#Şeytanın Oğlu konusu
Explore tagged Tumblr posts
Photo
Sinema Özeti, Brightburn: Şeytanın Oğlu - Uzaydan Gelen Şeytani Bir Güç...,Aksiyon, Gerilim ve Fantastik Korku Filmleri
https://www.artmusicchannel.com/2019/09/sinema-ozeti-brightburn-seytann-oglu.html
#Brightburn: Şeytanın Oğlu#Şeytanın Oğlu#Şeytanın Oğlu film#Şeytanın Oğlu sinema#Şeytanın Oğlu konusu#Şeytanın Oğlu özeti#Şeytanın Oğlu afişler#Şeytanın Oğlu hikayesi#Şeytanın Oğlu film konusu#Brightburn#Brightburn konusu#Brightburn özeti#Brightburn film#Brightburn sinema#Brightburn cinema#Brightburn posters
0 notes
Text
A- Kur’an’ın Kendi İçindeki Dinî Çelişkiler:
1- Hesap gününde Allah’tan başkası şefaat
edebilir mi?
Edemez / Bakara-48: Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun.
Edebilir / Meryem-87: Rahman’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.
Edebilir diyen diğer Ayetler: Enam-51, İnfitar/ 18-19
Edemez diyen diğer ayetler: Bakara-123, Zuhruf-86, Secde-4
2- Kötülük Allah’tan mı gelir?
Nisa -78: Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: “Bu Allah’tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa “Bu, senin tarafındandır” derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır”. Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?
Nisa-79: Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik, şahid olarak Allah yeter.
3- Müslüman olmayanlar cennete gidebilir mi?
Gidebilir/ Bakara-62: Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku ve üzüntü yoktur. (Ayrıca Maide-69 )
Gidemez/ Ali İmran-85: Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. (Ayrıca tevbe-30)
4- Cennetin genişliği ne kadardır?
Göklerle yer kadar/ Ali İmran -133: Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun.
G��kle yer kadar/ Hadid-21: Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resulüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.
5- İlk müslüman kimdir?
Enam-163′e göre Muhammed.
Araf-143′e göre Musa.
Ali İmran-67′ye göre İbrahim.
6- Kur’an’daki Gaflar: (Allah’a ait olmadığı açık olan Ayetler.)
Hud-2: Allah’dan başkasına kulluk etmeyin. Ben size O’nun tarafından müjde vermek ve uyarmak için gönderilmiş gerçek bir peygamberim.
Şura-10: Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.
Tevbe-30: Yahudiler, “Uzeyir Allah’ın oğlu” dediler, Hıristiyanlar da “Mesih Allah’ın oğlu”, dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkara sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!
Zariyat-51: Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O’nun tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
En’am-104: Rabbinizden size gerçekleri gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır.Ben başınızda bekçi değilim.
En’am-114: Allah’tan başka bir hakem mi arayayım ki size, her muhtaç olduğunuz şeyi bildirip açıklayan kitabı, o indirmiştir. Kendilerine kitap verilenler de bilirler ki o, senin Rabbin tarafından gerçek olarak indirilmiş bir kitaptır; artık şüphe edenlerden olma.
Bu ayetlerden Kur’an’ı yazanın Muhammed olduğu açıkça belli oluyor. Hitap eden Allah değil, Muhammed. Belli ki gaf yapmış, “De ki” ekini unutmuş.
7- İblis melek midir, cin midir?
Bakara-34′e göre melek, Kehf-50′ye göre ise cindir.
Bakara-34: Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
Kehf-50: Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!
8- İslam’da Vasiyet geçerli midir?
Bakara-180′de ölümü yaklaşanlar için vasiyet etmek şart koşulmuşken, Nisa/ 11-12 ayetleriyle vasiyetin bir hükmü
kalmamış, miras taksimi zorunlu kılınmıştır.
Bakara-180: Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.
Ayete ilaveten, Muhammed’in Veda Hutbesinde şöyle dediği yazılıdır:
“Mirasçı için ayrıca vasiyet etmeye gerek yoktur.”
9- Allah’ın katına olan mesafe-zaman çelişkisi:
Secde 5: Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O’nun nezdine çıkar.
Mearic 4: Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar.
Bu çelişkiye bir de Allah katındaki zaman çelişkisini ekleyelim:
Hac-47: Senden çabucak azabı getirmeni istiyorlar. Allah, asla vaadinden caymaz. Doğrusu Rabbının katında bir gün; saydıklarınızdan bin yıl gibidir.
10- Allah her şeyi bilir mi?
Gaybı bilen yalnızca Allah’tır” ayetlerine rağmen Enfal/ 65-66 da Allah’ın bir müslümanın kaç düşmana bedel olduğunu ancak savaştan sonra bilebildiği anlaşılıyor.
Enfal-65: Ey Peygamber! Müminleri cihada teşvik eyle. Eğer sizden sabredecek yirmi kişi olursa ikiyüze galip gelirler ve eğer sizden yüz kişi olursa kafirlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar hakkı ve akıbeti düşünmeyen anlayışsız bir kavimdirler.
Enfal-66: Şimdi Allah sizden yükü hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi. O halde sizden sabredecek yüz kişi olursa ikiyüz düşmana galip gelirler, sizden bin kişi olursa Allah’ın izniyle ikibin düşmana galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.
11- Evlilikte Peygambere tanınan ayrıcalık:
Ahzap-50: Ey peygamber! Biz bilhassa sana şunları helal kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak ihsan buyurduklarından sahip olduğun cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikah etmek istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere helal kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
12- Allah ve melekleri, Muhammed’e salat eder mi?
Ahzap-56: “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salat ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin, selam edin.” ayetinde Allah’ın peygambere salat ettiği ifadesi büyük çelişkidir. (Salat = Namaz, dua)
Bu ayetteki salat’ın namaz anlamına gelmediğini, destek anlamı taşıdığını öne sürenler de vardır. Bu da apaçık olduğu söylenen ayetler üzerinde bırakın sıradan insanları, İslam alimlerinin dahi anlaşamadığını gösterir.
13- Allah gönderdiği kanunları, hükümleri değiştirir mi?
Bakara-106: “Herhangi bir Ayet’in hukmunu yururlukten kaldirir veya unutturursak, onun yerine daha hayirlisini veya benzerini getiririz. Allah’in herseye gucunun yettigini bilmezmisin? “
Hac-52: Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Nahl-101: Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygamber’e, “Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.
Rad-39: Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır.
Aşağıdaki ayetlerde ise farklı söylenir;
Fatır-43: “… Hayır! sen Allah’ın kanununda değişiklik bulamazsın. Sen Allah’ın kanununda asla bir döneklik bulamazsın. “
Feth-23: “… Allah kanununda hiçbir degişiklik bulamazsınız. “
14- Tanrı’nın kitabı düzensiz, karmaşık olabilir mi?
Kur’an’ın genelinde konu karmaşası ve uyumsuzluk vardır. Bir konudan bir başka konuya atlanır. Örneğin Bakara suresinde boşanma konusu işlenirken aniden namaz kılma ve usülleri anlatılmaya başlanır. Ardından tekrar hukuk konularına dönülür.
(Bakara/ 237-238-239)
Birçok surede aynı anlatımlar tekrarlanır. Bu durum Kur’an ayetlerinin karışık ve düzensiz toplandığını gösterir ki Allah’ın koruması altında olan bir kitabın böyle düzensiz olması bir çelişkidir.
15- Edison, Einstein, Ebu Talip vb. ebedi cehennemlik mi?
Ali İmran-115: Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları bilir.
Bakara-217: Sizden kim dininden döner de kafir olarak ölürse öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.
Tevbe-17: Allah’a ortak koşanların, inkarlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken, Allah’ın mescitlerini imar etmeleri düşünülemez. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir. Onlar ateşte ebedi kalacaklardır.
Müslümanların yaptığı zerre kadar işler karşılıksız kalmayacakken, inanmayanların bütün amelleri boşa gidecek ve sonsuza kadar cehennemde işkence görecekmiş. Tanrı böyle haksızlık yapar mı?
16- Şüphesi, çelişkisi olanın soru sorması yasak!
Maide-101: Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın. Eğer Kur’an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Halbuki) Allah onları bağışlamıştır. Allah çok bağışlayandır, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
Maide-102: Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kafir oldu.
Allah’ın soru sorma yasağı koyması kadar saçma bir hareket olabilir mi? Böyle bir saçmalığı, sorular karşısında kendine güvenemeyen insan yapar.
17- Kur’an apaçık anlaşılır bir kitap mı?
Şuara-195′te Muhammed, “uyarıcılardan olabilsin diye” Kur’an’ın “apaçık bir dille” indirildiği; Zuhruf/ 2-3 ‘te daha açık olarak, ” Apaçık Kitaba yemin olsun ki şüphesiz biz O’nun düşünüp anlayasınız diye ” indirildiği;
Fussilet-44′te Kur’an ayetlerinin uzun açıklamalı olmadığı;
Yusuf-12′de Kur’an’ın, herkesçe “okunup anlaşılması için” indirildiği; Duhan-58‘de, herkese öğüt alsınlar diye kolaylaştırıldığı söylenir.
Ancak Kur’an anlaşılmaz bir yığın ayetle ve kavramla doludur. Anlaşılabilmesi için eski Kureyş Arapçasının, hadislerin, peygamberin ayrıntılı hayatının, dönem tarihinin iyi bilinmesi gerekir. Orucun kaç gün olduğu, namazın kaç vakit olduğu bile açıkça belirtilmemiştir.
18- Kıble, İslam’ın ilk yıllarında neden Kudüs’tü?
Müslümanlar kıble olarak önce Kudüs’ü sonra Kabeyi seçmişlerdir.
Bu durum Bakara/ 142-145 ayetlerinde açıklanır.
Bakara-142: İnsanlardan bazı beyinsizler; «Onları daha önce yöneldikleri kıbleden çeviren sebep nedir?» diyecekler. De ki; «Doğu da Batı da Allah’ındır. O dilediğini doğru yola iletir.»
Kıble değişikliği bir çelişkidir ve Yahudilerle yaşanan çekişme neticesinde çıkmıştır.
Halbuki madem önceki toplumların ve peygamberlerin de namaz kıldığı iddia edilir, öyleyse onların kıblesi neyse yine o olmalı ve hiçbir şartta değişmemeliydi.
19- Ganimetlerin tamamı mı yoksa 1/5′i mi?
Enfal-1’de “ganimetler Allah’ın ve peygamberindir” denirken,
Enfal-41′de “ganimetlerin beşte biri Allah’ın ve peygamberindir” denir.
Enfal-1: (Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.”
Enfal-41: Şunu da biliniz ki, ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyden beşte biri mutlaka Allah içindir. (…)
20- Peygamberler eşit mi yoksa üstün olanı var mı?
Bakara-285‘te Peygamberler arasında fark olmadığı söylenirken, aynı surenin 253. ayetinde; “İşte bu peygamberlerin bir kısmını diğerlerine üstün kıldık..” denir.
Bakara-285: Peygamber de, iman edenler de O’na indirilene inandı. Hepsi de Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. “O’nun peygamberlerinden hiçbirinin arasında fark görmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Affını dileriz ey Rabbimiz, Dönüş sana’dır” dediler.
Bakara-253: İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir. (…)
21- Kur’an Mekke ve çevresine mi yoksa tüm insanlara mı?
Enam-92: Bu da kendisinden öncekileri doğrulayan mübarek bir kitaptır ki, beldelerin anası (Mekke) ile onun çevresindekileri uyarman için indirdik. Âhirete inananlar, ona da inanırlar; onlar, namazlarına da dikkatle devam ederler.
Kalem-52: Oysa Kuran, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir.
22- Cehennemde kapışma?!
Alak/ 15-18. And olsun ki onu perçeminden, yalancı ve günahkar perçeminden cehenneme sürükleriz. O zaman taraftarlarını çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız.
Ayet, Ebu Cehil için söylenmiş. Güçsüz bir insanın “Allah benden yana” demesine benziyor. Yani insan sözü.
23- Hitap çelişkisi: ( Ben, Biz, O, Allah)
Kur’an’da ayetlerin çoğunda Allah 3. şahıs, bazılarında 1.şahıstır. Kimi ayetlerde çoğul “biz” ifadesi, kimilerinde ise tekil ifade mevcuttur. Örneğin Hac/ 34-35 de şahıs zamirinde tam 6 kez değişiklik yapılır. Allah’tan hitap bir kitapta hep aynı zamir kullanılmalıydı.
24- Bu ayette melekler mi konuşuyor?
Zuhruf-11′de de ilginç bir kurgu vardır:
“O suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz”.
Suyu indiren Allahsa, ölü memleketi dirilten kim?
Kur’an’ı Allah gönderdiyse bu “biz” diyen kimler?
25- Allah mı şair? Muhammed mi?
79 ayetlik Rahman suresinin 31 ayeti aynıdır. ” Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz” ayeti sürekli tekrarlanmıştır. Benzer tekrarlara başka surelerde de rastlanır. Bu acaba Muhammed’in mi yoksa Allah’ın mı edebi özelliği, keyfiyetidir?
26- Kıyametin saatini Allah bilmiyor mu?
Füssilet-47: Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi ona (Allah’a) havale edilir.
Anlaşılan melekler Allah’tan daha iyi biliyor herşeyi.
27- Allah kimin neye taptığını bilmiyor mu?
Sebe-40: O gün Allah, onların hepsini toplayacak; sonra meleklere: Size tapanlar bunlar mıydı? diyecek.
41. (Melekler) derler ki: “Seni eksikliklerden uzak tutarız. Onlar değil, sen bizim dostumuzsun. Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Onların çoğu cinlere inanıyordu.”
28- Allah insan gibi yemin eder mi?
Naziat suresi de şöyle başlar: “(1) Canları boğarcasına şiddetle çekip alanlara and olsun, (2) Canları kolaylıkla alanlara and olsun, (3) Yüzüp yüzüp gidenlere and olsun, (4-5) Yarıştıkça yarışan ve işleri yöneten meleklere and olsun “.
Ayrıca Kur’an Allah’ın yeminleri ile doludur. Arapların çok yemin ettiği özelliği bilinir de Allah’ın bu kadar çok yemin etmesi anlaşılmaz. Yoksa bu yeminler Muhammed’in yeminleri midir?
29- Allah küfreder mi?
Enam-108′de “Allah’tan başkasına tapanlara sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler.” denmesine rağmen;
Bakara-171, Araf-179, Furkan-44, Tevbe-28, Bakara-65, Maide-60, Cuma-5, Araf-176 da farklı inançlardakilere hayvan, eşek, köpek, domuz, pislik, maymun diye sövülmüştür.
30- Büyüyünce hayırsız evlat olacağı sanılan çocuğun öldürülmesi:
Kehf-80: ” Oğlana gelince, onun ana-babası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkara sürüklemesinden korktuk.”
Hiçbir suçu olmayan bir çocuğu, ilerde anne-babasına karşı kötü davranma ihtimali nedeniyle öldürmek ne derece haklı bir gerekçedir?
Sanki bütün hayırlı anne-babaların hayırsız çocukları öldürülüyormuş gibi aktarılan bu maval doğru mudur?
31- Muhammed’in onca eşine ilaveten evlatlığının eşiyle evlenmesi:
Ahzap-37′ de hoşlandığı evlatlığının karısı Zeynep’le evlenebilmesi için, ahlaki bir adet olan evlatlığın öz evlat gibi görülmesi kuralının kaldırılması etik açıdan yanlış değil midir?
32- Allah’ın velisi var mı yok mu?
İsra-111. Ve de ki: “Övgü, Allah’adır. O çocuk edinmemiştir, yönetimde ortağı ve zillettten ötürü de bir veliside yoktur.” O’nu alabildiğine Yücelt.
Yunus-62. Uyan! Allah velilerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar!
33- Yaratan mı? Yaratanlar mı?
İhlas-1. De ki; O Allah bir tektir.
Saffat-125. Yaratanların en iyisini bırakıp da Ba’l’e mi taparsınız?
Yaratanların en iyisi Allah’sa diğer yaratanlar kim?
34- Allah yardıma muhtaç mıdır?
İhlas-2. Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O’na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir )
Muhammed-7. Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.
4 notes
·
View notes
Photo
Sitemize "Şeytanın Oğlu" konusu eklenmiştir. Detaylar için ziyaret ediniz. http://www.rotahdfilmizle.com/?p=1499
#Şeytanın Oğlu izle#Şeytanın Oğlu full izle#Şeytanın Oğlu tek parça izle#Şeytanın Oğlu hd izle#Şeytanın Oğlu filmini izle#Şeytanın Oğlu türkçe altyazılı izle#Şeytanın Oğlu 720p izle#Şeytanın Oğlu konusu
0 notes
Text
İslam’da tahrif faaliyetleri sadece bugüne ait bir konu değil. Ya da sadece Asya’da, Afrika’da, Arap dünyasında, Şiilerde, Sünnilerde, Sufilerde, Selefilerde de değil. Demem o ki, kimse kendi dergahını masum, mağfur bir mekan gibi görmesin. Peygamber mescidleri, evleri bile bu anlamda korunmuş değil. Dini tahrif edenler sadece cahiller, gelenekçiler değil, ilahiyatçılar da bu tahriften sorumlu. Medya, STK’lar, siyasiler de aynı günahın bir parçası olabilir.
Bu bela bugün bizim başımızda, geçmişte, Yahudilik, Hristiyanlık bu işten büyük zarar gördü. Bugün var güçleri ile tevhidin son kalesi olan İslam’a saldırıyorlar. Allah, kitap, resul, mezhep, tarikat, her şey tartışma konusu yapılmaya çalışılıyor. Cumhuriyetle başlamadı bu ifsat hareketi, Osmanlı’da da vardı. Cumhuriyet döneminde, ardından darbeler döneminde hep laiklik maskesi ile geldiler üzerimize. Hatta Kur’an’dan ahkâm ayetlerini çıkartıp, yerine nutuktan parçalar eklemek isteyenler de oldu. Mesela, 1526-1858 yılları arasında Hindistan’da hüküm süren bir Türk devleti Babür şahlığında Ekber Şah, “dinlerarası diyalog”dan da daha ileriye giderek tüm dinleri birleştirip tek bir din ilan etti. Yeni birleşik dinin adı “Dîn-i İlâhî” idi. Bu dine göre, günde 4 vakit Güneş’e ibâdet ve Ekinoks kutlaması olan Nevruz’da şarap içmek farzdı.. Dîn-i İlâhî’ye kabul ayinleri Güneş’in saltanat günü olan Pazar günü yapılıyordu ve ayrıca gök cisimleri ile ilgili zikir ayinleri vardı.
Timur Hanedanlığından gelen Ekber Şah’ın tam adı “Ebul Fatih Celâleddin Muhammed Ekber Şah” idi. Radikal reformlara imza atan reformist bir karaktere sahip Ekber Şah’ın Cizvitlerden etkilendiği de söylenir. Bir Cizvit Papazının hatıratında Ekber Şah ve onun yeni dini için şöyle denir: “Bir baş tarafından yönetilen bir devlette yaşayanların birbirinden ayrı ve birbirine karşı inançlar beslemesi ve başka başka kanunlarla yönetilmesi doğru değildir. Dolayısıyla bütün bunları birleştirmeliyiz; şöyle ki: Hem hepsi bir olsunlar, hem de o birin içinde hepsi bulunsun. Böylelikle herhangi bir din içindeki iyi şeyleri kaybetmemek ve öbürlerindeki daha iyi şeyleri de kazanmak gibi bir kazanç sağlamış oluruz. Bunu yapmakla Allah’a tapma işi, halkın rahatlığı ve devletin güvenliği sağlanmış olur.”
Ekber Şah Hindu, Müslüman, Zerdüşt, Budist, Sih, Cayinizm, Hristiyan gibi inançlardan karma bir din icat etmek istiyordu. Bu “Hoşgörü” farklı inanç sistemleri arasında bir diyalog ve tolerans zemini de oluşturacaktı ve bu şekilde bir “barış toplumu” gerçekleştirilmiş olacaktı. “Dostluk ve barış içinde bir arada yaşama fikri”ni ifâde eden “sulh-i küllî” düşüncesinin şekillenmesinde Hocası Mir Abdüllâtif ile birlikte sarayında Cizvitlere de yer verdi. Kendisine veliaht doğuracak diye Hindu Rajputun Jodha adlı kızı ile evlendi. Alkol ve uyuşturucu kullanıyordu. Uzun bir zaman bir Zerdüşt gibi yaşadı. Bir ara Mehdiyet fikrine sarıldı. Mehdiliğini kabul ettirilmek için dini önderleri saf dışı etti. Onları itibarsızlaştırdı. 1575’te başkent Fetihpur Sıkri’de Divanhane adında bir mabed yaptırdı. Sünni ve Şii ve mutasavvıfları bir araya getirerek dinî konularda tartışmalar düzenleyerek, hepsini birbirine karşı kışkırtarak etkisizleştirdi. Bu şekilde görüşlerini nötralize etti. Ekber Şahı, mehdilik konusunda yönlendirenlerin başında Mehdevî hareketinin lideri Şeyh Mübarek b. Hıdır en-Nagorî ile iki oğlu Feyzî ve Ebulfazl el-Allâmî vardı. Ancak Mehdiyet düşüncesi karşısında en büyük engel alimlerdi. Bunun üzerine Ekber Şah daha sonra Mecusî, Hindu, Budist ve Hristiyan bilginlerini de bu toplantılara çağırmaya başladı, vahyin geçmiş bedevi topluluklara hitap ettiğini söyledi. Bununla da yetinmedi akla aykırı olduğu söyledi. Sonra da, Kur’ân’ın Allah kelamı olmadığı görüşleri dile getirildi.
1579 yılında “Fetihpur Sikri Ulu Camii”nde Feyzi en-Nagori, Ekber Şah veliyullah ve “müctehid-i zaman” ilan etti. Ebu’l-Fazl’a göre de o “zamanın kutbu” idi, insanların ona tâbi olmaları şarttı. Şeyh Zekeriya, Şah’ın “insan-ı kâmil” olduğunu, insanları yüzlerini ona dönmeleri gerektiğini, onun “kıble-i murâdât” olduğunu hadislerde buna işaretler olduğunu iddia etmiştir. Ekber Şah’ın ilahi tecellilerin aynası olduğunu iddia ederek ona secdenin caiz olduğunu iddia etti.
Brahmanlardan bazıları da, onun Rama ve Krişna gibi bir Hindu tanrısı, Vişnu’nun Dünya’ya gelmiş hâli olduğunu iddia etti. Ona sadakatin dört mertebesi olarak mal, can, namus ve dinin feda edilmesi şartı getirildi. Böylece dünyada hikmet, şecaat, iffet ve adâlet gerçekleşecekti.
Bizde de bir zamanlar “Türk’ün yeni Amentüsü”nü yazanlar da olmuştu. Saparmurat Niyazov Türkmenbaşı da bir zaman Türklerin kökenli, inancı, ahlakı için bir rehber kitap olarak “Ruhname”yi yayınlamıştı. Türkmenistan “Ruhname”de Türk milletinin ahlâk değerlerinin kökünün Nuh’a dayandığı kitabın ilk bölümünde Hz. Nuh’un öğütlerine genişçe yer verilir. Daha önce de Kaddafi, Libya halkı için “Yeşil kitap” dediği bir manifesto yayınlamıştı.
Ekber Şah’ın Osmanlı ile yıldızı hiç barışmadı. Osmanlı-Safevî çatışmasında Safevilerden yana oldu. İlginç bir yanı adil mahkemeler kurdu. Vergide adaleti sağladı. Çok hukuklu bir toplum düzeni kurdu. Her gelenek kendi hukukuna göre yaşadı.. İlim, sanat, mimarlık edebiyat gelişti. Çok muhteşem saraylar yaptırdı. Ekber şah, 15 Ekim 1542’de doğdu ve 27 Ekim 1605’te öldü. Karşısındaki en önemli muarızı kendinden 22 yaş büyük olan, İmâm-ı Rabbânî adıyla maruf Ahmed Sirhindî isimli Hindistan’lı bir İslâm âlimi idi. İmam-ı Rabbani 26 Haziran 1564’de doğdu ve Ekber Şah’tan 19 yıl sonra, 10 Aralık 1624’de vefat etti.
Daha sonra Cihangir adı ile tahta çıkan Ekber Şah’ın oğlu Selim babasını tahttan indirdi ve babasının yanlışlarından sarayın danışmanı olan Ebu-l Fazl’ı sorumlu tuttu ve onu öldürttü. Geçmişte yaşanan bazı olayları hatırlattım ki, bu konuda dikkatli olalım. Bugün de dine, dindarlara karşı binbir türlü fitne ve fesat planları yapılmaktadır. Özellikle şeytanın sağdan gelenlerine karşı dikkatli olalım. Bunlardan bazıları da ilahiyatçı kimliği ile geleceklerdir. Cahillere de dikkat, aklını şeytana kiralayanlara da! Bütün bunları tarihten ders alalım diye yazdım. Sakın din ve devlet büyüklerinizi ilah ve Rab edinmeyin. Bugüne bakıp, hayıflanmaya gerek yok. Lut Kavmi’ni hatırlayın, Kerbela’yı hatırlayın. Ekber Şah’a bakın. Kafanızı kiraya vermeyin
1 note
·
View note
Photo
Sitemize "Constantine | Şeytanın Oğlu Geliyor | Klip (5/8) | HD" konusu eklenmiştir. Detaylar için ziyaret ediniz. https://sonfragmanlar.net/sinema-klipleri/constantine-seytanin-oglu-geliyor-klip-5-8-hd/ Sitemize "Constantine | Şeytanın Oğlu Geliyor | Klip (5/8) | HD" konusu eklenmiştir. Detaylar için ziyaret ediniz. https://sonfragmanlar.net/sinema-klipleri/constantine-seytanin-oglu-geliyor-klip-5-8-hd/
Tıbbi Videolar İzle
Kadına Dair Sağlık
Sağlık
Yemek Tarifleri
Pratik Yemek Tarifleri
Yerli Dizi Fragmanları
Son Fargmanlar
Ey İyi Filmler
ETİKETLER: constantine izle,constantine 2 fragman,constantine 2,constantine 2 keanu,constantine cehenneme giriş izle,,Constantine | Şeytanın Oğlu Geliyor | Klip (5/8) | HD
#constantine izle#constantine 2 fragman#constantine 2#constantine 2 keanu#constantine cehenneme giriş izle#Constantine | Şeytanın Oğlu Geliyor | Klip (5/8) | HD
0 notes
Text
New Post has been published on Dini Hikaye
New Post has been published on http://www.dinihikaye.com/ibrahim-a-s-ve-oglu-ismail/
İbrahim (a.s) ve Oğlu İsmail
Hz. İbrahim (a.s.) Allah elçisi olduğu ilk günlerde idi. O sırada ilerisinin İslâm merkezi olacak olan Arabistan yarımadasının kalbi olan Mekke’de yaşıyordu. Henüz idrakleri gelişmediği için kâh gördükleri yüksekçe bir dikili kayaya, kâh ateşe ve bazen de elleri ile yaptıkları acaip, cansız ve güçsüz şekillere medet ve yardım umarak tapan putperest yığınlarını, varlıkların güçlü yaratıcısı ortaksız Allah’ı tanımaya ve O’nun kullarına sunduğu yoldan gitmeye çağırıyordu.
Bir yandan böylesine kutsal bir mücadelenin şerefli bayrağını taşımak rütbesini kendisine verdiği için Allah’ına şükürler edip şevkle vazifesine devam ederken, öte yandan ruhunda gittikçe gelişen ve derinleşen bir ızdırabın sancısını duyuyordu. Çünkü bütün arzulu bekleyişlerine rağmen henüz bir erkek evlât babası olmamıştı. Fani günlerini doldurup gözlerini hayata yumduktan sonra din ve iman dâvasını, kaldığı noktadan alıp daha ilerilere götürecek hayırlı bir varis bırakmadan mı göçüp gidecekti?
Bu endişe gönlünü sızlatıyor ve ruhuna ızdıraplar salıyordu. Akşamları sabahlara bağlayan nice uykusuz geceler boyunca gözyaşları dökerek Allah’ına yalvarıyordu; tükenmez hazinesinden kendisine hayırlı bir oğlu bağışlamasını diliyordu. Dâvasının bayraktarlığını yapacak hayırlı bir varise kavuştuğu takdirde en sevdiği dünyalık malını Allah’ına kurban etmeyi adıyordu. Koyu karanlıktaki kara taş üzerinde yürüyen minicik siyah karıncanın arzularını dahi bilen yüce Allah’ın, gözü yaşlı İbrahim’in derdini bilmemesi elbette imkânsızdı. Sevgili kullarının gözyaşları ile karışık yalvarışlarından hoşlandığını bize bildiren yüce Yaradan, nihayet İbrahim’e dilediğinin yerine getirileceğini, kederli gözyaşlarını silmesini müjdeledi.
Allah’ın kesin vaadi karşısında dinmez gözyaşları yerine gönlünde eşsiz bir saadet duyan Hz. İbrahim (a.s.), artık sayılı günleri beklemeye koyulur ve çok geçmeden ilerisinin büyük Peygamberi İsmail’in babası olur. İbrahim’in bu eşsiz Allah hediyesi karşısında sevinci hudutsuzdur. Artık dünyalar O’nun olmuştur. Arzulu gözyaşı dökerek yalvardığı günlerdeki adağını hatırlayarak Allah’a yüz koyun kurban keser. Fakat hemen o gece rüyasında Allah’ın kendisine “en sevdiğin şeyi bana kurban edeceğini adamıştın; sözünü yerine getirmedin, ey İbrahim” diye seslendiğini duyarak uyanır.
Hemen o gün, bu defa çok sevdiği yüz devesini boğazlar. Ama geceleyin yine aynı rüyayı görerek uyanır. İbrahim (a.s.), en sevdiği malının ne olduğunu düşüne düşüne yine geceleyip yatağa uzanınca rüyasında yüce Allah O’na şöyle seslenir “En büyük sevgilin yeni doğan oğlun İsmail değil midir? En çok sevdiğin canlıyı yolumda kurban etmeyi adadığına göre biricik oğlunu boğazlaman gerekiyor, ey İbrahim.”
Uyandıktan sonra İbrahim (a.s.) koyu koyu düşünmeye başlar. Gerçekten İsmail kısa zaman içinde dünyada, Allah’tan sonra en çok sevdiği biricik varlık olu vermişti. Şimdi de yüce Mevlâ acaba gerçekten en büyük hediyesini kendisinden geri mi istiyordu? Veren O olduğuna göre eğer gerçekten istiyorsa o gözyaşları sonunda gelen değerli hediyeyi O’nun yoluna kurban etmekte tereddüt etmek olmazdı, elbette. Fakat O’nun geri istediğinden iyice emin olmak lâzımdı. İşte böylesine düşüncelerle bir kurban Bayramı gecesi yatağına uzanan İbrahim (a.s.) bir önceki gece gördüğü rüyanın tıpkısını bir daha görerek aynı ilâhi emri bir daha duyar.
Artık hiçbir şüphesi kalmamıştır. Yüce Mevlâ’sı kendisinden biricik oğlunu yolunda kurban etmeyi istemektedir. Adağının ancak bu şekilde ödenmiş olacağını bildiren Allah emrine tereddütsüzce uyacaktı.
Oğlunu kurban etmeye kesin karar verir. Annesi Hacer de biricik yavrusunu en az babası kadar sevmektedir. İbrahim (a.s.), oğlunu Allah’a kurban edeceğini eşine söylemez. Oğlu ile birlikte bir ziyafete katılacağını söyleyerek annesinin pırıl pırıl yıkadığı, saçlarını itina ile tarayarak süslü elbiseler giydirdiği İsmail’i alıp Mine kasabasına doğru yola çıkar. İbrahim’in eşi Hacer, babasının yanında yürüyen oğluna arkadan gözlerini dikerek uzun süre sevinç içinde baka kalır. Babasının yanında yürüyen nur topu erkek evlâdın sahibi olmuş mesut bir annenin hudutsuz iftihar duyguları içindedir.
Baba oğul evden ayrıldıktan bir müddet sonra koşa koşa gelen lânetlik şeytan Hacer’in karşısına dikilir. “Eşin İbrahim biricik yavrum İsmail’i ziyafete değil, boğazlamaya götürüyor” diye haykırır. Peygamber karısı, dini bütün Hacer, lânetlik şeytanın bu sözlerini “yıkıl karşımdan, hiçbir baba ortada ciddî bir sebep yok iken oğlunu boğazlar mı?” diye cevaplandırır. Şeytan, hemen Hacer’in sözünü bölerek şöyle der: “İbrahim’in Allah’ı öyle emrettiği için öyle edecek.” Söylediği bu tahrik edici sözlere karşılık lânetlik şeytan, kocası gibi Allah’ına gönülden bağlı olan Hacer’den şu beklemediği cevabı alır: “Mademki yüce Allah’ımız öyle emretmiştir; kocamın O’nun Yüce emrine uymasından daha yerinde bir hareket olabilir mi? Çekil git buradan ey Allah’ın ebedî lânetliği.”
Böylelikle Hacer, şefkat duyguları ile biricik yavrusu üzerine titremesine rağmen Allah’ın emri söz konusu olunca hadiseyi metanetle kabul eder. Anneden bir şey elde edemeyen şeytan yola koyularak İbrahim ile İsmail’e yetişir. İsmail biraz önde ilerlemekte babası onu arkadan takip etmektedir. Lânetlik şeytan, hemen İbrahim’e sokularak şu sözlerle O’nu Allah’ın emrini yerine getirmekten vazgeçirmeye çalışır. “Şu boylu poslu gencecik taze yavruya, onun tatlı yürüyüşüne bir bak. Sen onu yıllar boyu gözyaşları içinde bekledin, şimdi de almış onu kendi elinde boğazlamaya götürüyorsun. O’nun körpe boğazına yüreğin nasıl kıyacak da bıçak çekebileceksin? Sen ki onun doğumu üzerine kurban şenlikleri düzenlemiştin.”
Arap yarımadasında puta tapıcılığı yıkarak gönüllere tek tanrıcılığın sevgisini aşılayan İbrahim (a.s.), lânetlik şeytanın babalık şefkatini coşturarak Allah’a karşı gelmeye yol açmasını dileyen sözlerine verdiği cevap kesindir. “Evet, oğlum dünyada en sevgili varlığımdır. Ama Allah’ım, onu yoluna kurban etmemi istemiştir.” İbrahim’den de hiç yüz görmeyen lânetlik şeytan, son çare olarak İsmail’e yaklaşır. O’na şöyle der: “Neşeli neşeli yürüyorsun, ama babanın seni boğazlamaya götürdüğünü her halde bilmiyorsun. Birkaç saat sonra bu şakrak neşe boğazında düğümlenecek; babanın can alıcı bıçağı gırtlağına dayanacaktır.
Yeni açmış bir bahar çiçeği kadar taze ve alımlı olan vücudun tam serpilme imkânını bulamadan sararıp gidecektir. Baban seni Allah’ın emridir diye boğazlayacaktır. Ömrünün taze baharında hayattan ayrılmak sana yazık değil mi?” Bu ana kadar İbrahim (a.s.), oğluna hadiseyi açmamış, onu boğazlamaya götürüyor olduğunu yavrusuna bildirmemişti.
O yüzden başına gelecekleri ilk defa lânetlik şeytanın ağzından duyan gönül kuzusunun can kavgası karşısında neler diyeceğini İbrahim (a.s.) merak ediyordu. Fakat ilerisinin yüce peygamberi olacak olan İsmail (a.s.), şeytana son ve en kesin darbeyi indirir; “Eğer Allah’ın emri üzerine babam beni boğazlamaya götürüyorsa, buna seve seve boyun eğerim. Babam yüce bir Allah elçisidir. Peygamberlere, Allah (c.c.) hiçbir zaman yanlış yol göstermez. Yaradan’ın emrine karşı koyup senin gibi lânetlik olmamı mı istiyorsun? Defol git karşımdan; seni gözlerim görmesin.” Şeytan hâlâ bir şeyler söylemek isterse de yavru İsmail yerden avuçladığı çakıl taşlarını yüzüne fırlatır.
Şeytanı atlattıktan sonra baba oğul, yollarına devam ederek Mine’ye, boğazlamanın olacağı yere varırlar. İbrahim Peygamber Allah’ın emrini yerine getirmeye kesin kararlıdır; ama biricik yavrusunu kendi eliyle boğazlayacağını düşündükçe gönülden titremeler geçirir ve gözyaşlarını tutamaz diye İsmail’in yüzüne bakmaktan çekinir. Babasının içinde çalkalanan bu karışık hisleri küçük yaşına rağmen sezen İsmail (a.s.) babasına güç veren şu sözleri söyler: “Allah sana ne emrettiyse yap. İnşallah beni sabırlı ve dayanıklı bulacaksın.”
Bunun üzerine büyük bir soğukkanlılıkla İbrahim (a.s.) oğlunu düz bir kayaya yatırır. Ve evden getirdiği keskin bıçağı gönül kuzusunun ince boğazına dayar. Fakat hayret; bütün gücüyle batırmasına rağmen bıçak yavrucağın yumuşak gırtlağını kesmez. İbrahim’in üst üste yaptığı hamleler de netice vermeyince hem kızgınlığından ve hem de keskinlik derecesini denek üzere bıçağı, yavrusunun gırtlağından ayırarak taşa indirir. İsmail’in körpe boğazında en küçük bir iz bile açmayan bıçak, taşı boylu boyuna iki parçaya ayırıverir.
O sırada yanında bir koç ile birlikte gökten inen bir meleğin tekbir sesleri duyulur. İbrahim sese doğru başını çevirir. Gökten yere inen melek İbrahim’e Allah’ın şu emrini iletir “Tamam ey İbrahim! Dünyadaki en sevgili varlığını, bu varlık gönül kuzun ve biricik evlâdın İsmail bile olsa Allah yolunda kurban etmekten çekinmeyeceğini yeterince ispat ettin.
Hem sen, hem İsmail hem de eşin Hacer Allah’a bağlılığınızın dillere destan olmaya hak kazanan bir örneğini başarı ile verdiniz. Allah (c.c.) hepinizden hoşnut olmuştur. Maksat oğlunu boğazlaman değildir. Çünkü o senin yıllardan beri dileklerinde yaşattığın gibi senden sonra hak yolunun bayraktarlığını yapacak yüce bir Peygamber namzeti (adayı)dir. Yüce Allah (c.c.), sana İsmail’in yerine boğazlayasın diye şu getirdiğim koçu hediye ettiği gibi; biricik oğlunu Allah’ın emrine teslim olarak boğazlamaya koyulduğun şu günü, hak yolun yolcularına kurban kesme günü diye emrederek senin şerefli Allah bağlılığının aziz hatırasını ebedileştirmiştir.
“Ne mutlu sana ve senin soyundan gelecek hakikat önderlerine!”
Yüce Allah (c.c.) cümlemizi, kendi sevgisi uğruna dünyalık varlıkların en değerlisinden bile göz kırpmadan fedakârlık edebilecek gönülden bağlı kullarından eylesin, âmin…
#dini hikaye#dini hikayeler ibretlik#dini hikayeler kısa#hazreti ibrahim#hazreti ismail#hikaye sitesi#peygamber hikayeleri
0 notes
Link
http://birebirfilm.org/percy-jackson-2-canavarlar-denizi-izle.html
Percy Jackson 2 Canavarlar Denizi izle filminin konusu; Percy Jackson 2 izle, Percy Jackson 2 Canavarlar Denizi türkçe dublaj izle. Denizin Tanrısı Poseidon’un oğlu Percy’in hikayesi devam etmektedir. İlk filmde güçlerini keşfeden ve bunun şansdan olduğunu düşünen bir Percy ile karşımızdaydı. Kendini bir kahraman olarak görmemektedir. Percy ve ekibi bu sefer Bermuda Üçgen Şeytanı olarak bilinen canavarlar denizine doğru yola çıkarlar. Birçok fantastik varlık ve titanlarla bir savaşa girerler. Bunun sebebi ise uyanmakta olan eski bir şeytanın uyanmasını engellemek içindir. 2013 yapımı filmde oyuncu kadrosu serinin ilk filmi ile aynıdır. İyi seyirler dileriz..
#movie #film #imdb #ekşi #sinemalar #sinema #vizyon #eniyifilm #eniyifilmler #bestmovies #birebirfilm #beyazperde #onedio #percy #yabancıfilm #jackson #altyazılı #percyjackson #film #hdfilm #percyjackson2 #canavarlar #denizi #canavarlardenizi
0 notes
Text
Cuma hutbesinden katliam çıkarmak
İstanbul’daki ilk yılbaşı kutlaması (Noel değil) olarak miladi takvimde 1829’u 1830’a bağlayan yılbaşında İngiliz Sefiri’nin Haliç’te bir teknede verdiği ve bazı Osmanlı devlet adamlarının da katıldığı yılbaşı eğlencesi kabul edilir. 1856’da padişah Abdülmecit, Fransız Sefiri’nin verdiği yılbaşı balosuna katılmıştır. Aynı tarihlerde Kırım Savaşı ile birlikte İstanbul’da ortaya çıkan Avrupalı diasporayla bu kültür İstanbul elitleri arasında da yayılmıştı.Cumhuriyet döneminde ise ilk yılbaşı miladi takvimin kabul edilmesiyle 1925’i 1926’ya bağlayan Perşembe gecesi kutlandı. Ertesi gün Cuma tatil olduğu için (eh o zamanlar cumhuriyet bu kadar laik değildi) eğlenceler çok rağbet görmüş, elektrik idaresi de eğlencelere saat tam 12.00’de şehirdeki elektriği bir dakika keserek katılma âdetini başlatmıştı (siber saldırı değil, eğlencesine)Bu “yeni âdet”, “batı özentisi” yılbaşı kutlaması modasına karşı en sert yazıları yazanlardan biri Akşam gazetesinden Orhan Selim’di. Aynı yazar yıllar sonra fikirleri değişecek ve gerçek adı Nazım Hikmet’le yılbaşı çamları için şiir yazacaktı.Diyanet’in yılbaşına karşı ilk Cuma hutbesi de hemen ilk yılbaşından sonraki 1927 yılı Aralık’ında okundu. Diyanet İşleri Başkanlığı koltuğunda (1924’ten 1941’e kadar bu koltukta oturacaktır) Mustafa Kemal Atatürk’e çok yakın bir isim olan Rıfat Börekçi oturmaktaydı. Hutbe epey sertti:“Memleketimizin çok nüfusa ihtiyacı vardır. Hâlbuki Avrupa'da karnaval, yılbaşı zamanlarında çok içki içildiği için, o sırada anne karnına düşen çocukların saralı, aptal, mecnun oldukları görülmektedir…”1935 yılında çıkarılan kanunla Yılbaşı resmî tatil ilan edildi. Ama 1937’de yine aralık ayındaki Cuma hutbesinde yılbaşı kutlamaları, benzer cümlelerle eleştirildi.İzleyen yıllarda da aralık ayının son cumalarında camilerde yılbaşı kutlamaları hutbelerin değişmez konusu hâline geldi.Daha sonra CHP’den milletvekilliği ve bakanlık da yapacak Lütfi Doğan’ın Diyanet İşleri Başkanı olduğu 1973 Aralık cumasındaki hutbeyi hatırlayalım örneğin:“Muhterem Müslümanlar! Yurdumuzdaki yılbaşı günlerinin manzarasına bakarsak, Hıristiyan misyonerliğinin oldukça başarılı sonuçlar aldıklarını da üzüntü ile görürüz. Bozkır Anadolu'muz bir ana şefkati ile dikilip büyütülecek çam fidanlarını beklerken, nedir o çam ağaçlarının katledilerek süslenip püslenmesi cinayetleri? Allah içkiyi, kumarı, şeytanın desteklediği aşırı eğlenme duygusunu, yiyip içip dünyadan kam alma felsefesini gerçek Müminlere yasaklamışken, nedir o kumarlar, içkiler, kendinden geçercesine eğlenmeler?..”Sadece Yılbaşı değil, Hristiyan vatandaşlara rağmen onların Noel âdetleri de hutbelerde hedeftedir. Aralık 1977 Cuma hutbesinde olduğu gibi:“Muhterem Cemaat! Yılbaşı gecesinin kötü tesirlerinden kendini ve aileni koruman en büyük görevin olmalıdır. Bilhassa çocuklarımıza Noel Baba’nın bir efsane olduğunu, o gecede yenilen hindinin bir özelliğinin bulunmadığını, çam ağacını çeşitli hediyelerle süslemenin bizim dînî ve millî örfümüzle bir ilişkisinin bulunmadığını çok iyi anlatmalıyız. Şanlı bir tarihe sahip bir milletin torunları olarak bu türlü taklitlerin, ya bancılara benzemenin bizi ancak köle ruhlu, cüce idrakli kılacağını çocuklarımıza ve gençlerimize İnandırarak telkin etmeliyiz.Çevremizde gaflet içinde gezen insanların vurdumduymazlığının bizleri etkilememesini, bilâkis vakarlı ve haysiyetli davranışlarla bizim onlara müessir olmamızı sağlamalıyız…”Üslup giderek sertleşmekteydi. 1979 Aralık ayındaki Diyanet hutbesinden:“Aziz cemaat, bir yılbaşına daha yaklaşıyoruz. Belirttiğimiz gibi, gerçekte bir müşriklik âdeti ve bayramı olduğu hâlde, Hristiyanlaştırılarak dinî bir kılıfa geçirilen yılbaşı eğlencelerinin çirkin, gayri millî ve gayri dinî olan manzaralarını çok yakında, elemle bir defa daha göreceğiz... Milletini ve dinini seven insanlar hiçbir zaman kendi milletinin böyle bir manevi sefalete düşüşüne asla tahammül edemez... Hristiyanlık da –haşa- ‘Allah'ın oğlu İsa’ ‘teslis inancı’, ‘paskalya yortuları’ ve ‘Allah Baba’ görüntüsü ile ruhlara nakşedilmek istenen ‘Noel Baba’ efsaneleri ile şirke saplanmıştır…”12 Eylül darbesinden sonraki Aralık 1980 Cuma Hutbesi;“Muhterem Müslümanlar, henüz yılbaşı gelmeden bizde de hazırlıklar başlamıştır. Yılbaşını kutlamak için çeşitli programlar yapılmaktadır. Fakat unutulmamalıdır ki hiçbir Hristiyanın Kurban ve Ramazan Bayramını kutladığı görülmemiştir. Hangi yabancı ülke televizyonunda kandil günlerimizden bahsedilmiş, mübarek gün ve gecelerimiz anlatılmıştır. Öteden beri düşmanı oldukları inancımıza hakaretler yağdırmaktan başka bir şey düşünmeyen Hıristiyan âlemine özenmek ve onlar gibi olmaya çalışmak çok üzücü ve düşündürücüdür...”Aralık 1981:“Muhterem Müslümanlar, çam ağacı katletme âdeti, Hıristiyanlara Baltık kıyılarında yaşayan Totonlardan geçmiştir. Totonlar, Aralık ayının yirmi beşinde ormanlardan çam ağaçlarını keserler ve etrafında toplanıp ayin yaparlardı. İktisat bakımından düşünecek olursak, yılbaşını kutlama gayesiyle her vatandaş bir çam ağacı devirmeye kalkışsa memleketin manzarası ne hâle gelir? Ayrıca ‘Noel Baba’ diye anılan şahıs Yunan asıllı bir keşiş olduğu sanılan efsane mahsulü bir kişidir… Muhterem Müslümanlar, tahrif edilmiş Hristiyanlığın mensuplarını, kendi örf ve âdetleriyle baş başa bırakıp, kendi inançlarımıza sahip çıkalım...”Aralık 1985:“Muhterem cemaat! Bugün Osmanlı İmparatorluğu yoktur. Fakat hâlen parçalanıp, yok edilmesi için uğraşılan bir Türkiye vardır. Şunu hemen belirtelim ki evvela Selçukluların, sonra Osmanlıların kılıçları önünde perişan olan bu haçlı sürüleri, saldırılarını maalesef kılık değiştirmiş olarak hâlen sürdürmektedirler.”28 Şubat sürecinin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın başkan olduğu Aralık 1995 Cuma hutbesi:“Bizim millet olarak millî ve dinî bayramlarımız vardır. Bu bayramlarımızı, millî benliğimize, dinî inancımıza, örf ve âdetlerimize uygun şekilde kutlamak hakkımızdır. Bizim olmayan, bizden olmayan, millî örf ve âdetlerimize tamamen aykırı olan, dinî inancımızla hiç bağdaşmayan günleri ve geceleri kutlamak bize yakışmaz...”Ve AK Parti iktidar yıllarındaki yılbaşı hutbelerinden birkaç örnek. Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu. Aralık 2004 mesela:“Bugün, toplumumuzda yılbaşı kutlaması adı altında düzenlenen eğlence ve toplantılar kültürel ve geleneksel bir temele sahip değildir. Bu tür eğlencelerde aklı ve sağlığı tehdit eden içki içmeyi, aile bütçesini sarsan kumarı ve israf boyutundaki harcamaları millî ve dinî değerlerimizle bağdaştırmak asla mümkün değildir. Ayrıca millî ve manevi değerlerimize ters bu tür eğlence ve âdetler, kültürel tahribata yol açmakta, bizleri millî kimliğimizden uzaklaştırmaktadır... Yılbaşı kutlamalarını vesile edinerek Allah ve Resulünün razı olmayacağı tavırlar yerine, geçmiş senelerde yaptıklarımızı gözden geçirerek ve gelecek yeni yılda hayatımıza daha iyi nasıl yön verebileceğimizi düşünelim...”Yılbaşı hutbelerindeki üslup yumuşamaya devam ediyor. Yılbaşını yılın muhasebesiyle geçirmek gerektiğiyle ilgili vurgular artıyor. Örneğin Aralık 2010;“Muhterem Kardeşlerim! Bilindiği üzere, bir miladi yılı tamamlayarak diğerine girmek üzereyiz. Hayat defterimizden bir sayfa daha eksildi. Geçmişimize yönelik bir muhasebe yaparak yeni yıla girelim. Kendimiz adına, milletimiz ve insanlık uğruna ne gibi güzellikler, hayırlar, fedakârlıklar yaptığımıza bir bakalım. Evet, yeni bir yıla girerken toplumumuzda yılbaşı çerçevesinde yapılan kutlamalar, esasen bizim milletimiz yönünden; dinî, ahlâkî, kültürel ve geleneksel hiçbir temele sahip değildir. Aklı ve sağlığı tehdit eden içki tüketimini, aile bütçesini tahrip eden kumarı, savurganlığı ve cinsel taşkınlıkları; dinî, millî ve ahlâkî değerlerimizle bağdaştırmak asla mümkün değildir. Bu tür davranış ve uygulamalar, ahlâkî yozlaşmaya, kültürel tahribata, gelenek ve göreneklerimizin bozulmasına da sebep olmaktadır. Dinî değerlerimize sahip çıkmak, kültürel mirasımızı korumak, örf ve âdetlerimizi gözetmek hepimizin görevidir...”Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez. Aralık 2011 Cuma hutbesi:“İster hicrî, ister milâdî olsun, Kur’an-ı kerimde de ifade edildiği gibi; (Allah katında ayların sayısı on ikidir.) Birkaç hafta evvel hicrî 1433 yılına girdik; inşallah Pazar günü de milâdî 2012 yılına gireceğiz. Aslında bu, süresinin ne kadar olduğunu bilemediğimiz ömrümüzden koca bir yılın eksildiği, başka bir ifade ile ölüm gerçeğine bir yıl daha yaklaştığımız anlamına gelmektedir. Tam bu noktada, geçirilen 365 günün ardından bir muhasebe yapılması gerekirken, yeni bir yıla kavuşmanın sevinç ve heyecanıyla sırf ötekine özenerek ve öykünerek daha ilk geceden zamanı öldürmek ne kadar da düşündürücüdür…”Aralık 2012:“Gönül ister ki, her yılın başlangıcı, insanoğlunun iç içe geçmiş muhasebelerini yaptığı, kendi insanlığını yeniden kurduğu bir milat olsun! Kardeşlerim! Her yılın ilk gecesi, anlamsız gayretlerin peşinde sürüklenmenin vakti olmamalıdır. Aksine ömrümüzden geride bıraktığımız yılın muhasebesinin yapıldığı vakittir. Yeni bir yıla daha kavuşturduğu için Cenâb-ı Hakk’a şükretmemiz gereken vakittir. Zamanın sahibi Cenâb-ı Hakk’a karşı kulluğumuzun şuurunda olma vaktidir. Günün beş vaktini secdeyle anlamlandırmaktır. Durduramadığımız vakti yüreklerimizle doldurmaktır. Bu fani dünyadan ebedî cenneti çıkarabilmektir. Gelip geçen yılların tarlasından sonsuzluk hasadını elde edebilmektir...”Aralık 2013:“Bir yılı daha geride bıraktık. Ancak kardeşlik hukukumuzu, kardeşlik ahlakımızı yeterince oluşturamadık. Dilimizi, üslubumuzu, bilgimizi, birikimimizi, aşkımızı, şevkimizi ve heyecanımızı yenileyemedik. İlişkilerimizi geliştiremedik. Bütün bunlara rağmen 2013 yılını başarılarla geçirmiş gibi milyonlarca insan kutlama yapacak. Zamanın sahibine boyun eğmektense, çılgınca eğlencelerle, sınırsız tüketimle, geçici haz ve avuntularla, şans ve talih oyunlarıyla zamanı öldürecek. Oysa insan, ancak ‘zaman bendedir ve mekân bana emanettir’ şuurunu taşıdığında hayatı anlamlı hâle gelir...”Aralık 2015:“Kardeşlerim! Acısıyla tatlısıyla geride bırakılan bir yılın bu sorularla muhasebesinin yapılması gereken saatler ne acıdır ki birtakım yanlışlarla heba edilmektedir. Tüketim çılgınlığı, haz ve eğlence kültürü teşvik edilerek başta gençlerimiz olmak üzere milletimizi var eden yüce değerler yozlaştırılmaya çalışılmaktadır. Dünyanın farklı coğrafyalarında kimileri hayatta kalabilme mücadelesi verirken dünyayı bir eğlence gezegeninden ibaret görmek ne hazin bir manzaradır!..”Ve son olarak 30 Aralık 2016 günü Diyanet camilerinde okunan “Ömür nimeti” başlıklı hutbede yılbaşı kutlamalarıyla ilgili bölüm:“Aziz Kardeşlerim! Her yılın sonu, yeni bir yılın başlangıcıdır aslında. Öyleyse bu yeni başlangıcı vesile kılarak hadiste dile getirilen soruları kendimize yeniden soralım. Unutmayalım ki; ömür sermayesinden geçen bir yılın sonunda kendini ve yaratılış gayesini unutarak, değerlerimizle örtüşmeyen, insan hayatına katkısı olmayan gayrimeşru tutum ve davranışlar sergilemek bir mümine asla yakışmaz. Yeni bir yılın ilk saatlerinin başka kültürlere, başka dünyalara ait yılbaşı eğlenceleriyle israfa dönüştürülmesi ne kadar da düşündürücüdür. Sevap-günah, hayır-şer konularında muhasebe yapılması gereken saatlerin, emek harcamadan zengin olmak arzusuyla kumar, piyango gibi şans oyunlarıyla heba edilmesi ne kadar da üzücüdür…”1927’den 2016’ya neredeyse her yıl aralık ayının son cumasında bahsedilmiş yılbaşı kutlamalarından açıkça görüldüğü gibi üslup epey sert bir dilden mutedil ve tavsiye eden bir dile doğru evrilmiş.Bunca yıl boyunca çok daha ağır sözlerle cuma hutbelerinde yılbaşı kutlamaları konu olmuşken yapılmamış saldırıların, ‘ortaya çıkmamış saldırı ortamının’, ‘teröre zemin hazırlamamış atmosferin’ 2016 yılında bir din adamının kendi müminlerine tavsiyelerde bulunduğu bir hutbeyle oluştuğunu iddia edip, ortada tek bir delil yokken Reina’daki katliamının arkasına uydurulan sosyolojik bagaja Diyanet hutbesini de atmak için epey insafsız olmak gerekir...Hele katliamı sabaha karşı kınarken, bazı dindar kesimlerden eleştiri alabilecek şu cümleyi kurabilmiş bir Diyanet İşleri Başkanı’na yapılması ayrıca bir insafsızlıktır: “Bu, insanlık dışı katliamın bir pazarda ve bir mabette yapılmasıyla eğlence yerinde yapılmasının herhangi bir farkı yoktur…” Zaten katliam, bırakın Diyanet camisine cumaya gitmeyi, Diyanet’i ve Diyanet İşleri Başkanı’nı 2015’te kendi dergilerinde yedi sayfa ayırıp “mürted” ilan etmiş DEAŞ tarafından, üstelik hükümetin DEAŞ’la savaşına bir tepki olarak üstlenildikten sonra bütün bu sosyolojik analizler bir anda çöp oluverdi. Geriye, iki gün boyunca sebepsiz yere üretilmiş yeni düşmanlıklar kaldı.Hâlbuki katliamla Türkiye’de yıllardır muhafazakâr kesimlerde süren yılbaşı karşıtı kampanyaları birbirine bağlamak ucuzluğuna düşmeden, bazı gazete ve kurumların yılbaşına karşı takındıkları yakışıksız ve saldırgan tavır eleştirilebilirdi, bu eleştiriye muhafazakâr kamuoyundan da katılacak çok sayıda insan bulunabilirdi. Yine kutlama mesajı yayınlayan liderlerden, evinde mandalina soyup, TV izleyen vatandaşa ve dışarıya çıkıp eğlenenlere kadar çeşitli şekillerde yılbaşı kutlayan insanların varlığını kabul edip, onların aynı zamanda cuma ya da en azından bayram namazlarının da müdavimi olabileceği Diyanet’e hatırlatılabilirdi.Yine muhalefet, DEAŞ’ın kendisiyle savaş hâlindeki Türkiye’de yaptığı saldırının faturasını, onunla savaş hâlinde olan iktidara ve onun tabanının inançlarına kesmek gibi kötü fırsatçılıklar yerine bunca tehdide, ihbara rağmen neden yeterli istihbari ve polisiye önlemlerin alınmadığı gibi sorular üzerinden eleştiri üretebilseydi, daha büyük bir ses çıkarabilir, hatta hiç beklemedik bir şekilde normal bir demokraside olması gerektiği gibi çok da faydalı olurdu.Ama zaten herhâlde AK Parti’nin en büyük şansı da; kafayı dindarlarla bozmuş, her meselenin ucunu kültüre, inançlara, zihniyete çıkarmaktan, karşısındaki kitleye ontolojik olarak saldırmaktan başka bir şey bilmeyen bir muhalefete sahip olması.Ve herhâlde en çok DEAŞ “mürted” dediği Diyanet hutbesiyle, “kâfir” dediği bir iktidarla bu saldırının ilgisini kurmaya çalışanlara bozulmuştur.
0 notes