#çok güzel ifade buyurmuşlar
Explore tagged Tumblr posts
Text
Soru: Sizden (tasavvuf ile ilgili) bir de tarif, bir açıklama isteyebilir miyim?
Cevap: Şimdi ben, bu tariflerin biraz arkasına düşmüş bir kişi olarak, kendi zihnimde bıraktığı izleri dile getirecek olursam; tasavvufta bana göre iki gaye vardır:
1. Yaratıcımız Allah azîmüşşânı tanımaya yönelmiş gayretler. Allahu Teâlâ hazretleri hakkında kişinin bilgisinin, öz tabiri ile mârifetinin artırılması, geliştirilmesi ile ilgili gayretler...
2. Kişinin kendine yönelik bir tarafı.
Tasavvuf bir taraftan Allah’ı bilmek ve tanımak hususunda bir cehdi ifade ediyor, bir taraftan da kişinin kendisini terbiyesini, tanzimini; ruhî ve ahlâkî cephesini düzeltmesini ifade ediyor. Bu ikinci kısma “tehzîb-i ahlâk” veyahut “tezkiye-i nefs” (nefsi tezkiye etmek, pak eylemek) diye isim vermişler. Tasavvuf kitaplarında bu başlık altında geçmiştir.
O halde tasavvuf, bir yandan mârifetullahı, bir taraftan da tezkiye-i nefs’i tahakkuk ettirmek için yapılan gayretleri ifade eden, gayretleri anlatan, bu gayelere ulaşmak için tutulması gereken yolları anlatan bir ilim olmuş oluyor.
Biraz daha düşündüğüm zaman, şöyle bir anlatış şekli de hatırıma geliyor; kendi zihnimden doğan bir anlatış olarak; “insanın Allah’ı sevmesi, Allah’ın da insanı sevmesi!..” Herhalde ikinci sözü daha öne almak lazım, yani insanın Allah tarafından sevilmesi ve buna bağlı olarak insanın Allah’ı sevmesi için neler lazımsa, işte tasavvuf, bunu anlatan bir ilimdir.
Mahmud Esad Coşan Hocaefendi
#tasavvuf#tasavvuf yolu#tarif#marifetullah#terbiye#tezkiye#tasavvuf ilmi#iskender paşadan esintiler#makale#çok güzel ifade buyurmuşlar
20 notes
·
View notes
Text
Refah Düzeyi Allah(c.c)’ın Hoşnutluğunun Göstergesi Değildir
Bismillahirrahmanirrahim.
Ali İmran-178 "İnkar edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin, sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz, onlara ancak günahları artsın diye mühlet veriyoruz. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır.
Enam (43-45) "Keşke azabımız onlara geldiği zaman yalvarsalardı. Fakat kalpleri katılaştı ve şeytan yapmakta oldukları şeyleri onlara güzel gösterdi. Derken onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada, onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar. Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd, alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur."
Enam (63-65) De ki: "Bizi bu tehlikeden kurtarırsa elbette şükredenlerden olacağız" diye gizli ve aşikar O'na yalvarıp dururken, karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır? De ki: "Allah, sizi ondan ve bütün sıkıntılardan kurtarır, sonra da siz yine ortak koşarsınız." De ki: "O'nun üstünüzden ve ayaklarınızın altından azap göndermeye, yahut sizi fırkalara ayırıp kiminizin kiminize hıncını tattırmaya gücü yeter." Bak, ayetlerimizi nasıl inceden inceye açıklıyoruz ki, onlar iyice anlasınlar."
Araf (182-183) "Ayetlerimizi yalanlayanları bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş helake yaklaştıracağız.Onlara mühlet veriyorum. Şüphesiz benim tuzağım çok sağlamdır."
Tevbe-55 "Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Allah, bununla ancak onlara dünya hayatında azap etmeyi ve canlarının kafir olarak çıkmasını istiyor."
Taha-131 "Onlardan bazı kesimlere, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır."
Şüphesiz Allah(c.c) Doğruyu Söyledi.
Tefsiri:
Ali İmran/178 nci ayette, kafirlerin dünyada iradelerini serbestçe kullanabilmeleri için kendilerine fırsat verildiği ifade edilmektedir. Bu, Allah(c.c)’ın bütün insanlık için koymuş olduğu değişmez kanunudur. İnsanlar bu dünyada kendi hür iradeleriyle tercihte bulunurlar, diledikleri gibi yaşarlar. Ancak yüce Allah burada inkarlarına rağmen kafirlere böyle bir fırsat vererek onları serbest bırakmasının kendileri için hayırlı bir şey olduğunu sanmamaları gerektiğini, onlara sadece günahlarının artması için mühlet verdiğini, dolayısıyla bunun sevinilecek veya övünülecek bir şey olmadığını haber vermekte ve bu suretle onları uyarmaktadır. Çünkü insan kuvvetli bir imana, güzel bir ahlaka ve iyi bir amele sahip ise işte o zaman yüce Allah’ın ona verdiği fırsat, uzun ömür ve bol servet faydalı olur. Oysa inkarcılarda iman ve imana dayalı güzel amel yoktur. Bu sebeple onların ömürlerinin uzun, servetlerinin çok olması günahlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. Günahları arttıkça da azapları şiddetlenecektir. Bu sebeple yüce Allah onlar için alçaltıcı bir azap hazırlanmış olduğunu bildirmektedir.(Diy.İşl.Bşk.lığı Tefsiri)
Özetle Ali İmran/178 nci ve Tevbe/55 nci ayetler, hem müminler için bir teselli hem de kafirler için bir tehdittir. Zira müslümanlar şeytanın verdiği vesvesenin tesiriyle şöyle düşünebilirler: "Biz Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından uzak duruyoruz, buna rağmen sıkıntı içindeyiz. Fakat Allah'a karşı gelen, küfür ve günah işleyen kişiler rahat ve bolluk içindeler." İşte Allah(c.c), müminler böyle düşünmesinler diye bu ayeti indirmiştir. Böylece müminlere, kafirler ne kadar rahat içinde olurlarsa olsunlar bunun onların lehine değil aleyhine olduğunu ve hak ehlinin ölçüsünün dünya değerleri olmaması gerektiği bildirilmiştir.
İnsanlar kıtlıktan bolluğa, hastalıktan sağlığa, sıkıntıdan esenliğe kavuştukları zaman, bunlarda kendileri için imtihanlar bulunduğunu düşünmeli ve her zamankinden daha dikkatli, daha sorumlu hareket etmeli, bu nimet ve imkanları veren yüce Allah’a minnet ve şükran hissi duymalıdırlar. Enam/45 nci ayette söz konusu edilen kavimler, bu imkanların bir imtihan olduğunu düşünerek uyarılara önem verecekleri yerde, kendileri için bir istidrac (yüce Allah’ın ayetlerini inkar edenlerin rızıkları hemen kesilip helak olmazlar. Hatta Allah Teala onların bir kısmına nimetlerini bolca verir de şımarırlar. Böylece günahları daha da artar. Neticede yüce Allah’ın azabı bilmedikleri bir taraftan ansızın gelir ve helak olurlar. İşte bu duruma "istidrac" denilir.), bir imtihan olan bu bolluk ve rahatlığa aldandılar; "sonunda kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları sırada" Allah Teala onları ansızın yakaladı. "Bir anda bütün ümitlerini yitirdiler; böylece artık zulmeden –yani şükretmeleri gerekirken küfredip başkaldıran– kavmin kökü kesildi." Bu şekilde ıslah olma ümidi kalmamış olan kötülerin Allah(c.c) tarafından yok edilmesi iyiler hakkında bir rahmet olduğu için, bu gelişmeleri anlatan ayetlerin sonunda "Her türlü övgü, alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur" buyurulmuştur. Rivayete göre Hz. Peygamber,
"Bir topluluk günah işlemekte ısrar ederken yine de Allah’ın onlara istedikleri şeyleri verdiğini görürseniz bilin ki bu bir istidracdır"
buyurmuşlar, ardından da bu ayeti okumuşlardır. (İbn Atıyye, II, 292)
İnsanları bir beladan kurtaran Allah(c.c), başka bir veya birçok belaya uğratmaya; onlara "üstlerinden veya ayaklarının altından" yani gökten ve yerden türlü felaketler göndermeye; hatta onların ihtiraslarını birbiriyle çatıştırarak, değişik mezhep, fırka ve parti gibi gruplara ayırarak birbirleriyle çarpı��malarını, savaşmalarını sağlamaya da kadirdir. Geçmişte insanoğlu beklemediği, ummadığı birçok semavi ve dünyevi felaketlerle karşılaşmış, şimdi de karşılaşmaktadır. İnsanoğlu, Allah(c.c)’ın koyduğu kanunlardan sapmanın bedeli olarak, tabii afetler denilenlerin yanında, bizzat kendi eliyle ortaya çıkardığı umulmadık belalara da duçar olmaktadır. Nükleer felaketler, çevre kirlenmesi, tabiat düzeninin bozulması; ihtiraslardan veya ideoloji ayrılıklarından, din ve mezhep ayrılıklarından, ırkçılıktan ve bölgesel çıkar hesaplarından kaynaklanan ve kısa sürelerde yüz binlerce insanın ölümüne ve yaralanmasına, sakat düşmesine, aç ve açıkta kalmasına, ülkelerin harap olmasına yol açan savaşlar bu belalardan bazılarıdır.
Enam/65 nci ayetin bölünüp parçalanmayı bir felaket olarak gösteren kısmı özellikle manidardır. Gerçekten, Allah(c.c)’ı tanıyıp O’nun buyruk ve kanunları uyarınca hayatlarını düzenlemekten uzaklaşan toplumlar genellikle ortak inanç ve fikirlerden, istek ve ideallerden uzaklaşmakta, sonuçta bu farklı fikir ve isteklerin çatışması insanları fiili çatışmalara, fitne ve fesada, nihayet savaşlara kadar götürmektedir ki, ayet-i kerimede bu durum, insanların Allah(c.c)’tan yüz çevirmelerinin, O’nu unutarak fani şeyleri birer tanrı gibi kabul edip onların peşine takılmalarının, nihayet onları Allah(c.c)’a eş ve ortak tutmalarının bir sonucu olarak gösterilmiştir.
Öyle görülüyor ki, insanoğlu malın mülkün, şan ve şöhretin, ihtiras ve şehvetin ve nihayet hak yoldan saptıran sahte önderlerin esiri olmaktan, onlara tapmaktan kurtularak yalnız Allah(c.c)’ı rab bilip sadece O’ndan yardım dilemediği, O’nun buyruklarını kesin kanunlar olarak tanıyıp bunları hayata hakim kılmadığı sürece ayetlerde işaret edilen bu tehlikelere de müstahak olacak, bilinen ve bilinmeyen birçok felakete, ayetteki deyimiyle azaba maruz kalacak ve Allah’tan başka hiçbir güç, hiçbir zeka, hatta Allah(c.c)’ın kitabında yer alan "hikmet" ten nasipsiz olan bilim ve teknoloji de bu felaketleri önleyemeyecek; aksine hikmetten mahrum kaldığı sürece bilim ve teknoloji yeni felaketlere yol açacaktır. Bu bakımdan yukarıdaki ayetler bütün insanlara, insanlığın selameti için mutlaka dikkate alınması gereken bir uyarıdır. Dolayısıyla ayetin sonunda "anlasınlar diye..." buyrulmuştur.
Araf/182 nci ayette "Adım adım helake götürürüz" şeklinde çevirilen fiilin mastarı olan istidrac kelimesi, sözlükte "derece derece yükseltmek veya alçaltmak, azar azar toplamak, katlamak" gibi anlamlara gelir. Bu kelime zamanla, "Allah(c.c)’ın bazı insanlara, kötü niyetlerinin ve davranışlarının ardından, onların daha da şımarmaları, günahlarını daha da arttırmaları sonucunu doğurabilecek maddi veya manevi imkan ve fırsatlar vermesi" anlamında terim haline gelmiştir. Mesela peygamberlerde görülen olağan üstü hallere "mucize" denirken inancı veya yaşayışı bozuk kimselerin olağan üstü olaylar sergilemelerine istidrac denmektedir. Araf/183 ncü ayetteki "tuzak" manasına gelen keyd kelimesi, Allah(c.c) için kullanıldığında İslamiyet ve müslümanlar için bazı tuzaklar kurmaya ve onları çökertmeye çalışan inkarcıların bu planlarını boşa çıkaran Allah(c.c)’ın kusursuz, adaletli ve hikmetli planını ifade eder. Burada yüce Allah, ayetlerini yalanlayan ve böylece onları etkisiz kılmaya çalışan inkarcıları, güçlü ve şaşmaz planı uyarınca hemen cezalandırmayıp onlara mühlet verdiğini, bazı imkan ve fırsatlar tanıdığını, bu suretle onları derece derece yıkıma doğru götürdüğünü veya alçalttığını ifade buyurmaktadır. Allah(c.c)’ın onlara önce mühlet verip sonra da helak etmesi zahiren tuzak kurmaya benzediği için ayette buna "keyd" denmiştir.
Taha/131 ve benzeri birçok ayette belirtildiği üzere, dünya hayatındaki refah düzeyi ebedi mutluluğun ve hele yüce Allah’ın hoşnutluğunun göstergesi değildir; bu hayat bir sınavdan ibarettir. Fakat bu yaklaşım, Allah(c.c)’ın hoşnutluğunu kazanmanın dünya hayatını fakru zaruret içinde geçirmeye bağlı olduğu gibi ters bir mantık işletilmesine de izin vermez; aksine ayette sadece, Allah(c.c)’a ve O’nun dinine sırt çevirip kendilerini geçici dünya nimetlerinin debdebesine kaptırmış olanların bu haline aldanılmaması ve onlara özenilmemesi istenmiş, yüce Allah’ın hoşnutluğuna uygun olarak elde edilen maddi ve manevi imkanların ise en iyi ve sonuçları itibariyle en kalıcı olduğu belirtilmiştir. Mümin helalinden elde ettiği dünya nimetlerinden yararlanır, başkalarına da yardım eder; yokluk ve yoksulluk halinde çökmez, ayakta kalmasını, rabbine güvenmesini ve O’nun rızasını elde etme bilinci içinde mutlu olmasını bilir. (Diy.İşl.Bşk.lığı Tefsiri)
En doğrusunu Allah (c.c) bilir.
OKU
#inkar edenlerin rahat ve bolluk içinde oluşu#istidraç nedir#kafirlerin başarıları#kafirlerin başına gelen musibetler#kafirlerin imtihanı#kafirlerin zenginliği
0 notes
Note
Merhaba ben Allahi nasil taniyabilirim?
Kulluk esâsının birincisi, nefsi tanımaktır.
Nefs, insanın zatı anlamına gelir. Yani kendini tanımak nefsini tanımaktır.
Nefs yaratılış itibari ile emmaredir. Yani kötülük emredecek bir biçimde yaratılmıştır. Bu nefsi emmarenin de on iki tane çirkin sıfatı vardır. Bunlar da şunlardır: Küfür, şirk, gaflet, cehalet, günahlara dalmak, kibir, hırs, cimrilik, gazap, haset, kin ve şehvet.
Bunlar bilinmedikçe, değişmedikçe, terbiye edilmedikçe hiçbir kul Rabb’ine yönelmiş, sayılmaz ve Rabb’ini tanıyamaz...
Osman Nuri Topbaş Hocaefendi çok güzel ifade etmiş;
Nefsin var oluş hikmetini, insana veriliş gayesini, onun hile ve tuzaklarını bilmeyenler, Rab’lerine kulluklarını da lâyıkıyla idrâk edemezler. Bunun içindir ki; “Nefsini bilen Rabbini de bilir.”buyrulmuştur.
Cüneyd-i Bağdadî k.s. hazretleri buyurdu ki: “Nefsin hilesinden kurtulabilmek en büyük nimettir. Çünkü nefs seninle Rabbin arasında en büyük engeldir.” Bunun için tasavvufta kâmil mürşid yol gösterir.
Velhasılı kelam; Nefsini bilmenin, tanımanın, sonra onu terbiye etmenin, hilesinden kurtulmanın yolu da “Bir mürşid bulmaktan, bir mürşidi kamile gitmekten” geçer.
Bu yüzden “Zikri zakirden, aşkı aşıktan, Rabbini nefsini tanıyandan öğren.” buyurmuşlar büyükler.
25 notes
·
View notes