Tumgik
#şevket süreyya aydemir
paraspandaras · 3 months
Text
“… İnönü savaşı biliyordu. Savaşın getireceklerini seziyordu. Akdeniz istikametinden ve güneyden Balkanlar’a yapılacak bir çıkarmaya katılacak Türk ordusunun elbette “aslanlar gibi dövüşeceğini” biliyordu. Ama:
- Tüm bunlar niçin, bütün bunlar kimin içindi? Ve baştan başa bir harabe halinde devralınmış bir Türk ülkesinde, böyle bir savaşa katılmanın daha ilk yirmi dört saatinde bu ülkenin, yani İstanbul’un, İzmir’in, Ankara’nın şu binbir alınteriyle yaratılmaya çalışılan endüstri merkezlerinin, yolların, köprülerin uğrayacağı tahribatın bedeli ne olacaktı? Ve sonunda Türkiye hele bir istilaya da uğrarsa, onu kim kurtaracaktı? Churchill’in dediği gibi ileride kurulacak Birleşmiş Milletler mi? Yoksa Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerini Almanlardan kurtaran komşumuz Sovyetler Birliği mi ? … “
Şevket Süreyya Aydemir - İkinci Adam II
Tumblr media
8 notes · View notes
nefretim-kazand · 1 year
Text
BOZKURT DÜŞMANLIĞI
“Pirincin içindeki siyah taştan değil, beyaz taştan sakının”
Türklerin; millî kültür değerlerinin en önemlilerinden biri sayılan “
Bozkurt”a karşı düşmanlık, elbette ki oldukça eski yıllara dayanır.
Ancak,
Türk olup da mankurtlaşmamış bir zümrenin Bozkurt düşmanlığı yapması oldukça yeni sayılır.
Türkler ilk anayurtlarında yaşarken, düşmanları başta varlığı olmak üzere, Türklerin her şeyine düşman iken, elbette ki kendilerine mânevî güç verdiğine inandıkları bütün kültür değerlerinin yanında Bozkurt’a da düşman idiler.
Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra ise, Bozkurt’u bir totem olarak gören bâzı zavallılar da, artık Bozkurt motifinin Türkler için bir değer olamayacağını ileri sürerek, onu sevenlere karşı düşmanlık beslemeye devam etmişlerdir.
Halbuki bundan önceki sohbetimizde açıkladığımız gibi Türklerde Bozkurt hiçbir zaman totem olarak alınmamış, ona tapınılmamıştır.
O sadece atalarından kalan ve millî kültür değerini ifade eden bir sembol olarak bilinmiştir.
Yine, Türkün büyük düşmanlarından birisi olan SSCB döneminin ilk yıllarında Lenin, araştırmacı tarih yazarı İlhan Bardakçı (Murat Bardakçı’nın babası) ile yaptığı bir konuşmada:
-- “Türkiye’de komünizmi yerleştirmek için önce onlara dinlerini, milliyetlerini unutturmak ve kafalarına yerleşmiş olan şu Bozkurt efsanesini söküp atmak lâzımdır” demiştir.(Dr. Tahsin Ünal, Türklüğün Sembolü Bozkurt, Millî Ülkü yayını,6.Baskı,s.21,Konya-1976).
Yakın zamanlarda ise; İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde ve 1970′lerden sonra da solun desteğinde Bülent Ecevit’in yanında bulunan özellikle Başbakanlığı döneminde bâzı kişilerce aşırı derecede Bozkurt düşmanlığı yapılmıştır.
Bunların dışında ise, kendilerini Atatürkçü gören bâzı gâfiller de bu rüzgâra kapılarak Bozkurt düşmanlığında bulunmuşlardır. Sadece örnek olarak 1974′de yaşanan hazin bir olay basına şöyle yansımıştır:
“Sene içersinde yapılan bir aramada bir ülkücü öğrencinin üzerinde Atatürk’ün zamanında basılmış olan Bozkurtlu paraların örneği bulunmuş ve bu paralar suç aleti olarak alınmıştır.”
Halbuki Atatürk’teki Bozkurt sevgisi; gelmiş-geçmiş hiçbir devlet adamında ve döneminde yaşanmamış ve O’nun bu sevgisinden ötürü de kendisine gerek yabancı ve gerekse bâzı vatandaşlarımız/yazarlarımız “Bozkurt” demişler.
Peki, Atatürk’e Bozkurt diyenler kimlerdir? İşte bunlardan sizlere verebileceğim birkaç örnek:
ATATÜRK’E BOZKURT DİYENLER
Ziya GÖKALP- 1918′de Malta zindanında iken arkadaşlarına söylediği Atatürk hakkındaki sözleri
“Mustafa Kemal Paşa Türkün efsanelerinde yaşayan Bozkurt gibi kurtarıcı bir şahsiyettir.”
Cumhuriyet gazetesi- 15 Aralık 1933,s.1-5(manşet)
Le Mois(Fr.dergi)- Cumhuriyetin verdiği haber.
Benoist Mechin- Kurt ve Pars Mustafa Kemal(kitap)
H.C.ARMSTRONG- Bozkurt (Doğrudan kitap adı).
Behçet Kemal Çağlar- Dolmabahçe’den Anıtkabire
Fazıl Hüsnü Dağlarca-
Mehmet Ateşoğlu- Atatürk’ün Türkçülüğü, Türk Yurdudergisi, C.2, S.8(290), Kasım-1960, s.39-40;
Şevket Süreyya Aydemir- Tek Adam (kitap)
Gülçin Çandarlıoğlu- “Türk Destanlarında Bozkurt”
Bozkurt özel sayı, 19 Mart 1968, s.11.
Lord Curson- Atatürk’ü anlattığı eserinde.
Berlin Türk Ocağı- Bozkurt Atatürk (bildiri), 19 Ocak 1974.
Genç Arkadaş(dergi)- S.1, 15 Ocak 1975, s.2.
Dr.Tahsin Ünal- Türklüğün Sembolü Bozkurt,6. baskı
Konya-1976, s.36,41,55.
Taner Ünal- O Bir Bozkurttu(kitap) İstanbul-1995.
Atillâ İlhan- O Sarışın Kurt, İstanbul-1998.
Yılmaz Öztuna- Bozkurt Nedir? Türkiye gazetesi, 26 Nisan 1999, s.1.
Yavuz Bülent Bâkiler- Bozkurt Atatürk, Türkiye gazetesi, 31.3.2001.
Yusuf Koç/Ali Koç- Türk Milliyetçi Hareketinin Lideri Başbuğ Atatürk,2.baskı, Ankara-2005,s.VII; Emekli General Veli Küçük, s.2-3.
Sami Yavrucuk- Yeniçağ gazetesi(Köşesinde birçok).
Ertuğrul Afşın- Bozkurt Atatürk Adsız dergisi,S.2,
Kasım-1972, s.5-12.
Hulki Cevizoğlu- AKP’den Farkınız Ne? Yeniçağ gazetesi, 17 Temmuz 2007, s.10.
Tabii ki örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Bu konudaki incelemelerim devam etmektedir. Onun için bu kadarlık bir açıklamayı yeterli görüyorum.
———————
(1) Millî kimliğini kaybetmişler için kullanılır. Kelime dilimize romanlarıyla ünlü Kırgız Türkü yazar Cengiz Aytmatov tarafından kazandırılmıştır.
(2) Nejdet Sançar, “Okullarımızda Bozkurt Düşmanlığı”, Ötüken dergisi, S.4, Nisan-1970, s.2.
(3) ”Bucak İlçesinde Olup Bitenler”,Bozkurt(dergi),
S.23, Ağustos-1974, s.4-5.
Tumblr media
🇹🇷🇺🇿🇹🇲🇲🇳🇦🇿🇭🇺🇰🇬🇰🇿🤘🐺𐱅𐰇𐰼𐰰🐺🤘
10 notes · View notes
ibokumus · 4 months
Text
OSMANLIYA GÖRE TÜRK KİMDİR???
TÜRK; Yavuz Sultan Selim'e göre, eşekti
TÜRK; Koçi Beye göre, mezhepsiz ecnebiydi…
TÜRK; Hoca Saadettin Efendi'ye göre, leşti, hilebazdı, aşağılıktı…
TÜRK; Naima'ya göre, azgındı, çirkindi, kabaydı, cahildi…
TÜRK; Nef-i'ye göre, Allah'ın irfan pınarını yasakladığıydı…
TÜRK; Baki'ye göre, kabaydı…
TÜRK; Hafız Çelebi'ye göre, baban bile olsa öldürülmesi gerekendi…
TÜRK; Sadrazam Kuyucu Murat'a göre, başı vurulması gerekendi…
TÜRK; Aksaraylı Kerimettin Mahmut'a göre, hunhar köpekti. Me'lundu…
TÜRK; Merzifonlu Seyyit Abdurrahman Eşref'e göre, eşsiz bir gaddardı…
TÜRK; Gelibolulu Mustafa Ali'ye göre, pasaklıydı, çirkindi…
TÜRK; Taşlıcalı Yahya'ya göre, soyu kuruyasıca idi…
TÜRK; Büyükelçi Moralı Çuhadır Ahmet'e göre, hayvandan farkı olmayandı…
TÜRK; Tokatlı Nuri'ye göre, şehir dili bilmez hayvandı…
TÜRK; Şeyhülislam Mustafa Sabri'ye göre, tiksinti duyulandı…
TÜRK; Vahdettin'e göre, dini, soyu sopu, yurdu belirsiz, cahiller sürüsüydü…
Siniriniz bozulmasın devam etmeyeyim!
Osmanlı…
– ERMENİLERE, “Millet-i Sadıka”…
– ARAPLARA, “Kavm-i Necip”..
– RUMLARA, “Romalı” anlamına gelen “Romeos” derken Türkler'i böyle aşağıladı.
Peki, Türk kendini nasıl görüyordu?
Türk'ün hali
“İLK DERS beni şaşırtmıştı. Bu bölük, o zamanki milletin bir parçasıydı. Hepsi de Anadolu köylüleriydi. Biz Anadolu köylüsünü dindar, mutaassıp bilirdik. Halbuki bu gördüklerim sadece cahildiler.
FAKAT asıl şaşkınlığım ikinci derste oldu. Daha ilk sual cevaplarda anlaşıldı ki, bu askerler yalnız hangi dinden olduklarını değil, hangi milletten olduklarını da bilmiyorlardı.
‘BİZ HANGİ milletteniz' deyince her kafadan bir ses çıktı:
‘BİZ TÜRK değil miyiz' deyince de hemen, ‘Estağfurullah' diye karşılık verdiler.
Türklüğü kabul etmiyorlardı.
halbuki biz Türk'tük. Bu ordu Türk Ordusu'ydu. TÜRKLÜK için savaşıyorduk. Asırlarca süren maceralardan sonra son sığınağımız ancak bu Türklük olabilirdi.
FAKAT ne çare ki bu “biz Türk değil miyiz?” diye sorunca “Estağfurullah” diye cevap verenlerin görünüşe göre Türk demek Kızılbaş demekti.(…)
DİNİNDE, milliyetinde birleşmiş olmayan bu bölük, dersler ilerledikçe görüldü ki, devletin şeklini, devletin adını, padişahın ismini, devletin merkezini, başkumandanını ve onun vekilini de bilmemektedir.
HELE İŞ, vatan bahsine dönünce büsbütün karıştı. Kısacası, vatanımızın neresi olduğunu bilen yoktu. Yahut da bütün bilgiler, belirsiz, köksüz, şekilsiz ve yanlıştı…”
ŞEVKET Süreyya Aydemir (1897-1976), hayat öyküsünü yazdığı “Suyu Arayan Adam” kitabında böyle anlattı Türkleri…
Vatandaşlık Bayramı
FALİH RIFKI ATAY (1894-1971), “Batış Yılları” adlı eserinde kendi kuşağını Osmanlı'nın son çocukları olarak tanımladı:
“KENDİME ilk defa ne zaman ‘Türk' dediğimi pek hatırlamıyorum. Bizim çocukluğumuzda ‘Türk', kaba ve yabani demekti. İslam ümmetinden ve OSMANLI idik. İlmihallerde baş dersimiz ‘din ile milliyetin bir olduğunu' öğrenmekti.
‘Vatan' sözü yasaktı. Onu ben büyüyüp de NAMİK KEMAL'İ okuduğum günlerde kitapta gördüm. Kulağımla ancak Meşrutiyet'te duydum.
BİZ PADİŞAH kulları idik. Okul çıkışlarında her akşam sıraya girer, ‘Padişahım çok yaşa' diye bağırırdık…”
Buraya kadar yazdıklarımın kuşkusuz amacı var:
MUSTAFA KEMAL de, Osmanlı'nın son kuşağındandı. Türk'ün, Osmanlı iktidarı tarafından nasıl aşağılandığını yaşadı. OSMANLI münevverlerinin Babıali'de “TÜRK” sözünü Arap aksanıyla ifade ederek “Terk” diye yazdıklarını unutmadı. (“Terk” sözcüğünün çoğulu Arapçada “Etrâk” demekti; ve Türklere, “İdrâki biidrak” -anlayışsız Türkler- diyorlardı!)
Oysa…
TÜRK; ATATÜRK'E GÖRE, YILDIRIMDI, KASIRGAYDI, DÜNYAYI AYDINLATAN GÜNEŞTİ. BU SEBEPLE…
91 YIL ÖNCE…
TARİH: 23 MAYIS 1928.
TBMM, 1312 SAYILI TÜRK VATANDAŞLIĞI KANUNU'NU KABUL ETTİ. BÖYLECE…
ASIRLARDIR HOR GÖRÜLEN TÜRK, YURTTAŞLIK PAYESİYLE ONURLANDIRILDI.
OSMANLI İLE CUMHURİYET FARKI Buydu.
Bugünlerde…“Osmanlıcı” geçinen kimi AKP'liler, tekrar Osmanlı hayali kurup, devlet imtiyazlarını sığıntılara verip, Türklerden esirgemesi nasıl açıklanabilir ki?!
0 notes
gundemarsivi · 6 months
Text
Tumblr media
Özelleştirme
✍🏻 Sinan Kemal
https://www.gundemarsivi.com/ozellestirme/
Seksenlerin başından itibaren merkez medya denen, TÜSİAD destekli holding medyası, sürekli özelleştirme diye inledi. Sonuçta istediğini başardı. Satıla satıla devlete ait fabrika kalmadığı gibi TİGEM (Tarımsal İşletmeleri Geliştirme Çiftliği) bile kalmadı. Özelleştirme destekçilerinin iddialarına göre, serbest piyasa rejiminin gizli eli, bu fabrikaların daha iyi işlemesini sağlayacak, piyasa ucuzlayacaktı. Oysa kapitalizm, teorisyen, iktisatçı kılıklı propagandacıların anlattığı gibi bir şey değildir.
Kapitalizmde serbest piyasa yalandır. Kapitalizmin demokrasiyi sevdiği de yalandır. Bu destek sadece şirketlerin ve Amerika Birleşik Devletleri gibi kapitalsit devletlerin diktatörlere desteği ile sınırlı olmadı. Latin Amerika’ya altmışlardan, doksanlara kadar kan kusturan askeri diktatörlükleri, Malcom Frieadman, James M. Buchanan gibi pek çoğu Nobel ödüllü Neoliberalist iktisatçı, askeri darbeleri öven teoriler geliştirdi. (Siz Nobel kurumunu demokratik bir kurum sanıyorsunuz. 2019’da Avusturyalı,ırkçı, özellikle de Bosna katliamı konusunda Sırpları desteklemiş olan Peter Handke, Nobel ödülü aldığında, ülkemizdeki yetmaz amacılar başta olmak üzere pek çok kişi hayret etmişti. Oysa neoliberalizmin kurucu Friedman’ın görüşlerini bilse şok geçirirdi. Kaynar; Yıkıcı Olumsuzlama-Werner Bonefeld.) Bu iktisatçılar, güçlü devlet-serbest piyasa diyerek, anti komünist diktatörlüklere yetmez ama evet demişlerdir. Yani yetme ama evetçiliğe adını Hayko Bağdat vermiş olabilir ama Yetmez Ama Evet, bir Türk icadı değildir.
Özelleştirme de Türk icadı değil. Sezar bile Roma cumhuriyetini, o zamanın yetmez amacı ile yıktı. Aslında diktatörlük, Roma cumhuriyetinde bir çeşit olağan üstü hal yetkisiydi. Sezar, bu yetkiyi ömür boyu için aldı. Sezar, suikastle öldürülünce ortaya çoktan karışıklıktan faydalanarak, tekrar diktatör oldu. Sonrasında Roma’da diktatörlük, kurumsallaştı ama teoride Roma cumhuriyeti hep vardı.
Devletçi ekonomi ise, büyük ölçüde Türk, daha doğrusu Atatürk icadıdır. Tek sebebi, sermaye sahibi bir burjuvazinin oluşmaması değildir. Pek çok ürünün ithal edilmesi sonucu oluşan döviz kıtlığı da değildir. Asıl sebep, ekonomiye bakış açısıdır. Ekonominin amacı tüm halkın refahını sağlamak olmalıdır. Devler, kar etmesi gereken bir şirket değildir. Şirketler, sadece patronlarının yada ortaklarının karını amaçlar. Geri kalmış ülkelerde şirketler yada burjuva, çoğunlukla kompradordur.
Komprador kelimesi, İspanyolca satın alıcı yada Türkçe ticaret diline çevirirsek, mümessil demektir. İspanyollar, işgal ettikleri pek çok bölgede yerli halkı, kendi aralarından seçtikleri kişiler aracılığıyla yönetmiş, bu kişileri de daha çok çok ürün satın alanlardan seçtikleri için, böyle demişlerdir. Devletçiliğin bir sebebi de ülke ekonomisini kompradorlaşmasını engellemektir.
Devlet, herkesin devleti olmalıdır. Devletin başarısı, mümkün olduğunca herkesin refahı ve mutluluğudur. Bunu da ülkenin tüm bölgeleri, tüm etnik grupları ve tüm sınıfları aynı anda kalkındırarak yapmalıdır. Süper zenginler, servetine servet katarken, uzun vadede işçiler de refah bulacak diyemezsiniz. J.M.Keynes’in dediği gibi, uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız.
Keynes demişken. Neoklasik liberal okulun, yani neoliberalizmin diğer bir adı da Askeri Keynesyenliktir. Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz’da bir keresinde, en büyük yolsuzluklar, askeri darbe dönemlerinde olur demişti. (Mesut Yılmaz demişken de alta bir link bıraktım.)
Devletçilik, devletin de fabrika sahibi olduğu kapitalizm ya da sosyalizm ile kapitalizm arasına bir sistem değildir. Devletin, tüm vatandaşlarını iktisadi olarak sahiplenmesidir ve halkçılık ilkesiyle bağlıdır. Devletçiliği iktisat bilimine ilk yerleştirmeye çalışanlar, Şevket Süreyya Aydemir ve Kadro dergisi grubu üyeleridir.
Türk iktisatçıları, devletçiliği tekrar incelemeli, yeni bir Kadro hareketi kurmalıdır.
Sinan Kemal
#özelleştirme, #liberalizm #siyaset #ekonomi
0 notes
haytaogluyunus · 6 months
Text
Tumblr media
ANMA:
BUGÜN: 24 MART (1971) YAZARLARIMIZDAN VE
TÜRKÇÜ KADINLARIMIZDAN OLAN VE TARİHÇİ EMEL ESİN’İN ANNESİ MÜFİDE FERİT TEK’İN VEFATININ YIL DÖNÜMÜ.
Müfide Ferit Tek
(29 Nisan 1892, Kastamonu - 24 Mart 1971, İstanbul), Türk romancı.
Türkçülük akımının roman türündeki ilk temsilcilerindendir. Türk Kurtuluş Savaşı'na kalemiyle katılmış bir kadın yazardır. Türkiye'nin ilk İçişleri Bakanı Ahmet Ferit Tek'in eşidir. Sanat tarihçi Emel Esin'in annesidir.
Babası Kemahlı Mazhar Paşa'nın oğlu ve "hürriyet" yanlısı bir subay olan Şevket Bey, annesi Plevne şehitlerinden Zâimzâde İsmail Efendi'nin kızı Feride Hanım'dır.
Babasının görevi dolayısıyla ilköğrenimine Trablusgarp'ta başladı. Trablusgarp'ta henüz bir Türk mektebi olmadığı için İtalyanların yönetiminde bulunan St. Joseph Rahibe Okulu'nda okudu. Okulda İtalyanca ve Fransızca öğrendi. Ayrıca özel ders yoluyla Arapça ve Farsça öğrendi. O yıllarda, İstanbul'da bulunan Harbiye Mektebi'nde bir kanundışı faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle Fizan'a sürgün edilen bir grup öğrenci arasında Ahmet Ferit Tek ile Yusuf Akçura da vardı. İleride evleneceği Ahmet Ferit Bey ile burada tanıştı.
Yazar, 1903 yılında gizlice gönderildiği Paris'te Versailles Lisesi'ne kaydedildi. Onun Paris'teki öğrenimini, velisi sıfatıyla babasının yakın arkadaşı ünlü Jön Türklerden Ahmet Rıza Bey takip etti. Müfide Ferit, Trablus'tan kaçarak Paris'e gelmiş olan Ahmet Ferit Tek ile 1907 yılında -15 yaşında iken - evlendi. Bundan sonraki hayatı, kocasının sürgün veya görevli olarak bulunduğu çeşitli şehir ve ülkelerde geçti.
İkinci Meşrutiyet'in ilan edilmesinden sonra eşi ile İstanbul'a geldi. Ahmet Ferit Tek, İttihat ve Terakki'ye muhalefetten Sinop'a sürülünce Müfide Ferit Hanım, kocasıyla birlikte Sinop'a gitti. 1913- 1918 arasındaki yıllarını Sinop ve Bilecik'te geçirdi. Bu arada Yusuf Akçura'nın desteğiyle ilk romanı olan Aydemir'i' yazdı ve 1918 yılında yayınlattı. Halide Edip'in 1912'de yayımlanan Yeni Turan adlı romanından sonra ikinci "Turancı" roman olan bu eser, birkaç gazetede tefrika edildi. Roman, bir kuşağı etkiledi ve yıllar sonra Şevket Süreyya Bey, Aydemir soyadını bu romandan etkilenerek aldı.
1 note · View note
raksh4sa · 4 years
Text
Şevket Süreyya Aydemir Tek Adam’da der ki: “Atatürkçülük, Atatürk’e geri dönmek değildir.”
24 notes · View notes
dear-milena · 5 years
Text
"Bazen onu kaybettim. Bazen buldum, sandım. Ama onu her zaman aradım. Bu arayışta aldanışlarım da inanışlarım kadar güzeldi."
49 notes · View notes
suanneokuyoruz · 5 years
Text
Tumblr media
Şevket Süreyya Aydemir'in, Osmanlı'nın son yıllarını ve milli mücadele dönemini, otobiyografiyle birlikte anlattığı bu kitap; dünü, bugünü ve geleceği daha iyi anlayabilmek için çok güzel bir eser... Yaz tatiline girmeden elimdeki kitaplardan değil de okul kütüphanesinden yararlanayım diye başladım ve iyi ki de başlamışım bu kitaba 😊
Yazının devamı ise kitaptan bağımsız, kişisel tarihime nottur...
Üzerinde renkli renkli, "1, 2, 3" rakamları yazan pijamalarım ve bir de kısa mavi şortum... Hastanede bir kere, o da 7-8 yaşlarındayken yatmıştım. Türkiye'nin başkenti Ankara'nın orta yerinde, Çankaya'da gelip beni bulmuştu akrep...
Doktorun yatış verdiğini duyunca boğazıma bir şey oturmuştu da yutkunamamıştım. Annem, "Ben şimdi başka hastaneye, sana ilaç getirmeye gidiyorum. Sen burada usluca dur, 'Gotureyim seni' diyen olursa, gitme." demişti. Ben bir hafta kadar hastanede, refakatçisiz yatmıştım...
Bilmem annemin iş yeri yakın mıydı ama her öğlen, ziyaretçi saatinde kan ter içinde hastaneye gelirdi. Evde ve işte bir anne, bir eş, bir çalışan, bir garip kadın olarak; çok koştu, çok yoruldu... şimdi dinleniyor annem ve yakında çok daha iyi olacak.
Benim ölçülerime göre; mutluluğu en çok hak eden, en çok mücadele edendir bu hayatla ve benim annem, tanıdığım insanlar içinde mutluluğu en çok hak edendir.
29 notes · View notes
alticizilen · 3 years
Text
Suyu Arayan Adam - Şevket Süreyya Aydemir - Alıntılar
Kitabı yaklaşık bir buçuk sene evvel İlber Ortaylı’nın bir programdaki tavsiyesi üzerine okumaya başlamıştım. O kadar çok yerinin altını çizdim ki, o zaman yazmaya üşenmiştim. Şimdi de üşeniyorum:) Sürekli program kullanmaya çalışmam bundan. Aslında hala vaktimin elverip de yazabiliyor olmayı tercih ederdim. Hayat insanı zaman ile sınıyor.
Kitap okuma konusunda en verimli senelerimden biri olan bu iki senede, maalesef altını çizdiğim hiçbir kitabı yazamadım.
Kitaba gelince, harika! Bir kere Türkiye tarihine, zamansal tarihe ve Türk insanına ait o kadar çok şey öğrendim ki. Örneğin, Anadolu’da bahsedilen cahilliğin boyutu düşündüğümden çok daha fazlaymış. 10 yaşımdan bu yana savrulduğum hemen hemen her ideolojik fikre bulaşıp, sonra kendi olmaya karar veren suyu arayan adamaysa kendimi çok yakın hissettim.
https://documentcloud.adobe.com/link/review?uri=urn:aaid:scds:US:a102a222-910e-388f-921d-5558acb03847
Tumblr media
1 note · View note
crnoztoprak · 4 years
Photo
Tumblr media
İhtilalin Mantığı (Ve 27 Mayıs İhtilali) - Şevket Süreyya Aydemir
‘‘Basına, yasaklar üstünü yasaklar konuyordu. Konulan yasakların neler olduğunun ilanı bile yasaklanıyordu.’’
Şevket Süreyya Aydemir bu kitabında 27 Mayıs Darbesi'ni bir ihtilal olarak değerlendirmesini yapıp bu darbenin neden ve nasıl bir ihtilal olduğunu oldukça uzun bilgiler vererek açıklamaya çalışmıştır. Okuruna, 27 Mayıs 1960 Darbesi'ni bir ihtilal olarak değerlendirilmesinin sebeplerini Tarihsel Materyalizm açısından ele alarak diğer ihtilaller ile de kıyaslayarak Marksizm ve Sosyalizm açısından ihtilal kavramlarını ele almakla birlikte Kemalist Devrim açısından "27 Mayıs"'ın ifade ettiği önemi vurgulamıştır.
0 notes
notmekani · 4 years
Text
Şevket Süreyya Aydemir - Suyu Arayan Adam PDF indir
Şevket Süreyya Aydemir – Suyu Arayan Adam PDF indir
Tumblr media
Suyu Arayan Adam isimli ve Yazarı Şevket Süreyya Aydemir olan kitabın pdf dosyasını paylaşma amacımız kitabın tanıtımını yapmaktır. Kitabın tanıtım halini buradan kontrol ederek kesinlikle orjinalini alıp daha iyi bir sonuca varmış olursunuz. Kitap olarak çözmenin PDF olarak çözmekten daha verimli olduğu tespit edilmiştir.
Paylaşımda bulunduğumuz Suyu Arayan Adam bu kitabın orjinalinin…
View On WordPress
0 notes
paraspandaras · 3 months
Text
“… Bütün konferanslarda masaya getirilen Türkiye’nin savaşa katılması meselesinin Kahire’de kesin bir sonuçla, İnönü’nün güttüğü savaş dışı kalmak şeklinde karara bağlanmasında, İnönü’nün görüş, seciye, tutum ve olayları izah tarzının payını Türk kuşakları unutmamalıdır.”
(Şevket Süreyya Aydemir - İkinci Adam II)
Tumblr media
5 notes · View notes
penyezperev · 7 years
Text
Rus aydınlarının çoğunluğu din mistiğinde bir sükun sığınağı bulur ve ona sığınırdı. Örneğin Dostoyevski gibi...
Suyu Arayan Adam, Şevket Süreyya Aydemir
11 notes · View notes
ibokumus · 10 months
Text
Osmanlı Devleti dönemi Anadolu'da, İslam'a ve Türklüğe bakış acısı nasıldı? Şevket Süreyya Aydemir Suyu Arayan Adam kitabında şöyle bir hatırasını anlatıyor:
''Yedek subay olarak geldiğim Anadolu'da bizim bu makineli bölüğünde, İstanbullu bir başcavuştan başka okuma yazma bilen yoktu. Daha ilk derste belli oldu ki bu bölükte hangi dinden olduğumuzu doğru dürüst ve kesin olarak bilen kimse de yoktu.
Askerlere sordum:
-Bizim dinimiz nedir? Biz hangi dindeniz?
Hepsi birden:
- Elhamdü-l-illah Müslümanız, diye cevap verecekler sanıyordum. Fakat öyle olmadı. Cevaplar karıştı. Kimisi ''İmamı azam dinindeniz'' dedi. Kimisi ''Hz.Ali dinindeniz'' dedi. Arada islamız diyenler çıktı ama, Peygamberimiz kimdir? diye sorunca onlarda puslayı şaşırdılar. Akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı. Hatta birisi ''Peygamberimiz Enver Paşa'dır''' dedi.
- Peygamberimiz sağ mı? Ölü mü? diye sorunca iş gene çatallaştı. Herkes akla gelen ilk cevabı veriyordu. Dakat birisinin kuvvetle konuştuğunu, yahut bir tarafın daha ağır bastığını görünce, diğer tarafın da kolayca o tarafa kaydığı görülüyordu. Peygamberimiz sağdır diyenlere:
- O halde peygamberimiz hangi şehirde oturur? diye sordum. Onu İstanbul'da, Şam'da yahut Mekke'de yaşatanlar oldu. Hiçbir yer tayin edemeyenler daha çoktu. Peygamber ölmüştür diyenlere de ''ne zaman nerede ölmüştür? denildiği zaman bu sefer onlar şaşırdılar. Yüz sene, beş yüz sene önce, bin sene önce diye gelişigüzel cevaplar verenler oluyordu. Fakat çoğu, tayin edemiyordu.
Dinimizin adı ve peygamberimiz bilinmeyince de, din ilkelerini ve ibadetleri doğru dürüst bilen hiç kimse çıkmadı. Ezan dinlemişlerdi. Fakat ezan okumayı bilen yoktu. Namaz kılan bir iki kişi çıktı. Fakat onların da hiçbiri, namaz surelerini yanlışsız okuyamadı. Daha garibi, niçin namaz kıldıklarını bir türlü anlatamadılar. Sonra ''köyünde camii olanlar ayağa kalksın'' dedim. Gerçi köylerinde camii olan birkaç kişi kalktılar. Fakat onlar da bayramlarda, cumalarda adet yerini bulsun diye camiye gitmişlerdi. Köylerinde mektep olan bir tek kişi çıkmadı.
İlk ders beni şaşırtmıştı. Bu bölük, o zamanki milletin bir parçasıydı. Hepsi de Anadolu köylüleriydiler. Biz Anadolu köylüsünü dindar, mutaassıp bilirdik. Halbuki bu gördüklerim sadece cahildiler.
Fakat asıl şaşkınlığım ikinci derste oldu. Daha ilk sual cevaplarda anlaşıldı ki, bu askerler yalnız hangi dinden olduklarını değil, hangi milletten olduklarını da bilmiyordu.
- Biz hangi milletteniz, deyince her kafadan bir ses çıktı.
-Biz Türk değil miyiz? deyince de hemen:
- Estağfurullah!... diye cevap verdiler.
Türklüğü kabul etmiyorlardı. Halbuki biz Türk'tük. Bu ordu Türk ordusu idi. Türklük için savaşıyorduk. Asırlarca süren maceralardan sonra son sığınağımız ancak bu Türklük olabilirdi. Fakat ne çare ki, bu ''Biz Türk değil miyiz'' diye sorunca ''Estağfurullah'' diye cevap verenlerin görüşüne göre, Türk demek Kızılbaş demekti. Kızılbaşlığın ise ne olduğu bilinmiyordu. Ama, onu herhalde kötü bir şey sayıyorlardı.
Tumblr media
0 notes
yusufserkan · 5 years
Text
Mustafa Kemal her zamankinden daha güçlü durumda… Kemalistlerle anlaşmaya varılamaz, çünkü Anadolu'nun tam bağımsızlığını istiyorlar.” (İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold'un 7 Ocak 1922 tarihli raporundan)
2020'nin ilk haftasında gündem çok yoğundu. Ancak gelin görün ki bu yoğun gündeme rağmen Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları işi gücü bırakıp Atatürk'e ve Cumhuriyete saldırmaya devam ettiler. Adını anmak istemediğim bir “akademisyen”, bir tv programında Türkçe ezan ve din üzerinden Atatürk'ü ve Cumhuriyeti hedef alıp Kemalizm'e saldırdı. İşte bugün, öteden beri Kemalizm'i gerçek bağlamından koparıp adeta bir “küfür” gibi kullanarak Atatürk'e ve Cumhuriyete saldıranların kara propagandasına karşı Kemalizm'i anlatacağım.
KEMALİZM'İN DOĞUŞU
“Kemalizm” kavramı ilk olarak Türk Bağımsızlık Savaşı sırasında 1919'da ortaya çıktı. “Kemalizm”, adını millî direnişin önderi Mustafa Kemal'in adından aldı. Bu direnişi kırmaya çalışan emperyalist güçler ve onların işbirlikçisi Padişah Vahdettin ve Damat Ferit hükümetleri, Mustafa Kemal'in önderliğindeki tüm direnişçileri, biraz da küçümser bir yaklaşımla, “Kemalistler”, “Kemalîler”, “Kemalciler” diye adlandırdı. (1)
Örneğin;
21 Temmuz 1920'de Mr. Fitzmaurice, Türk esirleri hakkında düştüğü bir notta şöyle dedi: “Buradaki esirlerin hepsi Kemalist milliyetçilerin yanındadır. Eğer bunları serbest bırakırsak İngiltere'nin düşmanı Kemalistlerin bir zaferi sayılacaktır.” (2)
10 Kasım 1920'de Sir H. Rumbold, Lord Curzon'a gönderdiği telgrafta şöyle diyor: “Kemalist-Bolşevik başarısından sonra milliyetçiler Sevr Antlaşması'nı büsbütün kabul etmeyeceklerdir. Yunan ordusunu tam anlamıyla harekete geçirmek lazımdır.” (3)
İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold, 7 Ocak 1922 tarihli raporunda aynen şöyle diyor: “Mustafa Kemal her zamankinden daha güçlü durumda. Türkler, ‘Anadolu Türklerindir' düşüncesinde. Kemalistlerle anlaşmaya varılamaz, çünkü Anadolu'nun tam bağımsızlığını istiyorlar.” (4) Sömürgeler Bakanı Chamberlain, 10 Mayıs 1922'de Avam Kamarası'nda yaptığı konuşmada, “Müttefikler şimdi ne yazık ki Kemalistlere karşı etkili tedbirler alacak bir durumda değil” diyor. (5)
Milli Mücadele yıllarında yabancı basında Türk Bağımsızlık Savaşı'ndan “Kemalist hareket”, milliyetçi direnişçilerden ise “Kemalistler” diye söz ediliyor. Örneğin Asia dergisinin Kasım 1923 sayısında Robert Dunn, Türk-Yunan savaşından: “Anadolu'daki Yunan-Kemalist Savaşı” diye söz ediyor. (6)
İşbirlikçi saray hükümeti ve yandaşları da saray hükümetine isyan ederek işgalcilere direnen Kemalistleri, yüzyıllar önce, Osmanlı'ya karşı ayaklanan Celalîlere ve Yeniçerilere benzetiyorlar. “Celali” adından esinlenerek Mustafa Kemal'in etrafında toplanan bütün Kuvayı Milliyeciler için “Kemaliler” veya “Kemalciler” deyimini kullanıyorlar. II. Mahmut nasıl “isyancı Yeniçerileri” ortadan kaldırdıysa, VI. Mehmet Vahdettin de “isyancı Kemalileri” ortadan kaldıracak diyorlar. Alemdar ve Peyamı Sabah gibi işbirlikçi gazeteler Padişah Vahdettin'in, Kuvayı Milliyecilerin üstüne gönderdiği Anzavur Ahmet'in “Kemalileri bastırdığını” yazıyor.
Milli Mücadele'de “Kemalci”, “Kemali” ve “Kemalist” kavramı “milliyetçi” kavramıyla eş anlamlı olarak kullanılıyor. Dolayısıyla “Kemalizm”, Milli Mücadele'de emperyalist işgale karşı “bağımsızlık savaşı” verenlerin “ortak adı” olarak doğuyor.
Emperyalist işgalcilerin ve yerli işbirlikçilerin küçümsedikleri “Kemalistler”, Sakarya'yı, Büyük Taarruz'u kazanıp emperyalist işgale son verdiler, bu toprakları yeniden vatan yaptılar. Öyle ki 1922'den sonra tüm dünyada Türk Zaferi “Kemalist Zafer” olarak adlandırıldı.
Ezilen, sömürülen Doğu milletleri de maddî ve manevi destek verdikleri bu savaşın başarısını “Kemalist Zafer” olarak adlandırdılar. Onlar da “Kemalist Zafer”den ilham alarak emperyalizme başkaldırdılar. Böylece Kemalizm, tüm mazlum milletlerin kurtuluş umudu oldu.
KEMALİST DEVRİM
Atatürk, kazandığı askeri zaferi, siyasi, kültürel, sosyal, ekonomik zaferlerle tamamlamak istedi. Bunun için peşi sıra devrimler yaptı. İşte kazanılan zafer nasıl ki Mustafa Kemal'in adından dolayı “Kemalist Zafer” diye adlandırılmışsa yapılan devrimler de yine Mustafa Kemal'in adından dolayı “Kemalist Devrim” diye adlandırıldı.
Atatürk'ün el yazısıyla ‘Kemalizm Prensipleri' notu (1937).
Batılı bilim insanları 1930'larda Atatürk'ün devrimlerini ve ilkelerini “Faşizm”, “Komünizm“ ve “Nazizm” dışında “üçüncü bir yol” olarak görüp “Kemalizm” diye adlandırdılar.
1931'de CHP Üçüncü Büyük Kurultayı'na kadar Atatürk ilkelerinin sayısı 4'tü. Bu kurultayda Atatürk ilkelerine “Devletçilik” ve “Devrimcilik” de eklenerek ilkelerin sayısı 6'ya çıkarıldı. Böylece “Altı Ok” ortaya çıktı.
İşte Cumhuriyet aydınları ve devlet adamları, Türkiye Cumhuriyeti'ni şekillendiren bu “Altı İlke”yi, “Altı Ok”u 1931'den itibaren “Kemalizm” diye adlandırdılar.
1931'de Denizli Milletvekili Mazhar Müfit Kansu, mecliste yaptığı konuşmada “Kemalizm mektebinin evlatları” olduklarını söyledi. “Kemalizm Demokrasisi” kavramını kullandı. (7)
Türkiye'de “Kemalizm” kavramı ilk kez 1931'de ders kitaplarına girdi. İlk baskısı 1931'de Türk Tarih Kurumu tarafından yapılan 4 ciltlik tarih serisinin Türkiye Cumhuriyeti Tarihini anlatan “Tarih IV” adlı son cildinde, “Altı İlke”den “Kemalizm” diye şöyle söz edildi: “İşte yabancı müelliflerin (yazarların) Büyük Milli Reisin adına nispetle ‘Kemalizm' dedikleri Türk inkılâp hareketinin temel prensipleri bunlardır. Bu prensiplere dayanan devlet sistemi Türk milletinin tarihine, ihtiyacına, içtimaî bünyesine ve mefkûresine (ülküsüne) en uygun olduğu kadar, bütün dünyadaki sistemler içinde de en sağlam ve en mükemmel olanıdır.” (8)
1932'de Halkevleri Genel Merkezi'nce yayımlanan Ülkü Dergisi'yle Kemalizm'in kuramsal çerçevesi belirlenmek istendi. Ülkü Dergisi'nin neredeyse her sayısında, “Kemalizm”i halka benimsetmek amacıyla yazılar yayınlandı. Örneğin; Nusret Köymen, “Kemalizm ve Politika Bilgisi” başlıklı yazısında “Kemalizm'in ilmini yapmaktan” şöyle söz ediyordu: “Bugün Türk münevverine düşen büyük vazifelerden biri Kemalizm'in ilmini yapmak ve politika üzerinde her müsbet bilgi şubesinde çalışıldığı gibi, ilim metotlar ile çalışmaktır…” (9)
1932'den itibaren Kemalizm'in kuramsal çerçevesini belirlemek amacıyla Atatürk'ün çevresindeki Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Şevket Süreyya (Aydemir), Vedat Nedim (Tör), İsmail Hüsrev (Tökin), Burhan Asaf (Belge) gibi aydınlar Kadro Dergisi'ni çıkardılar. 1934'te yayım hayatına son veren Kadro Dergisi'nin “Kemalizm” yaklaşımı, daha sonraki kuşakları etkiledi. Örneğin; 1960'larda Doğan Avcıoğlu ve arkadaşlarının yayımladıkları Yön Dergisi, bu etkileşimin bir eseriydi.(10)
Kemalizm'in CHP Parti Programı'na Girişi
Kemalizm'den Atatürk Yolu'na
1923'te CHP kurulurken Yakup Kadri Karaosmanoğlu Atatürk'e “Fakat Paşam, bu partinin doktrini yok” deyince Atatürk “Doktrin istemem, donar kalırız, biz yürüyüş halindeyiz” diyor. (11) Bu nedenle “Kemalizm” toplumsal ilerlemeyi donduran bir “doktrin” olarak hiç görülmedi.
13 Mayıs 1935'te kabul edilen CHP Parti Programı'nın Giriş bölümü, ‘Kemalizm Prensipleri'nden söz ediliyor.
1935'te CHP Dördüncü Büyük Kurultay'ında “Kemalizm”, CHP parti programına girdi. 13 Mayıs 1935 Pazartesi günü yapılan oturumda kabul edilen CHP Parti Programı'nın giriş bölümünde aynen şöyle denildi: “Yalnız birkaç yıl için değil, geleceği de kapsayan tasarılarımızın ana hatları burada toplu olarak yazılmıştır. Partinin güttüğü bu esaslar Kamalizm Prensipleridir.” (12) Böylece Atatürk'ün “Altı İlke”si, “Altı Ok”, çok açıkça “Kemalizm Prensipleri” olarak parti programına girdi. Dahası bu tanımlama hiçbir değişikliğe uğramaksızın, 5 Şubat 1937 tarihinde anayasanın ikinci maddesine koyuldu. Böylece “Kemalizm” fiilen anayasaya da girmiş oldu.
Görüldüğü gibi parti programındaki “Kemalizm Prensipleri”nin “yalnız birkaç yıl için değil geleceği de kapsayan tasarılar olduğu” belirtiliyor. Böylece Atatürk CHP'si, resmi ideolojiyi “Kemalizm” olarak adlandırmış oluyor.
Bugün bu gerçeği reddetmek isteyenler, Kemalizm'i tamamen Atatürk'ten soyutlayarak “Atatürk değil, çevresindekiler Kemalizm'i kullandı!” diyorlar. Ancak bu iddia doğru değil. Grace Ellison, 1923'te Atatürk'ün, kendisine verdiği röportajda, “Bu sözcük hareketin ruhunu anlatmıyor” dediğini aktarsa da (13) zaman içinde Atatürk'ün bu konudaki düşünceleri değişmiş olmalı ki 1931'de liselerde okutulan “Tarih IV” adlı kitaba ve 1935'te de parti programına Kemalizm'i koydurdu. Dahası 1934'de Soyadı Kanunu'yla “Atatürk” soyadını almasına karşın, 1937'de, CHP'nin 1939 kurultayı için program çalışması yaparken kendi el yazısıyla “Partinin güttüğü bütün bu esaslar Kemalizm Prensipleridir” diye yazdı. (14)
“Kemalizm” kavramı 1953'teki CHP Onuncu Büyük Kurultayı'nda parti programından çıkarıldı. “Kemalizm” yerine ”Atatürk Yolu” ifadesi kullanılmaya başlandı. (15)
1933-1949 arasında çıkan “La Turquie Kemaliste” dergisinin bir sayısı.
Atatürk döneminde Kemalizm
1933'ten itibaren Kemalist Devrimi dünyaya anlatmak için Matbuat Umum Müdürlüğü üç ayda bir Türkçe ve Fransızca olarak “La Turquie Kemaliste” adlı bir dergi çıkardı. Dergi, 1933-1949 arasında 49 sayı çıkarıldı.
1936'da Türkçe, 1937'de Fransızca olmak üzere Tekin Alp'in “Kemalizm (Le Kémalisme)”, Edirne Milletvekili Şeref Aykut'un “Kamalizm” ve M. Saffet Engin'in “Kemalizm İnkılâbının Prensipleri” ( 2 cilt) adlı kitapları basıldı.
Atatürk'ün Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, 1940'ta “Atatürk İhtilali” adlı kitabında “Kemalizm”i anlattı. “Türk ihtilalinin verimi sembolik Altı Ok içindedir ki buna Kemalizm diyoruz ve diyorlar” diye yazdı. Kemalizm'in komünizmden ve faşizmden ayrıldığını, Milli Sosyalizmden ise ayrıldığı ve birleştiği noktalar olduğunu belirtti. (16)
1936'da CHP Genel Sekreteri Recep Peker, görevden ayrılırken yayımladığı bildiride “Hepimiz için en büyük şeref, son nefese kadar Kemalizm eserinin sadık hizmetçisi kalmaktır” dedi. (17)
Celal Bayar, 1 Kasım 1937 tarihli meclis konuşmasında birkaç yerde “Kemalist Rejim” ifadesini kullandı. Bayar, Atatürk'ün ölümünden sonra Kasım 1938'de yapılan ilk meclis toplantısında da şunları söyledi: “Milletimiz on beş yıldan beri denenen Kemalizm rejiminin kendisine verdiği huzur ve sessizlik içerisinde çalışmak ve kuvvetlenmek istiyor. Ulusal sınırları içinde mutlu olmak istiyor.” (18)
Kemalizm; bu topraklarda Atatürk'ün önderliğinde emperyalizme karşı “bağımsızlık”, saraya, sulatana karşı “milli egemenlik”, geri kalmışlığa karşı “çağdaş uygarlık”, paylaşım savaşlarına karşı “barış” mücadelesidir. Bu toprakları yeniden vatan yapanların ve bu Cumhuriyeti kuranların ortak adıdır Kemalist… Onurdur, gururdur.
10 notes · View notes
ibilgiler · 4 years
Text
Halk Rağmen Halk İçin
Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa'nın hayatını anlattığı kitabının (Makedonya'dan Orta Asya'ya Enver Paşa) ikinci cildinde meşrutiyetin iadesinden sonra yapılan gösterilerde, İkinci Abdülhamit'in halk tarafından protesto edildiğini ancak gösterilerin yine aynı halk tarafından "padişahım çok yaşa" nidaları ile bitirildiğini söyler. Büyük yazar bu durumu ise şu sözlerle açıklar: "Sokak kalabalıkları, unutkan, kaypak, uysal ve hiddetlidir. Efendiye boyun eğmek en güçlü güdüleridir." İşte meşrutiyet ve daha nice kazanımlar bu topraklarda bu halka rağmen sağlanmıştır, kazanılmıştır. “halka rağmen halk için ” anlayışını bu olaydan daha iyi anlatacak bir olay bilmiyorum. 
Tumblr media
1 note · View note