#��eker hastalığı
Explore tagged Tumblr posts
hbkultursanat · 7 years ago
Text
24 Haziran seçimleri ve HDP
19 Mayıs 2018
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan'ın 15 Mayıs'ta yaptığı açıklama, Kürt ulusal hareketi saflarındaki seçimlere ve parlamenter savaşıma ilişkin yanlış ve boykotçu anlayışları gözler önüne serdi. Buldan bu açıklamasında şöyle demişti: “Sayın Akşener’in bu anlamda Kürt halkından bir tane bile oy almayacağını kesinlikle ifade etmek isterim. Akşener, bir oy alsın, çıkarsın önümüze 'Şu Kürt’ten oy aldım' desin. Bu asla olmayacak' ifadelerini kullandı. “Buldan, 'Ben açık yüreklilikle, başta kendim olmak üzere Sayın Akşener’e hiçbir Kürt’ün oy vermeyeceğini bugünden ifade etmek isterim' dedi.” (“HDP'den Akşener'e: Hiçbir Kürt oy vermeyecek”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 2018)
Buldan'ın gerekçesi; “Akşener’in İçişleri Bakanlığı yaptığı dönemde binlerce insan sokaklarda katledil”mesi ve Kürt halkına karşı işlenmiş diğer korkunç suçlardır. Ancak Akşener kişiliği Türkiye'de istisna değil kuraldır. Cumhuriyet tarihi boyunca hemen hemen tüm burjuva partileri ve öndegelen siyasal figürleri Hristiyan halklara, Kürt halkına, Alevi halkına vb. karşı pek çok insanlık suçu işlemişler ve/ ya da bu suçları örtbas etmiş ve suçluları aklamışlardır. Dahası, bu suçlardan ötürü özür dilemeyen Türk devlet ve burjuva parti yöneticileri bugün de benzer suçları gerek Anadolu ve gerekse Suriye başta gelmek üzere Ortadoğu halklarına karşı işlemeye devam etmektedirler. Buldan'ın gerekçesi haklı sayılırsa bu kurumlar ve siyasal figürlerle hiçbir koşul altında ve hiçbir bir konuda ortak bir eylem yapmamak, yanyana gelmemek ve farklı burjuva partilerinin hepsini, her zaman aynı kefeye koymak gerekir. Başka yazılarımda da dile getirdiğim gibi böyle bir tutum ancak uzun erimde ve stratejik düzlemde doğrudur. Taktiksel düzlemde ise devrimci güçler böyle davranamazlar; bu sekter tutumun seçimler ve parlamenter savaşım alanındaki karşılığı ise her zaman bir boykot tavrının savunulması olacaktır.
CHP-İYİP-SP-DP'nin kurduğu “Millet İttifakı”nın cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerini kazanmasının ve Erdoğan kliğinin iktidarı yitirmesinin, Türkiye ve Kürdistan halklarının hiçbir temel sorununu çözmeyeceği ve statükoyu ufak-tefek değişikliklerle sürdürmenin ötesine geçemeyeceği doğru. Zaten bizim böyle bir beklentimiz de olmaz ve olamaz. Radikal bir değişiklik ancak, Türk işbirlikçi kapitalist devletinin kitlelerin devrimci ayaklanması, siyasal iktidarı zor yoluyla ele geçirmesi ve bir işçi-emekçi devleti kurmasıyla olanaklı olacaktır. Ama var olan düzenin temelden değiştirme gücünün olmadığı BUGÜN iktidarın hangi burjuva katmanı ya da kliğinin eline geçeceğinin bizi ilgilendirmediğini de söylenemez. Bunu söylemek ve burjuva rejiminin hangi biçimi alacağını önemsememek ve bunu yaparken -hepsinin de gerici olduğu gerekçesinin arkasına sığınmak- ilkelliktir. Devrimci bir durumun olmadığı 
BUGÜN bizi ilgilendiren temel soru şudur: HANGİ REJİM İŞÇİ SINIFININ VE HALKIN DEVRİMCİ VE DEMOKRATİK EYLEMİNİN VE MUHALEFETİNİN GELİŞMESİ VE YÜKSELMESİ AÇISINDAN DAHA UYGUNDUR? HANGİ ADAYIN SEÇİMİ KAZANMASI İŞÇİ VE EMEKÇİ YIĞINLARININ VE KÜRT ULUSUNUN SAVAŞIMININ İLERLETİLMESİ AÇISINDAN DAHA ELVERİŞLİ BİR ORTAM YARATACAKTIR? 
Sorunu dosdoğru böyle koymayanlar, bilerek ya da bilmeyerek Türkiye ve Kürdistan halklarının demokrasi, ulusal kurtuluş ve sosyalizm kavgasına zarar vermektedirler.
Tüm toplumu bir deligömleğinin içine hapsetmeye çalışan ve tüm yetkileri kendi elinde toplayan Erdoğan kliğinin totaliter egemenliği ve sıkıyönetim rejimi mi? Yoksa iktidarın farklı burjuva fraksiyonları arasında paylaşıldığı ve farklı burjuva partileri arasındaki yarışmanın devrimci hareket ve kitleler için bir manevra alanı sunacağı geleneksel bir gerici burjuva rejimi mi? Her şeyin cahil, kaba, ihtiraslı ve yeni-Osmanlıcı hayaller kuran maceracı bir diktatörün elinde olduğu bir İslami-faşist rejim mi, yoksa burjuva hukukunun yarım yamalak bir tarzda da olsa işlediği, basın, gösteri ve örgütlenme vb. özgürlüklerinin az çok kullanılabildiği çok partili bir gerici burjuva rejimi mi? Bizim için ve emekçi halk için ikincisinin ehven-i şer (=kötünün iyisi) olduğu açık olmalı.
Bundan dört yıl önce kaleme aldığım 28-29 Temmuz 2014 tarih ve “Cumhurbaşkanlığı seçimine doğru” başlıklı yazımda şöyle demiştim: “Başbakan Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı yarışını yitirmesi AKP diktatörlüğünün yıkılması anlamına gelmeyecektir elbet; ancak böyle bir sonuç siyasal iktidarın tümünün Erdoğan kliğinin elinde toplanmasını engelleyecek, AKP'nin ve egemen sınıfın iç çatışmalarını keskinleştirecek ve ezilen/ sömürülen yığın ve katmanların savaşımının gelişmesi için daha elverişli koşullar yaratacak, onların siyasal öncülerinin manevra alanlarını genişletecektir. Bunun tersi ise, Erdoğan kliğine; Kürt halkı ve ulusal hareketi başta gelmek üzere, işçi sınıfına ve halklara ve demokrasi güçlerine daha pervasız bir tarzda saldırma olanağı verecektir; bu, iş ve kadın cinayetlerini, doğanın ve çevrenin yıkımını, Alevi halkının şeytanlaştırılmasını, kadınların toplumsal yaşamdan daha fazla dışlanmasını, bilim, sanat ve kültüre yönelik saldırıları, toplumsal yaşamın İslamileştirilmesini, sözümona barış sürecinin bir yana tümüyle bir yana bırakılmasını ve Türk ordusunun Rojava devrimine daha pervasız bir tarzda saldırılmasını, Türkiye'nin Suriye ve Irak'a üstü örtülü ve açık müdahalesini sürdürmesini vb. onamak anlamına gelecek ve onun Ortadoğu'da yeni askeri maceralara girme ve Irak Şam İslam Devleti, Nusra Cephesi gibi örgütlerin Türkiye'de terör eylemlerine girişme riskini arttıracaktır.” Aradan geçen dört yıl içinde Erdoğan ve ortaklarının Türk burjuva devlet aygıtı üzerindeki egemenliği daha da güçlenmiş, gerek ordu, gerek sivil bürokrasi ve gerekse yargı içindeki AKP karşıtı öğelerin konumları daha da zayıflamıştır.
Eğer bir devrimci durum konağında bulunuyor VE Türk işçi ve emekçileri arasında önemli bir örgütlülüğe sahip olmuş olsaydık taktiksel yaklaşımımız daha farklı olurdu. O zaman günün yakıcı görevi ayaklanmak ve burjuva devletini yıkmak olurdu. Böylesi bir hipotetik durumda dikkati esas olarak seçimler ve parlamento üzerine yoğunlaştırmak ve iktidardaki kliğin yerine farklı bir burjuva kliğini tercih etmek kesinlikle yanlış olurdu; bu, çökmekte olan gerici rejimi ayakta tutmaya çalışmak ve devrime ihanet etmek anlamına gelirdi. Ne var ki herhalde hiç kimse bugünün Türkiyesi'nde böyle bir devrimci durum yaşadığımızı ve Türk işçi ve emekçileri arasında önemli bir örgütlülüğe sahip olduğumuzu ileri süremeyecektir.
Bu bakımdan Buldan'ın, Akşener'in geçmişte işlediği suçlara ve bugünkü gerici konumuna göndermede bulunmak suretiyle BAŞ DÜŞMANA, yani Erdoğan kliğine karşı en geniş cephenin oluşturulması gereğine karşı çıkması yanlıştır. Bir başka anlatımla sorun Akşener ya da benzer bir siyasal figürün cumhurbaşkanı olması değil, ülkedeki siyasal güç dengesinin değişmesi ve rejimde emekçi yığınların ve devrimci güçlerin daha aktif bir biçimde siyaset sahnesine çıkmasına olanak veren çatlakların oluşmasıdır. Böylesi çatlaklar olayların seyri üzerinde bazan çok önemli bir etki yapabilir. Kendisi de iki emperyalist kamp arasındaki anlaşmazlıklardan yararlanmak suretiyle, yani Alman Genelkurmayının yardımıyla Rusya'ya geçebilen ve devrimci hareketin komutasını ele alabilen Lenin bir yerde şöyle demişti: “Kendinden daha güçlü olan bir düşman, ancak en son kertesine varan bir çaba gösterilerek ve düşmanlar arasındaki en küçük çatlaktan, ayrı ayrı ülkeler burjuvazileri arasında, her ülkenin içindeki burjuvazinin çeşitli grupları ve kategorileri arasında en küçük çıkar çelişkilerinden ve aynı zamanda geçici bir müttefik olsa da, sallantılı olsa da, koşula bağlı bulunsa da, pek o kadar sağlam ve güvenilir olmasa da, sayıca güçlü bir müttefiki kendi tarafına kazanmak için, en küçük olanaktan en büyük özen ve uyanıklıkla, en ustaca ve en akıllıca yararlanıldığı takdirde yenilgiye uğratılabilir.” (Komünizmin Çocukluk Hastalığı ‘Sol’ Komünizm, Ankara, Sol Yayınları, 1991, s. 66-67)
HDP'nin politikası haline gelmesi ve Kürt seçmen katında itibar görmesi halinde, Buldan'ın Akşener'e oy vermeme kararlılığının bir başka önemli sonucu daha olacaktır. Bu da, başında Meral Akşener'in bulunduğu İYİ Partinin bir parçası olduğu “Millet İttifakı”nın, AKP-MHP-BBP'nin kurduğu “Cumhur İttifakı” karşısında daha zor bir duruma düşmesi ve seçimlerden yenik çıkma olasılığının yükselmesidir. Bir başka deyişle, Buldan'ın bu çağrısı, Erdoğan kliğinin işine yarayacak, onun değirmenine su taşıyacaktır. Aslında karşı cephede de Kürt ulusal hareketi içindeki önemli bir damarı temsil eden Buldan'ın yaklaşımıyla rezonans halinde olan bir hareketlenmenin olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Birkaç örnek üzerinde duralım:
*19 Nisan'da Londra'da, üç eski AKP'li bakan (Taner Yıldız, Mehdi Eker ve Efkan Ala) ile bazı Kürt temsilcileri arasında bir görüşme yapılmıştı. Bu toplantıyı başında, Britanya devletiyle “yakın ilişkisi” olan Kerim Yıldız'ın olduğu Demokrasi Geliştirme Enstitüsü düzenlemişti. Bu toplantıya katılanlar arasında; Kuzey İrlanda sözde çözüm sürecinin mimarı -eski başbakan- Tony Blair’in müsteşarı Jonathan Powell, İrlanda Dışişleri eski Bakanı Dermot Ahen ve Kuzey İrlanda Bakanlığı eski Siyasal Direktörü Sir Bill Jeffrey bulunuyordu.
*HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli 24 Nisan'da Hürriyet gazetesine verdiği röportajda, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı projesine yeşil ışık yakabileceklerini söylemişti. Temelli Hürriyet'in, “Abdullah Gül’e oy verir misiniz?” sorusuna şu yanıtı vermişti: “Bizim gündemimize düşmüyor. Ama saygın bir siyasetçi, değerlendirilebilir. Biz bir temas görmedik. Biz kendi adayımızı çıkartacağız.”
*İki gün önce ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başdanışmanı ya da başdanışmanlarından biri olan İlnur Çevik'in bir açıklamasını duyduk. Habertürk TV kanalına konuşan Çevik, “... Kürt seçmenlerin seçime yönelik beklentileriyle ilgili olarak, 'Seçimlerden sonra Sayın Cumhurbaşkanımızın Kürtler konusunda o bölge insanını rahatlatacak birtakım girişimlerde bulunacağına inanıyorlar' ” demişti. (“Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı İlnur Çevik: Seçimlerden sonra yeniden çözüm süreci olabilir”, BBC Türkçe, 17 Mayıs 2018) Çevik bu açıklamasında şunları da söylemişti: “Bölge insanı Türkiye'nin Barzani'ye sert hareketinden rahatsız oldu. Hatta MHP ile ittifaktan da çok mutlu değiller.” (aynı yerde)
Her ne kadar Saray Sözcüsü İbrahim Kalın 18 Mayıs'ta, “Sayın Cumhurbaşkanımızın gündeminde yeni bir çözüm süreci yahut açılım gibi bir konu yoktur” (“Saraydan saraya yalanlama”, Cumhuriyet, 18 Mayıs 2018) dediyse de Başdanışman Çevik'in Erdoğan'dan habersiz olarak böyle bir açıklama yapmayacağını ve yapamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Aynı saptamayı, Londra'ya giden ve Britanya devlet yetkililerinin gözetiminde bazı Kürt temsilcileriyle görüşen üç eski AKP'li bakan için de yapabiliriz.
Erdoğan'ın 13-15 Mayıs'ta Britanya'ya yaptığı ziyaret sırasında “yeni bir çözüm süreci” konusunun gündeme gelip gelmediğini bilmiyoruz. Ancak, onun bu ziyaret sırasında “Kürt sorunu”na her zaman yakın bir ilgi duymuş olan Britanya liderleriyle bu konuyu da tartışmış olması beni şaşırtmaz. Anlaşılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerini torbada keklik görmemekte, gerek 25 Eylül 2017'de yapılan bağımsızlık referandumunda Barzani'ye karşı tavır almış olmasının ve gerekse de MHP ile ittifak kurmuş olmasının, daha önce AKP'ne oy vermiş olan Kürt seçmenlerinin kendisinden yüz çevirdiğini görmüştür ve konumunu bu gerçekliğe göre esnetmeyi kurmaktadır. Bu koşullarda cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turunda iyi bir sonuç almaması halinde, kendi koltuğunu korumak için pek çok şey yapabilecek olan Erdoğan ikinci turda Kürt seçmenin desteğini kazanmak için yeni hamleler yapabilir ve hatta kimsenin ummadığı radikal adımlar atabilir. Ne yazık ki Buldan'ın açıklaması HDP'nin ya da onun bir bölümünün böylesi demagojik hamlelere karşı gereken tutarlı dirence sahip olmadığının ipuçlarını veriyor...
Garbis Altınoğlu
6 notes · View notes
mansetmalatya · 5 years ago
Text
"3600 EK GÖSTERGE SÖZÜNÜN BİR AN EVVEL YERİNE GETİRİLMELİ"
Malatya Huzur Sen Şube Başkanı Hayrettin EKER, 12 mayıs Hemşireler günü mesajında, sağlık sisteminin temel taşlarından olan hemşireliğin güç çalışma şartlarını gerektiren, sabır, özveri ve hoşgörü kavramlarını içinde barındıran zor bir meslek olduğunu belirtti. Başkan Hayrettin Eker mesajında, "Sağlık alanında görev yaparken başarılı olmanın ilk koşulu insan sevgisidir. Bu bu özel gün münasebeti ile hemşire arkadaşlarımızın şahsında tüm sağlık çalışanlarımızın hakları için mücadele için çıktığımız bu engebeli ve sıkıntılı yolda, sağlık çalışanlarının haklarını elde etme konusunda haklı istek ve taleplerinin sesi olmaya, Devleti yönetenlere ve yüce Milletimize haklı istek ve taleplerimizi tüm açıklığı ile gizli bir gündem ve amaç gütmeden, hiçbir siyasi görüş ve/veya grup, cemaatin sesi olmaya soyunmadan, sadece ve sadece sağlık hizmeti sunumunda rol alan tüm ekip çalışanlarının hakkını ve hukukunu savunarak, yıllardır verilmeyen, alınamayan, haklarımızın alınması için var gücümüzle ekip ruhu ile çalışmanın ve mücadele etmenin yeni adresi olarak siz mesai arkadaşlarımızı Huzur Sendikamız çatısı altında toplanmaya çağırıyoruz. Bu çağrımız sağlık hizmetlerinde görev alan tüm ekip arkadaşlarımızadır, bir olalım güçlü olalım, biz olalım, geleceğimize sahip çıkalım. Sendikacılıkta Devletin, Milletin ve çalışan mesai arkadaşlarımızın çıkarlarını bir biri ile çatıştırmadan makul ve mantıklı evrensel ahlak ve çalışma hukuku çerçevesinde takip etmek ve olumlu sonuçlar alıncaya kadar ısrarlı takip sonucu istendik yönde haklarımızda olumlu kazanımlar elde edene kadar sürekli çalışmanın ve mücadele etmenin anlayışı ile tüm mesai arkadaşlarımızı Huzur sendikamızın genel çağrısının bir kez daha mesai arkadaşlarımızla paylaşılmasına vesile olan bu önemli günde; İnsanlık tarihi kadar eski olan Hemşirelik ve Ebelik mesleği, tarih boyunca bir çok süreçten geçerek günümüze kadar gelmiştir. Günümüzde maalesef tarihsel öneminden ve sağlık hizmeti sunumundaki kendine has hususiyeti göz ardı edilerek, yapılan hatalı yönetimsel uygulamalar sonucunda maalesef değersizleşmesi ve önemsizleşmesi gerçekleşmiş, bu durum sadece Hemşire ve Ebe arkadaşlarımızın sorunu da olmayıp, yine maalesef hekiminden yardımcı personeline kadar hizmet sunumunda görev alan tüm ekip arkadaşlarımızın ortak derdi haline gelmiştir. Sağlık hizmeti sunumunda yer alan tüm ekip arkadaşlarımızın emeklerinin değersizleştirilmesi çabaları hepimizin malumu olup; Sağlıkta Dönüşüm Programı adı altında uygulanan politikalarının sonucu olduğunu düşündüğümüz sağlık hizmetlerinin ticarileştirilmesi uygulamaları ile darmadağın edilen sağlık sisteminin biz sağlık çalışanlarına ne kadar zarar verdiğini hep birlikte yaşayarak tecrübe ettik. Sağlıkta dönüşüme karşı olmamakla birlikte sağlık hizmetlerinin sunumunda çağın gerektirdiği teknoloji, insan gücü ve fiziki mekanlar ile adaletli bir yönetim anlayışı içerikli bir sağlıkta dönüşüm programına hiçbir sağlık çalışanının karşı çıkacağını da düşünmemekteyiz. Mesele yapılan işlere verilen tanımlamadan ziyade yapılan ve yapılmaya çalışılan işlerde ne yapılmaya çalışıldığıdır ki; bu güne kadar sağlıkta dönüşüm programı kapsamında teknoloji, fiziki mekan gibi bazı aksaklıkların kısmen giderilmesine rağmen bu güne kadar adaletli bir yönetim ile sağlık çalışanlarının özlük haklarının iyileştirilmesi yönünde bazı makyaj uygulamalar dışında anlamlı bir gelişme maalesef olmamıştır. Yıllardır sağlık çalışanları olarak ve hatta diğer sendikal örgütler tarafından da konjoktürel olarak gündeme getirilen taleplerimizi bu vesile ile bir kez daha gündeme getirmek istiyoruz. Dileğimiz odur ki; tarafımızdan ve diğer sendikal örgütler tarafından da sıklıkla gündeme getirilen ve hatta siyasal iktidarında seçim zamanlarında vaatleri olan bu istek ve taleplerimiz siyasal iktidar tarafından da dikkate alınır ve haklının hakkını teslim etme konusunda engel tanımadan gereğini yapar ve malum pandemi ile canımız pahasına mücadele ettiğimiz süreçte bu mutlu günümüzün anlamına anlam katar. Bu vesile ile hemşire arkadaşlarımızın günlerini kutlarken siyasal iktidardan öncelikli ve acil beklentilerimizi de arz ederiz. Acil ve öncelikli beklentilerimiz. Sağlık çalışanlarına söz verilen 3600 Ek gösterge sözünün bir an evvel yerine getirilmesi Sabit ödemelerin genel bütçe maaşları içine dahil edilmesi Tüm sağlık çalışanlarına en az 1000 TL seyyanen genel bütçe maaşına zam yapılması. Döner sermaye ödemelerinin emekliliğe yansıtılmasının sağlanması Nöbet ücretleri en az bir kat arttırılmalı Sağlık çalışanlarına yıpranma payı yeniden gözden geçirilmeli ve anlamlı hale getirilmeli yılda en az 90 gün olarak ve ayrıntılı şartların sadeleştirilerek her sağlık çalışanına uygulanması Personel kadro çeşitliliği düzeltilmeli ve sadeleştirilmeli sözleşmeli ve taşeron uygulamaları tamamen kaldırılmalı, tüm çalışanların kadrolu ve itibarlı olmasının sağlanması Emeklilikte yaşa takılan sağlık çalışanlarına emeklilik haklarının bir an önce verilmesi Sağlık çalışanları için yapılan düzenlemelerde bakanlığa bağlı farklı birimlerde çalışanlara ayrımcılık yapılmaması Döner sermaye ek ödeme sisteminin yeniden düzenlenmesi, sadeleştirilerek ekip çalışanları arasında husumete yol açacak absürtlüklerin acilen giderilmesi, özellikle hekim dışı personel açısından anlamını yitiren döner sermaye ek ödemelerinin anlamlı hale getirilmesi ve çalışma barışının kurumlarımızda yeniden tesis edilmesi Sağlık çalışanlarının dinlenebileceği, kendini hizmet içi eğitimlerle yenileyebileceği yeterli sayıda sosyal tesis açılması ve hem mevcut sosyal tesislerden hem de yeni açılacak sosyal tesislerde tüm çalışanların hakkaniyet çerçevesinde faydalanmasının sağlanması Kurumlarımızdaki personel eksikliklerinin bir an önce giderilerek uluslar arası standartlara göre hasta-sağlık personeli oranlarının sağlanması Sağlık çalışanlarına karşı devam eden şiddetin bir an önce sonlandırılması için daha gerçekçi çalışmalar yapılması, her şeyden önce halkın sağlık çalışanlarına karşı şiddete teşvik edilmesi anlamına gelen yönetimsel tavırlardan bir an önce vazgeçilmesi Sağlık çalışanlarına reva görülen malum liyakatsız yöneticiler aracılığı ile mobing yapılmasına son verilmesi. Yönetim kadrolarına sözleşmeli liyakatsizler yerine kadrolu, liyakalı ve beli seçim sistemleri ile görevde yükselen kurum içi personellerinin atanmasının sağlanması Covid-19’a maruz kalan arkadaşlarımızın durumunun meslek hastalığı olarak kabul edilmesinin sağlanması, vefat edenlerin görev şehidi sayılmasının sağlanması Mesai düzenlemelerinin daha sade bir mevzuat ile yeniden düzenlenmesi ve kişisel müdahalelerin en aza indirilmesi özellikle belli bir yaşın üstünde olan çalışanlarımızın (40 yaş olabilir) istemeleri halinde nöbet hizmetlerinden ve gece vardiyalarından muaf tutulması Bayan çalışanlar ve/veya çocuk sahibi bayan çalışanlarımızın isteklerinin dışında gece vardiyasında çalışmama hakkı verilmesi Riskli ve zor çalışma şartları olan birimlerde çalışan personelin belli bir süre çalışma sonrası istekleri doğrultusunda rotasyonla görece daha az riskli birimlere çekilmesini sağlayacak yasal düzenleme yapılması Bayan çalışanların ihtiyaç duyan çocuklarına kreş imkanı sağlanması, bu imkanın kurum içinde sağlanamaması durumunda dışardan hizmet satın alınarak bu hizmetin sunulması İlgili mevzuatlarda yapılan meslek tanımlarının daha net ve tartışmaya mahal vermeyecek şekilde sınırlarının belirlenmesinin sağlanması Meslektaşlarımızın eğitimli oldukları meslekleri ile alakalı işlerde çalıştırılmasının sağlanması. Hemşireler Günü nedeniyle, her türlü olumsuzlukta maddi ve manevi zorlukta ülkemizin her köşesinde, insan hayatının kutsallığından ödün vermeksizin, sonsuz sabır, itina ile ülkemizde ve dünyamızda görev yapan tüm hemşirelerimizin Hemşireler Gününü kutlar, sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim" ifadelerini kullandı. Read the full article
0 notes
netbilgikilavuzu · 7 years ago
Text
Tip 2 Şeker Hastalığına Yakalanmak İstemiyorum
Tumblr media
Vücudunuz kendi ürettiği insülini kullanamadığında ya da bir süre sonra yeterli insülin üretemediğinde tip 2 şeker hastalığı ortaya çıkar. Aslında bu hastalığın nedeni tam olarak bilinmemektedir. Ancak genetik bozukluklar, aşırı kilolar ve hareketsiz yaşam tarzının bu hastalığa davetiye çıkardığı bilinmektedir.
İnsulin nasıl çalışıyor?
İnsülin midenin arkasında ve altında bulunan pankreas denilen bir bezden üretilen bir hormondur. Pankreas insülin üreterek kan dolaşımına verir. Tüm vücuda dağılan insülin kandaki şekerin hücre içine geçmesini sağlar. Böylece kandaki şeker miktarını düşürür. Kandaki şeker miktarı düştükçe pankreastan insülin üretimi de düşer.
Şekerin rolü?
Glikoz bir şekerdir ve kaslar ile diğer dokuları oluşturan hücreler için ana enerji kaynağıdır. Glikoz iki ana kaynaktan gelir:
Birinci kaynak yiyeceklerdir. Yenilen gıdalarda bulunan şeker barsaklardan emilerek kana karışır ve buradan da insülinin yardımı ile hücre içine yakıt olarak girer. İkinci kaynak karaciğerdir. Karaciğer şekeri hem depolar hem de gerektiğinde üretebilir. Açlık veya oruç gibi bir süre yemek yemediğiniz durumlarda kan şeker düzeyleri düşer. Karaciğer şeker seviyesini normal aralıkta tutabilmek için depoladığı şekeri çözerek kana verir. Ancak tip 2 diyabette bu düzenek iyi çalışmaz. Karaciğerden çözünen şeker hücre içine gireceğine kanda birikmeye başlar. Kan şekeri seviyeleri arttıkça, pankreastaki insülin üreten beta hücreleri daha fazla insülin salgılar. Ancak bu insülinlere de direnç olduğundan kan şekerini düşüremez ve nihayet bu kısır döngü nedeniyle beta hücreleri yıllar içinde bozulmaya başlar ve insülin üretimi azalarak durma noktasına gelir.
Çok daha az görülen Tip 1 diyabette ise, bilinmeyen bir nedenle bağışıklık sistemi beta hücrelerini tahrip eder ve hastalığın erken dönemlerinden itibaren insülin üretimi ya çok çok azdır veya tamamen bitmiştir.
Risk Faktörleri!
Bilim adamları, neden bazı kişilerde tip 2 şeker hastalığı gelişirken, diğerlerinin bu hastalığa yakalanmadığını hala tam olarak anlamış değiller. Bununla birlikte aşağıdaki etmenlerin tip 2 şeker hastalığı riskini artırdığını kesin olarak biliyoruz.
Kilo
Kilolu veya şişman olmak tip 2 şeker hastalığı için birinci derecede risk faktörüdür. Ne kadar kiloluysanız, hücreleriniz de insüline o kadar dirençli olacaktır. Ancak tip 2 diyabete yakalanmak için mutlaka kilolu olmak gerekmez; bu nedenle, her kilolu kişide mutlaka tip 2 diyabet gelişeceğini iddia etmek de doğru değildir.
Yağ Dağılımı
Fazla kiloların göbek bölgesinde toplanmasına “merkezi tipte yağlanma” veya “elma tipi yağlanma” adı verilir. Yağlar daha çok basen ve kalça bölgelerinde toplanmışsa “armut tipi yağlanma” olarak bilinir. Merkezi tipte yağlanmanız varsa, armut tipi yağlanmaya göre tip 2 diyabet gelişme riskiniz çok daha fazla olacaktır.
Hareketsiz yaşam tarzı
Ne kadar az aktifseniz tip 2 diyabet riskiniz o kadar fazla olacaktır. Fiziksel aktivite kilonuzu kontrol altına almanıza yardımcı olur ve hücrelerinizi insülin için daha hassas hale getirerek daha fazla glikozu enerji olarak kullanır.
Aile hikayesi
Anne babanızda veya kardeşlerinizde tip 2 diyabet olması durumunda, sizde de bu hastalığın ortaya çıkma riski artmaktadır.
Yaş
Yaşlandıkça, özellikle de 45 yaşından sonra, tip 2 diyabet riski artar. Bunun muhtemel nedeni, insanlar yaşlandıkça daha az egzersiz yaparlar, kas kitlelerini kaybetmeye ve kilo almaya başlarlar. Ancak son zamanlarda tip 2 diyabet, çocuklar, ergenler ve genç yetişkinler arasında da dramatik bir şekilde artmaktadır.
Gizli şeker
Kan şeker seviyenizin normalden yüksek olduğu, ancak diyabet olarak sınıflandırılacak kadar yüksek olmadığı bir durumdur. Gizli şeker hastaları tedavi edilmeden bırakılırsa, çoğunlukla tip 2 şeker hastalığına ilerlerler.
Gebelik diyabeti
Hamileyken “gebelik diyabeti” gelişenlerin, doğumdan sonra tip 2 diyabete yakalanma riski artar. Aynı şekilde 4 kg’dan daha ağır bir bebek dünyaya getiren anneler de tip 2 diyabet açısından risk altındadır.
Polikistik yumurtalık Sendromu
Adet düzensizliği, tüylenme ve obezite ile seyreden ve yaygın bir hastalık olan polikistik yumurtalık sendromu olan kadınlar da diyabet yönünden risk altındadır.
Diyabet Tip2 hastalığı hakkında  “Farkında mısınız? Belki de Tip 2 Diyabet Hastası Olabilrsiniz!” yazının üstüne tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Tip 2 Şeker Hastalığına Yakalanmak İstemiyorum
0 notes
izmirlist-blog · 7 years ago
Text
Dünya Alzheimer Günü İzmir'de unutulmadı
http://izmirlist.com/?p=11053 İzmir Büyükşehir Belediyesi, dünya genelinde hızla yaygınlaşan ve kesin tedavisi henüz bulunamayan Alzheimer hastalığı konusunda farkındalık yaratmak amacıyla renkli bir etkinliğe imza attı. 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü'nde Konak Meydanı’nda bir araya gelen İzmirliler, üzerinde “Hiç Aklıma Gelir miydi, Aklıma Gelmeyeceğin?”, “Unutmak Kader Değil”, “Bir Şeyler Değişmeliydi, Değişen Ben Oldum” ve “Bugün Unutanları Unutmama Günü” yazan dövizlerle çağın hastalığına dikkat çekti. Etkinlikte Alzheimer Vakfı Başkanı Prof. Dr. Engin Eker ve Dokuz Eylül Üniversitesi Geriatri Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ahmet Turan Işıklı ile İzmir Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Daire Başkanı Serpil Keskin de vardı. Alzheimer: Toplumsal bir sorun Alzheimer Vakfı Başkanı Prof. Dr. Engin Eker, Dünya Alzheimer Birliği’nin belirlediği temanın bu sene “Beni hatırlayın” başlığı altında öne çıktığını hatırlatarak, “Alzheimer hastalığı toplumsal bir sorun haline gelmiştir. Hastalığın en önemli faktörü ise yaş. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde yaş artmakta ve buna bağlı olarak da Alzheimer’ın görülme oranı da artmakta. Yakın zamanda da bu yüzden Alzheimer’ın Türkiye’de büyük bir sıklıkla görüleceğini biliyoruz. Bu yüzden hem belediyelere hem de vakıflara bu farkındalığı geliştirmesi ve toplumda yeni bir bilinç oluşturması gerekmekte” dedi. Hareketsiz yaşamdan uzak durun Türkiye’de Alzheimer hastalığına yakalanan 500 ile 600 bin kişi olduğunu ifade eden , Dokuz Eylül Üniversitesi Geriatri Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ahmet Turan Işıklı, “2050 yılına gelindiğinde, dünyada Alzheimer hastalığına yakalanan kişi sayısının 100 milyonu geçeceği tahmin ediliyor. O yüzden bu konuya çok dikkat edilmesi gerekmekte. Bu farkındalığın arttırılması amacıyla İzmir Büyükşehir Belediyesi de geleneksel hale getirerek büyük bir duyarlılık örneğini her sene sergiliyor. 21 Eylül günü Saat Kulesi’ni hastalığın evrensel rengi olan mora büründürüyoruz. İzmir halkı da, İzmir Büyükşehir Belediyesi de bize ‘İzmir’in unutmadığını’ göstermiştir” diye konuştu. Alzheimer hastalığının risk faktörlerine de dikkat çeken Prof. Dr. Işıklı, “Hareketsiz bir yaşam, kilo, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, zihinsel ve bedensel faaliyetlerden uzak durmak, eğitim düşüklüğü gibi faktörlerin önüne geçilmesi gerekmekte. Ne şanslı ki İzmir, bu konunun farkında olan üniversitelere sahip, ne şanslı ki İzmir, bu konunun farkında olan bir belediyeye sahip” diye konuştu. İzmir farkı İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Güzelyalı’da faaliyet gösteren Alzheimer ve Demans Merkezi’yle amaçlarının hastaların sosyal yaşantılarını kısıtlamamak, kaliteli zaman geçirmelerini sağlamak ve ailelerin yaşantılarını kolaylaştırmak olduğunu söyleyen İzmir Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Daire Başkanı Serpil Keskin ise, “4 yıldır faaliyette bulunan bu merkezde, çağın hastalığı Alzheimer’a karşı yoğun bir mücadele yürütülüyor. Hastalar kadar ailelerine de yardım eli uzatılıyor. 1. derecede Alzheimer ve demans hastası olan kişilere hafızayı geliştirici tekniklerle oyun oynatılarak, el becerisini geliştirebilecek resim boyama gibi aktivitelerle de hastaların bilgilerini dinç tutmaya çalışıyoruz” dedi. Saat Kulesi mora büründü 2013 İstanbul Yaşlılık Girişimi Fuarı’nda “Yaşlı Dostu Kent” ödülüne layık görülen İzmir Büyükşehir Belediyesi, Konak Meydanı’nda gerçekleşen yürüyüşün ardından etkinliğin devamı olarak akşam saat 19.00'dan itibaren Saat Kulesi’ni Alzheimer Hastalığı'nın rengi olarak kabul edilen mor ışık ile ışıklandırdı.
0 notes
meraklibenimadim-blog · 8 years ago
Text
Mitokondrisi... Boyutlar Arası Bağ
Pembe Hande Özdinler ABD/Chicago’daki Northwestern Üniversitesi’nde Les Turner ALS Araştırma Laboratuvarı’nın kurucu başkanı. Doğa (Ateş, Böcek, Çiçek, İnsan, Hayvan..) için gurur duyduğumuz bilim insanlarından biri. Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü mezunu Dr. Hande Özdinler, Hücre Biyolojisi, Anatomi ve Sinirbilim konularında doktora çalışmaları yaptıktan sonra, Harvard Medical School Neurosurgery’de doktora sonrası çalışmalara katıldı. Harvard Center for Nervous System Repair (HCNR) ödülünü aldıktan sonra, burada öğretim üyesi oldu. 2008 yılında Les Turner ALS Araştırma Laboratuvarı kurucu başkanı olarak, Northwestern Üniversitesi’ne geçti. ALS’de ölen motor nöronları izole eden ilk bilim- insanı olan tarihe geçti.  Bir tür sinir hücre hastalığı olan ALS ile ilgili yaptığı çalışmalarla insanlığa hayat suyu vermeye devam ediyor.
Geçtiğimiz yıl meleğini kaybeden Hande Özdinler, onun enerjisini yaşatmaya devam ediyor. Kendi kaleme aldığı yazısını paylaşmak istiyorum sizlerle. Okurken hüznü ve mutluluğu birarada yaşayacağınızı düşünüyorum.
--------------------------------------------
Annem vefat etti, onu yıkadık, pakladık, demir tabuta koyup Türkiye’ye uçakla getirdik. Oğlunun üstüne, eşinin yanına, toprağın içine sanki bir tohum eker gibi nazikçe, dualarla bıraktık. Bir ömür bitti, annem gitti...
Tumblr media
Ama annemin mitokondrisi bende kaldı. Benim hücremde, benim her hücremde annemin mitokondrisi var. Her nefes alışımda, her kalp atışımda, her elimi uzatışımda, her düşüncemin başlangıcında, ne için enerji harcıyorsa bu vücudum işte orda annemin mitokondrisi var. Annem gitti belki ama mitokondrisi bende kaldı...
Enerji santrali, kaynağı anne
İnsanın başlangıcı olan o ilk iki hücrenin yumurta olanı büyük ve zengindir. İçinde bir hücrenin yaşaması, çoğalması, değişmesi için gerekli olan her şeye ve bir ömür gerekli olacak enerjiyi üretecek mitokondriye de sahiptir.
Mitokondri, hücreye enerji veren, canlı olmasının temelini sağlayan organeldir ve babadan değil, anneden gelir. Anne her çocuğuna enerjisini verir, enerji üretme mekanizmasını verir. Harcanan her enerji annenin çocuğuna verdiği mitokondriden gelir.
Tumblr media
Dolayısıyla anneler vefat edebilir ama anneler ölmez!!! Biz farkında olmadan annelerimizi gizli bir şifre gibi her hücremizin içinde taşırız. Annemiz vefat etse de bize enerji vermeye devam eder. Ben bunu yazarken ve siz bunu okurken annelerimizin bizlere miras bıraktıkları mitokondrinin ürettiği enerjiyi kullandık farkında mısınız...
En karmaşık yapı
Mitokondri hücre içindeki organellerin en karmaşık ve ilginç olanlarından biri. Kendine has DNAsı var, kendine özgü kişiliği var, kendisine has proteinleri var, çalışma mekanizması ve prensibi var. Hem enerji üretir hem hücreyi ölümlerden korur, bölünür, çoğalır, hücre içinde dolaşır, nerede enerji lazım oraya gider.
Hücre içinde sanki annemizmiş gibi çalışmaya biz ölünceye kadar devam eder. Ve her kadın mitokondrisini çocuğuna armağan eder, dolayısıyla hayat enerjisi anneden anneye geçer.
Bu yüzdendir ki kim nerden gelmiş, kim kimin atası diye insanlık tarihi araştırması yapıldığında erkeğe değil, kadına bakarlar. Analarımızın mitokondri DNA’sına, o DNA’nın nerelere gittiğine, kimlerden kimlere geçtiğine bakarak yaşam enerjisinin haritasını çıkararak bilirler kimiz ve nereden geldik...
Ben bugün laboratuvarımda mikroskopumun başında annemi düşünüyorum. 15 Ağustos sabahı vefat etti annem, elimden bir su tanesi gibi kayıp gitti...
Annem benim vefat etti ama ölmesi mümkün değil, çünkü mitokondrisi bende kaldı...
Hande Özdinler
0 notes