#şehrin insanları
Explore tagged Tumblr posts
andreytarkosvky · 1 year ago
Text
5 notes · View notes
kdrylmaz · 6 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Hak ettik miydi ? Hak ettik mi? Hak etmek ne demek? Hak ne demek?....
8 notes · View notes
toprakkoksunduslerim · 11 months ago
Text
"İnsanlar acıya sevinçten daha çok dayanıyorlar."
10 notes · View notes
onderkaracay · 1 year ago
Text
Tumblr media
14 notes · View notes
aatamedebiyat · 10 months ago
Text
Tumblr media
Kemal Tahir - Esir Şehrin İnsanları: Konusu ve Kısa Özet
Esir Şehrin İnsanları, Kemal Tahir'in 1956 yılında yayımlanan ve Esir Şehir üçlemesinin ilk kitabını oluşturan bir romandır. Roman, I. Dünya Savaşı sonrası İstanbul'unda, işgal altında yaşayan ve esaret altında hisseden insanların hikayelerini anlatır.
0 notes
subliminaltecavuz · 11 months ago
Text
Tumblr media
Deniz dalgalı, şehir ise sessizdi. Bütün tüccarlar dükkanları çoktan kapatmış, dışarıda sadece hırsızlar, fahişeler ve evsizler kalmıştı. Şehir her ne kadar sessiz ve karanlık olsa da bu söylenenlerin dışında olan tek bir yer vardı. Şehrin hanı olan DAveram. DAveram'ın içi sesten geçilmiyordu ki sadece ses değildi problem. Herkes sarhoştu ve bu sarhoşlardan faydalanmak isteyen fahişeler ile hırsızlar da olay yerine yakınlardı. DAveram şehirdeki tek han ve tek eğlenilecek yerdi. Bu yüzden de herkesin ortak noktalarından biriydi. Hanın sahibi Etienne Delcroix illa ki handa olur ve her gün mütemadiyen çıkan kavgaları sakinleştirmek için hazır ol da beklerdi. Etienne Delcroix'in Kral Ephilianus Ravelin ile arası oldukça iyiydi ve bu da onu konumunda tutmaya yeterken, aynı zamanda elini güçlendiriyordu. Han sıradan bir günmüş gibi sarhoşların kavgalarına ve kusmalarına şahitlik ederken, kimileriyse mutluluktan içiyor ve resmen deliler gibi eğleniyorlardı. Sadece içerek de eğlenmiyorlardı, handa çalışan soytarı Sven Sibley'de handaki kimseleri eğlendirmek konusunda, özellikle de sarhoş kimseleri eğlendirmek konusunda son derece başarılıydı. Handa adım atılacak yer yoktu ve her masada bir kız dans ediyor, erkekler ceplerinde bulunan son birkaç bronzu da kızların göğüslerinin arasına atma yarışması yapıyorlardı. Kavga yok denecek kadar azalmıştı ve bu hem içeride kendi halinde eğlenen halk için hem de Etienne Delcroix için çok iyi bir haberdi. Saniyeler saniyeleri, dakikalar dakikaları ve saatler saatleri kovaladı. Bronzu bitenler handan yaka paça kovuluyor, parası bittiğini bilen kimseler ise kendi istekleriyle DAveram'ı terk ediyordu. Kısacası artık gecenin ilerleyen saatleriydi ve müdavim sayılacak zenginler kalmıştı handa. Hanın çalışanlarından biri olan Viola Velin masaları temizliyor, Sven Sibley ise insanları güldürmeye devam ediyordu. Birkaç dakika içinde hanın kapısı açıldı ve içeri bir yabancı girdi. Üzerinde simsiyah bir pelerin vardı ve yüzü seçilemeyecek kadar az gözüküyordu. Yabancıyı ilk fark eden kişi Viola oldu ve ilk işi Etienne Delcroix'in yanına gitmek oldu.
"İçeriye giren adam da kim?"
Etienne baştan aşağı süzdü yabancıyı fakat yüzü seçilmiyordu.
"Gecesini güzelleştirmeye gelen herhangi biri." dedi fakat kendinden çok da emin değildi.
Viola omuz silkti. Yabancının hana eğlenmek veya bir şeyler içmek için gelmediğini düşünüyordu. Viola'ya göre yabancı buraya bir amaç için gelmişti. Zaten kıyafetlerinden ve davranışlarından bu kolaylıkla anlaşılıyordu. Viola bir kez daha döndü ve sildiği bira bardağını masaya koydu.
"Gidip konuşmaya ne dersin?" diye sordu fakat Etienne çok da oralı olmamıştı. Viola bu duruma sinirleniyor, aynı zamanda içini garip bir korku da kaplıyordu. Yabancı etrafını iyice kontrol ettikten sonra Etienne ve Viola'nın olduğu yere geldi.
"Bira," dedi fakat onlara bakmıyordu.
Viola gözlerini dikkatli bir şekilde Etienne çevirdi ve ne yapacağına baktı. Etienne sakince temiz bir bardağa bira koyup yabancıya uzattı. Yabancı arkasını dönüp birayla dolu bardağı kavradı ve tekrardan eğlenen insanlara döndü ve onları izlemeye devam etti.
"Birini arıyorum," dedi yabancı. Eğlenenleri izlemeye devam ediyor ve birasını yudumluyordu.
Etienne ilk olarak Viola'ya bir bakış attı, ardından tekrardan yabancıya dönerek, "Burada kimseyle ilgili bilgi veremiyoruz bayım," diye yanıtladı yabancıyı. "Kusura bakmayın."
Viola hemen gözlerini yabancıya dikti ve tepkilerini ölçmeyi denedi fakat yabancı ne bir tepki veriyordu ne de herhangi bir şey yapıyordu. Beş, on saniye kadar hiçbir şey demeden öylece eşrafı izlemeye devam etti. En sonunda buz gibi birasından bir yudum daha aldı.
"Irkınızdan birini arıyorum," dedi yabancı ve sesini bir nebze de olsa yükseltti. "Bir insan."
Etienne adamın söylediklerini pür dikkat dinliyor aynı zamanda Viola'yla birbirlerine bakıyorlardı. Artık sadece Viola'nın değil, Etienne'nin de içini huzursuzluk kaplamıştı. Yabancı ortamda oluşan sessizlikten sonra masaya doğru döndü ve birasını masanın üzerine koydu. Birkaç saniye kadar bekledikten sonra gözünü Etienne dikti. Etienne'nin derisi buz kesmişti.
"On dokuz yaşında ve kızıl saçları olan bir insan," dedi ve gözlerini hiçbir koşulda Etienne'den ayırmadan devam etti. "Windripcliff'te olduğunu duydum."
Etienne iyice ne cevap vereceğini şaşırmıştı. Viola bu durumu en hızlı şekilde fark etti ve sözü devraldı.
"Yüzlerce kıza ev sahipliği yapıyor şehrimiz," dedi ve bunları derken sakin kalmaya çalıştı. "Kral Ephilianus Ravelin son derece halkına düşkündür. Erkekler ve kadınları asla ama asla ayırmaz. Hem ayırsa da eminim ki kadınların hakları erkeklerden daha iyi olur."
Yabancı kafasını Viola'ya doğru çevirdi ama ona bakmak yerine boşluğa bakmayı seçti.
"Kralının düşünceleri ile ilgilenmiyorum," dedi yabancı ve bunları söylerken sesini bir nebze yükseltti. "Kızı arıyorum."
Viola terslenmesinin verdiği şaşkınlığı yaşarken arkadan gürültülü bir şekilde Sven Sibley sohbete dahil oldu.
"Şuradaki pembe elbiseli kısrağı gördün mü?" diye hanın arka sıralarında oturan kızı gösterdi Viola'ya. "Esprilerim karşısında sütü daha yeni sağılmış bir ineğin memeleri gibiydi memelerinin ucu."
Viola normal şartlarda bu esprilere güler eğlenirdi fakat gülümsemek yerine kafasını yabancıya geri çevirdi ve tam o sırada Sven ortamdaki soğukluğu hissetti. Hayatı boyunca hiç gülmeyen bir cüceyi bile güldürebilecek birisiydi Sven ve bu yeteneğe sahip olduğunun farkındaydı. Bu yüzden şansını denemek istedi ve gözlerini yabancının üzerine dikti.
"Çok şanslısın çünkü bu içkiyi her yerde içemezsin. Bu içki için annemi birkaç defa tokatlamışlığım bile var. Babamı dört tane kırma orospu çocuğu ile aldattığı için değil, Etienne'in içkisini alıp o orospu çocuklarına sattığı için!" diye sesini yükseltti Sven. "Her şeye rağmen anne, satsan da satılmıyor diye bir söz var ama bu benim için geçerli değil. Geçen hafta onu yaşlı bir ibneye kırk gümüş karşılığında satıp biraları tutacağımız yeni variller aldık. Babam zaten bir cadı tarafından büyülendi ya da iyice kafayı yedi. Annemi nedendir bilmem evde duran askılıklardan biri sanıyor."
Sven anlatmaya devam ederken yabancının suratı bir nebze bile gülmedi. Konunun düşündü��ünden çok daha ciddi olduğunu o an iyice kavradı Sven fakat iş işten geçmişti.
Yabancı birasını tekrardan eline alıp Sven'e döndü, "On dokuz yaşında ve kızıl saçları olan bir insanı arıyorum," diye yineledi sorusunu. "Gördün mü?"
"Burası Windripcliff. Birçok genç kız var ve bazılarının saçları da kızıl."
"Saçları ateşte kavrulmuş gibi kızıl ve normal bir kızdan daha uzun boyda."
"İsmini bilmiyor musunuz?" diye araya girdi Etienne ve yabancıya pür dikkat bakmaya devam etti. "Normal şartlarda yardımcı olamayız ama istisna olabilir."
Yabancı elindeki biradan bir yudum daha aldı ve kafasını salladı aheste aheste.
"Ilgım," diye yanıt verdi Etienne'e. "Kızıl Cadı."
Sadece Etienne değil, sohbetteki herkes böyle bir ismi ilk kez duyuyor gibiydiler.
"Windripcliff'e özgü bir isim olduğunu sanmıyorum," dedi Viola. "Çevre şehirlerde de olduğunu sanmıyorum ama yine de bakmanızı öneririm. Kim bilir belki de bilen birileri karşınıza çıkar."
Yabancı kafasını salladıktan sonra birasını masaya geri bıraktı ve ayağa kalktı. Birkaç saniye boyunca üstünü temizledikten sonra cebinden tek bir gümüş çıkardı ve Viola'ya uzattı.
"Bira iki bronz," dedi Viola. "Bu fazla."
Yabancı, Viola'nın almadığı gümüşü masaya koydu ve, "Bugün gümüş, yarın çelik," dedi. Savaşı kastediyordu ve ortamdaki herkes bu iğnelemeyi anlamıştı. Viola cevap vermek istese de bir türlü kelimeler ağzından çıkmıyordu.
Sven'in ise kaşları çatıldı ve handa halen kendilerine yardımcı olabilecek kadar insan olduğu aklına geldi. En fazla ne olabilirdi ki?
"Burada bizi tehdit etmen için hiçbir sebep yok dostum," dedi ve vücudunu dikleştirdi. "Nerede olduğunun farkına var."
Yabancı duraksadı. Yavaşça yüzünü Sven'e doğru döndü ve baştan aşağı süzdü. Sven hala dik duruyor ve kendine güveniyordu fakat yabacının da kendine olan güveni bariz şekilde ortadaydı. Yabancı birkaç saniye kadar daha bakındıktan sonra Sven'e doğru bir adım daha attı ve o adımı atar atmaz yabancının kokusunu aldı Sven. Buram buram kokan bir nane vardı ve bu genelde elfler de oluyordu fakat ne bir elf kadar uzun ne de bir elf kadar teni sarıydı. Yabancı iyice Sven'e yaklaştı ve gözlerini gözlerine dikti. Ortalık karışabilirdi ve bu istenecek son şeylerden biriydi. Bu yüzden Etienne hızlı şekilde aralarına girdi.
"Lütfen yapmayın," dedi Etienne aceleyle. "Biranız bu seferlik bizden olsun beyim."
Yabancı üzerindeki pelerini düzeltti ve tam gitmeye hazırlanırken içeri bir kişi daha girdi. Sapsarı saçları ve kalçasına kadar uzanan yırtmacıyla bütün gözler kendisine dönmüştü. İçeri giren kişi Jeanne Magseric'ten başkası değildi.
"Fare kokusu alamayacağım bir içkin varsa çok iyi olur Etienne," dedi Jeanne. "İçtikten sonra kusmak istemiyorum."
"Biralarımız her zaman olduğu gibi tertemiz ve buz gibi Jeanne," diye cevap verdi Etienne ama aklı yabancıdaydı. "Hemen getiriyorum."
"Elfler yine bir şeyler karıştırıyorlar ama anlayamadım," dedi Jeanne ve etrafına bakındı. "Birkaç saat önce ormanı ateşe vermişler. Mecia ve Jocelyne büyü güçlerini kullanarak bile zor söndürmüşler yangını."
Yabancı Jeanne'nın dediklerine kulak misafiri oluyor ve pür dikkat dinliyordu fakat bunu Viola fark etmişti.
"Birini ya da birilerini arıyorlarmış galiba," dedi Sven ve Viola'ya bakındı. "Umarım çevremizde bir elf ajanı yoktur."
Viola iyice şüphelenmeye başlamıştı ve daha fazla dayanamayıp yabancıya doğru bir adım attı.
"Umarım bir elf değilsindir," diye fısıldadı. "Yoksa askerleri çağırmak zorunda kalırım."
Yabancı birkaç saniye kadar tepkisiz kaldığı bu yarım yamalak ithama karşılık olarak Viola'ya döndü.
"Elf değilim," dedi ve üstündeki pelerini çıkardı. Viola resmen olduğu yerde kalakalmıştı. "Kızın nerede olduğunu biliyor musunuz?" diye tekrardan sordu yabancı.
Viola'nın karşısında duran yabancı Vika'ydı. Elflerin insan generali! Jeanne tutuk bir şekilde ayağa kalktı ve Vika'ya baktı. Viola'nın ise resmen donakalmıştı.
"Askerler dışarıda fink atıyor," dedi ve geri geri adımlar attı. "Yanlış bir şey yaparsan buradan canlı çıkamazsın."
Bunu duyan Etienne ve Sven hızlıca arkalarını dönüp Vika'ya baktılar. Sven'in resmen nefesi kesilmişti çünkü demin diklendiği adam Cadı Avcısıydı.
"Askerleriniz buraya gelene kadar ölmüş olursunuz," dedi Vika. "Kızın Windripcliff'te olduğuna dair haberler aldık. Buradaysa ve yerini söylemiyorsanız kaderiniz çok uzun yazılmamış olacak."
"Söylediğin kızın kim olduğunu dahi bilmiyoruz. Söylediğin isim yurdumuzda kullanılan bir isim değil," diye cevap verdi Sven. İçinde korku ve bir o kadar da pişmanlık vardı. "Burada olsa emin ol bilirdik."
"Kız buraya gelecek olur ve haberimiz olmazsa sizin için geliriz," dedi ve gözlerini Etienne çevirdi. "Aileleriniz var ve onlarla ilgili her şeyi biliyoruz."
Sven ve Etienne buz kesmişçesine duruyor, Viola ve Jeanne ise korku dolu bakışlarla dinliyorlardı Vika'yı. Cadı avcısı pelerini tekrardan üzerine aldı ve kendinden emin bir şekilde handan yürüyerek çıkıp gitti. Vika'nın çıktığını görür görmez Viola ilk bulduğu sandalyeye oturdu ve derin derin nefesler almaya başladı.
"Bu adamı tanıyorum ama tam olarak kim bilmiyorum," dedi ve diğerlerine bakındı Jeanne. "Neden bir kız arıyor?"
"Elflerin insan generali," dedi Etienne donuk bir sesle. "Hain olan."
"Elf değil ki," diye araya girdi Jeanne. Kafasında oluşan soru işaretlerini herkes yüzünden okudu. "Elfler bir insanı nasıl general yaparlar?"
Etienne kafasını iki yana salladı ve derin bir nefes aldı ama sanki aldığı nefesler ona iyi gelmiyormuş gibi hissetti.
"Gadanfar kalesi kuşatmasında orada olan bir çocuk olduğunu söylüyorlar." dedi Etieene ve Jeanne'e döndü. "Kralın en büyük çocuğu Asgeies Ravelin'in ilk savaşıydı ve şehirde birçok elf olduğu söyleniyordu. Asgeies ise onları temizlemek için şehire gitti ve elfleri tek tek öldürdü ama orada yaşayan insanlar birlikte yaşadıkları elflere ihanet etmedi ve Asgeies Ravelin'e karşı savaştılar fakat başaramadılar. Asgeies Ravelin orada bulunan isyan etmiş veya etmemiş bütün insanları aynı elfler gibi yok etti ve bu insanların arasında Vika'nın ailesi de vardı. Anlatılanlara göre Vika yıkılmış bir evin içine girmiş ve orada hayatta kalmayı başarmış tek kişiydi. Tabi günler geçmiş ve elfler olay yerine gelmişlerdi ama Asgeies'in ordusu çoktan Windripcliff'e geri dönmüştü. Asgeis ve ordusu Windripcliff''te eğlenmeye devam ederken, elfler araziyi normal askerlere aratmak yerine büyücüleri kullanmışlar ve Salihn Wynmenor'un büyü güçleri sayesinde az daha susuzluktan ölecek olan Vika'yı bulup onu Selu Quessir'e götürmüşler. Ne ismini söyleyebiliyormuş ne de herhangi bir şey anlatabiliyormuş. Altı yaşında bir erkek olduğu ve elflerle iç içe yaşamaya alışık olduğu için onu bir elf gibi yetiştirmeye başlamışlar. İsmini nedendir bilinmez ama manası 'Erkek Cadı' olan Vika koymuşlar. Elfler Vika'yı bir asker olarak yetiştirmeye başlamışlar ama bu kadar iyi bir asker olacağını muhtemelen Selu Quessir'de bulunan en iyi büyücüler bile tahmin edememiştir. Henüz on yedi yaşındayken Valenvers savaşında elflere önderlik etmiş ve savaşı kazandırmıştı. Orada bulunan bütün erkekleri, kadınları, çocukları hatta ve hatta bebekleri bile yaktırdı. İnsanlara karşı büyük bir nefret duyuyordu ve bu nefret onun içindeki güçü her geçen gün büyütüyordu. Vika yirmi yaşına bastığı günden on üç gün sonra elf generali Arathorn Normaer öldü ve elflerin Yüksek Kralı Flandryn tarafından general ilan edildi. Birçok elf bu kararı büyük bir risk olarak gördü ve bu kararın değişmesini istedi ama aldıkları bu riskli karar onları resmen en alttan en yükseğe taşıdı. Kılıç tutmayı bile bilmeyen elfleri ölümcül birer savaşçıya çevirdi ve saygı kazanmaya başladı. Elfler generallerini iyice benimsemeye başladılar ve bu durumdan elf soyluları da oldukça memnundu ki bundan bir sene sonra elf köylerinde yaşayan bütün insanları toplamaya başladı. Topladığı insanları tek tek Selu Quessir'e getiriyor ve teker teker hepsini yakıyordu. Ne yaşlı ne de bebek dinliyordu. Elflere göre Vika; Tanrıların elflere olan büyük bir mucizesiydi. Vika ise bu tanrı anlatımlarına inanmıyor ve insanlardan intikam almaya devam ediyordu. Bir sonraki adresi Tivl Edhil oldu. Tivl Edhil'de yaşayan herkesi tek tek yakmış ve orada yaşayan elfleri de insanlarla yaşıyor diye kulaklarının sivri bölümlerini kestirip insanlara benzemelerini sağlamış. Hem elfler hem de insanlar için büyük bir boşluktu Tivl Edhil. Orada ölen kırk beş bebek o kadar çok ağlamışlar ki ateş bile buna dayanamayıp sönmüş ama ateş tekrardan yakılmış ve her şey kaldığı yerden devam etmiş. Anlatılanlar doğruysa yakılan bebeklerin çığlıkları halen daha Tivl Edhil'de duyabiliyormuş. Şimdiyse başka bir kız aradığını söylüyor ve muhtemelen insanlık için çok ama çok önemli biri o kız. Her ne olursa olsun kızı bulmamalı."
Etienne uzun uzun anlattıktan sonra, "Sonuç olarak bir cadı arıyor değil mi?" diye sordu Viola ama kimseye bir cevap şansı vermeden devam etti. "Belki de hiçbir zaman bulamaz ve mutlu mesut yaşamaya devam ederiz. Hem aradığı kız gerçek bir cadıysa ve onu öldürse bile kendisine musallat olacağını kesinlikle biliyordur. Binlerce sene sonra bile onu arayacak, bulacak ve intikamını alacaktır. Bir cadının musallat olduğu herhangi bir ruh olacak ve bundan asla kurtulamayacak. Bu yüzden onu öldürüp öldürmeme konusunda çok ama çok dikkatli düşünmesi gerektiğinin farkındadır. Şimdilik cadı avcısı o olabilir ama ileride cadının avı olacağından hiçbir şüphem yok."
251 notes · View notes
selin-n · 1 year ago
Text
Günaydın Tumbirin güzel insanları ☀️
Dün_dünde kaldı_!
Bugün yeni umutlara, yeni hayallere ve gönlünüz de güzel olan ne varsa ona tutunma zamanı___🧚🕊️🌈
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
_____Gün doğuyor şehrin üzerine,
Renk renk hacimle doluyor her yer.
Bakıyor dağınık yüzlü evler
Hala yanan sokak fenerine.
Toprak kımıldıyor yavaş yavaş,
Gün doğuyor şehrin üzerine,
Bembeyaz gece çiçeklerine
Sabahla düşüyor bir damla yaş.
Ve bir deniz hücumu halinde
Gün doğuyor şehrin üzerine.____!!
Orhan Veli
Sevgilerimle 💙🕊️
Tumblr media
84 notes · View notes
mirzablogg · 4 months ago
Text
Tumblr media
NEFSİN SIFATLARI
⚀NEFS-İ EMMÂRE (Kafirlerin ve fasıkların nefisleri)*
⚁NEFS-İ LEVVÂME (Günahlarından pişman olan müminlerin nefisleri)*
⚂NEFS-İ MÜLHİME(Alimlerin nefisleri)*
⚃NEFS-İ MUTMAİNNE(İlmi ile amil olanların ihlas ile yapanların nefisleri)*
⚄NEFS-İ RÂDİYYE(Veliyullahın nefisleri)*
⚅NEFS-İ MERDİYYE(Arifi billahların nefisleri)*
⬜NEFS-İ SÂFİYYE(Enbiya-i kiram ve Resul-i zevil-ihtiramın nefisleri)
1-NEFS-İ EMMÂRE
Allah-u Teâlâ bu nefis hakkında Kur'an-ı Azimüşşân'da şöyle buyurmuştur.<<Ve mâ überri'ü nefsiy innen-nefse le'emmâretün bis-sû-i>>Yusuf sûresi-53Meâli Şerifi:(Ben nefsimi tebriye etmiyorum, zira nefs kötülüğü emredicidir)
NEFS-İ EMMÂRENİN KÖTÜ SIFATLARI
1-ŞİRK :Allahu Teâlâ'ya ortak koşanlar ve Hak'tan gayrı ilah tanıyanlar.
2-KÜFÜR:İslam olmayanlar, İslâm dinini tanımayan ve kabul etmeyen.
3-CEHALET:Allahu Teâlâ'yı bilmeyenler.
4-GAFLET:İmanın şartlarını,cennet ve cehennemi akıllarına getirmeyenler. Allah'ınazabından korkmayanlar ve işledikleri günahları yanlarına kâr kalacak sananlar.
5-GÜNAH-I KEBÂ'İR
: Büyük günahları tereddüt etmeden işleyen ve devamında ısraredenler. Adam öldürenler, halkın ve yetimlerin malını yiyenler ve zinâ edenler, livâta(Erkeklerin arasında ki cinsi sapıklık) edenler gibi...
6-KİBİR: Kendilerini herkesten üstün görenler ve söylenen söz hak dahi olsa hakkıkabul etmeyenler.
7-HIRS:Doymayan göz, kanmayan ağız sahibi olanlar.
8-BUHÛL:Tamahkâr olanlar,yemeyen ve yedirmeyenler, kimseye iyilik etmeyenler.
9-ŞEHVETPEREST:Nefislerinin behimî (hayvani) arzularını yerine getirmek için hertürlü denaâti (alçaklık) işleyenler, elin ırz ve namusuna göz dikenler.
10-GAZÂB:Olur olmaz her şeye öfkelenenler.
11-HASED: Herkesin elinde olan nimetin mahvolmasını isteyenler. Bu çirkin huyları ilekendi kendilerini yakan ve yıkanlar.
12-HIKID:Kin besleyenler, öç almak için fırsat gözleyenler.
NEFS-İ EMMÂRE Şehrinde yaşayanların meşrebi köpek gibidir. Bir lokma için birbirleriyle hırlaşırlar, az bir bahane ile birbirlerini yırtarlar. Zinaya rağbetleri bololduğundan bir fahişe kadın ardına üçü beşi düşüp, bazı kereler birbirlerini kıskanıp helâkederler. Şehvet, gazab, sirkât (hırsızlık), bühtân (iftira) ve içki içerek Allah'tan hiçkorkmazlar. Ettiği günahlara tövbe etmeyen bu şehrin insanları surette insan, sîrette (içi) ise hayvan belki.
Bu şehrin dairesi gaflet ve dârı (tuttuğu) zulmettir. Padişahları akl-ı meâşdır. Veziri,kuvve-i müdrike (beş duyu ile algılamak) ve hissi müştereke. Vekil-i harcı kuvve-i vehime ve vesvese. Sükalâsı, buhul, garaz, cehil, kibir,hased. Bu şehrin halkı; Fâsıklar (günahkârlar), münafıklar ve kâfirlerdir.
Bu gibi sıfat sahiplerinin âkibetlerinden korkulur.Nefsi emmârenin yegâne ilacı ve şifâsı kelime-i TEVHİD'dir. LA İLÂHE İLLALLAH (Muhammeden Resûlullah) (*_*)
22 notes · View notes
japonyamesken · 7 months ago
Text
When he said “Artık Herkes Evine Dönmeli” and you really felt that.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
● Hiçliğin ortasında bi Alman kasabasında mahsur kaldık alman trenleri yüzünden ve bir saat sonraki treni beklerken bunları yazıyorum. Eve ne zaman ulaşırız, bugün ulaşabilir miyiz bilmiyorum, tek istediğim Hollanda sınırından bi an önce geçmek.
● Bugünün rotası Almanya'nın 4. büyük şehri olan Köln'dü. Çok kalabalıktı ama yine de bu şehri sevdim sanırım. Özellikle akşamüstü serinliğinde Ren nehrinin kenarında yürümek çok geldi.
● Aslında Picasso'nun bazı eserlerinin olduğu bir sanat müzesi vardı, ama arkadaşım girmeyi pek istemedi. Müze dükkanında da Andy Varhol'u ve muzunu görünce fazla mı modern(?) sanat diye düşünüp ısrar edemedim.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
● Katedral uzmanı olarak bu sefer Köln katedraliyle ilgili tüm önemli bilgileri bulmuştum. Etkileyici ve güzel bi yapıydı. Ama tamam artık, bu kadar katedral görmek yeter. Bu gezilere biraz ara vericem sanırım. Ben etkinlikli, eğitimli, projeli, kongreli gezileri seviyorum, bu kadar üst üste salt şehir gezisi bünyeme fazla geldi.
● Neyse Köln'e dönersek, şehrin 3/4'ü ikinci dünya savaşında yerle bir edilmiş ve her yeri yeniden yapmışlar. Sabah gelirken izlediğim görüntüler bana 6 Şubat depremlerini hatırlattı hep.😔 Biz iyi ki ikinci dünya savaşına falan girmemişiz diye de düşündüm, toparlanmak ne zor olurdu.
Tumblr media Tumblr media
● Köln’de çok fazla Türk varmış, tecrübe ettim maalesef. Out of no where bir teyzeden vasiyetini dinleyince ve teyze size 20 dakika boyunca hayat hikayesini anlatınca durumun ciddiyetini anlıyorsunuzfkfllf. Teyzenin bana ne dediğini sorarsanız, "Sana vasiyetim olsun, Karadenizli erkeklerden uzak dur" dedi. evet.sadece.bankta.yanımızda.oturup.bir.anda.ssohbete.dahil.olan.random.bi.teyze
● Teyze yüzünden treni kaçırsak da tramvayla Brühl diye bir kasabaya geçtik sarayımsı bir binayı ve bahçelerini görmeye. İşte gezinin parlayan anı buydu. Çok güzel bir bina ve ondan bin kat daha güzel bahçeler... Her sabah bu bahçeye koşuya gelmek ve sonra işe Köln'e gitmek insanın küçük şehir ve büyük şehir beklentilerinin hepsini karşılar gibi geldi bana.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
● Yazmayı planladığım çok şey vardı ama hem yazı çok bölündü, hem de çok yoruldum. Hollanda'ya da vardık sonunda. Köyüme de kavuşurum inşallah bir an önce.
● Kısaca Köln'e tekrar gelirim gibi aklımda olan ve yapamadığım şeyler kaldı, şu bahçelere ise tekrar gelmeyi ve sevdiğim insanları getirmeyi çok isterim 🌸
● Gezmek çok güzel ama artık herkes evine dönmeli gerçekten. (Dönebilirim bugün inşallah sdfkfkf)
17 Ağustos 2024
Köln - NRW
32 notes · View notes
meltemsposts · 15 hours ago
Text
Uzağım İnsanlardan
Bakın…
İyice uzağım artık insanlardan.
Ama ne çare, içindeyim hâlâ bu şehrin.
Ekmek almak lazım,
Çöpü çıkaracaksın,
Doktora gideceksin…
Bir işin olacak illa ki.
Hayat elinde bir kâğıt gibi,
Sürekli imzalatıyor varlığını.
Ama ben…
Artık hiçbir şeyle ilgilenmeyeceğim.
Gazete yok,
Dergi yok,
Kitap bile yok.
Okumayacağım.
Telefonumu fırlatıp atacağım bir gün,
Sessizce,
Bir çığlık bile atmadan.
Sadece yürüyüp duracağım,
Boş boş…
Yollarda,
Sokak kedilerine el uzatacağım,
Köpeklerin başını okşayacağım.
Sadece onların gözlerine bakacağım,
Sadece onlar anlayacak beni.
Çünkü insanları artık sevmiyorum.
Gün geçtikçe daha vıcık, daha yapaylar.
Ama belki bazılarını…
Cesur olanları mesela,
Umudunu kaybetmeyenleri…
Üretenleri,
Benim gibi olmayanları…
İçi sevgi dolu,
Hayata tutkun,
Mücadele edenleri…
Onları seviyorum.
Kırılmadan yürüyenleri,
Koşarken bile inceliğini unutmayanları.
Ama ben…
Sadece susacağım artık.
Sadece bakacağım.
Sadece sokaklara,
Kedilere,
Gökyüzüne…
9 notes · View notes
toprakkoksunduslerim · 11 months ago
Text
"Bizim meşrutiyet inkılabı, ileri bir hareket olduğu halde, neden memleketin bahtını değiştiremedi? Bir yerde okumuştum. Çünkü inkılabın temsilcileri halkın sahici ihtiyaçlarını bilmiyorlardı. Hareketi, halka doğru götüremediler."
3 notes · View notes
onderkaracay · 2 years ago
Text
Tumblr media
Şu holding bu kadar insana ekmek veriyormuş! Onlar ekmek vermiyor ekmek verdiğini iddia ettiği işbirlikçiler ile ekmeğini elinden alıyor. Bu ülkenin doğal kaynaklarını cebe indiriyorlar. Senin bu anlamsız inanışların yüzünden. Onlar kim ki? Ekmek alın teridir. Hangi holding sahibi alın teri ile ekmek kazanıyor. Senin onun bunun alın terini içiyorlar.
Önder KARAÇAY
12 notes · View notes
karanfilsblog · 8 months ago
Text
İyi geceler siyah şehrin beyaz kanatlı insanları..
23 notes · View notes
yesiliris · 1 month ago
Text
Şehrimin her bir köşesi ölüm kokuyor, rüzgarları umutları götürüyor. Her bir adımında biraz daha çıplaklaşıyor her bir göz yaşında biraz daha ağırlaşıyor. Taşlar batıyor,kalpler kırılıyor, buruk gülüşler bağırıyor...
Şehrimin her bir karışı kan ağlıyor. Şehrime yağmurlar yağıyor. Azrail her evin kapısını çalıyor.
Benim şehrim kimsesiz,bir başına,terk edilmiş. Ağır yarası var ama ayakta kalmaya çalışıyor. Uzaktan selam çakıyor ama kimse yerini bilmiyor,kaybolup gidiyor.
Depremler yaşıyor benim şehrim. Kahkahalar çığlık oluyor,arazileri mezarlık. Yarına kalan sözler hep susuyor. Soğuklar vuruyor. Şehrimin gülleri donuyor. Kan akıyor her bi oyuktan. Sesini duyan olmuyor.
Benim bi şehrim var,insanları yok. Benim bi evim var,anıları yok. Benim bi çocukluğum vardı şehrimde hâlâ akşam ezanını bekliyor. Fark etmiyoruz,park başımıza yıkılıyor.
Benim şehrime küller yağıyor,siyaha boyanıyor. Mavisi,sarısı,pembesi soluyor. Dağında hayvan bitiyor. Köyünde insan kalmıyor. Benim şehrim bir başına kalıyor.
İnsan şehrine benzermiş,düşünceleri insanlarına. Anıları eski binalara. Şimdi kalmadı kimsenin anısı.
8 notes · View notes
ssessizgece · 1 year ago
Text
Dolu şehrin boş insanları
21 notes · View notes
golge-gezgin · 5 months ago
Text
Tumblr media
Travel Artvin 00 / Artvin:
Artvin' den Türkiye kıyı yürüyüşüne:
01 Ocak 2011' den beri hayalini kurup içimde yeşerttiğim 7.350 km. uzunluğunda planladığım Türkiye kıyı yürüyüşümün ilk noktasındayım. Hayatımın yarısından fazlasını uzun bir seyahate çıkmayı hayal etmekle geçirdim, geri kalan kısmını da bu seyahate niye çıkmadım diye diye esef etmekle geçirmektense, işte o zaman şimdi ilk adımı atma zamanı, başlasın Türkiye kıyı yürüyüşü.
16 Mayıs 2024, perşembe günü saat: 17,30' da Ankara' dan bindiğim Lüks Artvin Turizm otobüsüyle ertesi gün saat: 09.00' da Artvin otobüs terminaline indim. Kalacağım otele şehir içi minibüsleri ile gittim. Şehir teras şeklinde dağın yamacına kurulu, sırt çantası yüküyle çıkmak veya inmek biraz zor, hatta alışana kadar minibüsün içinde bile zorlanıyor insan. 
Otelde yaklaşık bir saat dinlendikten sonra yürüyerek şehir turuna çıktım. Çarşı içinden geçip Atabarı heykeli olan meydana kadar geldim. Halitpaşa camisi önünde boş bir tabureye oturdum, şehrin akışını şeklini, rengini seyrettim, sesini dinledim, kokusunu içime çektim. 13 yıl önce haritaya koyduğum ilk noktadaydım. 
Evet başlıyorum, yarından itibaren yürüyerek yola çıkıp 3 gün sonra Hopa' ya, oradan Sarp Sınır Kapısı' na ve sonrasında kıyıdan Türkiye sahil yürüyüşüne. Hazırlıklarım tamam, kahvaltılık biraz peynir, yemeklik barbunya pilaki ile ton balığı konservesi, meyve olarak elma, muz ve limon standartlarım. Şimdiye kadar yapmış olduğum tüm sırt çantalı yürüyüşlerimde bu standardımı hiç değiştirmedim, alışkanlık oldu galiba. 
Düne kadar yağmurlu olan havadan bugün eser yok, fakat yolun dışında her yer çamur, çadırımın altına 2 metrelik sera naylonu buldum, yüküm bir kilo daha arttı. Tek problem bu değil, bir de çadır için 2 metrelik düz bir alan bulmam lazım, bunu yolda göreceğiz. Sırt çantam standart 13 kg. Yiyecek ve içecekleri yüklediğim zaman yaklaşık 18 kg. oluyor, yürüyüş için zor bir ağırlık. Bundan sonra yükümü azaltmaya çalışmalıyım. 
Şimdilik hazırım. 
Artvin:
Türkiye' nin doğusunda ve kuzeyinde ama ülkenin batıya açılan yeşil yüzü. Güler yüzlü cana yakın yardımsever insanları aynı zamanda Atatürk sever de. Ilık ve ılıman iklimiyle yılın her mevsimi aldığı bol yağmur ile bereketli topraklarda zeytinden fındığa, çaydan sebzeye birçok ürün yetişmekte.
17 notes · View notes