#üzerindeki haklari
Explore tagged Tumblr posts
umuttherzamanvar · 3 months ago
Text
Tumblr media
KALPLERİN KEŞFİ (GAZÂLÎ)
95.KADININ, KOCASI ÜZERİNDEKİ HAKLARI
Kadınların kocalari üzerinde bir çok haklari vardir. Başlıcalari, erkeklerin kadinlara karşı iyi huylu olmalari ve akilca noksan olmalarini hesaba katarak onlara merhamet olsun diye eziyetleri katlanmaktır.
Allah Teâlâ (C.C.) buyuruyor ki:
"Ey müminler!
Kadınlara zorla mirasçi olmanız ve kendilerine vermiş olduğunuz mehrin bir kismini elde etmek için onlara baskı yapmaniz helâl değildir. Meğer ki, arayi açacak bir fuhuş irtikäp etmis olsunlar. Onlar ile iyi geçininiz.
Eğer hosunuza gitmemislerse, olabilir ki, hoşunuza gitmeyen bir seyde Allah bir cok hayir takdir etmiş olur."
(Nisa Sûre-i Celilesi: 19)
Ulu Allah (C.C.) buyuruyor ki: *
"(Bir kadindan boşanıp baska bir kadin ile evlenirken) ilk eşinize verdiğinizi nasil alırsınız ki, birbirinize kaynaştınız.
Üstelik kadinlar sizden ağır söz aldılar."
(Nisa Sûre-i Celilesi: 21)
Yine Ulu Allah (C.C.) buyuruyor ki:
-Allah'a hiç bir seyi ortak koşmaksızın O'na kulluk ediniz.
Ana-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, eşinize, yolda kalmışlara ve eliniz altindakilere karşı iyi davranin.
Hiç süphesiz Allah Teâlâ, kendini beğenmiş ve böbürlenen kimseleri sevmez
(Nisa - 36)
Peygamber'imiz ölürken son olarak üç seyi vasiyyet etti. Konuşurken peltelesen
dili sonunda sustu, söyle buyuruyordu:
Namaza, namaza.
Elinizin altindakilere..
Onlara güçlerinin üzerinde yük yüklemeyin.
Kadinlar hakkinda Allah'dan korkun, Allah'dan korkun.. Onlar sizin elinize düşen birer esirdir..
Onlari Allah'in emåneti olarak aldiniz..
Avret yerleri Allah'in buyrugu uyarinca size helal oldu...
Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
"Kadinin huysuzluklarina sabirla katlanan erkeklere Ulu Allah, karşılaştığı belälara katlanan Eyyüb (A.S)'e verdiği mükafati verir.
Kocasının huysuzluklarina katlanan kadinlara da Firavun'un karısı Asiye'ye (A.S.) verdigi sevabı verir.»
Bilesin ki, kadina iyi huylu olmak sadece ona karsi fena davranmamak değil, ondan karşılaştığı sıkıntılara katlanmak hatta Peygamber'imizi nümüne alarak taşkın ve sinirli anlarinda yaptigi gibi; onlara karşı yumusak davranmaktır. Peygamberimizin eşleri, bozan O'nun sözlerine karsilik verirlerdi.
Hattá zaman zaman içlerinden bazilari. O'nunla aksama kadar bir gün küs kalırlardi.
Bir gün Hz. Ömer'in eşi kendisine sözle karşılık verince Hz. Ömer eşine
«Bana karşı mi koyuyorsun dedi.
Eşi de «Peygamberimiz senden daha üstün olduğu
halde ona bile eşleri karşılık veriyor dedi.
Hz. Ömer «Eğer Hafsa Peygamber'imize karşı koyuyorsa aldandı ve yandı dedi.
Arkasindan kızı Hafsa'ya Peygamber'imize sözle karşılık vermemeyi telkin ederek «Sen Ebû Bekir' in kızına bakip, Peygamber'e sözle karşılık verme.
O, peygamber'imizin sevgilisidir» dedi. Anlatıldığı na göre, başka bir sefer de Peygamber'imizin eslerinden birisi O'nun göğsüne vurdu, bunun üzerine kadının annesi onu davranışından vazgeçirmeye çalışmış, fakat Peygamber'imiz Bırak onu, onlar daha ilerisine gidiyorlar
buyurmuş.
Diğer bir seferinde Peygamber'imiz Hz. Ayse ile tartışmıştı, oraya Hz. Ebû Bekr'i hakem koymuslar. Hz. Ebû Bekr Peygamberimiz Hz. Ayse'ye «Sen mi konusacaksin, yoksa ben mi konusayim diye sorunca Hz. Ayse O'na Sen konuş, fakat sadece doğruyu söyle diye cevap verdi.
Bu söze sinirlenen Hz. Ebû Bekr kızına sert bir tokat atarak ağzını kanattı ve ona Ey nefsinin dostu!
O doğrudan baska bir söz söyler mi ki dedi.
Hz. Ayse de Peygamber'imize sığınarak.
O'nun arkasina geçti Peygamber'imiz de Ebû Bekr'e Seni bunun için çağırmamışık ve böyle yapmani istememiştik» dedi.
Bir defasinda da Hz.Ayse öfke içinde Peygamber'imize «Sen kendinin peygamber olduğunu da söylüyorsun daha dedi.
Peygamber'imiz bu söze gülümsedi ve yumuşak huyluluk ile gönül genişliği ile katlandi.
Peygamber'imiz Hz. Ayse'ye
Ben senin öfkeli ve hosnut anlarını ayırd edebiliyorum dedi.
Hz. Ayse «Nasıl
anliyorsun diye sordu.
Peygamber'imiz «Hosnutken «Muhammedin (S.A.S.) Rabbi hakki için hayır dersin.
Buna karşılık öfkeli iken Ibrahimin (A.S.) Rabb'i hakki için hayır» dersin, buyurdu. Hz. Ayse de Peygamber'imize iyi bildin, kızınca adını anmiyorum.» dedi.
Söylendiğine göre.
Islam'da ilk sevgi Peygamber'imiz ile Hz. Ayse arasindaki
sevgidir.
Peygamber'imiz O'na
Ebû Zer (R.A.) Ümmü Zerr'e karşı ne ise. Ben senin için oyum.
Su farkla ki, ben seni bosamam buyurdu.
Peygamber'imiz diğer eşlerine de söyle buyururdu.
Beni Hz. Ayse (R. Anha) konusunda üzmeyin, çünki Allah'ın adina yemin ederek söylüyorum ki, onunkinin dışında , hiç bir eşimin yatağında iken bana vahiy inmiş değildir.
Enes Ibni Malik buyurur ki;
Peygamber'imiz kadinlara ve çocuklara karsi insanlarin en sefkatlisi idi.
Erkeğin karısına karşı görevlerinden biri de nese, şaka ve oynasma ile kadının karşılaştığı sıkıntıları gidermektir.
Çünki böyle davranmak onlarin gönlünü hoş edecek en geçerli yoldur.
Peygamber'imiz eşleri ile sakalasir, davranis ve tutumlarinda onlarin anlayis seviyesine inerdi.
Hatta bildirildigine göre Hz. Ayse (R. Anha) ile arasinda koşular düzenler, bazan biri, bazan da öbürü kazanirdi. Peygamber'imiz kazaninca «Bu, senin kazandığın filän koşunun karşılığıdır diye buyururdu.
Bildirildigine göre. Peygamber'imiz insanlar arasinda kadinlara karsi en müsfik olani idi.
Hz. Ayse der ki!
Bir Asure Günü gülen, oynaşan, zenci ve zenci olmayanlardan biraraya gelmiş bir oyuncu gurubun gürültülerini duydum. Peygamber'imiz bana Onlarin oyunlarini görmek ister misin» dedi. «Evet» dedim.
Bunun üzerine
Peygamberimizin çagrisiyla evin önüne geldiler. Peygamber'imiz kapiya geldi, ovucunu kapiya dayadi, elini uzatti, ben de çenemi O'nun koluna dayadım ve dışarıdan oynayanlari seyretmeye koyuldum.
Peygamber'imizin bir kaç defa «Artik yeter mi? demesine rağmen ben de iki üç kere O'na «Sus, konusma dedim.
Nihayet yine «Artik yeter mi demesi üzerine «Evet» dedim de oyunculara gitmelerini söyledi, onlar da çekip gitti.
Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
-Imanı en olgun mü'minler, huyu en güzel olan ile eşine karşı en tatlı davrananlardir.>>>
Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
En iyiniz eşlerine karsi en iyi davrananinizdir. Ben, içinizde eslerine karsi en
iyi davrananinizim
Hz. Ömer bütün sertligine ragmen buyurur ki; «Erkegin ailesi içinde çocuk gibi olmasi ve gerektiği zaman erkekligini ortaya koymasi gerekir.»
Ulu Allah (C.C) burnu havada ve huysuz kimselerden nefret eder månäsina gelen hadisi izah ederken, burada esine karsi sert devranan kendini beğenmişlerin ikaz edildiği ileri sürülmüştür.
Ayrica Kaba, hırçın ve sonra da alçak (kimselere uyma) mealindeki ayette gecen kaba deyiminden «Eşine karşı katı kalbi olanin kaba sözlerinin kasdedildiğine ileri sürülmüştür. (Kalem 13).
Peygamber'imiz dul bir kadın ile evlenen Cabir'e
<Bir kiz ile evlenseydin der, onunla o da seninle oynaşırdı» buyurdu.
Bedevi bir kadin, kocasinin ölümü dolayisiyle söyle der; Allah adina yemin ederim ki, o evde güleryüzlü, dışarıda az konuşan, bulduğunu yiyen ve kaybolanin hesabını sormayan bir adamdi.
Kadının kocasi üzerindeki diğer bir hakki da sakalasmada, iyi huyluluk ve
uyarılıklıkla kadının huyunu bozacak, onun gözündeki İtibarini büsbütün kaybedecek bir aşırılığa düşmeden ölçüyü muhafaza etmeyi bilmesi, kötü bir davranış karşısında itidal ve vakarini elden birakmamasi, kesinlikle Kötülüğe kapi açılmasını kolaylastirmamasi, Islâm ile ve insanlikla uyuşmayan hareketler karsisinda kükremeyi ve onlara karşı koymayi bilmesidir.
Hasan-ül Basri buyurur ki;
Allah adına yemin ederek söylüyorum, karısının her arzusuna uyan erkegi Allah,
Cehennem'e atar
Hz. Ömer buyurur ki; "Kadinlarin arzularina karşı durunuz,
çünki onlarin
arzularina karsi durmada bereket vardir."
Bir halk sözü «Kadınlara danışın, fakat dediklerini yapmayin der.
Peygamber'imiz
Karısına köle olan mahvolur buyuruyor.
Erkek karısının arzularina uyunca, onun kölesi olur ve mahvolur.
Çünki, Ulu Allah
Peygamber'imizin böyle buyurmasinin hikmeti sudur:
erkeği kadına häkim kılmış ken , böyle bir koca kendini karısının teslim etmis oluyor, böylece de işi tersine çevirmis. ilahi hükmü ters yüz etmis ve seytena itaat etmis olur.
Nitekim Ulu Allah, şeytanın yoldan çıkarıcı azmini naklederek buyuruyor ki:
-Allah (CC.) onu (seytani) rahmetinden kovunca (Seytân) dedi ki, «Mutlaka kullarin üzerinde belirli bir pay edineceğim.
Onlari saptıracak, boş kuruntularin tutkusuna yakalatacak, üzerlerinde nüfuz
kuracağım da davarların kulaklarini yaracaklardir.
Yine onlar üzerinde nüfuz kuracağım da Allah'ın yaratılış hikmetini değiştireceklerdir Kim Allah'ı bırakarak şeytanı efendi edinirse, hiç süphesiz, apacik sekilde hüsrana uğramıştır
(Nisa118-119)
Erkegin, sözüne uyulan taraf olmasi gerekir. Karşı tarafa uyan kimse olmak, onun yaratilis hikmetine ters düser.
Çünki Ulu Allâh;
Erkekler, kadinlar üzerine häkimdirler.»
(Nisa 34) buyurarak erkeğin häkimiyetini belirtirken; "Kapının yaninda kadinin efendisi ile karşılaştılar . tecündeki ayette erkegin kadının efendisi olduğunu bildiriyor (Yusuf 25)
Buna göre efendi, köle haline gelince Allah'in nimetine karsi nankörlük edilmis demektir.
Kadinin nefsi de, senin nefsin gibidir. Onun dizginini biraz gevsetirsen.
Seni uzaklara surükleyip götürür.
Eğer yularını bir parça gevsetirsen, seni bir arşın öteye çeker.
Buna karşılık eğer onun dizginine hakim olur, sıkılacak yerde avucunda sımsıkı tutarsan ona hakim olursun.
Imam-i Safil buyurur ki;
«üç kimseye sen iyi davrandikça sana ihanet ederler.
Sen onlara ihanet edersen, onlar sana karsi iyi davranir: Kadın,
Hizmetçi
ve sefil insân
Imâm-i Safii, bu sözü ile sertliği yumusaklikla ve acılığı tatlılıkla atmasını yürütmeyi katıksız bir iyiliği kasdetmektedir.
#İMAM-I #GAZÂLİ
#KALPLERİN #KEŞFİ
#MÜKÂŞEFETÜ'L-#KULÜB
95.#KADININ, #KOCASI #ÜZERİNDEKİ #HAKLARI
6 notes · View notes
sudan-photo1956 · 2 years ago
Text
Tumblr media
🔖MÜSLÜMAN’IN MÜSLÜMAN ÜZERİNDEKİ HAKLARI 
🔸Ebu Musa el-Eş'ari r.a.'dan rivayete göre "Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Aç olana yemek yediriniz. Hasta olanı ziyaret ediniz. Esir olanı da esaretten kurtarınız."
📜SAHİH-İ BUHARİ, 5373
•••••———▫️▫️———•••••
عَنْ أَبِي مُوسَى الْأَشْعَرِيِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : " أَطْعِمُوا الْجَائِعَ، وَعُودُوا الْمَرِيضَ، وَفُكُّوا الْعَانِيَ ". رواه البخاري
📜صحيح البخاري  كِتَابُ الْأَطْعِمَةِ. | 5373
🔻Sosyal medya hesaplarımız :
▪️ Facebook:
www.facebook.com/hayir0/
▪️ Instagram:
www.instagram.com/hayir_0/
▪️ Telegram:
t.me/hayir_0
0 notes
derdiderun · 6 years ago
Note
Teşekkür ederim açıkladığınız için. Kadın ne ölçüde eşine uymalı? Bu konudaki hadisler neler? Yardımcı olur musunuz?
Rica ederim. Şimdi hepsini ardı ardına yazınca feminist kafa ile yetişmiş kişiler kabul etmeyecek haşa ayete, hadise karşı çıkma delaletini gösterecekler. Önemli bize tanınan haklara razı olmak. Ama İslam o kadar güzel bir din ki herkesin hakkını gözetiyor. Erkeğin kadının üzerinde hakları olduğu gibi kadının da erkek üzerinde hakları vardır.
ERKEĞİN HANIMI ÜZERİNDEKİ HAKLARI
Erkeğin hanımı üzerindeki hakları şunlardır:1- Kadın gizli ve âşik��rede erkeğinin namusunu korumakla mükelleftir.
2- Kocasının malını, onun akrabasına bile vermemekle ve hıfzetmekle mükelleftir. Ancak kocası tasarruf hakkında bir izin vermişse bu takdirde serbesttir.
3- Evin içindeki evladını terbiye etmekle mükelleftir. Haklarından çıkamadıysa babalarına şikâyet edebilir.
4- Kocasının rızâsı olmaksızın kendi akrabalarını bile evine sokmamalıdır.
5- Kocasının izni olmaksızın evinden zaruret olmadıkça çıkmamalıdır.
6- ALLAH'ın emrine uygun olursa kocasının emirlerini yerine getirmelidir.
7- Gebelik ve emzirmek vazifesini yapmakta tahammül göstermelidir.
8- Kocasının gizli sırlarını hiçbir kimseye ifşâ etmemelidir.
9- Kocasının gazabını tahrik etmekle kızdırmamalıdır.
10-Kocası eve gelip çıkarken, güleryüzle karşılayıp, uğurlamalıdır.
11- Kocasının kaldıramayacağı teklifleri yapmamalıdır. Meselâ, şu kadar altın al, ağır kumaş al, dememelidir. Aynı zamanda bu hususta erkeği de, hanımının emsaline göre ona bakmalıdır. Bu çok mühim.
12-Kocasının annesine babasına hürmet etmelidir. Şu kadar ki, onlara hizmet etmeye mecbur değildir, ederse fazilettir.
13— Kocasının hoşuna gitmeyecek hareket ve sözlerden sakınmalıdır.———-Bu 13 hak erkeğin temel haklarıdır. Kadın bunları ifâ etmekle mükelleftir. Ve eğer hakkıyla ifâ ederse, kâmile, fâzile kadındır. Eğer bununla beraber dünyâ işlerinde de becerikli olursa, dünya ve ahiret olarak beyinin saadetini temin etmiştir. İşte böyle bir kadına erkeğin hüsnü muaşerette bulunması farzdır. 
(İsmail Çetin Hoca)
….
(Bir erkek, hanımına, kızıl dağdan kara dağa, kara dağdan kızıl dağa koşmasını emretse, kadının emri yerine getirmesi lazımdır.) [Tirmizî, Nesaî, İbni Mace]
(Eğer insana secde edilmesi gerekseydi, kadının, kocasına secde etmesi gerekirdi. Çünkü Allah erkeği kadından üstün yarattı.) [Nesâî, Tirmizî, Ebu Davud, İbni Mace, İ. Ahmed, Bezzar, Hâkim]
(Kadın üzerinde en büyük hak sahibi kocasıdır, erkeğin ise anasıdır.) [Hâkim]
(Kadın, kocasının hakkını ödemedikçe, Allah'ın hakkını ödemiş olmaz.) [Taberânî]
(Kadın, kocasının yatağını terk edip gecelerse sabaha kadar melekler ona lanet eder.) [Buhârî]
(Erkek, yatağına çağırır da, kadın gelmezse, sabaha kadar melekler ona lânet eder.) [Müslim]
(Bir kadın, kocasından izinsiz evinden çıkarsa kocası razı oluncaya kadar, her şey ona lanet eder.) [Deylemî]
(Kadın, kocasından izinsiz [nâfile] oruç tutamaz.) [Buhârî, Müslim]
(Kadın, kocasından izinsiz eve kimseyi alamaz.) [Taberânî]
6 notes · View notes
environmentalrights · 3 years ago
Text
ÇEVRE HAKKI TUTUM BELGESİ
1. Çevre hakkı, temel haklar sisteminin bütünlüğü içinde değerlendirmelidir. Ulusal ve uluslararası çevre hukuku ve politikaları; çevrenin dünyanın her yerinde ve her koşulda korunması anlayışına dayanmalıdır.
2. Dünya, insanlığın ortak varlığıdır. Bugün, canlıların yaşam alanlarında fiziksel tahribat açısından onarılmaz yaralar açılmıştır. Dünya ülkeleri ve çevre organizasyonları; ülkelerin çevre tahribatında taraftır. Bu müdahale meşrudur, sorumluluk koşulsuz ve mutlaktır.
3. Çevre, ekolojik toplum gerçeği ve talebi ile bağlantılı bir biçimde ekolojik dengenin; insanların maddi ve manevi yaşamıyla uyumunu ifade eder.
4. Evrensel olarak kabul gören dayanışma haklarından biri olan çevre hakkının kapsamı; doğal yaşamın, flora ve faunanın korunması, doğanın (toprak, su, hava) temiz olarak muhafazası, düzenli sanayileşme, kimyasal artıkların uygun şekilde imha edilmesi, estetik bir çevre yaratma ve kültürel varlıkları korumadır.
5. Sanayi tesisleri, nükleer enerji tesisleri, mobil santraller, petrol aramaları, kimyasal attıkların ihracı ve atıkların usulüne uygun olmayan imha ve muhafazası, erozyon, ormanların yakılması, ilaçlama, salgın hastalıklar, tarihi varlıkların tahribi, depreme karşı tedbiri içermeyen yapılaşma ve yoksulluk çevre hakkını ihlal eden temel olgulardır. Ülkeler, çevreyi tehdit eden, çevre hakkının ihlalini ortaya çıkaran olgulara karşı tedbir anlamında,
a) Evrensel çevre hukuku ile uyarlı olmayan, çelişki, boşluk ve tutarsızlık barındıran metinler; uygun bir biçimde düzenlemeli, b) Siyasi irade göstererek, idari tedbirler almalı, c) Yetkilendirilmiş yerel çevre birimlerini oluşturmalı, d) Sivil, demokratik çevre örgütleri ile işbirliği yapmalıdır.
6. Çevrenin getirdiği hakların anlaşılmasında 1972 Rio Deklarasyonu rehber oalarak değerlendirilmelidir.
7. Savaş, ekolojik dengeyi en fazla tahrip eden, çevre hakkı ihlaline kapsam kazandıran bir durumdur. Savaşa karşı duruşun, barış bilinci, mücadelesi ve kültürünün geliştirilmesi ana argümandır.
8. Atmosferdeki ozon tabakasının incelmesi, ozon tabakasında meydana gelen delik; dünyamızı ve dünya üzerindeki canlı varlıkların geleceğini tehdit etmektedir. Toplum ve ülke yönetimleri bunun için tedbirler almalıdır.
9. Sivil demokratik toplum örgütleri; a) Ulusal ve uluslararası sivil toplum örgütleri ile işbirliği, b) Kitlesini ve devamında toplumda; çevre hakkı bilincinin geliştirilmesi için faaliyetlerde bulunmalı, c) Birlikte; çevre sosyolojisi, sanayi ve çevre, tarım ve çevre, ekonomi ve çevre, küreselleşme ve çevre, nükleer enerji ve çevre, alternatif enerji kaynakları ve çevre, savaş ve çevre, iklim değişikliği ve çevre, kentleşme ve çevre, kırsal ve çevre, doğal varlıklar ve çevre, hukuk ve çevre ana başlıklarında, seminer, sempozyum ve konferanslar düzenlemeli, politikalar netleştirmeli, d) “Bütünleyici çevre yönetimi projeleri” bazında yerel yönetimler ile işbirliği yapmalıdır.
10. Çevre hakkı ihlali; insanlığa ve doğal yaşama karşı işlenen bir suçtur. Cezai müeyyide de bununla uyarlı olmalıdır. Bunun için ulusal ve uluslararası” Çevre Mahkemeleri” oluşturulmalıdır.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ
1 note · View note
Text
MUHAFAZAKAR CAMİADA HAKKIMIZDA MERAK EDİLEN BAZI SORULARA CEVAPLAR
Zaman zaman basına yansıyan gerçek dışı haberlerin etkisiyle zaman zaman da önyargılardan kaynaklanan bazı soruların cevaplarını kamuoyu ile paylaşmakta fayda görüyoruz.
Tumblr media
SORU –1–Sizler örgüt gibi hareket eden bir arkadaş grubu musunuz? Yaptığınız tüm faaliyetler örgütlü bir faaliyet olarak görülemez mi? Ortada bir suç örgütü olmadığının delilleri var mı?
CEVAPLARIMIZ :
Bizler sadece Allah rızası için, samimiyetle ve iyi niyetle hareket eden, aynı inanca ve aynı ülküye sahip, inancımız ve ideallerimiz için her türlü fedakarlığa hazır, vatana aşık, Devlete itaatli, dindar bir arkadaş grubuyuz. Sayın Adnan Oktar beyin dürüstlüğü, candanlığı, tevazusu, azmi, cesareti ve temiz vicdanının her birimiz üzerindeki olumlu ve güzel etkisi, bizleri vatana millete faydalı insanlar haline getirmiştir. 40 yıldır Devletimizin gözleri önünde olan insanlarız, birden bire yerin altından çıkmadık, bugüne kadar hiçbir gizli saklı faaliyet içinde olmadık. Her şeyimizi ekranlarda milyonların gözü önünde yaşadık, ne düşünüyorsak, neye inanıyorsak milyonların gözü önünde anlattık. Kanunlarımıza hiçbir zaman saygısızlık yapmadık. Allah’ın sınırlarını koruduk. Bir hatamız ve yanlışımız olduğu söylendiğinde de eleştiriye hep açık olduk. Türk İslam Birliği’nin oluşması, İslam ahlakının dünyaya yayılması, Darwinizm ve materyalizmin bilimsel olarak yıkılması için örneğine az rastlanır bir gayret ve etkiyle yaptığımız kültürel faaliyetlerin malum çevrelerde oluşturduğu rahatsızlık zaman zaman camiamıza karşı kumpasların, komploların kurulmasına sebep olmuş, bu kumpaslar doğrultusunda defalarca “suç örgütü suçlamasıyla” karşı karşıya kalmışızdır. Ancak, her defasında Yüce Türk Adaleti bu kumpasları bozmuş, hukuki olarak da suç örgütü olmadığımız, bu tür illegal bir faaliyet ve yapılanma içinde olmadığımız ispatlanmıştır.
Türkiye’de bir vakıf etrafında faaliyet gösteren sayısız dindar ve milliyetçi camia vardır. Cemaatler ve tarikatlar da ülkemizin kıymetli değerleridir. Örneğin Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerine sevgi, hürmet ve içten bir saygıyla bağlı olan, ona duydukları sevgiden hareketle bir araya gelmiş ve Kuran ahlakının yayılması için yıllardır özveriyle hareket eden Süleymanlı kardeşlerimiz, Mahmut Efendi Hazretleri’nin etrafından toplanmış İsmailağa camiası, birbirinden kıymetli Nur Talebeleri, her kesimden gence kapısı açık olan Menzil Cemaati, bir çok siyasetçimizin de tedrisatından geçtiği İskender Paşa Cemaati gibi birlikte hareket eden, ortak değerlere sahip, birbirine kardeş gibi sevip koruyan ve sahip çıkan, fedakar ve cefakar çok sayıda grup bulunmaktadır. Her birinin vakıfları, bu vakıflar bünyesinde gerçekleştirdikleri kültürel faaliyetleri vardır. Televizyon yayınları, radyoları, gazeteleri bulunmaktadır. Her bir camia kendi içinde kıyafetleri, zevkleri, üslupları, yaşam tarzları, dini yorumlama şekilleri tek bir yapı göstermektedir. Hatta öyle ki dış görünümüne, konuşma üslubuna, seçtiği kelimelere, kıyafet rengine hatta bıyık ve sakal modeline bakarak dahi hangi kişinin hangi cemaatten olduğunu anlayabilmek mümkündür. Tüm bunlarla birlikte, Süleymanlılar, Nur Talebeleri, Menzil cemaati, İsmail Ağa Camiası, İskender Paşa cemaati ve daha niceleri nasıl asla suç örgütü olarak görülemez ve değerlendirilemezse bizler için de suç örgütü ifadesinin kullanılması imkansızdır. Bu mümtaz cemaatlerin her birinin dini kendine göre farklı yorumlaması ve uygulaması, cemaat mensuplarının birbirleriyle ticaret yapmaları, birbirlerini koruyup kollamaları, aynı cemaat içinden evlilik yapmaları, düşünceleri doğrultusunda birlikte kültürel faaliyetler düzenlemeleri, vakitlerini birlikte geçirmeleri, aynı camide toplanıp aynı derneklerde bir araya gelmeleri nasıl suç olarak görülemezse bizlerin yaşantısında da suç olarak görülecek hiçbir yön yoktur. İnanıyoruz ki bizlere bu soruları yöneltenlerin bir çoğu da bu cemaatlerden herhangi birine mensup olmuştur ve bu gerçekleri bizden daha iyi bilmektedir.
1999 yılında da -28 Şubat döneminin getirdiği ortam içerisinde- camiamıza yapılan operasyon sonucunda günümüzdeki aynı iddialarla “SayınAdnan Oktar ve arkadaşlarının suç örgütü olduğu” iddia edilmişti.O zaman da şimdi olduğu gibi hiçbir hukuki dayanağı ve somut delili olmadığı halde “İslamcılık kisvesi altında bir suç örgütü oluşturulduğu … İslam dinini kendine göre yorumladığı … Dini kuralları kendilerince değiştirdikleri … Sundukları imkan ve cazibelerle ya da gerçekleştirdikleri şantaj, komplo ve tehditlerle insanları kendilerine tabi kılmaya çalıştıkları … bu kişileri cinsel ve ekonomik yönden sömürdükleri bunu gerçekleştirmek için de baskıcı yöntemler kullanıp insanları yıldırmaya, korkutmaya sindirmeye çalıştıkları …” gibi sayısız iftiraya dayalı isnatlar ortaya konulmuştu. Ancak yargılama süreci bu iddia ve isnatların geçersiz olduğunu gözler önüne serdi.İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/26 Esas ve 2007/7 Karar sayılı dosyası ile suç örgütü yöneticisi ve üyesi iddiaları ile yargılanan kişiler hakkında beraat kararı verildi.Bu karar kesinleşti. Böylece bugün olduğu gibi o zaman da hakkımızda öne sürülen güya suç örgütü olma, sözde şantaj ve tehditlerde bulunma, cinsel taciz ve tecavüz olaylarının olması, infak adı altında gelir elde edilmesi gibi asılsız ithamlar her yönüyle araştırıldı, incelendi, değerlendirildi ve sonuç olarak TÜM BUNLARIN SADECE İFTİRADAN İBARET OLDUĞU HUKUKEN ORTAYA KONULDU.
O dönemde de aleyhimizdeki ithamlar hem hukuki hem de ilmi olarak çeşitli makamlar, bilirkişiler ve kurullar tarafından da değerlendirilmiştir. Sunulan sayısız mütalaa ve konusunda uzman yetkililerin verdiği raporlar gerçeklerin bu iftiralarla uyumlu olmadığını ortaya koymuştur:
– Sayın Adnan Oktar’ın kitapları hakkında İlahiyat Fakülteleri’nin ve konusunda uzman din alimlerinin hazırladığı raporlar bu kitaplarda Kuran’a ve sünnete uygun olmayan tek bir husus dahi olmadığını belgelemiştir.
– Sözde örgüt evi olarak gösterilmeye çalışılan evlerimizde konuk ettiğimiz sayısız Bakan, Milletvekili, bürokrat, akademisyen, aydın ve Türkiye’nin önde gelen insanları hayatımıza şahit olduklarını, evlerimize defalarca geldiklerini, örgütsel hiçbir faaliyet görmediklerini Mahkemeye yazılı beyanlarıyla bildirmişlerdir. Devleti yöneten bilgi birikimine ve tecrübeye sahip bu kişilerin en ufak bir örgütsel tutumu gözlemleseler ya da tanık olsalar asla bizlerin evlerinde konuk olmayacakları aşikardır.
– Çok sayıda profesör ve hatta hukuk fakültesinin ceza ve ceza usul anabilim dalı hocalarının, TCK’nu hazırlayan kıymetli hukuk insanlarının, hocaların hocası olarak kabul edilen zatların dahi tamamının hazırlamış oldukları mütalaalar da “suçun olmadığını ve suç örgütüne yönelik şartların kesinlikle gerçekleşmediğini, bu nedenle de suç örgütünün oluşmadığını” hukuk açısından bilimsel olarak ortaya koymuştur. Dosyayla ilgili olarak Almanya, İngiltere, İtalya gibi ülkelerde hukuk eğitimi veren Profesörlerden alınan mütalalarda da camiamızın bir suç örgütü olamayacağı delilleriyle anlatılmıştır. Dosyamıza, bir suç örgütü olmadığımıza dair mütalaa sunan isimlerden bazıları şunlardır:
PROF. DR. ERSAN ŞEN, PROF. DR. MEHMET EMİN ARTUK, PROF. DR. AHMET GÖKÇEN, PROF DR. BAHRİ ÖZTÜRK, PROF. DR. ÜMİT KOCASAKAL, PROF. DR. ÇETİN ÖZEK, PROF. DR. DOĞAN SOYASLAN, PROF. DR. EROL CİHAN, PROF. DR. A. CANER YENİDÜNYA, PROF. DR. TURHAN TUFAN YÜCE, PROF. DR. UĞUR ALACAKAPTAN,
OXFORD ÜNİVERSİTESİ, ALMANYA KÖLN ÜNİVERSİTESİ, WASHİNGTON HUKUK KOLEJİ İNSAN HAKLARI MERKEZİ, ROMA ÜNİVERSİTESİ, BARİ ÜNİVERSİTESİ, İTALYA CAMERİNO ÜNİVERSİTESİ, İTALTA URBİNO ÜNİVERSİTESİ, CASSİNİ ÜNİVERSİTESİ, FERRARA ÜNİVERSİTESİ, İNDİANA ÜNİVERSİTESİ, ALMANYA MANHEİM ÜNİVERSİTESİ, PALERMO ÜNİVERSİTESİ, ALMANYA REGENSBURG ÜNİVERSİTESİ, AVUSTURYA SALZBURG ÜNİVRSİTESİ, ALMANYA TUBİNGEN ÜNİVERSİTESİ CEZA HUKUKU PROFESÖRLERİ,
“SINIR TANIMAYAN AVUKATLAR” İSİMLİ İNSAN HAKLARI ÖRGÜTÜ’NÜN İTALYA ŞUBESİ BAŞKANI PROF. AV. PAOLO IORIO BAŞTA OLMAK ÜZERE, ORDİNARİUS PROF. DR. WALTER GROP, İNGİLTERE “INSS OF COURT SCHOOL OF LAW” HUKUK EĞİTMENİ ADRIAN EVITTS, CEZA HUKUKU TULLIO GALLIANI.
Özetle, şu anda dosya kapsamında korkutma, zorlama ve yıldırmayla alınan gerçek dışı beyanlar haricinde tek bir somut delil bulunmamaktadır. O zaman olduğu gibi şimdi de bu iddiaların hukuki bir değeri yoktur. Bu, hukuki delillere dayanan bir suç örgütü davası değil, yerli ve milli olduğumuz için, Darwinizme ve materyalizme ilmi darbe indirdiğimiz için, Hükümetimizin ve Devletimizin yanında olduğumuz için, Müslümanların aydınlık yüzü olduğumuz için, İngiliz derin devletinin oyunlarını ifşa ettiğimiz için düzenlenen bir linç ve imha operasyonudur. Bu operasyon o zaman da başarılı olamamıştır, şimdi de başarılı olamayacaktır.
SORU –2–Aranızda hiyerarşik bir yapılanma var mı? Yargılananların duruşma salonunda Adnan Oktar’a gösterdikleri sevgi ve ilgi, verdikleri ifadelerde birbirlerine sevgilerini anlatmaları ve Adnan Oktar’a hürmetlerini dile getirmeleri ortada hiyerarşik bir yapılanma olduğu anlamına gelmez mi?
CEVAPLARIMIZ :
Her şeyden önce gerek eğitimimiz gerek içinde bulunduğumuz sosyal çevre, gerek kişiliklerimiz sebebiyle aramızda hiyerarşik bir yapılanma olması teknik olarak mümkün değildir. Bizleri tanıyan herkesin yakından bildiği bu gerçek yargılama süresince Mahkeme huzurunda da müşahade edilmiştir. Bizlerin herhangi bir kişiden talimat alması ya da bir insana talimat vermesi kabullenebileceğimiz bir durum değildir. Bizler talimatımızı sadece kendi vicdanlarından alan hür iradeye ve vicdana sahip insanlarız. Eğer bir iyilik yapmak için, Kuran ahlakını yaşamak için, güzel ahlak göstermek için talimat almamız gerektiği iddia ediliyorsa bu aslında bizlere yönelik bir nevi hakaret gibi olur. Bizlerin iman, vatan, millet için hizmetleri talimatların değil içimizden gelen coşkunun neticesidir. Üstelik birçoğumuz birbirimizi neredeyse bir ömür boyudur tanımaktadır. 30 yılı aşkın dostluğumuz içinde kimsenin kimseye Kuran’da bildirildiği gibi “takva dışında bir üstünlüğü yoktur.” Bu üstünlük de ancak Allah Katında ve takdirindedir. Bizler, “Allah yolunda kurşunla kaynatılmış gibi” birbirini çok seven ve değer veren kardeşleriz.Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin hikmetle ifade ettiği gibi, “Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyeti takınamaz” inancına sahibiz.
Sayın Adnan Oktar’a olan sevgimiz ve hürmetimiz ise her birimizin kendi hayatımızda bizzat şahit olduğumuz güzelliklere dayalı, içten gelen, engellenmesi ve durdurulması ise mümkün olmayan samimi bir duygudur. Bu, Adnan Oktar Bey'den yıllar boyunca gördüğümüz karşılıksız sevgi, ince düşünce, nezaket, saygı ve içtenlik; her durumda kendisinden önce hep Müslümanları düşünüyor olmasına binlerce defa tanık olmamız, hayatının her anına hakim olan müthiş fedakarlık, hamiyet ve akıl, Allah aşkı ve Allah korkusu, Kuran’a titizlik, insanları ısrarla hep iyiye ve güzelliğe çağırması, asla bir insandan vazgeçmemesi, hep sabırlı, şefkatli ve merhametli olması, her zaman sözün en güzelini söylemesi gibi yüzlerce somut delile dayalı, aklen ve kalben oturmuş bir sevgidir.Böyle samimi bir sevgi engel tanımaz. Dostların ve kardeşlerin birbirine sevgi göstermesi de yerle mekanla sınırlı olmaz. Mahkeme salonunda da olsak sarayda bir davette de bulunsak önceliğimiz her zaman sevdiklerimize ilgimiz, alakamız, güzel söz ve bakışlarımız, inceliğimiz, nezaketimizdir. Bizlerin Kuran’dan ve Peygamberimiz (sav)’in üstün ahlakından aldığımız ders budur. Dolayısıyla, Adnan Oktar Bey’e mahkeme salonunda gösterilen teveccüh herhangi bir hiyerarşinin değil, insanların büyük çoğunluğunun belki de hayatında hiç yaşamadığı o yüzden de gıpta ile izlediği coşkulu bir sevginin tezahürüdür. Kanunlarımıza göre ise sevgi suç değildir.
Bu güzel sevginin örnekleri Türk Siyasi hayatı içinde de çokça görülmektedir. Örneğin Sayın Turgut Özal, Sayın Süleyman Demirel, Sayın Erbakan Hocamız hep ehli tarik insanlardı. Sayın Cumhurbaşkanımız da ehli tarik bir insandır. Kendisinin sık sık tarikat ve cemaat büyüklerini ziyaret edip ellerini öpmesi, yanlarında hürmet ve saygı ile bulunması nasıl ki hiyerarşik bir yapılanma anlamı taşımıyorsa bizlerin sevgisinin de hiyerarşik bir yönü yoktur. Ak Partili birçok milletvekilimiz ve bakanımızın Menzil Cemaati başta olmak üzere çeşitli cemaatlere çok yakın olduğu bilinen bir gerçektir. Benzer şekilde bürokraside, akademide, devletin çeşitli kademelerinde çok sayıda ehli tarik insan vardır. Bilinen bazı hukukçu profesörlerimiz de ehli tariktir. Bu onların bir hiyerarşi içerisinde hareket ettiği ya da suç işlemek için ya da başka bir nedenle emir aldığı anlamına gelemez. Nasıl ki bazı devlet büyüklerimizin, siyasilerimizin, akademisyenlerimizin, hukukçularımızın farklı cemaatlerin mensubu olması hiyerarşik bir yapının içinde olmak şekliden değerlendirilemezse aynı şekilde Adnan Oktar ve bizler de bu anlayışa değerlendirilemeyiz.
Kaldı ki o mahkeme salonunda başka bir camia yargılanıyor olsa, örneğin Süleymanlılar grubunun davası söz konusu olsa aynı sevgi o camiadan kardeşlerimiz tarafından büyüklerine karşı da gösterilecektir. İsmailağa cemaati yargılanıyor olsa ve salona Mahmut Efendi Hz.leri girse haklı olarak kardeşlerimiz büyük bir hürmet göstereceklerdir. Bunu bir suç örgütü yapılanmasına özgü hiyerarşik bir tutum olarak algılamak en hafif tabiriyle imani sevgiyi bilmemekten kaynaklanıyor olabilir. Bunun yanı sıra bir üniversite hocası, bir sevilen bir hukuk profesörü bir toplantı salonuna girdiğinde nasıl talebeleri tarafından ilgiyle karşılanıyorsa, yıllarını insanlarım maneviyatına vermiş insanların da ilgi ve sevgiyle karşılanması olağandır.
Şunu da ifade etmek gerekir ki, katı hiyerarşinin olduğu ortamlarda sevgi olmaz. Sadece korku, dehşet, aklın dumura uğraması ve gerginlik olur. Adnan Oktar beye yönelik coşkulu sevgi ve ilgi ise tek başına bizlerin arasında hiyerarşik bir yapı olmadığının, bir ast üst ilişkisi bulunmadığının, talimatla hareket etmenin asla söz konusu olmadığının en açık ve net ispatıdır.
0 notes
em-pati · 5 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
HAYVAN HAKLARI  
Sevgili hayvan sever dostum, bloğuma hoş geldin!
Bugün seninle hayvan hakları hakkında konuşacağız.
Günümüzün en büyük problemlerinden biri, hayvanların hukukta ‘eşya’ olarak geçiyor olması. Ne yazık ki bir insanın hayvanı, hukukta malı olarak geçiyor. Bu durum, hayvanlara yapılan haksızlıklarda büyük sorunlara yol açıyor. Önceki yazımda empati konusundan bahsetmiştik. Empati yapabilmek için öncelikli olan şey, hayvanı bir canlı olarak görmektir. Hayvanı, bir eşya olarak gören kişi empati yeteneğinden yoksundur. Hayvan cinayeti ya da tecavüz durumlarında bile hayvanlar sırf eşya olarak görüldüğünden dolayı, onlara bu kötülüğü yapan kişiler hapis cezası almıyorlar. Arthur Schopenhauer’in de dediği gibi; ‘Hayvanlara karşı acımasız olan, iyi bir insan olamaz.’ Hayvan cinayetine sebep olan katiller, gün gelir insanların da canına göz dikerler. Hayvanlara kötü davranan kişilerin psikolojik tedavi görmesi şarttır. Ufak yaştan itibaren hayvana şiddete meyilli olan kişilerin ileride suça yatkın oldukları da bir gerçektir.  Üstelik hayvanı eşya olarak tanımlayan insanlar, hayvanın ticaretini yapmaktan da çekinmezler! İncindiğimiz ya da üzüldüğümüz zaman bizleri teselli eden, mutlu etmeye çalışan en sadık dostlarımız bu haksızlıkların hiçbirini hak etmiyorlar. Onların da insanlar gibi refah içerisinde yaşamaya hakları var. İnsanlardan tek bekledikleri bir kap mama, bir kap su, biraz sevgi, biraz da empati.
Mahatma Gandhi’nin de dediği gibi;  “Bir ulusun büyüklüğünü ve ahlaki gelişmişliğini, hayvanlara davranış biçiminden anlayabilirsiniz.’’ Hayvanlar da insanlar gibi acıyı hisseder ve aynı bizler gibi korkarlar. Ancak konuşamadıkları için bu gibi olayların çaresiz kurbanları olmak durumundadırlar. Bu nedenle, şiddete meyilli olan insanlar hayvanlara eziyet etmekten çekinmezler.
Sen de sessiz yavrularımızın sesi olmaya var mısın?
Hayvana yapılan suçların azaltılması adına ebeveynlerin çocuklarına küçük yaştan itibaren hayvan sevgisini aşılaması gerekmektedir. Hayvanlara ne kadar sevgi ve emek verirseniz karşılığını fazlasıyla alırsınız. Hayvan sevgisinin çocukların psikolojisinde olumlu yönde katkıları vardır. Yapılan araştırmalara göre hayvanlar, çocuklara empati yeteneğini aşılamaktadır. Hayvan sevgisinin günlük yaşamın stresini azaltmasının yanı sıra, bağışıklık sisteminin güçlenmesine, çocuklar üzerindeki iletişim becerisinin artmasına ve sorumluluk alma eğilimini geliştirmeye kadar faydalarını saymakla bitmez.
Sevgili hayvan sever okurum şunu unutma ki hayvanlardan insanlara asla zarar gelmez, yalnızca sevgi gelir. Sen de hayvanlara sevgini göster, haklarını koru ve daha güzel bir yaşama imzanı at.
0 notes
farekovucu · 8 years ago
Text
Fare Kovucu Cihaz
Fare kovucu ve haşere kovucu GX-011 sessiz ultrasonik ses teknolojisi ile fare ve haşere mücadelesi amacıyla kapalı ortamlarda kullanılmak üzere üretilmiştir.
Bir adet fare savar cihaz 300 m2 alanda etkilidir.
Fare kovucu ve haşere kovucu GX-011 direk prize takılarak kullanılabilir ve prizde 5 yıl hiç çıkarılmadan takılı kalabilir.
Ardiye,depo,mutfak,restaurant,cafe,fırın,market,fabrika,ev,iş yeri ve ofis gibi haşere ve are yok etmek istenilen her yerde kullanılabilir.
Fare savar ve haşere savar cihaz ultrasonik,elektronik,ışık dalgalı,ionik ve test özelliklerine sahiptir.
Ultrasonik hopörlör yeni haşere fare kovucu GX-011 modelinde daha büyük olup,ultrasonik ses dalgalarının gücü,seviyesi daha da arttırılmış ve geliştirilmiş yüksek teknolojik özelliklere sahiptir.
Ayrıca elektronik ve iyonik dalgalar ise fare kovucu cihaza eklenen ikinci bir hopörlörden çıkmaktadır.
Sadece fareler için değil kapalı ortamda oluşabilecek akrep,yılan,kertenkele,örümcek,solucan,böcek,hamam böceği gibi bir çok kemirgen hayvan ve haşereleri de fare kovucu cihazımız uzaklaştırmaktadır.
Fare savar cihazın başka bir önemli özelliği ise işitme gücü az olan veya hiç olmayan fare ve haşereleri de uzaklaştırılması düşünüldüğünden,haşerelerin direk sinir sistemlerine etki ederek onları hareketsiz hale getirmektedir.
Ayrıca GX-011 ultrasonik fare kovucu yaydığı titreşimli dalgalar duvarın belli bir kısım içine de girebilerek duvarın içinde yuvalanmış böcek ve haşereleri rahatsız ederek onları dışarı atacak ve ortamı terk etmesini sağlamaktadır.
1.Teknolojik Özellik: Ultrasonik Kovucu Özelliği
Üzerinde bulunan Umi düğmeleri ultrasonik dalgaların üretildiği ve cihazın ultrasonik dalgalarla çalıştığı bölümdür.
Umi 1 düğmesinde 40khz.- 60khz. arasında değişken ultrasonik dalgalar yayar.
Umi II düğmesinde ise 22 khz.-40 khz. arasında değişken ultrasonik dalgalar yayar.
2.Teknik Özellik: Elektronik Kovucu Özelliği
Elektronik dalga titreşimli ses dalgası olup,duvarların içinde bulunan haşereleri yuvalarından dahi çıkarıp kovabilmesidir.Elektronik dalgalar duvar içine kadar geçerek hayvanları yuvalarında dahi rahatsız eder.
3. Teknik Özellik:Işık Dalgalı Kovucu Özelliği
Ultrasonik kovucu özellikle gece veya karanlık bölgeler gibi tenha ortamlarda daha çok ortaya çıkan fare ve haşereleri ışık dalgaları ile de rahatsız ederek korkutur ve ortamdan uzaklaştırır.
4. Teknik Özellik: İonic Hava Temizleme Özelliği
İonik dalga ortamdaki havayı temizleyerek haşere ve fare ile mücadele için daha fazla iyon üretmektedir. Bu yoğun iyonlar sayesinde ortamın havası temizlenmekle beraber fare ve haşerelerin o ortamda bulunması için gerekli olan besin kaynaklarından gelen kokuların engellenmesi sağlanır.
5.Teknik Özellik: Gece Görüş Özelliği
Ultrasonik fare ve haşere kovucu GX-011 üzerindeki led ışığı ile karanlıkta yönünüzü bulmanıza yardımcı olur.
Tüm bu yukarıda açıkladığımız özelliklerin seçeceğiniz bir tanesini kullanacağınız gibi hepsini de aktif ederek kullanabilirsiniz.
6.Teknik Özellik:
Ultrasonik kovucu cihazın üzerinde ''TEST'' butonu bulunmaktadır.Bu buton cihazın çalışmasını test etmek için kullanılır.
Ek:
-Türkçe Kullanma Klavuzu
-Garanti Belgesi
Ebatlar: 8.5x9.5x14.5 cm.
Çıkış Voltajı: 220 volt 50/60 hz.
Çıkış Gücü: 4 watt
GX ULTRASONİK KOVUCU ÜRÜNLER FİRMAMIZIN İTHALATI OLUP,HER TÜRLÜ HAKLARI FİRMAMIZ ADINA PATENTLİDİR.
TAKLİTLERİNDEN SAKININIZ! GX TURKİYE...
1 note · View note
kalbimuzdarip · 8 years ago
Quote
Veda Hutbesi Bismillahirrahmanirrahim "Ey insanlar! "Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha bulusamiyacagim. "Insanlar! "Bugünleriniz nasil mukaddes bir gün ise, bu aylariniz nasil mukaddes bir ay ise, bu sehriniz (Mekke) nasil mübarek bir sehir ise, canlariniz, malariniz, namuslariniz da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmustur. "Ashabim! "Muhakkak Rabbinize kavusacaksiniz. O'da sizi yapti olayi sorguya cekecektir. Sakin benden sonra eski sapikliklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayiniz! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulastirsin. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunlari daha iyi anlayan birisine ulastirmis olur. "Ashabim! "Kimin yaninda bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her cesidi kalidirilmistir. Allah böyle hükmetmistir. Ilk kaldirdigim faiz de Abdulmutallib'in oglu (amcam) Abbas'in faizidir. Lakin anaparaniz size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme ugrayiniz. "Ashabim!" "Dikkat ediniz, Cahiliyeden kalma bütün adetler kaldirilmistir, ayagimin altindadir. Cahiliye devrinde güdülen kan davalari da tamamen kaldirilmistir. Kaldirdigim ilk kan davasi Abdulmuttalib'in torunu Iyas bin Rabia'nin kan davasidir. "Ey insanlar! "Muhakkak ki, seytean su topraginizda kendisine tapinmaktan tamamen ümidini kesmistir. Fakat siz bunun disinda ufak tefek islerinizde ona uyarsaniz, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak icin bunlardan da sakininiz. "Ey insanlar! "Kadinlarin haklarini gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanizi tavsiye ederim. Siz kadinlari, Allah'in emaneti olarak aldiniz ve onlarin namusunu kendinize Allah'in emriyle helal kildiniz. Sizin kadinlar üzerinde hakkiniz, kadinlarin da sizin üzerinizde hakki vardir. Sizin kadinlar üzerindeki hakkinizi; yataginizi hic kimseye cignetmemeleri, hoslanmadiginiz kimseleri izininiz olmadikca evlerinize almamalaridir. Eger gelmesine müsade etmediginiz bir kimseyi evinize alirlarsa, Allah, size onlarin yataklarinda yalniz burakmaniza ve daha olmasza hafifce dövüp sakindirmaniza izin vermistir. Kadinlarin da sizin üzerinizdeki haklari, mesru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir. "Ey mü'minler! "Size iki emanet burakiyorum, onlara sarilip uydukca yolunuzu hic sasirmazsiniz. O emanetler, Allah'in kitabi Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin (a.s.m) sünnetidir. "Mü'minler! "Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanin kardesidir ve böylece bütün Müslümanlar kardestirler. Bir Müslümana kardesinin kani da, mali da helal olmaz. Fakat malini gönül hoslugu ile vermisse o baskadir. "Ey insanlar! "Cenab-i Hakk her hak sahibine hakkini vermistir. Her insanin mirastan hissesini ayirmistir. Mirasciya vasiyet etmeye lüzüm yoktur. Cocuk kimin döseginde dogmussa ona aittir. Zina eden kimse icin mahrumiyet vardir. Babasindan baskasina ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden baskasina intisaba kalkan köle, Allah'in, meleklerinin ve bütün insanlarin lanetine ugrasin. Cenab-i Hakk, bu gibi insanlarin ne tevbelerini, ne de adalet ve sehadetlerini kabul eder. "Ey insanlar! "Rabbiniz birdir. Babaniz da birdir. Hepiniz Adem'in cocuklarisiniz, Adem ise topraktandir. Arabin Arap olmayana, Arap olmayanin da Araap üzerine üstünlügü olmadigi gibi; kirmizi tenlinin siyah üzerine, siyahin da kirmizi tenli üzerinde bir üstünlügü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadir. Allah yaninda en kiymetli olaniniz O'ndan en cok korkaninizdir. "Azasi kesik siyahî bir köle basinza amir olarak tayin edilse, sizi Allah'in kitabi ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz. "Suclu kendi sucundan baskasi ile suclanamaz. Baba, oglunun sucu üzerine, oglu da babasinin sucu üzerine suclanamaz. "Dikkat ediniz! Su dört seyi kesinlikle yapmaycaksiniz: Allah'a hicbir seyi ortak kosmayacaksiniz. Allah'in haram ve dokunulmaz kildigi cani, haksiz yere öldürmeyeceksiniz. Zina etmeyeceksiniz. Hirsizlik yapmayacaksiniiz.. "Insanlar Lâilahe illallah deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emrolundum. Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarini ve mallarini korumus olurlar. Hesaplari ise Allah'a aittir. "Insanlar! "Yarin beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?" Saheb-i Kiram birden söyle dediler: "Allah'in elciligini ifa ettiniz, vazifenizi hakkiyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatta bulundunuz, diye sehadet ederiz!" Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) sehadet parmagini kaldirdi, sonra da cemaatin üzerine cevirip indirdi ve söyle buyurdu: "Sahid ol, yâ Rab! Sahid ol, yâ Rab! Sahid ol, yâ Rab!"
1 note · View note
umuttherzamanvar · 3 months ago
Text
Tumblr media
KALPLERİN KEŞFİ (GAZÂLÎ)
96.ERKEĞİN KARISI ÜZERİNDEKİ HAKLARI
Bu mevzuda söylenebilecek olan sözün özü şudur:
Nikäh bir çeşit bağlılıktır; Kadın erkeğin canyesidir. Buna göre kadın, kocasının;
mahiyeti günäh olmayan her emrine kayıtsız şartsız olarak uymak zorundadir.
Erkeğin haklarina saygı gösterilmesi konusunda bir çok hadisler vardir.
Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
Kocası kendisinden hoşnut bir halde ölen kadın. Cennet'e girer.>>>
Peygamber'imiz zamaninda adamın biri bir yolculuğa çıkarken karısına evin üst
katindan alt katina inmemesini tembih eder. Kadının babası alt katta oturmaktadir.
Adam hastalanır.
Kadin birini Peygamber'imize göndererek evin alt katina inip babasını görmeye izin ister. Peygamber'imiz
«Kocanın emrine uy diye haber gönderir.
Bu orada kadının babasi ölür. Kadın yine alt kata inmek için Peygamberimizden izin ister. Peygamber'imiz tekrar «Kocanin emrine uy» diye haber gönderir. Kadının babasi toprağa verildikten sonra Peygamber'imiz ona, kocasının emrine uyduğu için Allah'ın, babasını afvettiğini bildirir.
ERKEGIN KARISI ÜZERİNDEKI KAKLARI:
Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
"Kadin, farz namazlarini kılınca. Ramazan Orucunu tutunca, ırzını koruyunca ve kocasının emrine uyunca, Rabbi'nin Cennetine girer."
Görülüyor ki. Peygamber'imiz kocanın emrine uymayı . Islâm'in temel sartları ile
birlikte zikretmişti.
Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
-Hamile olan, çocuk doğuran, çocuk emziren ve çocuklarina sefkatle bakan kadınlar, eğer kocalarına itaatsizlik etmezlerse, namaz kılanları Cennete girer.>>
Peygamber'imiz
Bana Cehennem gösterildi. Cehennemliklerin çoğunu kadınların meydana getirdiğini gördüm. buyurdu.
Kadınlar
«Ne yüzden ya Rasülallah diye sordular.
Peygamberimiz Cok lanet okuduklari ve iyi geçimli kocalarina karşı nankörlük ettikleri için diye cevap verdi.
Diger bir hadiste Peygamberimiz
Cennet bana gösterilince oradakilerin arasinda kadinlarin azınlıkta olduğunu gördüm.
Kadinlar nerede? diye sorunca Cebrail (A.S.) Bana: «Altın ve parlak boyalar onlari alakoydu diye cevap verdi.>>
Hz. Ayse buyurur ki:
Bir gün evlilik çağına Varmış genç bir kız Peygamberimize gelerek
Yå Rasülallah
evlenmekten korkuyorum, kocanın kadın üzerindeki haklari nelerdir? diye sordu. Peygamber'imiz de ona
yine hakkını ödeyemezsin diye cevap verdi.
Eğer onun vücudu tepeden tırnağa irin olsa da onu dilin ile yalayip temizlesen bile
Genç kız bunun üzerine O halde evlenmeyeyim mi diye sordu.
Peygamberimiz <Hayır, ne münasebet, evlen, çünki o daha hayırlıdır diye cevap verdi.
Ibni Abbas buyurur ki;
Hasam kabilesinden bir kadın Peygamber'imize gelerek
Ya Rasülallah ben dul bir kadınım, evlenmek istiyorum, koca haklari nelerdir
diye sordu.
Peygamber'imiz ona şu cevabi verdi:
Kocanin karisi üzerindeki başlıca haklan sunlardir:
1- Kocası kadın ile yatmak isteyince kadin deve sırtında bile olsa onu
reddetmemelidir.
2- Kocasinin evinden, onun iznini almadan hiç bir şey vermemesidir, eğer
verirse sevabi kocasının, günahi ise onun olur.
3- Kocasinin iznini almadan nafile oruç tutmamasıdır.
Eğer tutarsa sådece açlık
ve susuzluk çekmis olur, hiç bir sevabi olmaz.
4- Eğer kocasindan izinsiz, evden çıkarsa eve dönünceye veya yaptığına tevbe
edinceye kadar melekler ona lanet eder.
Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
-Bir insanin diğer insana secde etmesini emretseydim, karisi üzerindeki hakkinin öneminden dolayi, kadinin kocasina secde etmesini emrederdim.>>>
Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
-Kadinin Rabb'inin Rizāsi'na en yakin durumu evinin dört duvari arasinda bulunduğu zamandir.
Evinin dört duvarı arasinda kıldığı namaz, camide kılacağı namazdan, odasinda kıldığı gibi namaz, evinin diger her hangi bir yerinde kılacağı namazdan ve iç odasinda kılacağı namaz, odasinda kilacagi namazdan daha faziletlidir.
Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
-Kadin avrettir. Dışarıya çıkınca onu seytan gözetler.>
Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
-Kadinin on tane avret yeri vardır.
Evlenince kocasi bir avret yerini,
ölünce toprak bütün avret yerlerini örter.>>>
Biri namusunu korumak ve örtmek öbürü de ihtiyaci dışında kocasindan bir talebde bulunmamasi ve onu haram yollar ile kazanç sağlamaktan alakoymasidir. Ilk müslüman kadinlarin hälleri böyle idi.
Kadinlar kocalarini ve kizlar babalarini dışarıya uğurlarlarken onlara Sakin haram kazançlara sapma.
Biz açlık ve sıkıntıya dayanırız, ama cehenneme dayanamayiz derlerdi.
Buna göre erkeğin eşi üzerinde bir çok haklari verdir. Baslicaları ikidir.
Ilk müslümanlardan bir erkek, bir yolculuğa niyetlenir. Komşuları yola çikmasini doğru bulmazlar.
Karısına
«Kocanin yolculuga çikmasina niye razi oluyorsun? Halbuki sana nafaka birakmadi» derler. Kadin komşularına şu cevabi verir.
Kocami bildim bileli rızık verici olarak değil, yiyici olarak tanıdım.
Benim rızkımı veren Rabbim var.
Şimdi yiyici gidiyor, fakat rızıklandırıcı bakidir.»
Ismail'in kizi Râbia Hatun Ahmed ibni Ebül Havariye evlilik teklif eder.
Fakat Ahmed ibadet ile meşgul olduğu için: Ben, kendi halim ile meşgul olduğumdan kadinlara karşı arzu duymuyorum. diyerek bu teklife yanaşmaz.
Rabia' da ona «Ben de kendi hâlimle senden daha meşgulüm.
Cinsi arzum yok.
Fakat kocamdan bana yüklü bir miras kaldı.
Bu mali din kardeşlerine dağıtarak senin vasıtan ile sâlihleri tanımak ve kendime Allah'a giden bir yol hazirlamak istedim diye cevap verdi.
Rabia'nin bu cevabi üzerine Ahmed Hocama danışayım dedi ve Ebû Süleyman- üd Darani'ye gitti:
(Hadisenin devamini Ahmed'den dinleyelim):
Hocam; «Dostlarimizdan kim evlendi ise bozuldu diyerek daha önce evlenmeme karşı çıkardı.
Fakat, Rabia'nin söylediği sözleri duyuna bana «Onun ile evlen, çünkü o bir Allah Dostudur.
Bu söz Sıddıklarin söyleyebileceği bir sözdür. dedi.
Råbia ile evlendim. Evimizde kerpiçten bir bölme vardi. Yemekten sonra hemen çikmak isteyenlerin el yikamasi yüzünden yıkıldı. Yemekten sonra ellerini sabunla yikayanlar buna dahil degildir, üzerine üç sefer evlendim.
O bana helâlinden yedirir, güzel kokular sürer ve Simdi haydi öbür eslerinin yanina kuvvetli olarak git derdi.
Sam'li olan bu Râbia. Basrali Râbia-ül Adeviye'ye benzerdi.
Kadinin kocasina karşı olan vazifelerinden birisi de, malini israf etmemesi, daha doğrusu onu korumasidir.
Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
-Kadinin, kocasinin iznini almaksizin onun evinden yiyecek bir sey vermesi helâl degildir.
Sadece bozulmasindan endise edilebilecek sulu yemek müstesna.
Eğer kocasinin izni ile yemek yedirirse kocasinin mükafati kadar mükafat kazanir.
Eger onun iznini almaksizin yemek verirse, mükafati Kocasinin, günahi ise kendisinin üzerine olur.»
Kadinin ana babasina düsen vazifeler de vardir.
Bunlarin en önemlisi kizlarina kocasi ile iyi geçinmeyi ögretmeleridir.
Nitekim, bildirildigine göre. Haricet-ül Ferazî'nn kizi Esma, kizini evlendirirken ona söyle der:
<Sen içinde yetiştiğin yuvadan çıkıp tanımadığın bir yatağa giriyor ve bilmedigin
bir arkadasa varıyorsun .
Sen ona yer ol ki, o da sana gök olsun.
Sen ona dösek ol ki, o da sana direk olsun.
Sen ona köle ol ki, o da sana kul olsun.
Onu hic bir zaman gücendirme ki seni üzmesin. Ondan uzak kalma ki, seni unutmasin.
Sana sokulursa sen de ona yaklas.
Senden kaçarsa, sen de ondan uzak dur.
Burnunu, kulağını ve gözünü muhafaza et, senden yalniz güzel koku alsin, sadece güzel söz duysun ve sırf güzel sey görsün.»
Şäirin biri karısına şöyle seslenir:
«Kusurlarımı görmezlikten gelki. Sevgimin devamlılığını
sağlayasin.
Kızdığım zaman beni daha da öfkelendirecek söz söyleme.
Tef çalar gibi işin aslını ögrenmeden beni tefe koyma.
Çünki isin iç yüzünün ne olduğunu bilemezsin.
Arzuna kapilip aşırı sekilde yakinma ki.
Kalbim senden uzaklasir, cünki kalbler değişir.
Benim görüsüme göre sevgi ve sıkıntı bir kalbde biraraya gelirse.
Sevgi durmaz, gider.>>
#İMÂMI #GAZÂLİ
#KALPLERİN #KEŞFİ
#MÜKÂŞEFETÜ'L-#KULÜB
#KOCANIN #KADIN #ÜZERİNDEKİ #HAKLARI
1 note · View note
islamievlilikfan · 6 years ago
Text
İslam’da Karısının Kocası Üzerinde Hakları Nelerdir?
New Post has been published on https://www.islamievlilik.net/islamda-karisinin-kocasi-uzerinde-haklari-nelerdir/
İslam’da Karısının Kocası Üzerinde Hakları Nelerdir?
İslam’da Karısının Kocası Üzerinde Hakları Nelerdir?
  Kur’an-ı Kerim erkeklerin eşlerine karşı daha güzel, iyi bir ilişki kurmalarını emretmektedir. Aile meseleleri karşılıklı konuşma, güzellik, karşılıklı anlayış, iyilik gibi esaslara göre yürütülmelidir. İslam dininin kurulmasını istediği aile bireylerinin birbiriyle arasının iyi olması da gerekmektedir. Kadının erkek üzerindeki hakları listeside mevcuttur. Karşılıklı anlayış, sevgi, fedakarlık ve saygı esaslarına dayanan aile İslam dininde uygundur. İslami ilkelere uyulması gerekmektedir. Kocaların eşlerine karşı yumuşak davranması, kaba saba hareketlerden kaçınması gerekmektedir. Peygamber Efendimizi örnek almalıdır.
  İslam’a Göre Karı Koca Hakları
  Peygamber Efendimiz eşleriyle iyi geçinmiş, onların bazı davranışlarına tahammül etmiştir. Evlilik kurumu karı ve koca arasında beraber yaşama, karşılıklı yardımlaşmaya dayalı bir kurumdur. Evlilikte çiftlerin birbirine karşı sorumlulukları unutulmamalıdır. Kocalar eşlerini, ailesini her türlü sıkıntıya karşı korumalıdır. Kadının kocası üzerindeki hakları bilinmelidir. Kadının hakları bilinerek İslam’a göre yerine getirilmelidir. Eşler birbirlerinin kriterlerini evlilikten önce belirlemelidir. Ailenin haysiyeti, şerefi için de koruyucu tedbirlerin alınması kocanın sorumluluğunda olmalıdır.
  Evlilik Hayatı Nasıl Olmalıdır?
  İslam hükümlerine göre evlenmesinde sorun olmayan kadınla erkeğin şahitlerin önünde rızalarını ifade etmesiyle nikah kıyılmaktadır. Resmi ve dini nikah ardından evlilik geçerli olmaktadır. Kadınların kocalarından beklentileri de bulunmaktadır. Kadının kocası üzerindeki cinsel haklarıda oldukça fazladır. Kadınlar evlilikten beklentilerini evliliğin başında eşlerine iletmelidir. Kadınların evlenirken ağırlığını koyarak istediği miktarda mehir alması gerekmektedir. Kendi sosyal güvenliğini, hayat garantisini sağlaması da mehir olmaktadır. Erkekler evde hanımı ile şakalaşmak, eğlenmek, eşini de eğlendirmek zorundadır.
  İslam ve Evlilik
  Kocaların karılarını cinsel açıdan tatmin etme görevi de bulunmaktadır. Kadınların tedavisi, ilaç harcamaları, nafakaları da kocalarına aittir. Kadınların peşin olarak mehrini alması, ardından kendisini erkeğe teslim etme hakkı da vardır. Duruma göre kadınlar kocasından da hizmetli isteyebilir.  Kadının kocasının kazancındaki hakkıda oldukça fazladır. Kadının kocasının maaşından da alacağı hakları vardır. Erkekler imkanları ölçüsünde eşlerinin taleplerini yerine getirmelidir. Hizmetçi ücreti kocaya aittir. Kadın kocasının yakınlarını istemezse kocası onu müstakil evde oturtmak zorundadır.
0 notes
kentdenizlicom-blog · 7 years ago
Photo
Tumblr media
KentDenizli.com sizler için yeni bir haber hazırladı: https://www.kentdenizli.com/milletvekili-arslanemekli-nefes-alacak-yaslilar-huzur-bulacak.html
Milletvekili Arslan:“Emekli Nefes Alacak, Yaşlılar Huzur Bulacak”
Tumblr media
CHP Denizli Milletvekili ve 27. Dönem Adayı Kazım Arslan, seçim çalışmalarını Tavas ilçesinde sürdürdü. Tavas CHP İlçe örgütüyle birlikte mahallelerde çalışan Arslan, ilçe merkezinde görüştüğü emekli ve yaşlı hemşehrilerine CHP’nin emekli ve yaşlılarla ilgili çok önemli olan yeni projelerini anlattı. Milletvekili Adayı Kazım Arslan, “Çalışırken kazanamayan vatandaş emekliliğinde açlık sınırının altındaki şartlarda yaşamaya zorlanıyor. Rantiyeye değil emekliye, yandaşa değil yaşlıya iyi bakan bir ekonomi için projelerimiz hazır” dedi.
Milletvekili Adayı Kazım Arslan, CHP’nin emekliler ve yaşlılar için üretttiği yeni refah modelini şöyle açıkladı:
“Türkiye ekonomisinin ana gövdesini oluşturan çalışanların, emeklilerin ve yoksul halkımızın ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir refah ortamını 16 yıl boyunca yaratmadılar. Çalışırken kazanamayan vatandaş emekliliğinde de açlık sınırının altındaki şartlarda yaşamaya zorlanıyor. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Bir yanda Saray’da şahşahalı yaşayan bir yönetim, diğer yanda açlık sınırının altında ezilen emekli…
Rantiyeye değil emekliye, yandaşa değil yaşlıya iyi bakan bir ekonomi için projelerimiz hazır.
EMEKLİYE 2 MAAŞ İKRAMİYE GELİYOR
Yılda 2000 TL ikramiye yetmez, Dolar ve Euro karşısında o para kısa sürede erir gider. Biz emeklilere Ramazan ve Kurban bayramlarında birer maaş ikramiye vereceğiz. 1 Ocak 2019’dan itibaren en düşük emekli maaşını 1.500 TL yapacağız. Emekli maaşları ve ikramiyelerinin belirlenmesinde kamu görevlilerine yapılan tüm ek ödemeleri hesaba katacağız. Tüm kamu personeli ve emeklilerin ücret artışlarını belirlerken sadece enflasyonu değil, büyümeden kaynaklı refah payını da tam olarak dahil edeceğiz. Emeklilere milli gelir artışından refah payı vereceğiz. Emeklilerin geçmişteki refah payı kayıplarını tazmin edecek bir intibak yasası çıkaracağız. Emekli banka promosyonlarını kamu çalışanları ile aynı orana yükselteceğiz.
EMEKLİNİN SOSYAL HAKLARI GENİŞLEYECEK
Emekliler için muayene ve ilaç katılım paylarını ve fark ücretlerini kaldıracağız. Bağ-Kur ve Tarım Bağ-Kur’lulara, 2008 yılı öncesinde vergi kaydı, şirket ortaklığı veya ziraat odalarına kayıtlı oldukları süreler için de borçlanma hakkı tanıyacağız. Gazilere ikinci iş hakkı ve 3000 günde emeklilik hakkı vereceğiz. Bireysel Emeklilik Sigortası’nda devletin katkısını kadınlar için 3’e çıkaracağız. Tehlikeli iş kollarında çalışanlar ve fiili hizmet süresi zammından yararlananların emeklilik gün sayılarına getirilen sınırlamaları kaldıracağız. Şoförleri fiili hizmet süresi zammı yani yıpranma payı kapsamına alarak erken emekli hakkından yararlandıracağız.
Sağlık çalışanlarının emekli maaşlarını yüksek düzey kamu personeli emekli maaşı seviyesine getireceğiz. Emeklilikte yaşa takılanların çok büyük mağduriyeti var, bunu gidereceğiz. Emeklilerin sağlık hizmeti almak için prim ödeme zorunluluğunu kaldıracağız. Kaybedilmiş emeklilik haklarının yeniden tanınması için acil bir yasa çıkaracağız.
Emeklilerin yurtdışından getirdikleri araçların Türkiye’de kalış süresini 2 yıldan 5 yıla çıkaracağız. Emeklilerimizin maaşlarının kamu bankalarının yurt dışı şubelerine yatırılmasına olanak tanıyacağız.
YAŞLILAR HUZURA KAVUŞACAK
Yaşlılarımız toplumdan uzaklaştırılmayacak, sosyal adalete dayalı kuracağımız şehirlerin merkezinde yer bulacak. Emekli maddi güce kavuşacak, sosyal çevrelerini genişletecek çalışmalar yapılacak. Son yıllarda haksız olarak aylığı kesilen yaşlılarımıza aylıklarını yeniden bağlayacağız. Tüm yaşlılarımızı sağlık güvencesine kavuşturacağız. Yeterli sayı ve kalitede yaşlı bakım evleri ve huzurevleri açacak ve evde bakım ve destek hizmetlerinin kalitesini artıracağız.
DEVLET ARTIK YAŞLISINI MAĞDUR ETMEYECEK
65 yaş üzerindeki herkes kültür, sanat ve spor etkinliklerinden ücretsiz yararlanacak. Sosyal tesis olanakları bulunmayan meslek grupları için yeni tesisler yapacağız. Turizm Bakanlığı ve TÜRSAB iş birliğiyle gerçekleştirilecek projelerle emeklilerimize makul ücretlerle gezi ve tatil olanağı sağlayacağız. Evde herkes çalışıyorsa, bakıma muhtaç yurttaşlarımızın gündüz yaşlı bakım hizmetlerinden ücretsiz faydalanmalarını sağlayacağız. Evde bakım hizmeti sunulmasında hane gelirini değil, sadece yaşlımızın kendi gelirini dikkate alacağız. Yaşlılara sunulan temel sağlık hizmetlerinden katılım payı almayacağız. Önleyici sağlık hizmetleri ile erken tanı ve tedavi hizmetlerinin sunulduğu yaşlılık (GERİATRİ) hastaneleri kuracağız.
0 notes
aleyna-yilmaz-blog1 · 7 years ago
Text
MÜSLÜMANIN BİRBİRİ ÜZERİNDEKİ 5 HAKKI
Tumblr media
Müslümanların birbirlerine karşı yerine getirmeleri gereken bir takım hak ve vazifeleri vardır. Bu hak ve vazifeler, maddî ve mânevî alanda olabilir. Bunların yerine getirilmesi veya getirilmemesi durumunda doğacak mükâfat ve sorumluluklar da dünyevî veya uhrevî müeyyideler olarak karşımıza çıkar. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selâmı almak, hastayı ziyaret etmek,  cenazeye iştirak etmek, dâvete icabet etmek, aksırana “yerhamukellah” demek.” (Buhârî, Cenâiz 2; Müslim, Selâm 4. Ayrıca bk. İbn Mâce, Cenâiz 1) Müslim’in bir başka rivayeti şöyledir: “Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır: Karşılaştığın zaman selâm ver, seni dâvet ederse git, senden nasihat isterse nasihat et, aksırınca Allah’a hamdederse yerhamukellah de, hastalandığında onu ziyaret et, öldüğü zaman cenazesinin ardından git.” (Müslim, Selâm 5) MÜSLÜMANLARIN BİRBİRLERİ ÜZERİNDEKİ HAKLARI Müslümanların birbirlerine karşı yerine getirmeleri gereken bir takım hak ve vazifeleri vardır. Bu hak ve vazifeler, maddî ve mânevî alanda olabilir. Bunların yerine getirilmesi veya getirilmemesi durumunda doğacak mükâfat ve sorumluluklar da dünyevî veya uhrevî müeyyideler olarak karşımıza çıkar. Fertlerin ve toplumların eğitiminde, dünyevî müeyyide-ler kadar, hatta ondan daha önemli ve daha tesirli olmak üzere manevî müeyyidelerin değeri vardır. Çünkü insanlar, herhangi bir şekilde işledikleri suçları gizleyebilir ve neticede dünyalık müeyyidelerden kurtulabilirler. Fakat âhiret inancına ve işlediği her işin Allah tarafından bilindiği, karşılığının da hesap gününde verileceği itikadına sahip olan bir kimse, nerede olursa olsun kötülük yapmaz, suç işlemez. Böylece İslâm dini, müntesiplerine, dünya hayatında yaptıkları iyi veya kötü her işin karşılığını âhirette görecekleri inancını güçlü bir müeyyide olarak öğretir ve bunu kabul etmeyenin mü’min olamayacağını bildirir. İSLAM TOPLUMUNUN MANEVİ DİNAMİKLERİ İslâm’ın başka sistemlere üstünlüğü, inananlar için hem dünya hem âhiret sorumluluğu ve müeyyidesi getirmiş olmasıdır. Beşeri sistemler, en mükemmel kanunları yapıp, en modern tedbirleri alsalar ve en caydırıcı cezaları da koysalar, bunların hiçbiri ilâhî müeyyidenin yerini tutmaz. Tutmadığı ve tutamayacağı tarihte görüldüğü gibi günümüzde yaşanmaktadır. Dünün ve bugünün tecrübesi, yarının da farklı olmayacağının delilidir. İyi mü’minlerden oluşan bir toplumda, suçların ve suçluların oranının yok denecek kadar az olduğu yine tarihin bizler için belgeleyip gözlerimizin önüne serdiği bir gerçektir. Günümüzde de, İslâm’ı fert planında yaşayan kesimlerde suçluluk oranının hemen hemen yok derecesinde oluşu, konuyla ilgilenen herkesin ciddiyetle üzerinde durması gereken evrensel bir hakikattır. Hadisimizde konu edilen haklar, öncelikle toplumun mânevi dinamikleriyle ilgilidir. Çünkü bunların hiç birinin, yapılmaması halinde dünyalık bir cezası, bir müeyyidesi yoktur. Fakat İslâm toplumunun maddî dinamikleri de manevi hassasiyetleri üzerine oturur. Burada sayılanların herbiri, iyi insan, iyi müslüman olmanın, beşerî münasebetleri en üst seviyede tutmanın, kardeşliğin, dostluğun, yardımlaşmanın, sevinci ve kederi paylaşmanın, şefkat ve merhamet toplumu olmanın temel unsurlarıdır. MÜSLÜMANIN PAROLASI SELAMDIR Selâm, müslümanlar için âdeta bir paroladır. Karşılaştıkları zaman aralarındaki ilk söz selâmdır. “Önce selâm, sonra kelâm” atasözümüz bu prensibi ifade eder. Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır. Allah Teâlâ “Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selâm verin veya ayniyle mukabele edin” buyurur. Selâmın en azı, “esselamü aleyküm” demektir. Bundan daha üstünü ise “esselâmü aleyküm ve rahmetullah” dır. Daha da uzatılıp “ve berakâtüh” ilave edilebilir. Fakat “selâmün aleyküm” demek bile kâfidir. Kendisine selâm verilen kimse “ve aleykümüsselâm” diyerek karşılık verir. Selâm almanın en kısası budur. Verirken olduğu gibi alırken de daha artırılabilir. Bu takdirde “ve aleykümüsselam ve rahmetullah ve berakâtüh” denilir. Fakat sadece “aleykümselâm” demekle de selâma karşılık verilmiş olur. Kendisine selâm verilen tek kişi ise, selâmı alması farz-ı ayndır. Topluluğa selâm verildiğinde, içlerinden birinin veya bir kısmının selâmı alması ise farz-ı kifâyedir. Böylece diğerlerinin üzerinden farz sâkıt olur. Selâm, müminlerin birbirine duası ve iyilik temennisidir. “Allah’ın koruması altında olasınız” veya “Selâmet, esenlik sizin üzerinize olsun ve sizden ayrılmasın” anlamlarına gelir. Selâm konusu kitabımızın ilgili bölümünde (bk. 846-870 numaralı hadisler) etraflıca ele alınacaktır. HASTA KARDEŞİNİ ZİYARET ETMEK Hastalık ve sağlık biz insanlar içindir. İnsanın her anı aynı değildir. Dinimiz sağlığa büyük önem verir. Fakat her şeye rağmen insan her zaman aynı sıhhat üzere olmaz, hastalanabilir. Peygamberler bile çeşitli hastalıklara düçâr olmuşlardır. Bu sebeple müslümanlar, hastalığı Allah’ın bir imtihanı olarak kabul ederler. Hastalıklar çeşit çeşittir ve her hastalığın şiddeti farklı derecededir. Hastalanan insanın neş’esi gider, üzüntüsü, sıkıntı ve kederi artar, sabrı zorlanır. Hastalık insan bünyesini sarsar, moralini bozar. İşte böyle bir anda, sağlığında kendisiyle beraber olanların, hastalığında da kendisinin yanında olduğunu görmek insanı sevindirir, moralini yükseltir, terk edilmediğini ve tehlikeli bir hali olmadığını anlar, sıhhatine tekrar kavuşacağını düşünür. Ayrıca din kardeşlerinin duasını alır ve kendisi de onlara dua eder. Hasta ziyaretinde bulunanlar, güzel temennilerde bulunur, sabır tavsiye eder ve hastanın moralini yükseltici sözler söylerler. Hastanın yanında uygunsuz sözler söylemek ve çok uzun süre kalmak doğru değildir. ÖLENE KARŞI SON VAZİFE Ölüm, her insanın dünya hayatında karşılaşacağı sondur. Ondan kaçmak ve kurtulmak mümkün değildir. Mü’minlerin sağlıklarında birbirlerine karşı görevlerinin sonuncusu da ölüm anında cenazeye iştirak etmek, namazını kılmak ve onu kabrine defnetmektir. Bu, ölene karşı son vazife olduğu gibi, arkada kalan yakınlarına karşı da bir hakşinaslıktır. Müslümanlar, sevinçli anlarında olduğu gibi kederli zamanlarında da birbirlerinin yanında olmalıdırlar. İşte cenaze, bu kederli anların en acıklı ve en ibretlisidir. Ölüm hepimiz için en büyük nasihat ve derstir. Bu sebep-lerden dolayı, cenazeye iştirak etmek vazifelerimiz arasındadır. Cenazenin arkasından gitmek vazifesi, onun namazını kılmakla sona ererse de kabre defnedinceye kadar bulunmak daha faziletlidir. DAVETE İCABET ETMEK Dâvete icabet etmek, dâvet edilen yere gitmek, müslümanlar için önemli vazifelerden biridir. Düğün davetlerine mutlaka katılmak gerektiği ve bunun vâcip olduğu hususunda İslâm alimleri görüşbirliği içindedir. Bunun dışındaki dâvetlere katılmak sünnet ya da müstehabdır. Şu kadar var ki, haram ve günahların işlendiği dâvetlere icabet edilmesi dinimizde câiz görülmemiştir. Çünkü haram davranışlar dâvete katılmaya engel teşkil eder. Peygamber Efendimiz, sahâbe-i kirâmın bütün dâvetlerine icabet etmiştir. Dâvet edenin toplum içindeki sosyal mevkiine, zenginlik ve fakirliğine göre bir ayırım yapmamıştır. Fakirlerin çağırılmadığı dâvetleri hoş kırşalamadığı gibi sadece zenginlerin çağırıldığı dâvetleri de kınamıştır. Çünkü dâvetler, zengini ve fakiri, yaşlısı ve genciyle inananların birlikte bulunduğu ve aralarında ülfetin, muhabbetin, şefkat ve merhametin tezâhürünün görüldüğü bir hayır meclisi niteliği taşır. Meşru dâvetlere katılma zaruretinin sebebi de bu olsa gerekdir. Dâvetler, dâvetçiyle dâvetlinin birbirlerine karşı saygı ve sevgisinin, insanı saymanın ve insan sayılmanın da en güzel görüntülerinden biridir. İslâm toplumlarının hemen hepsinde olduğu gibi, özellikle ülkemizde çeşitli vesilelerle, en küçük yerleşim birimlerinden büyük şehirlere kadar yaygın olan dâvet âdetimiz, dini hayatımızın ve millî benliğimizin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bunları meşrû bir şekilde devam ettirmek, sağlıklı bir toplum yapısını korumanın da vesilesidir. AKSIRANA DUA ETMEK Peygamberimiz: “Aksırmak Allah’tan, esnemek şeytandandır” (Tirmizî, Edeb 7) buyurur. Hadis kitaplarımızda bunlarla ilgili pek çok rivayet vardır. Aksırmanın, sağlık açısından bedeni dinçleştirme ve zihnî uyanıklığı temin yönünden çeşitli faydaları vardır. Buna karşılık esnemenin uyuşukluk ve miskinlik belirtisi olduğu kabul edilir. Bu durumda aksırmak bir nimettir. Her nimet gibi, bu da Allah’tandır. Allah’ın bütün nimetlerine hamdetmek, müslümanın kulluk vazifelerinden biridir. Bu sebeple, aksıran kimse “elhamdülillah” der. Aksıranın hamdettiğini duyan müslüman, “yerhamükellah” diye karşılık verir. Bunun anlamı “Allah sana rahmetiyle muâmele etsin” demektir. Aksıran da kendisine dua eden müslüman kardeşine “yehdînâ ve yehdîkümullah = Allah bize de size de hidayetini nasib etsin” diye karşılık verir. Bütün bunlar, müslümanların en küçük ayrıntılarda bile birbirlerine karşı bir takım hak ve vecibelerinin olduğunu göstermektedir. Peygamber Efendimiz: “Allah aksırandan hoşlanır, esneyenden hoşlanmaz. Sizden biriniz aksırıp “elhamdülillah” deyince bunu işitenin “yerhamükellah” demesi, üzerine bir vecibedir. Esnemeye gelince, sizden biriniz esnediği zaman, gücünün yettiği kadarıyla onu yapmamaya ve ağzını açarak “hâh hâh” dememeye çalışsın. Çünkü bu şeytandandır ve şeytan bu halinden dolayı o kimseye güler” (Tirmizî, Edeb 7) buyurmuştur. Müslim’in bir rivayetinde “Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır...” şeklinde gelmesi, rivayetler arasında bir çelişki ve aykırılık olmayıp, bu hakların beş veya altı ile sınırlı olmadığının delilidir. Çünkü bunlardan başka hak ve vazifelerle ilgili hadisler de vardır. Bu ikinci rivayetteki tek fark, “Nasihat isteyene nasihat etmek”  vazifesidir. Nasihat, kişinin hayrına ve kurtuluşuna vesile olan söz ve davranışların tamamını kapsayan bir tâbirdir. Mâna ve mâhiyetini, muhtevasını ve önemini bu kitabımızın ilgili kısmında açıklamaya çalıştık. HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ  1. Müslümanların birbirleri üzerinde hak ve vecibeleri vardır ve bunlar maddî veya mânevî niteliklidir. 2. Her hak, bir mükellefiyeti de beraberinde getirir. Mükellefiyetlerini yerine getirmeyenler mes’uldürler. Bu mes’uliyet dünyevî veya uhrevî olabilir. 3. Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır. 4. Hasta ziyareti sünnettir. Ziyarette edebe riâyet etmek gerekir. 5. Cenazeyi teşyîde, namazını kılmak ve kabre defnetmek farz-ı kifâye, bunun dışındaki hizmetler sünnet ve müstehabdır. 6. Meşru ölçüler içinde yapılan düğün dâvetine icabet vâcip, diğer meşru dâvetlere katılmak ise sünnet ya da müstehaptır. 7. Aksırıp “elhamdülillah” diyene “yerhamükellah” diye mukabelede bulunmak bir vecibedir. 8. Nasihat isteyene ve nasihata ihtiyacı olana nasihat etmek, yol ve yön göstermek, gücü yetenler üzerine dînî bir vazifedir. 9. Müslümanlar, aralarında kardeşlik, dostluk, yardımlaşma, şefkat ve merhameti temin edecek hak ve vazifeleri kesinlikle yerine getirmelidirler. Kaynak: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları
Tumblr media
Uyarı: Sitemizde yer edinen ve alacak yazı, haber, yazı, video, yorum ve tüm mevzular kategoriler tıbbi bilgiler bir tek genel bilgilendirme amaçlıdır. Bu bilgiler zaman içinde geçerliliğini kaybedebilir. Sitede yer edinen bu bilgiler hiçbir süre hekim muayenesinin yerini alamaz, hekim muayenesi ve tedavisi yerine kullanılamaz, kişisel teşhis ve tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilemez. Sitemiz, uzman bir doktora danışılmadan meydana getirilen herhangi bir uygulamadan doğabilecek zarardan görevli tutulamaz. Sitemizi ziyaret eden, yorum icra eden kişiler, bu ikazları kabul etmiş sayılacaktır. Dost isminde herhangi bir bireysel yada kurumsal şirket , siteler ve kişiler ile alakalı en ufak bir bağlantısı , ortaklığı ve benzeri ilişkileri yoktur. Kaynak : islamveihsan Read the full article
0 notes
paylasimzamani · 7 years ago
Text
İSLAM’DA HAYVAN HAKLARI
Tumblr media
Peygamber Efendimiz gönderilmeden önce, zayıf insanlara ve kadınlara bile değer verilmiyordu. Böyle bir toplumda hayvanların hiç dikkate alınmayacağı âşikârdır. Zavallı hayvanlar hem insanlara hizmet ediyor hem de bin bir çile ve ıztırap içinde yaşıyorlardı. Rasûlullah gelince onlar da zulümden kurtulup rahata erdiler. Cahiliye döneminde hayvanlara fütursuzca bir zulüm yapılıyordu. Ebû Vâkıd -radıyallahu anh- şöyle anlatıyor: “Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Medîne’ye geldiği zaman, Medîneliler, diri olan devenin hörgücünü kesiyor, koyunların da butlarından koparıp yiyorlardı. Bu durumu gören Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-: «–Hayvan diri iken ondan kesilen bir şey meyte (leş) hükmündedir, yenilmez.» buyurdular.” (Tirmizî, Sayd, 12/1480) Böylece o hayvanları bu acı işkenceden kurtarmış oldular. Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- canlı bir hayvanı bağlayıp karşıdan atış yaparak işkence etmeyi ve onları hedef tahtası yapmayı şiddetle yasakladılar. (Buhârî, Zebâih, 25) HAYVANLARIN KEYFÎ ŞEKİLDE ÖLDÜRÜLMESİ YASAKLANDI Aynı şekilde, hayvanların faydasız ve sebepsiz yere, keyfî bir şekilde öldürülmesini de yasakladılar. Bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurdular: “Kim bir serçeyi boş yere, sırf eğlence olsun diye öldürürse, kıyâmet günü o serçe feryâd ederek Allâh’a şöyle seslenir: «–Ey Rabb’im! Falan kişi beni gereksiz yere öldürdü, herhangi bir fayda için öldürmedi».” (Nesâî, Dahâyâ, 42) İSLÂM, HAYVANLARA MERHAMETLE MUALEME ETMEYİ EMREDİYOR İslâm, hayvanlara merhametle muâmele etmeyi, onlara eziyet verici davranışlardan kaçınmayı emreder. Bir zât: “−Yâ Rasûlâllah, ben koyun keserken ona acıyor, merhamet ediyorum.” demişti. Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- iki defa: “−Koyun bile olsa bir canlıya merhamet edersen Allah da sana merhamet eder.” buyurdular. (Ahmed, III, 436; Hâkim, IV, 257) Yine Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır: “Bir kuşu (gıdâ ihtiyâcı sebebiyle) keserken bile olsa, kim merhamet ederse, Allah da ona kıyâmet günü merhamet eder.” (Taberânî, Kebîr, VIII, 234/7915; Beyhakî, Şuab, VII, 482) PEYGAMBERİMİZİN DEVEYE KARŞI ŞEFKATİ Bir gün Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- Ensâr’dan bir kimsenin bahçesine uğramış, orada bir deve görmüştü. Deve, Peygamber Efendimiz’i görünce inledi ve gözlerinden yaşlar aktı. Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-, devenin yanına gitti, kulaklarının arkasını şefkatle okşadı. Deve sâkinleşti. Bunun üzerine Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem-: “–Bu deve kimindir?” diye sordu. Medîneli bir delikanlı yaklaştı ve: “–Bu deve benimdir ey Allâh’ın Rasûlü!” dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz: “–Sana lûtfettiği şu hayvan hakkında Allah’tan korkmuyor musun? O senin, kendisini aç bıraktığını ve çok yorduğunu bana şikâyet ediyor.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2549) HAYVANLARA NASIL DAVRANMALIYIZ? Sevâde bin Rebî -radıyallahu anh- şu muhteşem incelik ve merhamet misâlini nakleder: “Peygamber Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine çıkıp bir şeyler istedim. Bana birkaç tane (3 ile 10 arasında) deve verilmesini söyledi. Sonra da şu tavsiyede bulundu: «–Evine d��ndüğün zaman hâne halkına söyle, hayvanlara iyi baksınlar, yemlerini güzelce versinler! Yine onlara tırnaklarını kesmelerini emret ki hayvanları sağarken memelerini incitip yaralamasınlar!»” (Ahmed, III, 484; Heysemî, V, 168, 259, VIII, 196) Yine Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- koyun sağan bir şahsa rastlamışlardı. Ona: “–Ey filân! Hayvanı sağdığında yavrusu için de süt bırak!” buyurdular. (Heysemî, VIII, 196) ALLAH, HAYVANLARA İYİ DAVRANMAMIZI EMREDİYOR Sahâbeden Ebu’d-Derdâ -radıyallahu anh- bir gün develerine çok fazla yük vuran insanlara rastlamıştı. Deve, yükün ağırlığından ayağa kalkamıyordu. Ebu’d-Derdâ -radıyallahu anh- hemen devenin üzerindeki fazlalıkları atıp hayvanı ayağa kaldırdıktan sonra sahiplerine şöyle dedi: “–Eğer Allah Teâlâ, hayvanlara yaptığınız eziyetleri affederse, size büyük bir mağfirette bulunmuş olur. Ben Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim: «Allah Teâlâ bu dilsiz hayvanlara iyi davranmanızı emrediyor! Verimli bir arâziden geçiyorsanız hayvanların biraz otlamasına müsâade edin! Kurak bir yerden geçiyorsanız oradan çabuk geçin, bu tür yerlerde fazla oyalanarak hayvanlara sıkıntı ve zarar vermeyin!»” (İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, IX, 346/1978) HAYVANLARA KARŞI GÖSTERİLEN NEZAKET VE İNCELİKLER Efendimiz’in bu tâlimatları neticesinde, İslâm’dan önce insanların bile göremediği nezâket ve inceliği, müslümanlar hayvanlara gösteriyorlardı. Bir defasında Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Mekke’ye gitmek üzere ihramlı olarak Medîne’den çıkmıştı. Üsâye mevkiine geldi. Burası Ruveyse ile Arc arasında bir yer idi. Burada, gölgede kıvrılıp uyumakta olan bir ceylan gördü. Âlemlerin Efendisi, ashâbından bir şahsa, herkes geçinceye kadar ceylanın yanında bekleyip kimseye hayvanı tedirgin ve rahatsız ettirmemesini emretti. (Muvatta’, Hacc, 79; Nesâî, Hacc, 78) Yine Peygamberimiz ve ashâbı, fethetmek üzere Mekke’ye doğru ilerlerken, hayvanlara muâmele husûsunda muhteşem bir tablo daha sergilendi. Bu tavır, Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta bakış tarzının da bir ifâdesiydi. Âlemlerin Efendisi, on bin kişilik muhteşem ordusuyla Arc mevkiinden hareket edip Talûb’a doğru giderken, yolda yavrularının üzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek gördü. Hemen ashâbından Cuayl bin Sürâka’yı yanına çağırarak onu bu kelp ve yavrularının başına nöbetçi dikti. Anne kelbin ve yavrularının İslâm ordusu tarafından ürkütülmemesi husûsunda tembihte bulundu. (Vâkıdî, II, 804) SÜLEYMAN ALEYHİSSELAM İLE KARINCA Öyle anlaşılıyor ki, Cenâb-ı Hak, ufak bir karıncanın bile rahatsız edilmesini istemiyor. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Süleyman -aleyhisselâm-’ın muhteşem ordusunun, farkına varmadan karıncaları eziverme korkusuyla son derece hassas davrandığına işâret edilir. (Bkz. en-Neml, 18) Bu hassâsiyetin güzel bir misâlini de Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri vermiştir. Bir defasında o, Mekke’den gelirken Hemedan’a uğramıştı. Oradan çörek otu satın aldı. Memleketi Bistâm’a vardığında, aldığı çörek otunun içinde birkaç karınca gördü. “–Bu karıncaları vatan-cüdâ etmişim!” diyerek kalktı ve onları tekrar Hemedan’a götürüp aldığı yere bıraktı. (Feridüddin Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, I, 176) OSMANLI’DA HAYVANLAR İÇİN KURULAN VAKIFLAR Müslümanlar, hayvanlar için bile vakıflar tesis etmişlerdir. Böylece aç hayvanları doyurmuş, hastaları tedâvî ettirmiş, göç edemeyen kuşları barındırmışlardır. Bu şefkatin bir tezahürüdür ki, Osmanlı Devleti’ne seyahate gelen yabancılar, hâtıratlarında müslüman mahallelerde bulunan kedi ve köpeklerin insanların etrafında döndüğünü, diğer mahallelerde ise insan görünce hızla kaçtığını anlatırlar. İSLÂM HAYVANLAR İÇİN DE HUKUK GETİRMİŞTİR Hâsılı İslâm, hayvanlar için de bir hukuk getirmiştir. Câhiliye devrinde insanlar, hayvanların da bir hakkı olduğunu ve onlara iyi davranmak gerektiğini unutmuşlardı. Hele hayvanlara merhamet edince sevap kazanacaklarını hiç tahmin edemiyorlardı. Bir gün Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “Vaktiyle bir kişi yolda giderken çok susadı. Bir kuyu buldu, içine indi, su içti ve dışarı çıktı. Bir de ne görsün; bir köpek, dili bir karış dışarıda soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalayıp duruyordu. O kişi kendi kendine: «–Bu köpek de tıpkı benim gibi pek susamış!» diye içinde bir vicdan muhâsebesi yaptı. Hemen kuyuya indi, ayakkabısını su ile doldurdu, onu ağzına alarak yukarıya çıktı ve köpeği suladı. Onun bu hareketinden Allah Teâlâ râzı oldu ve günahlarını affetti.” Sahâbîler hayretle: “–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bizim için hayvanlardan dolayı da sevap var mıdır?” diye sordular. Rasûl-i Ekrem Efendimiz: “–Her canlı sebebiyle sevap vardır.” buyurdular. (Buhârî, Şürb, 9; Müslim, Selâm, 153) Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları  
Tumblr media
Uyarı: Sitemizde yer edinen ve alacak yazı, haber, yazı, video, yorum ve tüm mevzular kategoriler tıbbi bilgiler bir tek genel bilgilendirme amaçlıdır. Bu bilgiler zaman içinde geçerliliğini kaybedebilir. Sitede yer edinen bu bilgiler hiçbir süre hekim muayenesinin yerini alamaz, hekim muayenesi ve tedavisi yerine kullanılamaz, kişisel teşhis ve tedavi yönteminin seçimi için değerlendirilemez. Sitemiz, uzman bir doktora danışılmadan meydana getirilen herhangi bir uygulamadan doğabilecek zarardan görevli tutulamaz. Sitemizi ziyaret eden, yorum icra eden kişiler, bu ikazları kabul etmiş sayılacaktır. Dost isminde herhangi bir bireysel yada kurumsal şirket , siteler ve kişiler ile alakalı en ufak bir bağlantısı , ortaklığı ve benzeri ilişkileri yoktur. Kaynak : islamveihsan Read the full article
0 notes
gayrimenkuleks · 7 years ago
Text
Kiracılı Ev Satıldığında, Yeni Ev Sahibinin Kiracı Üzerindeki Hakları Nelerdir?
Kiracılı Ev Satıldığında, Yeni Ev Sahibinin Kiracı Üzerindeki Hakları Nelerdir?
Tumblr media
Hali hazırda kiracısı bulunan bir konutun satış işlemleri yapılabilir. Söz konusu satış işlemlerinin yapılmasının ardından konutun yeni sahibi bir takım haklara sahip olur.
Günümüzde ev sahibi olmak, hemen hemen herkesin hayalleri ve hedefleri arasında yer almaktadır. Bazı vatandaşlar kendilerinin oturması amacıyla bir ev satın alırken, bazı vatandaşlar da aylık ek bir gelir elde edebilmek adına, kiraya verilecek yeni bir ev satın alırlar. Yatırım amacı ile ev satın alan vatandaşlar, yaptıkları yatırımlardan daha hızlı geri dönüş alabilmek adına kiracılı ev satın almayı da tercih edebilirler. Bu durumda hem yeni ev sahibinin, hem de kiracının bir takım hakları bulunmaktadır.
Borçlar Kanunu’nda yer alan konu ile alakalı olan 351. maddede şu şekilde belirtiliyor;
Daha önceden kiralanmış olan bir konutu satın alan kişi konutu kendisi, eşi, alt ve üstsoyu ya da kanun gereğince bakmak zorunda olduğu kişiler adına konut ya da işyeri olarak kullanılmasının zorunlu olması gibi bir durumda satın alınma tarihinden itibaren bir ay içerisinde kiracıya yazılı bildirimde bulunması şartıyla kira sözleşmesini 6 ay sonunda açabileceği dava neticesinde sonlandırabilme hakkına sahip olur.
Ayrıca konutun yeni maliki, ihtiyacı olması durumunda isterse sözleşmeyi bitirme hakkını, satın alma tarihinden itibaren 1 ay sonunda açabileceği dava ile de kullanabilme hakkına sahiptir.
Konutun Yeni Sahibi Sözleşmeyi Sonlandırabilir Mi?
Hali hazırda kiracısı bulunan bir konutun satın alınması halinde söz konusu olan kiracıyla herhangi bir anlaşma yapılamadığı takdirde ve kira sözleşmesine istinaden tapuda herhangi bir şerh yoksa tapunun yeni sahibine geçtiği tarihten itibaren 1 ay içerisinde yazılı bir ihtarname bulunmak gerekir. ihtarnamenin gönderilmesinin ardından da kiracının tahliyesi için 6 ay mühlet tanınır. Fakat bu süreçte kiracının sorumluluklarını yerine getirmesi durumunda da yeni malik 6 ayın dolmasını beklemeden kiracıyı tahliye etme hakkına sahip olabilir.
Konutun Yeni Maliki Hangi Durumlarda ve Ne Zaman Sözleşmeyi Fesih Edebilir? 
Yeni malik, Borçlar Kanununda belirtilen eşi, kendisi ya da ailesi tarafından konutun kullanılması gibi bir zorunluluğu olması halinde fesih edebilir.
Yeni Malikin Kiraya Zam Yapma Hakkı Var Mıdır?
Yeni malikin mevcut kiracıya zam yapma hakkı vardır. Fakat bu zam elbette ki belirli sınırlar çerçevesinde yapılabilir.
https://gayrimenkuleks.com/kiracili-ev-satildiginda-yeni-ev-sahibinin-kiraci-uzerindeki-haklari-nelerdir
0 notes
haberin-varmi · 7 years ago
Text
“OHAL Komisyonu emekçilerin gasp edilen hakları için çözüm olabilir mi?”
Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ve hukukçular DİSK Genel Merkezi’nde “OHAL Komisyonu emekçilerin gasp edilen hakları için çözüm olabilir mi?” başlıklı basın toplantısı düzenlendi.
10 Ağustos Perşembe günü saat 12’de düzenlenen toplantıya, DİSK Genel Başkanı Kani Beko, DİSK önceki dönem Genel Başkanları Süleyman Çelebi, DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, DİSK Yönetim Kurulu üyesi Kanber Saygılı’nın yanı sıra DİSK üyesi sendikaların genel merkez ve şube başkan ve yöneticileri de katıldı.
Toplantıda konuşan Kaboğlu, “yeni devlet kuruyoruz” tartışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulunarak şunları söyledi: “Hukuk devleti, hukuk kuralları bütün olarak tanımladığına göre; aslında devletin bu yönüyle ortadan kalkmış olduğu öne sürülebilir. 15 Temmuz öncesi anayasızlaştırma kavramı sıkça gündeme gelmekte idi; OHAL, KHK yoluyla yönetim döneminde ise sadece Anayasa değil, hukuk düzeni bütünüyle ortadan kaldırıldı” dedi.
  Prof.Dr. Kaboğlu’nun açıklamasının tam metni şöyle:
Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu’nun OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu hakkındaki basın toplantısı konuşma metni
OHAL KOMİSYONU, EMEKÇİLERİN GASP EDİLEN HAKLARI İÇİN ÇÖZÜM OLABİLİR Mİ ?
Düşünce, İfade ve Örgütlenme Özgürlüğü, Kamu Görevinden ve Geniş  Bir Anayasal Haklar Yelpazesinden  Yoksunluk Sonucu Doğurabilir mi ?
 1. Genel Olarak: OHAL’de “Devleti İnşa”  Söylemi
“Devletin yeniden kuruluşu” söylemi (AK Parti cenahı), hukuk düzleminde de ele alınmadı. Hukuk devleti, “hukuk kuralları bütünü” olarak tanımlandığına göre, aslında devletin bu yönüyle ortadan kalkmış olduğu öne sürülebilir. 15 Temmuz öncesi, anayasasızlaştırma kavramı sıkça gündeme gelmekte idi; OHAL KHK yoluyla yönetim döneminde ise, sadece Anayasa değil, hukuk düzeni bütünüyle ortadan kaldırıldı.
Bu anlamda, Türkiye ülkesi üzerindeki siyasal örgütlenme, hangi adıyla nitelenmeli ? Türkiye Devleti mi, Türkiye Cumhuriyeti mi?  Madde 2’ye göre, hukuk devleti, Cumhuriyet’in ana ekseni. Hukuk devleti askıya alındığına göre, Türkiye Cumhuriyeti adı, kâğıt üstündeki tanımı yansıtır daha çok. O nedenle, Türkiye Devlet demek, daha gerçekçi.
Bu açıdan; OHAL yoluyla bir yıllık kıyım ve kırım ardından kurulan OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu (OHALİİK) için  hukuku uygulamak, ilk test veya ölçüt olarak kullanılabilir.
A.Aykırılıklar Dizisi
Aykırılıklar Neden ?  Anayasa  ve Olağanüstü Hal Kanunu  çerçevesinde gerekli önlemleri almak yerine, bir yıllık OHAL  yönetiminde çıkarılan 26 adet OHAL KHK  yoluyla Anayasa  kurallarına  aykırılıklar zinciri oluştu:
1) OHAL KHK, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarıldığı halde, toplantı tarihi ile kararnamenin Resmi Gazete’de yayımlanma tarihi çoğu zaman birbirinden ayrı oldu. Kolektif ve eşzamanlı işlem özelliği ihlal edildi.
2)  Anayasa madde 120 çerçevesinde OHAL ilanı, neden, konu, amaç ve süre ile sınırlı olduğu halde; KHK’ler, nedene bağlı kalınmadan, hemen her konuda kalıcı amaçlar için çıkarıldı.
3) KHK niteliği ile bağdaşmayan birel (idari) işlemler düzenlendi. Adından da anlaşıldığı üzere, “kanun hükmünde”, yani genel ve kişilik dışı düzenlemeler için kullanılması gereken bir hukuki işlem  olduğu halde binlerce kişinin adının yer aldığı ek listeler, yasal düzenlemeye tamamen yabancı. Bu usul, KHK metninde imzası bulunan kişiler ile ek listeleri hazırlayan kişilerin farklılaşmasını da teşhir etmekte ve md.121’e açıkça aykırı.
4) “Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen”  kaydı (686 sy.lı KHK, md.1) da, Anayasa’ya aykırı ; çünkü MGK, karar alma değil, tavsiye makamı(md.118)
5) Hak ve özgürlükleri yok etme:  Durumun gerektirdiği ölçü ve uluslararası hukukun gerekleri ötesinde; belli hak ve özgürlükler için (herkes için, her zaman ve her yerde) mutlak  dokunulmazlık güvencesi geçerli. Uygulama ise tam tersine, ölçülülük ilkesi veya uluslararası hukukun gereklerine saygı  bir yana, “her zaman, her yerde  ve bütün hak ve özgürlükler için geçerli yasaklar” dizisi haline getirilerek md.15, sürekli katledildi.
6)Yaşam hakkı ihlalinin 3. Boyutu: Yaşam hakkı, Devlet açısından iki ana yükümlülük yaratır: İnsanları öldürmekten kaçınmak (negatif) ve insanların yaşamını korumak(pozitif).  Öldürmeme ve öldürtmeme yükümlülüğü bir yana,  devletin en üst katındaki kişi, KHK ek listelerinde adları yer alanları, “terörist yaftası” kullanarak sürekli teşhir etti. Özellikle, düşünce ve ifade özgürlüğü nedeniyle “yargısız infaz” edilen öğretim üyeleri için, “üniversiteleri teröristlerden temizledik” nakaratı, kan içici silahlı çetelere (durumdan vazife çıkaran SP örneği)  hedef göstermek değil mi ?
B. Yıkım ve İnşa Enkazında Hukuk
 FETÖ terör örgütü ile ilişiksi bir yana, dinsel cemaatler ile hiç bir tanışıklığı olmayan, ama sırf düşünce,  ifade  ve örgütlenme özgürlüğü nedeniyle hak ve özgürlüklerden yoksun kılınan  binlerce kişinin başvurusu, Komisyon tarafından hangi ölçütlere göre incelenecek ?  KHK altında imzası bulunan siyasal zevat beyanına göre mi, yoksa Anayasa ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) gereğince mi ?
Anayasa ve İHAS, Komisyon için bağlayıcı hukuki çerçeveyi oluşturduğuna göre, bu soru bile yerindesiz olsa da, hukuku uygulamanın kahramanlık haline getirildiği ortam ve koşullarda böyle bir sorgulama gerekli.
Aksi halde, bir yıllık gecikme ile başvuru yolu olarak faaliyete geçirilen ve idari nitelik taşıyan OHALİİK, hukuka aykırılıklar zincirinde yeni ve geciktirici  bir halka olmanın ötesine geçemez.
Bu nedenle, aklanan her dosya, sadece KHK mağduru veya OHALİİK için değil, Türkiye’de hukuk devleti yolunda kazanım olarak görülebilir.
Çünkü; başvuruda makul süre ve  karar için makul süre ilkeleri de daha baştan ihlal edilmiş bulunuyor. Şöyle ki, kendisine başvuru süresi bir yıla kadar uzayabilmekte olan OHALİİK, mevcut yapısıyla beklenen başvuru yoğunluğunu makul bir sürede ve adilane bir yaklaşımla çözmekten uzak olduğu için, yaşanan sorunun makul bir zaman diliminde mahkeme önüne gitmesini geciktiren ara mekanizma olmaktan öte bir işlev göremeyecek.
Öte yandan, Komisyonun  listelerde adları teşhir edilen kişilerden gelen başvuruları inceleyerek eddettiği  başvuru sahipleri, Ankara İdare Mahkemesinde dava açacak. Bu davaların istinaf, temyiz ve Anayasa Mahkemesi ile Avrupa Mahkemesi’ne bireysel başvuru süreçleri de hesaplandığında bunca iş yükünün sonuçlandırılması on yılları bulabilecek.
II. Kişisel Olarak : OHAL Komisyonuna Başvuru Nedeni ve Etkili Olma Beklentisi?
A. Komisyonun Kurulduğu Tarihsel-Hukuksal Süreç
Türkiye, sadece tarihinin en bunalımlı döneminden geçmiyor; aynı zamanda en derin çelişkileri de yaşıyor: Bazen darbe girişiminde bulunanlar yerine, ömür boyu darbeye karşı çıkanların sanık sandalyesine oturtulması, cemaatçiler ile cemiyetçilerin yer değiştirmesi, sadece hukukun gücüne inananların yargısız infaza tabi tutulması gibi.
Kuşkusuz, yetkili makamlar, anayasal bilgi birikimine sahip olmayabilir. Fakat bu durum, onların keyfi işlemler yapmalarını meşru kılmadığı gibi, temel hukuk ilkelerinin ve hükümlerinin tahrif edilmesinin anayasanın gereğiymiş gibi sunulması karşısında seyirci kalınamaz. Hak ve özgürlükleri ihlal eden, hatta yok eden işlemlerin Anayasaya dayandırılarak kamuoyuna sunulmasına yönelik algı operasyonları karşısında, halkın anayasal bilgilenme hakkına katkı verme yükümlülüğü de konunun uzmanına aittir.
Aslında Komisyon da böyle bir ortamda çelişkiler yumağı içinde kuruldu; öncesi ve kendisinden beklenen ile:
-Öncesi; bir yıldır bütün başvuru yollarının tıkanması nedeniyle biriken dosyalar ve derinleşen mağduriyetler,
-Sonrası; ulusal ve uluslararası yargının çözmek durumunda olduğu sorunların çözümünü, yargısal nitelik taşımayan Komisyon’dan beklemek.
Bu çelişkili durum, Komisyon’a statüsünün ve kapasitesinin ötesinde bir sorumluluk yüklemektedir; üstelik Komisyon, benim gibi darbe veya cemaatler ya da yasal olmayan herhangi bir oluşum ile hiçbir bağlantısı bulunmadığı halde, hiçbir gerekçe gösterilmeden “yargısız infaz”a tabi tutulan başvuruları da değerlendirmek durumundadır.
Bunun iki sakıncası bulunmaktadır:
-İlki, Komisyon’un iş yükünü gereksiz yere arttırmak; esasen, darbe veya cemaatle bir biçimde bağlantı kuşkusu bulunan kişilerin başvurularına harcanacak mesainin benim gibilerin dosyasına harcamak,
-İkincisi ise, benim açımdan; yaşam felsefesi ve tarzı sadece hukukla yoğrulmuş olan bir kişinin maruz kaldığı en büyük haksızlık karşısında, “ben suçsuzum” demek durumunda bırakılmış olmak.
Gerçekten, gerek yerel ve ulusal gerek uluslararası ölçekteki akademik ve bilimsel etkinlikleri tamamen saydam olan bir kişi için, böyle bir başvuru, haysiyet kırıcı olarak görülebilir; tıpkı, KHK ek listesinde adının geçmesi nedeniyle haysiyetinin rencide edilmiş olması gibi…
Ne var ki böyle bir başvuru, çelişkili görünse de hukukun gücüne ve hukuk devletine olan inancın yüklediği sorumluluk şeklinde görülebilir.
Zira, OHAL/KHK adı altında yapılan düzenlemelerin yarattığı haksızlıklar karşısında, devleti ve hukuku temsil eden başlıca, hatta tek başvuru birimi OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonudur (OHALİİK).
Bu nedenle OHALİİK, olağanüstü bir dönemde, olağanüstü ortam ve koşulları aşan bir görev ve sorumlulukla karşı karşıya bırakılmış bulunuyor; sorumluluğu sadece hukuki değil, tarihidir de…
Hukukun yaratıcı gücü dikkate alındığında bu başvuru, Komisyonun sahip olduğu hukuksal araçlarla aslında etkili olabileceğine ilişkin bir bildirimdir.  Başvuru, bu yaratıcı gücü ortaya koyabilme potansiyelinden yola çıkarak, tam da böyle dönemlerde hem hukuk kurumlarına etkili olma yükümlülüğünü hatırlatmayı, hem de insan hakları yaşamsal düzeyde ihlal edilmiş OHAL KHK mağdurları için umut olmayı hedeflemektedir. Bu şekilde komisyona başvuru, zaman ve emek kaybına neden olan değil, sonuç yaratan bir başvuru yoluna dönüşebilecektir.
Bu başvuru yolu, hem komisyonun kendi varlığı açısından hem de uygulamalardan etkilenen mağdurlara bir giderim olanağı yaratabilmek için etkili olmalıdır. Aksi halde, hukuk devletinin varlığını korumak /hukuk devleti niteliğini yeniden kazandırmak mümkün olamayacak, bireyler açısından da mağduriyetin toplumsal barış içerisinde giderileceği düşüncesi kaybolacaktır.
B) Komisyon Özel Olarak Nasıl Etkili Olacak?
Böyle bir sorumluluğu nasıl yerine getirecek? Komisyon Anayasa’nın, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin ve hukukun genel ilkelerinin asgari gereklerini uygulayarak yerine getirecek .
Mesleğini sadece ülkesinde değil, dünyanın en saygın üniversitelerinde de icra eden, ancak hep ülkesinde hukuk toplumu ve hukuk devleti ilkelerinin yerleşmesi için çaba gösterdiği halde,  akademik yaşamını “onurlu bir biçimde tamamlama hakkı” bile ihlal edilen bir kişi olarak, eğer hukuka inancım gereği bu başvuruyu yapıyorsam; her halde Komisyon da, hukuku uygulama sorumluluğunu müdrik bir şekilde önüne gelen dosyalar üzerinde, hukukun genel ilkelerini, asgari anayasa hükümlerini uygulama sorumluluğunu yerine getirecektir.
Cumhuriyet anlayışı ve olanaklarıyla yetişmiş bir uzman olmam, uluslararası alanda ülkelerin anayasalaşma çalışmalarına katkıda bulunmam, hayatım boyunca hukuk devletinin ve anayasal bağlayıcılığın demokratik bir toplumun ve insan haklarının güvencesi olduğuna tanık olmam, bu değerlerin ülkemizde de gerçekleştirilmesi ve korunması için büyük bedeller ödemiş ve hâlâ ödüyor olmam nedeniyle de bu başvuruyu yapmayı toplumsal sorumluluğum olarak görüyorum.
Demokratik bir toplumda düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlükleri,  diğer bütün hak ve özgürlüklerin önkoşuludur. Ne var ki, bu özgürlükleri kullanan kişiler, tam tersine, bütün hak ve özgürlüklerinden yoksun kılınıyor. Bu kesinlikle OHAL ile açıklanamaz ve KHK ile meşrulaştırılamaz.
Sonuç olarak, “insan haklarına dayanan demokratik ve laik sosyal hukuk devleti”, Komisyon kararları için de biricik dayanak oluşturmalıdır. Eğer Türkiye’yi 15 Temmuz’a getiren süreçte, hukuk ve liyakat zaafı belirleyici oldu ise, derin bunalımdan çıkışın yolu da hukuka ve liyakate saygıdan geçer.
OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu da ya bunun anahtarı olur ya da beklendiği şekilde etkisiz, bir zaman kaybı olarak, kendinden önceki birçok komisyon gibi hukuksuzluk tarihinde yerini alır.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur
Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu
  http://ift.tt/2usgUiM
0 notes
fotografhaklari · 8 years ago
Text
FOTOĞRAF SAHİBİNİN HAKLARI
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) eser sahibinin mali ve manevi haklarını koruma altına almıştır. Fotoğraf sahibinin manevi hakkı, fotoğraf ile fotoğrafçının kişiliği ve maneviyatı ile ilgili konuları içeren haktır. Somut olarak manevi hak, içinde fotoğrafta değişiklik yapılmasının engellenmesi hakkı, fotoğrafçının isminin fotoğrafta belirtilmesi hakkı ve fotoğrafı kamuya sunma haklarını barındırır. Fotoğraf sahibi mali haklarını devretse dahi manevi haklarını kullanmaya devam eder. Fotoğraf sahibinin mali hakkı, fotoğraf sahibine fotoğraftan ekonomik olarak yararlanma ve üçüncü kişilerin fotoğraftan izinsiz yararlanmalarına engel olma yetkisi verir.
1) MANEVİ HAKLAR
FSEK’te manevi haklar dört bölümde incelenmiştir fakat bu haklardan “eserin aslına ulaşma hakkı” fotoğraf için uygulanmayacağından bu çalışmada irdelenmemiştir.
a) Eseri Kamuya Sunma Hakkı
Fotoğraf eserinin kamuya sunulması, fotoğrafın, fotoğraf sahibinin kişisel alanından çıkarak yayımlanması, yayınlanması ya da diğer bir yol ile aleniyete kavuşturulması ile olur. Fotoğraf sahibi, fotoğrafın kamuya sunulup sunulmayacağına, sunulacaksa ne zaman, hangi mecrada ve nasıl sunulacağına kendisi karar verir.
b) Eser Sahibinin İsminin Belirtilmesi Hakkı
Fotoğraf eseri sahibi, fotoğrafında isim, ibare ve işaret belirtme hakkına sahiptir. Fotoğrafçı bu yolla tanınırlık, nam ve ün kazanır. Fotoğraf eserinin her türlü kullanımı ve yararlanılmasında fotoğraf sahibinin kendisinin tanıtılmasını isteme hakkı vardır.
c) Eserde Değişiklik Yapılmasını Engelleme Hakkı
Dijital imkanların artmasına paralel olarak fotoğrafların manipüle edilme imkanı da bu ölçüde artmıştır. Fotoğraf eseri sahibinin izni olmadan fotoğraf üzerinde değişiklik yapılması fotoğraf sahibinin manevi haklarını ihlal anlamına gelir ve tazminat sorumluluğunu doğurur. Fotoğraf eserine ilişkin mali hakların devredilmesi halinde dahi eseri kullanma hakkına sahip olan kişiler fotoğraf eseri sahibinin izni olmaksızın fotoğrafta keyfi değişiklikler yapamazlar. Fotoğraf eseri sahibi, fotoğraf eserinin üzerinde değişiklik yapılmasına izin vermiş olsa dahi, kendi itibarına zarar veren ve fotoğrafın özgünlüğünü bozan değişiklikleri engelleme hakkı vardır. Fotoğraf eseri ile ilgili değişiklik yapma hakkının devri yazılı olmak zorundadır.
2) MALİ HAKLAR
Mali haklar, fotoğraf eseri sahibinin fotoğraf üzerindeki ekonomik değerlerini koruma altında alan haklardır. FSEK mali hakları; işleme hakkı, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, temsil hakkı, umuma iletim hakkı ve satış bedellerinden pay verilmesi hakkı olarak altı bölüm halinde yasallaştırmıştır. Bu mali hakların tamamı ya da birkaçı birbirinden bağımsız sözleşmelerle fotoğraf sahibi tarafından üçüncü kişilere devredilebilir.
a) İşleme Hakkı
Fotoğraf hukuku bağlamında işleme, bir fotoğraf eserinden yararlanılarak başka bir eser meydana getirme faaliyetidir. Örneğin fotoğraflar bir kolajın konusu olabilirler ya da bilgisayar programlarından yararlanılarak manipüle edilip farklı bir hale getirilebilirler. İşleme hakkı eser sahibine ait bir mali hak olduğundan bu hak FSEK te belirtilen kurallara uygun olarak yapılan bir sözleşme ile devredilebilir. Fotoğraf sahibinden izin alınmadan fotoğraf eserinin işlenmesi FSEK tarafından cezai müeyyideye tabidir.
b) Çoğaltma Hakkı
Çoğaltma bir fotoğrafın aynen tekrarlanmasından ibarettir. Tekrarlama işlemi kağıda, plastiğe, cama olabileceği gibi sanal ortamda da gerçekleşebilir. Arama motorlarında fotoğraf eserinin küçültülmüş şekilde gösteriminin çoğaltma hakkının ihlali sayılacağı düşünülmektedir. Çoğaltma hakkı, eser sahibi için en önemli mali haktır.
c) Yayma Hakkı
Bu hak, eserin aslı ve çoğaltılmış nüshalarının dağıtılması yolu ile kamuya sunulmasıdır. Eserin kamuya sunulması yayma yolu ile gerçekleştiğinden bu hak manevi haklardan eseri kamuya sunma hakkı ile paraleldir. Yayma hakkı ile çoğaltma hakkı birbirine çok benzese de farklıdır. Şöyle ki; fotoğraf eseri sahibi çoğaltma hakkını kullanıp, yayma hakkını kullanmayabilir. Yayma hakkının bir kere kullanılmakla tüketildiği kabul edilmektedir.
d) Temsil Hakkı
Temsil hakkı; çoğaltma ve yayma hakkı gibi hakları kapsayan bir üst kavramdır. Bu hak, fotoğraf eserinin, doğrudan doğruya veya işaret, ses veya resim nakline yarayan aletlerle halka sunulması hakkının eser sahibinde olduğunu ifade eder.
e) Kamuya İletim Hakkı
Bu hak, fotoğrafın kitle iletişim araçları olan sinema, televizyon, gibi iletişim araçları kullanılarak kamuya sunulmasına ilişkindir. Fotoğrafın internette ulaşılmasını sağlayacak faaliyetler de iletim hakkı kapsamında kabul edilmektedir.
f) Fotoğrafın Satışından Pay Talep Etme Hakkı
Bir fotoğraf eseri tüm hakları ile birlikte satıldıktan sonra, fotoğrafın büyük değer kazanması ve tekrar satılması halinde fotoğraf eseri sahibine veya mirasçılarına değer artışından pay verilir. Günümüzde fotoğraf sanatına olan ilginin ve yönelimin artması konu hakkında bilinçlenme gereğini de beraberinde getirmiştir. Toplumların kültürel gelişimini sağlayabilmesi için fikir ve sanat eserlerini meydana getirenlerin haklarının korunması gerekmektedir. Yukarıda belirtilen haklar fotoğrafçının mali ve manevi haklarına ilişkin özet niteliğinde olup konu hukuksal alanda yadsınamayacak ölçüde geniş yer kaplamaktadır.
0 notes