#Şiir (yerli)
Explore tagged Tumblr posts
Text
youtube
Bu ne beter çizgidir bu..
Bu ne çıldırtan denge..
Yaprak döker bir yanımız..
Bir yanımız bahar bahçe..
#dostum dostum#müzik#müzikheryerde#türkçe müzik#Youtube#hasan hüseyin korkmazgil#music#yerli müzik#müzik dinle#türkü#şiir#edebiyat
3 notes
·
View notes
Photo
El Yapımı Kızılcık Ağacından Üretilen Devrek Bastonu https://www.urunkap.com/ .@antiksan #baston #bastonçeşitleri #yeniürün #elyapımı #elemeği #elişçiliği #kapıdaödeme #uygunfiyat #yerli #yerliüretim #osmaniye #urla #muş #ığdır #niğde #yalova #siirt #şiir #deniz #denizli #ordu #kütahya #kastamonu #izmir #istanbul #antalya #ankara #Türkiye🇹🇷 https://www.instagram.com/p/Cl2weZdtYMP/?igshid=NGJjMDIxMWI=
#baston#bastonçeşitleri#yeniürün#elyapımı#elemeği#elişçiliği#kapıdaödeme#uygunfiyat#yerli#yerliüretim#osmaniye#urla#muş#ığdır#niğde#yalova#siirt#şiir#deniz#denizli#ordu#kütahya#kastamonu#izmir#istanbul#antalya#ankara#türkiye🇹🇷
0 notes
Text
eğer birini seviyorsan ve o seni sevmiyorsa bundan çok güzel kaos çıkar. bi' sürü şiir sağlam bi' roman ve anlatacak bi' sürü hikaye çıkar. uykusuz geçen geceler parklarda içilen şaraplar yerli yersiz kıskançlık krizleri çıkar. ama sevgine karşılık çıkar mı. o biraz zor işte.
136 notes
·
View notes
Text
Merhaba kadın, sesine ve sana merhaba... Ben ölü bir bedenden, çığlıklarla senfoni düzdüm. Böyle ağır, böyle argo. Çıkabilmek için bu kardan'adamın içinden, belkide millerce yüzdüm. Yarınlar işlerle dolu, kulbu kırık. Yarınlardan kaçmaya yoktu ki sığınak, bu bir şiir, ben şiirden anlamam! Hepsi, bir göz seyremesi kadar şipşak.
Ellerim terliyor, endişelenenim yok, her şey etrafımda yaşlanıyor, "duvar olsaydım" diyorum keşke, darlanan bende dinleniyor, yorulan bana yaslanıyor, bu ne uzun bir eziyet.
Aklımda kalmamıştı takât, farkındalığı al, bir odaya kapat, çıktığını görmesin gözlerim. Hayâllerim, edilişlerine imreniyorlar, ben onlara imreniyorum, çok geç, artık çok geç! Alıp başını giden herkes haklı, gücenmiyorum. Ben yine, yine ben suçlu, ben yine günahkâr, ben kuralsız, ben aptal, ben deli, ben katil, ben sefil, ben aşağılık, ben züppe, bencil, ben çirkin, karamsar, suskun, beceriksiz, pısırık, her şeye küskün, saklanan ve bahanelere düşkün, ben mağdur, ben mahcup, ben müşkül. Tek kelime yetmiyor, bir sürü pisliğim! Binlerce türe dayatılan kötülüğüm. Bir parça umut, iyilik, ihtimal dahi asla!
Merhaba kadın, bu bir mektup olsun ne çok isterdim. Kalkıp gidebilmeyi ne çok isterdim. Hiçbir şey yerli yerinde olmayacak. Ben, gördüğüm kabusları anlatana kadar olmayacak. Merhaba kadın, çok güzelsin. Kalkıp gidebilmeyi, ne çok. Bırakıp gidenlere gücenmiyorum.
38 notes
·
View notes
Text
"GEÇMİŞ YAZ" Şiir: Yahya Kemal BEYATLI, Seslendiren: Rüştü Asyalı, Yapım: Mustafa Karaçiftci
Rü'yâ gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle,
Her ânını, her rengini, her şi'rini hazdan.
Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle!
Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan
Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;
Mehtâb... iri güller... ve senin en güzel aksin...
Velhasıl o rü'yâ duruyor yerli yerinde!
Yahya Kemal BEYATLI
3 notes
·
View notes
Text
Hatırlamak da fayda var
MHP'Lİ YÖNETİCİNİN İTİRAFLARI
MHP Ankara eski il yönetim kurulu üyesi Mehmet Sakarya'nın kaleminden:
BİZ UYUDUK...
ABD 2002 yılında ülkemizi işgal ettirdi.
Kime mi?
TC kimliği taşıyan, fakat aslında fanatik Türk düşmanı olan mollalara!
Hafızanızla zaman tüneline girin, yaşadıklarımızı bir film gibi seyredin!
* Hafızın şiir okuması ve göstermelik kodese aldırılması... Mağdura bu millet bayılır...
* ABD yani CIA bizi bizden iyi tanır...
* Ben o sırada MHP Ankara İl yönetimindeydim, Bahçeli ani kararla istifa ettirildi, Hükümet yıktırıldı.
* İstifa haberi geldiğinde, İl yönetimi toplantıdayız, Dedim ki,
- Herkes intihar edebilir, Genel başkanımız da siyaseten intihar etmiştir, yalnız partiyi de peşinden sürüklemiş. Onu da öldürmüştür"
Başkan Yaşar Yıldırım kire�� gibi oldu.
- Abi ipimizi çekiyorsun, dedi...
- Başkan, benim ipim yok, 1966 yılından beri bu hareketin içindeyim.Her düşündüğümü söylerim... Rahmetli Başbuğumun döneminde de böyleydim, dedim.
Dediğim çıktı,
Bahçeli'nin İsifasıyla hükümet yıkıldı, seçime gidildi... MHP barajın altında kaldı...
Arapçı, daha doğrusu ABD'nin adamları kazandı...
ABD, FETÖ, CIA, Yerli işbirlikçileri elele verdi.
Önce askeriyeyi çökerttiler. En korktukları kesim oydu...Ergenekon, Balyoz filan derken, bütün paşalar kodese tıkıldı.
Kozmik Odaya girildi. NDevlet sırları işportaya düştü...
Laik rejim yanlılarını safdışı bırakmaları
6 -7 senelerini aldı...
Adliyeyi, Mülkiyeyi ve Askeriyeyi ele geçirdiler...
Ondan sonra yavaş yavaş,
ABD uzmanlarının planlarına göre, İşgal kimseyi ürkütmeden devam ettirildi.
TC kaldırıldı - İki üç bağırdık bitti...
"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE " tabelaları söküldü Vatanın dört yanından...
Kem küm ettik, kapandı gitti konu...
ANDIMIZ kaldırıldı okullardan...
İki üç bağırdık, Üç beş dava açtık...
Ele geçirilmiş yargı mollaya destek oldu...
Bir Yunan mahkemesi olsaydı, o da böyle karar verirdi...
Bu arada vatan toprakları satılmaya başlandı... İmar ve ihale dümenleriyle,
Mollalar sıfırlanamayacak servetler edindiler...
Vatandaşlık dağıttı Arapçı mollalar...
Her gelene pasaport dağıttılar...
ABD emriyle Suriye'ye girdik... Çünkü Linda'lar, Jane'ler Irak'ta çocukları Coniler ölünce isyan etti...ABD Başkanları Linda'dan, Jane'den çok korkar...
Bu nedenle baştan bağladığı mollaya
"Suriye'ye gir" emri verdi...Yüzlerce Mehmetçik şehit oldu... Bizde de Helga olsaydı, "Emevi Camisi başınıza yıkılsın, ülkede cami mi kalmadı, hepsi boş duruyor" derdi.
"Fantaziniz için benim yavrum toprağa düştü" Diyerek yeri göğü inletirdi..
Fakat bizim Ayşe, Fatma :
"Ben şehit anası oldum" diye, için için gurur duydu...Çünkü cahildi. Onu kandırmak
bir bebeği kandırmaktan kolaydı...
Eline Kuranı alan bayrak asılmış
gecekondu evine gitti. İki ayet okudular,
Bu zavallılar hüngür hüngür ağladılar!
Bu arada Yunan adalarımıza el koydu...
Ses eden oldu mu? İki emekli subay feryat etti...Kimse ortalığı ayağa kaldırmadı..
Devlete, devlet ve Türk düşmanlarını doldurdular,
Diplomatları kovup yerlerine imam atadılar...
Bu arada Suriye'den ülkemize
Çapulcu akını başladı...Gelenlere sordu gazeteci:
- Nasıl geldiniz, diye, Suriyeli dedi ki:
- Bize 'kalkın Türkiye'ye gidiyorsunuz
herşeyiniz hazır orada,
çok rahat yaşayacaksınız' dediler, getirip bıraktılar buraya!.
Kimse ağzını açmadı...Mollalar ortalığa velveleye verdi, "Bunlar Ensardır bağrımıza basalım" diye..Cahil kesim anında yuttu bu dümeni... Şu anda 8-10 milyon yabancı, Ülkeye dolmuş durumda. Her an bir olay patlayabilir...
BOP haritasını gördünüz Güneydoğu BOP içinde... Şimdi oralara Arap dolduruldu ki,
düğmeye basınca isyan çıkacak, O topraklar elimizden uçup gidecek!
ABD emriyle orduya operasyon çektiler..Ordu mevcudunu yarıya indirdiler ki,
yarın ülkede bir kalkışma olursa, halimizi düşünün!
Hatay Belediye Başkanı feryat ediyor
"Şehir elden gitti" diye...
Kimsenin umurunda değil... ABD emriyle Suriyelileri yurda sokan molla ne diyor,
- Suriyelileri göndermeyeceğiz...
Senin öyle bir iraden olamaz ki! Sen ABD ne derse onu yapmaya mecbursun.
4 notes
·
View notes
Text
Türk lirasının yabancı paralardan daha değerli olduğu Cumhuriyetin ilk yıllarında yazılmış bir şiir. Ülkeyi ithal mal pazarına çevirenlerin ağzından düşmüyor yerli ve millilik yalanı. Paramızın bugün ki değerine bir bakar da öyle ağzına alır insan. Utandırmaya devam edeceğiz.
#Önder KARAÇAY#mobbing Bank#cumhuriyetdevrimleri#türk lirası#paramızın değeri#yerli malı#ithal mal pazarı
8 notes
·
View notes
Text
ŞİİR DÖLLEMESİ Öylesine olmalı ki değinme Döllemeli, yetmez orgasmus. Embriyon ve dölüt Başlamalı büyümeye beyinde. Gevşemeden az sonra kollar Bir şeyler eklemeli verdiğine. Değer miydi yoksa bunca bekleme, Ellenmemiş organlardan elleri Bir okşayış gibi gelip geçecekse. Bütün diri spermalar, şiirler Kalsın yerli yerinde, Tavlı topraklara değil de Kuru tahtalara düşecekse.
BEHÇET NECATİGİL
10 notes
·
View notes
Text
Beyt iz satırız kinayeyiz teşbihiz Yollarda bu gün şiir yarın tarihizTakip ederiz adım adım kafileyi Şaşmaz kaderin elinde bir tespihiz
Arif Nihat Asya
SEN GÖKBAYRAĞIN İÇİN CİHAN SEFERİNDESİN
Sen Göktürk ellerinden başka ellere değme
Sen Ata nın fikrinde sen Ata nın izindesin
Şu kalleş dudaklara sakın ha başın eğme
Tarihini anlatan belleğinde zindesin
Sen Gökbayrağın için cihan seferindesin
Vey Irmağı ebedi bedenine bakıver
Rüzgar ol Bozkurtların afakına akıver
Kılınçtaki Kür Şadın kanlarını döküver
Kanla yıkanmış şanlı bayrağın bezindesin
Sen Gökbayrağın için cihan seferindesin
İstiklal güneşini bulursan her terinde
Bil ki bozkırlarında töre yerli yerinde
Üç kıtayı yürüyen fikir dolu ser inde
Kahpenin döllerini yok etme tezindesin
Sen Gökbayrağın için, cihan seferindesin
Milliyetçi duruşun neymiş çakallar görsün
Ay yıldız kaşın kudret hünerlerini sersin
Bir de Gök girsin kızıl çıksın andını dersen
Pusatların sesiyle uçmağın sözündesin
Sen Gökbayrağın için cihan seferindesin
Ölümsüzlük şanıyla azim var ise tende
Gök Oğuz semalarda kırk yiğit gözü sende
Zaman zülme kuruldu şafak zorlu desen de
Demir dağı eriten Ötüken düzündesin
Sen Gökbayrağın için cihan seferindesin
Şafağa imzan olsun mührün vursun yurduma
Selam ver ey Türk eri şu muzaffer orduma
Ses versin Tanrı dağı hız versin bozkurduma
Bilmelisin ki Her bir şehidin yüzündesin
Sen Gökbayrağın için cihan seferindesin
🇹🇷
6 notes
·
View notes
Text
Zapatizm’in Poetiği ve Estetiği: Marcos’un Vedası
Alessandro Zagato, Çeviri: Derya Yılmaz
"Granjas integrales zapatistas", Beatriz Aurora, 1997.
EZLN 1983’te yeraltında, 6 kişilik bir grup olarak kuruldu: Meksika’nın farklı yerlerinden Lacandon Ormanı’na giden, üçü melez üçü yerli, beş erkek ve bir kadından oluşuyordu. Önce, bölgedeki yerli halkı bir gerilla ordusunda örgütleme amacıyla askerî bir kamp kurdular, bu gerilla ordusu ilerleyen yıllarda düzenli orduyu yenerek Meksika’da devrim yapabilirdi. Başta 1960’larla 1970’lerin Latin Amerika devrimci hareketlerinin tipik ideolojisinin etkisinin altında olan grup, Marksist-Leninist bir sosyalizm inşası anlayışına bağlıydı.
İlk ağızdan aktarılanlara göre,[1] daha bu ilk aşamalarda ve yeraltında yaşamanın getirdiği zorluklara rağmen, EZLN’de çok güçlü bir sanatsal ifade eğilimi vardı. “Her Pazartesi günü kültürel etkinlikler düzenliyorduk: ‘kültür birimi’ dediğimiz bir grupla toplanıyor, şiirler, şarkılar okuyor, tiyatro oyunları canlandırıyorduk”. Askerî eğitim rutini çerçevesinde fiziksel antrenman yapılıyor, Kuzey Amerika ile Meksika ordularının strateji kitapları okunup tartışılıyordu; ama Cervantes, Juan Gelman, Shakespeare, Miguel Hernandez, Brecht gibi yazarların eserleri de hep birlikte okunuyordu. EZLN’nin resmî bildirilerinin kendine özgü üslubunda bunların büyük etkisi görülecekti.
Ancak, Zapatizm’in politik/estetik benzersizliğini belirleyen tek etken, küçük bir grup devrimcinin eğilimleri değildi; Chiapas’ın o bölgesinde yaşayan Maya yerlilerinin kozmolojisiyle ve kadim formlarıyla yaşadıkları karşılaşmaydı. Bu karşılaşma, kelimenin gerçek anlamıyla bir olay, “süblim bir hadise”ydi,[2] başlangıçtaki planı altüst edip beklenmedik olanakların önünü açan, böylece yeni bir öznelliğin biçimlenmesini sağlayan güçlü bir sarsıntıydı. “O aşamada,” diye anlatıyor Marcos, “EZLN, oraya gittiğimizde tasavvur ettiğimiz şey olmaktan çıktı. Yerli topluluklar bizi yenmişti, ve bu yenilginin sonucunda EZLN katlanarak büyümeye, bambaşka bir şeye dönüşmeye başladı”. Başka bir metinde[3] Marcos daha da kesin ifadeler kullanıyordu: “Gerçek anlamda bir yeniden eğitim, yeniden biçimlenme sürecinin sancısını çektik. Yerliler bizi adeta silahsız bırakmıştı. Sanki bizi oluşturan, parçamız olan, sahip olduğumuzun farkında bile olmadığımız her şeyi –Marksizm, Leninizm, sosyalizm, kent kültürü, şiir, edebiyat– sökmüşlerdi. Bizi önce silahsız bırakmış, sonra yeniden, ama bambaşka bir tarzda, silahlandırmışlardı.”
Gerillalar, yerli topluluklarla politik bir diyalog kurabilmek için öznel yatkınlıklarını büyük ölçüde yeniden oluşturmak zorunda kaldılar. Değişimin aktörü olarak tanımlanan belli bir grup insanda “bilinç” yaratıp politik değişim yolunun gösterildiği endoktrinasyon ve üye devşirme gibi alışıldık stratejileri bir yana bırakmaları gerekti. EZLN’nin yerli topluluklarla karşılaşması, bu stratejilerin tam tersiydi; iki tarafı da karşılıklılık ve alışveriş yolları keşfetmeye sevk eden sürtüşmelerle biçimlenmişti. “Politik tasavvurumuzun, yerli topluluklarınkiyle çatıştığını ve bu doğrultuda değiştiğini seziyorduk. Bu durum, EZLN’nin, bir gerilla birimi olarak son derece yoğun olan kültürel hayatı üzerinde de etkili oldu.”[4]
Bu karşılıklı dönüşüm sürecinin, hem dilin kullanımı hem de tercüme eylemi üzerinde bazı etkileri olduğunu da kaydetmek gerekiyor. Yerli dilleri, çok canlı bir sözlü geleneğe dayanır ve gerçekliği son derece şiirsel unsurlarla betimler. Bu, yerlilerin İspanyolca’yı temellük etme biçimlerine de yansımıştır: Bu dil, kinayeli imgeler ve metaforlarla doludur. Yerli kozmolojilerini tercüme etmek söz konusu olduğunda, kelimeler yetersiz kalır. Örneğin, 1910’da Meksika Devrimi’nin kıvılcımını çakan ve EZLN’nin de sahiplendiği “Toprak ve Özgürlük” çağrısının, Nahuatl dilinde çok daha geniş bir manası vardır: Toprak (tlali) kavramı aynı zamanda doğa, yeryüzü ve komünal yaşam fikirlerini de içerir. ¡Tierra y Libertad! sloganının, toprağı bir üretim aracından ibaret görmeyen Meksika yerli halkları arasında bu kadar büyük yankı uyandırmasının nedeni de budur.
Bu dil aynı zamanda, İspanyol sömürgeciliğine direnişi de bünyesine katan son derecede zengin bir görsel dili içerir. Örneğin, “İspanyol conquistador’lar, isyancıları hemen seçebilmek için Chiapas ve Guatemala halklarını köylerinin işareti olan ayırt edici giysiler giymeye zorladıklarında, yerli kadınlar buna direnmek için olağanüstü güzellikte huipil’ler işlemişlerdir”.[5]
Zapatist görsel dili, Maya geleneğine ait unsurlarla ve bu geleneğin devrimci projeyle karşılaşmasından doğan sembollerle doludur. Örneğin kar maskesi, hızla bir kimlik ve birlik sembolü haline gelmiştir. Maske, hem kadim direnişi hem de ölümün varlığını canlandırır: Zapatistlerin sık sık tekrarladıkları gibi, “yaşamak için ölmemiz gerektiği” gerçeğini ifade eder. Maske aynı zamanda, Jacques Rancière’in “duyulurun paylaşımı” dediği şeyin altüst edilmesini de içerir: belirli bir toplumsal-tarihsel durumda algının, düşüncenin ve eylemin koşullarını belirleyen rejim. Zapatistler, adlandırılmak ve tanınmak için yüzlerini kapatır, gizlenmek içinse maskelerini çıkarırlar.
Maya kozmolojisiyle yaşanan karşılaşma, müralizm gibi daha geleneksel sanatsal ifade biçimlerinde, anonim Zapatist köylü sanatçılarının resimlerinde, Beatriz Aurora’nın eserlerinde de görülür. Beatriz Aurora, 1990’ların ortalarından beri Zapatistlerle çok yakın ilişki içinde olan bir sanatçı. Resimleri, Zapatizm’in görsel estetiğini keşfetme çabaları olarak görülebilir. Bunlar aynı zamanda dışardaki insanları Zapatistlerin politikası, talepleri ve tarihleriyle buluşturan birer geçit işlevi görüyor.
Geçen yıl Aurora’yla yaptığım bir söyleşide, eserlerindeki hangi unsurların Zapatistlerin hayal ettiği “başka dünya”yla ilişkili olduğunu sordum. Cevabı şöyleydi: “Bütün motifler. Mesela, kullandığım renkler her an her yerde mevcut – en başta da kadim formlara dayanarak kendi tasarladıkları kıyafetlerde. Zapatist toplulukları, muazzam çeşitlilikte canlı unsurun birlikte var olduğu mekânlar: her yaştan Zapatist, yeni hasat edilmiş mısırlar, gitar çalan gençler, güneşte kuruyan kakao ve kahve. Her şey, gür bir bitki örtüsünün içine gömülmüş. Her türden evcil hayvan etrafta geziniyor. Bütün bu unsurlar, bir yaşam-orkestrası gibi, armonik bir hareket ve seda yaratıyor.”[6]
Başka bir yerde de vurguladığım gibi,[7] Beatriz Aurora’nın resimlerinin birçoğunun baskın özelliği, perpektifin yokluğu (veya tam gelişmemiş halde bulunması). Bu özellik, ressamın, kompozisyondaki her öğeye eşit konum kazandırma amacını yansıtıyor. Aurora’nın kendine özgü renk kullanımı ve temel formlardan yararlanması, eserlerine naif bir hava vererek, çocukluğa dönme çağrısını, dünya karşısında ve barındırdığı imkânlar karşısında duyulan büyülenmeyi yansıtıyor.
“Yaşam orkestrası” deyişi Zapatistlerin politik süreçlerini çok iyi tarif ediyor, çünkü şirketlerin sömürü ve yıkımlarının yol açtığı ölümün karşısına yaşamı çıkarıyor ve sıradan insanların gündelik hayatıyla organik bir bağı var. Güney Afrikalı bir gecekondu hareketi üyesinin ifadeleriyle, “bu, insanlara yakın ve onlar için gerçek olanın politikası”,[8] ideolojiye karşı olmasa da, önceden var olan bir teoriden yola çıkmıyor, veya işe ayrı bir alandan başlamıyor, somut bir duruma içkin bir bakış açısıyla insanların ne dediğinden ve ne yaptığından hareket ediyor.
Bu yaklaşım, yenilikçi eşitlik ve toplumsal adalet anlayışlarıyla deney yapan benzersiz bir politika türünün gelişmesini sağladı; son derece yerelleşmiş bir ölçekte olmakla birlikte, 20. yüzyıldaki girişimlerin başarısızlıklarını aşan bir politika bu. 1990’ların ortalarından beri bu deneyler, hareketin başta önüne koyduğu zafer ve devlet iktidarını ele geçirme hedeflerinin yerini alarak, Zapatist toplumunu biçimlendiren eşitlikçi formlarda belirginleşti: bağımsız Juntas de Buen Gobierno (iyi hükümet kurulları), sağlık hizmeti sistemi (özerk olarak yönetilen klinik ve hastaneler), eğitim sistemi ve kolektif biçimde örgütlenmiş üretim sistemi.
Subcomandante Marcos, La Realidad’da, 2014
22-25 Mayıs 2014 tarihleri arasında, Zapatist hareketin beş politik merkezinden biri olan La Realidad’da, Galeano adıyla bilinen Zapatist eylemci José Luis Solís López’in anma törenlerine katıldım. Galeano, geniş çaplı bir kontrgerilla stratejisinin parçası olarak, federal hükümetin üyeleri tarafından yönetilip finanse edilen CIOAC-H adlı paramiliter örgüt tarafından birkaç hafta önce öldürülmüştü. Burada bu olayın ayrıntılarına girmeyeceğim; anma törenleri sırasında, Subcomandante Marcos’un kamu önüne son kez çıktığı konuşmasına odaklanacağım. Bu önemli figürün veda sözlerini sarf ettiği bu bildiri, her zamanki gibi son derece derin, şiirsel, dolayısıyla farklı okumalara açıktı.
Malum, Marcos son yirmi yıldır EZLN’nin en çok göz önünde olan sözcüsüydü, öyle ki uluslararası çapta bir ikon haline gelmişti. Ayaklanmanın ilk günlerinde, EZLN’nin sözcülüğünü üstlendiği zamandan beri tanıyoruz onu, ve yıllar içinde bu sözcülük rolünü yorumlama biçiminde ciddi bir değişim olduğunu biliyoruz. Ayrıca kendisinin, ilk aşamalardan itibaren EZLN’nin askerî liderlerinden biri olduğunu da biliyoruz.
Marcos karakterinin biraz abartılı ve teatral olduğu, kamu önündeki görüntüsünün de bir hayli performatif olduğu hemen herkes tarafından kabul ediliyor. Örneğin Žižek,[9] Marcos’u “Subcomediante” diye adlandırarak, devrimci yaklaşımla bağdaştıramadığı bu tavrı eleştiriyordu. Fakat EZLN’nin birden, bir anma töreni sırasında, bu figürden kurtulmaya karar vermesi, büyük şaşkınlık yarattı. Her şeyden önce bu, “alışıldık” iktidar ve devrim mantığına aykırıydı. Devlet, bozguncu bir örgütü dağıtmak istediğinde, ilk hamlesi liderinden kurtulmak olmuyor muydu? Neden Zapatistler, kendilerine dünya çapında ün kazandıran, bu kadar ilgi çekmiş sembollerden birini ortadan kaldırma gereği duymuştu?
EZLN aylardır Marcos’un ağır hasta olduğu söylentilerini yayıyordu. Ana-akım medya, hastalığının niteliğini bile tartışmaya başlamıştı. Hatta bazıları, aslında EZLN’nin lider kadroları arasında anlaşmazlıklar olduğunu ima ediyordu. Marcos 24 Mayıs günü, La Realidad’da, Galeano anısına düzenlenen geçit töreninde bir atlı asker birliğine öncülük etti. Ama geceleyin, “bunlar, varlığım son bulmadan önce kamu önünde sarf ettiğim son sözler olacak” dediği bildirisini okumaya başladığında, seyirciler arasına endişeli bir sessizlik yayıldı.[10]
Marcos konuşmasına, EZLN’nin son yirmi yıldır geçirdiği değişim sürecindeki farklı boyutları ele alarak devam etti; ona göre bu değişimleri anlayabilenlerin sayısı çok azdı. Değişimin unsurlarından biri sınıftı: “aydınlanmış orta sınıftan, yerli köylüye geçiş”; bir diğeri ırktı: “melez liderliğinden, yerli liderliğine geçiş”. Ama değişimin bir unsuru da, düşünceydi: “devrimci öncülük anlayışından, itaat ederek yönetme anlayışına; yukardan iktidarı ele geçirme hedefinden, aşağıdan iktidar yaratma hedefine; uzmanlaşmış politikadan, gündelik politikaya; liderlerden halka; toplumsal cinsiyete dayalı marjinalleşmeden, kadınların katılımına; ötekini küçümsemeden, farklılığın kutsanmasına” geçilmişti.[11]
Bu analizin sonunda Marcos şunu soruyordu: Meksika’da entelektüeller, politikacılar ve eylemciler de dahil olmak üzere birçok insan, tarihi halkın yaptığını kabul etmekle birlikte, “uzmanların” bulunmadığı bir halk yönetimi karşısında neden bu kadar korkuya kapılıyordu? “Halk yönettiğinde, insanlar kendi atacakları adımlara kendileri karar verdiklerinde, [neden bu insanlar] bu kadar dehşete düşüyorlar”dı?[12]
Marcos, bu sorulara cevap bulmak için, 1 Ocak 1994’te EZLN’nin Chiapas’ın kentlerine indiği ve adımlarıyla dünyayı yerinden oynattığı isyana döndü. İlerleyen günlerde isyancılar ortada bir tuhaflık olduğunu fark etmeye başlamışlardı: “dışardaki insanlar bizi görmüyordu”.[13] Zapatistler, sivil toplumun, isyanlarının gerçek niteliğini anlayamadıklarını sezmişlerdi. “Yerlilere hep tepeden bakmaya alıştıklarından, bize bakmak için başlarını yukarı kaldırmadılar. Bizi hep aşağılanmış halde görmeye alıştıklarından, onurlu isyanımızı anlayamadılar. Bakışları sadece, kar maskesi giymiş vaziyette gördükleri, yani göremedikleri, bir meleze [Marcos’a] odaklandı.”[14]
Bu, Marcos’un açıkladığına göre, hareketin tarihi içinde “Marcos figürünün inşasının” başlangıcıydı. Bu inşanın gerekçeleri ortadaydı: ırkçılık, 500 yıllık sömürü ve aşağılanma, ayrıca politik öncülük anlayışı, insanları birkaç bin yerlinin nelere kadir olabileceğini görmekten alıkoymuştu. Bu insanlara, solun bazı kesimleri de dahildi, çünkü “sol, en çok da devrimci olma iddiasındaki sol da ırkçılıktan nasibini almıştır.”[15]
Hareket, bu görünürlük sorununa çare olarak, yerli isyanı ile toplum arasında –yani, birbiriyle bağdaşmayan iki kozmoloji arasında– sembolik bir dolayım aracı işlevi görecek estetik bir yaratıma başvurdu.
Marcos karakterini illa tanımlamam gerekiyorsa, hiç tereddütsüz, onun renkli bir oyun olduğunu söyleyebilirim. Daha iyi anlayasınız diye şöyle de diyebilirim: Marcos, Bağımsız-Olmayan-Medya’ydı.[16]
Bu ifadeler çok önemli, çünkü “Marcos’un inşası”ndaki estetik-politik anlama dair bir (öz)eleştiri içeriyor. Marcos, bir mecra olarak imajının bağımsız olmadığını söylemekle, bu imajın iktidar alanına ait olduğu, o alana sızmak için kurgulanmış olduğu gerçeğine göndermede bulunmuştu.
Guy Debord’un izinden giderek, Marcos imajının “gösteri nitelikli” olduğunu, çünkü imajların yapısal bir ayırma, dolayımlama ve etkisizleştirme işlevi gördüğü soyut bir üretim ve toplumsal ilişki rejiminin parçası olduğunu iddia edebiliriz. Debord Gösteri Toplumu kitabında imajların toplumsal ilişkileri düzenleme biçimi sonucunda bireylerin üretim, ihtiyaç, duygulanım, arzu vb. gibi alanlarda kendi varlık koşullarının gerçekliğinden koparıldığını öne sürer. İmajlar insanları, bir soyutlaşma sürecine iter; bu süreçler, Tiqqun’un “kamusallık” diye nitelediği gayri şahsi bir ortak duyu içerisinde gerçekleşir. Kamusallık yoluyla “liberal devlet, nüfusun temelindeki geçirimsizliğe şeffaflık verir” ve böylece onu daha etkili biçimde yönetir.[17]
Dediğim gibi, Marcos figürü, Zapatist isyanı ile toplum arasında köprü kurmak üzere kamusallık alanına yansıtılmıştı. Zapatistlerin politik süreçlerini, daha alışıldık ve kolaylıkla algılanan bir devrimci imgeleme uygun düşen bir estetik çerçeveye yerleştirme ihtiyacının sonucuydu: ırksal ve sınıfsal hiyerarşileri yeniden ürettiği için de (beyaz, eğitimli bir lider), cazip bulunan bir çerçeveydi bu. Fakat bu imaj, hareketin gerçeğinden koparılmış bir soyutlamanın ürünüydü. Marcos’un inşası, isyana bir ölçüde ihanet ediyordu, çünkü onun hem niteliği hem de kompozisyonu konusunda yalan söylüyordu. Yıllar geçtikçe Marcos figürü, kamusallık alanında neredeyse kendi başına bir varlık kazandı, medya tarafından temellük edildi ve gösteri niteliğine büründürüldü, bunun sonucunda da kısmen depolitize oldu.
1851 tarihli bir metinde Fransız bir işçi, büyük sanatçıların (ve sosyalist propagandanın) işçi figürünü temsil ettikleri kalıplaşmış tasvirleri eleştirir: “Döküm işçilerinin sert duruşu, hayranlık verici bazı çalışmalara konu olmuştur. Flaman ve Hollanda okulları, bu duruşun bir Rembrandt veya bir Van Ostade’nin elinde nasıl iyi sonuçlar yaratabileceğini gösterdi. Ama bizler, bu hayranlık verici eserlere model olan işçilerin, çok genç bir yaşta görme yetilerini kaybettikleri gerçeğini aklımızdan çıkaramıyoruz, ve bu gerçek, o büyük ustaların eserlerine bakmaktan aldığımız zevkin kaçmasına sebep oluyor”.[18] Yani, döküm işçisinin estetik soyutlaması, fabrika koşullarındaki sefaletin üzerini örter. Öte yandan, Rancière şöyle der: “Ressamların, işçilerin yüzlerinde tasvir ettiği heybetli, erkeksi şiirsellik, işçilerin sefaletini örten bir maske değildir basitçe. Bir hayalden vazgeçmenin karşılığında ödenen bedeldir: imajlar dünyasında başka bir yere sahip olma hayalidir bu”.[19] Propaganda veya “kamusallık” adına üretilen imaj, temsil edilen özne (işçi, veya devrimci yerli köylü) üzerinde gizemleştirici ve baskıcı bir etki yaratır, çünkü onu belli bir duruma, veya imajlar dünyasında belirli bir yere tayin ederek, özgür olmasını engeller. “İşçiyi ona ayrılmış yerde tutmak için”, der Rancière, “gerçek hayattaki hiyerarşinin, imgelemsel bir hiyerarşideki kopyasının da olması gerekir […]”.[20]
Bu işçi temsilleri gibi, “Devrimci Marcos” figürü de Zapatist hareketin gerçekliğini (ırk, sınıf ve yapı bakımından) gizemleştirir, ama aynı zamanda Zapatist isyancılara imajlar dünyasında belirli bir yer tayin eder. Marcos’un vedası, bu dinamiği altüst etme hamlesi olarak görülebilir. Uruguaylı sosyolog Raùl Zibechi, bu etkileyici hamleyle birlikte “Zapatistlerin çıtayı muazzam yükseltiğini, bugüne dek hiçbir politik gücün erişemediği bir yere çıktıklarını” öne sürüyor.[21] Gerçekten de Zapatizm’in politik meydan okuması, Marcos’un estetik olarak temsil ettiği askerî liderlik düzeyinde değil, özerkliğin inşasında hayata geçiyor: iktidarın tabandan yaratılmasında, herkes için ve herkesle bağı olan gündelik politikada.
Kaynak: Alessandro Zagato’nun Poetics and Aesthetics in Zapatismo: The Farewell of Subcomandante Marcos başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi.
[1] Subcomandante Marcos, “Subcomandante Marcos escritor. Entrevista por Juan Gelman.” Desinformèmonos, 15 Ocak 1994 http://desinformemonos.org/2014/01/subcomandantes-marcos-escritor-por-juan-gelman/
[2] Deleuze, Difference and Repetition (New York: Columbia University Press, 1994).
[3] Yvon Le Bot, El sueño zapatista. Entrevistas con el Subcomandante Marcos, el mayor Moisés y el comandante Tacho, del Ejercito Zapatista de Liberación Nacional (México: Plaza & Janés, 1997) s. 123.
[4] Subcomandante Marcos, “Subcomandante Marcos escritor. Entrevista por Juan Gelman.” Desinformèmonos, 15 Ocak 1994 http://desinformemonos.org/2014/01/subcomandantes-marcos-escritor-por-juan-gelman/
[5] Kadın giysileri. Jeff Conant, A Poetics of Resistance: The Revolutionary Public Relations of the Zapatista Insurgency, 2010.
[6] GIAP, “Entrevista a Beatriz Aurora”, Rufiàn Revista, 17, 2014 s. 67.
[7] Natalia Arcos ve Alessandro Zagato, “Diálogo n°1: Notas sobre estética y política en el movimiento zapatista” Rufiàn Revista, 17, s. 21
[8] S’bu Zikide, “The high cost of the right to the city”. Abahlali Official Website, 25 Mayıs 2009 http://www.abahlali.org/taxonomy/term/1093
[9] Slavoj Žižek, “Resistance Is Surrender”, London Review of Books, 29, 22: 7. Resistance is Surrender
[10] EZLN, “Entre la Luz y La Sombra”, Enlace Zapatista, 25 Mayıs 2014 http://enlacezapatista.ezln.org.mx/2014/05/25/entre-la-luz-y-la-sombra/ İngilizce çevirisi için bkz. Between Light and Shadow
[11] A.g.e.
[12] A.g.e.
[13] A.g.e.
[14] A.g.e.
[15] A.g.e.
[16] A.g.e.
[17] Tiqqun, Introduction to Civil War (Los Angeles: Semiotexte, 2010).
[18] Jacques Rancière, The Nights of Labour: The Workers’ Dream in Nineteenth Century France (Philadelphia: Temple University Press, 1989) s. 5 .
[19] A.g.e.
[20] A.g.e.
[21] Raùl Zibechi, “The Death Of SupMarcos. A Blow to Revolutionary Pride”, Dorset Chiapas Solidarity, 20 Haziran 2014 https://dorsetchiapassolidarity.wordpress.com/2014/06/20/the-death-of-supmarcos-a-blow-to-revolutionary-pride/
5 notes
·
View notes
Text
Şiirsiler
✍🏻 Hayrettin Geçkin
https://www.gundemarsivi.com/siirsiler/
“Lodoslu kentin sokaklarında
Yağarken kar umarsızca
Bir gül koncasında
Kanadı şiir” (S.15)
Teması ne olursa olsun, bir şiir önce şiir olmalı. Ne yana çarparsa çarpsın şiire düşmeli söz. Bir şeyi anlatma, aktarma ve kanıtlama çabası şiirin işi değil. Sözün anlatıma doğru akışı, bir metni şiire çıkarmıyor. Şiir, öyküden uzak durmayı başarmadan kendisi olamaz. Şairin kendine has patikaları olmalı. Bilinenlerin ötesinde bir yerlerden bize bakarken yakalamalıyız şairi. Bilinçle yürek arasında bir çatışma arar okur çünkü şiirde. Bu çatışmanın yol açtığı bir tufandır…
“Sen başkasını seviyordun
Bense seni
El eleydi acılarımız…
Boyayıp gittin beni
Mosmor yalnızlıklara.” (S:20)
Dil içinde bir öte dilden, bir üst dilden seslenişine kulak kabartılmalı şairin. Sözcüklerin açılmamış kapılarını zorlayandır çünkü şair. Söylediklerinden çok söylemediklerini bulmalıyız şiirde. Eksilttiği şeyler çekmeli bizi. Bir şairin sözcüklere nasıl davrandığını merak ederiz okur olarak. Şairin umurunda olmasak da, şiir bizden anlama eşiği beklemeli, onu biliyoruz. Güzel sözler bulup şiirin içine sokmak yerine, sözler şiirin içinde güzelleşmeli. Taşı taşa sevdirmesi gibi bir duvar ustasının… Estetik duygu dediğimiz şey nedir ki başka!
Gereksiz ve uzun şeyler müziğe değil, akorda aittir aslında. Tekrarlar ve slogan ne kadar yakışır ki şiire? Ağıt yakmak, yara göstermek şiir olur mu? Zaten şiir yaradır başlı başına. Şairi de okuru da iyileştirecek yara… Kimi zaman susmak yalana girer. Şiir de konuşmalı öyleyse.
“Sen gelmedin diye
Bir ‘aşk zamanı’ sinemaya
Salaş bir meyhanede
Tütün koktu cumartesi” (S:28)
Şiir bilgisi edinmek, şiir yazmaktan zor olsa gerek. Şairinin iyi bir okur olduğunu sezdirmeyen şiirler, kaynağından fazla uzaklaşamamış ırmaklar gibi gelmez mi size de? Kimi zaman şiir değil ama şiirden bazı dizeler kalıyor insanın aklında. Keşke o dizeler şiiri taşımaya yetseydi diyorsunuz. Bazı şiirlerde öylesine yüksekten girişlere ya da öylesine finallere rastlıyorsunuz ki, bunlar şiir metni kurmaya yetmeyince “söze yazık olmuş” demekten kendinizi alamıyorsunuz. Şiir biraz da huysuzdur aslında. Kalıplara, kurallara uymaz çünkü.
Dünyadan ve insandan yana olmasına rağmen, dünyayı ve insanı karşısına alır. Başka türlü olursa, yaşanmamış a��klar, kurulmamış dünyalar yaratamaz ki insanın duyarlıklarında. Şiir olmasa, yakınlarda bir yerlerde çölü yeşertecek kuyunun olduğunu kim duyumsatacak bize giderek çölleşen dünyamızda?
“Kar yağsın bahçelerine
Saklambaç oynarız
Sen saklanmasını bilirsin
Çiğ düşsün sessizliğine
Güvercinlerin ürksün
Bütün güllerin açsın, beyaz
Kıpkırmızı bir havada
Kuş pislesin üstüne
Yumdum gözlerimi
Elimde beyaz bir mendil
Sen saklanmasını bilirsin.” (S:55)
Bir deneme olarak kaleme aldığım metnin aralarındaki dizeler Mustafa Önder’e ait. Onun “Şiirsiler II” adlı şiir kitabından. “Şiirsiler II” adlı kitabı bu metne dayalı olarak okudum. Şairin “Şiirsiler I” adlı şiir kitabını da bir yıl önce okuduğumu söylemeliyim. İki kitabı birlikte düşündüğümde vardığım yargı şu: Şair şiirlerini iyi birer edebiyat metni haline getirmeden yayınlamamış. Hele “Şiirsiler II” oldukça sağlam şiirlerden oluşuyor. Daha da ilginci, şair; yerli yabancı, gelmiş geçmiş şairleri biliyor, onları okumuş duygusu verdi bana. Bir dünya görüşünden alıyor kaynağını bizlere sunduğu şiir ırmağı. Bir propaganda metni değil şiirleri. Dünya görüşünü eritmiş onların içine ama. Ve estetiği göz ardı etmemiş kesinlikle.
“Şiirsiler II” Almina Yayınevi’nden çıkmış. Kitap tam 224 sayfa.
“Sevgilim nazlı ve kaygılı
Ben korkak
Bekliyoruz sabah olsun
Bekliyor şafak
Çıkıp kendimi atabilirim çatıdan
Kollarım kanat
Düşerim kucağına çıplak
Öperim karanlık ağzından
Tan ağarırken” (S:108)
Yüzünü bütün çocukların yüzünde bulan ve Çanakkale’de şiiri sokağa çıkaran bir şair Mustafa Önder. İçinde şişinip duran hayatı şiire dönüştürüp ikişer yıl arayla ancak boşaltabilmiş: Şiirimsiler I, Şiirimsiler II.
Çan’ın Karadağ Köyü’nde başlayan çobanlık, işçilik, terzilik ve memurlukla geçen hayatı, sözcüklerle satranç oynar hale getirmiş. Yaşadığı acılara sahip çıkmış, ama onlarla hile yapmamış. Sözcüklere dizmiş acılarını ve incinmişliklerini. Sonra da onları büyük insanlığın sorunlarıyla birleştirip şiirle dışlaştırmış.
“İlahi nazım usta
Ne çok çocukmuş yüreğin
Yeri göğü biz kirlettik
Soluduğumuz hava, içtiğimiz su
Ve ana diye bellediğimiz bu toprak
Ölüm yağıyor artık bahçelere, dağa kente
Çocukları nasıl katlettiysek öyle
Katlediyoruz ağaçları
Bir elma gibi çürümekte dünya.” (S:170)
Mustafa Önder’in şiirleri, günlükleri gibi. Yaşadıklarının çetelesini tutmuş adeta. Acıları, sevinçleri, umutları, yaşam kavgası, özlemleri bir bakıma. Tarihli, ispatlı.
Mustafa Önder’e şunu diyeceğim karşılaştığımız yerde: “İnsan rahatlıyor usta; bir kentte kazıp yapıp içinde yıllanmış şarap tadında dizelere rastladığında.”
**“Senin gönlün sevgili
Dağları kadar yüksek
Tüm ovaları gibi geniş dünyanın
Ve okyanusları kadar engin
Mavi bir ak deniz sıcaklığı
Yüzünde sevgisi insanlığın…
Senin ellerin sevgili
Mart ayazının kardelen çiçeği
Muştucusu ilkbaharın
Harman sonu rüzgârı saçların
At koştursun diye çocuklar
Ve sıcak ekmek kokusu tenin
Karşısında zulmün!”** (S:20)
Hayrettin Geçkin
0 notes
Text
Yakut Dilinin Kökeni ve Gelişimi
Yakutça, Türk dilleri ailesinin kuzeydoğu koluna mensup bir dildir. Türk dillerinden olan bu dil, özellikle fonetik ve morfolojik açıdan diğer Türk dillerinden ayrılır. Bunun temel sebebi, Yakut halkının yüzyıllar boyunca farklı coğrafyalarda ve iklimlerde yaşaması ve bu süreçte birçok yerli Sibirya dili ile etkileşime girmesidir.
Yakutça, özellikle Moğolca ve Tunguzca dillerinden birçok kelime almıştır. Bu durum, Yakutçanın söz varlığını oldukça zenginleştirmiştir. Dilin fonetik yapısında ise sert ve gırtlaksı sesler dikkat çeker. Bunun, Yakutların yaşadığı sert iklim koşulları ile dilin evrimleşmesinde önemli bir etken olduğu düşünülmektedir.
Sovyetler Birliği döneminde Yakutça, eğitim ve devlet dili olarak tanınmış ve Yakut alfabesi geliştirilmiştir. Yakut alfabesi, başlangıçta Kiril harfleri temel alınarak oluşturulmuş ve zamanla modernleştirilmiştir. Bugün Yakutça, yaklaşık yarım milyon insan tarafından konuşulmaktadır ve Yakutistan’ın resmi dillerinden biridir. Ayrıca, Yakutça edebiyat ve şiir alanında da zengin bir birikime sahiptir.
0 notes
Text
Karanlık ansızın sönerdi
Geride gölgeli perdeler kalırdı
Belli belirsiz bir ses işitilir
Gözlerle anlaşılır her şey yerli yerine giderdi
Ben hep şiir yazmaya bahane arardım
( Her şiir bir itiraftır. Elbette bir suçun hatanın itirafı olur. Her seyi dogru yapan bu yüzden şiir yazamaz. Tarih yaşanmış olanı açığa çıkartırken. Benin şiirim yaşanmamış olanı açığa çıkartır. Felsefe olması gerekeni ararken ben olmamasi gerekeni gerekli hale getiriyorum.)
Ellerim ya dua eder ya da şiir yazar
Gözlerim kurumakta
( göz kuruluğu bir sağlık sorunudur)
Yine de gözlerim dolar
Hayat karşısında yoğrulurken
0 notes
Video
youtube
Aykut ilter - Yanarım Aykut ilter - Yanarım Söz - Müzik: Aykut ilter ARANJÖR : CAN TOSUN (ÜVST) SIRRI DERYA KILIÇ GERi VOKALLER : DEMET TUĞCU PERKiSYON : ŞENER YOLAL GİTAR : SERHAN YASDIMAN, AYHAN GÜNYIL(Faco Ayhan) TANBUR : TANER DEMİRALP EDİT : SIRRI DERYA KILIÇ, İLKER BAYRAKTAR, EMİN MECNUNBEYOV MiKS : VOLKAN ATEŞ AKYILMAZ, EMİN MECNUNBEYOV STÜDYO : ATON MUSIC PRODUCTION STÜDYO : LİMON SES KAYIT ve MÜZİK YAPIM STÜDYO : AKS DIGITAL KAYIT MASTERiNG : ULAŞ YANARIM GÜNEŞ BATIDAN DOĞSA YILDIZLAR DÜŞSE SUYA TERSİNE DÖNSE BU DÜNYA YANARIM DOLMAZ ÇİLEM YANARIM SON KEZ GÖRSEM ÖLSEMDE ARTIK GAM YEMEM Aykut ilteR Böcek Müzik Yapım Pentagram albümlerinin ardından şimdi de Türk Pop Müziğine güçlü ve iddialı bir isim kazandırıyor; İ.T.Ü Türk Müziği Konservatuarı Şan Bölümü mezunu olan Aykut İlter, 2003 yılının ilk aylarında Böcek Müzik’le anlaşarak müzik serüvenine yepyeni bir sayfa açtı ve ilk albümünün hazırlıklarına start verdi. Titiz bir çalışmanın sonunda tamamladığı albümü “Çoook Yandı Yürek” ile 31 Mayıs 2004’de tüm müzik marketlerde yerini aldı.Albüme ismini veren “Çoook Yandı Yürek” Türk Sanat Müziği severlerin ilk dinleyişlerinde hemen ayırt edebilecekleri Hüzzam makamında bir parça. Bu anlamda popüler müzikte bir ilk olma özelliğini de beraberinde taşıyor. Gürcan Keltek yönetiminde çekilen videosuyla da gösterime girdiği ilk günden bu yana müzikseverlerin ilgisini çeken “Çoook Yandı Yürek” önümüzdeki günlerin dillerden düşmeyen parçaları arasında daha şimdiden yerini almışa benziyor. “Çook Yandı Yürek” dahil olmak üzere albümdeki 7 parçanın söz ve müzikleri Aykut İlter’e ait. Bu parçalar içinde albüm yayınlamadan önce gerçekleştirilen üniversite dinletilerinde ve Aykut İlter’in sahne aldığı mekanlarda gösterilen ilgiyi dikkate aldığımızda iki parça daha ön plana çıkıyor: “Canına Yandığım” ve “Ah Kurnaz”. Yerli bir beste olmasına rağmen, Türkçe sözler yazarak müziğimize uyarladığımız Grek parçalara adeta taş çıkaran “Ah Kurnaz” çalındığı andan itibaren dinleyenleri hep bir ağızdan söylemeye davet ederken ritme kapılmayıp da yerinde oturanların sayısıysa oldukça az görünüyor. Önümüzdeki yılların slow hitleri arasında yer alacağına inandığımız “Canına Yandığım” ise dinleyenleri bambaşka dünyalara sürüklüyor. Albümün mutfağında popüler müziğin önde gelen emekçilerinin isimlerini göremezseniz sakın şaşırmayın. Tüm stüdyo çalışmaları, söz, müzik ve aranjeler tıpkı Aykut İlter gibi müziğe gönül vermiş; yeni ama bomba gibi bir ekibin çalışmasının ürünü. Örneğin albümde aranjelerin büyük bir çoğunluğuna imza atan Volkan Ateş Akyılmaz’ın popüler bir müzik albümü adına, bu ilk çalışması. Aslında Volkan Ateş Akyılmaz’ı tüm Türkiye sevilen dizi “Asmalı Konak” da Özcan Deniz’e hayat veren sesiyle tanıyor.Uzun yıllardır dublaj sanatçısı olarak bir çok kayıtta yer alan Volkan, bu albümde aranjör kimliğiyle de gerçekten çok iyi bir performans sergiliyor. Bunun yanısıra “İstanbulsun” şarkısının söz ve müziklerini yazan Nur Ekesan ve “Elveda”, “Sonuncu Gün” parçalarının yazarı Can Tosun’da müzikle amatör olarak ilgilenen ancak yaşadıkları duygu birikimlerini şarkılara olağanüstü bir başarıyla taşıyan iki genç isim. Özellikle “Elveda”, İstanbul ve Anadolu Radyolarında gördüğü yoğun ilgiyle hem önümüzdeki yaz gecelerinin vazgeçilmez parçaları arasında yer almaya hem de albümün ikinci video klip parçası olmaya aday gösteriliyor ve bütün bunlar bir araya geldiğinde Aykut İlter “Çoook Yandı Yürek”, piyasada yayınlanan diğer albümlerinin yanında özel bir ilgiyi hak ediyor. Bu yepyeni heyecanımızı sizlerle paylaşmanın mutluluğunu taşıyor ve albümümüzü beğeniyle dinleyeceğinizi umuyoruz. Saygı & Sevgilerimizle Aykut ilteR - BÖCEK YAPIM SANATCININ BiYOGRAFiSİ Mersin doğumlu ve yay burcuyum, babamın memuriyetinden dolayı Anadolu’nun değişik illerinde bulundum. İlkokulu Uşak Eşme Şehit Alibey İlköğretim Okulu’nda, ortaokulu Mersin Ortaokulu’nda okudum. Orta okuldayken 2.sınıfta Ağaç Bayramı dolayısıyla yapılan şiir yarışmasında birinci oldum. İçel Valisi Ferruh GÜVEN’den kalem hediye aldım. İlk şiirimdi. Liseyi Mersin Tevfik Sırrı Gür Lise’sinde okudum. Lise yıllarında katıldığım Mersin Türk Musikisi cemiyetine yazıldım.
0 notes
Text
Milyarlarca yalnızlık içersinde seninleyim ben.
Bir sözüne bakıyor her şey.
Bir gülüşüne.
Bir bakışına.
Görmüyor musun.
Hangi şarkıyı içsem gecenin kuytusunda nefesin doluyor içime
Hangi şiire uzansa yüreğim
Seni yazıyorum.
Hangi yoklukla sınansam sen kanıyorsun içimde
Bilmiyormusun
Gecenin mavisine astığım bu mektuplar kime.
Kime bu sesleniş.
Bu giderken kalmalar.
Bu hiç bir yerli olmalar.
Okumuyormusun.
Ne çok sustum gözlerinde
Kanayan gülüşlere ne acılar gömdüm.
Kırkı çıkmamış ne çok yas bıraktım ardımda
Ne çok bağırdım
Duymuyormusun
Bir mucizeye aşık olmanın çaresizliği içinde sana sarılmayan kollarım.
Bir düşü sevmenin o hiç bitmeyen yangınında
Sen bir yıldız kadar uzak.
Ahdımsın.
Vebalimsin.
Evvelim.
Ahirimsin.
Anlamıyormusun.
Sen kendimden bile sakındığımsın...
Yılmaz Pirinççi
3 notes
·
View notes
Text
Yerli Bilimkurgu Yükseliyor(YBKY)-Sayı:68
sevgili E.Nihan Acar, öykü kitabım Dünyanın Öteki Yüzü hakkında yazdı. YBKY Temmuz (sayı:68) sayısında yer alıyor. Emeğine teşekkür ediyorum yeniden. Tanıtım bülteninden; Bilimkurgu Rafı – Kitap İncelemesi Dünyanın Öteki Yüzü MELTEM DAĞCI E. NİHAN ACAR …………………………………………. 32-34 İnceleme-Araştırma Antikythera Mekanizması ARDA TİPİ ……………………………………………………. 36-40 Şiir Hükümdar BURAK CEM COŞKUN…
View On WordPress
#BilimKurgu#bilimkurgu öykü#Dünyanın Öteki Yüzü#Feminist Bilimkurgu#Meltem Dağcı#YBKY#YerliBilimkurguYükseliyor#İthaki Türkçe#İthaki Yayınları
1 note
·
View note