Tumgik
#Özge Şef
magazinxhaberler · 1 year
Text
Rapçi Ceza Coşturdu
Tumblr media
Rapçi Ceza Coşturdu
Beyoğlu Kültür Yolu Festivali kapsamında dün akşam İzmir Devlet Senfoni Orkestrası (İZDSO) Atatürk Kültür Merkezi Opera Salonu’nda dünyaca ünlü Macar şef Gilbert Varga'nın yönettiği bir konsere imza attı. AKM Tiyatro Salonu’nda ise Mersin Devlet Opera ve Balesi Orkestrası, şef Rustam Rahmedov yönetiminde, soprano Funda Uyanık ve tenor Hakan Aysev’e eşlik ederek, sevilen şarkılarından oluşan zengin bir program ile Akdeniz esintisini sahneye taşıdı. Aynı anda Galataport İstanbul’da İkilem, Türk Telekom Açık Hava Sahnesi’nde ünlü rapçi Ceza, Grand Pera Emek Sahnesi’nde Güray Başol Piyano Resitali izleyenlere keyifli saatler yaşattı. İLK KEZ AKM’DE  İZDSO Müdürü Özge Tanrıver, İZDSO'nun 49'uncu sanat yılını kutladığının altını çizerek, "Bu akşam AKM'de İstanbul seyircisiyle ilk kez buluşuyoruz. Cumhuriyetimizin 100'üncü yılında böyle bir konserle İstanbul'da olmak gurur verici” diye konuştu.
Tumblr media
CEZA RÜZGARI ESTİ Rapçi Ceza Coşturdu AKM Türk Telekom Açıkhava Sahnesi’nde ise Ceza, sevenlerini adeta çoşturdu. AKM merdivenlerinde kuyruklar oluşturan Ceza hayranları unutulmaz bir akşam yaşadı. Galataport İstanbul Saat Kulesi Meydanı’nda ise İkilem hayranları grubun sevilen şarkılarına hep bir ağızdan eşlik etti. Aynı saatlerde Grand Pera’nın etkileyici atmosferinde ise Cumhuriyetin 100. Yılında Türk Kadın Besteciler isimli Güray Başol Piyano Resitali vardı. KADIN BESTECİLERİN ESERLERİ DİNLEYİCİYLE BULUŞTU Cumhuriyet'in ilanından sonra ulusun öz müziğinin geliştirilmesi, evrensel boyutlara ulaştırılması ve çok sesli müziğin Türk halkına benimsetilmesi için uygulanan devlet politikasını takiben eğitimlerini yurtdışında tamamlayan birçok bestecimiz yetişti. Kendi özgün duyuş ve üsluplarında eserler veren bu ilk kuşak bestecilerimizden Nazife Aral-Güran ve Yüksel Koptagel'in solo piyano eserlerini, piyanist Güray Başol, Cumhuriyet'in 100. yılında Grand Pera Emek Sahnesi'nde dinleyiciler ile paylaştı.
Tumblr media
İSTANBUL’DA MÜZİK MARATONU DEVAM EDECEK Önümüzdeki hafta ise Beyoğlu Kültür Yolu Festivali kapsamında düzenlenen 5. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali başlıyor. Festivalde Emel Mathlouthi, Angelique Kidjo, Riff Cohen, Dino Merlin ve Oktay Kaynarca, Murat Dalkılıç, Kubat ile Yavuz Bingöl’ün sahnede olacağı “Veysel’siz 50 Yıl Konseri” olacak. NTV uygulamasını indirin, gelişmelerden haberdar olun Magazine X Haberler Read the full article
0 notes
turkiyeajans · 1 year
Text
Güzel Şarkıcı Özge Doğu Armoni Müzik farkıyla!
Mayıs 2023’de özel müzik topluluklarının etkinlikleri de dizgide yer aldı. Armoni Müzik Farkıyla! Şef/usta kemençe sanatçısı Sertaç Tezeren’in yönettiği altı topluluk bu sezonda konser/etkinlik platformundaAtatürkçü Düşünce Derneği bünyesindeki Huzurlu Nağmeler Korosu da şef Rafet Topal yönetimindeki konseri ile 26 Haziran’da Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi’nde izleyicisi ile buluştu,‘Bazı…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
zarifkaktus · 3 years
Text
Staj gün 3: tartışma sayısı 2. Mesai saatimden iki saat daha geç geldim eve. Bütün üstlerimden nefret ediyorum özge şef hariç.
26 notes · View notes
bifoturnede · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Şef Sascha Goetzel yönetimindeki BİFO ve solist Nemanjue Radulović Théâtre des Champs-Élysées‘de.
Konserde Ferit Tüzün “Türk Kapriçiyosu”,  Aram İlyiç Haçaturyan “Keman Konçertosu, Re minör”, Mily Balakirev “Islamey, oryantal fantezi” ve Igor Stravinsky “Ateşkuşu Bale Süiti” (1945 Versiyonu)  yapıtları seslendirildi.
Théâtre des Champs-Élysées ’de dakikalarca alkışlanan BİFO, konser sonunda bis olarak Ulvi Cemal Erkin’nin ”Köçekçe“, Nemanja Radulović’de Bach’ın “Sarabanade” ve Paganini’nin Caprice adlı yapıtlarını seslendirdi.
Paris’li sanatseverlere teşekkür ederiz.
Fotoğraflar & Video: Özge Balkan
Tüm fotoğraflar için tıklayınız.
vimeo
2 notes · View notes
Text
Basında Çıkan Haberler // “Ekoloji, Tarih ve Sanatın Derin Akıntısı” Açık Radyo
Evrim Altuğ, İlksen Mavituna
27 Ağustos 2019
Heybeliada tarihi Ruhban Okulu'nda açılan 'Derin Akıntı' sergisi 22 Eylül'e dek Alper Aydın, Sibel Horada ve Hera Büyüktaşçıyan'ın yapıtlarını buluşturuyor. Açılışına AB Büyükelçisi Christian Berger'in de katıldığı sergi vesilesiyle, Adalar Denizle Yaşam ve Spor Kulübü'nün WWF ödülü'ne değer görülen, Türkiye'nin ilk mercan nakliyesi ve ekim projesi 'ADAMER' de, video ve fotoğraflar eşliğinde, kamuoyu ile paylaşılıyor. Evrim Altuğ'un kaleminden, Açık Dergi'de ve burada sizlerle paylaşıyoruz.
27 Ağustos 2019 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.
Açık Dergi podcast servisi: iTunes / RSS
Bundan dört sene önce kurulan Adalar Denizle Yaşam ve Spor Kulübü Derneği (ADYSKD - www.adysk.org), önceki akşam İstanbul Heybeliada'daki tarihi Aya Triada Manastırı, diğer bir ifadesi ile Heybeliada Ruhban Okulu'nda düzenlenen ekolojik ruhlu bir tematik sergiye ev sahipliği yaptı.    
    'Derin Akıntı' isimli serginin açılışına, Adalar Belediye Başkanı Erdem Gül, Avrupa Birliği Delegasyonu Başkanı, Büyükelçi Christian Berger ve İzmir Karaburun Metropoliti, Heybeliada Ruhban Okulu Başkanı Kirilos Sykis de katıldı. Sergi kapsamında, alanında bir ilk olan 'Prens Adaları ve SuAltı Mucizeleri' ve bölgeye ilişkin diğer yayınların da tanıtım ve satışı da düzenlendi.
    AB Büyükelçisi (www.avrupa.info.tr) Christian Berger, aralarında Açık Radyo programcılarından, akademisyen Asu Aksoy ile, Korhan Gümüş ve Fatih Özgüven'in yanı sıra, küratör Adnan Yıldız, Akbank Sanat Müdürü Derya Bigalı, İKSV İstanbul Bienali Direktörü Bige Örer ve Şef Cem Mansur ile oyuncu Lale Mansur'un ve bir çok sanat profesyoneli ile galeri sahibinin bulunduğu, yaklaşık 250 kişinin katıldığı sergi açılışında bir konuşma yaptı. Berger, deniz kirliliği ve iklim değişikliğiyle ile mücadeleye dikkati çekerek, serginin, sivil toplum bir araya geldiğinde neler yapabileceğini çok güzel gösterdiğini söyledi.    
        Büyükelçi, denizdeki kirliliğin gıda zincirine, sahillere, sürdürülebilir balıkçılığa ve turizme zarar verdiğini vurgulayarak, yazılı ve görsel basına şunları ifade etti: "Bu serginin açılında olmaktan çok mutluyum, bu nedenle sergide emeği geçen herkesi tebrik ederim. Denizdeki kirliliğe dikkati çektikleri için de çok mutluyum. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında çevre alanında çok iyi bir işbirliği var. Burada açılan sergi de denizleri temiz tutmanın önemine işaret ediyor. Bu sergi denizlerimizi temiz tutmak için aktif olarak çalışanlara tekrar teşekkür etmek için bir fırsat oluşturuyor. Heybeliada'ya bizi davet edenlere de teşekkür ediyorum. Önümüzdeki hafta AB İklim Haftası gerçekleştirilecek. Bu hafta boyunca çevre ile ilgili daha fazla farkındalık yaratma imkanı buluruz diye ümit ediyorum. Bu sergiyle İklim Haftası öncesi çok önemli bir açılışa imza atılmış oldu".
    İzmir Karaburun Metropoliti ve Heybeliada Ruhban Okulu Başkanı Kirilos Sykis ise sergiye ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyduklarını belirterek, "Bu sergiyle de görebiliyorum ki hep beraber daha güzel ve daha mutlu bir dünya yaratabiliriz. Denizlere yapılan kötülüklerden hepimiz sorumluyuz, bunu üzüntüyle görüyorum. Deniz bir Allah vergisidir ve kendi içinde yaşamı olan bir dünyadır. Bu dünyadan faydalanıyoruz. Denizlerimizi hep birlikte güzelleştirmeliyiz. Denizlere ağları atarken tüm canlıları düşünmemiz gerekiyor. Bu hepimizin sorumluluğu. Denizler için bir şeyler yapma fırsatını bize verdiğiniz için çok teşekkür ederiz" diye konuştu.     
    Özge İnal danışmanlığında bir araya gelen sanatçılar Alper Aydın, Hera Büyüktaşçıyan ve Sibel Horada, 'Derin Akıntı' başlıklı sergide, Marmara Denizi su altı yaşamından yola çıktı. 22 Eylül'e dek saat 09.00 ile 16.00 arası izlenebilecek sergiye ADYSKD kapsamındaki çalışmalara dair, Serco Ekşiyan ve Ferhan Coşkun'un su altı fotoğraf ve videolarından oluşan belgeler de refakat ediyor.  Eserler, 1844 tarihli okulun eski sınıfları ve bahçesinde sergileniyor. Daha önce de farklı kültürel etkinliklere kapısını açan okul, bahçesindeki botanik zenginliği, eşeği, tavşanları, tavus kuşları ve tavukları ile horozlarıyla da 'Nuh'un Gemisi'vari bir his yayıyor.
     Vaktiyle Büyükada Rum Erkek Lisesi olarak da bilinen eski Manastır, Hıristiyanlığın Kutsal Üçlüsü’ne (Aya Triada) ithaf olunmuş. Adalar Dergisi'nden edindiğimiz bilgilere bakılırsa, 1063'de Bizans İmparatoriçesi Katerina Komnini tarafından, manastıra hediye edilmiş el yazısı bir İncil üzerinde Heybeliada (Yunanca adı Halki) Aya Triada Manastırı ifadesi kullanılmış. Burası, Bizans sarayı için bazen dinlenme, bazen sürgün yeri olarak hizmet vermiş. 
    İstanbul’un fethinden sonra da faaliyetlerini sürdüren manastırda, 1844'de, Patrik IV. Germanos destekleriyle, Ruhban Okulu açılmış. Manastır ve okul, 1894 yılındaki büyük depremde yıkılmış; ardından II. Abdülhamit’in izniyle yeniden yapılmış ve 6 Ekim 1896’dan itibaren de yeni binasında faaliyetlerini sürdürmeye başlamış. 17 dönüm arazinin içindeki, kuşbakışı görünüşü Yunan alfabesinin ‘pi’ harfi şeklinde olan bina, bir bodrum ve iki kattan oluşmakta. Binanın bodrum katında yemekhane ve kütüphane; giriş katında sınıflar, laboratuvarlar, revir ve yatakhane; ikinci katında büyük tören salonu, müdür ve öğretmen odaları ile teoloji öğrencilerinin yatakhanesi bulunuyor. Kurum, hibe yoluyla oluşturulan ve 'efsanevî' içerikleriyle sayısı 80 bini geçen kitabı barındıran, tarihi kütüphanesiyle ayrıca dikkat çekiyor. Burada, ilahiyat ağırlıkta olmak üzere, tarih, Latin dili ve edebiyatı, hukuk, coğrafya, arkeoloji ve sanat tarihi konularında da bir çok kitap bulunuyor. 
    Sergi, manastır girişi önündeki Alper Aydın yapıtı ile başlıyor. Eserini, sergiye katılan öteki isimlerin yaptığı gibi üç dildeki tanıtım metniyle yalnız bırakmayan Aydın, Adalar bölgesi denizi derinlerinde canlı popülasyon ve mercan resiflerine ağır zararlar veren, avlanma sırasında kayalara takıldığı için denizde bırakılan, dipte 'pasif avlanma'ya devam eden hayalet ağları, çalışmasında ana malzeme ediniyor ve okul bahçesine İstenmeyen Misafir isimli bu 'ekolojik ibret'in karamsar anıt - heykelini yerleştiriyor. 
    Ruhban Okulu’nun kullanılmayan sınıflarından birinde, göç halindeki bir mercan popülasyonunun üyeleri misafir ediliyor. Sibel Horada, Ruhban Okulu’nun kullanılamayan sınıflarından birinde, göç halindeki bir mercan popülasyonunun bireylerini ağırlıyor. Yassıada ve Sivriada’da süregelen yoğun inşaat faaliyetinden etkilenerek tehlike altına giren sarı mercanlar, ADYSK’nın, Doç. Dr. Nur Eda Topçu bilimsel danışmanlığında yürüttüğü, WWF ödüllü ADAMER (http://www.adamer.org/?pnum=21&pt=Proje+Amac%C4%B1+ve+Detaylar%C4%B1) projesi kapsamında, Neandros (Tavşan) Adası’na taşınıyor. 
    ‘Ekosistem inşacıları’ olarak tanımlanan mercanlar, pek çok farklı canlıya habitat oluşturarak, çevrelerindeki biyolojik çeşitliliği arttıran canlılar olarak biliniyor. Karasal kökenli çökelti nedeniyle yetiştikleri kayalarda yaşayamaz hale gelen mercanların kitlesel ölümleri, su altı yaşamının iyice kısırlaşması anlamına geliyor. Neandros Adası’na taşınan mercanların göçünü görünür kılmayı hedefleyen sanatçı, Göç Dalgası  adlı yerleştirmesinde bu mercanların bir kısmını izleyiciyle Heybeliada Ruhban Okulunda, farklı bir derinlikte buluşturuyor. 
    Sanatçı Horada'nın manastıra taşıdığı mercanlar,  'Kılçık III ve IV' eserleriyle etkinliğe katılan Hera Büyüktaşçıyan'ın ifadesiyle su altına hayat katan, 'denizin ağaçları' olarak da biliniyor ve su altındaki canlılığı koruma adına kelimenin tam anlamıyla birer can damarı vazifesini üstleniyor. 
    Büyüktaşçıyan'ın bronz malzeme ile ürettiği ve okul koridorlarında yankılanıp, kimi sıralarda mahzun biçimde uyuyan soyut kılçık biçimleri ise, sanatçının kendi ifadesiyle Türkiye'den yaşanan entelektüel ve ekonomik göç dalgası ile gittikçe azalan insan değerini temsil etmesi bakımından da, hayli dramatik bir gönderme haline geliyor. 
    Hera Büyüktaşcıyan, aldığımız resmî bilgiye göre,  Kılçık III ve IV başlıklı iki yerleştirmesinde  zamanın ağlarına takılıp, yitip giden, diplerde her geçen gün üzerine eklenen hafıza parçacıklarıyla, kemikleşen geçmişin hayaletlerinin  fısıltılarını, okul sıralarında gün yüzüne çıkarıyor. Kılçıklar, sanatçıya bakılırsa, kimi zaman vahşi dalgalarla ait olduğu kıyılardan koparılıp uzaklara savrulanlar, kimi zaman tarihin ağırlığını biriktirmiş bedenleri ve nesneleri artık yüzeyinde taşıyamayan suların dibine çökenler ve zamanın ördüğü sonsuz ağlara ayakları dolanıp takılan ancak halen nefes alan batıkların birer hatırlatıcısı niteliğinde. 
    Büyüktaşçıyan, Kılçık III başlıklı kinetik heykeliyle, kimsenin duyamadığı ve derinliklerde var olanların, zamanlar ötesi titreşimlerini yayarak, belleğin sonsuz  varlığına işaret ediyor. Birbirine çarpan her ayak, sonsuz bir çınlama ile var olduğu mekânın taşıdığı ruhla birleşiyor ve bir batıktan, su yüzeyine çıkarak, kendini hatırlatan bir varlığa dönüşüyor.
    Heybeliada Ruhban Okulu’nun geçmişte düşünce üretimini var ettiği sınıflarından birinde yer alan sıralara yerleşmiş Kılçık IV  ise, yapının belleğinin derinliklerinde yatanlara işaret ediyor. Sıraların üzerinde uzanan her bir  'kılçık' izleyiciye nefesini tutup bilinmeyen zamanın derinliklerine dalarak , tarihle yitip giden düşüncelere, kara parçalarına, ya da kolektif belleğe dair parçacıkları birer batık keşfeder gibi bularak sorgulamaya davet ediyor. 
 (...)
0 notes
cadiningunlugu · 7 years
Text
Aci Tatli Eksi, Lezzetli bir film hikayesi!
     Cumartesi günü uzun zamandır yapmadığım bir şey yaptım ve sinemaya gittim, hem de akşamüzeri seanslarından birine. Son zamanlarda vizyona giren Türk filmleri dikkatimi bir hayli çekmeye başlamıştı. İçlerinden birini seçip izlemeye karar verdim ancak seçim hiç te kolay olmadı. Aile Arasında mı, Acı Tatlı Ekşi mi, yoksa bir gün önce vizyona giren Arif V 216 mı diye sordum kendime. İçim komedi filmi izlemek istemedi, ben de biraz daha duygusal olduğunu düşündüğüm filmi seçtim. Biletimi internet denilen mucizevi yerden almış olmanın gururu ile, gişe önünde üçlü sarmal olmuş sıraya bakıp kiosktan biletimi bastım ve çikolatam eşliğinde Acı Tatlı Ekşi filmini izlemek üzere koltuğuma yerleştim.
     Filmin başlarında çok eğlendim, güldüm, hatta kahkaha attım. Derken bir anda şaşkınlık yaratan sahneler arka arkaya gelmeye başladı. Tam da yerinde ara verdik, bazen diyorum ne gerek var film beş saat olmadıktan sonra ara vermeye diye. Aradan sonra yine komik sahneler, kahkahalar, duygu dalgalanmaları, hatta iki damla göz yaşı, ardından hüzünlü ama mutlu bir gülümseme ve jenerikle salondan ayrılış. Filmin kısaca duygu değişimi böyleydi. Şimdi gelelim konusuna.
     Film çok yakın olan iki üniversite öğrencisinin zaman içerisinde birbirlerine aşık olmasıyla gelişen olaylar üzerine. Ancak bu yakın ilişkide bir sürü sürpriz olay var. Buğra Gürsoy’un canlandırdığı Murat karakteri bir şef adayı, üniversitede de gastronomi bölümünde okuyor. Benim en çok ilgimi çeken sahneler mutfak sahneleri oldu zira restaurantta geçen sahnelerin danışmanlığını benim eski şeflerimden Murat Artukmaç yapmış. Ben de eski bir MSA mezunu olarak hem kamera arkasına hem de filmdeki mutfak sahnelerine yeniden aşık oldum ve mutfağı ne kadar özlediğimi fark ettim. Neyse, filme dönelim. Özge Özpirinççi’nin canlandırdığı Duygu karakteri de heykel bölümü öğrencisi. Filmin başlarında anlam veremediğiniz bir sürü açık kapı bırakan olay yaşanıyor, bu olayların nedenlerini film ilerledikçe anlıyorsunuz. Sürprizli oluşu filmi son derece akıcı yapıyor. Filmin sonundan tabi ki bahsetmeyeceğim.
Neden bu filmi izlemelisiniz? Çünkü:
Uzun zamandır hissetmediğimiz, herkesi olduğu gibi kabul etme düsturunu bize hatırlatıyor.
İnsanların her zaman ikinci hatta üçüncü şansı hak ettiklerini düşündürüyor.
Ne kadar üzülsek te, kırılıp dökülsek te gerçek sevginin her engeli bir şekilde aştığını gösteriyor.
En önemlisi de her hikayenin iki tarafı olduğunu yüzümüze vuruyor.
 Bence izleyin, çok keyif alacaksınız.
4 notes · View notes
istandistmag · 6 years
Text
Gürkan Şef’in, ilk yemek kitabı raflardaki yerini aldı
Ünlü şefin mutfağından bu kez yemek değil, kitap çıktı!
Gürkan Topçu, “Gürkan Şef’in Ünlü Tarifleri” isimli ilk kitabını çıkardı. Kolay bulunan malzemelerle, rahatlıkla hazırlananan pratik tariflerin yer aldığı kitap sayesinde, sevdiklerinize ziyafet tadında sofralar kurabilirsiniz. Etin Jönü Gürkan Topçu kitabında, birbirinden leziz reçetelerle evlerinizde, restoranlardaki tadı yakalamanız için püf noktalar da veriyor. Toplam 51 tarifin olduğu kitapta Demet Özdemir, Serkan Çayoğlu, Özge Gürel, Fatma Toptaş, Sinan Akçıl gibi ünlü isimler de en sevdikleri yemeklerle katkıda bulundu. Hem gözlere hem de midelere bayram ettirecek et yemekleri yapmanız için her detayın düşünüldüğü “Gürkan Şef’in Ünlü Tarifleri” kitabında her yemeğin sonunda Gürkan Topçu’nun özel notlarını bulacaksınız. Adeta birer sanat eseri olan görsellerle süslü “Gürkan Şef’in Ünlü Tarifleri” mutfağınızdaki başucu kitabınız olacak.
Gürkan Şef’in Ünlü Tarifleri 125 sayfadan oluşuyor. Kitabın ön hazırlığı yaklaşık 8 ay sürdü. Diğer yemek kitaplarından farklı olarak her yemeğin fotoğrafı için ayrı bir kompozisyon oluşturuldu. Fotoğraf çekimlerinde 5 kişilik bir ekip görev aldı. Kitabın fotoğraf çekimleri için kullanılan etler ise daha sonra hayvan barınakları ile paylaşıldı.
The post Gürkan Şef’in, ilk yemek kitabı raflardaki yerini aldı appeared first on İstanbul'a dair en güncel haber sitesi.
from WordPress https://istandist.com/gurkan-sefin-ilk-yemek-kitabi-raflardaki-yerini-aldi/
0 notes
maghaberleri · 6 years
Text
Özge Ulusoy’un İtalyan Aşkı
Ünlü manken Özge Ulusoy’un İtalyan aşkı herkesi şaşırttı. Pizza yemeye bayılan Ulusoy; dünyaca ünlü, en büyük pizza markasının düzenlediği workshop etkinliğinde, ekranların sempatik İtalyan şefi Danilo ile pizza yaptı. Özge Ulusoy Kimdir Dünyanın en büyük pizza restoran zincirlerinden Sbarro®, Kanyon Intema Mutfak’ta, geçtiğimiz haftalarda Özge Ulusoy ve Ünlü Şef Danilo Zanna ile keyifli bir workshop […]
Özge Ulusoy’un İtalyan Aşkı yazısı ilk önce Magazin Haberleri üzerinde ortaya çıktı.
from WordPress https://www.magazinhaberleri.com/ozge-ulusoyun-italyan-aski/ http://ifttt.com/images/no_image_card.png
0 notes
zekiye · 4 years
Text
Eşya Depolama Nasıl Yapılır
İstanbul Eşya Depolama
İstanbul sadece Türkiye’nin değil dünyanın işaret ehemmiyetli şehirlerinden biri olması nedeni ile konut transfer ve eşya depolama hizmetlerinin işaret fazla görüldüğü iller arasında mekân alıyor. Siz de depolama hizmetlerinden yararlanarak eşyalarınızı koruma etmek isterseniz, bu konuda güvenilen firma seçimine ihtimam göstermelisiniz.
İstanbul eşya depolama firması seçiminde siz de eşyalarınızı güvenle depolayacağınız adresleri yeğleme etmeniz gerekir. Kurumsal bir kimliğe sahip olan firma hesaplı ve eklenmiş ücretsiz olarak bu hizmeti sunuyor. Geniş okunuşu çağcıl eşya depolama alanıyla bütün eşyalarınızı hareketsiz seferde depoluyor. Beklentilerinize seslenme eden firmadan ödemenizi lüzum para icap kredi kartınız üzerinden gerçekleştirebilirsiniz.
Güler yüzlü ve disiplinli kadrosuyla sizlere garantili bir şekilde görev sunan eşya depolama firmasından aile okunuşu işyeriniz düşüncesince bu hizmeti alabilirsiniz. Eşya depolama firmasına evinizin konforunda ulaşabilirsiniz. Firmadan hızlı bir şekilde fiyat teklifi alabilirsiniz. Eşya depolama konusunda tasa ettiğiniz özge ayrıntılar üzerine vukuf alabilirsiniz.
İstanbul Eşya Depolama Firması Nedir?
İstanbul eşya depolama firması, tesis tarihinden buyana İstanbul’dan ihtimam sunan web sitesini ziyaret edin kaliteli ve güvenilir bir eşya depolama firmasıdır. İnte
et dünyasından 7/24 hizmet sunan firma bu bakımdan makro bir müşteri tabanına sahiptir. Kurumsal işletmeler aracılığıyla da tercih edilen firma bu nedenle web sitesinden çok tavsiye kataloğu sunuyor. Son resim taşımacılık araçlarına iye olan işletmeden haftanın hepsi günlerinde ihtimam alabilirsiniz. Eşyalarınız doğrudan taşımacılık mutavassıt üzerinden mesken yahut işletme adresinizden teslim alınır. Bu aşamadan itibaren eşya depolama alanına götürülerek buradan itinalı bir şekilde yurtlandırma işlemi gerçekleştirilir.
İstanbul Eşya Depolama Firması Neden Tercih Ediliyor?
İstanbul eşya depolama firması yılların donanımlarına sahiptir. Firma nitelikli okunuşu güvenilen hizmetler sunmasının yanı dizi sert çok eşya depolama firmalarına nispeten henüz cazip fiyat tarifesi sunuyor. Bu kapsamda müşterilerin hesaplı yönden avantajlı olması sağlanır. İstanbul eşya depolama firması rahat bir ihtimam kataloğu ile faaliyetlerini sürdürmektedir.
Bu nedenle ikametgâh eşyaları haricinde işletme eşyaları amacıyla de depolama hizmeti sunuyor. Geniş kadroya iye olduğundan gündüz içerisinde birden aşkın sayıda eşya depolama hizmeti ile sunmkatadır. Kusursuz hizmetleri yardımıyla sektörde şef bir konumda konum alarak uyanıklık çekiyor. Eğitimli kadroya iye olduğundan eşya depolama hizmetini sorunsuz okunuşu bitimi rütbe pratik bir şekilde gerçekleştiriyor. Eşya depolama firması sitesinden hoşgörülü referanslar da sunduğundan müşterileri tarafından takdir mesajları topluyor. Eşyaları nakliyat mutavassıt üzerinden lahika ücret talep etmeksizin adresten doğrulama alıyor. Bu bakımdan da İstanbul’un en fazla tercih edilen eşya depolama firmasıdır.
İstanbul Eşya Depolama Hizmetleri
Sağlıklı ve temiz alanlarda bekletilen eşyalarınızın tamamen sorumluluğu firmamıza ilgili olup, siz de istediğiniz müddet miktarda depolama hizmetlerimizden yararlanabilirsiniz. Uygun eder seçeneklerinden tutunda güvenilir tediye seçenekleri ile her devir yararlanabileceğiniz İstanbul eşya depolama hizmetleri yoluna siz okunuşu firmamıza ulaşarak hizmetlerimizden yararlanabilir ve eşyalarınızı istediğiniz miktarda korunum edebilirsiniz.
Depolama Hizmetlerimizi Her Zaman Tercih Edebilirsiniz
Günün her saati ulaşarak depolama hizmetlerimizden yararlanabilirsiniz. Bizi aradığınızda kısaca sürede adresinize gelerek depolama hizmetinde korunum edeceğiniz eşyalarınızın analizi yaparak adresinden alarak temiz ve güvenilir depolarımızda bekletiyoruz.
0 notes
mimzedall · 4 years
Text
Göğü Delen Adam - Papalagi [Erich Scheurmann]
İnsanın kitap okuma sıklığı yüksek olmalı. Haftada bir, haftada iki, günde bir... Sürekli artarsa bu meşguliyet işte böyle kitaplara rastlama imkânı/ihtimali de artıyor. Uzun zamandır not defterimin bir köşesine yazdığım bu kitabı geçenlerde bir arkadaşımın elinde gördüm. Sağ olsun hediye etti hemen bana. İşte mükemmel bir kitaba ulaşılması için aşılması gereken merhaleler bunlarmış dedim içimden. Takip etmek, sürekli okumaya devam etmek. Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Kitapta yazılanların kabile şefi Tiavea’lı Tuiavii’nin anlattıkları olduğuna başta inanmamıştım. Kitabı okurken fark ettiğim nokta bakış açısının orijinalliği oldu. Yani bu kadar safiyane bir bakış açısı içeriden birine ait olamaz. Dışarıdan bakan birisi ancak bu kadar net olabilir. Kabul edelim etmeyelim bütün dünya insanları artık Avrupalı olmuş durumda. Avrupalı gibi yaşayan, Avrupalı gibi düşünen insanlarız. Kabile şefi Tuiavii ise Avrupa’yı tanımadan uzun yıllar yaşamış ve Avrupalıları tanıdıktan sonra dışarıdan bakabilmiş bir insan. Bu açıdan düşünceleri çok önemli. Üstelik bu anlatım geçtiğimiz yüzyılın başındaki Avrupa içindi. O günden sonra dünyanın neredeyse tamamı Avrupalı haline geldi fakat anlatılanlar hala geçerliliğini koruyor. Kitap Avrupalı bakış açısının sakatlıklarının en önemli birkaç yönünü sunuyor bize. Her bölümde başka bir hastalıktan bahsediliyor. Birincisi örtünme hastalığı. Tuiavii’nin Avrupalılarda gördüğü ilk hastalık örtünmesi. Ayakları sürekli kapalı olan insanların bir zaman sonra koşmayı unutmalarından, vücutlarını güneşten mahrum bırakmalarından bir hastalıkmış gibi bahsediyor. Tabi ben bunu onun Polinezya’daki ılıman iklime alışıklığına yordum. Şu an Aralık ayındayız ve rahmetli Tuiavii burada örtünmeden dolaşsaydı ne olurdu bilemiyorum. Genel olarak giyinmenin dışında kişilerin giyinme alışkanlıklarına da değişik bir şekilde bakmış şef. Kadınların özel günlerinde sırtlarını ya da başka yerlerini açmalarının edepsizlik sayılmamasını anlayamamış. Ya hep aç ya hiç açma diyor. Özel günü mü olur bu işin. Renklerin kullanımının sınırlı oluşuna da anlam verememiş. O kadar vurucu fikir varken örtünme ile başlanmış olması kitap için bir talihsizlik bence. Yine de bugünlerde de geçerli olacak eleştirileri var. Kadınların sandık sandık giysilerinin olmasını benim gibi o da anlayamamış. Her gün “bugün hangisini giysem” diye düşünmeleri de şefe mantıksız gelmiş. İkinci mevzu taştan yarıklar. Şehri görünce bir şaşalıyor Tuiavii. Papalagi dediği Avrupalı ona göre çıyanlar gibi taşların arasında yaşıyordur. Barınaklarına taş sandık diyor Papalagi’nin. Bütün evler taştan sandıklardır ve taştan yarıklarla birbirlerinden ayrılıyordur. O kadar taş sandığın arasında Tuiavii’nin aradığı ise gökyüzü. Mavi göğün altında yaşamaya alışmış bir insan şehrin içinde kendini hapishanede hisseder doğal olarak. Gökyüzü, izleyenler ve izlemeye alışanlar için sonsuzluğu, Allah’ın kudretinin sınırsızlığını ifade eder. Papalagi şehirde yaşamaya alıştığı için gökyüzüne bakmayı unutmuştur artık. Gökyüzüne bakma ihtiyacı dahi duymaz. Onun sonsuzluğu yaşadığı yerdir. Onun hayatı yekparedir, sonsuzluğun bir parçası değildir. “İşte bütün bunları hepsi yani kalabalık taş kutular taş yarıklar oraya buraya uzanan binlerce ırmağın içindeki insanlar gürültü, kargaşa, ağaçtan gökyüzünün mavisinden, temiz havadan, bulutlardan yoksun kapkara kumlar ve dumanlarla kaplı yerler Papalagi’nin kent adını verdiği şeydir. Ömründe hiçbir ağaç, tek bir ırmak ve gökyüzünü görmemiş ve de Büyük Ruh’la yüz yüze gelmemiş insanların yaşadığı ama yine de gurur duydukları yaratıları lagündeki mercanların arasına yuvalanmış sürüngenler gibi insanlar. Ama o sürüngenlere bile denizin berrak suları. Güneşin sıcacık soluğu ulaşır. Acaba Papalagi yarattığı bu taşla övünüyor mu, bilemem. O kendine özgü fikirleri olan bir yaratıktır. Hiçbir anlamı olmayan, onu hasta eden pek çok şeyi yapar üstelik bununla da yetinmeyip bir de bunları ödüllendirir. Üstüne maniler düzer.” “Bu köylerde, kentlerdekinden başka türlü düşünen insanlar yaşar. Bunlara toprak insanları denir. Yarık insanlarından daha çok yiyecekleri olduğu halde elleri daha kaba, örtüleri daha kirlidir. Yaşamları diğerlerinden çok daha güzel ve sağlıklıdır. Ama kendileri buna inanmaz ve toprağa basmayan, tohum ekip ürün biçmeyen bu yüzden onlara boş gezer gözüyle bakan yarık insanlarını kıskanırlar… Tüm yarık insanlarına yiyecek sağlamaktan canları çıkar. Yine de neden öbürlerinin örtülerinin daha güzel, ellerinin daha beyaz olduğunu, neden kendileri gibi güneşten terleyip rüzgârda üşümek zorunda olmadıklarını bir türlü almaz kafaları.” Sonraki bölümde ise para meselesine giriyor Tuiavii. O gün var olan bugünse varlığını katlanarak artırmış olan para meselesi. İnsanların gerçek tanrısı olan para. Savaşlar çıkaran, insanların en aşağı durumlara düştükleri, katilliğin, katliamların, çocukların sakat kalmalarının kaynağı para. Dünyamızın bugünkü tüm acılarının sebebi para: “Çünkü beyaz adamın gerçek tanrısı, kendisinin “para” adını taktığı yuvarlak metal ve ağır kâğıttan başka bir şey değildir. Bir Avrupalı’ya sevginin tanrısından söz edecek olsan yüzünü buruşturur ve güler. Senin düşüncenin yalınlığıyla alay eder. Ama pırıl pırıl bir yuvarlak metal ya da koca bir ağır kâğıt uzatacak olursan o an gözleri parıldar ve dudaklarının arasından salyalar akar. Onun sevgisi paradır, Tanrısı paradır… Para uğruna mutluluklarını, vicdanlarını yitirenler; gülmekten, onurundan, sevincinden, hatta karısından, çocuğundan olanlar vardır. Çoğu, sağlığını bile bunun uğruna feda eder, yuvarlak metal ya da ağır kâğıt uğruna… Papalagi’nin gerçek Tanrısı yalnızca paradır.” Bilerek ya da bilmeyerek kapitalist sistem eleştirisi de yapıyor şef. Belki de şefin sözlerini kâğıda döken Erich Scheuermann Tuiavii’nin sözlerini daha düzenli bir şekilde yazdıysa mesaj da netleşmiştir: “Başkalarının gücünü sömürüp, kendi işlerinde kullandıkları için ne başları ağrır ne de uykuları kaçar. Parayı sevmeyenle alay edilir, aptal gözüyle bakılır.” Para muhabbetinden sonra “şey” muhabbeti başlıyor. Şef Tuiavii dünyadaki tüm maddeyi Tanrı’nın şeyleri ve Papalagi’nin şeyleri olarak ikiye ayırıyor. Papalagi Tanrı’nın şeylerine hayranlık besleyip onlarla yetineceğine kendisini tanrılaştırmak için sürekli yeni şeyler, yeni şeyler için yeni şeyler, onlar için yeni şeyler yapıp duruyor. Şeylere kıymet de vermiyor üstelik. Binlercesini yapabilen makineler icat edip birbirinden farkı olmayan “Özge” olmayan binlerce mamül yapıyor ve dolayısı ile hiçbirine de kıymet vermiyor. Üstelik kendisini ölümden koruyabilecek bir makine de yapamadı henüz. “Daha ne demeye aptallık edip de Büyük Ruh’un “şey”lerine başka “şey”ler katmaya çalışalım. Hem biz onunkiler gibi “şey”ler yapamayız… Bugüne kadar ne bir Samoalı ne de bir Papalagi bir palmiye ya da kavak ağacı yaratabildi. Ama tabi Papalagi, bütün “şey”leri yaartabileceğine ve Büyük Ruh kadar güçlü olduğuna inanır.” “…kendisinin Büyük Ruh olduğunu sanır.” “Eğer insan çok fazla “şey”e gereksinim duyuyorsa, bu büyük bir yokluğun göstergesidir. Çünkü bu, o insanın, Büyük Ruh’un “şey”leri açısından yoksul olduğunun kanıtıdır. Papalagi’de yoksuldur, çünkü o tam bir “şey” düşkünüdür. “şey”leri olmadan yaşayamaz.” “Büyük Ruh’un “şey”lerinden başka çok az “şey”e ihtiyacımız olduğunu unutmamalıyız.” Kitabın bir diğer bölümünde ise şef, Papalagi’nin zaman dediği kavramını hayretle inceliyor. Hayatı günlere, saatlere, dakikalara hatta saniyelere bölen Papalagi sürekli zamanın azlığından bahsediyor. Sayma hastalığı var. Zamanı sayıyor. Geçen saniyeleri, dakikaları, yılları sayıyor. Şaşkınlık verici bir biçimde herkes kaç mevsim yaşadığını biliyor. Tuiavii bilmiyor kaç yaşında olduğunu. Bilmeyi gerekli de bulmuyor. Hayat bitecek diye düşüne düşüne ölen Papalagi ona hastaymış gibi geliyor. Zaman bir hastalık Tuiavii’ye göre. Tuiavii sahiplenme olayını da anlayamıyor. Bu da bir hastalık sanki. Onun dilinde “benim” diye bir kelime yok. “Lau” diyor, hem “benim” hem “senin” anlamına geliyor. Ne senin olabilir ki “Papalagi? Elinle sıkı sıkıya tutamadığın banka hesabındaki paran ya da arazin ya da benim dediğin her hangi bir şey senin değil ki. Elinle sıkı sıkı tutsan bile senin değil aslında. Dünyadan bihabersin Papalagi. “Ama Tanrı Papalagi’ye korkudan daha beter bir ceza vermiş. Çok az “benim”i olan ya da hiç olmayanlarla, bütün “benim”leri toplayanlar arasında sürüp giden bir savaş sarmış başına. Bu savaş yakıcıdır, çetindir ve sabah akşam durmak bilmez. Bu savaş herkese acı verir, yaşama sevincini kemirir. Sahip olanlar vermek zorundadırlar, ama hiçbir şey vermek istemezler. Sahip olmayanlar ise sahip olmak isterler, ama hiçbir şey alamazlar. Üstelik bunların da ulvi savaşçılar oldukları pek söylenemez. Ya soyguna geç kalmışlardır, ya beceriksizdirler, ya da ellerine fırsat geçmemiştir. Her şeyi Tanrı’nın ellerine teslim etmeyi öneren bir çağrı hemen hemen hiç duyulmaz.” Bir de meslekler var. Meslekleri de çözememiş şef. Sabahtan akşama kadar bir insan aynı şeyi yapabilir mi? İnsan hem kano yapabilmeli hem ev hem de ağaçtan meyve koparabilmeli. Tüm işlerini yapmayı bilmeyen insan sakat gibi geliyor. Kendi yatağını bile toplamayan insan… Ne garip. Meslekleri yüzünden hep aynı şeyi yapan insanların bedenlerinin alt kısımları domuzlar gibi yağ bağlıyor. Aynı şeyleri sürekli yaptığı için mutlu da değil. Bu kadar çok çalışılması ya. Ekmeğini ve barınağını yaptıysan dans et diyor Tuiavii. Eğlenmene bak, Tanrı daha fazlasını istemiyor senden… Sözü çok uzattığımı biliyorum fakat Tuiavii’nin bakış açısı cidden çok objektif geldi bana. İçerisinde yaşadığımız için farkında değiliz. Dönem itibariyle televizyonu görmeyen şef sinema ile tanışıyor ama. Hem de sessiz sinema. Fakat ne kadar güzel tespit ediyor saçmalığı. Bugün bu saçmalığın ulaştığı boyutları görmeden, daha o günden ne güzel söylüyor. Yalancı bir yaşamın içinde hapsolan insanlar. Bu yalancı yaşamı gerçeğinden ayırt etmeyi yavaş yavaş unutuyorlar. Kafaları bulanıyor ve kendilerini farklı görmeye başlıyorlar. Yoksul zenginim diyor çirkinse güzel. Tuhaf şey. Hele bir de günlük gazete okuma alışkanlığı var ki, çok güzel görünse de ne kadar saçma. Aynı şeyleri binlerce kişinin tekrarlayıp durması bütün insanları tek bir kafa haline getirme uğraşından başka nedir? Tuiavii bilge bir filozof gibi söylüyor tüm bunları. Nasıl düşünmem gerektiğini neden bir kağıt parçasından öğreneyim ki? “Avrupa’da biri çok ve hızlı düşündü mü ona “çok akıllı bir adam” derler. Adam “çok akıllı” oldu diye üzülecek yerde, özellikle saygı gösterirler.” “Sevgili kardeşlerim, Tanrı’ya tapmamızın yanı sıra saygı gösterip, sevgiyle yüreğimizde taşıdıklarımıza put denirse eğer, Papalagi’nin bizden daha çok putu vardır. Papalagi’nin bize getirdiği İncil, onun için takas edilecek bir maldan başka bir şey değildir…" Kitabın tamamını buraya aktaracak halim yok sevgili okuyucu. Bu kitabı alıp başucuna koyman gerekiyor zira bu senin dışarıdan çekilmiş bir fotoğrafın. Seni gözlemleyip ne olduğunu ortaya sermiş bir eser. Bu eseri tekrar tekrar okumam gerekiyor sanırım. 100 sayfaya bu kadar çok şeyin nasıl sığdığına hayret ederek. Teşekkür ederim Ayrıntı yayınları, Teşekkür ederim Levent Tayla, Teşekkür ederim Erich Scheurmann ve teşekkür ederim bilge şef Tuiavii.  Read the full article
0 notes
yeniyeniseyler · 5 years
Text
FOX’un yeni sezondaki tüm ekran yüzlerini buluşturan ve çekimleri 4 günde tamamlanan 2019-2020 yeni sezon tanıtım filmi dün akşam yayınlandı. “Bu Sene Yine Çok FOX” sloganının kullanıldığı filmde; FOX’un 40 ekran yüzü ve dizi oyuncusu yer aldı. Tanıtım filminin yönetmenliği DUAL, styling’i Room, saç-makyajı Serkan Karadağ ve Neriman Eröz tarafından gerçekleştirildi. Yaklaşık 75 kişilik yapım ekibinin görev aldığı filmin afiş fotoğrafları ise ünlü fotoğraf sanatçısı Mehmet Turgut tarafından çekildi.
#gallery-0-22 { margin: auto; } #gallery-0-22 .gallery-item { float: left; margin-top: 10px; text-align: center; width: 20%; } #gallery-0-22 img { border: 2px solid #cfcfcf; } #gallery-0-22 .gallery-caption { margin-left: 0; } /* see gallery_shortcode() in wp-includes/media.php */
FOX – Kadın
FOX – Kurşun
FOX – Her Yerde Sen
FOX – Bir Aile Hikayesi
FOX – Savaşçı
Çekimin ilk günkü konukları;“Yaparsın Aşkım” yarışmasının sunucusu İlker Ayrık, “Çağla ile Yeni Bir Gün” programının sunucusu Çağla Şıkel, “Benden Söylemesi” programını  hazırlayan Merve Yıldırım, “Temizlik Benim İşim” ile Kadir Ezildi ve “Memet Özer ile Mutfakta” programını sunan şef Memet Özer oldular.
#gallery-0-23 { margin: auto; } #gallery-0-23 .gallery-item { float: left; margin-top: 10px; text-align: center; width: 20%; } #gallery-0-23 img { border: 2px solid #cfcfcf; } #gallery-0-23 .gallery-caption { margin-left: 0; } /* see gallery_shortcode() in wp-includes/media.php */
Yaparsın Aşkım – İlker Ayrık
Çağla ile Yeni Bir Gün – Çağla Şıkel
Benden Söylemesi – Merve Yıldırım
Temizlik Benim İşim – Kadir Ezildi
Memet Özer ile Mutfakta – Memet Özer
Çekimin ikinci günü önce “Mucize Doktor”  dizisinin oyuncuları Taner Ölmez, Reha Özcan, Sinem Ünsal, Onur Tuna ve Hazal Türesan; ardından “Yasak Elma” dizisinin oyuncuları Şevval Sam, Talat Bulut, Eda Ece, Nesrin Cavadzade, Tuvana Türkay ve Barış Kılıç ve son olarak ta “The Taste Türkiye” yüzleri Hazer Amani, Ali Ronay, Esen Hünal ve Rafet İnce kamera karşısına geçtiler.
#gallery-0-24 { margin: auto; } #gallery-0-24 .gallery-item { float: left; margin-top: 10px; text-align: center; width: 33%; } #gallery-0-24 img { border: 2px solid #cfcfcf; } #gallery-0-24 .gallery-caption { margin-left: 0; } /* see gallery_shortcode() in wp-includes/media.php */
Mucize Doktor
Mucize Doktor 02
The Taste Türkiye
#gallery-0-25 { margin: auto; } #gallery-0-25 .gallery-item { float: left; margin-top: 10px; text-align: center; width: 33%; } #gallery-0-25 img { border: 2px solid #cfcfcf; } #gallery-0-25 .gallery-caption { margin-left: 0; } /* see gallery_shortcode() in wp-includes/media.php */
Yasak Elma – Talat Bulut
Yasak Elma – Şevval Sam
Yasak Elma – Eda Ece
#gallery-0-26 { margin: auto; } #gallery-0-26 .gallery-item { float: left; margin-top: 10px; text-align: center; width: 33%; } #gallery-0-26 img { border: 2px solid #cfcfcf; } #gallery-0-26 .gallery-caption { margin-left: 0; } /* see gallery_shortcode() in wp-includes/media.php */
Yasak Elma – Nesrin Cevadzade
Yasak Elma – Tuvana Türkay
Yasak Elma – Barış Kılıç
Tanıtım filmi çekiminin üçüncü gününde; önce yeni dizi “Kurşun” un başrol oyuncuları Engin Altan Düzyatan, Burçin Terzioğlu ve Berrak Tüzünataç; ardından “Her Yerde Sen” oyuncuları Furkan Andıç ve Aybüke Pusat ve son olarak ta yakında 4. sezonuyla ekrana gelecek olan “Savaşçı” dizisinin oyuncuları Murat Serezli ve Berk Oktay da sette yerlerini aldılar.
#gallery-0-27 { margin: auto; } #gallery-0-27 .gallery-item { float: left; margin-top: 10px; text-align: center; width: 33%; } #gallery-0-27 img { border: 2px solid #cfcfcf; } #gallery-0-27 .gallery-caption { margin-left: 0; } /* see gallery_shortcode() in wp-includes/media.php */
Kurşun – Engin Altan Düzyatan, Burçin Terzioğlu, Berrak Tüzünataç
Her Yerde Sen – Furkan Andıç ve Aybüke Pusat
Savaşçı – Murat Serezli ve Berk Oktay
Çekimin son gününde ise; önce “Kadın” dizisinin oyuncuları Özge Özpirinçci, Şerif Erol, Kübra Süzgün ve Ali Semi Sefil; ardından 2.sezonu yeni başlayan “Bir Aile Hikayesi” oyuncuları Songül Öden, Celil Nalçakan, Birkan Sokullu, Elçin Afacan, Olgun Toker, Ali Seçkiner Alıcı, İrem Sak ve Alper Saldıran kamera karşısındaydı.
#gallery-0-28 { margin: auto; } #gallery-0-28 .gallery-item { float: left; margin-top: 10px; text-align: center; width: 25%; } #gallery-0-28 img { border: 2px solid #cfcfcf; } #gallery-0-28 .gallery-caption { margin-left: 0; } /* see gallery_shortcode() in wp-includes/media.php */
Kadın – Özge Özpirinçci, Şerif Erol, Kübra Süzgün ve Ali Semi Sefil
Bir Aile Hikayesi – Birkan Sokullu, Songül Öden ve Celil Nalçakan
Bir Aile Hikayesi – Olgun Toker, İrem Sak, Ali Seçkiner Alıcı, Elçin Afacan ve Alper Saldıran
Bir Aile Hikayesi – Solgül Öden
  FOX – Yeni Sezon Tanıtım “Bu Sene Yine Çok FOX” (Eylül 2019) FOX'un yeni sezondaki tüm ekran yüzlerini buluşturan ve çekimleri 4 günde tamamlanan 2019-2020 yeni sezon tanıtım filmi dün akşam yayınlandı.
0 notes
tvhaberlerim-blog · 6 years
Text
Özge Ulusoy: Göbek deliğim benden meşhur
Özge Ulusoy: Göbek deliğim benden meşhur
Özge Ulusoy, ünlü şef Danilo Zanna’yla birlikte pizza yaptı. Ulusoy, pizza yapımındaki hünerlerini sergiledi
HT Magazin’de yer alan habere göre, Son günlerde göbek deliğiyle gündemde olan Ulusoy, basın mensuplarına “Umarım göbek deliğimi sormazsınız. Malum son zamanlarda göbek deliğim benden daha meşhur” diye takıldı.
Ulusoy, pizza yapımındaki hünerlerini sergiledi.
  View On WordPress
0 notes
bifoturnede · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Şef Sascha Goetzel yönetimindeki BİFO ve solist Nemanjue Radulović Concertgebouw da.
Konserde Aram İlyiç Haçaturyan “Keman Konçertosu, Re minör” ve Igor Stravinsky “Ateşkuşu Bale Süiti” (1919 Versiyonu)  yapıtları seslendirildi.
Konser aynı zamanda canlı olarak Concertgebouw’un web sitesinden canlı yayınlandı.
Amsterdam’lı sanatseverlere teşekkür ederiz.
Fotoğraflar & Video: Özge Balkan
Tüm fotoğraflar için tıklayınız.
vimeo
0 notes
the34mag · 7 years
Photo
Tumblr media
Tarih Vakfı Ekim ayında, ekmek üzerine yeni bir seminer programı düzenliyor! Sınırlı sayıda ve kayıt yaptırarak katılımın gerçekleşebileceği seminerler ücretli olarak düzenlenecek olup; seminerlerin sonunda katılımcılara sertifika verilecektir. “Tarihten Mutfağa Ekmek” seminer programı Ekmek, mutfağın ve özellikle de Anadolu mutfağının temel direklerinden birisidir. Tarih Vakfı bu seminer programıyla bizi en temel ve gündelik gıdamız olan ekmeği yeni baştan düşünmeye davet ediyor. Alanında uzman eğitmenlerimizle ekmeğin kadim kültürel ve politik tarihini, buğdaydan ekmeğe giden tarihsel serüveni, Akdeniz’in kültürel coğrafyasında ekmeğin izlerini takip edeceğimiz bu seminer programını, İstanbul’un tarihi un ve tahıl hanlarının bulunduğu Unkapanı turu ve kadim bir Anadolu ekmeğini pişireceğimiz mutfak atölyesiyle tamamlayacağız. En fazla 25 kişinin kabul edileceği bu seminer dizisi sonunda katılım belgesi ve özel tasarım mutfak önlükleri takdim edilecektir. Altı haftalık seminer ücreti: 600 TL (Öğrenciler %20, Tarih dostları % 10 indirimle katılabilirler) İletişim: E-mail: [email protected] Telefon: (212) 522 02 02 Yer: Tarih Vakfı Sarıdemir Mah. Ragıp Gümüşpala Cad. Değirmen sok. no: 10 Eminönü, Fatih İstanbul (Sadece son hafta gerçekleşecek “ekmek atölyesi” Kadıköy Çiya’da yapılacaktır.) SEMİNER EĞİTİMİNİN İÇERİĞİ: I. Hafta: 21 Ekim 2017 Cumartesi (13.30- 15.30) Yrd. Doç. Dr. Ahmet UHRİ (Dokuz Eylül Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü) BUĞDAY, EKMEK ve UYGARLIK II: Hafta : 28 Ekim 2017 Cumartesi (13.30-15.30) EMEL ÖNAL ÖZKAYA (Organik sertifikalı çiftçi, emekli yüksek mimar ve sanayici) TOHUMDAN SOFRAYA… III. Hafta: 04 Kasım 2017 Cumartesi (13.30-15.30) Doç. Dr. Özge SAMANCI (ÖZYEĞİN Üniversitesi, Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü) NAN-I AZİZDEN FRANCALAYA: OSMANLI DÜNYASINDA EKMEK IV. Hafta: 11 Kasım 2017 Cumartesi (13.30-15.30) Doç. Dr. Marie-HeleneSauner (Galatasaray Üniversitesi, Karşılaştırmalı Dilbilim ve Uygulamalı Yabancı Diller Bölümü) AKDENİZDE EKMEK V. Hafta: 18 Kasım 2017 Cumartesi (13.30-15.30) Prof. Dr. Artun ÜNSAL (Yazar, Gurme, Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü Emekli Öğretim Üyesi) TÜRKİYE’NİN EKMEKLE İMTİHANI VI. Hafta: 25 Kasım 2017 Cumartesi SABAH (10.00-12.00) UNKAPANI TURU (Rehber: Saadet ÖZEN) ÖĞLENDEN SONRA: (13.30- 15.30) EKMEK VE EKMEKÇİLİK SEMİNERİ VE EKMEK ATÖLYESİ Musa DAĞDEVİREN ( Şef, Usta, ÇİYA ) (Atölye kapsamında, mayalamadan pişirmeye az bilinen bir Anadolu ekmeğinin yapımı işlenecektir)
0 notes
bifoturnede · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Şef Sascha Goetzel yönetimindeki BİFO ve solist Nemanjue Radulović Graf-Zeppelin-Haus da.
Konserde Ferit Tüzün “Türk Kapriçiyosu”,  Aram İlyiç Haçaturyan “Keman Konçertosu, Re minör”, Mily Balakirev “Islamey, oryantal fantezi” ve Igor Stravinsky “Ateşkuşu Bale Süiti” (1945 Versiyonu)  yapıtları seslendirildi.
Graf-Zeppelin-Haus ’da dakikalarca alkışlanan BİFO, konser sonunda bis olarak Ulvi Cemal Erkin’nin Köçekçe , Nemanja Radulović’de Bach’ın “Sarabanade” adlı yapıtlarını seslendirdi.
Friedrichshafen’li sanatseverlere teşekkür ederiz.
Fotoğraflar & Video: Özge Balkan
Tüm fotoğraflar için tıklayınız.
vimeo
0 notes
bifoturnede · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
vimeo
Şef Sascha Goetzel yönetimindeki BİFO ve solist Daniel Hope Liederhalle-Beethoven Saal’da.
Konserde  Mily Balakirev “Islamey, oryantal fantezi” Leonard Bernstein “Serenad” Nikolay Rimski–Korsakov “Şehrazad, Senfonik Süit, Op. 35” yapıtları seslendirildi.
Liederhalle- Beethoven-Saal’da dakikalarca alkışlanan BİFO, konser sonunda bis olarak Ulvi Cemal Erkin’nin Köçekçe adlı yapıtını, Daniel Hope‘da Westhhoff “Imitazione delle Campane”seslendirdi.
Stuttgart’lı sanatseverlere teşekkür ederiz.
Fotoğraflar & Video: Özge Balkan
Tüm fotoğraflar için tıklayınız. 
Avrupa turnesinin ilk konseri alkışlar eşliğinde sona erdi. #bifoturnede pic.twitter.com/IdiNeYmCtY
— BİFO TURNEDE (@BIFOturnede)
5 Aralık 2018
0 notes