#1.çağ
Explore tagged Tumblr posts
Text
Eldamar’ın Elfleri - Elves of Eldamar Gün doğumundan önceki ilk ışıklar, Eldamar'ın zarif topraklarını yumuşak bir ışıkla aydınlatıyordu. Eldar'ın kutsal diyarlarında, yüksek dağların eteklerinde, ...
1 note
·
View note
Quote
Aristoteles, Spinoza gibi, insanların tanrıyı sevmesi gerektiğini, ama tanrının insanları sevmesinin olanaksız olduğunu savunur.
Bertrand Russell
#afili-filintalar#Bertrand Russell#Batı Felsefesi Tarihi Cilt 1: İlk Çağ Felsefesi#Aristoteles'in Metafiziği#felsefe
6 notes
·
View notes
Text
"Tanrı mı insanı yarattı, insan mı tanrıyı" sorusunun yanıtı bu olabilir..😁
#allah (1 / 18)allah#buluş (2 / 18)buluş#caps (3 / 18)caps#capsado (4 / 18)capsado#capscartoon (5 / 18)capscartoon#din (6 / 18)din#dogma (7 / 18)dogma#icad (8 / 18)icad#ilk çağ (9 / 18)ilk çağ#ilk icat (10 / 18)ilk icat#ilk insan (11 / 18)ilk insan#islam (12 / 18)islam#Karikatür (13 / 18)Karikatür#karikatürler (14 / 18)karikatürler#komik (15 / 18)komik#komik karikatürler (16 / 18)komik karikatürler#sümerler (17 / 18)sümerler#tanrı (18 / 18)tanrı
0 notes
Text
Sesli Meram #458 - Yersiz Yurtsuz (06.05.2024)
"İktidar kanadının tamamının bu düzeninin böyle sürgit yinelenmesine önayak olduğu bir zeminde gerçekliği sorgulayabilmek ne ara söz konusu olacaktır. İçine terk edilip durulan o çetrefilli olmayan bataklığın, dipsiz koyağın, cerahatle bütünleşik menzilin hakikatine de bir reçete söz konusu edilebilir mi? Koca bir emek bayramının gümbürtüye konularak, bir kent tastamam işleyemez kılarak, mecburi bir gözaltını var ederek hangi sorunların ol üstünden gelinebilecektir ki! Anayasa Mahkemesinin hiçe yazıldığı, kararlarının geçersiz kılındığı / bildirildiği bir zeminde verili hakların kalanını kim nasıl kurtaracaktır ki sahi ama sahiden? Hak kavramının zayi olunabildiği bir zeminde başlı başına cerahati at koştuğu, yön ya da hiza belirlediği bir ülke gerçekliği söz konusu olur. Hazine bakanı ol Şimşek’in sıkın dişinizi, Mayıs’ta enflasyon pik yapacak, iki seneye kalmaz da tek haneyi görecek açıklamasının paralelinde, emeklilere bir asgari ücreti, çalışana Temmuz’daki ara zammı, emek dünyasındaki tazimat haklarının ilelebet hiç edileceği yepyeni düzenlemeler ya da emeklilik sistemlerinin katara eklendiği bir zeminde, sermayenin sesi her yerdeyken sıradan insanların hakkı ne olacaktır! Patavatsız bir halde ekonomik çökertmeyi zemine ol sıradanın sırtına yük olarak bindirdiği vergilendirmeler, tahakkuklar, kesintilerle birlikte var eden bir muktedirin, sahiden de herhangi bir çözümü var etme çabası / emaresi söz konusu edilebilir mi? Bütünüyle masallar anlatılırken, madun siyaset ılımlı havalardan bahis açıp dururken, yönelimini kulaklarını tıkayıp kendi bekalarını sağlama alma adına susanların muktedir olma hallerinde bir kez olsun sıradanın meseli anlaşılabilecek midir, sahiden de!" sesli meram
podcast image credit: mayıs 1:::zeynep kuray:::via x
#seslimeram#söz hakkı#cerahat#biyopolitik#mayıs 1#emek#direniş#prekarya#emek mücadelesi#asgari ücret#yaşamsal#mesel#yordam#istikamet#karanlk çağ#yönelim#akp#türkiye#başka türkiye vardır#cerahat sarmalı#kötülük#kent suçları#kapatma#ekonomik#boyunduruk#yıldırı#işkence#devlet101
0 notes
Text
Travel Düzce 03 / Düzce Konuralp Müzesi:
Konuralp ( Prusias Pros Hypios ) antik kentinin de içinde bulunduğu bölge Herodot, Xenophon ve Strabon gibi antik çağ yazarlarına göre MÖ. 1200 - 700 yılları arasında Trakyalı halkların yurdu olarak anılır. MÖ. 1000 yılının ilk yarısında Hypios dağının güney yamacında Hypios çayı ( Melen çayı ) yakınlarında bir tepe üzerinde kurulan kent, çaydan dolayı Hypia, sonraki dönemlerde Kieros olarak anıldığı bilinmektedir. Antik Çağ yazarlarından Memnon Prusias ( MÖ. 237-192) Kieros kentini zapt ederek Herakleialılar' dan alır ve kentin adını Prusias olarak değiştirir. Aynı adı taşıyan diğer şehirlerden ayırt etmek için Prusias Pros Hypios ( Hypios önündeki Prusias ) denilmiştir.
MÖ. 326 yılında babası Bas' ın yerine geçen 1. Zipoites 297 yılında kral ünvanını alan ilk Bithynia kralıdır. Kuzey sınırı Karadeniz, doğu sınırını Filyos çayı , batı sınırını Orhaneli çayı ve güney sınırını antik Phrygia Epictetus' un oluşturduğu Bithynia krallığı son kral IV. Nikomedes' in vasiyeti üzerine MÖ. 74 yılında Roma İmparatorluğuna bağlanır. Yeni dönemde Roma kültürünün etkisinde kalarak Prusias ad Hypium adını alan kentte yoğun imar faaliyetlerine girişilerek kent merkezinde sosyal yapılar oluşturulmuş ve sanat eserleriyle süslenmiştir.
Antik kente ait eserlerin korunmasını sağlamak ve sergilemek amacıyla 1977 yılında inşaatına başlanan bina 1922 yılında tamamlanır ve 1994 yılında eserler sergilenmeye başlar. 1931 yılında Düzce konuralp beldesinde bulunup İstanbul Arkeoloji Müzesi' ne götürülen ve orada teşhir edilen Tykhe heykeli en kıymetli eserlerdendir.
17 notes
·
View notes
Text
Şimdi onu anlatmak içimden bir güneşi anımsatır. Biz liseden tanışıyorduk ama oturup konuşmuşluğumuz yoktur. Lisenin son günleri mezuniyet vesilesi ile numaralar alındı. Üniversite 1; ilk öğretmenler günüm. 24 Kasım 2016. Çok güzel ,kibar bir mesaj. Çok kısa bir konuşma. 1,1.5 ay. O sıralar islam ile yeni yeni hemhal olmaya başladığım zamanlar. Onun hayat tarzı vs kibar bir şekilde konuşup olmayacağını belirttim. Allah için vazgeçmek . Sanırım o zaman beni ayakta tutan bu oldu. Üzerinden geçen yıllar. Kalbimde hiç eksilmeden. Öylece geçip gitti. Bir kere görüşmeden ,konuşmadan. Sözüme uygun. Üzerinden 6 yıl geçti. Arkadaşlarım vesilesi ile biriyle görüşeceğim. Hazırlıklar tamam ,ailemle görüşüldü şartlar uygun. 6 yıldır karşılaşmayan biz -ki aynı şehirde yaşarız- o gün hiç ummadığım bir yer de karşılaştık. Minik bir selamlaşma ve o kadar. Hiç yüz yüze konuşmadık. Ama ikimiz hala birbirimizde çok değerliyiz. Bunu kalben hissediyorum. Onun hayatında güzel olan ne var ise beni mutlu eder . Atandığında aşırı mutlu olmuştum. Ben atandığımda o benim için aynı duyguları yaşamış. Tebrik ettik uzaktan. Asla birbirimize iletmeden. Ortak arkadaşlarımız var. Geçen gün buluştuğumuzda ilk defa konuştuk bizim hakkımızda. Bir kere oturup konuşsanız konusu açıldı. Bilmiyorum bu olmalı mı? Çünkü öyle kıymetli bir durum ki . Bugünden düşünürsem tam 8 yıl. Kimse kimseye ulaşmaya çalışmadı, yollarımız ayrı ama uzaktan kalpler bir. Yolda görsem konuşurum. Gıyabında Allah’a çok dua ederim. Çevremizdekiler bir kere yüz yüze gelmemiz gerektiğini düşünüyor. Ben mi? Ben ise hayır. Sanki büyüsü bozulacak. Garip ama sanki içimde bir cam sandık var ve o orada duruyor. Çok değerli bir şekilde. Sebebi kesinlikle karakteri ve duruşu. Şimdi o masaya oturmaya cesaret edebilmek ağır geliyor. Kalbimde o var iken başkasıyla görüşmek başlarda garip geliyordu. Şimdi öyle değil. O olmayacak bir ihtimal ama incitmeyen. İhanet değil sadece çok güzel bir yaka süsü. Çok garip ama eskileri anımsatıyor. Bu çağ öncesini. Ruhi bir güzellik.
8 notes
·
View notes
Text
Osmanlı’yı Ayakta Tutma Politikaları ve Türkçülük (1)
✍🏻 Metin Emre Kuşçu
https://www.gundemarsivi.com/osmanliyi-ayakta-tutma-politikalari-ve-turkculuk-1/
1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Rousseau, Voltaire gibi aydınların temellerini attığı bu devrim modern dünyanın oluşumunda büyük bir adımdı. Öyle ki Fransız Devrimi birden fazla ulustan oluşan imparatorlukların sonu, ulus devletlerinin ise doğuşuydu.
Rousseau ‘Toplum Sözleşmesi’nde toplum olma bilincini aşılamış ve bununla birlikte toplumdan nasıl ulus oluşturulacağına da değinmiştir. Rousseau’nun bu fikirleri kendi ölümünden sonra gerçekleşecek olan Fransız Devriminin ana fikri konumundaki Fransız milliyetçiliğinin doğuşuna sebep olacaktır.
Fransız Devriminin sonucunda oluşan milliyet kavramı ve milliyetçilik fikri başta da dediğimiz gibi tüm dünyayı etkilemiş ve hatta çağ kapatıp çağ açmıştır. Milliyetçilik fikri oluştuğu dönemdeki bütün çağdaş devletlerini etkilemiştir. Tabi bu fikirden en çok etkilenen devletler çok uluslu yapılar olan imparatorluk devletleriydi.
Bu imparatorluk devletlerinden biri olan Osmanlı İmparatorluğu da 19. yüzyılının başlarından itibaren milliyetçilik fikriyle ilgilenmek zorunda kalmıştır. Bunun nedeni ise başlayan isyanlar ve Osmanlı içindeki ulusların bağımsız olma isteğidir.
Osmanlı İmparatorluğuna ilk olarak 1804 yılında Sırplar isyan etmiştir. Bu isyan bir öncü olmuş ve en başta balkan ulusları kendi bağımsızlıklarını ilan etmek adına Osmanlı ile mücadele etmeye başlamışlardır. 1829 yılında ise Edirne Antlaşması ile Yunanlar, Osmanlı’dan koparak bağımsızlığını ilan eden ilk millet olmuştur. Bu olay Osmanlı topraklarının uluslara dayalı olarak çözülmesinin ilk aşamasıdır.
Osmanlı bu çözülmeyi engelleyecek çeşitli atılımlar yapmaya çalıştı. Tanzimat Fermanı ile gayrimüslimler, Müslüman tebaa ile eşit görüldü, onlara çeşitli haklar tanındı. Doğan Avcıoğlu, Tanzimat Fermanı ile ortaya çıkan Osmanlılık ve Osmanlıcılık fikrini şöyle açıklıyor: ‘’Tanzimat ilan edilip Müslüman olmayan öğelere eşit haklar tanınınca bu devlet tarihi anlayışı gelişti. Bu anlayış (…) Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan etnik öğeler arasında ortak değerler arıyor, böylece bir Osmanlılık bilinci yaratıp çeşitli öğeleri birbiriyle kaynaştırmak ve devleti ayakta tutmak amacını güdüyordu.’’
Islahat Fermanı ile gayrimüslimlere verilen haklar daha da genişletildi. Ancak Osmanlı’nın bu çırpınışları milliyetçilik fikrinin yükselmesine engel olamadı. Bu durum aynı zamanda Osmanlı’nın kurtuluşu için ortaya atılan Osmanlıcılık fikrinin de çöküşüydü. Bu durumu o dönemin Türk milliyetçilerinden Doktor Şerafettin Mağmumî’den dinleyelim: ‘’Osmanlılık fikri çürüktür. Bu vakitten sonra çeşitli toplulukların uzlaştırılması olanağı kalmamıştır:’’
Mağmumî, aynı zamanda İttihat ve Terakki Cemiyetinin kurucularındandır. Kendisi fikirleriyle Türkçülük ideolojisinin kurucularından olan Yusuf Akçura’yı da etkilemiştir. Yusuf Akçura ile ilk olarak Paris’te karşılaşmış ve Osmanlı İmparatorluğunun çöküşüne çözüm bulmak amacıyla görüşmeler düzenlemişlerdir.
Yusuf Akçura da Mağmumî gibi Osmanlıcılık fikrini gereksiz görüyordu. 1903 yılında hazırlamış olduğu ‘Osmanlı Devleti Örgütleri Tarihi Üzerine Bir Deneme’ adlı tezinde bu girişimi şöyle eleştirmiştir: ‘’Genç Türklerin uğrunda çalıştıkları Osmanlı milleti oluşturma hareketi boş bir girişimdir. Tek çıkar yol ulusçuluktur.’’
Osmanlıcılık fikrinin çöküşüyle gündeme iki fikir gelmiştir. Bunlardan ilki Osmanlı’nın halife gücü kullanılarak en azından Müslüman toplumlarını bir arada tutmak amacı güden İslamcılık – Ümmetçilik fikridir. Abdulaziz döneminde ortaya çıkan bu fikir Abdulhamit döneminde devletin resmi politikası haline gelmiştir.
Abdulhamit, yükselen milliyetçilik fikrinden korkan bir padişahtı. Öyle ki milliyetçilik fikrini tetiklemesin diye okul programlarında düzenlemeye bile gitmiştir. Askeri okulların programlarına pek dokunamasa da Mülkiye gibi yüksekokulların üzerindeki baskıyı arttırır. Sultan Abdulhamit, Mülkiye gibi okulların öğrencilerin manevi duygularını azalttığını düşünürdü. Hatta bunun için Şeyhülislam önderliğinde bir kurul oluşturmuştur. Bu kurulun amacı okullarda verilen dersleri düzenleyerek ‘dinsel inançların güçlendirilmesini’ sağlamaktır.
Burada Abdulhamit dönemini Halit Ziya Uşaklıgil’in şu eleştirisiyle kapatalım: ‘’En çok korkulan tarihti. Fikrin asıl uyanışına hizmet edecek, ibret alanında bir aydınlık yaratabilecek olan bu tarih belası, yönetimin huzurunu kaldıran bir kâbustu. (…) Memleketin tarihinde ayaklanma, ihtilal, tahttan indirme, suikast adına ne varsa, yönetim kötülüklerine, hırsızlık ve yolsuzluğa, bu yönetimin durumunu akla getirebilecek ne bulursa bunlar kaldırılır; hemen baştan başa bunlarla dolu olan, bunlar kaldırılınca ortada anlamsız, cansız bir ceset biçiminde kalan Türk tarihi, yalnız padişahların ululuğuna, savaş ve fetihlerin daima Osmanlı hanedanının yüceliğine yönelik övgülerden ibaret kalırdı.’’
Değerli dostlarım, buraya kadar İslamcı ve Osmanlıcı fikirlere değindik. Yazının adından da anlayacağınız gibi Türkçülük yalnızca Osmanlı İmparatorluğu ile sınırlandırılacak bir kavram değildir. Bundandır ki bu yazıyı burada noktalayıp sıradaki yazımız veya yazılarımızda Türkçülük fikrinin gelişimi, kolları ve Turancılığa evrimini konuşacağız. Takipte kalınız, hoşça kalınız…
Metin Emre Kuşçu
2 notes
·
View notes
Text
3D Baskının Günümüz Teknolojisine Etkisi
3D Baskının Günümüz Teknolojisine Etkisi
3D Baskının Günümüz Teknolojisine Etkisi
Teknolojik gelişmeler, günümüzde birçok alanda büyük toplantılara sahip olmuştur. Bu alanlardan biri de 3D baskıdır. 3D baskı, üç boyutlu sonuçların dijital olarak modellenmesi ve ardından bu modellerin katmanlar halinde basılmasıdır. Artık geçmiş yıllarda sadece prototip üretimi için kullanılan 3D baskı, günümüzde çok sayıda üretim kullanım alanına sahip ve büyük bir performansa sahip olmuştur.
1. Endüstriyel Üretimde Yeni Bir Çağ: Günümüzde endüstrilerde 3D baskı teknolojisinin kullanımı, tamamen yeni bir çağ açmıştır. Bu teknoloji, özellikle otomotiv, bakım, tıp ve gıda gibi endüstrilerde büyük bir faaliyete sahiptir. Karmaşık tasarımların hızlı ve kolay bir şekilde sunulması, prototiplerin daha hızlı bir şekilde gelişmesi ve üretimin daha etkili hale getirilmesi gibi faydaları vardır. Artık bir parçayı temin etmek veya bir ürün çıktısı almak için çok uzun zaman harcamak yerine, 3D baskı teknolojisi sayesinde daha hızlı ve daha etkili bir şekilde üretim yapılabilir.
2. Tasarım ve Yaratıcılığa Yeni Bir Boyut: 3D baskı teknolojisi, tasarımcılar için zorlayan bir araç haline getirildi. Bu teknoloji sayesinde, herhangi bir ürünü dijital olarak tasarlamak ve ardından bunu fiziksel olarak basmak mümkün olmaktadır. Bu da tasarımcılara çok daha fazla özgürlük ve yenilik olanağı sunuyor. Hızlı prototipleme, tasarımların gelişmiş tasarımlarının daha kolay bir şekilde deneme, geliştirme ve yineleme sistemlerini sokabilmesini sağlar. Ayrıca 3D baskı ürünleri daha iyi bir şekilde görselleştirme imkanı da sunuyor. Bu tasarım sürecini hızlandırır ve birleştiren daha hızlı bir şekilde gerçeklere olanak tanır.
3. Eğitimde Yeni Öğrenme Yöntemleri: 3D baskı, eğitim sektöründe büyük bir etkiye sahiptir. Öğrenciler, düzenlenmiş ve bilimsel kavramları daha iyi bir şekilde düzenleyebilmek için 3D modelleri basabilir ve daha iyi görselleştirme olanağını gösterebilirler. Özellikle STEM (Bilim, Teknoloji, Mühendislik, Matematik) konularında, kavramların daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmak için 3D baskı teknolojisi kullanılmaktadır. Ayrıca tıp eğitimi gibi bölgelerde da dağıtım çeşitli kesme simüle etme imkanı sunmaktadır. Bu da konularda pratik becerileri geliştirmelerine yardımcı oluyor.
4. Kişiselleştirilmiş Üretim: Tüketicinin bölünmesiyle birlikte, kişiselleştirilmiş üretim yöntemleri önemsenir. 3D baskı, birçok ürüne özel üretim performansını sağlar. Örneğin giyim sektöründe, kullanıcıların kendi beden ölçülerine göre tasarımlar basılabilmektedir. Böylece çağın terzileriyle uğraşarak kıyafetlerini özelleştirmelerine gerek kalmaz. Ayrıca tıp alanında da kişiye özel protezlerin ve ortopedik cihazların üretimi gibi uygulamalarda 3D baskı teknolojisi kullanılmaktadır. Kişiselleştirilmiş üretim, Müşterinin miktarını arttırırken atık üretimini de azaltmaktadır.
3D baskı teknolojisi günümüzde birçok alanda varlığını sürdürmektedir. Endüstrilerde üretim süreçlerini geliştirirken, tasarımcılar için yeni olanaklar sunmaktadır. Eğitimde daha etkili öğrenme yöntemleri ve kişiselleştirilmiş üretim olanağı sağlar. Gelecekte bu teknolojinin daha da gelişerek daha geniş bir kullanım alanına sahip olacağı tahmin edilmektedir. 3D baskı, teknolojik bir devrim olarak günümüzdeki yerini ve her yerde yaygınlığını artırmaya devam edecek
2 notes
·
View notes
Text
Kingdom Come: Deliverance 2 Büyük Başarıya Ulaşıyor
Orta Çağ temalı rol yapma oyunu Kingdom Come: Deliverance 2, piyasaya sürüldüğü andan itibaren büyük bir ilgiyle karşılandı. Çıkışının üzerinden çok kısa bir süre geçmesine rağmen oyun, 24 saat içinde 1 milyon satış barajını aşarak dikkat çekici bir başarıya imza attı. Oyunun popülerliği sadece satış rakamlarıyla sınırlı kalmayarak Steam platformunda da önemli bir rekora imza attı. Eş Zamanlı…
0 notes
Text
Bayan Giyim Ataşehir
Bayan Giyim: Bir Moda Evrimi
1. Giriş
Bayan giyim, tarihsel olarak kadınların toplum içindeki yerini, kültürel normları ve estetik anlayışlarını yansıtan bir alandır. Modanın evrimiyle birlikte, giyim tarzları zaman içinde değişmiş ve kadınlar için farklı tarzlar, rahatlık ve özgürlük seçenekleri ortaya çıkmıştır. Bu yazıda, bayan giyiminin tarihsel gelişiminden, günümüz trendlerine kadar geniş bir perspektif sunulacaktır. Ayrıca, kadın giyimindeki stil, renkler, kumaşlar, aksesuarlar ve stil önerilerine dair derinlemesine bilgiler verilecektir.
2. Tarihsel Perspektif: Kadın Giyiminde Değişim
Kadın giyimi, tarih boyunca birçok kültürel, toplumsal ve ekonomik faktörden etkilenmiştir. Antik dönemlerden günümüze kadar kadınların giyim tarzları değişmiş ve çeşitli toplumlarda farklı anlamlar taşımıştır.
Antik Çağlar: Eski Yunan ve Roma'da, kadınlar genellikle uzun elbiseler veya tunikler giyerdi. Bu elbiseler, vücuda yapışan değil, vücut hatlarını örtmeye yönelikti. Özgürlüğü simgelerken, aynı zamanda zarafet ve sade bir estetik anlayışını da yansıtıyordu.
Orta Çağ: Orta Çağ'da kadın giyimi oldukça ağır ve katmanlıydı. Sosyal sınıf farklarını belirginleştiren kıyafetler, genellikle dini normlara uygun olarak şekillenmişti. Kadınların giydiği elbiseler, toplumsal statülerini simgeliyordu.
Rönesans ve Barok Dönemi: Rönesans dönemi, kadın giyimi için önemli bir dönüm noktasıydı. Zarif, gösterişli ve lüks kumaşlar kullanımı artmış, kadın vücudu daha belirgin hale gelmiştir. Barok dönemi ile birlikte ise süslü ve ihtişamlı stiller popüler olmuştur.
19. Yüzyıl ve Viktorya Dönemi: Bu dönemde, kadınlar daha korse ve saten gibi ağır kumaşlarla yapılan kıyafetler giyerdi. Moda, toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiren bir araç olarak kullanılıyordu. Kadınların giyiminde "feminen" bir imaj oluşturulmaya çalışılıyordu.
20. Yüzyıl ve Modern Dönem: 1920’lerde, flapper tarzı gibi yenilikçi stiller, kadın giyiminde devrim niteliğindeydi. 1960’larda ise mini etekler ve daha rahat, hareket özgürlüğü sağlayan kıyafetler ön plana çıktı. Günümüz modasında ise özgün ve çeşitli stiller, kadınların kendilerini daha özgür ve rahat hissetmelerine olanak tanıyor.
3. Bayan Giyiminde Temel Elementler
Bayan giyiminde öne çıkan temel unsurlar arasında stil, renk, kumaş ve aksesuarlar yer alır. Her biri, giyim tercihlerini etkileyen ve kişisel ifadeyi yansıtan önemli öğelerdir.
Stil: Bayan giyimi, farklı stilleri içerir. Romantik, klasik, modern, bohem, spor ve şık gibi stiller, kişisel tercihlere göre şekillenir. Ayrıca, bu stiller, bir kadının ruh halini veya yaşam tarzını yansıtabilir.
Renk: Renkler, bayan giyiminde önemli bir rol oynar. Klasik siyah, beyaz, gri gibi nötr renkler; canlı kırmızı, mor, sarı gibi cesur renkler; pastel tonları ve doğa renkleri farklı tarzları simgeler. Renk seçimi, bir kadının ruh halini, sezona göre tercihini veya özel bir durumu ifade edebilir.
Kumaşlar: Bayan giyiminde kullanılan kumaşlar da stil kadar önemli bir unsurdur. Pamuk, ipek, yün, kadife, deri, saten gibi farklı kumaşlar, giyim parçasının işlevini ve görünümünü belirler. Kumaş türleri, mevsime göre değişir; örneğin, yazın hafif ve hava alabilen kumaşlar tercih edilirken, kışın daha kalın ve sıcak tutan kumaşlar kullanılır.
Aksesuarlar: Takılar, çantalar, ayakkabılar, kemerler gibi aksesuarlar, bir kıyafeti tamamlayan unsurlar olarak önemli bir rol oynar. Aksesuarlar, kişinin tarzını daha belirgin hale getirirken, kıyafetin şıklığını da artırır.
1 note
·
View note
Text
Balıkesir Web Tasarım Hizmetleri ile Dijital Dünyada Öne Çıkın
Günümüzde dijital varlık, her işletme için olmazsa olmaz bir unsur haline gelmiştir. Balıkesir web tasarım hizmetleri ile firmanızın dijital ortamdaki yerini sağlamlaştırabilir ve rakiplerinizin önüne geçebilirsiniz. Özellikle Balıkesir'de faaliyet gösteren işletmeler için web sitesi sahibi olmak, yerel pazarda büyük bir fark yaratmaktadır. Bu yazıda, Balıkesir web tasarım hizmetlerinin önemi ve size sunduğu avantajları ele alacağız.
Balıkesir'de Web Tasarımın Önemi
Dijital pazarlamanın merkezinde web tasarımı yer almaktadır. Kullanıcı dostu, mobil uyumlu ve SEO dostu bir web sitesine sahip olmak, firmanızın online dünya ile bağlantı kurmasını sağlar. Balıkesir web tasarım ajansı olan Çağ Medya modern, estetik ve işlevsel web siteleri tasarlayarak işletmelerin dijitalde öne çıkmasını sağlamaktadır.
Balıkesir'deki işletmeler için profesyonel bir web sitesi, müşterilere güven verir ve markanızın itibarını artırır. Sürekli gelişen teknoloji ve değişen tüketici alışkanlıkları nedeniyle işletmelerin online varlığını güçlendirmesi kaçınılmaz bir gereklilik haline gelmiştir.
Balıkesir Web Tasarım Hizmetlerinin Avantajları
Balıkesir web tasarım hizmetleri, firmanızın ihtiyaçlarına özel çözümler sunarak rekabet avantajı elde etmenizi sağlar. İşte Balıkesir'de web tasarım hizmeti almanın başlıca faydaları:
1. SEO Uyumlu Web Siteleri
SEO (Arama Motoru Optimizasyonu), web sitenizin Google ve diğer arama motorlarında öne çıkması için kritik bir faktördür. Balıkesir web tasarım ajansı Çağ Medya, SEO dostu kodlama ve içerik stratejileri ile sitenizi öne çıkarır.
2. Mobil Uyumlu ve Hızlı Web Siteleri
Günümüzde internet kullanıcıların çoğu mobil cihazlar üzerinden web sitelerine erişim sağlamaktadır. Mobil uyumluluk, hem Google sıralamalarında yükselmek hem de kullan��cı deneyimini iyileştirmek için önemlidir.
3. Güncellenebilir ve Esnek Yapı
Web sitenizin sürekli güncellenebilir olması, dinamik bir yapıya sahip olması gerekir. Balıkesir web tasarım ajansı Çağ Medya, kolay yönetilebilir ve güncellenebilir sistemler sunarak size zaman kazandırır.
4. Profesyonel ve Estetik Tasarım
Markanızın kimliğine uygun, görsel olarak etkileyici ve kullanıcı dostu web siteleri oluşturmak, müşteri kazanımında önemli bir rol oynar.
5. Dijital Pazarlama Desteği
Web sitesi tasarımının yanı sıra, dijital reklam, sosyal medya yönetimi ve Google Ads gibi hizmetler de sunularak işletmenizin online varlığı güçlendirilir.
Balıkesir Web Tasarım Ajansı Olarak Çağ Medya
Balıkesir web tasarım hizmetleri sunan Çağ Medya, yılların verdiği deneyim ve uzman kadrosuyla sektörde öne çıkan firmalardan biridir. Şirketinizin ihtiyaçlarına uygun çözümler geliştirerek size özel bir strateji sunar.
Eğer siz de Balıkesir'de profesyonel bir web sitesi sahibi olmak ve dijitalde öne çıkmak istiyorsanız, Çağ Medya ile iletişime geçebilirsiniz. Profesyonel ekibimizle size özel tasarımlar oluşturarak, firmanızın dijital başarısını garantiliyoruz!
0 notes
Text
İki Boyutlu Malzemeler: Metalurji ve Malzeme Biliminde Yeni Ufuklar
İki boyutlu malzemeler, modern bilimin ve teknolojinin en çarpıcı keşiflerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Atomik düzeyde ince yapılarıyla büyük bir yüzey alanına, üstün mekanik dayanıklılığa ve eşsiz elektriksel iletkenlik özelliklerine sahip bu malzemeler, grafen gibi örnekleriyle bilim dünyasında devrim yaratmıştır. Metalürji, malzeme bilimi ve nanoteknoloji gibi birçok disiplin, bu malzemelerin sınırlarını keşfetmek için hızla ilerlemekte ve onların sunduğu potansiyelden yararlanmayı hedeflemektedir. Elektronik cihazlardan enerji depolamaya, biyomedikal uygulamalardan çevresel çözümlere kadar geniş bir kullanım yelpazesine sahip olan iki boyutlu malzemeler, geleceğin teknolojisinin temel taşlarından biri olmaya adaydır. 1. İki Boyutlu Malzemelerin Tanımı ve Genel Özellikleri İki boyutlu malzemeler, atomik düzeyde kalınlığa sahip, yüzey alanı genişliği ile dikkat çeken malzemelerdir. Bu malzemeler, yüksek mekanik dayanım, esneklik, elektriksel ve termal iletkenlik gibi üstün özelliklere sahiptir. Grafen gibi karbon tabanlı malzemeler, bu alandaki çalışmaların öncüsüdür. 2. Metalürji ve Malzeme Bilimi Açısından Önemi Metalürji ve malzeme bilimi, iki boyutlu malzemelerin atomik yapısını, kristal kafes düzenini ve arayüz özelliklerini anlamada kritik rol oynar. Özellikle enerji depolama ve süperkapasitörlerin geliştirilmesinde bu malzemeler, yüksek verimlilik sağlamaktadır. 3. Nanoteknolojide Çığır Açan Uygulamalar İki boyutlu malzemeler, nanoteknoloji alanında birçok yenilikçi uygulamaya sahiptir: - Elektronik Cihazlar: Grafen ve molibden disülfür, daha ince, esnek ve enerji tasarruflu elektronik devrelerin üretiminde kullanılır. - Enerji Depolama: Süperkapasitörler ve bataryalarda, bu malzemeler yüksek enerji yoğunluğu sunar. - Sensör Teknolojileri: Gaz, nem ve biyolojik maddelerin tespiti için iki boyutlu malzemeler kullanılarak ultra hassas sensörler geliştirilmiştir. 4. Biyomedikal ve Çevresel Uygulamalar İki boyutlu malzemeler, biyomedikal alanda ilaç taşıyıcılar ve biyosensörler olarak büyük bir potansiyele sahiptir. Aynı zamanda çevre dostu ve geri dönüştürülebilir olmaları sayesinde sürdürülebilir üretim süreçlerinde kullanılmaktadır. 5. Endüstriyel ve Araştırma Trendleri Metalurji ve nanoteknolojide iki boyutlu malzemelere yönelik artan ilgi, gelecekte bu malzemelerin ticari ürünlere dönüşme hızını artıracaktır. Araştırmalar, hafif ve dayanıklı yapıların havacılık, otomotiv ve inşaat sektörlerinde yaygın kullanımını öngörmektedir. Sonuç olarak, bu malzemeler, sahip oldukları benzersiz özellikleriyle bilimsel ve endüstriyel dünyada yeni ufuklar açmaya devam etmektedir. Bu malzemeler, sadece daha güçlü, hafif ve verimli teknolojiler geliştirilmesine değil, aynı zamanda sürdürülebilir ve çevre dostu çözümlerin ortaya çıkmasına da olanak sağlamaktadır. Metalürji, malzeme bilimi ve nanoteknoloji gibi disiplinlerdeki ilerlemeler, bu malzemelerin kullanımını daha da çeşitlendirmekte ve yaygınlaştırmaktadır. İki boyutlu malzemelerin araştırılması ve geliştirilmesi, geleceğin teknolojik gelişiminde bir katalizör görevi üstlenecek ve insanlık için yeni bir çağ başlatacaktır. Read the full article
0 notes
Text
Zona
“Kamp bir cehennemdir; oysa ben cehennem denilen şeyin bizzat kendimiz olduğunu düşünüyorum.” Zona, Sergey Dovlatov. Çeviri: Eyüp Karakuş:::Jaguar Yayınları
Alışılageldik olanın ötesinde sanki daha önce tecrübe ettirilmemiş gibi aksettirilen bir yıkım mefhumu ile sınanmaya devam ediliyor bir ülke. Duraksamadan, aralıksız olarak yinelenen şablonlarla bir menzildeki yaşam hakkının dönüştürülmesi kesintisiz bir mesel kılınıyor. Cerahat her yerdeyken hayat kendi olağan akışındaymış gibi aksettiriliyor. Bir biçimde bütünüyle iletişim başkanlığı nam yapının suna geldiği her şey bu cürüm eksen, hemhal halin üstünü örtebilmek adına icat edilenleri barındırıyor hala. Sanılanın ötesinde bir hızla her gün apar topar tarumar ediliyor. Müştereklerimizin zehirlendiği demokrasi mefhumunun bir açmaza bütünleşik kılındığı, vahametin ve vahim olanın yolunun yenilik yenilenme diye açıldığı / var edildiği bir düzlemde yara her günü kuşatıyor. Cerahat tüm o hayat imgesini dar ediyor. Yıkım mefhumu yeniden bina edilirken, kurgu değil sahiden bir mesel değil gerçeklik içinde her yanda bir cerahat var edilir. Bina edilen her edim her bir hamleyle bu ceberut devlet pratiğinin de yolu / yönü bütünleştirilir.
İki hafta kalakalmış bir seçim güncesi içerisinde, yirmi bir yıllık bir cerahatle bütünüyle o Sergey Dovlatov’un, Zona (Bölge // Kamp) yazınındaki gibi bir cehennem tezahürünün en olmadık / en umulmadık hallerinden mülhem bir projeksiyonu var edilir. Gel gelelim şu menzilin, bir memleket olma ihtimalinin de nasıl heder edildiğinin nişanesi o yüz yıllık serüvenin ortasından çıkagelen, bitimsiz, dipsiz bir mahvetme retoriğini de ihtiva eder. O yazının içerisinde, kurgu diye Dovlatov’un paylaştıklarının paralelindeki bir kırım, zulüm ve kırılganlık ikliminin ortasında “cehennemin” her nasıl ırak / öte değil içimizde tam da hayatlarımızın ortasında bina edildiğinin meseli karşımıza çıkar. Tümüyle bariz / devamlı bir dönüşüm hali içerisinde yerle bir edilen, tahakküme rehin edilmiş ve hiç aralıksız bir hal ve istikamette yoğun bir tehdidin, denetim ve gözetimin bağrında zona zaten ülkenin her yeridir, her yer zonadır. Kurgunun hakikate evrildiği, cisimleşerek kalıcılaştırılan bir tahakküm döngüsünde, hayatın mahvına çaba sarf edilmeye devam olunur. Tümüyle ayrı odaklardan imal edilmiş, seçim zamanı akla düşen demokratik, eşit, adil ülke, insan hakkı ve hukukunun standartları, verili haklar, doğrudan herkes için bir anayasa vesair tahayyül ve temayüllerin, kısacası müşterek kılınanın linç olunduğu bir zeminde kime nerede, her ne şekilde hayat kalmıştır, bırakılmıştır.
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Depremde yaşamını yitirenlerin anısına katılan KESK Eş Genel Başkanı Şükran Kablan Yeşil, yarın 1 Mayıs'ta alanlarda, 14 Mayıs'ta ise sandıklarda iktidardan hesap soracaklarını söyledi.
Mereş merkezli depremlerde en çok yıkımın yaşandığı Hatay'da Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikalar Konfederasyonu (DİSK), Türk Diş Hekimleri Birliği (TDB), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipler Birliği (TTB) ve Hatay Barosu, yaşamını yitirenleri kentte andı. KESK Eş Genel Başkanı Şükran Kablan Yeşil, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Eş Genel Başkanı Canan Yüce, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Hatay milletvekili adayı Kerem Nalbant, siyasi parti üyelerinin de katıldığı Antakya ilçesi eski belediye meclis binası önünde yapılan açıklama öncesi yürüyüş düzenlendi. "Hatay'ı yeniden kuracağız", "Unutma yok, affetmek yok, helalleşmek yok" sloganlarının atıldığı yürüyüş Asi Nehri kenarında son buldu.
'Unutmak Yok, Affetmek Yok'
Burada depremde yaşamını yitirenler anıldı. Anmada konuşan KESK Eş Genel Başkanı Şükran Kablan Yeşil, onlarca yıldır bu ülkeyi yönetenlerin kamusal hizmeti tasfiye ettiğini söyledi. Kamusal hizmetlerin özel şirketlere, sermayeye peşkeş çekildiğini ifade eden Yeşil, ihlallerle yandaşların, 5'li çetelerin kasalarını doldurduğunu ifade etti. Depremde 100 yıllık yardım kuruluşlarının çadır sattığını, yiyecekleri depoladığını hatırlatan Yeşil, "Unutmak yok, affetmek yok, helalleşmek yok diye haykırıyoruz" diye konuştu.
'14 Mayıs’ta Hesabını Soracağız'
Yarın kutlanacak olan 1 Mayıs İşçi Bayramı'nda bütün alanlarda öfkelerini haykıracaklarını belirten Yeşil, 14 Mayıs'ta da bu ülkenin emekçileri, kadınları, gençleri olarak hep birlikte bu yaşananların hesabını soracaklarını söyledi. Yeşil, "Unutmadan, affetmeden, helalleşmeden hesap soracağız. İsyanımızla bugün burada, yarın 1 Mayıs'ta bütün Türkiye'de, 14 Mayıs'ta da gereken her yerden cevap vereceğiz. Asla unutmayacağız" dedi.
'Karanlık İktidardan Kurtulacağız'
TMMOB Genel Sekreteri Dersim Gül ise, Türkiye'nin bir deprem ülkesi olduğunun bilinmesine rağmen şehirlerin mevzuatlara uygun yapılanmadığını söyledi. Herkesin telefonlarında çalan sirenleri hatırlatan Gül, depreme hazırız diyenlerin depremlere hazır olmadığını bu depremle gördüklerini belirtti. Afet öncesi ve sonrasında yapılması gerekenlerin yapılmadığını, sistemin çöktüğünü gördüklerini söyleyen Gül, "Depremde zarar gören toplumun talepleriyle birleşecek. Ve en yakın zamanda ülkemizin tepesine çöken bu karanlık iktidardan kurtulacağız, halkın iktidarını, bilime önem veren bir toplumu, ülkeyi yeniden inşa edeceğiz" dedi.
'14 Mayıs İlk Adım Olacak'
TTB Merkez Konseyi Üyesi Onur Naci Karahancı da, hastalarının ve meslektaşlarının deprem altında can verdiğini söyledi. Kendilerinden helalleşmelerinin istendiğini hatırlatan Karahancı, bunun böyle olmayacağını söyledi. Karahancı, "84 gün oldu hala temiz su yoksa, hala çadır yoksa, hala kadınlar doğum yapacak hastane bulamıyorsa, hala çocuklarımız aşılanamıyorsa bu işte bir yanlışlık var, bunu düzeltmek hepimizin boynunun borcu. 14 Mayıs bunun ilk adımı olacak. Sözümüz olsun buradayız, burada olmaya devam edeceğiz. Hatay'ı yeniden küllerinden doğuracağız. Hep birlikte geleceği umutla, barışla, özgürlükle öreceğiz. Hiçbir yere gitmedik, gitmeyeceğiz" diye konuştu.
Konuşmaların ardından Asi Nehri'ne karanfil bırakıldı.”
Cehennemin, insanın insana ettiğinin her türden örneğini yaşadığımız bir deprem felaketi üstünden üç aya yakın zaman geçti. Hayat imecesi için çaba sarf edilen, geçmişiyle tüm bu şimdisi arasında var edilenlerle bir kentten çok daha ötesi olagelen Hatay, Antakya’yı kaderine terk etmekten kaçınmayan zevata karşı unutturulmayacak, affedilmeyecek olan bir kere daha yinelenir. Yerle bir edilmenin yedi defa var edildiği bir kentte, doğadan gelen kadar insan eliyle de kotarılan cürümlere karşı bir isyan var edilir. Bugünleri var eden ol akp iktidarının sunduğu belirsizlik, daha halen sokaklarında enkazlar bekleyen bir kent kimliğinin, giderek unutturulmaya çalışılan yıkımın karşısında söz / ses adalet çağrısını yineler. Topyekun yıkımdan, on binlerce insanın canından, bir kentin belleğinin taşıyıcısı olagelen kalıt / yapı ve insanından mahrum konulduğu, insanın insana cehennem tahayyülünü var ettiği bir zeminde itirazlar salt / sıradan olanın yarasını fark edebilmek içindir, adınadır. Umursayanı kalmış mıdır, 14 Mayıs sahiden de bir milat olacak mıdır oralar için de...
1 Mayıs izlenimlerini Agos Gazetesinden aktaralım: “Saat 11.00'da başlayan kutlamalar için İstanbul'un her yerinden on binlerce işçi ve emekçi sabah saatlerinden itibaren Maltepe'ye akın etti.
Kutlama alanına iki ayrı koldan giriş yapıldı. Maltepe Cevahir Otel önünde toplanan DİSK, TMMOB, CHP, Sosyalist Güç Birliği bileşeni partiler, buradan alana doğru yürüdü.
Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenleri, TİP, KESK, TTB, TDB ve siyasi partiler İdeal Tepe'de bir araya geldi ve buradan alana girdi.
Saat 13.00'e geldiğinde meydan dolmasına rağmen gruplar hala alana akın ediyordu.
1 Mayıs kutlaması grupların coşkulu katılımıyla gerçekleşti.
Mitingde konuşan DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, AKP iktidarının 20 yıldır büyük yıkımlar yarattığını söyledi. Çerkezoğlu, iki hafta sonra gerçekleşecek seçimleri hatırlattı ve "Bu yıl istibdat ile hürriyet arasında bir seçim yapacağız ve bu kötülük düzeninden kurtulacağız." dedi.
"14 Mayıs'ta bu haramilerin düzenini yıkacak mıyız?" diye soran Çerkezoğlu, "Bu 1 Mayıs Taksim'in yasaklı olduğu son 1 Mayıs olacak, gelecek yıl 1 Mayıs'ta Taksim'de olacağız" dedi.
KESK Eş Genel Başkanı Şükran Kablan Yeşil ise Türkiye'nin her yerinde yüzbinlerce emekçinin alanlarda "emek bizim gelecek bizim" diye haykırdığını söyleyerek, "Bu 1 Mayıs'ta bu iktidarı değiştirme sözü vererek alana çıktık ve kadınlar, gençler, emeği yok sayılanlar olarak bu iktidarı göndereceğiz" şeklinde konuştu.
TTB (Türk Tabipleri Birliği) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı da, "Biz kararlıyız biz birlikte değiştireceğiz" diyerek başladığı konuşmasını Edip Cansever'in "Bir mendil niye kanar?" adlı şiirini okuyarak sürdürdü. "Değiştirmek bizim elimizde" diyen Fincancı, "Doğamızı, emeğimizi, haklarımızı yok edenlerle mücadele etmenin tam zamanı. Söz veriyoruz, değiştireceğiz" dedi.
Ankara'da ise Tandoğan meydanından on binler biraraya geldi.
Türkiye'nin pek çok ilinde de işçiler ve emekçiler alanları doldurdu.
İstanbul'da sabah saatlerinde DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ve yönetim kurulu üyeleri, '1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü' dolayısıyla Taksim Cumhuriyet Anıtı'na çelenk koydu.”
Bir zonaya dönüştürülmüş, indirgenmiş olagelen menzilde işçi / emekçinin var ettiği tiz çığlığın nasıl da boşlukta yankılana durduğunu gördüğümüz bir başka direniş güncesi de Taksim, Osmanbey, Beşiktaş üçgeninde var edilir. Tümüyle zorbalık rejiminin nasıl bir hal ve istemle birlikte “zonayı” yerle bir etmeye devam ettiği muğlak olmayan tahakküm ve tehdit döngüsünden belirgindir. Bir memleket pratiğinin orta yeri işkenceye, bir yanı aralıksız gasba, diğer yanı eksiltmelere çıkartılır. Mütemadiyen nutuklar artık sallamanın pek çok farklı düzleminden var edilirken ortaya vaat diye serilen uydurma hallerin yekunu tümüyle ekonomik darboğaz içinde kendi kaderine terk edilmiş olanı göstermez. Bir buna izin verilmez. Düzen, sermayesi, kanaati, kanaat paylaşan diye görünen tetikçileri vesaire ile birlikte mutlak bir sınırlamayı var etmeye çalışmaktadır. Mayıs’ın ol 14’ünde var edilecek olan seçim bahsinin kıyısında en başından bu yana süre giden kime aittir bu ülke / düzlem / yer mefhumunun nihai çözümlemesi için bir kere daha bütün tuşlara basılmaktadır. Bir zona / kurtarılmış bölge / denetlenen panoptikon sürekliliğinde her şekilde umudun çalınmasına devam mı, tamam mı denilecektir mesele ortadadır. Yaşatılan, var edilen ve hepimiz için bir sınamaya dönüştürülen bu cenderenin karşısında söz, karar ve eylem yarınları belirleyecektir. Bir vatan tahayyülünün köküne kibrit suyunun dökülmesine devam edilirken, çanlar bir defa da muktedir ve avenesi için çalıyor duyuyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Gazete Karınca
#meram#yordam#anlam#günce#hayat akarken#mayıs 1#mayday#sözcükler#deprem#asrın felaketi: akp#duraksama#zona#yıldırı#tahakküm#tehdit#siyasa#pragmatism#kötülük#karanlık çağ#mesele#türkiye gerçekliği#başka türkiye vardır#hayat101#sesler#2023 seçimleri#arzihal
0 notes
Text
"ÇAĞLARIN YARI-KARANLIĞI", Emre Erol
1.
Çağların Yarı-Karanlığı derken tam olarak ne kastediyor olabiliriz? Bir durup düşünelim. Herhangi bir ön-yargıda bulunmadan, ya da herhangi bir ideolojinin gözlüğüyle bu müphem, yazarın kendi dünya görüşünü, yaşamı algılayışını ortaya koymaktan başka hiçbir amacı olmayan, ve hiçbir şekilde düşünsel bir zorunluluk empoze etmeyen kitabın başlığının ilk yarısına şöyle bir bakalım.
Ç a ğ l a r ı n Y a r ı – K a r a n l ı ğ ı . . .
Çağ derken, insanın v a r o l u ş tarihinin belli, sonradan çizilmiş sınırlarla birbirinden ayrılan dönemlerini mi anlamamız gerekir?
Ya da dünyanın dört buçuk milyar yıl önce ortaya çıkışından bugünlere ulaştığı süreçte aynı şekilde birbirinden ayrılan dönemleri mi?
Tutkulu, ince düşünen, güzel’e dair farkındalığıyla gelişmekte olan, kendi varoluşunun ve tüm varoluşun her gün bilincinde bulunan, ve tam olarak bu nedenle hem kederli hem de sevinçli olarak hayal edebileceğimiz değerli okuyucu bu iki örneği de kavramış olacağından hemen bir üçüncüsüne başvuralım.
Fakat üçüncü örneğe geçmeden önce, değerli okuyucunun zulüm ve baskı dönemlerinde ince düşünmenin, güzel’in türbesinde bulunmanın her zaman mümkün olmadığına yönelik olası deneyimlerini paylaştığımızı da bildirelim. (Başınız onun ağzı içindeyken bir kaplanla akıl yürütemezsiniz.) Dolayısıyla bu kitabın asıl okuruyla paylaşıyor olduğumuza emin olduğumuz bir varoluş kardeşliğini karşılıklı sohbet ediyormuşçasına, yazarının huzurunda bulunsalar onların da ekleyeceği, değerlendireceği, ya da farklı düşünüyor olabileceği yerler olduğunun bilinciyle sürdürelim.
Evet, üçüncü örnek, elbette ki günümüz biliminin bize söylediği şekliyle on üç küsür milyar yıl önce big bang ile ortaya çıktığı teorize edilen evrenimizin, ve bu evrenin yanında, belki onu da kapsayan bütün bir varlığın, varoluşun, belki de ebediyetin çağları.
Yarı-karanlık kelimesinden bizlere kendi anlamlarını fısıldayan ışık-karanlık, iyi-kötü, güzel-çirkin, olumlu-olumsuz, pozitif-negatif ikiliklerini bütün bir varoluşun değişmez yazgısı ya da tek değer yargıları olarak görmediğimizi, hatta tüm bu çağlarda üyeleri, birimleri ya da örnekleri için pekala son derece kardeşçe, güzel, hatta bugün bizim daha çok insanın şekillendirmesiyle varlığını sürdüren dünya uygarlığımızla aynı anda bambaşka galaksilerde ya da evrenlerde tam da şu anda deviniyor olan varoluş biçimleri ve uygarlıklar ortaya çıkmış olabileceğini de belirtelim.
2.
Çağ’dan yarı-karanlığa olan geçişimizin tam da bu noktada bizlere ele almamız gerektiğini hatırlattığı bir konuya değinmeden dürüst, gerçekçi bir kitap ortaya koymuş olamayız.
D e ğ e r Y a r g ı l a r ı . . .
Evet, değer yargıları subjektif midir, objektif midir? Kişiye göre değişirler mi yoksa evrensel midirler? Hatta her durumda ve her olası deneyimde istisnasız olarak işleyebilecek tek bir yargı bulabilir, ya da yargıda bulunabilir miyiz? Kısaca, sanat her zaman iyi bir şey midir, kahve içmek güzel midir çirkin midir, güzellik ve çirkinlik nedir, doğayı sevmeli miyiz sevmemeli miyiz, doğal olan iyi midir kötü müdür, size saldıran ve muhtemelen ölümünüze neden olacak bir canlıdan kurtulmak için tek seçeneğiniz o canlıyı öldürmekse bu eylem pozitif midir negatif midir, ya da dünyanın tüm sorunlarına rağmen insan uygarlığını başka bir gezegene de taşımak ve çok-gezegenli bir uygarlık haline gelmek insanlık için olumlu mudur olumsuz mudur gibi konuları kendimize mesele edinebileceğimiz bir alan bu. Elbette tüm bu alanları ve daha pek çok şeyi mesele edinmeden önce kendimize sormamız gereken başka bazı sorular var. İyi nedir kötü nedir, güzel nedir çirkin nedir gibi. Tüm bunların kesin, her zaman geçerli bir cevabı bulunduğuna inanıyorsak bunun ancak bütün bir varoluşa hakim, objektif, tanrısal bir varlığın buyruğu ya da görüşü olması gerektiğini fark etmemiz gerekir. Ki dünyamızdaki her bir konuya dair, insan deviniminin neredeyse sonsuz potansiyeldeki her bir alanını ve örneğini kapsayan böylesi bir tanrısal, objektif, her zaman ve her yerde, her alanda geçerli bir değer yargıları sistemi bile, insanın varlığını pek çok zamanda sürdüreceği ihtimalini göz önünde bulundurursak sonsuza yakın olmalıydı. Oysa insan deviniminin sonsuz potansiyeldeki h e r b i r alanını kapsayan, açıp bu iyidir ya da bu kötüdür diyebileceğimiz böylesi bir kaynağa sahip değiliz. Mesela ben hep Andromeda galaksisine taşınmanın ve o galaksinin bir yıldız sisteminin yaşamıma elverişli bir gezegeninde tek başıma yaşarken kimsenin okumayacağı bir kitap yazmanın ya da o gezegenin bir okyanusuna karşı lavta çalmanın iyi olup olmayacağını merak etmiş olabilirdim. Oysa bu konuya dair başvurabileceğim ve objektif bir cevaba ulaşabileceğim bir kaynak yok, yani bunun iyi olup olmadığına ancak ben kendim, gerekirse fikirlerine de güvendiğim bazı kişilere başvurarak karar verebilirim. Ki dünyada, bir nevi Papa’nın yanılmazlığı ilkesi gibi, her zaman ve her konuda kesinlikle en doğru kararı verecek bir insan da olamayacağına göre bir şekilde kendim verdiğim bu kararın benim için doğru olup olmadığını ancak o gezegene yerleştikten sonra tam olarak anlayabilirdim. (Papa’nın yanılmazlık ilkesi benzeri ilkelere sahip olası kişilere, tokat atana öbür yanağınızı dönün diyen İsa’yı temsil eden bir Papa’nın birine tokat attığını da hatırlatırım.) Bu da demek oluyor ki her konu ve alanda objektif bir kaynağımız olmadığına göre genel geçer görünen ahlaki yargılarımız dahil bütün bir insani değerler sistemimiz tamamen nesnel olmaktan uzaktır, ve bunların oluşum süreçleri, kaynakları ve çıkış noktaları ancak i n s a n ’ d a, insan tarihinin, kültürünün gelişim süreçlerinde, hatta insanın evrimsel doğasında bulunabilir.
3.
Bu elbette demek değildir ki, insanlar olarak hiçbir değerler sistemine sahip olmayalım, ya da insanlık tarihinin bütün bir değerler tarihini bir kenara bırakalım ve herkesin kendi, subjektif değerlerini oluşturacağı (bir nevi kendi gezegeninde yaşayacağı) kaotik, hiçbir düzene sahip olmayan bir varoluşa geçiş yapalım. İnsan hem bir egoya sahip, yani kendini sevmesi gereken, bireysel alanlara gereksinim duyan hem de doğası gereği sosyal, diğer insanlarla birlikte yaşayan ve bundan keyif alan bir canlı. Üstelik bir insanı vahşi doğaya bıraktığımızda, doğanın unsurları karşısında t e k b a ş ı n a uzun süre hayatta kalma, konforlu bir yaşam sürme ihtimali çok da fazla değil. Hatta belli bir yaşa kadar bakıma, diğer insanların gözetimine muhtaç bir canlıdan söz ediyoruz. Demek ki insan, bir tür uygarlığa, bir tür iş bölümüne, bireyliğinin yanında bir tür kolektif yaşama, insani bir yakınlığa da gereksinim duyan bir canlı. Dolayısıyla bugün de örneklerini gördüğümüz gibi insanlar; aile, akrabalar, arkadaşlıklar, toplumlar, ülkeler, devletlerden, yani bir nevi gruplardan, çevrelerden oluşan bir uygarlığa sahip. Hatta insanlık tarihinin bir çevreler tarihi olduğunu bile öne sürebiliriz. Kendimizi doğduğumuz andan itibaren içinde bulduğumuz aile, ülke ya da çevre, gelişimimiz, fikirlerimizi ve varoluşumuzu oluşturmamız üzerinde çoğunlukla oldukça etkili. Yani örneğin, aynı aileye, yani çoğunlukla bizi bir sperm ve yumurtadan meydana getirmiş aynı anne ve babaya sahip olduğumuz bir bireye kardeşim diyebiliyoruz, fakat başka bir ülkede, başka bir sperm ve yumurtadan başka bir anne ve babaya doğmuş, bu gerçek üzerinde bir kontrole sahip olmayan başka bir insanı, sırf başka bir çevreden olduğu için düşman da görebiliyoruz. (Bu elbette artık oldukça azınlıkta kalmış bir bakış açısı, fakat örnek olarak vermek zorundaydım.) Çevreler arası düşmanlık ya da husumet diyebileceğimiz bu gibi olaylar da çoğunlukla insanlık tarihinin fikirsel, inançsal, çıkarsal tarihine, yani örneğin milliyetçilik, dindarlık, ben ya da biz merkezcilik, yani çevrecilik diye kısaltabileceğimiz bazı değer yargılarına dayalı oluyor. Öyleyse içine doğduğumuz ya da kendimizi daha çok ait hissettiğimiz çevreyi zaman zaman bu kadar önemserken aynı gezegende yaşıyor olduğumuz, yani bir nevi aynı ortak, büyük eve sahip olduğumuz, hatta evrimsel ya da mantıksal olarak bile insan türü olarak geçmişte aynı çevreden türediğimiz diğer insanlara ya da çevrelere yönelik bu süregiden düşmanlık ya da husumet de neyin nesi? Örneğin ben Türkiye’de doğdum, ama Fransa’da, Singapur’da, Amerika’da, İran’da, İngiltere’de, Suriye’de, Almanya’da, Asya’da, Afrika’da, Avrupa’da, yani kısacası dünyanın diğer çevrelerinde yaşayan insanlar bu nedenle benden daha mı az değerli, ya da tüm bu insanları kategorik olarak düşman mı görmeliyim? Elbette hayır. Çünkü ben kendi çevremin gerçekte tesadüfen içine doğduğum bir aile ya da ülke değil, tüm dünya, hatta evren olduğunun bilincindeyim. Elbette daha çok vakit geçirdiğim yakınlarımla daha gelişmiş bir muhabbetim olabilir, ya da anne ve babama özellikle gelişmiş bir sevgi duyabilirim, fakat benim kardeşim sadece aynı anne ve babaya sahip olduğum bir insan mıdır? Hayır diyorum bir kez daha: t ü m i n s a n l a r k a r d e ş t i r.
0 notes
Text
1- Sümerler:
*Mezopotamya uygarlığının temelini oluşturmuştur.
* “Site” denilen şehir devletleri halinde yaşamışlardır.
*En önemli şehirleri; “Ur, Uruk, Kiş, Lagaş”tır.
*Sümerlerin başında “Patesi” veya “Ensi” adı verilen krallar vardır.
*Sümerlerin “Ziggurat” adlı tapınakları vardır.
*Ahiret inançları yoktu, çok tanrılı dine inanmışlardır.
*Sümerlerin dünya uygarlığına en büyük katkıları yazıyı icat etmeleridir. (Çivi yazısı)
* “Ay yılı esaslı takvimi” ilk kez kullanmışlardır.
* “Yaradılış” , “Tufan” , “Gılgamış” adlı destanları vardır.
– İlk defa tekerleği icat ettiler.
– Aritmetik ve Astronomide ilerlediler. Pi sayısını hesapladılar.
– Sabanı bulmuşlardır.
– İlk yazılı kanunları oluşturmuşlardır. Sümer Kralı Urkagina, MÖ 2375’te “tarihte bilinen ilk yazılı kanunları” çıkarmıştır.
– Mimaride kerpiç kullanmışlardır.
2- Akadlar:
*Arap asıllı bir kavimdir.
*Mezopotamya’da “Agade” isimli başkent olmak üzere kurulmuştur.
*En güçlü dönemleri “Kral Sargon” dönemidir.
*Tarihte “ilk düzenli ordu” ve “ilk imparatorluğu” kurmuştur.
*Askeri güce dayalı bir devlettir.
*Sümer kültürünü devam ettirmişlerdir.
3- ELAMLILAR:
*Başkentleri “Sus” isimli şehirdir.
*Madencilik, çanak-çömlek, seramik alanında gelişmiştir.
*Asurlar tarafından yıkılmıştır.
4- BABİLLER (AMURRULAR):
*Sami ırkından “Amurrular” tarafından kurulmuştur.
* “Babil” başkentleri olduğu için “Babiller” diye anılmaktadır.
*İlk kez devlet kurmuşlardır.
*1. Babil devletine Hititler, 2. Babil devletine Persler son vermiştir.
* “Hammurabi” döneminde hazırlanan “Hammurabi Kanunları” vardır.
* “Kral Nabukadnezar” dönemi, en güçlü dönemleridir.
* Mimari alanda, “Babil Asma Bahçeleri” ve “Babil Kulesi” önemli eserlerdir.
5- ASURLAR:
*Yukarı Mezopotamya’daki “Asur” kentine yerleşerek devlet kurmuşlardır.
*Başkenti “Ninnova” kentidir.
*Elam, Suriye, Mısır ve Filistin’i içine alan bir devlet haline gelmiştir.
*Asurlular Anadolu’ya kadar olan yerlerde ticaret yapmışlardır.
*Anadolu ile ticaret sayesinde “yazıyı Anadolu’ya taşımışlardır”.
* “Kayseri-Kültepe” deki yazılı belgelerin Asurlara ait olduğu sanılmaktadır.
*Kara ticaret kolonileri kurmuşlardır.
* “Karum” denilen ticaret pazarları kurdular.
* İlk atlı birlik oluşturmuşlardır.
* Tarihte “ilk kütüphane”yi kurmuşlardır.
İlk Çağ Anadolu Medeniyetleri
* İnsan yaşamının ilk zamanlarından beri Anadolu'ya birçok millet, uygarlık yerleşmiştir.
* İlk çağlardan beri Anadolu'nun yerleşim yeri olarak tercih edilme sebepleri şunlardır;
1- Önemli ticaret ve göç yolları üzerinde olması.
2- Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesiştiği bir coğrafi konumda olması.
3- Verimli topraklara sahip olması.
4- İnsan yaşamına uygun bir iklime sahip olması.
5- Zengin yeraltıve yerüstü kaynaklara sahip olması.
İlk çağda Anadolu'da kurulan uygarlıkar;
* Hattiler * Hititler * İyonyalılar * Urartular * Frigyalılar * Lidyalılar
Hattiler:
*Anadolu'nun bilinen ilk yerli halkıdır.
*Çorum-Alacahöyük'te Hattilere ait eserlere rastlanmıştır.
*İnançlarına ait “geyik” ve “boğa” heykelleri ünlüdür.
*Yapılan araştırmalarda; Hititlerin inanç ve kültür bakımından Hattilerden etkilendikleri anlaşılmıştır.
Hititler:
*Kızılırmak havzasında “Hattuşaş (Boğazköy)” başkent olarak kurulmuştur.
*Kurucusu “I.Hattuşili (Labarna)” dir.
*Mısırlılar ile yaptıkları “Kadeş Antlaşması” tarihte bilinen ilk yazılı antlaşmadır.
*Hititlerde Kral; hem askeri, hem dini, hem siyasi liderdi.
*Kralın yetkilerini sınırlayan, devlet işlerinin görüşüldüğü “Pankuş Meclisi” vardı.
*Kral olmadığı zamanlarda yerine eşi olan kraliçe “Tavananna” bakardı.
*Hititler çok tanrılı dine inanmışlardır. Onların döneminde Anadolu “Bin Tanrı İli” olarak adlandırılmıştır.
*Hititlerde toplum; Asiller, Askerler, din adamları, memurlar vs. gibi sınıflara ayrılmıştır.
*Hititler bir yıl içinde olayları “yıllık (anal)” şeklinde kayıt altına almışlar, böylece ilk tarih yazıcılığı örneklerini vermişlerdir
*Anadolu'da “ilk siyasal birlik” Hititler tarafından kurulmuştur.
İyonyalılar:
*İzmir ve Büyük Menderes nehirlerinin Ege Denizine döküldüğü yere ilkçağda “İyonya” denilmiştir.
*İyonyalılar şehir devletleri halinde yaşamışlardır. En önemli şehirleri; “Efes, Milet, Foça ve İzmir” dir.
*Daha çok deniz ticareti ile uğraşmışlardır. Kolonicilikte bulunmuşlardır.
*İyonya'da düşünce alanında daha özgür bir ortam olduğu için bilimsel çalışmalar yapılmıştır.
* “Tales, Hipokrat, Heredot, Anaksimenes, Pisagor vb.” bilim adamı ve düşünürler İyonya'da yetişmiştir.
Koloni: Bir ülkenin kendi sınırları dışında, ticaret yapmak amacıyla kurmuş olduğu şehir.
Urartular:
*Doğu Anadolu’da ‘Tuşpa (Van)’ merkez olmak üzere kurulmuştur.
*Çok tanrılı inanışa sahiptir.
*Kral ülkeyi “Tanrı Haldi” adına yönetmekteydi.
*Mezarları genellikle oda şeklindeydi.
*Hayvancılık, tarım ve madencilikle uğraşmışlardır.
*Sulama kanalları ve barajlar yapmışlardır.
* Anadolu’da ilk defa “Feodal” anlayışta devlet kurmuşlar.
Frigler (Frigaylılar):
*Batı Anadolu’dan Kızılırmak’a kadar olan bölgede “Gordion (Polatlı-Ankara)” merkez olarak kurulmuştur.
*Dini inanış olarak Hititlerin etkisinde kalmıştır.
* “Kibele” adını verdikleri doğa-toprak-bereket tanrıçaları vardır.
*Frigyalılar tarımla uğraşmışlardır. Bunun için tarımı koruyan ağır yasalar yapmışlardır. Mesela öküz kesmenin veya
saban kırmanın cezası ölümdü.
* “Tapates” adını verdikleri halı ve kilim dokumaları ünlüdür.
* Hayvan konuşturma sanatı olan “fabl” türünün ilk örnekleri Frigya’da görülür.
Lidyalılar:
* Gediz ve Küçük Menderes Nehri arasında kalan bölge ilkçağda, “Lidya” diye adlandırılmıştır.
* “Kral Giges” tarafından kurulmuştur.
* Başkentleri “Sardes (Sard)” şehridir.
*Ticaretle uğraşan tüccar bir uygarlıktır.
* Ticarette değiş-tokuş usulü kaldırarak “parayı icat etmişlerdir”.
*Ticareti geliştirmek için Efes’ten Mezopotamya’ya kadar uzanan “Kral Yolu” nu yapmışlardır.
DOĞU AKDENİZ MEDENİYETLERİ
a) Fenikeliler:
–Lübnan Dağları ve Akdeniz arasında kurulmuştur.
– Coğrafi durumları tarıma elverişli olmadığı için ticarete, daha çokta deniz ticaretine yönelmişlerdir.
– Tarih’te bilinen ilk denizci kavimdir.
*Dünya bir çok yeniliği Fenikelilerle tanımıştır.
* “Cam” ve “Alfabeyi” ilk Fenikeliler kullanmıştır.
b) İbraniler:
*Sami kavmindendirler. Hz. Davut tarafından kurulmuştur.
*Devletin başkenti “Kudüs”tür.
*Irk esasına dayalı bir medeniyettir.
* “Tek tanrılı din”e ilk inanan topluluktur.
*Hz. Musa’yı peygamber olarak tanıdıkları için Musevi de denilir.
* “Musevilik(Yahudilik)” milli din olarak gelişmiştir.
*Yazı ve dilleri İbranice’dir.
* Kutsal kitapları “Tevrat” ibadet yerleri “Havra ve Sinagog”tur.
Orta Asya kültür bölgeleri
*Bunlar; Anav, Andronava, Afanasyevo, Tagar, İskitler, Karasuk.
*Anav kültürü, Batı Türkistan’da Aşkabad yakınlarındaki kültürdür.
*Andronava kültürü, Altaylardan Ural Dağlarına ve Hazar Denizi’nin kuzeydoğusuna kadar etkili olmuştur.
*Karasuk kültürü, Yenisey Irmağı’nın kolu olan Karasuk Nehri civarındadır.
*Tagar kültürü, Abakan bölgesinde kurulmuş.
İskitler (Sakalar):
*Gök Tanrı ve Şamanizm inançlarını benimsemiştir.
*Ahiret inancına sahiptirler.
*Ölüleri değerli eşyalarıyla birlikte gömmüşlerdir.
*Eşyalarında hayvan üslubu sanatını kullanmışlardır.
*İlk Türk topluluğu olarak bilinir.
*İskitlerin en önemli kahramanı Alp Er Tunga’dır.
*”Alp Er Tunga” ve “Şu” en önemli destanlarıdır.
Ege ve eski Yunan Medeniyetleri
*Üç dönem halinde incelenmektedir;
1- Girit Uygarlığı 2- Miken (Aka) Uygarlığı 3- Eski Yunan Uygarlığı
1-Girit Uygarlığı:
* Ege medeniyetinin en eski uygarlığıdır.
* Deniz ticareti ile uğraşmışlardır.
* Giritliler tarihin ilk denizcileri kabul edilirler.
2-Miken (Aka) Uygarlığı:
*Mora yarımadasına gelen Mikenler tarafından kurulmuştur.
*Çanakkale Boğazı için Truvalılar ile “Truva Savaşları” nı yapmışlardır.
0 notes