#ülke nereye
Explore tagged Tumblr posts
Text
Kırılma Meseli
Derinlerde bir kırılma hasıl oluyor. Adalete olan güvenin hiçe yazıldığı bir zemin gerçeği karşımızda bina ediliyor. Hürriyet hep noksan kılınırken bugün cerahat eliyle var edilmiş olanın tastamam ol eksik gediği de çürümeye terk ettiği bir düzlem gerçekliğine varılıyor. Bir yandan demokrasi nutukları atılırken, otokrat hamlelerin, despotizmin var ettiği aleni bir tahakkümün boyunduruğu altına alınıyor bu menzil. Toplumsal çürümenin, ekonomik ya da sosyolojik bağlamlarını var eden açmazlar bile isteye gözler önüne seriliyor. Hemen her gün apayrı bir cendereye dönüşüyor. Her gün gücü yetenin bir ötekisine baskısını çok daha aleni açtığı bir yarayı var ediyor. Tümüyle çürüyor memleket, bütünüyle cürümlerin esiri kılınıyor bir sahne. Ne izana yer var, ne anlaşılır kılınmaya. Her şey paldır küldür bir gümbürtü içerisinde doğru budur, en doğrusu da layığınız da böyledir denilerek var edilip, katara ekleniyor. Derinlerde artık onarılması imkansız yaraların saklandığı kırıklar tesis ediliyor, her kırılmada başka bir yen saklanıyor. Kol kırılır yen içinde kalır bahsini aşan, bir biçimde lağveden bir çürümenin ortasında bir ülke ilerliyor, ne dibi belli ne neresinde bir sonu bulacağı meçhul sınamaların esiri.
Laf ola beri gele değil, doğrudan devletlinin müdahale ettiği her hamleyle biraz daha açık bir biçimde sabit kılmaya çalıştığı cerahat içerisinde o kırılmalar hayatın fecrini kaybedip, görünmez kılıyor. Basit gibi görünen hamleler, bütünüyle var edilmiş eylemler ve alenen türetilen her yıkımla birlikte makbulün yitimi kesintisiz kılınıyor. Cerahat dört bir yanda, cürüm her köşede, çürüme ise olağan sonuç addediliyor. Noksansız bir mahvın orta yerine bir ülke konumlandırılıyor. Her şey tastamam bu karanlık karabasanlar sarmalının elinde bir oyun gibi gösteriliyor. Yaşam yerle bir edilirken, yaşama eylemine kasıt aralıksız belli bir hakikatin ta kendisine dönüştürülürken kırılmalar artık anlık güncelleniyor. Herkesin o her bir yurttaşın, tepedekiler ve çok ufak bir nüfusun dışında kalakalan milyonlarcasının da hayatının gölgelendiği, arzu edildiği gibi yönlendirildiği bir çukurun güncellemesine devam olunuyor. Hangi kırılmanın daha önce, hangisinin daha sonrasında var edilebildiğini görmek de, anlamak da, anlatmak da artık yersiz kalıyor. Olan oldu yapılan ve var edilen bina edildi, geçmişler olsun bahsi zikredilirken daha çalınacak nice hayatın, elden hiç etmeye sevk edilecek nice umudun, göstere göstere yağmalanacak olan müşterek tahayyüllerin olduğu bir zemine uyanıyoruz, her gün yeniden!
Karar Gazetesinden, Sema Kızılarslan’ın haberini aktaralım: “21 Eylül’de İstanbul-Gaziosmanpaşa’da bir oyun parkında arkadaşlarıyla oyun oynarken maskeli iki kişi tarafından saldırıya uğrayan 15 yaşındaki Abdullatif Davvara, hayatını kaybetti. Karar’a konuşan kaynaklar, Abdullatif’in öldürüldüğü parkta sık sık Suriyeli çocukların ırkçı saldırılara maruz kaldıklarını anlattı. Abdullatif’in amcası Mustafa Davvara, “Yeğenim için adalet istiyorum” dedi.
Abdullatif, Suriye'den Türkiye'ye ailesiyle birlikte savaş nedeniyle göç eden binlerce çocuktan biriydi. Parkta arkadaşlarıyla oyun oynadığı sırada hedef alınan çocuğa 12 el ateş edildi. Abdüllatif, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Olayın ardından saldırganlar kayıplara karıştı.
Maskeli ve Siyah Giyimli Saldırganlar 12 El Ateş Etti
Abdullatif’in saldırıya uğradığı sırada yanında olan arkadaşlarının ifadelerine ve güvenlik kameralarına yansıyan görüntülerde iki saldırganın da siyah giyindiği ve maske taktığı tespit edildi.
Annesi ve kardeşleri 6 Şubat depremlerinde hayatını kaybettiği için amcasıyla birlikte Gaziosmanpaşa’da yaşayan 15 yaşındaki Abdullatif, bir tekstil fabrikasında çalışıyordu.
Bu Parkta Oynayan Suriyeli Çocuklar Sıklıkla Hedefte
Olay günü amcasından izin aldıktan sonra arkadaşlarıyla oyun parkına giden Abdullatif’in kimseyle kavgalı olmadığı belirtildi.
Karar’a konuşan kaynaklar, Abdullatif’in 12 el ateş açılarak öldürüldüğü parkta iki aydır sıkça ırkçı saldırılar olduğunu ve özellikle Suriyeli çocukların parktan kovulduğunu ileri sürdü.
Hastane Müdahalesi Yetersiz Kaldı, Geç Sevk Edildi
Abdullatif’in amcası Mustafa Davvara, yeğeninin hayatını kaybettiği olayın ardından büyük bir üzüntü içinde olduklarını ifade ederek, "Yeğenim masumdu. Kimseye bir zararı yoktu. Sadece arkadaşlarıyla oyun oynuyordu. Onu bu şekilde kaybetmek bizim için çok acı. Adaletin yerini bulmasını istiyoruz" dedi.
Abdullatif’in amcası Mustafa Davvara, Gaziosmanpaşa’da yaşayan bir esnaf olduğunu ve kimseyle bir sorunu olmadığını anlattı:
“Benden arkadaşlarıyla oyun oynamak için izin aldı. Berberden gelmişti. Ben de 15 dakika müsaade ettim. Kamera kayıtlarını izledik. Abdullatif’e saldıranlar simsiyah giyinmiş ve maske takmıştı. Ben bu bölgede esnaflık yapan biriyim. Kimseyle hiçbir kavgam, tartışmam yok. Yeğenim vurulduktan sonra kadın doğum hastanesine kaldırıldı ve orada gerekli müdahaleler yapılamadı. Sonrasında Başakşehir’de bir hastaneye sevk edildi ama artık çok geçti.”
Amca Davvara, yeğeninin hayatını kaybettiği olayın ardından büyük bir üzüntü içinde olduklarını ifade ederek, "Yeğenim masumdu. Kimseye bir zararı yoktu. Sadece arkadaşlarıyla oyun oynuyordu. Onu bu şekilde kaybetmek bizim için çok acı. Adaletin yerini bulmasını istiyoruz" dedi.
15 yaşındaki Suriyeli Abdullatif'in cenazesi Kilis'te defnedildi.”
Genel geçer değil doğrudan var edilen kırılmaların en belirgin suretlerinden birisidir işte o Abdullatif Davvara’nın canının çalınması. Niteliği sürekli güncellenen, bir siyasi çatı olarak varlığını sürdüren malum aksiyondan, sokaklarda artık iyice görünür olan nefretin taşeronu atsızcılar güruhuna ve bilumum isimle anılan / çoğalan neo-faşist yapılardan sırf kendini kanıtladığını iddia etmek için cinayet işlemeyi kanıksamış kayıp kuşaklara kadar çok farklı odağın buluştuğu birleştiği “Suriyeli” nefreti bir çocuğun canının çalınmasını da mümkün kılar. Bu da geçer, bu da olmuştur diyerek geçiştirilen ve neredeyse gündem dahi edilmeyen kaçıncı cinayettir ki Abdullatif Davvara! Düzenin var ettiği açmazları, tüm o yıkıcılığı çocuklardan başlayarak mültecilerden çıkartmaya çabalayan, bunu da bariz bir hak görenlerin elinde hangi kırılmay�� nasıl izah edebilirsiniz ki. Ülkenin vardığı eşiğin korkunç yüzeyinden bir kesiti, reşit olmayan çocukların ellerine tutuşturulan silahı, birbirilerine kırdırılmaları için verilen çabanın kötürüm hallerini, zoraki değil basbayağı bir cehennemi / memleket diye yuttururken, can almaların akıbetini, bunca karanlığı kime sual edebilirsiniz, kim verir ki hesabını sahiden?
Eren Yüceboy, Evrensel Gazetesinde, İstanbul Yenidoğan mahallesinden bir görünümü paylaşır. Kent çeperinin kıyısında oluşturulmuş nihai anlamda çeteleşmiş, geleceğini başka bambaşka yıkıcılık halleriyle ören, çeteleşen gençlere dair bir habere imzasını atar Yüceboy, aktaralım: “Sohbetin bir noktasında, mahallenin “abisi” olarak anılan başka bir genci gördüklerinde bizimle konuştuklarından pişman olup ürküyor gençler. “Abi”lerine yakalanmış olmak, başlangıçta polis olduğumuzdan şüphelenirken yaşadıklarından daha fazla kaygılandırıyor onları. Çok geçmeden abilerinin yanına gidiyorlar. Biz de peşlerinden... Sohbetin devamı mahallenin liseli çocuklarının abisi konumundaki o gençle birlikte devam ediyor.
Liseli gruba nazaran çok daha ketum cevaplarla geçiyor sohbet. Mahalleyi koruma içgüdüsüyle suça yönelim olmadığını, gayet temiz bir mahalle olduğunu iddia ediyor. Ama sorularımızın sayısı arttıkça mahallede suçun yaygınlığı ve yoksulluğun bunun temel gerekçesi olduğu sonucu ortaya çıkıyor. “Kimse asgari ücrete çalışmak istemiyor. Onun yerine kolay para kazanmak daha cazip geliyor. Dün yoksul yoksul ortada gezinen gençler, bugün para sayma makinesiyle geziyorlar.”
Derinlerde bir kırılma hasıl oluyor. Yaşamın biricikliğini hiç eden bir kısır döngünün adam sende kim düzeltecek bunca dağınıklığı bahsinin orta yerinde can pazarları var ediliyor. Bugün dününden ağır kılınıyor. Şimdiden yarının yıkımı tezgahta biçimlenip, şekillendirilmeye devam olunuyor. Öyle bir atalet hali sarıp kuşatıyor ki insanları hiçbir yıkıma dur diyebilecek iradeyi kendisinde bulamıyor. Öyle bir şartlanmışlıklar, kuşatma halinin ortasında dayatma halleri ki ne kendisine, ne çocuklarına, ne şimdisine ne de yarınına sahip çıkabiliyor. Her şey bu anın içinde giderek daha da kalıcı çürümenin esiri kılınıyor. Antalya'nın Serik ilçesinde katledilen 17 yaşındaki Ahmed Hamdan Al Naif, Adana, Seyhan'da bir tekstil atölyesinde çalışırken(!!!) asansör kabini ile duvar arasında sıkışarak can veren, 10 yaşındaki Ahmet Direk Turan Haskiro, İzmir Karabağlar'da henüz on ikisinde katledilen Behiye Ediz, şimdilerde çoktan unutulmuş Muğla’nın Bodrum ilçesi kıyısına vurmuş cansız bedeniyle Alan Kûrdi ve nicesinin hayatının çalındığı bir sahnenin akıbeti ne olur, bunca sessizlikte. Her şey bir kısır döngü içerisinde canhıraş bir hal dahilinde yeniden karanlığın kılınırken, hangi kırılmadan sonra nihayet bir şeylere itiraz yükselecektir, her nasıl?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Aged – Elizaveta BOROVIKOVA – Fine Art Photography Awards
Meramda Paylaşılan Haberler
İstanbul’da Maskeli Irkçı Grup Dehşeti: 15 Yaşındaki Suriyeli Çocuk 12 El Ateş Edilerek Öldürüldü - Sema KIZILARSLAN - Karar https://www.karar.com/guncel-haberler/istanbulda-maskeli-irkci-grup-dehseti-15-yasindaki-suriyeli-cocuk-12-el-1895452
İstanbul Banliyölerinde: Dün Asgari Ücret, Bugün Para Sayma Makinesi - Eren YÜCEBOY - Evrensel https://www.evrensel.net/haber/529369/istanbul-banliyolerinde-dun-asgari-ucret-bugun-para-sayma-makinesi
#meram#söz hakkı#cerahat#ülke nereye#karanlık çağ#güncellik#yıkım#yıldırı#kör karanlık#hayat nereye?#yaşamak#ayrımcılık#faşizm#suriyeliler#kötülük#çocuk hakları#insan101#demokrasi#eşitlik#adalet#başka türkiye vardır#inkar#yok etme#ayrım#sabıka
0 notes
Text
Ülke gündemi şimdi kılıç mevzusu ile meşgul ediliyor ekonominin ne önemi varki onlar için 😓😓😓😓😓
Bulamazlarda çünkü o aşıyı bulacak teknoloji henüz icad edilmedi edilemezde
Bu zihniyet bizi nereye götürür????
#Bu yazı çok hoşuma gitti sizinle paylaşmak istedim düşünen için çok fazla mânâ barındırıyor#selâm ve duayla Allâh'a emanet olun hepiniz
23 notes
·
View notes
Text
Sleep deprivation, Mac and cheese and peaches
Tr ye dönüş yaptığını bildiğim bir arkadaşım, kısa dönemli bir iş bulmuş, tekrar buraya geliyormuş. Ama bir ay sonra dönecekmiş. Neden dönüyorsun ya kal biraz daha dedim. Kaç kaç nereye kadar, dedi.
"kaç kaç nereye kadar."
Yurt dışına okumaya gelen öğrencileri en iyi anlatan cümle. Zira buraya okumaya gelip, birkaç yıl kaldıktan sonra gitmek isteyen insan sayısı çok az. Herkes ayaklarını sürüyor. Postdoc buluyor. Başka bir şey yapıyor. Ama uzatıyor yani imkan verdiğince. Ama döneceğimiz yer de belli.
Bunu yurt dışı süper olduğu için yapmıyoruz. Buradaki basitlik, sakinlik ve ulaşilabilirlige çok alışıyoruz. Ve bunu bırakmak istemiyoruz. Olay orda. Yoksa memleket, insanın yirmi beş otuz yıl yaşadığı yer bir anda yabancı olmuyor.
Bu hissi de burada bir süre survive etmeyen herhangi bir insanın anlamasi çok zor. Aileler, arkadaşlar. Yani neden hala oradasın diyenler olabilir ama o işler öyle olmuyor aslında. Gerçekten iki ülke üzerine uzun uzun düşününce kafayı yiyecek gibi oluyorum. Isin içinden filan hiç çıkamıyorum. Şu an kararımi vermiş olmama rağmen bu öyle basitçe insanı bırakıp giden bir olgu değil. Hep onunla yaşıyorsunuz. Sürekli vizenizin ne zaman biteceğini düşünmek zorundasınız mesela. Çok fazla bürokrasi var. Sizin olmayan bir ülkede yaşamaya çalışıyorsunuz neticede. Yakın arkadaşlarımla mesajlaşmalarıma bakıyorum, hep bu minvalde. Everybody is trying to carve a life here.
Bu carve lafını da ondan öğrenmiştim.
18 notes
·
View notes
Text
“Ey Oğul!
Beysin!
Bundan sonra öfke bize; uysallık sana ..
Güceniklik bize; gönül almak sana ..
Suçlamak bize; katlanmak sana ..
Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana ..
Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana ..
Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana ..
Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana ..
Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana ..
Ey Oğul!
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teala yardımcın olsun.
Beyliğini mübarek kılsın
Hak yoluna yararlı etsin
Işığını parıldatsın
Uzaklara iletsin
Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin
Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız
Tıkanıklığı temizlemeliyiz
Oğul!
Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın
Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin ..
Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder
Bunun için daima sabırlı, sebatkâr ve iradene sahip olasın !..
Sabır çok önemlidir
Bir bey sabretmesini bilmelidir
Vaktinden önce çiçek açmaz
Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır
Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir
Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın
Ona sırt çevirme
Her zaman duy varlığını
Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır
İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler
Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir
Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır
Ananı ve atanı say !
Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir
Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin
Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme!
Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir ..
Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı!
Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir
Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözüpek) derler
En büyük zafer nefsini tanımaktır
Düşman, insanın kendisidir
Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir
Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir
Ülke sadece idare edene aittir
Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur
Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler
Bunun içindir ki, yaşayamadılar .. (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır )
İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz
Kişi kıpırdamayınca uyuşur
Uyuşunca laflamaya başlar
Laf dedikoduya dönüşür
Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez
Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir !.
Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar
Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur
Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır
Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı ..
Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli
Savaşı sevmem
Kan akıtmaktan hoşlanmam
Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir
Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır
Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir
Bey memleketten öte değildir
Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz
Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok
Çünkü, zaman yok, süre az!..
Yalnızlık korkanadır
Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz
Yalnız başına kalsa da!
Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin
Sevgi davanın esası olmalıdır
Sevmek ise, sessizliktedir
Bağırarak sevilmez
Görünerek de sevilmez!..
Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez
Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın
Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın ..
| Şeyh Edebali, 13. Yüzyıl, Söğüt-Bilecik |
7 notes
·
View notes
Text
bugün beni önemseyen bir kişi bana biber gazı almış onu verdi. gerçekten bu ülke nereye gidiyor ya. ben geleceğimi göremiyorum. 😔
12 notes
·
View notes
Text
Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim, dedin.
Bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
-Bir ceset gibi - gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye cevirsem, nereye baksam, kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün, boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın, aynı mahallede kocayacaksın; ayni evlerde kor düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma..
ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de…
youtube
75 notes
·
View notes
Text
🗣️ Aşırı Hoşgörü de Gericiliktir
Ülkenin kaderini bir kişiye teslim etmek gericilik değil mi?
Her dayatmaya bugün herkes boyun eğmek zorunda neden kalıyor?
O yetkiyi vermeyenler de mi hoşgörü göstermeye başladı?
Yabancıya toprak, maden ruhsatı, yurttaşlık bile ucuza satılır oldu?
Bu sessiz işgale kimse neden ses etmiyor?
Herşey satıldı bir pazar yerine dönmüş memleket herkes seyrediyor!
Nereye sürükleniyor ülke?
Üretim küresel sömürgeci tekellerin eline geçmiş, yaşam pahalılığı durdurulamıyor, paramızın değerini neredeyse karşılıksız para basarak sıfırladılar, ithalat ve borç sürekli artıyor, küresel tefeci ve yerli işbirlikçi tefecilerin cebi dolduruluyor, üç beş kodaman ülkede ki gelirin yarısını cebe indiriyor!
Bütün bunlara hoşgörü gösteriliyor.
Aşırı hoşgörü de gericiliktir.
Önder KARAÇAY
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#hoşgörü#gericilik
11 notes
·
View notes
Text
"Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim" dedin.
Bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbette.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
Bir ceset gibi gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede ?
Yüzümü nereye çevirsem , nereye baksam kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
Boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.
Yeni bir ülke bulamazsın , başka bir deniz bulamazsın,
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın , aynı mahallede kocayacaksın; aynı evde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu eve geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte ; öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.
#siirsokakta#siirheryerde#şiir#alıntı#kent#konstantinos kavafis#şair#siirler#aşk#siirsokagi#siirhayattır
12 notes
·
View notes
Text
Neden herkes başarısını pazarlama peşinde? Nereye baksam şu kadar parasızdım şimdi şu kadar kazanıyorum, okuyamazsın dediler, üç ülke gezdim tarzı postlarla karşılaşıyorum.
Bence bir insan kendisi için, hayalleri için başarılı olmalı ve başkaları için değil
23 notes
·
View notes
Text
ihracat rakamı tek başına bir hükmü yoktur içindeki ithalat rakamı katma değeri de önemlidir şöyle bir örnek- 2022 yolunda 100 dolarlık ihracat gelirinizi 200 kg domatesle yaptınız bu yıl 100 dolarlık ihracat gelirinizi 400 kg domatesle yapıyorsanız o zaman siz ihracat yaparak fakirleştiniz demektir şiödi bunu üretimdeki ithalatın payına göre yükselen fiyatlarla her alanda düşünün ayrıca yaratılan katla değer de hesaplanmalı
x firma şukadar ihracat yaptı Peki yaptığı ihracattaki ithalatın payı nedir 85 milyonun hesabına yarattığı katma değer nedir bilinmiyor
bununla birlikte TCMB nın net rezervi 15 milyar dolar (Bankacı olarak yazayım👇)
Çok basit iktisada giriş
Parası, rezerv para olan yani kendi parasıyla dış borç alabilen ülkeler dışında kalan, dolarizasyon etkisi altındaki ülkeler faizi yanlış belirlediklerinde kuru tutmak için döviz satmak zorunda kalırlar. Bunun sonucu olarak rezervler azalır, rezervler azalınca riskler artar, riskler artınca yatırımlar iyice düşer.
Rezervin iki anlamı var: (1) İleride kullanılmak üzere artırılmış, biriktirilmiş, saklanmış şeyler. (2) Yatağında ya da havzasında bulunduğu hesaplanan maden, su, petrol gibi şeyler. Ekonomide bunların ilkini kullanıyoruz. Merkez bankası rezervleri dediğimiz zaman fiilen ya da hesaben merkez bankasında saklanan döviz ve altınları kastediyoruz. Bu dövizlerden dolar, euro gibi her ülke tarafından kolayca alış verişlerde kabul edilen paralara rezerv para deniyor ve merkez bankaları bunları bulundurmaya özen gösteriyor. Çünkü bu paraların ve altının varlığı, ileride çıkabilecek borç ödeme sorunlarını aşmak için, borç verenler veya yatırım yapanlar için bir çeşit garanti olarak görülüyor.
Merkez Bankalarındaki rezervler (ki bunlara resmi rezervler deniyor) hesaplanırken şu denklemler kullanılıyor:
Brüt Rezervler = TCMB’nin kendi malı olan döviz ve altın rezervleri + Bankalara ait olup zorunlu karşılık olarak TCMB’de bulunan döviz ve altınlar + Bankaların TCMB’de bulunan mevduatları + IMF’nin tahsis ettiği özel çekme hakları (SDR)
Net Rezervler = Brüt Rezervler - Bankalara ait olup zorunlu karşılık olarak TCMB’de bulunan döviz ve altınlar + Bankaların TCMB’de bulunan mevduatları
Swaplar = Yerli para karşılığında geçici süreyle alınan dövizler veya altınlar
Swap Hariç Net Rezervler = Net rezervler - Swaplar (Körfez sermayesinin sevapları da diyebilirsiniz)
Son yıllara gelinceye kadar TCMB’nin brüt rezervleri de net rezervleri ve fazlaca swap anlaşması olmadığı için swaplar hariç net rezervleri de pozitif düzeydeydi. Son birkaç yıldır TCMB faizleri düşürmeye yönelince kurlar yükselişe geçti, bunu önlemek için bu kez TCMB döviz satarak piyasaya müdahaleye girişti, böylece kur denetlenmeye çalışıldı. Bunların sonucu olarak swaplar hariç rezervler eksiye düştü.
şimdi tersine işletilmeye çalışılıyor Gazi artırımı ile bakalım göreceğiz bu politika seçimlerden sonra nereye evrilecek
13 notes
·
View notes
Text
Ne İzah Eder
Bildik cümlelerin anlamını yitirdiği bir zeminde, hayatın biçiminin, olgusunun, sınırları ve tüm albenisinin her nasıl yerle bir edildiğini izah neyle edilebilir? Kimselerin hiç ama hiçbir şeyi okumadığı, görmediği, sorgulamadığı gel gelelim herkesin bir biçimde fikirler öne sürebildiği bir zeminde o yalın çapraşık / kesintisiz çürüten yerin hakikatini her nasıl izah edebilir sıradan insan! Kimselerin değil bizatihi yönetim katının var ettiği bir halden, bir bütünlükten istikamet devşirilirken oluşturulan karanlığı kim nasıl izah edebilir sahici bir halde, nasıl? Bir yeni yüzyıl tiradı aralıksız yinelenip durulurken ezberlerle yarının iş bu şimdi içerisinde cürümlere rehin edilmesini ne izah ettirebilir. Bilindik aşina tahayyül ve tahlillerin kıyısında ezber edilmiş olan şeylerin yamacında bambaşka bir zeminin artık hakikat kılındığı yerde yaşıyoruz, elde var bir! Gerisinin çorap söküğü gibi geldiği belirli, belirgin bir teslimiyetçilik hali üstünden yaşam pratikleri mahvediliyor bu da iki. Bunları kapsayan, geliştiren ve deneyimi herkese eşit pay eden akımın o yeni ülke tiradının da bir biçimde yeni yüzyıl bahsinin de nasıl aralıksız bir yağmacılığı ihtiva ettiği zaten yaşanan güncelliğin sınırlarında kendiliğinden görünür kılınır.
Her güne içkin kılınan şiddet pratiklerini ne anlatabilir sahiden? Onca badire yaşanmamış gibi yapılırken duraksamadan yeniden biçimlenen kötülüğün bir günde birkaç on insan ya da hayvanı yok ettiği bir zeminde olağanın alt üst edildiği çürümeyi ne izah edebilir ki bu saniye, şu an. Tümüyle kendisinin sandığı dünyayı, önce kendisine, sonra düşman görüp saydıklarına daha sonra hayvanata, nebatiye karşı bir kırımla güncelleyen dünyanın tamı tamına yamacında bir yok edicilik şablonu altında yol nereye çıkacaktır ki, sahiden. Her halükarda insan olma erdeminin bariz bir yıkıma terk edildiği yerde onca ilerleme her neyi var edecektir! Sözde kurumsallaşan insan aklı, depolama alanlarının sınırsızlığı illa ki yaşama katılan yeni yaşlar, yaş alma hakkının güncellenmesi, destekler, yenilemeler ve bitimsiz araştırmalarla insanın geliştirildiği zikredilirken, daha yerküre üstünde birbirinin haklarını tam olarak göremeyenlere, anlamayanlara, sürekli çatışanlara bir umut söz konusu edilebilir mi? Hayat aleni bir biçimde paçavra kılınırken, cerahatle bir yarın imali söz konusu kılınırken, hakikat bambaşka şeyleri imal ederken / gösterirken yolun pek de matah bir zemine çıkmadığı aşikardır. Bu hallerle / bunca bariz tüketerek, yeniden yıkımı önceleyerek, hep yok ederek, aklı terk ederek hangi düzleme varılabilir? Zaten her şekilde halimiz ortadayken...
Bianet’ten aktaralım: “Diyarbakır Barosu 2018-2020 dönem Başkanı Cihan Aydın ve yönetim kurulu üyelerinin 24 Nisan Ermeni Soykırımı açıklaması nedeniyle TCK (Türk Ceza Kanunu) 301’den yargılandıkları davadan karar çıktı.
Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya, Serdar Çelebi ve Tevfik Karahan mazeret bildirerek duruşmaya katılmadı.
Aydın ve yönetim kurulu üyeleri Muhlis Oğurgül, Ahmet Dağ, Erhan Aytekin, Fırat Üger, Gazal Bayram Koluman, Mehmet Akbaş, Serdar Çelebi, Tevfik Karahan, Ömer Şeran ve Özgür Yılmaz Biçen ise hazır bulundu.
MA’nın haberine göre; savcı bir önceki duruşmada açıkladığını mütalaasını tekrar etti ve ceza istedi.
İddialara karşı ilk savunmayı Cihan Aydın yaptı. Aydın, Diyarbakır Barosu’nun çok kez hedef alındığını ve haklarında davaları açıldığını söyledi.
"Önce işaretleniyoruz sonra dava açılıyor"
Hedef gösterildikten sonra katledilen Baro Başkanı Tahir Elçi’yi hatırlatan Aydın, “Tahir Elçi önce işaretlendi, sonra öldürüldü" dedi.
Aydın'ın sözlerine müdahale eden mahkeme başkanı "Onların yeri burası değil" diyerek sözünü kesti.
Aydın ise "Evet, biz de aynı şeyi söylüyoruz. Bu davanın yeri burası değildir. Bu dava buranın dışında gelişen olaylar nedeniyle açıldı. Önce siyaset, medya, kolluk tarafından işaretleniyoruz, sonra yargıya havale ediliyoruz" yanıtını verdi.
"Beşinci altıncı davayı açıyorsunuz"
"Ermeni Soykırımı" ifadeleri nedeniyle Diyarbakır Barosu Yönetim Kurulu üyelerine daha önce üç dava açıldığın, bu davalarda beraat kararı verildiğini hatırlatan Aydın, "Bu beraat kararları kesinleşti. O zaman neden 4, 5, 6'ncı davayı açıyorsunuz. O zaman hukuki öngörülebilirlik nerede kaldı? Konuşuyoruz hedef gösteriliyoruz, belediye başkanı seçiliyoruz hedef gösterilip, görevden alınıyoruz, tutuklanıyoruz, tehdit ediliyoruz. Bunlar olurken yargı neredeydiniz?" diye sordu. Bir kez daha Aydın’ın sözünü kesen mahkeme başkanı "Müdahale edeceğim" dedi.
Aydın ise "Müdahale etmeyin. 'Ermeni Soykırımı' dedik, dava açıldı, yine 'Ermeni Soykırımı' diyoruz. Bu bir fikirdir" cevabını verdi.
Aydın'ın savunmasının ardından diğer yargılanan diğer avukatlar, Ermeni Soykırımı ifadesinin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu ifade ettiler.
"Ermeni Soykırımı Osmanlı döneminde yaşandı"
Yargılanan avukatların beyanlarının ardından avukatları Mehmet Emin Aktar, Raci Bilici, Şeyhmus Bayhan, Cafer Koluman, Nahit Eren savunma yaptı.
Avukatlar, soykırımın Osmanlı devleti döneminde yaşandığını "Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ve devletin yargı organlarını alenen aşağılamak" fiilinde belirtilen hiçbir kurumun o dönemde olmadığını vurguladılar.
Müvekkillerinin kullandığı ifadelerin "aşağılama" içermediğini, bir durumun tespiti olduğunu dile getiren avukatlar, müvekkillerinin beraatini talep ettiler.
Mahkeme verdiği kısa aranın ardından, Aydın ve yönetim kurulu üyelerinin ayrı ayrı beraatine karar verdi.”
Bildik cümlelerin anlamını yitirdiği bir zeminde, hayatın biçiminin, olgusunun, sınırları ve tüm albenisinin her nasıl yerle bir edildiğini izah neyle edilebilir? Yineleyerek, daimi bir biçimde Ermeni tabusu kılınan o büyük felakete dair bir tespiti / hakikatten bir kesiti anmak neden halen suçtur misal. Türkiye Cumhuriyeti denen olgunun varlığı söz konusu dahi edilemez bir zaman diliminde, bu ülkenin kökünden olagelen milyonlarca yurttaşın o sahneden paldır küldür el çektirilmesinin, canlarının tehcirle heder edilmesinin, kervanlar boyunca ya da bulundukları nahiye, mezra, köylerde infaz edilmelerinin ardılını sorgular olmak neden suçtur, onlar insan değil midir, yoksa! Değişimden, ilerlemeden, muasır ülke olup olmama halini arşınlamaktan helak olacak bir yerde, daha kökenleri buraya ait olagelen insanların hayatlarına dair sorgu / sual etmenin tabu kılındığı, suç bildirildiği bir zeminde yüz dokuz yıl sonra Ermeni’nin yarasına soykırım denilse ne olur, büyük acı dense ne yazar, gidenlerin farkına dahi varamayacak bir nobranlık / karanlık her günü kuşatırken. Diyarbakır Barosunun cesaretle, itinayla sunduğu, Kürdistan sathı mahallinin yıkımdaki payına dair sorgulamaları, adaletin tecellisi, en azından yitirilenlere karşı açık bir özrü var etme gayretinden neden çekinilir, hani herkes için bir yurttu burası, değil mi? Komşulardan en yakın, en uzak, en faydalı, en zararlı diye ayrıştırmanın gündelik bir hal ve eyleme dönüştüğü zeminde, dünya üstünde hepi topu on milyon, bu ülke sınırlarında da otuz beş / kırk bin dolayındaki bir halkın acısına dair konuşmak ne zaman söz konusu “301”lik olmaktan çıkartılacaktır, düşünür müsünüz...
Agos Gazetesinden aktaralım: “Büyükdere'deki Santa Maria Kilisesi'ne yapılan silahlı saldırıyla ilgili adliyeye sevk edilen 34 şüpheliden 25'i tutuklandı, 9 şüpheli hakkında ise adli kontrol kararı verildi.
IŞİD'in üstlendiği silahlı saldırıda 52 yaşındaki Tuncer Murat Cihan hayatını kaybetmişti.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından saldırının ardından başlatılan çalışmalarda 60 kişi gözaltına alındı. Şüphelilerden 26'sı sınır dışı edilerek, geri gönderme merkezine gönderildi. Olayla ilgili gözaltına alınan 34 şüpheli ise yoğun güvenlik önlemleri altında Bayrampaşa Devlet Hastanesi'ne getirildi.
Sağlık kontrolünden geçirilen şüpheliler ardından Çağlayan Adliyesi'ne sevk edildi. Şüphelilerin savcılık ifadelerini alması için 18 savcı görevlendirildi. Saat 11.00 sıralarında başlayan ifade işlemleri saat 20.00 sıralarında bitti.
İfadeleri alınan 34 şüpheliden 13'ü 'Örgüt üyeliği' suçundan, 21 şüpheli ise 'Örgüt üyeliği' ve 'Adam öldürmek' suçundantutuklama talebiyle Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği'ne sevk edildi.
Şüphelilerden 13'ü "Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma" suçundan, aralarında katil zanlıları Amirjon Kholikov ile David Tanduev'in de bulunduğu 21 şüpheli ise "Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma" ve "Tasarlayarak kasten öldürme" suçundan tutuklama talebiyle Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliğine sevk edildi. Hakimlikçe 34 şüpheliden aralarında Amirjon Kholikov ile David Tanduev'in de bulunduğu 25 şüpheli "Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma" ve "Tasarlayarak Kasten Öldürme" suçundan tutuklandı.
9 şüpheli hakkında ise adli kontrol kararı verildi.
Şüphelilerin nöbetçi sulh ceza hakimliğindeki işlemleri devam ederken savcılığın sevk yazısına ulaşıldı. Sevk yazısında, 28 Ocak'ta Sarıyer'deki Santa Maria Kilisesi'nde rahiple birlikte 31 kişinin pazar ayini yaptığı sırada, IŞİD terör örgütü üyesi şüpheliler Hamza kod adlı Amirjon Kholikov ve David Tanduev'in saat 08.20 sıralarında keşif yaptıkları kiliseye geldikleri aktarıldı.
Tanınmamak için siyah kıyafetler giyen ve yüzlerinde maske olan şüphelilerin, aracı yakın bir bölgeye bıraktıktan sonra 7,65 milimetre çaplı tabancalarla kilise kapısına geldikleri aktarılan yazıda, bu sırada maktul Tuncer Cihan'ın kiliseye girdiği, şüpheli Tanduev'in ayine katılanların en arka sırasında bulunan Cihan'ın kafasına tabancanın kabzasıyla vurduktan sonra hedef gözetmeksizin kilisedekilere ateş etmeye başladığı kaydedildi.
Yazıda, Tanduev'in Cihan'ı olay yerinde öldürdüğü anlatılırken, Tanduev'in kilisedekilere ateş etmeyi sürdürmek istediği ancak tabancanın zaman zaman tutukluk yaptığı, kilise duvarlarına isabet eden mermiler olduğu aktarıldı.
Tanduev'in kilisede yüksek sesle bir şeyler söylediği, kameranın sesli kayıt yapmaması ve kilisedekilerin ''anlaşılamayan yabancı bir dil'' diye tanımlaması nedeniyle ne söylediğinin tespit edilemediği kaydedildi.
Diğer şüpheli Kholikov'un da ayinde bulunanlara yönelik hedef gözetmeksizin ateş ettiği, tabancasının ara ara tutukluluk yaptığı ifade edilen yazıda, kilisede maktul Cihan dışında ölen ya da yaralanan kimse olmadığı, şüphelilerin kiliseden çıktıktan sonra geldikleri otomobille olay yerinden kaçtıkları vurgulandı.
Sevk yazısında, şüpheliler David Tanduev ve Amırjon Kholikov'un kaçış güzergahına yönelik yapılan arama çalışmaları kapsamında Sarıyer Bahçeköy-Kemerburgaz yolu üzerindeki ormanlık alanda şüphelilerin olayda kullandığı değerlendirilen tabancaya ait kabza, sürgü, şarjör, şarjör kapağı gibi materyaller ile kamufle amaçlı giydikleri kıyafetlerin ele geçirildiği kaydedildi.
Yazıda, şüphelilerin aynı araçla 20 ve 21 Ocak'ta gün içerisinde ve akşam saatlerinde kilise ve çevresinde keşif yaptıklarının değerlendirildiği anlatılarak, saldırganlarla hareket ettiği değerlendirilen şüpheliler Abdulaziz A, Rasul A, İslam M, Omadbek K. D. ve Temurbek M.U.E'nin 5 Ocak'ta İstanbul'dan Kayseri'ye giderek içeriği tespit edilemeyen ve örgütsel olduğu değerlendirilen toplantı, etkinlik yapmış olabilecekleri ifade edildi.
Sevk yazısında, olayda kullanılan aracın Abdullo Buriev ile 27 Kasım 2022'de Edirne'den Türkiye'ye giriş yaptığı, 29 Kasım 2022'de ise Rusya'ya gittiğinin değerlendirildiği belirtilerek, söz konusu aracın 23-24 Ocak'ta İstanbul Havalimanı ile Fatih civarında Shamsullo Radzhabov tarafından kullanıldığının değerlendirildiği, Radzhabov'un emniyet güçlerince yakalandığı ifade edildi.
Zanlıların telefon trafiği ile saldırıyı gerçekleştiren şüphelilerle diğer 32 şüphelinin bağlantılarına dair detaylara da yer verilen yazıda, "Mezkur saldırıya ilişkin açık kaynaklarda yer alan haberlerden DEAŞ terör örgütüne müzahir yayınlar yapan AMAK Medya isimli sitede 28 Ocak'ta 'Türkiye'nin İstanbul şehrinde İslam Devleti'nden 2 savaşçı tarafından Hristiyanlara ait bir kiliseye silahlı saldırı düzenlendi, bu saldırı İslam Devleti liderlerinin her yerdeki Yahudi ve Hristiyanları hedef alma çağrısına icabeten düzenlendi.' şeklinde paylaşım yapılarak, söz konusu eylemin DEAŞ terör örgütü tarafından üstlenildiği" ifadesi yer aldı.
Yazıda ayrıca Amirjon Kholikov ile bağlantılı olduğu değerlendirilen şüpheli Anderi Guzun'in, hakkında "Türkiye'de bulunan terör örgütü DEAŞ'ın sözde sorumlularından olan ve Türkiye'de eylem yapmak için kendisine bağlı unsurlara izin verdiği" şeklinde bilgiler bulunan ''Adam Abu-Darrar Al-Shishani'' kod adlı kişi olduğunun değerlendirildiği aktarıldı.”
Devletlinin bir biçimde cezasızlık politikasıyla taltif ettiği, çoğu zaman göz yumduğu bir dönem “ılımlı, muhafazakar, öfkeli çocuklar” diye geçiştirdiği / bunu dile getirebildiği ol yapılanma bir kere daha hedefteki ötekinin değil doğrudan bir Türk’ün canına kast eder. Göz ardı olunan Hristiyan halkına yönelik aralıksız sürdürüle durulan ötekileştirme bahsi içerisinde bir toprak parçasındaki yaşam idesine sahip olmak bir kere daha imkansız kılınmak istenir alenen. Bir pazar günü ortalık yerde, onca kameranın gözetiminde habersiz kuşun dahi uçurulmadığından dem vurulan bir zeminde, bir cana, bir mabet içinde kıyılır. Göz ardı olunan yaşam pratiğinin bir biçimde yerle bir edilmesinin zemini bir kere daha yoklanır. Bütünüyle şablonla kesilmiş gibi hakikat bir yerlerden sökün ederken, bunların bu ülkede yaşamanın tuzu biberi olduğundan bahisler, x sosyal medya platformunda kimi münazaralar içerisinde goygoy malzemesi kılınır. Hayatın berhava edilip, bir inancın sistematik bir biçimde dışlandığı, bunun da ister Ermeni, ister Rum ister Katolik, ��talyan, Fransız o bu ya da şu olsun bir biçimde yeniden imal edildiği bir zeminde hayatın mahvedilmesinin goygoy bahsi olmaz. Olmayacaktır da. Piyonların var ettiği, kimi makamların ister dolaylı ister doğrudan el altından yol verip, zemin sağladığı nefret ve ayrımcılık bu ülkenin asıl yüzünü görünür kılar bir kere daha. Kendi kimliğini taşıyanları dahi dışlayan, hedefe rahatça koyabilen bir aklın karşısında kelimeler mucizeyi bildirmeyecektir. Bu ülke çürümeye devam ediyor tüm önyargı halleriyle, vurdumduymazlık çehresiyle, nicesiyle nice haliyle. Biliniz yani öyle...
Bildik cümlelerin anlamını yitirdiği bir zeminde, hayatın biçiminin, olgusunun, sınırları ve tüm albenisinin her nasıl yerle bir edildiğini izah neyle edilebilir? Tümüyle garabetlik bir haller toplamında, cürmün birbiri peşi sıra yinelendiği bir zeminde, nefreti ve kinin tam ve eksiksiz oyun kurucu ilan olunduğu bir sahada yaşamın ehven ile olan kesişimine ketler vurulmaya devam olunuyor. Hakikat bir yerlerde sökün ederken, gerçekliğin peşini kovalayabilen, artık bir illüzyon halini almış demokratik, eşit, adil bir hukuk devleti bahsi ve söyleminin kadük kaldığı, geçersiz ilan olunduğu bir zeminde o hayat imgesi kurtarılmayı bekliyor. Şeriatın dahi masaya çağrıldığı, hakkaniyet kavramını altüst eden bir yönlendirmeyle düşmanlaştırma mitinin her gün yeniden kurumsallaştırıldığı bir yer, bir zeminde gündelik yaşam kırıma uğruyor kimseler farkında değil. Her durumda başka, bambaşka bir yaranın yolunun açıldığı, zeminin kolaçan edildiği bir sahnede bunca can kırığı, bu kadar afaki sınamanın ortasında bir kez olsun elimizden kayıp gideni fark etme çabasında ortaklaşabilecek midir, bu ülke? Meselemizdir, mesel bildiğimizdir. İlginize...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Emrah GÜREL – AP Photo
#mesel#arzihal#türkiye gerçekliği#başka ülke#yıkım#yok edicilik#soykırım#ermeni#tabu#kök salmış hakikat#çürüme#devlet nedir!#demokrasi101#santa maria kilisesi#baskın#daeş#saldırı#terör#yok etme#ülke nereye!#şeriat#kötülük mefhumu#anarşizan#meram#durum#güncel#hayat hakkı#hayat101#türkiye#hayat akarken
2 notes
·
View notes
Text
bizi nasıl güzel sikiyorlar ama farkındasınızdır. aslında farkında mısınız o kısım biraz gri. ben yine de iyi düşünüp farkında olduğunuzu varsayıyorum. ülke koca bir saçmalıklar pavyonu. tvde her şey ışıl ışıl. ülke uçuyor. evde oturan anne babalarımız için de bu böyle ayrıca. rejimi destekleyenlerin çoğunun götü sağlama alınmış. ev almış, araba almış, yetmemiş bir ev daha almış. kira geliri var. müslüman ülkeyiz. güya ama müslüman ülkeyiz. düşene bir tekme de biz vuralım müslümanlığı. ülkenin hiçbir iradesi yok. yaşıyoruz ama sadece günü kurtarıyoruz. kimsenin hayali yok. herkes yarına kadar düşünüyor. sonrası yok. sonrası allah yollar kısmetini diye düşünüyor. genel tavır bu. hem gülerim hem ağlarım hem de giderim olduk. amk ya irademiz yok. adamlar bilmediğim, tanımadığım bir adam için yas ilan ettiler. bayraklarımız yarıya indi. niye amk ya. niye. onca asker ölüyor onların anaları babaları yok mu? onlar için indir indireceksen. sosyal kanalları kapatıyorlar. sen kapatınca insanlar girmeyecek mi sanıyorsun? sen bunu yapınca girmeyen bile girmek için uğraşıyor. bu yöntemlerle nereye kadar yönetebilirsiniz? gerçi yönetiyorlar. bir nesil yok oldu. yeni nesil kim tanımını yapabilecek var mı? söyleyeyim. inançsız, değerlerinden uzak, aptal bir nesil yarattınız. mahallesinden dışarı çıkmamış bir nesil yarattınız. şimdi oturup eserinizi izleyip övünün. yarın öbür sureyilesi, afganı, boku her neyse elinde kılıç karını kızını tecavüz ettiğinde ne yapacaksınız bakalım. sikerler amk. bu ülke beni hasta ediyor.
4 notes
·
View notes
Text
Ben bugün diğer hesapta, ana hesapta, bu fanatizm mevzusuyla ilgili konuşuyordum, kesmedi. Biraz daha konuşasım var, o yüzden neden olmasın. Burası bunun için sayılır bir nevi. Rb de atmam muhtemelen buna, neden bilmiyorum, öyle geldi içimden. Genel olarak ülkenin içinde bulunduğu bu kaos, kavga, en iyi benim seçtiğimcilik, tuttuğumculuk çok yoruyor beni, sadece izlerken ve okurken bile yoruyor. Cem yılmazın "Bnuutooth" şakası gibi birileri bir şeyi tutuyor ve başkalarına da tutturmaya çalışıyor, çok tatsız. Bizden olmayan öcüdür kafasıyla hayat nasıl yaşanır ya. Hiç mi uzlaşmacı olunmaz, hiç mi orta yol bulunmaya çalışılmaz. Ya bir takım uğruna otobüs kurşunlamak, bir parti uğruna birilerini öldürmek, bir din uğruna kafa kesmek, ideolojisi farklı diye birini öldürmek gibi şeyler nasıl bu kadar basit bir şekilde sindirilebilir. Nasıl bir konuyu açınca "bunu da politikleştirmeyin" diyebilirsiniz bu ülkede? Nasıl bir ülke hırsızı değil de hırsız var diyeni yargılayıp içeri tıkmaya çalışır, susturmaya çalışır ve kimse buna sesini çıkarmaz? Özgür bir şekilde yaşamayacaksak neden yaşıyoruz arkadaşlar biz ya? Kime yaşıyoruz? Nasıl bozuk bir simülasyon bu? Hepinizin kodlarıyla mı oynadılar The Bells of Saint John bölümündeki gibi (DW S7B6 referans bilmeyenler için) Ben gerçekten bu ülkede yaşanan bu sindirme huyundan nefret ediyorum. İnsanlar ölüyor, evler yıkılıyor, yaşamlar, hayaller, gelecekler yok oluyor ülkenin bir yanında, iki ay geçti daha bu yaşanalı ve insanlar unutmaya başladı bile. PR etkisi mi geçti ne oldu susuyor insanlar? Nerede o hesap soracak koca güruh? Büyük bir kısmı takipçi ve etkileşimini alıp kayboldu hesap soracakları masadan... Gerçekten çok daralıyorum artık. Tahammülsüzleştim, ufacık şeylere bile sinirlenir oldum, sabredemiyorum, bu ülkenin cehaletine ve bu cehaleti sevmesine sabredemiyorum. Hadi bunu geçtim, diyelim ki bu güruh seçim bekliyor, ona da tamam. Neticede demokrasiyi savunan insanlar, demokratik hakları olan yürüyüş ve protestoları düzenlemek isteyince genelde sonu biber gazı, gözaltı gibi şeylerle bitiriyorlar günü. Zaten sözüm de o insanlara değil ya neyse. Peki ya hala malum partiye gözüm kapalı oy veririm, her şey yolunda diyenler? Şeriat getireceğiz diyenlere, İstanbul Sözleşmesini adeta yok edeceğiz diyenlere alkış tutan insanlar, özellikle kadınlar, olması.. Biz bunları ne ara sindirdik, nasıl sindiriyoruz? Dolar, Euro gibi paritelerin takibini yapabilen var mı artık? Aklınıza geliyor mu her gün 100 ayrı olayın yaşandığı ülkede bakmak? Her markete gittiğinizde biraz daha fakirleştiğinizi fark ettiğinizde aklınıza ne geliyor ben bunu içtenlikle merak ediyorum. Biz nereye gidiyoruz diye mi soruyorsunuz yoksa ben bu ülkeden nasıl kaçarım diye mi?
Off, yine paragraflarca yazdım ve buraya geldiğinde "ne anlattı yine bu deli" diye düşünüyorsun muhtemelen. Eğer öyleyse aynı şeyi düşünüyoruz demektir. Özetle çok sıkıldım ben sevgili arkadaşım, fazla sıkıldım bu fanatik, sindirmeye hazır, cahil ve kokuşmuş toplumdan. Elim kolum bağlı hissediyorum ve bu beni daha da tüketiyor içten içe.
Ne yapalım, "Dünyayı ben kurtaramam" belki kendimi kurtarırım ama yeter mi bilemiyorum sanırım. Yazdıkça daha da geliyor ama yeterince yorduğuma inanıyorum gözlerini. Ne kadar yazdığımı az önce fark etmiş bulundum çünkü, kusura bakma lütfen. Sansürlemeden, silmeden yazdığım için saçmalamış da olabilirim yer yer. Katılmadığın yer olursa da söyle lütfen, herkes hata yapar... Madem buraya kadar sabrettin, bir de parça armağan edeyim. Tüm bu yorgunluğa bir Türk Kahvesi niyetine. Cehaletten ve bu sindirilmişlikten korunabilmen dileğimle.
36 notes
·
View notes
Note
Bir yere gitme şansın olsaydı nereye gitmek isterdin(ülke şehirvs)
Biliyorum çok klişe ama Paris'e gitmek isterdim
2 notes
·
View notes
Text
*sadece kendinizi tüketiyorsunuz*
Tevfik Fikret, 19. yüzyılın Batı eğilimindeki Edebiyat-ı Cedide'nin büyük şairidir. Hayatı II. Abdülhamit Devri'ne denk gelir. Fikret de padişahın baskıyı artırdığı dönem olan İstibdat Dönemi'nin bunalımındadır çünkü yaşadıkları dönemde hafiyecilik, sansür, sürgün kol gezmektedir. Meşrutiyet rüyası bir türlü gerçekleşmez. Evi izlenir, en yakın arkadaşı Gazeteci İsmail Safa sürgün edilir.
(peyami safa, ismail safa'nın oğludur ve küçük peyami'ye bu adı fikret vermiştir.)
Fikret, tüm bunlardan kurtulabilmek için çareler ararken Yeni Zelanda'nın göçmen kabul ettiğini duyar ve heyecanlanır. Arkadaşlarıyla buraya gitme hayali kurarlar ve bu hayal onları epey oyalar. Sonunda bu masraflı seyahatin altından kalkamayacaklarını anladıkları birtakım hayal kırıklıkları silsilesi meydana gelir. Umut tükenir. Sonunda Manisa'da bir çiftlik evine yerleşmeye karar verirler. Amaç inzivadır. Nereye giderlerse gitsinlerdir artık.
Bu arada Fikret, Aksaray'daki evini satarak Rumelihisarı'ndaki jurnalcilerce gözetlenen yalısından aynı semtin sırtlarındaki yeni evine taşınır.
(Bu jurnalciler Yıldız İstihbarat Teşkilatı'ndan. Bkz. Süleyman Soylu'nun geçen gün TOGG turunda anlattığı KİM uygulaması - Bkz. Yıldız Haberleşme uygulaması)
Neredeyse şairliği ölçüsünde ressam olan Fikret, Manisa'daki çiftlik evini dönüştüreceği projeyi burada çizer. Bu projedeki ev, kuş yuvasına benzemektedir.
Gelgelelim şair, bir gün arkadaşlarıyla yaptığı tartışmada bu "Yeşil Yurt" hayalinden aniden vazgeçer. Çünkü mesele uzar da uzar ve bir sonuca bağlanacağı belirsizdir. Bu nedenle, çizdiği evin projesini şimdiki evinde gerçekleştirir Fikret. Bu köşke de Farsçada kuş yuvası anlamına gelen "Aşiyan" adını verir. Bu ad, zamanla semtin adı olur.
Fikret bu evde 9 yıl yaşayabilmiştir. Ülke sorunları onu öyle kahretmiştir ki Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Bu bir manzume değil, bu zalim bir beddua." diye tanımladığı meşhur "Sis" şiirini bu evdeki yatak odasından yazmıştır. Siyaset onun zehridir, Aşiyan ise panzehiri olamamıştır. 48 yaşında vefat eder.
Tevfik Fikret hakkında anlatılacak çok şey var fakat kıssadan hisse şudur ki ister ülkeyi terk edelim ister burada kalıp kendimize yeni bir dünya kuralım; madem insanız, kaygı bizimle gelecektir. Kaygılıysak duyarlıyız, duyarlıysak insanız, insansak da birbirimize lazımız. Herkes bahçesini güzelleştirmeye devam etmek zorunda. O bahçenin sevgili konukları hatrına. Dayanışma hatrına. Sadece o bahçeye kimi sokacağınız size kalmış. Lütfen kurutmayın köklerinizi, eğmeyin dallarınızı. Bu sadece sizi yok eder.
12 notes
·
View notes
Text
"Bir başka ülkeye,
bir başka denize giderim," dedin,
"bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin
olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
- bir ceset gibi - gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
boşuna bunca yılı tükettiğim bu ülkede."
Yeni bir ülke bulamazsın,
başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın.
Aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma -
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada,
bu köşecikte,
öyle tükettin demektir
bütün yeryüzünde de.
Konstantinos Kavafis
6 notes
·
View notes