#çok pahalı olmuş ya kitaplar
Explore tagged Tumblr posts
Text
biri bana taht oyunları serisini alsa en sevdiğim insan olur yemin ediyorum
#bir de illuminae serisini alsa#taht oyunları var ilk kitap#kargaların çarpışması bir ve ikiyi almam lazım ç#ama param yetmiyor#çok pahalı olmuş ya kitaplar#bir çocuk kitabı 150 lira#ama malamander serisini tamamlicam#çünkü çok güzeller#üç kitap daha almam lazım#zam gelmezse 450 lirayla kapatıcaz#inşallah#of ıd#of
0 notes
Text
Öğrenciler İçin Birebir
Dünyanın durumu değişiyor. Hem zengin hem de fakir farkına varmadan bu alanlarda alışveriş yapabiliyor. Bu durum özellikle öğrenciler için faydalıdır. Bu alışveriş alanları özellikle fiyatlar açısından öğrencilere büyük faydalar sağladığından öğrenciler tüm ihtiyaçlarını bu yerlerden daha ekonomik bir şekilde temin edebilmektedir. Bugün birçok öğrenci spot satıcılardan ve ikinci el satıcılardan alışveriş yapıyor. Ayrıca kullanılmayan ürünleri satarak kar elde edebilirler ve satın alma yöntemleri ikinci el ürün satın alma yöntemlerinden farklıdır. Tüm bunların yanında sunumlar ve projeler de hazırlanmakta, bilgisayar veya tablet gibi teknik donanımlara da çok ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ürünler piyasada çok pahalı olduğu için birçok öğrenci zorluklarla karşılaştı. Ancak spot satıcılardan piyasa fiyatından daha uygun fiyata satın alınarak veya ikinci el mal satın alınarak istenilen ürün daha uygun fiyata elde edilebilir.
Ayrıca, özellikle okul döneminde zorunlu derslerle ilgili kitaplar çok pahalı olduğu için öğrencilerin ceplerini yakar. Bu durumda ikinci el kitap satışlarının mevcudiyeti de oldukça uygundur. Ya da spot satıcılardan yeni ürünleri daha uygun fiyata satın alabilirler. Pek çok öğrenci, ailelerinin gönderdiği harçlıklara güvenerek başka şehirlerde yaşamaya devam ediyor. Bazı insanlar için bu durum çok zordur. Yaşam koşullarının pahalı olması hem aileleri hem de öğrencileri maddi sıkıntıya sokmaktadır. Bu nedenle öğrenciler ister ev eşyalarında ister giyim ve ayakkabı gibi her alanda öğrencilerin ihtiyaçlarını daha ucuza karşılayan ikinci el veya hazır ürünleri almayı tercih ediyorlar.
Özellikle farklı şehirlerde okuyan öğrenciler büyük mali zorluklarla karşılaşacaklar. Ya da bazı insanlar eğitimleri sırasında yurt yerine evde kalmayı tercih ediyor. Öte yandan, bu insanlar yeni mal almaktan daha uygun fiyatlı oldukları için ikinci el mal alma eğilimindedirler. Elektronik ve mobilyada çeşitli ev içi ihtiyaçları karşılamak için birçok imkan sunsa da bunu çok ucuz bir şekilde yapmaktadır. Web siteleri, uygulamalar aracılığıyla veya her şehrin belirli bir bölgesinde bulundukları için çeşitli şekillerde kolaylaştırılabilirler. Bu alanlar çok faydalı ve faydalı bir alışveriş sağlar veya talebin satın alınmasını kolaylaştırır ve öğrencilere fiyat açısından daha büyük katkı sağlar. Değişen alışveriş alışkanlıkları birçok yönden giderek daha faydalı hale geliyor. Uzun yıllardır spot malların satışı birçok kişi için oldukça elverişli olmuş, ikinci el mal alımı da birçok kişiye fiyat kolaylığı sağlamıştır. Bugünün gerçekleri alışveriş için kolaylık sağlamakta ve daha ekonomik alışveriş fırsatları sunmaktadır.
Bütün bunlar esas alındığı zaman ikinci el ya da spot eşyaların özellikle öğrenciler için son derece önem taşıdığı ve bundan dolayı da neredeyse her öğrencinin sürekli olarak gündeminde olduğu bir gerçektir. Bu durum sonucunda öğrenciler için son derece uygun fiyatlarla eşya alma ihtimali ortaya çıkmaktadır.
0 notes
Text
9. Günün Ardından
9. günün ardından;
Petersburg az da olsa tanındığına, Moskova ile karşılaştırma yapılacak kadar gezildiğine göre işin daha da eğlenceli kısmına geçilebilirdi. Konstrüktivizm Petersburg’a nasıl uğramıştı?
Bu konuda internette fazlasıyla araştırma yapmama, bir kaç tane kitap karıştırmama rağmen açıkçası neredeyse hiç örnek bulamamıştım. Zaten Rusya’nın kendi içine kapanıklığını gelmeden önce de konuşurdum yazılarımda ama hep benim araştırma eksikliğimden diye düşünüyordum. Fakat buraya geldikten sonra fark ettim ki her ne kadar Lenin dönemi dışarıya çok açık geçse de, uluslararası fuarlara katılımlar gerçekleşmiş, yurtdışı ile akademisyen alışverişi olmuş ve VkHUTEMAS ve Bauhaus arasında fikir alışverişi olsa da Stalin geldikten sonra bu alışveriş tamamen durmuş, özellikle kaynakların çoğu kendi dillerinde kalmış ve kendi içlerinde bir gelişim yaşanmaya çalışılmış. Bunun etkisinden çıkılmadığını mimarlıkla ilgili kırtasiyemsi bir yere girdiğimde daha net fark ettim. Hiçbir mimarlık kitabı yabancı dilde değildi. 1 tane bile. Ve bu Moskova’nın göbeğindeydi. İngilizce kitaplara rastladığım tek yerler insanların gelme ihtimali olan müzelerdi. Ki oralarda bile İngilizce kitaplar Ruslar’ın yazdığı değil yabancı yazarların yazdığı kitaplardı. Çok beğenip “bana alın noluy” dediğim kitabın John Ellis Bowlt. Bir kaç gün sonra Garaj Müzesi’nde genel anlamda “hatıra” olsun diye (çünkü tüm kelimeler Rusça’ydı ve teker teker çeviremeyeceğim için çok karakteristik konstrüktivist yapıların olduğu güzel resimler için) aldığım kitapçığın aslında Petersburg’taki ve 1925-34 arası avangart yapılara ait olduğunu keşfetmem bir kaç gün sonra gerçekleşti. Gelmeden önce elimde sadece Red Banner olan yer hakkında şimdi 10’dan fazla örneğe sahip olmuştum. Ve bu yabancı bir kaynaktan gelmemişti. Genel anlamda gelmeye çalıştığım nokta daha buraya gelmeden değindim ülkenin içine kapanıklığıyla ilgili bir durumdu. Sanırım bunu da istekli insanlar ya da kaynaklarını yabancı dillere çeviren Ruslar olmadan aşmak biraz zor olacak.
Sonuç olarak bu güzel rastlantı ve kontrol edemediğim dürtüler sayesinde (kitapçık biraz pahalıydı da) bugün 3 tane harikayı yapıyı gezme şansı elde ettim. Anlaşılan Petersburg’un gerçekten de rahatlığı ve dışa açıklığı bu tarz yapıların daha rahat denenebildiği ortamlar olmuş, korumacı yapısı sayesinde de bugüne kadar gelmiş. Yoksa sonları Stalin’in tarihle bir bağını bulamayıp daha hiç başlamadan bitirdiği ya da başlamasına rağmen bitirdiği yapılardan olabilirlerdi. Gözünün önünde olmadığı iyi olmuş.
Normalde yakınlardaki başka bir yapıyı ararken (ve bulamazken) karşılaştığım şu bölgeden bahsetmeden geçemeyeceğim. Henüz çok bir bilgim olmamasına rağmen yanından geçerken birçok öğesiyle beni etkiledi. Hangi yıllar arasında yapıldığından da emin değilim ama bu toplu konut bölgesinin çok da 1930’ları geçtiğini ya da 1910’lardan önce yapıldığını sanmıyorum. Detayların yorumunu sizlere bırakıyorum. Ama dönemsel olarak çok karakteristik şeyler taşıdığı aşikar değil mi?
İlk boşa sallamadan sonraki hedefim en garanti olan Kırmızı Bayrak Tekstil Fabrikası’ydı. İnternette en çok tanınan ve rahatlıkla erişebilen binalardan birisi. Erich Mendelsohn’un tasarladığı bina 1937 açılmış ardından uzun süre kullanıldıktan sonra kapatılınca sahipsiz kalmış ve insanlar tarafından işgal edilmiş. Binanın neredeyse her yeri graffitilerle dolu. Onun dışında bir zarar verme durumu olmasa da anladığım kadarıyla bina tekrardan boşaltılmış ve şu an tadilatta. Binada beni en çok etkileyen detaylardan birisi de Narkomfi’de de olduğu gibi (orada da camların önündeki pervazlar bitkiler için biraz daha öne uzatılmış ve saksılık gibi bir alan yaratılmıştı) binanın açık alanları ve pencere önleri bitkiler için ayrılmış alanlarla doluydu. Onun dışında normalde yuvarlak hatlarda hep gördüğüm yatay pencerelerin aksine orta bölümdeki kısımda boydan boya dikey pencere olması da farklı bir noktaydı. Son olarak çalışılan ve takınılan bölgelerin veya geometrilerin farklı malzeme ve renklerle öne çıkarılması çok hoş değil mi?
Çok yakındaki diğer bina ise Darnitsa Fırını. Kitapçıktaki ilk haline göre eklemeler olan bina yuvarlak ve dikey formların uyumundan oluşuyor. Büyük ihtimal fonksiyonel bir geometri ayrımına gidildiğini varsaydığım binayı ise tuğla bir baca sanayinin habercisi gibi öne çıkarıyor. Bacanın genel olarak işlevini çok belli eden bir öğe olmasını mimaride hep beğenmişimdir zaten. Burada da tekrar eden eğriler ve bacayla olan kompozisyon öncesinde gezdiğim bir çok soyut resimden izler taşımıyor değil. Ne yazık ki bu binaya da izin vermedikleri için giremedim ama bina aktif gibi gözüküyordu çünkü içeri girip çıkan işçiler vardı.
Tabii bunları anlatırken yağmur çiselemekten çıkmış iyice serpiştirmeye başlamış ve ufak ufak ıslattığı polar da rüzgarla beraber iyice üşütmeye başlamıştı. Hayallerimde hep arkada parlak güneş ve gökyüzü olan Rusya günlerini ellerim titrerken yaşıyordum. Bu yüzden son durak olarak belirlediğim Dinamo Tesisleri’ne doğru yola çıktım. Bu 3 bina da yakın bölgelerde olduğu için şanslıydım. Dinamo Tesisleri bugünkü ilk 2 örneğe benzer eğriler içerse de çok daha sade ve fonksiyonel gözüküyordu. Henüz onun için de bir kaynak bulamadığım için tarihini pek araştıramadım. (Yazıyı okutacak İngilizce bilen Rus da bulamadım, bir yardımcı olabilecek varsa el atsın n’olur çevirelim şunları Türkçe’ye.) Fakat ana yuvarlak bina ve onu vurgulayan dikdörtgen prizmayla birlikte arkada kocaman bir dikdörtgen prizma ortada naif bir geçitle bağlanıyordu. Gezdiklerim arasında en aktif olarak kullanılan alan sanırım buydu.
Onun dışında Petersburg bildiğiniz gibi. Moskova’dan daha aceleci insanlar daha da kaba oluyorlar. Metroya doluşa doluşa binip, ittire kaktıra iniyorlar. Bu arada bugün ilk defa metroyu kullandım. Moskova’dan sonra açıkcası gülünç geldi. Bir kaç da güzel kare yakaladım. Şu ana kadarki tüm fotoğraflarla karşılaştırmasını size bırakıyorum.
Yarını daha da dolu geçirip geziyi geride hiç bir pişmanlık bırakmadan tamamlamak tek arzum. Umarım hava bugünkünden çok daha iyi olur da işim biraz kolaylaşır. Moskova’da almadığım şemsiyelerin şu an 2 katı pahalı olması beni çok üzüyor.
NOT: Kimseye güvenmeyin köşemizde bugün: İlk talihsizliğimi neredeyse son gün yaşasam da yine de sizleri uyarmaya değer. Normalde taksiden indikten sonra cama gidip parayı veren bir insan olduğum için (alışkanlık işte) duraklarım arasında çok yağmur yağdığı için bir sonrakine taksiyle gitmeye karar verip yine parayı unutup aynı şekilde vermeye çalışınca hiç beklenmedik şekilde taksici para üstünü vermeden basıp kaçtı. Normalde 150 ruble tutan taksi için 1000 ruble vermiştim. Neyse ki son binliğimdi, yoksa 5000 verecektim! Daha Moskova’dayken hostelden birinin 200 rubleyi 2000 sanıp taksicinin de çaktırmadan alıp gitmesine biraz gülmüșken açıkçası bu biraz ironik oldu. Neyse kıssadan hisse, insanlara çok güvenmeyin. Hele taksicilere pek daha fazla.
0 notes
Text
Çocuğun Başarısı Evdeki Kitap Sayısına Bağlı
Son zamanlarda yapılan bir araştırmaya göre çocuğun okul başarısı evdeki kitap sayısıyla doğru orantılı olarak artıyor; yani bir evde ne kadar çok kitap varsa, çocuğun başarılı olma eğilimi o derece yüksek oluyor.
Bulunan bu sonuç, çocuğun ailesinin kitap okuyup okumamasıyla ve sosyo-ekonomik düzeyiyle bağlantılı değil. Yani siz okumasanız bile evinizde bir kitaplık kurarsanız, eskiye kıyasla çocuğun entelektüel düzeyinin uzun vadede yükseldiğini görmeniz muhtemel. Bunu, geleceğe bir yatırım olarak düşünün.
Anne babası –söz gelişi– doktor olan ama evinde hiç kitap bulundurmayan bir ailenin çocuğu okulda başarısız olabilirken, evinde iki yüz kitap bulunduran bir işçi ailesinin çocuğu başarılı olabilmektedir. Bu iki çocuğun zeka seviyesinin aynı olduğunu farz edersek, evinde daha çok kitap bulunduran ailenin çocuğunun avantajlı olacağını söyleyebiliriz.
O halde ilk yapmamız gereken, evimizde bir kitaplık oluşturmak. Peki, bunu nasıl yapacağız?
Tabi ki işe bir kitaplık satın almakla başlamalısınız. Evinizin görünen bir köşesine, hatta antre ya da mutfağa, balkona ya da oturma odasına bu kitaplığı kurun. Kitap sayısı da yüzden fazla olmalı. İdeal kitaplık dört yüz civarında kitaptan oluşuyor.
Eve kurduğunuz bu kitaplık çocuğun merakını cezbedecektir. Başlangıçta onlara ilgi göstermez gibi görünse de, eninde sonunda canı sıkılacak, yapacak bir iş bulamayınca da kitaplara yönelecektir. Bir kitabın adı ya da kapağı ilgisini çekecektir. Belki yağmurlu bir gün dışarı çıkmak istemeyecek, evde kalacaktır; ya da internet kesilecek, izleyecek iyi bir film bulamayacak, playstation o gün sarmayacak… İşte bu, çocuğun kitaplara yönelmesi için bir fırsattır. Ama evde kitap bulunmazsa, çocuk kitap yerine başka bir şeye yönelir. O halde evde kitap bulundurmalı…
Günümüzde çocukların alternatifi çoktur. Yine de bir gün kitaplığa yöneleceğinden emin olabilirsiniz. “Bu kitapların içinde ne yazıyor acaba?” diye soracaktır kendi kendine. Çocuklar meraklı yaratıklardır. Kitaplık onları kendine çekecektir. Ve bir kez kitapları eline almaya başladığında, gerisi kendiliğinden gelir. Okumayı sevmek, okuma alışkanlığı edinmek, çocuğun kendi başına araştırma yapmasının ve bilgiyi arama yetisinin temelini oluşturur. Bu konuda çocuklara rahatlıkla güvenebilirsiniz. Çünkü kitapların çocukların merakını cezbetmemesi imkansızdır.
Şimdi bir hesap yapalım ve iki yüz kitaptan oluşan bir kitaplığın maliyetini hesaplayalım… Bir kitabın ortalama 20 TL olduğunu farz ederek, 200 kitabın bize maliyeti 4000 TL olur. Buna 200TL kitaplık masrafını da eklersek, demek ki 4200TL’ye evimizde bir kitaplık kurabiliriz. Tabi bu 200 kitabı bir anda almayacağız. Her ay iki kitap alarak kitaplığımızı kurabiliriz. En güzeli, çocuk doğmadan önce kitap almaya başlamaktır. Böylece çocuğumuz 3-4 yaşına gelinceye kadar kitaplığımız hazır olur.
Peki hangi kitapları seçeceğiz? Araştırma, türün önemli olmadığını söylüyor, önemli olan evde kitap bulunması.
Yine de benim bu konuda bazı tavsiyelerim olacak. Birincisi, gelip geçici türden popüler kitaplardan uzak durmanız. Örneğin politikacılar hakkında gazeteciler tarafından yazılmış bir kitap güncel olduğu için ilginizi çekebilir, ama 4-5 sene sonra bu kitabın güncelliği kalmayacaktır. İlk anda uzak durmamız gereken kitap türleri şunlar olabilir:
1. Astroloji, kuantum başarı, kişisel gelişim türü kitaplar (bunlar bildiğiniz çöptür, çocukları bunlardan uzak tutalım…)
2. Yemek kitapları (bunlar pek çok çocuğa hitap etmez, ama yine de kitaplığınıza koymanızda sakınca yok.)
3. Zayıflama, güzellik, moda kitapları. (İkinci madde bunlar için de geçerli.)
4. Gazeteciler tarafından yazılan güncel kitaplar.
5. Popüler olmuş gelip geçici yazarların romanları.
Bu kitapları almayın demiyorum, alın! Ama kendiniz için alın. Çocuğunuzun geleceğine yatırım olarak pek değerleri olduğu söylenemez.
Peki hangi kitapları almalı? Benim tavsiyelerim şunlar:
1. Klasik romanlar,
2. Biyografiler,
3. Popüler bilim kitapları,
4. Çok ayrıntıya inmeyen tarih kitapları,
5. Bilimkurgu ve macera kitapları,
6. Klasik çocuk eserleri,
7. Kolay okunan eserler.
8. Bilimsel eserler. Fizik, kimya, matematik kitapları. Bu tür kitapları çocuğunuz anlamasa bile, içindeki grafiklere, resimlere, formüllere bakarak bütün bunların ne anlama geldiğine dair bir merak duygusu geliştirebilir. Bu da çocuğun derslere daha pozitif yaklaşmasına neden olacaktır.
Çocukları hafife almayın. Bir çok çocuk orta okulda Dostoyevski’yi okuyacak seviyeye ulaşabiliyor.
Kitap seçerken nelere dikkat edilmeli?
1. Baskı sayısı; unutmayalım ki iyi kitaplar genellikle en az iki üç baskı yapar,
2. Yayınevi; Bilinen ve büyük yayın evleri tercih edilmeli: İletişim, Can vs.)
3. Çevirisi iyi olmalı, kaliteli çevirmenler tercih edilmeli,
4. Kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısı ve içindeki önsöz mutlak okunmalı, ayrıca kitabın sayfaları rastgele çevrilerek içindeki bazı bölümlere göz atılmalı,
5. Kitap hakkında İnternet’ten araştırma yapılmalı,
6. Kitabın baskısı, kağıt kalitesi, kapağı da dikkate alınmalı. Çocuklar koleksiyon yapmayı severler. Onlara güzel ciltli, güzel kapaklı kitaplar alırsanız, bir süre sonra koleksiyonculuk güdülerinin harekete geçtiğini göreceksiniz.
Büyük yayın evleri bastıkları kitapları iyi seçerler. Baskı kaliteleri yüksektir ve çevirmenleri de genellikle iyidir. Bu durumda büyük yayın evlerinden şaşmamakta fayda var.
Şimdi bazı arkadaşların kafasına şu 4200TL meselesi takılmış olabilir diye bu konuya yeniden dönmek istiyorum. 4200TL, eğitim için çok küçük bir miktardır. Eğer çocukların eğitimi için ne kadar para harcadığınızı düşünürseniz, beni haklı bulacaksınız.
Çocukları kurslara ve özel okullara yazdırıyor ve yıllarca haraç gibi taksit ödüyoruz. Tam fiyatı bilmiyorum ama bugün bir özel okulun yıllık ücretinin 20.000TL’den az olduğunu sanmıyorum. Üstelik özel okullara ve kurslara döktüğünüz paranın çoğu emekçi öğretmenlere değil, patrona gidiyor. Özel okullarda kural, kazancın üçte birinin patrona, üçte birinin masraflara ve kalanın da öğretmenlere gitmesidir. Öğretmenlere ayrılan paranın bundan bile az olma ihtimali vardır.
Geçenlerde çocuğunu özel okula gönderen bir veliye “Neden özel okulu tercih ettiniz?” diye sordum.
Yanıtı ilginçti: “Birçok imkanları var, ama asıl önemlisi İngilizce öğretiyorlar…”
Anlattığına göre, çocuğunu gönderdiği okulda birinci sınıftan itibaren İngilizce öğretiyorlarmış. Adam, bunu tartışma götürmez bir avantaj olarak görüyordu.
Maalesef hiç de öyle değil. Bu veliye özel okul ücretinin ne olduğunu sordum, “yılda 38.000 TL” dedi. İnanamadım. Yılda 38.000TL’yi sırf çocuk İngilizce öğrensin diye vermek bana biraz tuhaf geldi. İngilizce öğrenmesini istediğiniz çocuğunuzu bir yaz İngiltere’ye gönderin, zaten öğrenecektir. Üstelik bunun için 15 bin TL civarında bir masraf yapmanız yeterli olur.
İngiltere’yi pahalı buluyorsanız başka seçenekleriniz de var: Cebelitarık, Malta gibi ülkeler, hatta ABD’ye bile gönderseniz, yine özel okuldan ucuza gelir. Üstelik böylece çocuğun birinci elden İngilizce öğrenmesini sağlarsınız.
Aslında buna da gerek yoktur. Bir arkadaşım, üniversiteyi bitirmiş, yurt dışına gidecekti. Bunun için İngilizce öğrenmesi gerekiyordu. Altı ay çalışarak kendi başına öğrendi ve bunun için sadece elindeki kitaplar yeterli oldu. İngilizce basit bir dildir ve herkes öğrenebilir. Bunun için özel okullara ve kurslara para dökmenize gerek yoktur. Kaldı ki Türkiye’de akıcı bir şekilde İngilizce konuşmayı okulda öğrenmiş pek az kişi vardır.
Önemli olan çocuklarınıza okuma ve kendi kendine öğrnenip araştırma yapma alışkanlığı kazandırmanızdır. Bunu da evinize kitaplık kurarak başarabilirsiniz.
Okumayı seven bir çocuk genellikle okulda da başarılı olur. ��ünkü pek fazla yardım almadan, kendi kendine öğrenebilir.
Kısaca, çocuğunuza yapacağınız en büyük yatırım evde bir kitaplık kurmak olacaktır.
0 notes
Text
Havanın poyraz estiği bir günde Beyoğlu’ndaki ofisimden çıkıp adım adım arşınlıyorum yolları. Üsküdar Dibekçi Ahmet Sokak’ın dik yokuşunu tırmanıp Uysal Bakkal’ın sahibi Kanber Amca’nın kapısını çalıyorum. Evet, onca yolu bir bakkal için geldim. Çünkü dinlemeye ve duyurmaya değer bir hikâyesi daha doğrusu gayesi var.
‘Bir bakkal dillere destan olacak kadar ne yapmış olabilir ki?’ diye düşünenleriniz varsa eğer sıkı durun. Bakkalı küçük, hizmeti büyük bu adam kitap okuması karşılığında çocuklara istediği kadar alışveriş yapma imkânı veriyor. Bakkal dükkânına kütüphane açan bu adam kimdir, neyin nesidir diye öğrenebilmek için kolları sıvıyorum. Akşamdan sözleşiyoruz ve bir sonraki gün sabah saat 10’da bakkaldan içeri giriyorum. İki çay koyuyor Kanber Amca, tabureleri çekip oturuyoruz. Gelen giden, sual eden, fatura isteyen derken sıra bana geliyor. Kristof Kolomb’u anlatsana Kanber Amca diyorum, gülmeye başlıyor ve anlatıyor…
Bakkalı Kanber amca işletiyor ancak kitap okuyarak alışveriş yapma fikriyse geçtiğimiz yaz oğlu Fırat Bozan tarafından uygulanmaya başlamış. Oğlu vesile olmuş, o ise bu işin neferi bellemiş kendini. Çünkü farkında; dünyadaki her çocuk, gelecek için bir umut. Yıllar geçtikçe, içinde yaşadığımız dünya ne kadar değişirse değişsin, umut etmek için sebepler ne kadar azalırsa azalsın tek bir çocuk bile bir gün her şeyin daha iyi olacağını umut etmeye yeter de artar bile…
“ÇOCUKLAR KURTARACAK BU DÜNYAYI”
“Ben Adıyamanlıyım. 12 yaşında tek başıma İstanbul’a gelmiş bir adamım. Doya doya yaşayamadık belki çocukluğumuzu ama biz de çocuk olduk. Hem okula gidip hem tarlalarda çalıştık. Yorulduk, yoğrulduk. Ben de madem öyle diyerek atladım otobüse, geldim İstanbul’a. Harem otogarında tanıdıklar vardı, beni karşıladılar. Teyzemler buradaydı, kısa bir süre onlarla yaşadım. Sonra elim ekmek tutuyor çok şükür diyerek çalışmaya başladım. Ama her ne olursa olsun ben çocuktum. İnsanlığı da o yaşlarda öğrendim. Hiç unutmam, çalıştığım tekstil atölyesinde bir öğretmen vardı. Yağmurda sırılsıklam olduğum bir gün aldı beni elyafa sardı sarmaladı. Birinin benimle ilgilenmesi çok mutlu etmişti. İşte o zaman öğrendim ki; insanca davrandığımız çocuklar kurtaracak bu dünyayı. Vermezsek ne farkımız kalır diğerlerinden? Bilirim çok sonra verecek aldıklarını ya da hiç vermeyecek ama veririm. İnsansak insanlığımızı yapmak zorundayız. Ben bunu on dört yaşımdayken öğrendim. İşte bu yüzden çocuklar okusun istiyorum. Bu kütüphaneyi de çocuklar okusun diye kurduk. İsteyen istediği kitabı alsın okusun. Fırat bana durumu izah ettiğinde olur oğlum dedim. Okumaktan zarar gelmez.”
SANA KRİSTOF KOLOMB’U ANLATACAĞIM
“Nasıl oldu nerden aklına geldi bu fikir?” diye soruyorum, başlıyor anlatmaya. “Oğlum Fırat başlattı bu projeyi. Küçüklüğünden beri dükkânda bana yardım eder. Tabii mahallenin çocukları da alışverişe geliyor. Kimi istediğini satın alabiliyor kimisi alamıyor, kimisi nin parası tam çıkışmıyor. Sonuçta gelir düzeyleri farklı. Fırat da dükkâna mal geldiğinde dümenden çocukları çağırıp yardım ettiriyor, istediğiniz bir şey varsa alın diyor. Bu yaz bir çocuğa kitap hediye etmiş. Oku gel anlat, sonra ne istersen al demiş. Haliyle diğer çocuklar da öğrenmiş durumu; Uysal Bakkal kitap okuyana hediye veriyor diye bütün mahalleye yayılmış. Hatta bir defasında dükkânı Fırat’a emanet ettim daha önce hiç görmediği bir çocuk gelip: ‘Fırat abi sen misin?’ demiş. Evet, cevabını alınca; ‘Fırat abi sana Kristof Kolomb’u anlatacağım. Bir şeyler veriyormuşsun’ demiş.” İşte o gün bugündür ailecek kendimizi bu işe adadık…
‘BİZ YUKARI MAHALLEDEN DAHA ÇOK KİTAP OKUYACAĞIZ’
“Kristof Kolomb olayından sonra çocuklar Fırat’a, bize kitap alırsan okuruz dediler. Yüz sayfa al, beş yüz sayfa al diye birbirleriyle yarış yapar hale geldiler. Gidip çocuk kitapları aldık. Okuma yazma bilmeyen küçükler var onlara da okuma yazma bilenler sesli olarak okuyor ki bir şeyler alabilsin diye. İşin içinde kurnazlıklar da var: Mesela Turgay, Küçük Kara Balık’ı okumamış. Okuyan birine anlattırmış. Yanıma gelip “Ben Küçük Kara Balık’ı okudum, anlatacağım” dedi. Başladı anlatmaya fakat kime anlattırdıysa artık hikâye karman çorman olmuş, bir de kendi cümlelerini ekleyerek anlattı. Anladım tabii, yukarı mahallenin çocukları sizden daha çok kitap okuyor haberin olsun Turgay dedim. “Bizden daha fazla kitap mı okuyorlar?” dedi. Evet dedim. Beş dakika sonra bizim sokağın bütün çocuklarını toplayıp geldi. Hepsine birer kitap verdi, ‘Biz yukarı mahalleden daha fazla kitap okuyacağız’ diye hırs yapmış. Önceden mahalle maçı rekabetleri olurdu bizim sokakta, artık kim daha fazla kitap okuyacak rekabeti var. Gece yatağa yattığımda böyle bir şeye vesile olduğum için mutlu oluyorum. Çocukların anne babaları da gelip teşekkür ediyor. Eskiden televizyon başından kalkmayan çocuklarının şimdi kitap okuduğunu görmek onları mutlu, bizi ise daha hevesli kılıyor. Bu arada çocukların dükkândan aldıkları ürünler de öyle çok pahalı falan değil, daha çok ailelerinin almadığı ama canlarının çektiği ürünler. İki çikolata bir şeker vermek kimseyi fakir yapmaz. Çünkü biz sadece bakkal amcası değiliz bu çocukların. Semt esnafıyız ve bunun sorumluluğu vardır”diyor Kanber Amca. “Biz burada sokağın gözü kulağı gibiyiz. Mahalledeki bütün çocuklar bana emanettir. Biri koşarken düştü mü, ilk ben giderim yanına. Karınları mı acıktı, ekmek arası yaparım. Çünkü size şu dükkânı versem, 1 ayda yer bitirir, beni unutursunuz. Ama bir çocuğa verdiğim küçücük bir sakız beni ömür boyu hatırlaması için yeter de artar bile…
Olan biteni anlatırken gözleri parlıyor Kanber Bozan’ın. Amacına ulaşmış olmanın verdiği haklı gurur var yüzünde. Sadece çocuk kitaplığı değil, mahallede yaşayan çok sayıdaki üniversite öğrencisinin de faydalanabileceği bir kitaplık yapmak istiyor. “Dükkânın önüne raflar yapacağım. Onlar öyle orada duracak. Akşam içeri almayacağız. İsteyen alsın,” diyor Bozan. Oğlu Fırat Bozan da “İkinci yenicileri, yerli romanları getirmek istiyorum. Bir ‘Uysal Bakkal Kütüphanesi’ olacak burası. Bakkallarda ürünleri satılan büyük firmalar bu dükkânların bir köşesine ‘İşte kitaplar burada, ödüller de yanında’ diye kendi ürünlerini de koydukları bir sosyal sorumluluk projesine dönüştürseler bunu keşke. Sadece bizimle sınırlı kalmasa,” diyor… İyi ki de diyorlar. Çünkü bir insanı sevmekle başlayacak her şey. Bu dünyayı bir sakız için gözlerinin içi gülen çocuklar kurtaracak. Bu dünyayı o sakıza para değil, sevgi biçen Kanber Amcalar kurtaracak…
Kanber Amca ile sohbet ederken içeri küçük Erce giriyor. Gözüne kestirdiği ince bir kitabı kaptığı gibi bakkalın köşesinde okuyup geri geliyor. Okuduğu kitabı anlatıp küçük bir oyuncak alarak çıkıyor. Biz Erce’ye veda ettiğimizi zannederken o tekrar içeri girip bir kitap daha alıyor… Bu durum tam 3 kez yaşanıyor!
Kütüphane-Bakkal
Kanber Bozan
Kanber Bozan
Kanber Bozan
Biz de Erce’nin kitap seçmesine yardım ediyoruz.
Kanber Bozan ve Erce
“Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne / Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar / Oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında / Dünyayı çocuklara verelim / Kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi / Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar / Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı / Çocuklar dünyayı alacak elimizden / Ölümsüz ağaçlar dikecekler” (*Nazım Hikmet)
Not: Yeter Bozan/ Kanber Bozan’ın eşi
“Ben eskiden çok kitap okurdum çocuklarıma. Tabii artık göz damarlarım kuruduğu için zorlanıyorum. Bugünlerde bu vesile ile zorlansam da kitap okumaya yeniden başladım. Mutlu edici haberler almaya başladım, telefonum çaldı ve Bitlis’teki genç kızlarımız onlara kitap göndermemi istedi. Köyde canları sıkılan ve kitap okumak isteyen çocuklarımıza bile faydamız olacak ne mutlu bize…”
Yazı: Dilara Gülşah AZAPLAR /Fotoğraf: Yağız KARAHAN
*Marmara Life sayı 100
Bir Ekmek Bir Kitap Havanın poyraz estiği bir günde Beyoğlu’ndaki ofisimden çıkıp adım adım arşınlıyorum yolları. Üsküdar Dibekçi Ahmet Sokak’ın dik yokuşunu tırmanıp Uysal Bakkal’ın sahibi Kanber Amca’nın kapısını çalıyorum.
0 notes