OLARAK KENDİ ÖLÜM KARARLARI İLE PARTİLERİNİN MENŞEVİK VE DEVRİMCİ SOSYALİST PARTİLERİN ÖLÜM KARARINI İMZALAMIŞ BULUNUYORLAR.
1 note
·
View note
Text
MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK’I
VEFATININ 72. YIL DÖNÜMÜNDE RAHMETLE, ÖZLEMLE, SAYGIYLA, ŞÜKRANLA ANIYORUZ. RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN.
(12 Ocak 1876, İstanbul - 10 Nisan 1950, İstanbul), Türkiye'nin Mustafa Kemal Atatürk'ten sonraki ikinci ve son mareşali. İlk Millî Savunma Bakanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Cumhuriyet Dönemi’ndeki ilk genelkurmay başkanıdır.)
Fevzi Çakmak, 12 Ocak 1876'da İstanbul Anadolu Kavağı'nda Çakmakoğullarından Topçu Albayı Ali Sırrı Bey'in oğlu olarak dünyaya geldi.
"Mustafa Fevzi" adını alan Fevzi Çakmak, 10 yaşında Selanik'te askeri ortaokula başladı. Daha sonra 1887'de İstanbul'da Soğukçeşme Askeri Ortaokulu’na geçen Fevzi Çakmak, buradaki eğitimini tamamladıktan sonra Mart 1890'da başladığı Kuleli Askeri Lisesi’ni Şubat 1893'te ikincilikle bitirdi.
Aynı yıl Kara Harp Okulu’na geçen, burayı da piyade subayı olarak tamamlayan Fevzi Çakmak, başarıları dolayısıyla kurmay sınıflara devam hakkı kazanarak Harp Akademisi’ne geçti. 16 Mart 1897'de üsteğmen, 25 Aralık 1898'de de kurmay yüzbaşı unvanıyla akademiden mezun olan Fevzi Çakmak, Genelkurmay Başkanlığı Karargahı'na atandı.
Çakmak, burada karargah subaylığı, Metroviçe Tümeni Karargah Subaylığı, HATİLLA (Taşlıca) Mutasarrıfı ve Komutanlığı, Mürettep Kosova Kolordusu Kurmay Başkanlığı, Mürettep Garp Ordusu Kurmay Başkanlığı, Nizamiye Yakova Tümen Komutanlığı, Kosova Kuvayi Umumiyesi Kurmay Başkanlığı, Vardar Ordusu’nda Şube Müdürlüğü görevlerini yürüttü.
22 Aralık 1914'de 5'inci Kolordu Komutanlığı'na getirilen Fevzi Çakmak, 2 Mart 1915'te mirliva (tuğgeneral) unvanını aldı.
Birinci Dünya Savaşında kolordusu ile Çanakkale savaşlarına katılan Fevzi Çakmak, savaş sonunda Atatürk'ün Anafartalar Grup Komutanlığından ayrılması üzerine bu göreve vekalet etti ve düşman bu cepheden ayrılana kadar görevini sürdürdü.
Ardından II. Kafkas Kolordusu Komutanlığı ve II. Ordu Komutanlığı görevlerinde bulunan Fevzi Çakmak, 28 Temmuz 1918'te korgeneralliğe (ferik) yükseldi. Fevzi Çakmak, Mondoros Mütarekesi'nin imzalanmasının ardından 24 Aralık 1918'te de Genelkurmay Başkanlığı’na atandı, bu makamda bulunduğu sürece pek çok silah ve cephanenin düşman eline geçmesini de önledi.
Mondoros Mütarekesi'nin tek taraflı uygulanması ve İzmir'in Yunan Ordusu tarafından işgaline karşı çıkan Fevzi Çakmak, 1919 yılı mayıs başlarında Yunanlıların İzmir'e çıkarma yapma hazırlıkları sürerken, Harbiye Nazırı Şakir Paşa'nın makamında bulunmadığı kısa bir süreden yararlanarak, İzmir'deki Kolordu Komutan Vekili Albay Süleyman Fethi Bey'e "Çıkarılan devriyelerin peyderpey miktarlarının artırılarak Yunanlıların İzmir'i işgal etmeleri ve bir oldu bitti yaratmaları muhtemeldir. Bunun için derhal Averof Zırhlısı komutanına, badema (bundan sonra) devriye çıkarılırsa, bunları Türk birliklerinin silahla karşılayacağını tebliğ ediniz." telgrafını çektirdi.
Bu tebliğe karşılık Süleyman Fethi Bey'in "Dinlemeyip çıktıkları takdirde bu emir yerine getirilecek midir?" sorusuna da "Tereddüt edilmeden ateş edileceği" yanıtını verdi.
Tebliğ etkisini gösterdi, işgal gününe kadar bir daha Yunan devriyeleri İzmir'e ayak basmadı. İtilaf devletlerinin baskısı ile Fevzi Paşa Genelkurmay Başkanlığı’ndan uzaklaştırılırken Yunanlılar da 15 Mayıs 1919 günü İzmir'e çıktı.
Daha sonra Fevzi Çakmak önce I. Ordu Komutanlığına, ardından 3 Şubat 1920'de Harbiye Nazırlığına (Milli Savunma Bakanlığına) atandı.
Fevzi Çakmak, bu görevi sırasında Milli Mücadeleye değerli hizmetlerde bulunurken, İstanbul'dan birçok silah ve cephanenin Anadolu'ya taşınması ve değerli komutanların Anadolu'ya geçmesinde rol oynadı.
İstanbul müttefik kuvvetler tarafından resmen işgal edilince Fevzi Çakmak, Harbiye Nazırlığı görevinden 21 Nisan 1920'de ayrılarak Anadolu'ya geçti.
Fevzi Çakmak Anadolu'ya geçtikten sonra Ankara Hükümeti’nce 3 Mayıs 1920'de Kozan Milletvekili sıfatıyla Milli Savunma Bakanlığı’na ve Bakanlar Kurulu Başkan Vekilliği’ne seçildi. Burada çalışmalara başlayan Fevzi Çakmak, yeni ordunun kurulmasında büyük rol oynadı.
İstanbul Hükümeti tarafından Anadolu'ya geçmesi hoş karşılanmayan Fevzi Çakmak i��in 27 Mayıs 1920'de İstanbul I. İdare-i Örfiye Divan-ı Harbi tarafından gıyaben askerlikten uzaklaştırılmasına, nişan ve madalyalarının geri alınmasına ve idamına karar verildi.
9 Kasım 1920'de Genelkurmay Başkanı Albay İsmet Bey'in Batı Cephesi Kuzey Kesimi Komutanlığı'na atanarak ayrılması nedeniyle Genelkurmay Başkan Vekilliği’ni de üstlenen Fevzi Çakmak'ın rütbesi II. İnönü Zaferi'nin ardından 3 Nisan 1921'de TBMM tarafından orgeneralliğe (Birinci Ferik) yükseltildi.
Fevzi Çakmak, Eskişehir ve Kütahya'da istenilen sonucun alınamaması üzerine halkta ve ordu içerisindeki moral bozukluğuna karşı gerek TBMM'de yaptığı konuşmalarla gerekse verdiği beyanatlarla moral yükselten kişi oldu.
Fevzi Çakmak, moral bozukluğuna karşı gelmek için verdiği bir beyanatında, "Düşmanın ilerlemesine karşı halkın katiyen tereddüt ve endişe etmesine mahal yoktur. Düşmanın, Anadolu içerisine doğru uzanmak isteyen kolları mezarlarına yaklaşıyor. Bu yeni sefer, düşmanın ölüm yolculuğudur." ifadelerini kullandı.
Milli Savunma Bakanlığından 5 Ağustos 1921'de ayrılan ve asaleten Genelkurmay Başkanı olan Fevzi Çakmak, 12 Temmuz 1922'de Büyük Taarruz hazırlıklarıyla ilgilenmek üzere cepheye gitti.
Fevzi Çakmak, 31 Ağustos 1922 tarihinde de Büyük Zafer'in kazanılmasındaki yüksek hizmetlerinden dolayı TBMM tarafından mareşalliğe terfi ettirildi. Böylece Kurtuluş Savaşı'nın Atatürk'ten sonra ikinci mareşali Fevzi Çakmak oldu.
Fevzi Çakmak, 5 Ağustos 1921- 3 Mart 1924 tarihlerinde Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekilliği, 3 Mart 1924'ten yaş haddinden emekli olduğu 12 Ocak 1944 tarihine kadar da Genelkurmay Başkanlığı görevini sürdürdü.
Yaşamının büyük kısmını asker olarak geçiren ve yurt savunmasında titizlikle görev yapan Fevzi Çakmak, yarım asrı bulan fiili hizmetinin büyük bölümünde Arnavutluk Harekatı, İtalyan Harbi, Arnavutluk İsyanı'nın bastırılmasını sağlayarak, Balkan Harbi, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı cepheleri ve muharebe meydanlarında tümen, kolordu ve orduları komuta etti.
Bu savaşlardaki üstün gayretleri ve zafere katkıları karşılıksız kalmayan Fevzi Çakmak'a çok sayıda madalya ve nişan verildi.
"Ordunun politikaya karışmasına razı olamam"
Büyük Önder Atatürk'ün sevdiği, saydığı ve güvendiği bir komutan olan Fevzi Çakmak ile Çanakkale'de başlayan dostluğu karşılıklı sevgi, saygı ve bağlılıkla sürdü.
TBMM'deki muhalefet grubunun, Mustafa Kemal Paşa'nın yerine kendisini geçirme fikrini açtığı Fevzi Çakmak, bunu tereddütsüz reddetti ve şu yanıtı verdi:
"Bana böyle bir mevkiyi layık gördüğünüz için teşekkür ederim fakat bu teklifinizi kabul edemeyeceğim. Bu dediğiniz şey hiçbir zaman olamaz. Sizin de bu yolda çalışmaktan vazgeçmenizi tavsiye ederim. Hepimiz bulunduğumuz mevkilere rıza gösterecek ve el birliği ile memleketin yükselmesi için çalışacağız; yapılacak o kadar çok işimiz var ki hepimize bol bol yeter. Eğer bu yolu bırakarak birtakım siyasi entrikalara kapılacak olursak bu memleketi batırırız. Buna da hakkımız yoktur. Hele ordunun politikaya karışmasına hiçbir şekilde razı olamam. Ben bugün ordunun en sorumlu bir yerinde bulunuyorum. Teklifinizi kabul edecek olursam yarın benim yerime geçecek olan bir paşa da ordunun kendisine bağlı olduğuna güvenerek beni devirir ve yerime geçer. Onu da çok geçmeden bir üçüncü paşa taklit eder. Memleket asıl o zaman askeri diktatörlüğe doğru kayar ve memleketin bizden beklediği hizmetlerin hiçbirisi yapılamaz."
Atatürk'ün vefatından sonra tekrar Fevzi Çakmak'a Cumhurbaşkanlığı teklifi ile gelindi ve "Meclis'te ve orduda çoğunluk sizi Cumhurbaşkanı görmek istiyor." denildi.
Fevzi Çakmak ise Genelkurmay Başkanı olduğunu belirterek, "Anayasaya göre Cumhurbaşkanı ancak Meclis'in içinden seçilebilir" yanıtını verdi. "Peki bize aday gösterebilir misiniz?" sorusuna da Çakmak, "Bana kalırsa bugünkü durumda Atatürk'ün yerine geçmeye en layık olan şahıs, İsmet İnönü'dür. Bu benim sadece kendi düşüncemdir. Fakat Büyük Millet Meclisi kimi layık görür de seçerse o benim de Cumhurbaşkanım olur. Yeter ki bu seçilme, kanuna ve anayasaya uygun olsun." yanıtını verdi.
II. Dünya Savaşı başladığında ise Fevzi Çakmak, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye her fırsatta savaşın sınırların uzağında olduğuna, orduyu kuvvetlendirecek fakat savaşın dışında kalmak için çalışacaklarına ilişkin sözleriyle, ülkenin II. Dünya Savaşı'na katılmamasında önemli bir rol üstlendi.
Mareşal Fevzi Çakmak, askeri hayatı sona erip emekli olduktan sonra 1945'te çok partili hayata geçilmesiyle Demokrat Parti'nin kurulmasına destek verdi. 1946 seçimlerinde İstanbul milletvekili olarak parlamentoya giren Fevzi Çakmak, bir süre sonra parti içinde çıkan anlaşmazlıklar neticesinde Demokrat Partiden ayrılarak, Millet Partisi'ne geçti ve bu partinin onursal başkanlığını yaptı. Mareşal Fevzi Çakmak 10 Nisan 1950 Pazartesi sabahı saat 07.30'da vefat etti ve Eyüp Mezarlığı'na defnedildi.
Fıtnat Hanım ile evli ve iki çocuk babası olan Mareşal Fevzi Çakmak, Fransızca, İngilizce, Almanca, Rusça, Farsça, Arapça, Arnavutça ve Sırpça biliyordu.
"Bir ordunun muharebe vasıta ve usulleri alınabilir, lakin milli seciye ve ruh kıymeti nesilden nesile intikal eder." sözüyle tarihe not düşen Mareşal Fevzi Çakmak'ın "Büyük Harpte Şark Cephesi Hareketleri", "Garbi Rumeli'nin Suret-i Ziyaı ve Balkan Savaşı'nda Garp Cephesi" adlı eserleri bulunuyor.
0 notes
Text
1917 Ekim Devrimi
Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi, kabaca, geçici hükümetin Çarlık Rusyası’nı devirmesiyle 1917 yılında başlayan, 1922’de Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla zirveye çıkan ve 1991’deki çöküşle de son bulan politik bir süreçtir.
Ekim Devrimi iki safhadan oluşur. Birinci safhada son Rus çarı 2. Nikolay’ın otokrasisi ile yer değiştiren ve onun yerine liberal bir cumhuriyet kurmaya çalışan 1917 Şubat Devrimi gerçekleşmiş, ardından Vladimir Lenin başkanlığındaki Bolşevik Parti, Çarlık rejiminden sonra ortaya çıkan geçici hükümete karşı askeri darbe yaparak Sovyet işçileri adına hükümete el koymuştur. Moskova ve St. Petersburg’ta tarihe geçen olaylar gerçekleşirken, kırsal kesimde de köylülerin önderliğinde toprakların yeniden paylaşımına dayalı bir hareket vardı.
Her halükarda 1917’de iki belirgin devrim yaşanmıştır. Çar rejimini deviren Şubat Devrimi ve Bolşeviklerin askeri darbeyle gerçekleştirdikleri Ekim Devrimi. İki devrim de köklerini Rusya’nın o dönemdeki politik, sosyal ve ekonomik durumundan almıştır. Politik olarak Rus halkı Çar 2. Nikolay’ın otokrasisine soğuk bakıyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği kayıplarla mücadele Nikolay’ın Rusya’ya yönelik vizyonunu zayıflatmıştı. Sosyal açıdansa Çarlık Rusya’sının durumu pek parlak değildi. Ekonomi berbat, enflasyon yüksekti. Bir de bunlara kıtlık eklendiğinde ideal bir devrim için gereken şartlar çoktan oluşmuştu. Bir şekilde devrimci fikirler, bu içtimai durum ile birleşecek ve ortaya çıkan füzyon ile birlikte dünya tarihi, kendisine damga vuracak olan Proleter İmparatorluğu ile tanışacaktı.
Politik olarak Rus halkı ile Çarlık rejimi arasında duvarlar örülüydü. Rejimin sahipleri, halkın sesini duymuyordu. Rus otokrasisine karşı duyulan bu rahatsızlık, işçilerin taleplerinin reddedilmesi ve Çar’ın birlikleri tarafından göstericiler üzerine ateş açılması sonucu tarihe geçen Kanlı Pazar katliamı, sona doğru gidişi hızlandırmıştı. Çar Nikolay, ortalığı yatıştırmak için demokratik bir parlamento sözü verdiği Ekim Manifestosu’nu yayınladı. Fakat 1906’da demokrasi ümitlerini yeşerten temel yasaları kaldırarak parlamentoyu dağıttı. Bu hareket Çarlığa karşı şiddeti tetikledi.
1917 yılına girildiğinde, yiyecek, hammadde ve yakıt sıkıntısı had safhaya ulaşmıştı. Protestolar yaygınlaşırken, reform yanlısı çeşitli fonksiyonlar bir araya gelmeye başlamıştı. Grevler dalga dalga yayıldı. 24 Şubat’a gelindiğinde 200 bin işçi grev halindeydi. 26 Şubat’ta askeri birlikler, göstericileri dağıtmaları emrine rağmen, işçilerin üzerine ateş açmayı reddettiler. 27 Şubat günü ayaklanan işçi ve askerler, bakanları ve generalleri tutuklamaya başlamıştı. Bu gelişmeler karşısında Çar tahtını bıraktığını açıkladı. Artık Çarlık yıkılmış, geçici bir hükümet kurulmuştu.
Vladimir Lenin’in liderlik yaptığı ekim devrimi, Karl Marx’ın felsefesi üzerine kuruluydu. Devrim 20. yüzyılda komünizmin yayılmasının başlangıcı oldu. 7 Kasım 1917’de Vladimir Lenin, solcu devrimcileriyle geçici hükümete karşı neredeyse kansız bir isyan yönetti. Ekim Devrimi, Şubat Devrimi sonucu ortaya çıkan kısa ömürlü geçici hükümetin yerine Sovyet hükümetini ikame etti.
Devrimden kısa bir süre sonra, 1918’de patlak veren iç savaş, politik kökeni ne olursa olsun, milyonlarca insana ölüm ve acı getirdi. Savaş, Lenin ve taraftarlarının oluşturduğu çoğunlukla (Bolşevikler) ya da diğer bir deyişle Kızıllar yani komünistler ve devrimcilerle, onlara karşı olan muhafazakârlar, liberaller, ılımlı sosyalistler, yani, Beyazlar arasında gerçekleşti. Beyazlara, Rusçada ‘azınlık’ manasına gelen Menşevikler de deniyordu. Lenin gibi sosyalizmi savunan, ancak ideolojileri biraz daha farklı olan ve parlamentoda azınlıkta olan Menşevikler, temel olarak, komünist rejim yerine daha gevşek bir liberal rejim kurulmasını istiyorlardı.
Çarpışmaların çoğunluğu Kızıl Ordu olarak bilinen komünist birlikler ve Beyaz Ordu olarak bilinen anti-komünistler arasında gerçekleşti. Lenin liderliğindeki Bolşevik Komünistler, Menşevikleri mağlup etti ve 1922 yılında Sovyetler Birliği’nin kurulduğu ilan edildi.
O günkü Rus toplumunda büyük kabul gören bu fikirler, zamanla, tam bir baskı rejimine dönüşmüştü; ‘halkların kardeşliği’nin yerini, Moskova güdümlü zoraki devrimlere bırakmıştı. Sonuçta Lenin’in sınıfların ve sömürünün olmadığı bir dünya hayali ile giriştiği devrim macerası, ‘emekçi’ adına kitleler üzerinde terör estiren bir bürokratik dikta yönetimi ile neticelenmişti.
Lenin’in 1917’de hayata gözlerini açan hayali, ancak ortalama bir insan ömrü kadar sürdü ve 1991’de, Sovyetler’in tarih sahnesinden çekilmesiyle, sona erdi.
(Ali Çimen, Tarihi Değiştiren Olaylar)
1 note
·
View note
Photo
24 Şubat 1918. Osmanlı tarihinde bugün, Vehab Paşa komutasındaki Osmanlı Üçüncü ...
0 notes
Text
Cüce Şubatta neler olmuş?
Bu yıl Şubat ayı 29 gün. Ama bakmayın siz Şubat’ın 29 gün olduğuna . Neler olmuş bu ayda bir bakalım.Ama neler olduğuna girmeden hatırlatma babında söylememde yarar var. Mübarek Üç Aylar Şubat Ayı sonunda yani Recep Ayı’nın 25’inde başlıyor. Öyleyse 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın ertesi günü ,yani okullarımız tatil yaptığı gün oruçlu olacağız.Velhasılkelam Şubat Ayı sonunda Üç Aylar başlıyor. Sağı solu karıştırıyorum,takvim yapraklarına ,notlarıma bakıyorum Şubat Ayı içinde neler olup bitmiş bir kez daha anımsıyorum. O1. Şubat 1935 tarihinde yani Cumhuriyet’in ilanından 12 yıl sonra Ayasofya Camii Müze haline getirilmiş. O3 Şubat 2OO2’de şair-yazar Ali Ulvi Kurucu’yu kaybetmişiz. O4. Şubat 1926’da İskilipli Atıf Hoca ebediyete intikal etmiş. 1O Şubat 1918 tarihinde Sultan 2.nci .Abdülhamit vefat etmiş. 1O Şubat 1O74 tarihinde Kaşgarlı Mahmut, ünlü eseri ki bugün Azerbaycan Bakü Milli Kütüphanesi’ndedir Divan-ı Lügatit Türk’ü tamamlamış.16 Şubat 1459 tarihinde Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmet Han’ın, ,İstanbul’un Fethi’ne tanıklık etmiş hocası Akşemsettin vefat etmiş.17 Şubat 1871 tarihinde Türk Dünyası’nın unutulmazlarından Şeyh Şamil Hakk’a yürümüş. 18 Şubat 1451 tarihinde cihan padişahı Fatih Sultan Mehmet Han tahta çıkmış. 18 Şubat 1952 tarihinde( Demokrat Parti iktidardaydı)Türkiye Nato’ya üye olmuş.. Bu bir anlamda Türkiye’nin Nato’ya girişinin 68.nci yıldönümü. 2O Şubat 2O2O tarihinde 1.nci Cemre Havaya düşecek 21 Şubat 1925 tarihinde TBMM ,Kur’an-ı Kerim Tefsiri ve Hadis Tercümesi Yaptırılmasını Kabul etmiş. 24 Şubat 1166 tarihi, Divan-ı Hikmet adlı eserin sahibi Ahmet Yesevi’nin aramızdan ayrılışının 854.ncü ölüm yıldönümü.26 Şubat 1992 tarihinde Hocalı Katliamı yaşanmış. 27 Şubatı 28 Şubata bağlayan gece,Perşembe gecesi Regaip Kandili. Aynı günde 2. nci Cemre suya düşecek 15 Şubat 2O2O gününde Kütahya Lisesi mezunlarından Tavşanlı doğumlu ünlü yönetmen,yazar,kuramcı Vasıf Öngören gerçekleştirilecek etkinliklerle ,doğumunun 82.nci yıldönümünde anılacaktı..( Bu Diyarbakır kökenli,Tavşanlı doğumlu hemşehrimiz bugüne kadar Kütahya’da hiç anılmadı) 28 Şubat 195O tarihinde ,Tavşanlı- Tunçbilek Belediye Başkanı ,eğitimci ,duayen başkan merhum Mutahhar Temel hayatta olsaydı 7O.nci doğum gününü kutlayacaktı..Ben ,O7 Şubat 1994 ,22 Şubat 2OO5 , 11 Şubat 196O tarihlerinde sırasıyla annemi,kayınvalidemi ve kayınpederimi kaybetmişim. O8 Şubat 2O15’ te,ünlü ses sanatçısı ,musikimizin divası Müzeyyen Senar’ı, 28 Şubat 2O15’te Yaşar Kemal’i, O1.Şubat 1999 ‘da Barış Manço’yu, 27 Şubat 2O11’de eski Başbakanlarımızdan Prof Dr. Necmettin Erbakan’ı ,25 Şubat 2O17’de Öğretmen Yüksel Kavuncu’yu, 1O Şubat 2O18’te Kalemli’nin Kocabaşkanları’ndan Çukurköy Beldesi Belediye Başkanı Nazmi Sarı’yı, 14 Şubat 2O18’de hem de bir Sevgililer Gününde, Tavşanlı’nın en değerli saat ustalarından Moymullu Hulusi Yücel’i, kaybetmişiz.. O4 Şubat 1939’da Kütahya Valisi Hamit Öskay, 14 Şubat 1947’de Kütahya Valisi Ethem Yetkiner, 1O Şubat 1966’da Kütahya Valisi İhsan Aras, O2. Şubat 1972’de Kütahya Valisi Suat Ergünek,18 Şubat 1978’de Kütahya Valisi Rafet Üçelli ,22 Şubat 1985’te Kütahya Valisi İbrahim Şahin, O1 Şubat 1992 ‘de Kütahya Valisi Kaya Uyar, 1O Şubat 2OO5’te Kütahya Valisi Aydın Güçlü 3.ncü kez, 18 Şubat 2OO3’te Kütahya Valisi Gazi Şimşek göreve başlamışlar. 1O Şubat 1966 tarihi Kütahya Valisi Mustafa Yörükoğlu’nun, 18 Şubat 1978 Kütahya Valisi Nazmi Çengelci’nin,O1 Şubat 1984 Kütahya Valisi Saner Arman, 17 Şubat 1992 Kütahya Valisi Akif Tığ’ın Kütahya’ya veda ettiği tarihler. Türkiye Cumhuriyeti’nin 28.nci Başbakanı İsmet İnönü,2O Şubat 1965 tarihinde Başbakanlığı bırakmış,yerine aynı günde Suat Hayri Ürgüplü Başbakan olmuş. TBMM’sinin 25.nci Başkanı Binali Yıldırım O8 Şubat 2O19 tarihinde istifa etmiş Yerine 24 Şubat 2O19 tarihinde de Prof. Dr. Mustafa Şentop TBMM Başkanı olmuş. O1. Şubat 1973 tarihinde Tavşanlı’nın 24.ncü Kaymakamı Mehmet Fahri Can görevine başlamış.O5. Şubat 1992 tarihinde Tavşanlı’nın 32.nci kaymakamı Şefik Aydın Tavşanlı’dan ayrılmış. Aynı tarihte ilçenin 33.ncü kaymakamı Nafiz(Nazif) Kaymakamlık görevine başlamış. Tavşanlılı 1O Şubat 2O18 tarihinde eski TBMM Başkanımız Doç. Dr. Mustafa Kalemli’nin” Kocabaşkanım” dediği ,Çukurköy eski Belediye Başkanı Nazmi Sarı vefat etmişti. Read the full article
0 notes
Text
Kitaplar...
235)Emel Akal- Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm
sayfA 21 Kur’an-ı Kerim fukaraya, ameleye ve sai-i gayrete müteallik ve bizce malum olabilen ne kadar Bolşevik prensipleri varsa hep ihtiva ediyor. ... Bolşevik prensiplerinin icap ettirdiği tadilat ve tahavvülatı [değişme] ... peyderpey ve tedricen tatbike başlayıp milleti ... hazım ve kabule alıştırarak tevsi etmelidir Kâzım Karabekir (Karabekir, 1960; 623).
22-Arı İnan, Yusuf Hikmet Bayur’la yaptığı söyleşi de Bayur, “hepimiz [komünist partisine üye] olduk. İnönü, Ali Fuat Cebesoy, Celal Bayar, Tevfik Rüştü Aras” (İnan, 1997; 300) dedikten sonra görüşmenin ilerleyen saatlerinde şunları ekliyor:Başlangıçta o da [Karabekir] komünistti. Herkes başta komünistlere taraftardı. Herkes. Yani Atatürk, Karabekir, Yusuf Kemal -ki Türkçüdür-, Bekir Sami -ki Çerkez'dir- o yüzden Rusların aleyhindedir. Hepsi komünizme taraftardır, çünkü onlar mazlum milletlere istiklal vereceğiz teranesini söylüyorlardı
24-Enver Paşa’nın 4 Mart 1921 tarihli Moskova’dan Mustafa Kemal’e yazdığı mektuptur. Bu mektupta Enver Paşa komünizmin Anadolu hareketi açısından önemini şöyle açıklıyor:... Bence bizi ezen kuvvetlerle mücadelede hayat ve mematile bize bağlı olan yegane kuvveti de burada [Rusya’da] görüyorum. Çünkü bizi ezen dünya emperyalistliğini icap eden dünya kapitalistlerinin yegane barışamayacak ve onu imha etmedikçe yaşayamayacak bir sınıf halk varsa, o da başta komünistler olmak üzere sosyalistlerdir.
... bence bu şimdiki idare herhalde sırf milli nokta-i nazarından da en müsait idaredir. Komünistler gidip de Menşevikler veya daha sağ bir idare gelirse herhalde İslamların daha ziyade naili serbesti olabilmeleri ihtimali yoktur. Ben doğrusu bizim mevcudiyetimiz nokta-i nazarından bu komünist ve kapitalist mücadelesini aynı bir mevhibe-i ilahiye addederim. Bütün dünya komünist olarak Üçüncü Enternasyonal etrafında toplanırsa o vakit biz de herhalde kendimize o kütlede muvafık bir şekil verecek surette kuvvetlenmiş oluruz ki bu da pek basit bir istikbaldir. İşte Rusya ve Rusya’daki komünizmin bize bu kadar büyük bir faidesi aşikar iken bence eğer Rusya’da komünistlik sönmek üzere olduğunu görürsek onu da ihya edecek yardımlardan geri durmamalıyız, kanaatindeyim.İslam ihtilal Cemiyetleri İttihadı,.. Dünya komünistleri ile tevhidi mesai edecektir (Karabekir, 1967; 131).
26-Örneğin Enver Paşa’nın Bolşeviklerle işbirliğinin altında yatan düşünceleri, TBMM’nin Moskova Büyükelçisi Ali Fuat’la Moskova’da yaptığı görüşmede şöyle anlatmıştır:Enver Paşa, [kendisini] Üçüncü Enternasyonal’e yaklaştıran sebepleri izah ederken demişti ki: “Yaptığımız, şimdiki muharebede kendimize yardım ve arka bulmak arzusu değildir. Siyasi ve içtimai akidelerimizin esasta birbirlerine yakın bulunması da büyük sebeptir. Biz inkılapçı kuvvetimizi daima halktan, halkın damağdur ve yoksul kısmı olan köylü sınıfından alıyorduk* (Ce- besoy, 1982; 208) .
29-Sina Akşin bu konuda şunları yazmaktadır:Geniş bir açıdan bakıldığında, İttihat ve Terakki ile ARMHC arasında önemli yakınlıklar olduğu doğruydu. Milli Mücadele hareketinin mensuplarından pek çoğu eski İttihat ve Terakki’liler- di. Üstelik İT ve ARMHC, Türk ulusçuluğunun, demokratik- ulusçu hareketin örgütleri olarak aynı ideolojiye sahiptiler. Önder ve mensuplarının çoğu İttihat ve Terakki’liydi fakat İttihat ve Terakki , savaş yenilgisinin, yolsuzluklarının, sefaletinin vebalini taşıdığı için, İttihat ve Terakki’liliği red ve inkar etmeye özen gösteriyorlardı (Akşin, 1998-11; 36-37)
30-Akşin, Jön Türkler ve ittihat ve Terakki adlı eserini şu sözlerle bitirmektedir:Böylece, İttihat ve Terakki son bulmuş oldu. Hemen eklemek gerekir ki, bu ancak hukuken bir son bulmadır. Zira örgütün adı değişmekle, ya da yerine geçen Teceddüt Fırkası kapatılmakla, İttihatçılık son bulmazdı. İttihat ve Terakki nin ülkülerini benimsemiş olanlar, o program çerçevesinde davranmaya devam edeceklerdi. Nitekim, itilaf devletlerinin Türkiye’yi ezmek amacında oldukları anlaşılınca, kurulan Müdafaa-i Hukuk örgütlerinin esas itibariye İttihat ve Terakki’ciierce oluşturulduğunu biliyoruz. Ondan da önce, izzet Paşa kabinesinde Cavid ve Hayri gibi ittihat ve Terakkililer Rauf ve Fethi gibi eski İttihat ve Terakkililer vardı. İzzet Paşa kabinesi, bir anlamda İttihat ve Terakki’nin eski denetleme iktidarı rolüne dönmesi demekti (Akşin, 1998-1; 439).
ittihat ve Terakki'ye gelince, onun Milli Mücadelenin kadrolarını oluşturduğunu gördük. Böylece, ittihat ve Terakki, zaman içinde eski CHP’ye dönüşmüş oldu. İttihat ve Terakki ile CHP arasındaki yakın ideolojik, sosyolojik bağlar ve hatta kadro bağları bu tarih birlikteliğinin önemli işaretlerindendir (Akşin, 1998-1; 440).
36-Hüseyin Cahit Yalçın “İttihat ve Terakki adeta bir nevi tarikat, mezhep ve iman halinde yaşadı. İttihat ve Terakki’ye ilk girmiş olanlar, ona imanlarını ve ideallerini hiçbir zaman kaybetmediler”
40 Fakat İttihad ü Terakki’nin zuhuriyle beraber, tüfek ve bıçakla oynar bir gençlik Mekteb-i Harbiyye’nin bir sınıfından taşıverdi. Eski Yeniçerinin meydan kabadayılığı, bu defa fedai ve komiteci şeklinde uyanıverdi ve tekrar politika sahasında göründü. Gerçi İttihad ü Terakki, Temmuz inkılabı’nı müteakıb, tulumbacılığa ve İttihat ve Terakki Cemiyeti/Fırkası (İTCIF) mahalle mütegallibeliğine münhasır kalan eski külhanbeyliği kaldırmakla, Sultan Mahmud'un bir taraftan eski eserini ihmal etti; fakat silahlı politika kahramanını tekrar uyandırmakla, onun zıddını vücuda getirdi ve nice kanlar bahasına zail olmuş bir unsuru tekrar meydana çıkarıverdi. Nitekim bunun bizzat ittihad ü Terakki bile zararını gördü ve nihayet o da -Yakub Cemil vak ası münasebetiyle—fedailiği bertaraf etti.
45 Savaşın sonunda “Bizi ancak sosyalizm deta [devlet sosyalizmi] kurtarabilir” diyecek kadar ileri giden Talat Paşa (Tunaya, 1989, 325)
Memduh Şevket Esandal, 1920 yılında Bakü’ye BMM Murahhası olarak atanmıştır, kendisi Teşkilat-ı Mahsusa-i Ticariyeciler olarak da anılan “İaşeciler’e dahildir.
aslında İttihat ve Terakki’nin ilk günlerindeki bir yaklaşımı, 1918’de tekrar mı etmektedir? Çünkü 6 Ağustos 1908’de Selanik’te yayınlanan İttihat ve Terakki’nin yayın organının daha ilk sayısında “devlet sosyalizmini kabul etmek” gerektiğine ilişkin bir makale yayınlanmıştır (Cer- rahoğlu, 1975; 500-505).
47 Hüseyin Cahit o “tasavvurları” şöyle anlatmaktadır: Memleketi terk edip Nuvelzelanda adasına hicret edecektik. Buraya herkes refikasıyla birlikte gelecekti. Bir sosyalist cemaat halinde yaşayacaktık. Aramızda müikiyet prensibi değil, uhuvvet prensibi hüküm sürecekti
50-İttihad ve Terakki kırk mecnundan [deli] mürekkep bir heyettir. Talat aklü’l-mecanindir, Hüseyin Cahit kalemü’l-mecanin, [Kara] Kemal hesabü’l-mecanin, Ziya Gökalp kitabü’l-mecanin, Enver seyfü’l-mecanin, Ben lisnü’l-mecanin, Yakub Cemil de mecnunu’l-mecanin! Ömer Naci
51-Hüseyin Cahit, yorumlarında daha da ileri giderek: “Eğer Talat olmasaydı İttihat ve Terakki olmazdı. Talat İttihat ve Terakki’nin kubbe taşı, çimentosu ve temeli idi” (Yalçın, 1943, 39).
60-Bu toplantı çok önemlidir, çünkü İttihat ve Terakki’nin en önemli isimlerinin yurtdışına gidip gitmemesi tartışılacaktır. Bu toplantıya İttihat ve Terakki’nin en önemli isimlerinin yanında Mustafa Kemal’in de katılmış olması, kendisinin 1910 yılı sonunda İttihat ve Terakki’de üst düzey yönetici olduğu biçiminde yorumlanabilir. Toplantıya katılanlar şunlardır: Talat, Manyasizade Refik, Mithat Şükrü, Cavid, Hüseyin Cahit, Rahmi, Habib, Dr. Nazım. Bahaeddin Şakir, Ömer Naci, Mustafa Necib, Enver, Hafız Hakkı, Mustafa Kemal, Ali Fuad, Remzi, Hüseyin Tosun, Nail Beyler
70- Fethi Okyar Trablusgarp’e giden ekibin Teşkilat-ı Mahsusa’nın ilk nüvesini oluşturduğunu söylemektedir:... burada, bir tarih hakikatini tesbit etmek vazifemizdir. Teşkilat-ı Mahsusa ilk olarak Sultan Hamid’e karşı mücadele eden ve daha çok Arap yarımadasına sürgün edilen genç harbiye-tıbbiye- mülkiyelilerden kurulu gizli cemiyet idi, başlarında da daha sonra bu teşkilatın reisliğini yapan Eşref Sencer Kuşçubaşı vardı. Trablusgarp Harbinde Teşkilat-ı Mahsusa’cılar kadro halinde vazife almışlardı (Okyar, 1980; 199).
76-I. Dünya Savaşı 1918’de Almanya’nın yenilgisi ile bitmiş, ülke ve toplumsal sınıflar alt üst olmuştur. Almanya'da grevler birbirini takip etmekte, ayaklanmalar olmakta ve Sovyet yönetimleri ilan edilmektedir. Almanya’daki devrim 3 Kasım 1918’de donanma içindeki bir ayaklanma ile başlamış, 9 Kasım’da Spartakist’lerin çağrısıyla silahlı işçi ve askerler Berlin’in denetimini ele geçirmişler ve Kayzer rejimi çökmüştür (Sobolev, 1979; 48). İşte Talat ve arkadaşları, o günlerde Berlin’e gelmişlerdir. Talat Paşa ve İttihat ve Terakki rüesası 9 Kasım’da Almanya sınırına ulaştıklaıımn ertesi günü İmparator Hollanda’ya kaçmış ve cumhuriyet ilan edilmiştir (Cemil, 1992; 17). Talat Paşa ölünceye kadar en yakınındakilerden biri olan Arif Cemil’e1 göre Berlin’de meydanlardan geçilememektedir, Aleksandr Platz kurşun yağmuru altındadır ve işçiler “Polis Müdüriyet-i Umumisini” ele geçirmek için savaşmaktadırlar (Cemil, 1992; 17);
79-Radek, 1919 yılı Ocak ayında yapılacak olan Alman Komünist Partisi’nin kuruluş kongresine katılmak üzere Berlin Sovye- ti tarafından davet edilmiştir (Tunçay, 1995; 175). Alman sınırını yasadışı olarak AvusturyalI kılığına girerek geçen ve Berlin’e ulaşan Bolşevik Partisi Merkez Komitesi üyesidir ve daha sonra, kurulacak olan III. Enternasyonal-Komintern’in Başkanı olacaktır. Ancak 12 Şubat 1919’da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in katledildikleri olaylar sonucunda Radek de Berlin’de tutuklanmıştır (Can, 1952; 411. Yılmaz, 1987; 43). Radek Ağustos ayında tutuklu bulunduğu hapishanede özel bir bölüme alınmış ve ziyaretçi kabul etmesine izin verilmiştir. Ziyaretçileri arasında Reichswehr’in liderlerinden biri olan Seeckt de vardır ki, bu şahıs savaş sırasında Enver Paşa ile yakın ilişkiler içinde olmuştur (Can, 1952; 413). Yani Talat ve Enver, Alman Genel Kurmayının gözetim ve denetiminde Radek’le ilişki kurmuşlardı
81-Talat'ın doğuştan gelen zekası ve irade gücünün beni çok etkilediğini ifade etmeliyim; bozuk bir Fransızca ve Almanca ile konuşuyordu. Almanca ve Fransızca ile kendisini rahatça ifade edebilen Enver Paşa ise, yapı olarak sinirli, dengesini bütünüyle kaybetmiş ve ülkesinden ziyade kendi pozisyonu için mücadele eden dengesiz bir insan görünümü vermişti (Carr,
86-Karakol Cemiyeti nizamnamesinden: “Karakol” kuvvetini, insaniyet aleminin en necibi bulunan sulhperver heyetlerin ve umum sosyalist ve amele gruplarının müzeheret-i beynelmileliyesinden ve Türk, Müslüman aleminin yüreğinden ve maksadını kabul eden her fert ve cemiyetin muavenetinden alır
89-Velidedeoğlu anılarında şunları belirtmektedir: Hamdullah Suphi Bey çok etkili, coşkulu bir konuşma yapmış ve bunun bir yerinde: “Evet arkadaşlar, bu vatanı kurtarmak için gerekirse Bolşevik de olacağız, şeytan da olacağız” diye bağırmıştı. Sonra bizim büroya gelerek bu sözlerini tutanaktan çıkardığını sanıyorum. Fakat ben bu sözleri bugünkü gibi anımsıyorum (
93 tamamı
129-Ali Fethi Bey, Ocak 1913’te Babıali Baskım’mn yapılmasına karşı çıkmıştır. Bu nedenle Talat, Fethi’nin katılmadığı ikinci bir toplantı düzenlemiş ve hükümet darbesi kararı Fethi Bey’in yokluğunda alınmıştır (Çavdar, 1995; 244).
142 Hüseyin Cahit bu konuda şunları yazmaktadır: Mağlubiyet tahakkuk etmişti. Harbi yapan Kabine, Hükümet mevkiini terk ediyordu. Zihinlerde ve ruhlarda endişe ve ıstırap vardı. Enver’in sesi hâlâ kulaklarımdadır. Padişaha kabinesinin istifasını götürecek Talat Paşa’ya: “Harbiye Nezareti için Mustafa Kemal’i tavsiye et. Harbiyeye o gelmelidir. Ondan başka orduyu toparlayacak kimse yoktur” diyordu (Yakın Tarihimiz, III, 329). Bu ifadeye göre Enver, Mustafa Kemal’i ordunun başına geçecek şahıs olarak görmektedir, siyasi mücadelenin başına değil. Bayar da, anılarında, Mustafa Kemal’in ordunun başına geçmesini Enver’in onayladığını, hatta tek çare gördüğünü yazmaktadır: Son günlerde Enver Paşa ile Mustafa Kemal Paşa arasında kendiliğinden doğma bir fikir birliği vücut,bulmuştur. ... [Enver Paşa] Talat Paşa hükümetinin istifasını bir emrivaki olarak gördüğü zaman, Başkumandan vekili: “O halde, kuvvetli bir kabine lazımdır. Orduyu Mustafa Kemal Paşadan başkası idare edemez” demiştir (Bayar, 1965; 21).
157,
182 . Ancak Hasene İlgaz, Nuh’un Mustafa Kemal olduğunu yazmaktadır. Verilen isimler çok anlamlıdır: Mustafa Kemal’e verilen kod adı Nuh, Galatalı Şevket İsa, Ali Fuad Musa, Kara Vasıf Cengiz’dir
1 note
·
View note
Text
Milliyetçi Fevzi Çakmak
https://samosan.com/milliyetci-fevzi-cakmak/ adresinde yayınlandı
Milliyetçi Fevzi Çakmak
Yaşamının yarısından fazlasını savaş meydanlarında geçiren, 10 Nisan 1950’de vefat eden Türkiye’nin ikinci ve son mareşali Fevzi Çakmak, İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgaline karşı durması başta olmak üzere verdiği kararlarla milli mücadelenin en önemli isimlerinden biri olarak tarihteki yerini aldı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun ikinci, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, 12 Ocak 1876’da İstanbul Anadolu Kavağı’nda dünyaya geldi. Babası Çakmakoğulları’ndan Tophane kâtibi Miralay Ali Sırrı Bey, annesi Varnalı Müftü Hacı Bekir Efendinin kızı Hasene Hanım’dır.
“Mustafa Fevzi” adını alan Fevzi Çakmak, 10 yaşında Selanik’te askeri ortaokula başladı. Daha sonra 1887’de İstanbul’da Soğukçeşme Askeri Ortaokuluna geçen Fevzi Çakmak, buradaki eğitimini tamamladıktan sonra Mart 1890’da başladığı Kuleli Askeri Lisesini Şubat 1893’te ikincilikle bitirdi.
Aynı yıl Kara Harp Okuluna geçen, burayı da piyade subayı olarak tamamlayan Fevzi Çakmak, başarıları dolayısıyla kurmay sınıflara devam hakkı kazanarak Harp Akademisine geçti. 16 Mart 1897’de üsteğmen, 25 Aralık 1898’de de kurmay yüzbaşı unvanıyla akademiden mezun olan Fevzi Çakmak, Genelkurmay Başkanlığı Karargahı’na atandı.
Çakmak, burada karargah subaylığı, Metroviçe Tümeni Karargah Subaylığı, Taşlıca Mutasarrıfı ve Komutanlığı, Mürettep Kosova Kolordusu Kurmay Başkanlığı, Mürettep Garp Ordusu Kurmay Başkanlığı, Nizamiye Yakova Tümen Komutanlığı, Kosova Kuvayi Umumiyesi Kurmay Başkanlığı, Vardar Ordusunda Şube Müdürlüğü görevlerini yürüttü.
22 Aralık 1914’de 5’inci Kolordu Komutanlığı’na getirilen Fevzi Çakmak, 2 Mart 1915’te mirliva (tuğgeneral) unvanını aldı.
Birinci Dünya Savaşında kolordusu ile Çanakkale savaşlarına katılan Fevzi Çakmak, savaş sonunda Atatürk’ün Anafartalar Grup Komutanlığından ayrılması üzerine bu göreve vekalet etti ve düşman bu cepheden ayrılana kadar görevini sürdürdü.
Ardından 2’nci Kafkas Kolordusu Komutanlığı ve 2’nci Ordu Komutanlığı görevlerinde bulunan Fevzi Çakmak, 28 Temmuz 1918’te korgeneralliğe (ferik) yükseldi. Fevzi Çakmak, Mondoros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından 24 Aralık 1918’te de Genelkurmay Başkanlığına atandı, bu makamda bulunduğu sürece pek çok silah ve cephanenin düşman eline geçmesini de önledi.
İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgaline karşı çıktı
Mondoros Mütarekesi’nin tek taraflı uygulanması ve İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgaline karşı çıkan Fevzi Çakmak, 1919 yılı mayıs başlarında Yunanlıların İzmir’e çıkarma yapma hazırlıkları sürerken, Harbiye Nazırı Şakir Paşa’nın makamında bulunmadığı kısa bir süreden yararlanarak, İzmir’deki Kolordu Komutan Vekili Albay Süleyman Fethi Bey’e “Çıkarılan devriyelerin peyderpey miktarlarının artırılarak Yunanlıların İzmir’i işgal etmeleri ve bir oldu bitti yaratmaları muhtemeldir. Bunun için derhal Averof zırhlısı komutanına, badema (bundan sonra) devriye çıkarılırsa, bunları Türk birliklerinin silahla karşılayacağını tebliğ ediniz.” telgrafını çektirdi.
Bu tebliğe karşılık Süleyman Fethi Bey’in “Dinlemeyip çıktıkları takdirde bu emir yerine getirilecek midir?” sorusuna da “Tereddüt edilmeden ateş edileceği” yanıtını verdi.
Tebliğ etkisini gösterdi, işgal gününe kadar bir daha Yunan devriyeleri İzmir’e ayak basmadı. İtilaf devletlerinin baskısı ile Fevzi Paşa Genelkurmay Başkanlığından uzaklaştırılırken Yunanlılar da 15 Mayıs 1919 günü İzmir’e çıktı.
Daha sonra Fevzi Çakmak önce 1’inci Ordu Komutanlığına, ardından 3 Şubat 1920’de Harbiye Nazırlığına (Milli Savunma Bakanlığına) atandı.
Fevzi Çakmak, bu görevi sırasında Milli Mücadeleye değerli hizmetlerde bulunurken, İstanbul’dan birçok silah ve cephanenin Anadolu’ya taşınması ve değerli komutanların Anadolu’ya geçmesinde rol oynadı.
Paris Barış Konferansı’nın Türkiye hakkında aldığı kararları kabul etmedi. Bu arada İstanbul’dan Ankara’ya silah, cephane ve insan kaçırma konusundaki çalışmalarına hız verdi. Anadolu’daki harekâtın güçlenmesi için bütün gücüyle çalıştı ve her yeni gelişmeyi Mustafa Kemal’e bildirdi. Nihayet İngilizler İstanbul’u resmen işgale başlayınca Fevzi Paşa da makamından düşman askerleri tarafından çıkarıldı (16 Mart 1920). İstanbul müttefik kuvvetler tarafından resmen işgal edilince Fevzi Çakmak, Harbiye Nazırlığı görevinden 21 Nisan 1920’de ayrılarak Anadolu’ya geçti.
Artık İstanbul’da yapılacak bir şey olmadığını anlayan Fevzi Paşa, Beykoz’daki evinden gizlice Ankara’ya doğru yola çıktı. Fevzi Paşa’nın geçeceği yollarda önlemler alarak onu yakalamak istediler. Ancak bütün engellemelere karşın Ankara’ya ulaşabildi. O sırada toplantıda olan Büyük Millet Meclisi (TBMM) üyeleri Fevzi Paşa’nın hep birlikte karşılanmasını kararlaştırdı ve karşıladı. Fevzi Paşa’nın Ankara’ya gelişi ve TBMM’de yaptığı konuşma metni bir tamim olarak bütün memlekete ve ordu birliklerine gönderildi.
Fevzi Çakmak Anadolu’ya geçtikten sonra Ankara hükümetince 3 Mayıs 1920’de Kozan Milletvekili sıfatıyla Milli Savunma Bakanlığına ve Bakanlar Kurulu Başkan Vekilliğine seçildi. Burada çalışmalara başlayan Fevzi Çakmak, yeni ordunun kurulmasında büyük rol oynadı.
İdamına karar verildi
İstanbul hükümeti tarafından Anadolu’ya geçmesi hoş karşılanmayan Fevzi Çakmak için 27 Mayıs 1920’de İstanbul 1’inci İdare-i Örfiye Divan-ı Harbi tarafından gıyaben askerlikten uzaklaştırılmasına, nişan ve madalyalarının geri alınmasına ve idamına karar verildi.
9 Kasım 1920’de Genelkurmay Başkanı Albay İsmet Bey’in Batı Cephesi Kuzey Kesimi Komutanlığı’na atanarak ayrılması nedeniyle Genelkurmay Başkan Vekilliğini de üstlenen Fevzi Çakmak’ın rütbesi İkinci İnönü Zaferi’nin ardından 3 Nisan 1921’de TBMM tarafından orgeneralliğe (Birinci Ferik) yükseltildi.
Fevzi Çakmak, Eskişehir ve Kütahya’da istenilen sonucun alınamaması üzerine halkta ve ordu içerisindeki moral bozukluğuna karşı gerek TBMM’de yaptığı konuşmalarla gerekse verdiği beyanatlarla moral yükselten kişi oldu.
Fevzi Paşa, Kozan milletvekili olarak katıldığı TBMM tarafından kurulan İcra Vekilleri Heyetine (Bakanlar Kurulu) Müdâfaa-i Milliye Vekili (Milli Savunma Bakanı) seçildi. İcra Vekilleri Heyeti de onu başkan seçti. Bu görevde bulunduğu sırada özellikle düzenli ordu kurulması konusunda büyük hizmetleri oldu. Fevzi Paşa, II. İnönü Savaşı’nın kazanılmasından sonra İsmet Bey’in (İnönü) yerine önce vekâleten, sonra asâleten Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye Reisliğine getirilince vekillikten ayrıldı (5 Ağustos 1921). Sakarya Savaşı’nın kazanılmasında da büyük hizmetleri oldu.
“Düşmanın kolları mezarlarına yaklaşıyor”
Fevzi Çakmak, moral bozukluğuna karşı gelmek için verdiği bir beyanatında, “Düşmanın ilerlemesine karşı halkın katiyen tereddüt ve endişe etmesine mahal yoktur. Düşmanın, Anadolu içerisine doğru uzanmak isteyen kolları mezarlarına yaklaşıyor. Bu yeni sefer, düşmanın ölüm yolculuğudur.” ifadelerini kullandı.
Milli Savunma Bakanlığından 5 Ağustos 1921’de ayrılan ve asaleten Genelkurmay Başkanı olan Fevzi Çakmak, 12 Temmuz 1922’de Büyük Taarruz hazırlıklarıyla ilgilenmek üzere cepheye gitti. Yunan ordusunu kesin yenilgiye uğratan Başkomutanlık Meydan Savaşı’nın planları Fevzi Paşa tarafından hazırlanmıştı. Kendisine, Mustafa Kemal’in önerisiyle TBMM tarafından 31 Ağustos 1922 tarihinde mareşallik rütbesi verildi. Böylece Kurtuluş Savaşı’nın Atatürk’ten sonra ikinci mareşali Fevzi Çakmak oldu.
Kozan’dan ve İstanbul’dan olmak üzere iki kez Millet Meclisi üyeliği yapan Fevzi Paşa, 30 Ekim 1924’te, asker olan milletvekillerinin politikayı ya da askerliği seçmeleri istenince çok sevdiği askerlik mesleğini tercih etti. İstanbul milletvekilliğinden ayrılarak Erkân-ı Harbiyye-i Umumiyye Reisliği görevini 12 Ocak 1944’te yaş haddinden emekli oluncaya kadar sürdürdü.
“Ordunun politikaya karışmasına razı olamam”
Büyük Önder Atatürk’ün sevdiği, saydığı ve güvendiği bir komutan olan Fevzi Çakmak ile Çanakkale’de başlayan dostluğu karşılıklı sevgi, saygı ve bağlılıkla sürdü.
TBMM’deki muhalefet grubunun, Mustafa Kemal Paşa’nın yerine kendisini geçirme fikrini açtığı Fevzi Çakmak, bunu tereddütsüz reddetti ve şu yanıtı verdi:
“Bana böyle bir mevkiyi layık gördüğünüz için teşekkür ederim fakat bu teklifinizi kabul edemeyeceğim. Bu dediğiniz şey hiçbir zaman olamaz. Sizin de bu yolda çalışmaktan vazgeçmenizi tavsiye ederim. Hepimiz bulunduğumuz mevkilere rıza gösterecek ve el birliği ile memleketin yükselmesi için çalışacağız; yapılacak o kadar çok işimiz var ki hepimize bol bol yeter. Eğer bu yolu bırakarak birtakım siyasi entrikalara kapılacak olursak bu memleketi batırırız. Buna da hakkımız yoktur. Hele ordunun politikaya karışmasına hiçbir şekilde razı olamam. Ben bugün ordunun en sorumlu bir yerinde bulunuyorum. Teklifinizi kabul edecek olursam yarın benim yerime geçecek olan bir paşa da ordunun kendisine bağlı olduğuna güvenerek beni devirir ve yerime geçer. Onu da çok geçmeden bir üçüncü paşa taklit eder. Memleket asıl o zaman askeri diktatörlüğe doğru kayar ve memleketin bizden beklediği hizmetlerin hiçbirisi yapılamaz.”
Atatürk’ün vefatından sonra tekrar Fevzi Çakmak’a Cumhurbaşkanlığı teklifi ile gelindi ve “Meclis’te ve orduda çoğunluk sizi Cumhurbaşkanı görmek istiyor.” denildi.
Fevzi Çakmak ise Genelkurmay Başkanı olduğunu belirterek, “Anayasaya göre Cumhurbaşkanı ancak Meclis’in içinden seçilebilir” yanıtını verdi. “Peki bize aday gösterebilir misiniz?” sorusuna da Çakmak, “Bana kalırsa bugünkü durumda Atatürk’ün yerine geçmeye en layık olan şahıs, İsmet İnönü’dür. Bu benim sadece kendi düşüncemdir. Fakat Büyük Millet Meclisi kimi layık görür de seçerse o benim de Cumhurbaşkanım olur. Yeter ki bu seçilme, kanuna ve anayasaya uygun olsun.” yanıtını verdi.
İkinci Dünya Savaşı başladığında ise Fevzi Çakmak, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye her fırsatta savaşın sınırların uzağında olduğuna, orduyu kuvvetlendirecek fakat savaşın dışında kalmak için çalışacaklarına ilişkin sözleriyle, ülkenin İkinci Dünya Savaşı’na katılmamasında önemli bir rol üstlendi.
Siyasi yaşamı
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’ne girmesi ve milletvekili olması konusunda bizzat Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından yapılan önerileri kabul etmedi. CHP’ye duyduğu kırgınlık dolayısıyla bu partiye karşı kurulan Demokrat Parti (DP)’yi destekledi. Bu partinin listesinden bağımsız aday olarak 21 Temmuz 1946’da İstanbul Milletvekili seçildi. Bir süre sonra parti yöneticileriyle anlaşmazlığa düşerek DP’den ayrıldı (12 Temmuz 1947). Millet Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı (20 Temmuz 1948) ve bu partinin şeref başkanı seçildi.
Fevzi Çakmak, Teşvikiye Sağlık Yurdu’nda öldüğü zaman, hükümet millî yas ilân etmediği için; halk, CHP aleyhine büyük tepki gösterdi. Beyazıt Camisi’nde kılınan namazdan sonra çoğunluğu üniversite gençliği olmak üzere, kalabalık bir cemaatle toprağa verildiği Eyüp Sultan’a kadar eller üzerinde taşındı. Halkın Fevzi Çakmak’ın cenazesine duyduğu bu büyük ilgi, CHP’ye karşı gösterilen ilk açık direniş hareketi ve İsmet İnönü’nün önemli bir siyasî yenilgisi olarak yorumlandı.
Fevzi Çakmak başarılı askerlik yaşamı boyunca çalışkan, alçak gönüllü, sağlam iradeli ve karakterli, dinine bağlı bir komutan olarak sevildi ve sayıldı. En büyük zevki kitap okumak olan Paşa, geniş bir kültüre sahipti. Özellikle tarih, edebiyat ve toplumbilime çok önem verirdi. Fransızca, İngilizce, Arapça ve Farsça yanında bazı Balkan dillerini de bilir, günlük politikadan hoşlanmazdı. Askerin politik çekişmelerin dışında tutulmasını savunurdu. Balkan Savaşı’nın kaybedilmesinin en büyük sebebini ordunun siyasete bulaşmış olmasında gören Fevzi Paşa, orduyu daima politikadan uzak tutmuştur.
Fevzi Paşa, Harp Akademisi’nde verdiği konferanslarını 1927’de kitap olarak yayımladı. Tamamen kendi inceleme ve saptamalarıyla belgelere dayanan bu eserde, Balkan felâketlerinin siyasî, sosyal ve askerî bakımlardan tahlilini yapmaktadır. Ayrıca Doğu cephesinde bulunduğu yıllardaki gözlem ve incelemelerini de 1936’da kitap olarak yayımladı. Sade bir üslûpla, askeri başarılarını öğünme vesilesi yapmadan anlattığı eserleri harb edebiyatımızın başarılı örneklerindendir. Fevzi Paşa’nın bir hayli hacimli olan anıları ise ailesinde olup tamamı henüz yayımlanmamıştır. Fevzi Paşa,
Başarılı hizmetlerinden dolayı çeşitli liyakat, imtiyaz, harp madalyaları ve nişanlarla ödüllendirilmiş olan Mareşal Fevzi Çakmak; doğal olarak da İstiklal Madalyasına sahip olduğu gibi; Gümüş İmtiyaz Madalyası, Altın İmtiyaz Madalyası, Altın Muharebe Liyakat Madalyası ve İstiklal Madalyası ile Avusturya-Macaristan Harp Nişanı, Alman Kronodör Nişanı, Alman Demir Haç Nişanı, 1. Mecidi Nişanı, 5. Mecidi Nişanı, Kılıçlı 2. Osmani Nişanı, 4. Osmani Nişanı sahibidir.
Fıtnat Çakmak ile evlenmiş olan Mareşal Fevzi Çakmak’ın iki çocuğu vardır. İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça, Farsça, Arapça, Arnavutça ve Sırpça bilmekteydi.
Mareşal Fevzi Çakmak 10 Nisan 1950 Pazartesi sabahı saat 07.30’da vefat etti , İstanbul’da Eyüp Sultan Mezarlığı’nda toprağa verilmiştir.
ESERLERİ:
Garbî Rumeli’nin Suret-i Ziyâ ve Balkan Harbinde Garp Cephesi Hakkında Konferanslar (1927), Büyük Harb’de Şark Cephesi Harekatı (1936).
KAYNAKÇA: Falih Rıfkı Atay / Ondokuz Mayıs (1944), Süleyman Külçe / Mareşal Fevzi Çakmak (1953), Ali Fuat Cebesoy / Millî Mücadele Hatıraları (1953), Kâzım Karabekir / İstiklal Harbimiz (s. 389-396 / 650-654, 1960), Sinan Omur / Büyük Mareşal: Fevzi Çakmak (1962), Adnan Çakmak / Mareşal Fevzi Çakmak’ın Hatıraları (Hürriyet, 10 Nisan – 19 Mayıs 1975), Ali Gümüş, Kahraman Asker Mareşal Fevzi Çakmak (Tercüman gazetesi eki, 1986), Ayfer Özçelik / TDV İslâm Ansiklopedisi (c. 8, s. 190-192, 1993), Kemal Öztürk / İlk Meclis (s.149-151, Aralık 1999), Fevzi Çakmak (www.tsk.tr, 28.7.2015).
Fevzi Çakmak
0 notes
Text
Savaştan elimde bir tek, vicdanımın rahatlığı kaldı
MEHMET BAYER – 20 Haziran 2020 – HİBYA – 1. Dünya Savaşı’nda, Katya Muharebeleri sırasında Türklere esir düşen Austin Sanders Arch, yaklaşık 2.5 yıllık esaretin çoğunluğunu Afyonkarahisar’daki kampta geçirdi.
Arch’ın torunu Jonathan Arch, HİBYA muhabirine yaptığı açıklamada, dedesinin kraliçenin Worcestershire Hussars Birliği’ne bağlı bir asker olduğunu söyledi.
Bunun ”gönüllü süvari birliği” olduğunu belireten Arch, ”Çavuş olduğunu biliyoruz, ama bu rütbeye ne zaman yükseltildiğini bilmiyoruz. Austin, İkinci Boer Savaşı’na da katılmıştı. O savaşla ilgili günlükleri müzede.” dedi.
Archi, büyükbabası Austin’in 23 Nisan 1916 tarihinde, Süveyş kanalının 35 mil doğusundaki Katya kenti muharebeleri sırasında Türklere esir düştüğüne işaret ederek, şun bilgileri verdi:
”Bir takımı eksik olan birlik, kuyu kazmakta olan mühendisleri koruyormuş. Austin, Katya’nın 7 mil kadar kuzey doğusunda bulunan Oghratina kentindeymiş. 23 Nisan 1916 tarihinden 1. Dünya Savaşı’nın sonu olan 11 Kasım 1918 tarihine kadar esir kalmış. Esaretinin çoğunu 11 Mayıs 1916 tarihinden itibaren Afyonkarahisar’da geçirmiş. 1 Temmuz 1918 tarihinde marangozluk işlerinde çalıştırılmak üzere İstanbul’a gönderilmiş. (Kendisi Stambul derdi.) Savaş öncesinde de marangozluk yapmış ama 1911 yılında ahşap işleri öğretmeni olmuş. Türkiye’den döndükten sonra da öğretmenlik mesleğine devam etti.”
– ”24 saat bir şey yemedik”
Jonathan Arch, dedesinin vefat ettiğinde kendisinin 7 yaşında olduğunu, ne savaş zamanı, ne de esareti hakkında konuşmadığını söyledi.
Babasının da dedesi hakkında konuştuğunu hatırladığını aktaran Arch, ”Ancak annem bir kitapta dedemin Afyonkarahisar’da ölen esirler için tabut yaptığından bahsedince bilgi sahibi oldum.” dedi.
Arch, dedesi Austin’in, günlüklerinde yakalanma anını şöyle anlattığını ifade etti:
”23 Nisan günü Oghritina ve Katia’da Türklerin saldırısına uğradık. Sabah 4’den 8’e kadar çatışma sürdü ve teslim olmak zorunda kaldık. Umutsuz bir pozisyondaydık. Esir olarak 10 mil yürütüldük. Sıcak ve suyun az olmasından dolayı çok zorlandık. 24 saat bir şey yemedik. Alman uçaklarının da bulunduğu büyük bir kampta tutulduk. Burada sıcak banyo ve dezenfekte işlemi yapılacaktı ama bu iptal oldu. 4 Mayıs’ta Kudüs’e vardık. Burada bize epey iyi davrandılar. Ailemize mektup yazmak için kağıt verdiler. 17 Mayıs’ta yeniden yürüyüşe geçtik. Subaylarımız bizler için pişmiş et satın aldı. 20 Mayıs tarihinde akşam 4.30’da Pozantı’ya vardık. Bir nehrin kıyısında o gece kamp yaptık. (Demiryolu başlangıcı). Sinekler tarafından istila edilmiş olan geçici bir barakada kaldık. Ernest Hanglin geride kaldı. Çok hastaydı ve korkarım ölüyordu. 22 Mayıs’ta trenle Konya’dan öğle sonrası saat 1’de yola çıktık ve gece Afyonkarahisar’a vardık. Denizci bir marangoza yardımcı olarak iş verildi. Malzeme alışverişi için pazara çıkabiliyordum.’
Dedesinden geriye günlükleri ve bazı malzemelerinin kaldığ��nı, babasının ise bu malzemeleri Worcestershire Yeomanry Müzesi’ne bağışladığını anlatan Arch, kendisinde ise bazı madalyaları ile bir teleskobunun bulunduğunu bildirdi.
– ”Elimde bir tek, vicdanımın rahatlığı kaldı”
Jonathan Arch, 1. Dünya Savaşı’nın yönetenler ve politikacılar tarafından engellenebileceğini, dedesi ve bazı insanların askerliği vatanseverlik olarak gördükleri için savaşa dahil olduğunu söyledi.
Dedesinin 24 Şubat 1918 tarihinde, ”Bay Mottram’ın mektubu ilgimi çekti. Mektubu okudukça keşke işime geri dönebilseydim diye düşünüyorum. En başta işimi bıraktığım için aptallık etmişim ve kendimden bu anlamda nefret ediyorum. Savaştan elimde bir tek, vicdanımın rahatlığı kaldı ama bu da öyle çok önemli bir varlık değil günümüzde.” şeklindeki yazıyı kaleme aldığını anlatan Arch, sözlerini şöyle sürdürdü:
”Özet olarak savaş konusunda bunları yazmış. Savaşa katıldı, çünkü arkadaşları da katıldı. Eğer katılmasaydı arkadaşlarının gözünden düşecekti ve vicdanı rahat olmayacaktı. Austin’in bir savaş esiri olarak tecrübeleri göreceli olarak iyi, ancak kendi birliğinden de olmak üzere çoğunun esaret yaşamı çok daha kötüydü. Her toplumda ve her ülkede iyi ve kötüler vardır.”
Arch, eşi ve kendisinin Türkiye’nin batısındaki antik alanları, Gelibolu Yarımadası’nı ve İstanbul’u ziyaret ettiklerini belirtip, şunları kaydetti:
”Austin’in birliği Gelibolu’da savaşmıştı, ama o sırada Austin Şam yakınlarında Chatby kasabasında kalarak Gelibolu’da hiç bir işe yaramayan atların bakımıyla uğraşıyordu. Esirler konusunda sanırım Afyonkarahisar’da müze ya da benzeri bir yer var. Rehberli bir tur olmadıktan sonra oraya gideceğimi zannetmiyorum ama Austin’in daha genç torunları gidebilirler. Savaş esirlerini hatırlamanın bence en iyi yolu, esir kampının kendisini müze haline getirmek, Colditz’de olduğu gibi. Alternatif olarak, İstanbul’da bir heykel olabilir, çünkü İstanbul en çok ziyaret edilen yer.”
Hibya Haber Ajansı
Hibya Haber Ajansı
The post Savaştan elimde bir tek, vicdanımın rahatlığı kaldı appeared first on Kamu365 | Dünya Gündemi.
from WordPress https://ift.tt/2V2SIih via IFTTT
0 notes
Text
TRABZON’UN TARİHİ
https://bilmisler.com/trabzonun-tarihi/
TRABZON’UN TARİHİ
Trabzon eski güzellikleriyle hala günümüze kadar gelmektedir. Dördüncü Haçlı Seferlerinden kaçan Bizanslılar Trabzon’a gelerek Trabzon Rum Pontus Devleti’ni kurdular. Bunun üzerine Fatih Trabzon’u almaya kesin karar vermiştir. Osmanlı Ordusu 23 Mart 1461’de 150 parçadan oluşan donanma ile Karadeniz’e açılmış Trabzon’u alma kararını uygulamaya başlamıştır. Bu sayede Trabzon 26 Ekim 1461 yılında fethedilmiş,24 Şubat 1918 düşman işgalinden kurtulmuştur. Trabzon artık Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altına girmiştir. Trabzon düşman işgalindeyken Trabzon halkına kin duyguları beslenir halka işgal yapılırdı. Trabzon içinde barındırdığı uygarlıklar sayesinde tarihi eserleride içinde bulunduruyordu. Bunlardan bazıları Ayasofya, Sümela Manastırı, Küçük Ayvasıl Kilisesi, Çamlıdüz Köyü Kilisesi, Ak��akale gibi eserlerdir.
Düşmanın işgal yıllarında Trabzon halkı işgalden kaçarken halk dağılmıştı. O zamanlarda toprak sahibi olanlar bölgelerini korumak amaçla direniyordu. Düşman işgalinden kaçan Trabzon halkı kaçtıkları bölgelerde kendi illerindeki huzuru bulamıyor oralarda rahat edemiyordu kendi illerini özlüyorlardı. Herkes huzur arıyordu. Trabzon şimdi öyle değildir. Fatih Sultan Mehmet Trabzon’u fethettiğinden beri Trabzon o eski huzuru bulmuştur. Eski uygarlıklardan kalan eserleri günümüzde görebiliyor onlara bakıldığında içimizde o eski günleri hatırlayıp geçmişteki insanlarımızın neler yaptıklarını hangi uygarlıkların Osmanlı topraklarına ayak bastığını hissedebiliyoruz. Trabzon’un geçmişte çok çektiğini ama günümüzde teknolojiye ayak uydurmuş bir liman şehridir. Günümüzde 24 Şubat Trabzon’unun Kurtuluşu olarak adlandırılır ve meydanlarda kutlaması yapılır. Yeniden o günleri yaşamamak için çocuklarımızı iyi eğitmeliyiz. Çocuklara o eski günleri hatırlatıp bunların tekrar yaşanmaması için onlarda bilinç duygusu oluşturmalıyız. Trabzon gelişmeye devam ediyor. Çok iyi bir limanlarımız var, fındıklarımız, buğdaylarımız gibi tarım ürünlerimiz var.
0 notes