#çat kapı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Tek başıma sanki mahşer yeriyim
4 notes
·
View notes
Text
SEVİLEN ÜNLÜ SANATÇI YILDIZ TİLBE OLAY YARATACAK VASİYETİNİ AÇIKLADI #yıldıztilbe
Merhaba,’Haberin Sosyal Medyası’ Haber Aktüel’e hoş geldin! Türkiye’de dijital haberciliğin benzersiz örneği olan Haber Aktüel’in Youtube kanalındasın. Bu kanalda gündem ile ilgili özel içerikler ve röportajlar bulabilirsin. Tarihten siyasete, bilimden sanata her alanda içerik bulabileceğiniz kanalımıza abone olmayı ve bizi diğer sosyal mecralarda takip etmeyi unutma! Her gün 1 yeni video…
View On WordPress
#acı gönlüm#aklım hep sende#aleyna tilki yıldız tilbe#ama evlisin#ama evlisin yıldız tilbe#anma arkadaş yıldız tilbe#aşk laftan anlamazki yıldız tilbe#aşka doğru#aşkımı sakla yıldız tilbe#aşkın cehennem olsa yıldız tilbe#ayrılık yıldız tilbe#çat kapı#delikanlım#düet#geceler sarhoş#hastayım sana#kafam hafif dumanlı#köfn#şarkıları#tilbe remix#vazgeçtim#yıldız tilbe#yıldız tilbe kaç yaşında#yıldız tilbe kimdir#yıldız tilbe vasiyet#yıldız vasiyet
0 notes
Text
Bir zamanlar şikayet ettiğin şeyler gün gelir hasretin olur.
Söylene söylene gittiğin işin, Huylarından hazzetmediğin eşin, Sabahın köründe hadi yavrum diye diye çoçuğunu gönderdiğin okul telaşın,
___________Gün gelir özlemin olur.
Sızlandığın sıkıcı hayatın sana göre hep aynı rutin dediğin bir günün,
___________Gün gelir mum yakıp aradığın olur.
Günahına girip dedikodusunu yaptığın ahbapların: Çat kapı çıkıp gelen akrabaların, Bir kahveyle ne depresyonlar atlattığın komşuların.
____________Gün gelir en çok aradığın olur..
Ayakkabılarını bağlayıp kendini attığın sokaklar, Ailece güle oynaya gittiğin parklar, Cam kenarından dışarıyı seyrederek yaptığın yolculuklar.
_____________Gün gelir ne kıymetli olur.
Yani her şey, istisnasız her şey kaybettiğinde değerli olur...!
Huzurca vakitler olsun inşallah🇹🇷🌙
158 notes
·
View notes
Text
İyi geceler
Bir Gece Yarısı Çal Kapımı
Ben Geldim de Misafirinim de
Yağmurlarla Gel Sağnak Sağnak
Düş Yüreğime Yalın Ayak
Bak Gözlerimin İçine Islak Islak
Sana Aşk Getirdim de
Muhabbet Getirdim de
Umut Getirdim de
Bir Gece Çat Kapı Gel Öylesine
Dur Karşımda Bir Tebessümle
Özlem Bak Gözlerime
Hadi Ne Olur Çık Gel Artık
Sana Hasret Kalmış Biri Var Burda
92 notes
·
View notes
Text
Dost dediğin....
Acıyı tatlı söyleyendir.
Seni koşulsuz olduğun gibi kabul edendir.
Yüzüne gülüp de,
Arkandan konuşmayandır.
Sana ve kendisine olan saygısını hiç bozmayandır.
Karakteri değişmeyendir!
Yaptığı iyilikleri başına kakmayandır.
Özellikle kötü günlerinde yanında olandır.
Ağladığında sarılıp seninle bir ağlayandır.
Sevindiğinde seninle zıp zıp zıplayandır!
Çat kapı gidebildiğindir.
Bağdaş kurup, yer sofrasına oturup elleriyle bir tabaktan yemek yiyebildiğindir.
İçtiğin bardaktan su içendir!
Velhasıl uyandığında ilk aklına gelendir.
Allah'ım zalimlerin şerrinden sana sığınırım.
57 notes
·
View notes
Text
Dilruba-Hanedan... Gönül Hanem....
Bir Gece Çal Kapımı Ben Geldim de....!!
___________Misafirinim de___________
Yağmurlarla Gel Öyle Sağnak Sağnak....!!
____________Düş Yüreğime_____________
Bak Gözlerimin İçine Islak Islak....!!
___________Sana Aşk Getirdim__________
Muhabbet Getirdim Umut Getirdim de....!!
Bir Gece Çat Kapı Çıkta Gel Öylesine....!!
____________Dur Karşımda____________
Bir Tebessümle Özlemle Bak Gözlerime......!!
______Hadi Ne Olur Çık Gel Artık_______
Sana Hasret Kalmış Biri Var Burda.......
Seni Seviyorum ❤️
Sağlıklı yaşam dileği ile 🖋️🇹🇷🇦🇿🇹🇷🇦🇿
130 notes
·
View notes
Text
Bir Gece Çal Kapımı,
Ben Geldim de,
Misafirinim de,
Yağmurlarla Gel.
Öyle Sağnak Sağnak Düş Yüreğime,
Bak Gözlerimin İçine Islak Islak,
Sana Aşk Getirdim,
Muhabbet Getirdim,
Umut Getirdim de,
Bir Gece Çat Kapı Çıkta Gel,
Öylesine dur karşımda,
Bir Tebessümle Özlemle Bak Gözlerime,
Hadi Ne Olur Çık Gel Artık ?
Sana Hasret Kalmış
Biri Var Buruda....
28 notes
·
View notes
Text
bundan 4 5 yıl önce annemlerle misafirlikten dönüyoruz ben de eve onlardan 5 10 dk önce girdim üzerimi değiştiriyordum kapıdan takır tukur sesler geliyordu bakmaya giderken bi kavga kıyamet koptu meğer hırsız girmeye çalışıyormuş babam da çocuğu öyle bir dövdğ ki polis falan geldi
az önce yine aynı şekilde eve girdim evde tekim üzerimi değiştirirken kapı tıkladı giyinip bakmaya gittim by sefer mallığım çat diye açtım kapıyı sonra aşağı ışık yanıyordu kim o diye bağırıyorum ses yok altıma sıçtım korkudan
asıl salaklığım şurada başlıyor babamı aramadım 1 saat sonra şimdi aradım diyor ki niye o zaman söylemedin.. offf hâlâ tekim napıcağımı da bilmiyorum kapıyı kitledim kendimi de odaya kilitledim tuvalete gidemiyorum
24 notes
·
View notes
Text
balkon | changjin -birinci bölüm-
Çalan zille yattığı yerden yavaşça kalktı, Hyunjin. Duvardaki saatin on ikiyi çoktan geçmiş olmasını baz alırsa kapıdaki kişinin kim olduğunu tahmin etmesi zor değildi. İki ihtimal vardı. Hangisini karşılamayı tercih edeceğini tarttı kafasında. Koridordaki minik yatağında sesten etkilenmeden huzurla uyuyan Kkami’nin yanından acelesiz adımlarla geçerken kesinlikle Jisung’u istemediğine karar kıldı. Çünkü Jisung bu saatte hayırlı bir iş için gelmezdi. Jisung’u sevgilisi Minho’nun koynundan çıkarmak ya evi terk etmesine yetecek kadar büyük bir kavga etmelerini -ki bu, arkadaşının kolay harlanan öfkesi göz önüne alındığında hiç de zor değildi- ya da Hyunjin’e gelmesini sağlayacak hayli kötü bir felaketin yaşanmasını gerektirirdi. Felaket bir yana dursun, Hyunjin’in o gece herhangi bir çift kavgasını da kaldıracak hali yoktu. Hele ki Jisung’un boşanıyormuş triplerine girerek aklınca çocukları bölüştüğü ve Minho’nun kedisi Dori’yi de kucaklayıp getireceği kadar büyükse… Bu türden kavgalarının çilesini yalnızca kendisi çekmeyip evladı Kkami de Dori’nin gazabının tadına baktığından Hyunjin’in korkulu rüyası gerçekleşmiş olurdu. En azından bu gece ev halkından birinin huzurunun kaçırılmamasını diledi.
Keşke başka bir şey dileseydi çünkü açtığı kapının ardında gerçekten de Kkami’nin huzurunu kaçıracak Dori’yi kucaklamış, ağlayarak bekleyen bir Jisung yoktu. Seo Changbin, hareketsiz bir şekilde ev sahibine bakıyordu. Varlığı gerekli açıklamayı sağlıyormuş gibi neden geldiğine dair bir bahane sunmadı. Hyunjin de sormadı zaten, sormazdı. Yavaşça kapıyı aralayarak kenara çekildi, önce koridoru sonra da ışığı açık salonu geçerek kendini açık balkon kapısından içeri atan Changbin’i evine kabul etti. Hoş geldin fasılları yoktu, Changbin bu kibar karşılamaya gerek olmadığını ilk gelişinde ‘’Misafircilik oynamaya gelmedim, kasma.’’ diyerek açıkça belirtmişti. Hyunjin’in evindeki varlığı biraz farklıydı. Aylardır kafasına esince geliyor, birkaç saat oturup gidiyordu. Genelde geceleri balkonuna konuk olmayı severdi ama bazen, müsait olması ve Hyunjin’i evde yakalayabilmesi gibi şartlar aynı anda sağlanırsa gündüzleri de uğruyordu. Buradayken yaşamak istediği misafirlik deneyimi de geliş saatleri gibi absürttü. Herhangi bir ikram ya da hoş sohbet beklemiyordu. Koltuğa devrilip yarım saat kestirdikten sonra hiçbir şey demeden gidebilir, poşet poşet getirdiği yemeklerle ikisine muazzam bir sofra kurabilirdi.
Kısacası Changbin’in sağı solu hiç belli olmuyordu ve Hyunjin de hiç sorgulamıyordu.
Aslında, ilk zamanlar Hyunjin’in kafası Changbin’in aniden ortaya çıkan ve anlamsız misafirlikleri konusunda epey bir karışmıştı. Seo Changbin hiç muhabbetinin olmadığı biri değildi, bu mahalleye taşınmadan önce şans eseri denk geldiği emlak dükkanında Changbin’den aldığı yardımın hatırına orada burada karşılaştıklarında bir kafa selamı olsun veriyordu ancak çat kapı bekleyeceği biri de değildi. Yine de evine almıştı. Samimiyetleri olmasa da Changbin’e güveniyordu. Yalnızca ev sahibiyle ahbap olan Changbin’in sağladığı kira indirimi yahut mahalledeki imajından da kaynaklanmıyordu güveni. Öyle veya böyle Changbin’de bir tehlike sezmiyordu. Sezgilerine güvenerek yabancı sıfatına çok yakın olan Changbin’i evine alması yanlış mıydı? Şüphesiz. Ancak Hyunjin hislerinde yanılmamıştı.
Mutfağa geçip ısıtıcıya su koydu. Tezgaha iki büyük meşrubat bardağı çıkardı, suyun kaynamasını beklerken bitki çaylarını istiflediği turuncu ahşap kutunun başında bitti. Evet, ne içmek isteyeceğini sormamış, Changbin’e bir seçenek sunmamıştı. Kutudan birer paket yeşil çay, yanlarına da papatya çayı çıkardı. Duruma göre farklı bitki çaylarını karıştırmayı, ilaç varsayarak içmeyi seviyordu. Bir an için misafirinin kapıdaki yüzü gözünün önüne geldi. Changbin için ada çayı da çıkardı. İhtiyacı olmalıydı. Özellikle de eli boş gelmesine bakılırsa bu gece kendini Hyunjin’in ellerine, onun aksine şifa vermediğine inandığı bitki çaylarına bırakmıştı. Yine de her seferinde dibine kadar bitiriyor, hatta keyfi yerindeyse buzları da kıtır kıtır yiyordu. Hyunjin onun bardağına limon da sıktı. Limonun yoğun aroması çayların tadını bastırıyor, şikayetlenmesini bir nebze olsun engelliyordu.
Ellerinde iki bardak buzlu çayla salonu aştı, balkona geçmeden dirseğiyle salonun ışığını kapatmayı unutmamıştı. Changbin’i tam da beklediği gibi buldu. Küçük kırmızı kilimin sol yanına biraz dışarı taşmak suretiyle çöküp Hyunjin’e yetecek bir boşluk bırakmış; köşede, duvara yaslanmış tuvalden Hyunjin’in son eserini inceliyordu. Geldiğini fark ettiğinde yavaşça döndü, uzatılan bardağını aldı. Hyunjin kendi yerine yerleşirken çoktan içmeye başlamıştı.
Balkon kısa bir süre Changbin’in yudum sesleriyle doldu. Ardı ardına, sanki boğazındaki yumruyu da yutmak istercesine aceleci yudumlar alıyordu. Yarısından çoğunu bitirdiğinde cam pipeti dudaklarından çekti. ‘’Bu çayır çimen de hiç etki etmiyor ama…’’ Bardağı kenara koydu. ‘’Sırf sen hazırlıyorsun diye içiyorum.’’
Hafifçe kıkırdadı Hyunjin. O da kendi bardağından birkaç yudum aldı. Güzeldi, her gün içtiği gibiydi. ‘’Boğazın kurumuyor işte, fena mı?’’
Balkona bir sessizlik hakim oldu. Changbin konuşmuyor, Hyunjin ondan önce konuşmaktan çekiniyordu. Havadan sudan bir sohbet açabilirdi ama yapmadı. Derdi vardı Changbin’in ve aylardır süren etkileşimlerine dayanarak, burada da içini dökemezse hiçbir yerde yapamayacağını çıkarıyordu Hyunjin.
‘’Küçük tuvalleri bırakmışsın.’’ Yeniden balkonun köşesine dönen bakışlarıyla söyledi. Hyunjin’in uzun zamandır çalıştığı mini tuvallerden bahsediyordu. Changbin her defasında farklı renklerle boyanmış beş altı tuvali yan yana görmeye alışmıştı.
‘’Onlar öğrencilerim içindi.’’ dedi Hyunjin. ‘’Okul açıldığında hepsine birer tane hediye edeceğim.’’
‘’Cidden seviyorsun mesleğini…’’ Sesi kısıldı, devam ederse titreyeceğinden korkup çayına yöneldi. ‘’Varmış böyleleri de, he?’’ Sahte bir neşeyle devam etti. Gizlemeye, şakaya vurmaya çalışıyordu. Hyunjin de hiç bozuntuya vermeden ufak bir tebessümle dinledi. Biliyordu Changbin’in mesleğiyle ilgili hayli derin sıkıntılar içerisinde boğuştuğunu. Kendi işini ne kadar sevdiğinden bahsetmeye hayâ etti. Zaten hemen sonra Changbin’in derin bir nefes eşliğinde ‘’Biz de siktiğimin binasında sürünüp gidelim.’’ diye eklemesiyle söyleyebileceği tüm güzel cümleler de yok olmuştu.
‘’Süründüğüme yanmayacağım da…’’ Yanıyordu. Hyunjin’in aylardır dinlediğine göre Changbin kendine çok üzülüyordu. ‘’Bari bir kere olsun yaranabilseydim ya. Hani ‘Boşa sürünmüyorum.’ diyebilseydim.’’
Hyunjin de derin bir nefes verdi. Bu gece söyleyecekti. Yalnızca dinlemeyecek, anlamak için uğraşmayacaktı. ‘’Belki de yaranmaya çalıştığın kişiler memnun kalmayı beklemiyordur?’’ Aslında belkisi yoktu, Hyunjin’in yaptığı gözleme göre durum bütüne bütün bundan ibaretti. Changbin’in ebeveynlerine bir şeyleri beğendirmekten vazgeçmesi gerekiyordu.
‘’İnsan kendi evladıyla gurur duymak istemez mi ya?’’ Soru değildi. Hyunjin’in haklı olduğunun pekâlâ farkındaydı ama inanamıyordu. Bir tarafı babasının inatla onu itmesini, annesinin de destek çıkmasını kabullenemiyordu. ‘’Ne yaptık sanki? İt kopuk olup sokaklara mı düştük de memnun edemiyoruz bunları?’’
Sevilmek ve sevilmemek için sebebe ihtiyaç duymak… Burukça gülümsedi Hyunjin. Changbin, onun yıllarca yanıp çıktığı cehennemdeydi. Bu yüzdendi kıvranışı. Başkasının hislerini kendinden geçen bir sebebe bağlamaya uğraşıyor, yapamadıkça sancıyla kıvranıyordu. Ondan daha geç deneyimlemesine sevinse mi üzülse mi kestiremedi ama bir gerçek vardı ki, Changbin Hyunjin’in aksine deneyimli birine sahipti. Hyunjin şimdi sahip olduğu netliği kazanmak için yıllarca kafa yormuş, yürek ağrısı çekmişti.
‘’Gerçekten sevilmek için bir şeyler yapmış olman gerekiyor mu? Evlatları olarak dünyaya gelmen yetmiyor mu?’’
Sözlerinin Changbin’e bir tuğla gibi çarptığı adeta yüzüne yansıdı. Genç adam duraksadı, mecazi olarak yıkıldı ancak kafasının içindeki patlamanın sarsıntısı Hyunjin’e de vurdu. ‘’Yetmiyormuş demek ki.’’ diye mırıldanırken oturdukları balkonun çaprazında kalan apartmanın çatı katından daha büyük bir gürültü geceyi delmeseydi Changbin oracıkta ağlayacaktı.
‘’Siktiğimin kolsuzu!’’ Kalın sese eşlik eden, muhtemelen masaya geçirilen yumruğa ait vurma sesi... ‘’Vuracağın hedefi sikeyim!’’ Gecenin sakinliğini taşıyan sokağı yaran bir öfkeli haykırış daha… ‘’İyileştiriyorum ya orospu!’’ İkisinin de dikkati yanan sayılı ışıklardan biri olan çatı katındaydı. Açık pencereden duyulan şiddetli vurma sesleri artarak devam ediyordu.
‘’Buraya gelmek için evden kaçtım. Prenses gibi parmak ucumda çıktım dışarı.’’ Changbin’in öylesine verdiği ayrıntı, Hyunjin’in nefesinin altından gülmesini sağladı. Komşusu Felix’in ailesiyle yaşadığı halde böyle davranabilmesi balkondaki ikiliye göre bir lükstü. ‘’Babama gamer olmak istediğimi söylesem ağzıma sıçardı. Aile kütüğünden sildirirdi lan beni.’’
‘’Doktor ya da mühendis de olsan kusur bulmak için bakan biri mutlaka önüne yeni bir bahane koyardı, Changbin.’’
‘’Yok ya, doktor falan olsam bir şey diyemezdi herhalde.’’ Hyunjin’e gerek kalmadan kendi savını kendi çürüttü. ‘’Gerçi ona da bir kulp bulurdu kesin. Dünyanın en iyi cerrahı falan dahi olsam ‘Sen benim şurama çare bulamadın.’ der yine itin götüne sokardı.’’
‘’Ama nankör denilen de sensin, değil mi?’’
‘’Benim tabii. Bak, gerçekten şükretmediğimden falan değil. Bana sundukları her fırsatın gayet bilincindeyim ve yemin ederim ki minnettarım ama… İnsanın gözü olmayanda da kalıyor işte götüne koyduğumun dünyasında.’’ Asabiyetle dolu ses buruk cümlelerini böldüğünde yeniden çatı katının penceresine baktı, Changbin. ‘’Kıskançlık mı denir bilmiyorum ama… Deniyorsa da densin, senden mi çekineceğim ya? İçimi dışımı öğrendin artık. Kıskandım ulan.’’ Parmağıyla pencereyi işaret etti. ‘’Ben zamanında şu Felix şerefsizini ve onun gibileri bayağı bir kıskandım.’’
Hyunjin’in de bakışları Felix’in penceresine kaydı. ‘’İnsan bazen sorgusuz sualsiz kabul edilmiş olmayı diliyor.’’ Duyduklarıyla Changbin’in boğazındaki yumru Hyunjin’e geçmiş gibi bardağına sarıldı, koca yudumlar aldı.
‘’Birey olabilmeyi becerebilmişler bunlar. Becermemişler de aslında, birey olmalarına izin verilmiş daha çok. Bak, ne görmüştüm biliyor musun? İki-üç sene önce, bir gün mal indiriyorum sokakta. Bu şerefsiz de annesiyle marketten dönüyor.’’ Şu an patronluğunu yaptığı, babasının tekstil atölyesinden bahsediyordu. Dedesinin kurduğu, mahallenin hatırı sayılır bir kısmının da ekmek yediği atölyenin patronluğu babadan oğula geçerek Changbin’e kadar ulaşmıştı. Aile büyüklerine göre hak etmiş olmak için küçüklükten itibaren her boş vaktinde çalışması gerekmişti Changbin’in. Yine o vakitlerden birinden bahsediyor olmalıydı.
‘’Tatile mi ne gideceklermiş, annesiyle uygun günü var mı diye tartışıyorlardı. Annesi ‘Şu gün çıkarız.’ diyor, Felix de ‘O gün arkadaşımın doğum günü, burada olmam lazım.’ diye burun kıvırıyor. Annesi bayağı düşündü cidden, ortak bir gün bulmaya çalıştı. Aklımı oynattım resmen. Çünkü ben babama yardım edeceğim diye son sınavı verdiğim gibi otobüse atlamıştım yolunu siktiğimin yerinde. Bırak tatil ayarlamayı, iki gün nefes almak ister miyim diye bile sorulmamıştı bana lan!’’
Hyunjin ‘’Bazıları şanslı doğuyor gerçekten.’’ diyebildi sadece. Başka ne dese bilememişti. Ne diyebilirdi ki? Kendi iki davranış tipine de yabancıydı. Ne anlayış görmüş ne de fazla kontrol altında tutulmuştu. Hyunjin biraz… Yok sayılmış, yok olması tercih edilmiş bir çocuktu.
‘’Değil mi? Düşünsene ailen sana soruyor neyi nasıl yapacaklarını. Senin için yapıyorlar bir şeyleri, senin dahil olmanla değil. Ulan… Bu ikisinin farkını bir kavrayabilselerdi hayatımın geleceği noktayı düşünsene.’’ Dudağını tuttu alayla. ‘’Dehşetten dudağım uçuklardı.’’
Changbin derdini şakaya vuruyordu ama yavaş yavaş Hyunjin’in ruhundaki izi kalmış yaraları da dürttüğünden bihaberdi. Hyunjin’in sadece eşlik etmek için sunduğu sahte gülüşün ardında peyda olan ‘’Acaba ailesi onun için bir şeyler yapsa -ya da yapmasa- nasıl olurdu?’’ düşüncesi göğsüne bir ağırlık bindirmişti bile. Mesela Hyunjin üzülür diye önce konuşmayı deneselerdi… ya da Hyunjin’in de evlat olduğu gerçeğini unutmayıp düşman olarak mimlemeselerdi… Nasıl olurdu?
‘’Benim de dudağım uçuklardı sanırım.’’
‘’Kendimi bildim bileli her şeyi onlar için ayarlıyorum. Daha küçücük çocukken görev bilinciyle hareket ediyordum. Babama yardım etmeliyim, babam kızmasın, annem üzülmesin, elaleme iyi görünmem gerekiyor, dedeme layık bir torun olmalıyım… Zırvalar, zırvalar!’’ Elini alnına düşmüş saçlarından geçirdi, iyiden iyiye sessizleşmiş Hyunjin’den çok kendi derdiyle meşguldü. ‘’Hep kırk farklı şey olmam gerekti.’’
Hyunjin’in ne olması gerekmişti? İyi bir evlat mı? İyi bir abi? Alt dudağını derince ısırdı, içindeki kasırganın acziyetle dışavurumuydu. Hyunjin’in yok olması gerekiyordu, başaramayınca zorla yok edilmişti. Nefesinin daraldığını, göğsünün geçen saniyeler boyu artan yükle ağırlaştığını hissetti. Bu gece Changbin’in dertlerini aşması için bir şeyler söylemeye, akıl vermeye kararlıydı, hepsi nereye kaybolmuştu? Neden şimdi kendi derdiyle yeniden yüzleşiyordu? Hyunjin bunları çoktan atlamamış mıydı? Atlattığını sanıyordu…
‘’Her şey oldum, bir tek evlat olamadım.’’
Changbin’in titreyen sesiyle söylediği cümle, en az onun kadar Hyunjin’in de zoruna gitmişti. Birey olamamışlardı, evlat olamamışlardı... Ailelerinden kopamadıkları gibi ailelerinde yer de bulamamışlardı. Arada kalmış yaşamlardı onlarınkisi. Ne kendilerine ait kılacak kadar dik, ne de başkasının boyunduruğuna girecek kadar yumuşak başlılardı.
Hyunjin’in verecek cevabı yoktu, Changbin’in de bu raddeden sonra devam etmeye gücü. Sustular. Güneş doğana kadar bir yere kıpırdamadan, ara sıra bardaklarında eriyip giden buzları pipetleriyle dürterek ya da tişörtlerindeki dikişlerinden fırlayan bir parça iple oynayarak tükettiler dakikaları. Felix’in mahalleyi inleten, yan apartmandan uyarı bağırışı alan öfke nöbetlerini dinlediler. Sabah olana kadar titrek nefeslerinin, dağılan düşüncelerinin etkisiyle sakinleşerek normale dönmesini kademe kademe işittiler. Gökyüzünün rengi açılmaya başlayıp balkonun karşısındaki sokak lambası söndüğünde Changbin işaret almış gibi ayaklandı. Hyunjin’in kalkmasını beklemedi ama balkondan çıkmadan onun da bardağını kapıp mutfağa ilerledi.
Peşinden giden Hyunjin, kapının pervazına yaslanıp sessizce izledi bardakları yıkayıp tezgahın üzerinde ters çeviren Changbin’i. Evini kullanıyor ama mümkün olduğunca yük olmamaya gayret gösteriyordu. Dış kapıya ulaşmak için yanından geçen Changbin’i gözleriyle takip etti. Bulunduğu konumdan dış kapıyı net bir şekilde görebiliyordu ve kımıldamak için fazla uykuluydu.
Changbin kapıyı açtı, çıkmadan evvel Hyunjin’e dönüp hafifçe başını eğerek sözsüz bir teşekkür etti. Hyunjin de aynı şekilde karşılık verdi. Kelimelerin ifadesine ihtiyaçları yoktu. Biri dillendirmeye dahi utanacak kadar minnettar öteki abartılı bir şekilde mütevazıydı. Changbin kapıyı kapattı, Hyunjin çöken omuzlarıyla salona gitti. Benzer dertleri paylaştığı birinin olmasının rahatlığı ve yükünü aynı anda taşıyordu.
Çalan telefonla gözlerini zar zor araladığında oldukça huysuz hissediyordu Hyunjin. Changbin’den kısa bir süre sonra hareketlenen Kkami’yi yürüyüşe çıkarmış, aç uyumamak için kahvaltı etmiş ve neredeyse saat dokuza gelirken kafasını yastığa koyabilmişti. Nefesini bile kontrol edemiyor gibi hissetmesine bakılırsa da yatağında uykusunu almaya yetecek kadar bir süre geçirmemişti. Masanın üzerinde bıraktığı telefonunu almak için ayaklandı, Jisung’un adını görünce boğazını temizlemeye gerek duymadan açtı.
‘’Hyunjin, evdesin değil mi?’’ Reddetmek istiyordu, yatağına gidip akşama kadar derin bir uyku çekmek istiyordu, ufak bir mırıldanmayla onayladı.
‘’Minho’nun oralarda işi varmış, sana geliyorum. Yemek de getiriyorum, kahvaltı yapmadıysan biraz daha bekle.’’ Jisung’un kahvaltıdan bahsetmesiyle telefonu kulağından çekip saate baktı. On bir buçuğa henüz vuruyordu.
‘’Jisung,’’ Çatallı çıkan sesinin anlaşılamayacağı ihtimalini umursamadan konuştu. ‘’Sonra gelsen olur mu? Ben kahvaltı yaptım.’’
‘’Kahvaltı için mi geliyorum, salak? Yemek yanımda bonus. Yıka elini yüzünü. Bir haftadır görüşmedik.’’ Jisung’un azarını Minho’nun araya giren sesi bitirdi. ‘’Hyunjin! Biraz daha seninle dövüşmezse bana saracakmış. Kurtar, ne olur!’’
‘’Benden kurtulmak istiyorsun yani?’’ Hyunjin’in sohbetteki yeri, Jisung’un sevgilisine trip atmaya geçmesiyle bitmişti. ‘’Dikkatli gel.’’ deyip kapattı, telefonu eski yerine bıraktığı gibi kendini yeniden yatağına attı. Kıyamamıştı ya, Minho’nun bahsettiği kavga dövüş muhabbeti Jisung’un ‘’Özledim.’’ deme şekliydi, kendisini merak eden arkadaşını nasıl geri çevirebilirdi ki? Ama onu ayakta bekleyemeyecek kadar da uykuluydu. Bilinci çok sürmeden kapanırken gözlerinin önünde beliren son şey gecesini çalan adamın yüzü oldu. Neden birden aklına düştüğüne akıl yoramadı.
Jisung kendini mutfaktaki iki kişilik masanın sandalyelerinden birine atarken soluklanıyordu. Tişörtünü şöyle bir çekiştirip ‘’Yoruldum yahu!’’ dedi. ‘’Ne bitmek bilmez yolun varmış.’’
‘’Arabayla gelseydiniz ya.’’ Hyunjin arkadaşının getirdiği yemekleri sırayla mikrodalgaya koyarken konuştu. Yürüdükleri için hepsi soğumuştu. Gerçi Minho’nun restoranından Hyunjin’in evine kadar olan mesafe bu kadar soğumaları için kısaydı ama… Jisung’un boynundaki kızarıklığı gördüğünden soruşturmadı.
‘’Spor olsun diye düşündüm. Biraz kilo almışım.’’ Göbeğini pat patladı. ‘’Minho iyi bakıyor bana.’’
Hyunjin’in gülerken kafasıyla onayladı. Gerçekten de Minho sevgilisine çok iyi bakıyor, Hyunjin’in gözünü hiç arkada bırakmıyordu. Minho hayatına girdiğinden beri Jisung’un hayatının hiçbir alanında olumsuz yönde ilerlediğine şahit olmamıştı. Minho mutlaka bir çaresini bulup sevgilisini düzlüğe çıkarıyordu.
‘’Belli. Kendisi bir deri bir kemik kaldığına göre iyi bakılan taraf sen olmalısın.’’ Çıkan bip sesiyle mikrodalgadaki tabağı yeniledi.
‘’Hadi oradan be!’’ Takılmak için söylemişti ama bu kadarı bile Jisung’un tartışmacı kişiliğini alevlendirmeye yetmişti. ‘’Nasıl kas yaptığını görmedin tabii! Ben sevgilime o kadar iyi bakıyorum ki yakında beni ağırlık olarak kullanacak!’’
‘’Tabii tabii.’’ Tabağı masaya yerleştirirken hafifçe göz devirdi. Jisung oldu olası abartmaya bayılırdı.
‘’Dönüşte göstereceğim, göreceksin! Apartmandan çıktığımız gibi görüntülü arayacağım, biz eve girene kadar da kapatmak yasak! Minho beni nasıl taşıyor izleyeceksin!’’
Çekmeceden yemek çubuklarını alırken arkadaşının inadının ciddiyetini ölçtü Hyunjin. Yapar mıydı? Kesinlikle yapmayacağına garanti veremezdi. Han Jisung’du bu. Sağı solu belli olmuyordu. ‘’Sakın. Bana güç gösterisi yapacaksın diye çocuğun belinden olmayın sonra. Restoran sana kalınca beni de alıkoyuyorsun.’’
‘’Vermiyor muyum günlüğünü?’’ Masaya konduğu gibi kaptığı çubuklarla ağzına bir parça fasulye attı. ‘’Bir haftalık erzağını da yolluyorum yanında. Sana da yaranılmıyor.’’ Hyunjin parmağını dolu yanağına bastırırken huysuz ifadesini bozmadı.
‘’Şimdi böyle mi olduk?’’ Sabahın erken saatlerinde Changbin’in tezgah üzerine ters çevirdiği bardakları da masaya yerleştirdi. ‘’Sana yardım için gelmiyormuşum gibi konuşma, fena yaparım. Zorla veriyorsun parayı da yemekleri de.’’
‘’Minho’nun içi rahat etmiyor diğer türlü. Beleş çalıştırmak olmazmış. Diyorum ‘Hayatım boş ver, enayiyi bulmuşken kullanalım.’ ama yok. Sen yabancısındır bu tip şeylere, idealist insan falan ya hani benim sevgilim.’’ Jisung’un övünmesine karşılık verecekti ama konunun değişmesiyle sustu. ‘’Bu arada, bugün yarın tekrar çağırabiliriz seni, haberin olsun.’’
‘’İş mi aldınız yine? Kimden? Büyük bir yer mi?’’ Minho’nun işlettiği restoran, kimi zaman çeşitli etkinliklerin yemeğini de üstleniyordu. Minho aylık cirodan memnun kaldığında elini bu taşın altına koymuyordu ama bazı aylar mecbur kalıyorlardı.
‘’Garantiledik. Biliyorsun, son birkaç aydır bayağı bocalıyorduk.’’ Jisung’un esas mesleği editörlük olmasına rağmen kendi işini de restoranda idame ettirdiğinden çoğul konuşuyordu. Minho da boş vakitlerinde Jisung’a yardım ediyordu. Bir nevi ikisi de birbirlerinin sağ koluydu. ‘’Seninkinden de teklif alınca geri çevirmedik.’’
‘’Benimki?’’
‘’Changbin işte.’’
‘’Changbin benimki miymiş?’’ Yeni bir biple son tabağı da çıkardı. Kaşları çatıktı. Changbin’le karmaşık ilişkileri Jisung’un ağzına sakız olalı aylar oluyordu ama Hyunjin reddetmekte kararlıydı.
‘’Bilmem, belki bunu sonraki gelişinde konuşursunuz.’’ Ağzına büyük bir parça pirinç attı, şişen yanağına kondurduğu çarpık sırıtışıyla ekledi. ‘’Konuşuyorsanız tabii.’’ Masadaki yerini alan Hyunjin’in omuzuna vurmasıyla da muzip ifadesini bozmadı.
‘’Ne teklif etti Changbin? Tekstilin yemekleri sizde mi bundan sonra?’’
Jisung omuzlarını silkti. ‘’Galiba. Minho ile konuşuyorlardır şimdi. Anlaşabilirlerse bizde.’’
Changbin’in bahsetmemesine şaşırmıştı ama bozuntuya vermedi. Bambaşka dertleri vardı sonuçta, iş için yapacağı bir anlaşmadan konuşmaya fırsat bulamaması oldukça normaldi. ‘’Tekstil biraz kalabalık değil mi? Koca bina sonuçta. Zor olacaktır.’’
‘’Parası da o kadar iyi olacak ama. Günlük olduğundan başka iş almak zorunda da kalmayacağız. Changbinlere yetişmek için iki eleman daha alacakmış Minho. Changbin’in babası sorun çıkarmazsa ayarlayacak her şeyi. Biraz sorunlu bir tip sanırım.’’
Çubukları havada durdu. Son cümleye değin hiçbir sorun yoktu ama Changbin'in babası mevzubahis olduğunda… Bu adam belayı da mutlaka peşinde getiriyordu. ‘’Changbin’in babası mı? Onunla mı karşılaştınız?’’ Karşılaşmamalarını, Changbin’in bir de Jisung ve Minho önünde gururunu kıracak bir durumun ortasında kalmamış olmasını umuyordu.
‘’Karşılaşmadık da…’’ Jisung da ciddileşmiş, dalgacı havasını kekremsi bir surat almıştı. ‘’Binaya yaklaştığımız sırada bir bağırış koptu, net cümle veremiyorum şu an ama içeriği ‘Bana sormadan bir halta kalkışamazsın.’ tarzı bir şeylerdi, anla.’’
Hyunjin ilgiyle dinliyordu. Changbin’den çok defa işittiği hikayelerin içeriğiyle öyle uyuşuyordu ki… İstemsizce morali bozuldu. Gerçekleşmeyeceğini bilmesine rağmen azarın sahibinin başka biri çıkmasını diledi.
‘’Changbin de karşılık verdi, kapıdaki kamyonun arkasındaymış meğer. Baba-oğul tartışması yaşadılar işte.’’
Basit bir baba-oğul tartışması olmadığına, Changbin’in babasının koltuğunu oğluna kendi isteğiyle devretmesine karşın sergilemekten usanmadığı güç gösterilerinden biri olduğuna emindi. ‘’Changbin sizi gördü mü?’’
Kaşlarını yukarı kaldırarak cıkladı. ‘’Bayağı bağrıştılar, babası küfür de edince Minho o hengameye dahil olmak istemedi. Olayın öznesi olarak gitsek daha mı kötü olur kestiremediğinden yolumuzu değiştirdik. Birkaç tur attık, beni sana bıraktı, kendi de Changbin’in yanına gitti.’’
‘’İyi yapmışsınız. Hoş olmazdı tartışmanın ortasına girmeniz.’’ Changbin anlaşma yapacağı birinin önünde otoritesinin sarsılmasını, daha doğrusu çocuk gibi azarlanmayı kaldıramazdı.
‘’Minho anlayışlıdır, canım. O da restoranı babasıyla açtığından biliyor ebeveynle çalışmanın illetini. Changbin’le empati yaptı bu yüzden.’’
Hyunjin de alışkanlıktan ötürü olsa gerek kolayca empati yapabilmişti. Changbin’in kötü hissettiğini biliyor, Changbin için mi yoksa Changbin ona kötü hissettirdiği için mi göğsündeki sıkıntının baş gösterdiğini kavrayamıyordu. Jisung’a belli etmeden ufak bir nefes verdi. Belki bu gece Changbin’i dinlerken anlardı. Çünkü biliyordu, Changbin muhakkak kapısını yeniden çalacaktı.
--------
ayy cok uzun zamandir bir seyler paylasmayinca insan geriliomus .
nasildi?? ben cok sevdim balkon evrenini bilmiorum,, dertlenince hyunun kirmizi kilimine kivrilirim artik. konusalim mi biraz,,, OZLEDIM DE CUNKU yorumlarinizi bekliorumm
kendinize COKII bakin <3
20 notes
·
View notes
Text
Su gibidir bazı insanlar ,
Habersizce ansızın çat kapı gelen tanrı misafiri gibi gelirler hayatlarımıza. ..
Su gibi şifalı öylesine huzurlu ve öylesine duru...
Su gibi damla damla derman olup akarlar yaralara ...
iyi ki geldin dedirtirler insana ,
Ne güzeldir böylesi güzel gelen insanlar...
Kimi yoldaş olur kimi kardeş
Ansızın kedere boğan hayatın
Ansızın kaderi sil baştan yazması gibi ...
Su gibi aziz su gibi saf temiz ...
Geldikleri yeri temizleyip güzellikleri bırakırlar yerlerine usulca ...
Ne güzeldir böyle ansızın gelenler,
Ve ne güzeldir böyle sürprizler. .
Ah hayat arada bir de olsa böylesi güzelliklerinde olmasa
Çekilir dert değilsin aslında ...
30 notes
·
View notes
Text
iftar yemeği bitti zil çaldı. Allah Allah kim olabilir ki dedik çünkü evimize çat kapı gelecek kimse yok, ayın onbeşi de değil ki kapıcı gelsin falan konuşurken büyük kızçe açtı kapıyı. anne bakar mısın dedi. kapıya bir gittim dokuz on yaşlarında bir kız çocuğu elinde kavanoz, yere bıraktığı poşetinde de bir şeyler gözüküyor. abla yemek verir misin dedi elime kavanoz uzattı. ver çorba koyayım dedim. yerdeki çantadan içinde çorba olan başka kavanoz çıkardı. dedim ama o mercimek çorbası ben sana yoğurtlu çorba vericem. neyse doldurdum kavanoza kapıya geldim nerede oturuyorsunuz dedim cevap verdi, annen baban nerde dedim. babam trafik kazası geçirdi annemle bende çöp topluyoruz dedi. dikkat et kendine olur mu bu saatlerde yalnız dolaşma buralarda dedim. tamam abla dedi gitti 🥺
23 notes
·
View notes
Text
Su gibidir bazı insanlar ,
Habersizce ansızın çat kapı gelen tanrı misafiri gibi gelirler hayatlarımıza. ..
Su gibi şifalı öylesine huzurlu ve öylesine duru...
Su gibi damla damla derman olup akarlar yaralara ...
iyi ki geldin dedirtirler insana ,
Ne güzeldir böylesi güzel gelen insanlar...
Kimi yoldaş olur kimi kardeş
Ansızın kedere boğan hayatın
Ansızın kaderi sil baştan yazması gibi ...
Su gibi aziz su gibi saf temiz ...
Geldikleri yeri temizleyip güzellikleri bırakırlar yerlerine usulca ...
Ne güzeldir böyle ansızın gelenler,
Ve ne güzeldir böyle sürprizler. .
Ah hayat arada bir de olsa böylesi güzelliklerinde olmasa
Çekilir dert değilsin aslında ...
27 notes
·
View notes
Text
Çat kapı gelen misafirin yanında yemek yedim 'burda yesem ayıp olmaz di mi🤪😛' diyerek ay çünkü konulardan geri kalamam sjsjsj
11 notes
·
View notes
Text
Gelsene, hiç beklemediğim bir anda çat kapı. De ki "Ben geldim. Seni üzecek şeylerden uzak tutacağım, koruyacağım seni."de. Gel ve beni bu karanlık kuyudan çıkar. Ben artık dayanamıyorum, gücüm kalmadı:)
7 notes
·
View notes
Text
Bazen bazı insanlar çat kapı gelir siz ne olduğunu anlamadan. Ama o kadar iyi gelir ki. O kadar iyi gelir ki. Şükredersiniz.
7 notes
·
View notes