#çağdaş mozaik
Explore tagged Tumblr posts
Text
Çağdaş Mozaik Çalışmalarım
Merhaba arkadaşlar, Son dönemlerde büyük boyutlu soyut resimler çalışıyorum. Atölyemde ise mozaik kursları vermeye devam ediyorum. Çağdaş mozaik çalışmalarımdan bazılarını bu pistla paylaşıyorum. Mozaikte de yine özgün ve soyut tasarımların bulunuyor. Ayrıca YouTube kanalında da mozaik yapım teknikleriyle ilgili bilgiler veriyorum.…
View On WordPress
#çağdaş mozaik#cagdas sanat#cagdas sanatci#Gökşen Parlatan Art Studio#MOSAİC WORKSHOP#mozaik atölyesi#mozaik kursu#mozaik kursu fiyatları#online mosaic workshop#partmozika#sanat#SANATÇI#uygun mozaik kursu
0 notes
Video
youtube
Bu Adam Benim Babam - Fatih Kısaparmak ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (... ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın 👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ✩ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/AdQJGL2aTN8 ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Bu Adam Benim Babam - Fatih Kısaparmak ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Slow Oryantal) A Em Bu adam benim babam, sekiz köşe kasketiyle D Em Omuzunda sekosuyla hey Bm Em Cebinde yok parası, Bafra'dır cigarası D A Bm Yüreğindedir yarası Em D Altı çocuk büyütmüş, bir işçi maaşıyla A Bm Bu adam benim babam hey Bm Em Ağlama benim babam, ağlama naçar babam D A Bm Kara gün geçer babam hey Em D Bir kapıyı kapayan, gene açar babam A Bm Ağlama benim babam hey Bm Em Ağlama mazlum babam, ağlama naçar babam D A Bm Kara gün geçer babam hey Em D Bir kapıyı kapayan, gene açar babam A Bm Allah büyük babam hey A Em Bu adam benim babam, derdi dağlardan büyük D Em Çaresiz (biçare) , beli bükük hey Bm Em Bir gün olsun gülmemiş, rahat nedir bilmemiş D A Bm Gözyaşını silmemiş Bm Em Bir lokma ekmek için, kimseye eğilmemiş A Bm Bu adam benim babam hey Bm Em Ağlama mazlum babam, ağlama naçar babam D A Bm Kara gün geçer babam hey Em D Bir kapıyı kapayan, gene açar babam A Bm Allah büyük babam hey Bm Em D A Bm Em D A Bm Benim babam mert adamdı Mangal gibi yüreği Yufka gibi kalbi vardı Hayatım boyunca ona özendim Fedakardı Bir dikili ağacı olmadı belki Ama kendisi Onuruyla yaşayan koskoca bir çınardı Üstümdeki kol kanat Sırtımı yasladığım dağ gibiydi Ben babamın oğluyum Tepeden tırnağa Anadolu'yum Fatih Kısaparmak Kısaparmak, Mart 2010'da Avustralya konserinde. Doğum 31 Ocak 1961 (63 yaşında) Maden, Elazığ, Türkiye Milliyet Türkiye Diğer ad(lar)ı Çağdaş Ozan, Bay Kilim ve Türkücü Baba Meslek Müzisyen, söz yazarı, besteci ve Türk halk müziği sanatçısı Evlilik Şebnem Kısaparmak (e. 1991) Çocuk(lar) 2 Fatih Kısaparmak (31 Ocak 1961; Maden, Elazığ), Türk halk müziği sanatçısı, müzisyen, besteci ve söz yazarı. İlk yılları Elazığ, Maden’de doğdu. Annesi Yıldız Hanım, emekli bir ilkokul öğretmeni; babası Necip Bey ise, sırasıyla ortaokul ve öğretmen okulu müdürü, il millî eğitim müdürü, ortaöğretim genel müdürü ve bakanlık teftiş kurulu başkanı olarak hizmetler vermiş; basılı beş eseri de bulunan bir bürokrattır. Diskografi 1987: Yaradan Aşkına 1989: Yarına Kaç Var / Bekle Küçüğüm 1989: Kilim / Nazlı Bebe 1990: Cemre Düşünce 1991: Güneşi Biz Uyandırdık 1992: Portakal Çiçeğim 1994: Hoşçakal 1995: Mozaik 1 1996: Mozaik 2 1996: Dicle'nin Oğlu 1998: Olur Mu Böyle Hasan 1999: Mor Salkımlı Sokak 1999: ve Senin Şiirlerim 2000: Bu Dağ Ne Rüzgarlar Gördü 2001: Vay Benim Hayallerim 2003: Sevdaysa Sevda, Kavgaysa Kavga 2004: Ben İki Kere Ağladım 2007: Belki Dönemem Anne 2009: Aşk Ve Özgürlük İçin 2013: Sonsuza Kadar 2018: Belki Dönemem Anne 2022: Bu Şehir Benden Sorulur Kaynakça ^ Kandiyoti, Deniz; Saktanber, Ayşe (2002). Fragments of Culture: The Everyday of Modern Turkey (İngilizce). Rutgers University Press. ISBN 978-0-8135-3082-6. 21 Mart 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 29 Ocak 2024. Dış bağlantılar Discogs'ta Fatih Kısaparmak diskografisi İnstagram'da Fatih Kısaparmak Otorite kontrolü Bunu Vikiveri'de düzenleyin MusicBrainz: 115dcb52-4d0b-49a7-82d4-23f31547d449 Kategori: Yaşayan insanlar1961 doğumlularElazığ ili doğumlu sanatçılarTürk halk müziği ses sanatçılarıTürk erkek şarkıcı-şarkı yazarlarıŞahin Özer Müzik sanatçılarıEsen Müzik sanatçılarıAkbaş Müzik sanatçılarıİdobay Müzik sanatçılarıBayar Müzik sanatçıları1980'lerin şarkıcıları1990'ların şarkıcıları2000'lerin şarkıcıları2010'ların şarkıcıları2020'lerin şarkıcıları20. yüzyılda Türk erkek şarkıcılar21.
0 notes
Text
İstanbul’un İç Mimarlık Harikası: Farklılıkların Buluşma Noktası
İç mimarlık, estetik anlayışıyla işlevsel tasarımı birleştirerek yaşam alanlarını daha çağdaş ve konforlu hale getiren bir disiplindir. Bir şehir düşünün ki, tarih boyunca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış, kültürlerin, renklerin ve stillerin kesişim noktası olmuş olsun. İşte bu noktada İstanbul, iç mimar açısından büyüleyici bir kaynak haline gelmektedir.
İstanbul, yerleşik olduğu coğrafya itibariyle tarihi ve kültürel miraslarıyla büyüleyici bir karmaşıklığa sahiptir. İmparatorluklar kurulmuş, medeniyetler yükselip yok olmuş ancak İstanbul, zamanın izlerini üzerinde taşımayı başarmıştır. Bu durum, iç mimarlık alanında çalışan profesyoneller için büyük bir fırsat sunmaktadır.
Kentteki tarihi yapılar, saraylar, camiler ve kiliseler gibi mimari harikalar, iç mimarların yaratıcılığını ve estetik anlayışını tetiklemektedir. Bir iç mimar için İstanbul, ilham kaynağıdır. Geleneksel Türk motifleri, Bizans dönemi freskleri ve Osmanlı dönemi süslemeleri gibi detaylar, modern tasarımlarla bir araya getirilerek eşsiz ve özgün mekanlar yaratılmasını sağlar.
İç mimarlık İstanbul açısından dikkate değer bir özelliğe daha sahiptir: kültürel çeşitlilik. Şehir, farklı kültürlerden ve farklı yaşam tarzlarından insanları barındıran bir mozaik gibidir. Bu çeşitlilik, iç mimarların farklı zevkleri ve tercihleri bir araya getirerek ortak bir dil oluşturmasına yardımcı olur. Modern minimalist tasarımlar, geleneksel detaylarla birleşebilir; doğal malzemeler, çağdaş unsurlarla buluşabilir. İstanbul’da iç mimarlık, farklılıkların buluşma noktasıdır.
Bununla birlikte, İstanbul’un iç mimarlık alanında karşılaştığı zorluklar da vardır. Şehir, yoğun nüfusu ve kısıtlı alanlarıyla iç mekan tasarımlarını zorlayabilir. Ancak bu zorluklar, iç mimarlar için birer fırsata dönüşebilir. İstanbul’un eşsiz coğrafyası ve tarihi dokusuyla birlikte, iç mimarlar, mekansal kısıtlamalara rağmen işlevsel ve estetik açıdan doyurucu çözümler sunabilir.
0 notes
Text
İç Mimarlık: İstanbul’un Estetik Mirası
İç mimarlık, bir mekanın iç tasarımında estetik, işlevsellik ve kullanıcı ihtiyaçlarının bir araya getirilerek yaratıcı çözümler üreten bir disiplindir. İç mimar, mekanların düzenlenmesi, dekorasyonu, renk seçimi, malzeme kullanımı ve aydınlatma gibi unsurları ele alarak, insanların yaşam kalitesini artırmak amacıyla iç mekanları şekillendirirler. Bu konuda İstanbul, Türkiye’nin en önemli merkezlerinden biri olarak öne çıkar ve zengin tarihi, kültürel dokusu ve göz alıcı manzaralarıyla iç mimarlar için ilham verici bir şehirdir.
İstanbul, tarihi boyunca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir şehir olmasıyla ünlüdür. Bu geçmiş izler, iç mimarlık alanında çalışan profesyonellerin yaratıcılığını ve tasarım becerilerini ortaya çıkarmaktadır. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalan saraylar, konaklar, camiler ve hanlar gibi yapılar, iç mimarların tarihi dokuyu modern tasarımla birleştirerek benzersiz mekanlar yaratmalarına olanak sağlar.
İç mimarlık İstanbul açısından önemli bir özelliği, doğu ile batı arasında köprü görevi görmesidir. Şehir, Doğu ve Batı’nın kültürel etkileşimlerinin birbirine karıştığı, farklı tarz ve motiflerin bir arada bulunduğu bir mozaik gibidir. Bu da iç mimarlara çeşitli tarzları birleştirme ve yeni bir sentez oluşturma fırsatı sunar. Örneğin, Sultanahmet Camii gibi yapılar, Bizans ve Osmanlı mimarisi arasında benzersiz bir uyum yakalayarak iç mimarlara ilham verir.
İstanbul, aynı zamanda modern mimari açısından da heyecan verici projelere ev sahipliği yapmaktadır. Gelişen şehir silueti, gökdelenler, alışveriş merkezleri, oteller ve rezidanslar gibi çağdaş yapılarla doludur. İç mimarlar, bu tür projelerde sürdürülebilirlik, ergonomi ve teknoloji gibi güncel konuları göz önünde bulundurarak mekanların kullanıcılarına en iyi deneyimi sunmak için çalışırlar.
İstanbul’un iç mimarlık sahnesi, sayısız tasarım stüdyosu, fuarlar, sergiler ve etkinliklerle canlı bir şekilde faaliyet göstermektedir. Bu platformlar, iç mimarlar için yeni fikirler keşfetme, güncel trendleri takip etme ve sektördeki diğer profesyonellerle ağ kurma fırsatı sunar. Ayrıca, İstanbul’un tarihi semtleri, butik mağazaları, tasarım galerileri ve kafe-restoranları gibi mekanlar, iç mimarlar için ilham verici çalışma ortamları olarak hizmet eder.
0 notes
Text
Şu geride kalan iki hafta ve önümüzdeki bir hafta inanılmaz yoğundum ve yoğun olacağım sevgili okur. Hem Fotoğrafçılık Bölümü’nün sınavları hem de doktora dersi sebebiyle bırak yazı yazmayı, doğru dürüst bilgisayar başına bile oturamadım. Geçen hafta sonum da birazdan okuyacağın Gaziantep gezisine gitti. Önümüzdeki haftanın ortasından itibaren rahatlayacağım ve biriken yazıları bombalayacağım. Söz.
Bu yolculuğa aslında bundan yaklaşık iki üç ay öncesinde, biraz da aceleyle karar vermiştik. Gaziantep’e yapılan günü birlik yolculukların epey revaçta olduğu bir zamandı. Alper’e dedim, “Madem bakalım ucuz uçak bileti bulursak biz de gidelim.” Gidiş için 19 Mayıs tarihini seçtik, neden bilmiyorum. Şansımıza tam da o tarihte ucuz bilet vardı. Böylece toplamda dört, son anda bize de sürpriz olan iki şirin ilaveyle, altı kişilik kafilemiz yola çıkmaya hazırdı. Hazırdı ama henüz yolculuğa çıkmaya iki aydan çok vardı. Böylece hayatın olanca dertleri arasında unuttuk gitti Gaziantep işi.
Bu ayın 10’u civarında, Alper’in sayesinde planımızı yeniden hatırlayıp hazırlıklarımızı yapmaya başladık. Gerçi tek günlük bir yolculuk için öyle etraflı bir hazırlık da yapmak gerekmedi. Sağ olsun Alper ve arkadaşları, hepimiz için konaklanacak yer de dahil tüm hazırlıkları yapmış, hedefleri belirlemişti.
Böylece Cuma akşamı Ankara’ya gitmek üzere yola çıktık. Trende yolculuk boyunca uyumayı planlıyordum ama olmadı, uyuyamadım. Ankara’da o gece konakladık. Toplam 4 saat uyuyabildikten sonra, ertesi günün ilk saatlerinde buluşup havaalanına gittik. Aracı park edip havaalanına girdik. Ziraat Bankası kredi kartımın şifre işlemlerini hallettim ATM görünce (Bu detayı neden yazdım bilmiyorum). Daha sonra uçuş için atanan kapıyı da bulduk ve burada Alper’in diğer iki arkadaşıyla buluştuk ve tanıştık. Kısa süre sonra uçağa yerleştik ve kalkışı beklemeye başladık. Planım yolculuk boyunca uyumaktı. Ancak 55 dakika süren uçuş boyunca gözümü bir an olsun kırpamadım.
Gaziantep’e saat 07.00’de ulaşıp havaalanından çıkınca, Havaş’a ait otobüsler hazır bekliyordu. Önce bir Havaş otobüsüne bindik. Otobüs tamamen doluydu. Altı kişi ayakta yarım saat yolculuk yapacaktık. Bilet fiyatının 9 TL olduğunu da öğrenince hemen aşağıya inip bir taksiye bindik. Taksi şansımıza 6 kişilik bir araçtı. Şehir merkezinde daha önceden belirlediğimiz bir mekâna kadar, yolculuğumuz yarım saatten biraz daha uzun sürdü. Saat 08.00’de Orkide isimli mekana ulaşmıştık. Yol boyunca taksici bize hiç üşenmeden Gaziantep’te nerede ne yenir, ne içilir, nereler gezilir anlattı. Üstelik verdiğimiz taksi parası da neredeyse Havaş’a vereceğimiz parayla aynı oldu. O açıdan ben özellikle havaalanından taksiye binmenizi öneririm. Üstelik yeri gelmişken yazayım. Gün içinde bindiğimiz tüm taksiciler ve hatta esnaf da aynı yol gösterici tavra sahipler. Örneğin bir sokağa girip etrafınıza bakınırken siz sormadan “Şurada filanca tatlıcı var” diye söylüyorlar.
Orkide isimli mekanda, gün boyu izleyeceğimiz stratejileri belirledik. Birazcık da dinlenmiş olduk. Burada kahvaltı yapıldı. Tadına bakılan lezzetler ise baharatlı semsek, peynirli Urfa dürümü ve katmer oldu. Bu yazıda özellikle katmerle ilgili daha detaylı değerlendirmeler yapacağım. Farklı mekanlarda yediğimiz katmerlere ilişkin değerlendirmelere yer vereceğim. Gün içerisinde karşımıza çıkan en vasat katmer burada, Orkide isimli mekandaki idi. Ancak peynirli urfa dürümü çok beğenildi.
Bu kahvaltı faslından sonra, saat 09.30 civarında kalacağımız İbis Hotel’e geçtik. Otel şehir merkezinde, pek çok yere yürüyerek gitmeyi olanaklı kılan bir konumda. Burada sağ olsun, lobide görevli Eray Bey bize her konuda yardımcı oldu. Kendisine buradan selamlar. Normalde resmi tatil olduğu için müzeler kapalıydı. Ve biz bunu hiç hesaba katmamıştık. Müthiş bir hayal kırıklığı yaşadık. Ancak, lobiden gelen müjdeyle müzelerin o gün için açılacağını öğrendik ve saat 10.30’da otelden koşarak çıkıp Zeugma Mozaik Müzesi’ne gittik. Giderken kentsel dönüşümün devam ettiği tenha bir mahalleden geçtik yürüyerek. Aklınızda olsun, sırf buradan geçmemek için bile taksiye binebilirsiniz.
Zeugma Mozaik Müzesi
Zeugma Mozaik Müzesi iki farklı bloktan oluşuyordu. Gişede ilk defa müze kart aldım kendime. Saat 11.15 gibi başlayan ziyaretimiz 12.55’te bitti. Hayatımda gezdiğim en hayret verici müzelerden bir tanesiydi sevgili okur. Tabi ki iki saatlik bir gezinin her detayını burada yazabilmek mümkün değil ancak artık bir simge haline dönüşmüş “Çingene Kız” mozaiği bir yana, müzede sergilenen adeta bir tablo güzelliğindeki onlarca mozaik beni büyüledi. Eserlerin çoğunun bu derece iyi korunabilmiş olması da bir hayli ilginç doğrusu. Bundan yüzlerce yıl önce yapılan eserlerdeki zenginlik ve estetik akıl alır gibi değil. Yalnız şunu ekleyeyim, müzede eserlerin yanında yer alan bilgilendirme metinlerini yetersiz buldum. Örneğin bir eserin üzerinde tam beş satırlık antik dilde bir yazı yer alıyor. Ancak tanıtıcı kartta bu yazının ne olduğuna ilişkin bir ibare yok. Yaklaşık 500 yıl süreyle ayakta kalan antik kentten müzede yer alanlardan çok fazla sayıda eser de ne yazık ki kaçak kazılarla çalınarak kaçırılmış.
Müzenin ilk bloğunda üç boyutlu bir sinevizyon gösterisi yapılıyor. Bulunan en gösterişli mozaikler bu blokta yer alıyordu, Çingene Kız dahil. Çingene Kız için ayrı bir sahne planlamışlar. Zifiri karanlık bir koridora giriyorsunuz ve bir labirentten dolaşıp nihayet simsiyah bir odaya ulaşıyorsunuz. Çingene karşılıyor sizi. Tam karşıdaki duvarda siyah bir çerçeve içerisinde. Sahne o kadar güzel tasarlanmış ki “gözlerinin etkileyiciliği” hemen ön plana çıkıyor. Çünkü o karanlık boşlukta dikkatinizi dağıtacak başka hiçbir şey yok. Bu etkileyici sunuşu çok beğendim sevgili okur.
İlk bloğun zeminin de o zamanki evlerin kanalizasyon ve su getirme sistemlerini temsil eden kalıntılar yer alıyor. Bir mozaikte eksik kalan kısımlar projeksiyonla yansıtılarak orijinal hali gösterilmeye çalışılmış. Yine interaktif bir uygulama yer alıyor ikinci bloğa açılan çıkış kısmına doğru. Dokunmatik yatay bir ekran üzerinde muhtemelen mozaiklerin ilk bulunduğu anlardaki gibi üzeri tamamen kumla kaplanmış bir görsel yer alıyor. Siz dokunmatik yüzeyden elinizle temizleyerek alttaki mozaiğin hangisi olduğunu bulmaya çalışıyorsunuz.
İkinci bloğa birinci bloktan çıkan bir köprü ile geçiliyor. İkinci blok da üç katlı olarak tasarlanmış. İlk bloktakiler kadar gösterişli olmasa da, burada mozaikler ve yeniden canlandırmalar yer alıyor. Çok dikkat çekici bir eser ben göremedim. Belki de ilk kısımda çok fazla etkilendiğimdendir. İkinci bloğun çıkışında durup dinlenebileceğiniz küçük bir kafe ve hediyelik eşya dükkanı yer alıyor.
Bakırcılar Çarşı girişi
Biz de burada biraz dinledik ve bir sonraki hedefimiz olan Meşhur Metanet Katmer Salonu’na doğru gitmek üzere taksiye bindik. Taksi bizi filmlerde de gördüğümüz o geleneksel Gaziantep’e getirdi bıraktı. Kalenin hemen altı. Sıra sıra çarşılar, daracık sokaklar ve tüm coğrafyanın belki de en sınırsız yeme içme seçenekleri… Bu esnada Sercan’ın tavsiyeleri gelmeye başladı. Çok sever tavsiye vermeyi. Şuraya gidin, buraya gitmeyin şeklinde. Sercan’ın tavsiye ettiği mekanları görünce katmer fikrini askıya alıp gezmeye başladık çarşıları. Eskiciler, Bakırcılar, Baharatçılar, şucular bucular… Yan
Şampiyonluk gelmek üzereyken…
yana sıralanmış bir sürü çarşı ve hanın içerisinde rastgele dolaşmaya başladık. Buradan kendime bir kaval aldım. Sedef işlemeli falan, güzel bir şey. Bu esnada Sercan’ın tavsiye ettiği iki mekan da kapalıydı. Boşa vakti kaybettik yani. Şans eseri saat 13.00 civarında kendimizi Metanet Katmer Salonu’nun önünde bulunca hemen girdik içeriye. Evet, işte o efsanevi Antep katmerinin ilki burada geldi karşımıza çıktı. Lezzet yorumlarını Alper ve arkadaşları yaptılar. Çıtırlığı ve insanı baymayan tatlı tadı sayesinde çok beğenildi. Kesinlikle tavsiye!
Metanet’in katmeri
Alper’in objektifinden renk renk kuruyemişçi tezgahı
Gaziantep’e giden herkesin muhakkak bahsettiği bir isim var sevgili okur. Hatta Çingene Kız’dan sonra en çok duyduğum bu isim oldu: İmam Çağdaş! Meşhur Nusr-Et’e buradan her gün havuç dilim baklava gidiyormuş kargoyla. Gaziantep’in şüphesiz en meşhur kebapçısı. Ancak bu noktada ziyaretçiler ikiye bölünmüş durumdaydı. Bir kısım yorumlar muhakkak gidin, görün, tadın diyordu. Sercan’ın da içinde bulunduğu bir grup ise mekanın çok popüler olduğu için artık kesinlikle gidilmeyecek bir yer olduğunu ifade ediyorlardı. Bu iki gruptaki herkes lezzet de hem fikirdiler. Böylece biz de gitmeye karar verdik.
Saat 13.20’de İmam Çağdaş’ın kapısındaydık. İçeri girdik, ancak bir sorun vardı. Hem de çok önemli bir sorun. (devam edecek…)
Öyle durduğuma bakmayın.
Proofhead Gaziantep’te! – 1. Bölüm Şu geride kalan iki hafta ve önümüzdeki bir hafta inanılmaz yoğundum ve yoğun olacağım sevgili okur. Hem Fotoğrafçılık Bölümü'nün sınavları hem de doktora dersi sebebiyle bırak yazı yazmayı, doğru dürüst bilgisayar başına bile oturamadım.
#alper#ankara#Çingene Kız#dürüm#Gaziantep#HAVAŞ#katmer#Metanet#Nusr-Et#Orkide#semsek#sercan#Zeugma Mozaik Müzesi#İbis Hotel#İmam Çağdaş
1 note
·
View note
Text
Bu gecenin hikayesi
Malum okuma kültürümüz yok uzun yazılara ayıracak vaktimiz de yok.O yüzden ben önce bir cümle özet yapayım sonra merak edenler evvelden okumamışsa bu muhteşem hikayeyi okusun.
Özet:
Paris'ten bale pabucu alan ırgat sürücüsünü öldürdüler.
Şimdi esas hikaye :
Anadolu'nun bağrından kopar kahramanımız , yolu Paris'e düşer .Bi başına. Karnı aç. Elleri cebinde dolaşırken, bakar ki, sokak çalgıcıları var, müzik yapıyorlar, para topluyorlar. Çöker bi köşeye, cura'sını tıngırdatmaya, yanık yanık söylemeye başlar:
"Aç kulaklarını dinle sözümü,
yalan söz gerçeğe tuzak değil,
insan hakkını hak bilen kişi,
özünde nur doğar yalan ateşi,
kamili taşlamak cahilin işi,
cahilden kötülük hiç uzak değil..."
*
Tesadüfen ordan geçerken, durup, dinleyenler arasında Abidin Dino da vardır. Çağdaş Türk resminin öncülerinden, ressam, karikatürist, yazar, yönetmen... Entelektüel çevrede büyüyen, Robert Kolej mezunu, bizzat Mustafa Kemal tarafından resim ve sinema eğitimi için Rusya'ya gönderilen... ABD'de Fransa'da sergiler açan, Fransa Plastik Sanatlar Birliği
Onursal Başkanı olan, Fransa Kültür Bakanlığı'ndan Altın Şövalye Nişanı alan, New York Dünya Sanat Sergisi Danışmanlığı yapan... Siyasi görüşleri nedeniyle ordan oraya sürgüne gönderilen Abidin Dino.
*
Tanışırlar... Kasketli, pala bıyıklı, buram buram Anadolu kokan ozan'ın kalacak yeri olmadığını öğrenir, koluna girer, evine davet eder. Dilbilimci, yazar, Paris Ulusal Bilim Merkezi'nde görev yapan, öğretim üyesi doçent eşi Güzin Dino, sofrayı kurar. Otururlar, sohbete koyulurlar. Laf lafı açar, ozan der ki, beni yarın çarşıya götürür müsünüz?
Hayrola derler, ne lazımsa biz sana alalım... "Bale ayakkabısı alacağım" der! Dino'lar şoke olur. Kara yağız ozan, o şahane şivesiyle devam eder: "Benim oğlan balet de... Ona göndereceğim."
*
Çünkü...Nesimi Çimen'dir o.
*Türkü derleyen, ilk plak çalışmasını 1964'te yapan, Almanya'da Fransa'da İsveç'te albümler çıkaran, dünyanın en önemli müzikhollerinde sahne alan, Türkiye'de ha bire gözaltına alınan, işkence gören, sürüm sürüm süründürülen, yılmayan, ömrünün sonuna kadar hiç sosyal güvencesi olmayan, yurtdışından gelen teliflerle mütevazı yaşamını sürdürmeye gayret eden... Sazın, sözün, üç telli cura'nın ustası.
*
Aslen Tunceli Hozatlı. Kayseri'de ırgatlık yaparken, aşiret ağasının kızı Dilber'e aşık olur, Dilber de ona, kaçarlar, Adana'ya... Evlatları olur. Almanya'ya işçi yazılır, nefes darlığı olduğu için kabul edilmez. Kalaycılık filan yaparken, Yaşar Kemal'le tanışır. Onun yardımıyla İstanbul'a göçer, gecekondu kiralar, mozaik fabrikasında işe girer. Fabrika greve gider,
Nesimi'yi kovarlar. Ayazda kalır. Dokuz yaşından beri çalıp söylediği cura'sına bakar, ekmeği senden çıkaracağız der, ozan'lığa başlar. Tek kelimeyle, müthiştir. Anında tanınır. Efsane haline gelmeye başlayan bu gariban'ın tek göz oda gecekondusuna gelip gidenler arasında, Yaşar Kemal'in yanısıra, gazeteci İlhan Selçuk, sosyolog siyasetçi Behice Boran, caz-pop
divası Tülay German, Yılmaz Güney, heykeltıraş Kuzgun Acar, yönetmen Atıf Yılmaz, Aşık Mahsuni Şerif vardır... Ve, kurban olduğum, Can Yücel.
*
Yurtdışında eğitim için devlet bursunu bileğinin hakkıyla kazandığı halde "torpil yaptı dedirtmem, seni gönderemem" diyen Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in oğlu... Biriktirdiği harçlıkları, kendi yerine gönderilen ve beyin cerrahisinde çığır açan, canciğer arkadaşı
Ordinaryüs Profesör Gazi Yaşargil'e veren... Alnı açık yürüyen, Cambridge Üniversitesi'ne gitmeyi başaran, zırt pırt içeri tıkılan, oralı bile olmayan, tınmayan... Bana göre, Türkiyemin en heyecan verici şairi Can Yücel.
*
Bi gün, Nesimi'nin henüz bebekken eline cura verdiği oğluna bakar şöyle Can Yücel... "Bu çocuğu Konservatuara göndersene birader" der. Nesimi de "peki" der.
*
Girer sınava oğlan, doğuştan kabiliyet, İstanbul Devlet Konservatuarı'nı birincilikle kazanır. Keman bölümüne yazarlar. Yazarlar ama, keman alacak parası yok. Okul hediye eder... Hediye kemanla dört sene okur. Öbür masrafları Can Yücel tarafından karşılanır. Ancak...
Ciddi bir sorun vardır. Akşamları evde ders çalışması mümkün değildir. Tam eline kemanı aldığında, sofra kurulur, eş dost, türkü başlar, oğlan da mecburen cura'sına sarılır, babasına eşlik eder. E böyle olmayacak, sonunda karar verir, ev ödevi olmayan bir bölüme geçmelidir... 14 yaşında giyer taytını, Bale bölümüne geçer. Önceleri gizler babasından... Sonra öğrenir baba... Dedim ya, koca yürek, gülümser, evladına şöyle der: "Nerde mutluysan, orda yaşa!"
*
Geceleri pavyonlarda bağlama çalarak cep harçlığını çıkarır, babasıyla köy köy dolaşır,
derleme çalışmalarına katılır, Orhan Gencebay'ın arkasında çalar, neticede Konservatuar'dan mezun olup, İstanbul Devlet Opera ve Balesi'ne girer.
*
Mazlum Çimen'dir o
*
Nesimi'nin, zulüm görmüş, haksızlığa uğramış manasında "Mazlum" adını koyduğu oğlu...
Adının hakkını verircesine, henüz sekiz yaşındayken babasıyla birlikte gözaltına alınan, babasının işkence görmesine şahit olan Mazlum.
*
20 sene klasik eserlerde, Yedi Kocalı Hürmüz'den Hisseli Harikalar Kumpanyası'na sayısız müzikalde dans etti. Edip Akbayram'a Fatih Kısaparmak'a besteler verdi. Film müzikleri yaptı, Altın Portakal ve Altın Koza'nın yanısıra, Almanya'dan Fransa'dan İsviçre'den ödüller kazandı. Dizi film müzikleri yaptı, mesela, Orhan Kemal'in ölümsüz eseri Hanımın Çiftliği
gibi... Kendisinin çalıp söylediği, albümler çıkardı. Oğluyla birlikte Çimen Müzik'i kurdu.
*
Oğul da, Saki Çimen...Nesimi'nin torunu. Piyanist.
*
Dedesinin türküleriyle büyüdü, 13 yaşındayken ilk bestesine imza attı. Kendisine ait 11 besteyle Rastgele albümünü çıkardı. Saki piyano çaldı, Cem Yılmaz bateriyle, Kürşat Başar saksafonla, Cahit Berkay yaylı tamburla, Nebil Özgentürk bağlamayla, Erdem Akakçe gitarla, Sırrı Süreyya Önder cümbüşle eşlik etti.
*
Bale ayakkabısına dönersek... Paris'ten geldi Nesimi, bale ayakkabılarını oğluna verdi, orda biriyle tanıştım dedi, gitar çalıyor, çok önemsiyorlar adamı... Kim acaba? Bilmiyorum dedi, yağmurlu bi havaydı, curamı ceketimin içinden çıkardım, adam çok şaşırdı bunu mu çalıyorum diye, ben çaldım, o adam sanki küçüldü küçüldü curanın içine girdi, ööyle dinledi.
*
Senelerce bunu anlattı. Gel zaman git zaman... Paris bavulunun içinde bir fotoğraf buldu Mazlum... Babası cura çalıyor, "o adam" adeta büyülenmiş gibi, nefesini tutmuş dinliyor.
Vayyy dedi, koştu babasına, fotoğrafı gösterdi... O adam, bu adam mıydı? Evet dedi Nesimi...
*
Peter Gabriel'di.
*
Progressive rock denince ilk akla gelen, Genesis'in kurucusu... Grup ve solo albümleri 250 milyon satan, altı Grammy'si ve Oscar adaylığı bulunan, İngiliz kült müzisyen.
*
Ve...
Yaktılar o Nesimi'yi!
Sivas'ta yakılanlardan biri.
*
Ve, değerli gençler... Ne salt Alevilerdir kıyılan aslında, ne hukuk garabetidir, ne de güvenlik zafiyeti...
*
Anadolu kültürünü muhafaza ederek, müzikle baleyle resimle sinemayla, akılla bilimle eğitimle, Batı'ya yelken açan yolculuk'tur asıl önlenmek istenen...
Yobazlığı hâkim kılmaktır.
Kaynak: picgra
Murat Demirocak pyl alınmıştır
3 notes
·
View notes
Text
Cura/ Yılmaz Özdil
Halk ozanıdır. Koca yürek... Anadolu’nun bağrından kopar, yolu Paris’e düşer. Bi başına. Karnı aç. Elleri cebinde dolaşırken, bakar ki, sokak çalgıcıları var, müzik yapıyorlar, para topluyorlar. Çöker bi köşeye, cura’sını tıngırdatmaya, yanık yanık söylemeye başlar:
Aç kulaklarını dinle sözümü, yalan söz gerçeğe tuzak değil, insan hakkını hak bilen kişi, özünde nur doğar yalan ateşi, kamili taşlamak cahilin işi, cahilden kötülük hiç uzak değil...”
*
Tesadüfen ordan geçerken, durup, dinleyenler arasında Abidin Dino da vardır. Çağdaş Türk resminin öncülerinden, ressam, karikatürist, yazar, yönetmen... Entelektüel çevrede büyüyen, Robert Kolej mezunu, bizzat Mustafa Kemal tarafından resim ve sinema eğitimi için Rusya’ya gönderilen... ABD’de Fransa’da sergiler açan, Fransa Plastik Sanatlar Birliği Onursal Başkanı olan, Fransa Kültür Bakanlığı’ndan Altın Şövalye Nişanı alan, New York Dünya Sanat Sergisi Danışmanlığı yapan... Siyasi görüşleri nedeniyle ordan oraya sürgüne gönderilen Abidin Dino.
*
Tanışırlar... Kasketli, pala bıyıklı, buram buram Anadolu kokan ozan’ın kalacak yeri olmadığını öğrenir, koluna girer, evine davet eder. Dilbilimci, yazar, Paris Ulusal Bilim Merkezi’nde görev yapan, öğretim üyesi doçent eşi Güzin Dino, sofrayı kurar. Otururlar, sohbete koyulurlar. Laf lafı açar, ozan der ki, beni yarın çarşıya götürür müsünüz? Hayrola derler, ne lazımsa biz sana alalım... “Bale ayakkabısı alacağım” der! Dino’lar şoke olur. Kara yağız ozan, o şahane şivesiyle
devam eder: “Benim oğlan balet de... Ona göndereceğim.”
*
Çünkü...
Nesimi Çimen’dir o.
*
Türkü derleyen, ilk plak çalışmasını 1964’te yapan, Almanya’da Fransa’da İsveç’te albümler çıkaran, dünyanın en önemli müzikhollerinde sahne alan, Türkiye’de ha bire gözaltına alınan, işkence gören, sürüm sürüm süründürülen, yılmayan, ömrünün sonuna kadar hiç sosyal güvencesi olmayan, yurtdışından gelen teliflerle mütevazı yaşamını sürdürmeye gayret eden... Sazın sözün, üç telli cura’nın ustası.
*
Aslen Tunceli Hozatlı. Kayseri’de ırgatlık yaparken, aşiret ağasının kızı Dilber’e aşık olur, Dilber de ona, kaçarlar, Adana’ya... Evlatları olur. Almanya’ya işçi yazılır, nefes darlığı olduğu için kabul edilmez. Kalaycılık filan yaparken, Yaşar Kemal’le tanışır. Onun yardımıyla İstanbul’a göçer, gecekondu kiralar, mozaik fabrikasında işe girer. Fabrika greve gider, Nesimi’yi kovarlar. Ayazda kalır. Dokuz yaşından beri çalıp söylediği cura’sına bakar, ekmeği senden çıkaracağız der, ozan’lığa başlar. Tek kelimeyle, müthiştir. Anında tanınır. Efsane haline gelmeye başlayan bu gariban’ın tek göz oda gecekondusuna gelip gidenler arasında, Yaşar Kemal’in yanısıra, gazeteci İlhan Selçuk, sosyolog siyasetçi Behice Boran, caz-pop divası Tülay German, Yılmaz Güney, heykeltıraş Kuzgun Acar, yönetmen Atıf Yılmaz, Aşık Mahsuni Şerif vardır... Ve, kurban olduğum, Can Yücel.
*
Yurtdışında eğitim için devlet bursunu bileğinin hakkıyla kazandığı halde “torpil yaptı dedirtmem, seni gönderemem” diyen Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in oğlu... Biriktirdiği harçlıkları, kendi yerine gönderilen ve beyin cerrahisinde çığır açan, canciğer arkadaşı Ordinaryüs Profesör Gazi Yaşargil’e veren... Alnı açık yürüyen, Cambridge Üniversitesi’ne gitmeyi başaran, zırt pırt içeri tıkılan, oralı bile olmayan, tınmayan... Bana göre, Türkiyemin en heyecan verici şairi Can Yücel.
*
Bi gün, Nesimi’nin henüz bebekken eline cura verdiği oğluna bakar şöyle Can Yücel... “Bu çocuğu Konservatuara göndersene birader” der. Nesimi de “peki” der.
*
Girer sınava oğlan, doğuştan kabiliyet, İstanbul Devlet Konservatuarı’nı birincilikle kazanır. Keman bölümüne yazarlar. Yazarlar ama, keman alacak parası yok. Okul hediye eder... Hediye kemanla dört sene okur. Öbür masrafları Can Yücel tarafından karşılanır. Ancak... Ciddi bir sorun vardır. Akşamları evde ders çalışması mümkün değildir. Tam eline kemanı aldığında, sofra kurulur, eş dost, türkü başlar, oğlan da mecburen cura’sına sarılır, babasına eşlik eder. E böyle olmayacak, sonunda karar verir, ev ödevi olmayan bir bölüme geçmelidir... 14 yaşında giyer taytını, Bale bölümüne geçer. Önceleri gizler babasından... Sonra öğrenir baba... Dedim ya, koca yürek, gülümser, evladına şöyle der: “Nerde mutluysan, orda yaşa!”
*
Geceleri pavyonlarda bağlama çalarak cep harçlığını çıkarır, babasıyla köy köy dolaşır, derleme çalışmalarına katılır, Orhan Gencebay’ın arkasında çalar, neticede Konservatuar’dan mezun olup, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne girer.
*
Mazlum Çimen’dir o.
*
Nesimi’nin, zulüm görmüş, haksızlığa uğramış manasında “Mazlum” adını koyduğu oğlu...
Adının hakkını verircesine, henüz sekiz yaşındayken babasıyla birlikte gözaltına alınan, babasının işkence görmesine şahit olan Mazlum.
*
20 sene klasik eserlerde, Yedi Kocalı Hürmüz’den Hisseli Harikalar Kumpanyası’na sayısız müzikalde dans etti. Edip Akbayram’a Fatih Kısaparmak’a besteler verdi. Film müzikleri yaptı, Altın Portakal ve Altın Koza’nın yanısıra, Almanya’dan Fransa’dan İsviçre’den ödüller kazandı. Dizi film müzikleri yaptı, mesela, Orhan Kemal’in ölümsüz eseri Hanımın Çiftliği gibi... Kendisinin çalıp söylediği, albümler çıkardı. Oğluyla birlikte Çimen Müzik’i kurdu.
*
Oğul da, Saki Çimen...
Nesimi’nin torunu.
Piyanist.
*
Dedesinin türküleriyle büyüdü, 13 yaşındayken ilk bestesine imza attı. Kendisine ait 11 besteyle Rastgele albümünü çıkardı. Saki piyano çaldı, Cem Yılmaz bateriyle, Kürşat Başar saksafonla, Cahit Berkay yaylı tamburla, Nebil Özgentürk bağlamayla, Erdem Akakçe gitarla, Sırrı Süreyya Önder cümbüşle eşlik etti.
*
Bale ayakkabısına dönersek...
Paris’ten geldi Nesimi, bale ayakkabılarını oğluna verdi, orda biriyle tanıştım dedi, gitar çalıyor, çok önemsiyorlar adamı... Kim acaba? Bilmiyorum dedi, yağmurlu bi havaydı, curamı ceketimin içinden çıkardım, adam çok şaşırdı bunu mu çalıyorum diye, ben çaldım, o adam sanki küçüldü küçüldü curanın içine girdi, ööyle dinledi.
*
Senelerce bunu anlattı.
Gel zaman git zaman...
Paris bavulunun içinde bir fotoğraf buldu Mazlum... Babası cura çalıyor, “o adam” adeta büyülenmiş gibi, nefesini tutmuş dinliyor. Vayyy dedi, koştu babasına, fotoğrafı gösterdi...
O adam, bu adam mıydı?
Evet dedi Nesimi...
*
Peter Gabriel’di.
*
Progressive rock denince ilk akla gelen, Genesis’in kurucusu... Grup ve solo albümleri 250 milyon satan, altı Grammy’si ve Oscar adaylığı bulunan, İngiliz kült müzisyen.
*
Ve...
Yaktılar o Nesimi’yi!
Sivas’ta yakılanlardan biri.
*
Ve, değerli gençler...
Ne salt Alevilerdir kıyılan aslında, ne hukuk garabetidir, ne de güvenlik zafiyeti... Hepsi sığmayacağı için, sadece bir örnek verdim, yukarda adı geçenleri sıralayın lütfen alt alta.
*
Anadolu kültürünü muhafaza ederek, müzikle baleyle resimle sinemayla, akılla bilimle eğitimle, Batı’ya yelken açan yolculuk’tur asıl önlenmek istenen... Yobazlığı hâkim kılmaktır.
Yılmaz Özdil 15.03.2015 Hürriyet gazetesi
Nesimi Çimen
Doğum tarihi: 1931, Saimbeyli
Ölüm tarihi ve yeri: 2 Temmuz 1993, Sivas
Defnedildiği yer: Karacaahmet Mezarlığı, İstanbul
https://youtu.be/jLTJPTfcjcU
15 notes
·
View notes
Text
İŞ SANAT’A MUSTAFA PİLEVNELİ İMZALI SERGİ
İŞ SANAT’A MUSTAFA PİLEVNELİ İMZALI SERGİ İş Sanat Kibele Sanat Galerisi, yeni sergi sezonuna çağdaş Türk resim sanatının önemli temsilcilerinden Mustafa Pilevneli’nin “Mavilerde 60 Yıl” başlıklı sergisi ile başlıyor. Uzun sanat hayatı boyunca ürettiği yağlıboya-akrilik tuval resimleri, suluboya ve renkli gravür çalışmalarının yanı sıra cam, mozaik, vitray, seramik, ahşap, beton ve alüminyum…
View On WordPress
0 notes
Text
İş Sanat'a Mustafa Pilevneli İmzalı Sergi
İş Sanat’a Mustafa Pilevneli İmzalı Sergi
İş Sanat Kibele Sanat Galerisi, 22 Eylül Perşembe günü, yeni sergi sezonuna çağdaş Türk resim sanatının önemli temsilcilerinden Mustafa Pilevneli’nin “Mavilerde 60 Yıl” başlıklı sergisi ile başlıyor. Uzun sanat hayatı boyunca ürettiği yağlıboya-akrilik tuval resimleri, suluboya ve renkli gravür çalışmalarının yanı sıra cam, mozaik, vitray, seramik, ahşap, beton ve alüminyum gibi materyallerle…
View On WordPress
0 notes
Text
İş Sanat'a Mustafa Pilevneli İmzalı Sergi
İş Sanat’a Mustafa Pilevneli İmzalı Sergi
İş Sanat Kibele Sanat Galerisi, 22 Eylül Perşembe günü, yeni sergi sezonuna çağdaş Türk resim sanatının önemli temsilcilerinden Mustafa Pilevneli’nin “Mavilerde 60 Yıl” başlıklı sergisi ile başlıyor. Uzun sanat hayatı boyunca ürettiği yağlıboya-akrilik tuval resimleri, suluboya ve renkli gravür çalışmalarının yanı sıra cam, mozaik, vitray, seramik, ahşap, beton ve alüminyum gibi materyallerle…
View On WordPress
0 notes
Text
Eylül Workshop Takvimi
Merhaba arkadaşlar, Ağustos ayında seramik, heykel, resim workshoplarımız devam etti. Gelen, katılan tüm arkadaşlarımıza çok teşekkürler! Eylül ayında da atölyede workshoplar devam ediyor. Tek günlük 250 TL ve aylık 1000 TL olarak seçtiğiniz workshop ve kurslara katılabilirsiniz! Saat olarak 15:00 16:00 arasında ve 18:00 19:00 arasında çalışmaları mız gerçekleşiyor. Size uygun olan gün ve saat…
#art studio#çağdaş sanatçılar#çizim workshop#cagdas sanat#gökşen parlatan#heykel#heykel workshop#mozaik#Mozaik sanatçısı#mozaik workshop#resim#seramik#Seramik Workshop
0 notes
Text
İş Sanat'a Mustafa Pilevneli İmzalı Sergi
İş Sanat’a Mustafa Pilevneli İmzalı Sergi
İş Sanat Kibele Sanat Galerisi, 22 Eylül Perşembe günü, yeni sergi sezonuna çağdaş Türk resim sanatının önemli temsilcilerinden Mustafa Pilevneli’nin “Mavilerde 60 Yıl” başlıklı sergisi ile başlıyor. Uzun sanat hayatı boyunca ürettiği yağlıboya-akrilik tuval resimleri, suluboya ve renkli gravür çalışmalarının yanı sıra cam, mozaik, vitray, seramik, ahşap, beton ve alüminyum gibi materyallerle…
View On WordPress
0 notes
Text
İş Sanat'a Mustafa Pilevneli İmzalı Sergi
İş Sanat’a Mustafa Pilevneli İmzalı Sergi
İş Sanat Kibele Sanat Galerisi, 22 Eylül Perşembe günü, yeni sergi sezonuna çağdaş Türk resim sanatının önemli temsilcilerinden Mustafa Pilevneli’nin “Mavilerde 60 Yıl” başlıklı sergisi ile başlıyor. Uzun sanat hayatı boyunca ürettiği yağlıboya-akrilik tuval resimleri, suluboya ve renkli gravür çalışmalarının yanı sıra cam, mozaik, vitray, seramik, ahşap, beton ve alüminyum gibi materyallerle…
View On WordPress
0 notes
Photo
Yeni Konu https://www.beyazyastik.com/duvarlarda-buyuk-aynali-15-yemek-odasi-ve-ayna-alisverisi/
Duvarlarda büyük aynalı 15 yemek odası ve ayna alışverişi
Bir yemek odasını büyük aynalarla dekore etmek artık bir trend haline geldi. Sanırım asla sona ermeyecek, ancak bir süredir daha fazla ilgi görüldüğü ve insanların da daha fazlasını talep ettiği doğru.Yemek odasını dekore etmek için birçok büyük ayna türü yerleştirilebilir. Buna ek olarak, doğrudan duvara yerleştirilebilir veya zemine oturtulabilir ve diğer birçok seçeneğin yanı sıra, örneğin bir büfe gibi bir mobilya parçasına da yerleştirilebilirler.
Bu yüzden yemek odanızı büyük aynalarla nasıl dekore edeceğinizi size tam olarak söylemem ya da yemek odanız için özel bir ayna önermem imkansız.
Bu yüzden size en uygun dekorasyonu ve aynayı bulabilmeniz ve yemek odanızı dekore etmek için ilham alabilmeniz için büyük aynalarla dekore edilmiş yemek odası fikirlerinden ve fotoğraflarından oluşan güzel bir koleksiyon hazırladım.
Ayrıca, bir fikri beğenirseniz ve hayata geçirmek isterseniz satın alabilmeniz veya değerlendirebilmeniz için aynalara bağlantılar da ekledim.
Bununla birlikte, sonunda yemek odanıza hangi büyük aynayı koyacağınız konusunda netleşeceğinizi göreceğiniz bu fikirleri ve aynaları göreceğiz. Biz başladık.
Siyah panelli endüstriyel pencere tipi
Tasarım ve fotoğrafçılık Louise
Bölmeler, muhafazalar, bölmeler veya aynalar, gerçek şu ki, panelli ayrı yüzeyler moda.
Ayrıca bu aynalar, bu çizgilerin üzerindeki yemek odasında gördüğümüz gibi, pembe sandalyeler, beyaz bir masa ve büyük siyah ile o şık stille, sadece endüstriyel olanlarda değil, pek çok stilde iyi görünme tuhaf kalitesine sahiptir. uzayı yöneten duvarda harika görünen panellere sahip ayna.
Siyah renk çok fazla, çok yoğun veya belirgin görünüyorsa, daha hafif bir görsel ağırlığa sahip beyaz renkte de mevcuttur.
Duvardaki büyük aynalarla süslenmiş başka bir yemek odasına bakalım.
Bir ayna mozaiği yapın
Yemek odasındaki aynalardan oluşan bir duvarı süslemek için iyi bir fikir, tüm duvarı dolduran bir mozaik oluşturmaktır.
Aynalarla bir resim veya dekoratif çarşaf galerisi oluşturmaya benzer bir şey olurdu.
Bu fikirden hoşlanıyorsanız, tam olarak hangi boyutta aynalara ihtiyacınız olduğunu ve sonra her şeyin uyduğunu bilmek için önceden ölçümlerle bir taslak halinde planlayın.
Ek olarak, bu fikri gerçekleştirmek için, çok sayıda ayna olacaksa, çerçevelerinin basit olması daha iyidir, çünkü çok dikkat çeken aşırı bir çerçeve, koyarak süslü bir duvar oluşturabilir. birlikte birkaç ayna.
Yukarıda gördüğümüz yemek odasında beyaz, düz ve sade çerçeveli bir ayna mozaiği seçtiler ve sonuç çok güzel.
Aynalı bir mozaik duvar oluşturmanın tek yolu bu değil, bu fikri beğendiyseniz aşağıya bakın:
Tek bir ayna oluşturmak için bunları tamamen yapıştırarak da birleştirebilirsiniz.
Daha önce size çerçeveler hakkında söylediklerime bakarsanız, gördüğünüz gibi, ne kadar basitse o kadar iyidir, bu sefer aynalardan daha fazla varlığa, daha geniş, kurdeleli, daha derin ve kendi çerçevesine sahip çerçeveler koydular. kendilerini.
Bir yemek odası duvarını büyük aynalarla dekore etmek için başka bir fikir görelim.
Onları duvarda bul
Sahte bir alçıpan bölme kullanarak, tüm duvarda bir yapı oluşturabilir ve ardından çerçeveler, eğimler veya kabartma olmadan birkaç düz aynayı çevreleyebilirsiniz. Bu durumda olasılıklar sonsuzdur, çünkü en çok sevdiğiniz nişleri ve size en uygun kombinasyonu yaratabilirsiniz.
Duvarı ve nişleri aynalara sığacak şekilde hazırladıktan sonra, sizin için özel aynalar yapabilmeleri için güvenilir cam eşyalarınıza nişlerin tam ölçüleriyle gidersiniz ve işte bu kadar.
Yere yaslanmak
Tasarım ve fotoğrafçılık Üzgün Kızlar
Çok daha fazla görsel etkiye sahip bir başka fikir de, herkes gibi duvara yaslanmak yerine büyük bir ayna koymaktır.
Böylelikle ayna doğal “habitat” dışına çıkarıldığı ve dikkati yoğunlaştırıldığı için çok daha fazla ön plana çıkmaktadır.
Dekoratif stile bağlı olarak biri diğerinden daha iyi olacaktır. Yukarıda beğeni toplayan panellerden endüstriyel tipte bir tane görüyoruz, ancak bu paragrafın altında gördüğümüz gibi dekorasyonunuza eşlik eden herhangi birini koyabilirsiniz:
Tasarım ve fotoğrafçılık Ekolojik
Bu durumda panelli bir tane de çok iyi olurdu, ancak büyük ve kalın siyah çerçeveli pürüzsüz bir tane koymayı seçtik ve harika görünüyor.
Aynayı dik mi yoksa duvara mı koyacağınızdan tam olarak emin değilseniz, onu isteyebilir ve geldiğinde deneyebilirsiniz. Önce onu bir yere koyun ve nasıl göründüğüne, size ne söylediğine, beğenip beğenmediğinize bakın.
Hoşunuza giderse bırakırsınız, görünüşünü beğenmezseniz duvara monte edersiniz.
Büfe üzerinde
Bir yemek odasını büyük aynalarla dekore etme fikri hem en geleneksel hem de en güvenli fikirdir. Büfe alanını bir ayna ile dekore etmek güvenli bir bahis.
Güzel görünmesini sağlamak için aynanın asla büfeden daha büyük olmadığından emin olun, aksi takdirde tamamen orantısız olacaktır. Her zaman aynı boyutta veya biraz daha küçük.
Dekorasyonda orantı konusu en önemlisidir. Ölçülerde orantısız olurlarsa, sonuçtan gözün rahatsız olacağı en güzel unsurlara sahip olabilirsiniz.
Eşleşen iki ayna koyun
Bu fikir, iki eşleşen dekoratif resim veya çarşaf koyduğunuzda, bir diptik oluşturduğunuzda, ancak aynalarla yaptığınızdaki gibidir.
Aynısı daha iyiyse, başarısız olmadığından ve bir sorununuz olmayacağından, farklı aynalar da koyabileceğiniz halde.
Bizim gördüğümüz fikir olsa bile, sadece iki tane koyamazsınız. Üç ayna yerleştirerek de bir triptik oluşturabilirsiniz.
Üçten fazla ayna koymak istiyorsanız, bir ayna mozaiği oluşturmanın başında gördüğümüz fikri uygulamanızı tavsiye ederim.
Eğimli bir ayna ile bir duvarı kaplayın veya kaplayın
Yemek odasında bir duvarı büyük aynalarla dekore etmek için bir başka fikir, onu yukarıdan aşağıya ve soldan sağa, yani tamamen bir ayna ile kaplamaktır.
Tamamen pürüzsüz bir ayna kullanabilir ya da dekorasyon eklemek isterseniz, duvarın yukarısında bir duvarın bulunduğu zarif yemek odasında gördüğümüz gibi, pürüzsüz aynalardan daha zarif ve dekoratif eğimli desenli aynalara bahis oynayabilirsiniz. tavan büyük bir eğimli ayna ile kaplanmıştır ve sonuç muhteşemdir.
Gördüğünüz gibi mükemmel görünmesi için bir çerçeveye veya başka bir detaya ihtiyacı yok.
Ve her zaman işe yaramasa da, her şey mekana bağlı olduğundan, bazen tüm duvarı kaplamak bile gerekli değildir:
Fotoğrafçılık Evgezmesi
Bu durumda ayna tüm duvarı kaplamaz ancak yine de iyi görünür çünkü masa ve yemek odası ile birlikte sağlanmıştır. Benim tavsiyem, giydikçe sonuna kadar yap ve tüm duvarı ört.
Dekoratif bir ayna koyun
Tüm aynalar dekoratif, ancak dekoratif bir ayna dediğimde, ya muhteşem bir çerçeve ya da muhteşem yemek odasında gördüğümüz gibi eşkenar dörtgen bir desenle ana hatları çizilmesi gibi diğer detaylar nedeniyle tasarımı sıra dışı olanları kastediyorum. bu çizgilerin üzerinde elmas aynalı.
Yemek odası duvarlarından herhangi birine çok özel bir dokunuş katacak yüzlerce farklı özelliğe sahip çok çeşitli dekoratif aynalar hizmetinizde.
Bir “vay” efekti istiyorsanız, dekoratif aynaları tercih edin.
Yukarıda gördüğümüz gibi çarpıcı olmak zorunda değil. Dediğim gibi, yemek odası duvarını az çok öne çıkaran dekoratif bir ayna seçmek için ayna tasarımları söz konusu olduğunda sınırsız olanağa sahipsiniz. Aşağıya bakınız:
Tasarım ve fotoğrafçılık Nouw
Bu durumda, daha ince ama aynı derecede dekoratif bir ayna yerleştirildi, bu da yemek alanını fazlalıklar olmadan bir dergi alanı haline getiriyor.
3D dekoratif panelleri ve aynaları birleştirin
Fotoğrafçılık Nisan Evi
Sofistike bir kesime sahip modern, çağdaş bir tarz için çok iyi giden bir şey, bir aynayla birlikte duvarı kabartma ile kaplamak için 3D dekoratif paneller veya kabartmalı fayanslar veya duvarlarda pervazlar veya başka herhangi bir dekoratif unsur kullanmaktır. .
Burada olasılıklar sonsuzdur, çünkü tahmin edebileceğiniz gibi, çok çeşitli 3 boyutlu malzemeler ve kaplamalar aynalara eklenmiştir. Ama tavsiyemi kabul ediyor ve yemek odanızdaki bir duvarı bu şekilde dekore etmek için bu fikri hayata geçirmek istiyorsanız, ana dekoratif unsur olarak iki unsurdan sadece birini kullanın. Yani, ya 3 boyutlu duvarlar ve pürüzsüz ayna ya da pürüzsüz duvarlar ve dekoratif ayna.
Hem 3B hem de rölyef duvarları ve aşırı bir ayna koyarsanız, sonuç çok zor olabilir, çok fazla görsel yük olabilir. Yukarıdaki yemek odasına bir göz atın. Duvarlar çok belirgin bir kabartmaya sahip bir malzeme ile kaplanmıştır, ancak ayna pürüzsüz, basit ve sonuç mükemmeldir.
Gördüğünüz gibi yemek odasını büyük aynalarla dekore etmek için birçok seçenek var. Burada bazı ana ve en çok kullanılanları gördük. Aklınızda başka fikirleriniz veya sorularınız varsa, size cevap vermekten mutluluk duyacağım bir yorum bırakın. Ve bu makalenin bir arkadaşınızı veya aile üyenizi beğenebileceğini düşünüyorsanız, paylaşın. Teşekkürler!
Duvarlarda büyük aynalı 15 yemek odası ve ayna alışverişi konusu ilk beyazyastik.com üzerinde yayınlandı.
Bir yemek odasını büyük aynalarla dekore etmek artık bir trend haline geldi. Sanırım asla sona ermeyecek, ancak bir süredir daha fazla ilgi görüldüğü ve insanların da daha fazlasını talep ettiği doğru.Yemek odasını dekore etmek için birçok büyük ayna türü yerleştirilebilir. Buna ek olarak, doğrudan duvara yerleştirilebilir veya zemine oturtulabilir ve diğer birçok seçeneğin yanı sıra, …
0 notes
Text
Ezra Pound / Kalbindeki cehennemde oturuyordu
Çağımızın en büyük şairlerindendi. 1 Kasım 1972 akşamı Venedik'te bir hastanede öldüğü zaman 87 yaşındaydı. Son on yıldır artık konuşmuyor, gazetecileri kabul ediyor, ama sorulara "Evet", "Hayır" gibi kısa kısa cevaplar veriyordu. Oysa fırtınalı hayatının geri kalan yıllarında durmadan yazmış, dinlenmeden konuşmuş, "çakallar gibi daldan dala atlamıştı". Hemingway, T. S. Eliot, James Joyce, Yeats gibi sanatçılara önderlik etmiş, eserlerini düzeltmiş, kitaplarını bastırmış, tanınmalarını sağlamış olan Pound bir yandan da kendisini akıl hastanesine götüren davranışlarda bulunmuştu. 1945 yılında Amerikan askerleri onu İtalya'da demir bir kafese koyup halka göstermişlerdi.
Ezra Pound ile Azrail, Noel Baba ve Nurullah Ataç arasında benzerlik kurulabilir. Büyük şairin kişiliğindeki çelişmelere ve hizmetlerindeki çeşitliliğe değinmeden önce şunu belirtelim: Ezra Pound ve onun çizdiği yolda giden dev çaptaki öteki şairler olmasaydı, bugün yalnız Anglo-Sakson şiiri değil, ülkemizi de içine almak üzere, bütün dünya şiiri bambaşka bir yerde olurdu. T. S. Eliot, Ezra Pound için, "O, yüzyılımızda gerçekleşen şiir devriminde bir numaralı etkendir" der. Bugün ülkemizde dört dizeli bölümler halinde basmakalıp ölçülerle uyaklı şiirler yazılmıyorsa -tavşanların çektiği niyetler ve dar birtakım çevreler dışında demek istiyorum- bunun nedenini biraz da Ezra Pound'ın çabalarında aramak gerekir herhalde.
Pound 1885'te Amerika'nın Idaho eyaletinde doğdu, Pennsylvania eyaletinde büyüdü, iyi bir eğitim gördü. Sonra Avrupa'ya gitti. 1910 yılında -yirmi beş yaşındayken- şu üç ilkeyle çağının "kireçlenmiş" şiir anlayışına karşı çıktı:
1. Öznel olsun, nesnel olsun eldeki "şey"in doğrudan doğruya işlenmesi.
2. Sunulan şeye katkısı olmayan her kelimenin atılması.
3. Ritme gelince, şiirin metronom tekdüzeliğiyle değil, müzik cümleleri sırasına göre yazılması.
Yol gösterici eleştirmen Remy de Gourmont'un yüreklendirdiği Jules Romain, Andre Spire,Vildrac ve Duhamel gibi Fransız "serbest nazım"cılarıyla da fikir alışverişine geçen Pound, şiirde, "şairanelik"ten, gereksiz süslerden ve sıfatlardan kaçındı; halk diline, günlük konuşmalara, hattâ fıkralara yer verdi. İmgecilik (imagism) akımının en güçlü kişisi olarak "imaj"ları en etkili biçimde kullandı.
Bizdeki "Yeni Şiir"i, diyelim Orhan Veli'yi, incelediğimiz zaman, sıfatlardan, her türlü süsten kaçan, halk diliyle, dilin doğal ritmiyle yazılmış yalın şiirlerin Pound'ın öne sürdüğü ilkelerle ne denli bağdaştığını görürüz.
Pound'ın Çin idiogramlarından Provence saz şairlerine, Homeros'tan on üçüncü yüzyıl İtalyan şairi Cavalcanti'ye, Bizans'tan Picasso'ya dek her türlü sanatçıdan, politikacı ve iktisatçıdan alıntılarla beslenerek bunları mozaik gibi imgelerle sıralaması, bağlantı sağlayabilecek kelime ve cümleleri gereksiz sayıp atarak çağrışıma başvurması ve sonunda güç anlaşılır hale gelmesi -hiç olmazsa biraz- bizdeki "İkinci Yeni" şiir akımını hatırlatmaktadır.
En büyük katkısı, çağdaşı yazarlara yardım etmesiydi
Nurullah Ataç bizde nasıl genç değerlerin elinden tutmuş, olumsuz bir ortamda onların tanınmasına yol açmışsa, Ezra Pound da, sınırsız bir özveriyle, bir Noel Baba cömertliğiyle, çağının en değerli yazarlarından pek çoğuna maddi, manevi yardımda bulunmuştur.
İrlandalı şair William Butler Yeats, Pound'ın kılavuzluğuyle kendini bulmuş ve tanınmadığı yıllarda eserlerini Pound'ın aracılığıyle bastırabilmiştir. Pound, T. S. Eliot'ın da uyarıcısı ve öncüsüydü. Yüzyılımızın en ünlü şiirlerinden biri olan "The Waste Land" baştan başa Pound'ın elinden geçmiş ve kökten değişikliğe uğramıştır. Bir kere Pound, eserin yarısını kırpmıştır. Öbür yarısındaki birleştirici cümleleri de atmıştır. T. S. Eliot'ın şiiri, böylece, yoğunluk ve çarpıcılık kazanmış, ama bir yandan da "alışılır" olma yanını oldukça yitirmiştir. (Bu uzun şiir ilk yazıldığı biçimde ve Pound'ın işaretleri ve notlarıyle ilk kez Harcourt Brace Jovanich tarafından geçen yıl yayımlandı.)
İrlandalı James Joyce'un "Ulysses"i de Ezra Pound'ın aracılığıyle bastırılmıştır. Robert Frost,D. H. Lawrence, Carl Sandberg, Ernest Hemingway gibi ünlü şair ve romancılar da teknik yardım ve tanıtılma bakımından Pound'a çok şey borçludur. Hemingway Paris'te sıkıntı içindeyken Pound para yardımında bile bulunmuştur. Yeats, Eliot ve Hemingway sonradan Nobel ödülünü kazanacak, James Joyce da "Ulysses" ile yirminci yüzyılın en büyük İngilizce romanını yazan adam diye ün salacaktı. "Anatole France tıpkı ezra Pound'a benzer, yalnız biri cücelere el uzatırken, öteki devleri bulup çıkarır," sözü boşuna söylenmemiştir.
Ezra Pound "Eski", "Orta", "Modern" İngilizcenin yanı sıra Ortaçağ Fransızcası, Çağdaş Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce, Latince, Yunanca ve Provence dillerini bilirdi. Bu dillerden ve Çin - Japon klasiklerinden İngilizceye çeviriler yapmıştır. Böylece Doğu ile Batı arasında köprü görevini de üzerine almıştır. 70 kitabı vardır. Bir o kadar kitaba da katkıda bulunmuştur. Bin beş yüzü aşkın denemesi, eleştirisi basılmıştır. Yazılışı 40 yıl süren uzun şiiri -Canto'ları- 500 sayfa tutar. "Hugh Selwyn Mauberley ve Pisan Cantoları başlıklı şiirleri İngilizcenin baş eserleri arasında sayılır.
Bu adam deli mi?
Buraya kadar iyi. Gelelim Pound'ın Şeytanî, Mefistokarî, Ezrailvarî yanına: Ezra Pound, diktatör Mussolini'ye hayrandı. Hitler'e vurgundu. Kendini, aklı başında iktisatçıların "safsata" diye adlandırdıkları birtakım iktisadî görüşlere kaptırmıştı. Tanılamaları (teşhisleri) belki bütün bütün yanlış değildi, ama gösterdiği çözüm yolları tehlikeliydi, gericiydi, akıl ve insanlık dışıydı. Pound'a göre Amerika'da demokrasi yoktu, çünkü bu ülkeyi, yurttaşların seçtiği kişiler değil, büyük sermaye sahipleri, tefeciler, uluslararası bankerler, Wall Street ve Yahudiler yönetiyordu. Amerika'nın iktisadî düzeni arka arkaya patlak veren büyük savaşlara sebep oluyordu. Mussolini ve Hitler haklıydı. Bunlar halkı düşünen, güven yaratıcı büyük adamlardı. Faşizm ve Nasyonal Sosyalizm'de paranın yönetimi devletin elindeydi. Devlet, aydınları, sanatçıları -kendisi gibi düşünen aydınları ve sanatçıları- tutuyordu. Başka türlü düşünen sanatçılara da zaten gerek yoktu. En yüksek düzeydeki sanat, halk için değildi. Halk, doyurulması, arada sırada okşanması (iki anlamda okşanması) gereken köpeklerden farksızdı. Büyük sanat eserlerini halk anlayamazdı. Sanat, seçkin üç beş kişiye seslenmeliydi.
"İngiliz kafası oduna, Amerikan kafası karpuza benzer!"
Pound ekonomik görüşlerini Amerikalı politikacılara aşılamaya çalıştı. Böylece savaşın önleneceğine inanıyordu. Sözünü geçiremeyince İtalya'ya yerleşti. İkinci Dünya Savaşı boyunca Roma radyosundan İngilizce olarak Amerika'ya, İngiltere'ye ve Yahudilere çattı: "Ah, n'olur, bir dahi çıksa da küçük Yahudileri değil, en yukarıdaki Yahudileri temizlemenin bir yolunu bulsa!" diyordu. Japonların Pearl Harbor'a baskın yaptıkları 7 Aralık 1941 günü şöyle haykırıyordu:
"İngiliz kafası oduna, Amerikan kafası karpuza benzer. Amerikalı'nın kafasına bir şey sokmak daha kolaydır, ama onu orada on dakikadan fazla tutmak olanaksızdır." Pound konuşurken bir "karakulak gibi" daldan dala sıçrıyor, arada sırada tam anlamıyle hezeyanlar savuruyordu. Hattâ bir ara İtalyanlar Pound'ın Amerika'ya şifreyle haber gönderdiği kuşkusuna kapılarak yayınları durdular, ama sonra yine başlattılar.
Sonunda "Odunlar"la "Karpuzlar" savaşı kazanınca Pound yakalanıp Amerika'ya götürüldü. Yargıçlar kurulu "aklî durumunun yargılanmaya izin vermediği" gerekçesiyle Pound'ı Washington'daki St. Elizabeth akıl hastanesine yatırdı. Pound burada dilediği gibi yazıyor, atıp tutuyor, istediği kimseyi yanına kabul edebiliyordu. On iki yıl sonra salıverdiler. Hemen İtalya'ya döndü. Kendisini karşılayan gazetecilere esaslı bir faşist selamı çaktıktan sonra "Ben dünyanın en büyük şairiyim. Bütün Amerika tımarhane!" diye bağırdı.
Amerika'nın tımarhane olduğunu bugün pek çok kimse kabul etmektedir, ama Ezra Pound kendisinin bir tımarhane kaçkını olduğunu bir türlü kabul edemeden öldü gitti. Totaliter rejimlerin tefecilikte de, savaş çıkarmakta da, insanları ezmekte de ne korkunç birer araç olduğunu göremedi. Ne var ki son yıllarında özellikle 1962'de bir kalp krizi geçirdikten sonra, eski canlılığı gitmiş, üstüne bir eziklik çökmüştü. Daha bir yumuşamış, bütün insanlığın -küçük, sade kişilerin- çektiği acıları duyar gibi olmaya başlamıştı. Zaten daha önce Pisan Cantoları'nda bu duyguların belirtilerini vermemiş değildi.
"Kalbimdeki cehennemde oturuyorum"
Artık konuşmuyordu. Sorulanlara kopuk kopuk cevap veriyordu Acaba kendisinde bir "iç muhasebesi" mi başlamıştı? Gazetecinin biri sordu: "Nerede oturuyorsunuz üstat?" dedi. Pound, "Cehennemde," diye cevap verdi. Gazeteci, "Hangi cehennemde?" diye sordu. Pound, "Burada, burada," diye cevap verdi. Eliyle kalbini gösteriyordu.
Bizce, Ezra Pound'ın yaşamından alınacak başlıca ders şudur: Sanatçılar ne denli sakat, yanlış, hattâ tehlikeli görüşlere saip olurlarsa olsunlar, sevapları günahlarını aşıyorsa çevrelerine de, bütün insanlığa da, hattâ "ihanet ettikleri" uluslarına da şeref kazandırabiliyorlar. Açık rejimlerin en büyük gücü bu gibi sanatçılardan yararlanmayı bilmek olsa gerek. Eserlerini yasak etmek şöyle dursun, okutuyorlar. Hem de didikleye didikleye!
(Nüvit Özdoğru / Milliyet Sanat dergisi / 17 Kasım 1972 / Sayı 7)
0 notes
Photo
Dünyanın ikinci,Türkiyenin en büyük mozaik müzesi;memleketim Hatay serisi-3 ile herkese Günaydın😍 Hatay Arkeoloji Müzesi, çağdaş müzeciliğin bütün donanımlarına sahip olarak yapılan yeni binasında 2014 yılından itibaren ziyaretçilere hizmet vermektedir. Müzede, Paleolitik, Neolitik, Kalkolitik, Tunç Çağı, Hitit, Hellenistik, Roma, Doğu Roma, Selçuklu ve Osmanlı döneminden pek çok önemli eser yer almakta olup ayrıca sergilenen mozaiklerin toplam alanı 3250 m2 yi bulması nedeniyle, dünyanın en büyük mozaiklerinin sergilendiği müze unvanına da sahip olmuştur. Detaylı işlenmiş ve benzersiz renkli taşlarla çalışılmış mozaik koleksiyonunun büyüleyiciliği, büyüklüğü, sayısı ve kalitesi sayesinde dünyanın en önemli mozaik müzelerinden biri olmuştur. En eski dönemlerden itibaren aralıksız olarak tüm dönemleri kapsayan ayrıca Antakya darphanesinde darp edilen geniş ve dünya çapında bir sikke koleksiyonuna da sahiptir. 1932-1939 yıllarında Princeton Üniversitesi araştırmalarıyla ortaya çıkan zengin mozaik koleksiyonunun bir bölümü, dünyanın yaklaşık 20 müzesi ve özel koleksiyonuna dağılmıştır. COĞRAFYANIN İHTİŞAMINI MÜZE SERGİLİYOR Müzenin zengin koleksiyonunu; merkezi Antakya olmak üzere İskenderun, Daphne (Harbiye), Tell Atçana, Tell Tayinat, Samandağ (Seleukeia Pieria), Erzin (Epiphaneia), Dörtyol, Altınözü, Kırıkhan, Hassa ilçelerinde yapılan kazılardan çıkan eserler oluşturuyor. Çoğu Roma dönemine ait olan mimari ve diğer buluntular bölgenin ihtişamını gösteriyor. “Terkedilmiş Ariadne Mozaiği”, “Yakto” ve “Satyr ve Hermaphroditos Mozaği”, “Mevsimler Mozaiği”, “Venüsün Doğuşu Mozaiği”, “Artemis Mozaiği” ve “İskelet Mozaiği” müzenin en dikkat mozaikleri arasındadır. Şuppiluliuma Heykeli, Arsuz Stelleri, Asur Ortastadı, Tyche Heykeli, Antakya Lahdi ve Çift Aslanlı Sütun Kaidesi de mutlaka görülmeli. . . . . #hatay #arkeoloji #arkeolojimüzesi #arkeoloji_turkey #muse #museumfromhome #museum #stpierre #museumart #cumartesi #博物館 #考古学博物館 #museo #museoarcheologico #travel #travelworld_addiction #traveltheworld #worldtutuday #arkeologiskmuseum #switzerland #norvège #musephoto #museumofcontemporaryart #hatayarcheologymuseum #antakyamedeniyetlerkorosu #instamuseum #instagood https://www.instagram.com/p/B_HFQAEgOFs/?igshid=18o2yw7gemlch
#hatay#arkeoloji#arkeolojimüzesi#arkeoloji_turkey#muse#museumfromhome#museum#stpierre#museumart#cumartesi#博物館#考古学博物館#museo#museoarcheologico#travel#travelworld_addiction#traveltheworld#worldtutuday#arkeologiskmuseum#switzerland#norvège#musephoto#museumofcontemporaryart#hatayarcheologymuseum#antakyamedeniyetlerkorosu#instamuseum#instagood
0 notes