#Çocuk Öykü
Explore tagged Tumblr posts
Text
8 notes
·
View notes
Text
İnsanlar , çocuklarını prens ve prensesler olarak yetiştirmekte bir sorun görmediler ancak dünya, masal vakitlerini çoktan tamamlamıştı.
#spotify#prens#prenses#insan#doğa#yaşam#antoloji#masal#acımasızlık#çocuk#ebeveyn#çocuk yetiştirme#herşey#dünya#prens ve prenses#öykü#hayat#bilim#zaman
9 notes
·
View notes
Text
Allah razı olsun. Kemal Benek abinin de şevklendirmesiyle Risale Haber'de yeni birşeye daha başladık. Bu köşede Mesnevî-i Nuriye'den bazı bölümleri çocukların anlayabileceği bir dille anlatmaya gayret edeceğiz. Ne kadar becerebilirsek. Tevfik Allah'tan. Hüda razı olacağı şekilde dilimizi döndürsün. Doğrusu Risaleleri çocukların diline indirebilmeyi çok önemsiyorum. En çok ilgilendiğim alanlardan birisi budur. Bir yayıneviyle beraber yapabilirim birgün belki diyordum ama ömür geçiyor. Şahsî teşebbüs zamanıdır. İşte ilk öykümüz.
1 note
·
View note
Text
Srebrenitsa Katliamı
11 Tem 1995 – 22 Tem 1995
Srebrenitsa Soykırımı, 1995 yılında Bosna-Hersek'te, Avrupa'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana tanık olduğu en büyük vahşetlerden biri olarak tarihe geçmiştir. Bu insanlık dışı olayda, 8.000'den fazla Boşnak sivil, sistematik biçimde katledilmiştir.
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, 1995’te Bosna-Hersek’in Srebrenitsa kentinde katledilen Boşnakların anısına 11 Temmuz’u, “Soykırımı Düşünme ve Anma Günü” ilan etti.
*
Ölmek istiyordum, masum insanları koruma sözü verdiğimiz halde bize sığınan insanları koruyamadığımız için kendimi affetmiyorum”
Bosna’daki İnsanları Korumakla Görevlendirilmiş Hollandalı Bir Asker
***
“Soykırımın iki yüzü vardır. Birincisi soykırımı uygulamak diğeri
de soy kırım yapıldığını unutturmaktır...
BOSNA savaşını yaşamış BİJELJINALI BOŞNAK Yazar JUSUF TRBİÇ.
***
Ve unutmayacağız ...
11.Temmuz 1995
Unutma...
unutturma...
***
Kelebek...
Zarafet, narinlik. Özgürlük sembolü.
Mavi...
Denizin, gökyüzünün, sonsuzluğun rengi. Özgürlük sembolü.
Peki ya ikisi birleşince?
Kocaman bir acı "mavi kelebek"...
Mavi kelebekler Avrupa'nın orta yerinde, Bosna Hersek'te yaşanan bir katliamın simgesi...
"Bastığın yeri toprak deyip geçme" sözü bizlere tanıdık.
Durum Bosna'da da benzer.
Attığın her adımda bir toplu mezara rastlamak mümkün.
Bosna Savaşı'nda 312 bin kişi öldü.
35 bini küçücük çocuklardı.
Binlerce çocuk annesiz, babasız kaldı. Tarif edilemez acılar yaşadı.
50 bin kadın tecavüze uğradı.
Ruhunda tamir edilemez yaralar açıldı..
Ölenler toplu mezarlara gömüldü.
Sadece bugüne kadar 500'ün üzerinde toplu mezar ortaya çıkarıldı.
Bunların 300'ü mavi kelebeklerin yardımıyla oldu.
İşte bu yüzden de mavi kelebeklerin hikayesi bugüne kadar duyduğum en yürek yaralayıcı öykü...
Bosna Hersek'te bulunan toplu mezarların üzerinde mavi kelebeklerin uçtuğu farkedilmiş.
Bir, iki derken bunun tesadüf olmadığı anlaşılmış.
Durum biraz incelenince toplu mezarların olduğu yerlerde toprağın yapısının değiştiği, mezarların üzerinde farklı bitkiler oluştuğu belirlenmiş.
Bu koku da mavi kelebekleri çekiyormuş.
Birçok kişi için kocaman bir acı olan bu hikaye, Bosnalılar içinse bir umuttu.
Sevdiklerinin kemiklerini bulmak, sadece onlardan bir ize rastlamak isteyen binlerce kişi günlerce mavi kelebekleri izlemeye, onların peşinden gitmeye başladı.
Nice ömür mavi kelebeğin peşinde geçti...
Bugün işte bu acıların en büyüklerinden birinin yıldönümü.
(Damla Doğan)
Anılarına saygıyla...
Derleme: Semihat Karadağlı
27 notes
·
View notes
Text
"O zaman, kendi kendime dedim ki herkesin öyküsünün içinde; saklı, gizli ve çoğunlukla acıklı bir başka öykü vardır. Kimse, sahibi bile onu çok iyi bilmez. Bazen bir çiçek gibi açar ve belleğin yüzeyine çıkar, ya bir rastlantı ya da bir çocuğun korkusu onu uyandırmıştır çünkü."
Molom, Şaman ve Çocuk, Marie Jaoul de Poncheville
77 notes
·
View notes
Text
MASALABİ - PLATİN
Masallar, çocukluğumuzun en değerli anılarına dokunan, hayal gücümüzü besleyen ve dünyayı anlamamıza yardımcı olan büyülü hikayelerdir. Kültürel mirasımızın önemli bir parçası olan masallar, sadece eğlenceli birer öykü değil, aynı zamanda dersler, değerler ve hayata dair önemli mesajlar taşır. Bu blog yazısında, masal okuma alışkanlığının yararlarından hikaye okuma deneyiminin önemine kadar zengin bir içerik sunacağız.
Masal
Masal, geçmişten günümüze iletilen ve genellikle çocuklara yönelik olarak yaratılan hayali hikayelerdir. Bu masallar, yalnızca eğlenceli bir hikaye sunmakla kalmaz, aynı zamanda dersler ve hayat bilgileri de içerir. Masalların içsel yapısı, zengin bir hayal gücü ve karakterler barındırır. Bu karakterler sıklıkla iyiliğe, cesarete ve adalete ulaşmaya çalışan kahramanlar, kötü niyetli yaratıklar ya da bilge kişiler olabilir.
İlk masallar, sözlü kültürün bir parçası olarak nesilden nesile aktarılmıştır. Zamanla bu masallar yazılı hale getirilmiş ve birçok farklı kültürde kendine yer bulmuştur. Örneğin, ünlü masal yazarlarından olan Grimm Kardeşler, Almanya'dan derlediği masallarla bu alana önemli katkılarda bulunmuştur.
Masal okumanın çocuklar üzerindeki etkisi büyüktür. Bu hikayeler, hayal gücünü geliştirirken, aynı zamanda ahlaki değerler ile de çocuklara yol gösterir. Küçük yaşlardan itibaren masal dinleyen çocuklar, merak duyguları gelişir ve empati kurma yetenekleri artar. Böylece, sadece eğlenmekle kalmaz, aynı zamanda hayata dair önemli bilgileri de öğrenmiş olurlar.
Sonuç olarak, masallar, hem eski hem de yeni nesiller için önemli bir kültürel miras olarak değerlendirilmektedir. Bu hazineleri korumak ve gelecek nesillere aktarmak, hepimizin ortak görevidir.
Masal Oku
Her bireyin hayatında önemli bir yere masallar sahiptir. Masallar, sadece çocukları eğlendirmekle kalmaz, aynı zamanda onlara hayatı, değerleri ve hayal gücünü öğretir. Masal oku, çocukların zihinsel gelişimine katkıda bulunur ve hayal dünyalarını genişletir.
Hikaye Oku
Günümüzde hikaye oku geleneği, çocukların hayal güçlerini geliştirmek ve onları eğitmek için oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Her bir hikaye, bir dünya açar ve okurları bambaşka serüvenlere götürür. Özellikle çocuk hikayeleri, çocukların empati kurmalarına, hayal güçlerini genişletmelerine ve dil becerilerini geliştirmelerine yardımcı olur.
Hikaye oku kültürü, sadece çocuklar için değil, aynı zamanda yetişkinler için de geçerlidir. Yetişkinler de bazen bir molaya ihtiyaç duyar ve bir hikaye okuyarak stresten uzaklaşabilirler. Farklı konulardaki hikayeler, insanlara farklı bakış açıları kazandırır ve hayatın anlamına dair önemli dersler verir.
Çocuklara erken yaşta masallar ve hikaye oku seçenekleri, onların dil gelişimlerini desteklerken aynı zamanda sosyal becerilerini de arttırır. Bir hikaye, karakterlerin yaşadığı olaylar ve bu olaylara verdikleri tepkiler üzerinden çocuklara değerleri öğretmek için harika bir yol sunar. Örneğin, cesaret, dostluk, sevgi ve paylaşma gibi değerler, hikayelerle daha anlaşılır ve çekici hale gelir.
Bazı anneler ve babalar, çocuklarına yatmadan önce masal okuma geleneğini benimsemekte ve bu vakti nitelikli bir şekilde değerlendirmektedirler. Bu şekilde, çocuklar hem keyifli zaman geçirir hem de uyku öncesi rahatlama yaşarlar. Bu aile bağlarını güçlendirirken çocukların evrensel hikaye anlayışını genişletir.
Sonuç olarak, hikaye oku alışkanlığı, hem çocuklar hem de yetişkinler için önemli bir kültürel değerdir. Okunacak her yeni hikaye, yeni bir deneyim ve öğrenme fırsatı sunar. Siz de ailenizle birlikte hikayeler okuyarak bu güzel geleneği yaşatabilirsiniz.
Hikayeler
Hikayeler, küçük yaştaki çocuklardan yetişkinlere kadar herkesin ilgisini çeken önemli bir edebi türdür. Hikaye anlatımı, tarih boyunca dinletilen veya okunan öyküler şeklinde varlık göstermiştir. Her kültür, kendine özgü hikayeler üreterek toplumsal değerlerini ve geleneklerini yaşatmıştır.
Hikayeler, sadece eğlenceli birer anlatım değil, aynı zamanda dersler ve öğretici öğeler barındıran yapılar olarak da karşımıza çıkar. Birçok hikaye, çocuklara hayatta önemli dersler vermenizi sağlayabilecek unsurlar taşır. Örneğin, Aesop Masalları gibi klasik eserler, her biri bir ders içeren farklı karakterler ve olaylar etrafında şekillenir.
Çocuklar için yazılan hikayeler ise, onların hayal gücünü geliştirir, dil becerilerini artırır ve sosyal değerleri öğrenmelerine yardımcı olur. Özellikle masalların, çocuk gelişimi üzerine büyük bir etkisi bulunmaktadır. Onlar, çocukların yapılarını ve bakış açılarını şekillendirmek için mükemmel bir araçtır.
Bazı hikayeler ise belirli bir dönemle sınırlı kalmaz, yüzyıllar boyunca anlatılagelmiştir. Bu da, onları nesilden nesile aktarılabilir kılarak kültürel bir miras oluşturur. Ayrıca, hikaye okuma alışkanlığı bir çocukta empati duygusunu geliştirmeye yardımcı olur; karakterlerle bağ kurmayı ve başkalarının duygularını anlamayı teşvik eder.
Netice olarak, hikayeler hayatımızın vazgeçilmez parçalarından biridir. İster çocuk masalları olsun, ister yetişkinlere yönelik anlatılar, her biri bizi farklı dünyalara götürür ve hayal gücümüzü serbest bırakmamızı sağlar. Bu nedenle, düzenli olarak hikaye okumak ve dinlemek, hem kendimiz hem de çocuklarımız için son derece faydalıdır.
Çocuk Masalları
Çocukların hayal dünyasını zenginleştiren masallar, her nesilde önemli bir yer tutar. Küçük yaşlardan itibaren dinledikleri veya okudukları hikayeler, onların hayal gücünü geliştirirken aynı zamanda değerler kazandırır. Özellikle çocuk masalları, eğlenceli anlatımları ve öğretici içerikleriyle little ones için vazgeçilmezdir.
Çocuk masalları, çeşitli karakterler ve olaylarla doludur. Genellikle sabırlı bir kahraman, sürekli mücadele eden bir canavar ya da bilge bir hayvan gibi zıt karakterler üzerinden oluşturulan öyküler, çocukları düşündürürken eğlendirir. Bu masallar, sadece eğlence değil, aynı zamanda çocukların yaşam becerilerini geliştirmelerine de yardımcı olur.
Birçok çocuk masalları, evrensel temalar barındırır; cesaret, dostluk, sevgi ve adalet gibi. Bu temalar üzerinden çocuklarına hayat dersleri verilmekte ve onların karakter gelişimlerine katkı sağlanmaktadır. Örneğin, Kırmızı Başlıklı Kız masalı, çocuklara güvenlik ve yabancılara dikkat etme konusunda önemli mesajlar verir.
Bunun yanı sıra, masal oku gibi aktiviteler, çocukların dinleme becerilerini geliştirmek için harika bir yoldur. Ebeveynler, çocuklarına hikaye okurken onlarla etkileşimde bulunarak, sorular sorarak ve olayların gidişatını tartışarak, onların düşünme becerilerini de destekleyebilirler.
Sonuç olarak, çocuk masalları yalnızca okuyup dinlemek için değil, aynı zamanda aile ile geçirilen kaliteli zamanın bir parçası olmalıdır. Ailelerin çocuklarına masal okuma alışkanlığı kazandırmaları, hem çocukların eğitimine hem de aile bağlarına katkı sağlar. Unutmayın ki, her masal yeni bir dünya kapısıdır!
1K notes
·
View notes
Text
Lilith’in ilk izi 5000 yıl önceki Sümer Mitolojisine kadar uzanmaktadır. Gılgamış destanı, Kabala, Talmud, Tevrat gibi dini ve mitolojik metinlerde Lilith hakkında oldukça fazla efsane ve öykü bulunmaktadır. Musevi inanışına göre Lilith, Âdem’in ilk karısıdır ve Âdem’le birlikte çamurdan yaratıldığından onunla eşit olduğu görüşündedir. Âdem’e tabi olmaya karşı çıkınca cennetten kovulur. Karanlıklara karışan Lilith şeytanla birleşerek günde yüz çocuk doğurur ve hızla yeryüzünde kötülüklerin yayılmasını sağlar. Cennette tek başına kalan Âdem çok sıkılır ve eşini geri vermesi için tanrıya yalvarır. Tanrı sürgündeki Lilith’e üç melek göndererek geri dön çağrısı yapar. Lilith bu çağrıyı kabul etmeyince elçi melekler “günde yüz çocuğunu öldürürüz” tehdidini gerçekleştirirler. Lilith duyduğu derin acı nedeniyle bundan böyle âdemoğullarından doğacak her çocuğu öldürmeye yemin eder. Hamile ve Loğusa kadınlara dadanır, bebeklerin baş düşmanı kesilir. Sadece yakınında üç meleğin ismi ya da sureti bulunan çocuklara zarar veremez. Günümüzde bebeklere nazarlık ve muska takılmasının tarihçesi de Lilith kültüne bağlanır. Musevi dininde erkek çocukların doğduktan sekiz gün sonra sünnet edilmesinde de gene bu kültün izi vardır. Zira Lilith her doğan erkek çocuğun ilk sekiz gün içinde, kız çocuğun ise yirmi gün içinde canını alacağına yemin eder. Ayrıca yalnız yatan erkekleri erotik düşlerle baştan çıkarıp güçten düşürür, aynalara fazla düşkün olan kadınları da kötülüğün safına çeker. Kısacası insanoğlunun başına gelen tüm felaketlerin sorumlusu olarak görülen Lilith adeta bir “günah keçisi” ilan edilerek lanetlenir. Bu arada Tanrı Âdem’in yalnızlığını gidermek için kaburga kemiğinden Havva’yı yaratır. Erkeğin kaburga kemiğinden doğan Havva, Âdem’e tabii olur.
17 notes
·
View notes
Text
ALINTI
‘İnsan düş kurarken bir tanrı, düşünürken ise bir dilencidir.’
-Hölderlin
Pencereden bakıyorum. Yağmur, tane tane vuruyor camlarıma. Bunu, hayli sıradan bir cümle olarak kurabilirim, ama bugün bunu başaramıyorum. Sıradan bir doğa olayının sıra dışı bir tabloya dönüştüğü noktadayım. Günlerdir kıçı kırık bir dergiye öykü yetiştirmek meşguliyetindeyim. Sağdan soldan hikayeler topluyorum kafamda. Bazen el ele yürüyen basit bir yaşlı çifte bakıyorum, bazen sevişen iki sokak kedisine. Bazen parkta oynayan çocuklara ve bazen de o çocukları izleyen bankta yalnız oturan adama. Hiçbir şey ilham vermiyor. Çünkü aşık oldum ve henüz on dokuz yaşımda.
Sanki aşık olursam hayatımın sonu gelecekmiş gibi köşe bucak kaçtım bu duygudan. Lisede tek bir erkeğin bile benimle samimi olmasına, bana yakınlık göstermesine müsade vermedim. İnanmazdım da zaten aşka. Ama üniversiteye geçince daha doğrusu onu görünce işler biraz değişti. Kendimi bir anda derin bir çukura düşmüş buldum. Hayatım boyunca sağdan soldan topladığım hikayeler üzerine düşler kurarak daha güvenli bir ortamda -aklımın içinde- aşk ve sevgi gibi basit düzey insan ihtiyaçlarımı karşılayabileceğimi sanıyordum. Ama sonraki kelimenin kaderi kimin elinde öğrendim. Yaşamak gibi düşlemek de boyun eğmekmiş. O halde düştüğünü hatırlamakla yetinecekmiş insan. Çünkü çukur bizi hep unuturmuş.
Hatırlıyorum işte. En zoru da bu ya. Mesela seninle Hisarüstü’nde yürüdüğümüz o geceyi hatırlıyorum. Yerde gördüğün çocuk atkısını üstüne basmasınlar diye kaldırıp bir bankın üstüne koydun. Belki sahibi olan ‘çocuk’ döner alır diye. ‘Çocuk atkısı olmasa almazdım’ dedin. O anlarda bu dünyada ‘sevmek’ denen eylemi en iyi yapan kişi olduğunu düşündüm. Yine o anlarda sevmek denen eylemin en güzel de sana yakışacağını düşündüm. Basit çocuksu hallerin, kaldırım kenarında yürürken ‘dikkat et düşeceksin’ derkenki endişeli sesin, bana yalanlar söylerken suratının aldığı o masum ifade… Hepsini hatırlıyorum işte.
Sana aşık olmak fikrinin başından beri yanlış olduğunu da biliyordum. Söylediğin her şeyin koca bir yalandan ibaret olduğunu öğrendiğimde bu düşüncem yerini buldu fakat ben bu şekilde vazgeçmek istemedim ki senden. Ben, beni sevmeyeceğinin bilincinde, bu aşkın karşılık bulamayacağını kabul ederek yavaş yavaş vazgeçecektim senden. Beni bir yalanda yaşattığını nereden bilebilirdim.
Babam anneme yalanlar söylemeye başladığından beri inanmadım hiçbir erkeğe. Başından beri lafı dolandırsam da asıl sebebi bu sürekli aşktan kaçmamın. Gözümü açtığımda gördüğüm ilk erkeğin yalan kavramını bana öğretmesi, kalan yaşamıma güven problemleriyle devam etmemi sağladı. Annemin de göz göre o yalanlara inanmasına içten içe sinirlendim ve asla hiçbir erkeğe inanıp kalbimi kırmasına izin vermeyeceğime dair kendime söz verdim. Sonra tuttum inanmak için seni seçtim. İyi de bir bok yedim.
Kaç kere yazdım. Önce inanmak terk ediyor bizi, sonra sevmek. Koruyoruz, çatırdıyoruz. Ne görmüş geçirmiş bir yaprak gibi romantik düşmemiz, ne kesilen bir ağaç gibi heybetli. Öyle uyuzlaşarak, kaşınarak, kendi seçimlerimizin yükünde ezilerek, pişmanlık gibi yani telafisi mümkün olmadan düşüyoruz. Düşmek ve üşümek ömrün nehirleri oluyor. Geri kalan her şeyi üstünde taşıyoruz. Bıraksam yükünü çocukluğumun ben de kuş gibi uçabilirdim. Kim bilir. Ya da belki de bundan daha derininde durmuş bir toprak olup biri üstüme bassın diye Allah’a dua ederdim.
Acının büyüğü yaşandığı anda acıtmayanından çıkıyor, biliyorum. Sana aşık olmadan önce ve yine eğer sana aşık olmasaydım senden sonra da kendime böyle güzel acılar bulurdum sağdan soldan. Onları yazardım şehvetle, anlatırdım, inanırdım, inandırırdım. Bu kadar korkmasaydım, tekrar aşık olmaktan. Diriltirdim geçen zamanları, mutluyu mutsuz, şanslıyı şanssız yapardım. Gelecek tanrınınsa geçmiş insanınmış, anlardım. Hiç değilse bir yanını tutmak mümkün olsa zamanın, böyle elimde bilet dünyanın kapısında kalmazdım.
Haddinden fazla duygusal görünmeyi her ne kadar kabul etmesem de, beni böyle biri olarak görmeni göze alarak sana defalarca aşktan bahsettim. Çünkü birine, kendi benliğinin dip sularını karıştıracak kadar sevgi duymak insanın algılarını açıyor. Dinamitlenen bir mağara duvarının yıkılışı gibi açılan kocaman oyuklara yeryüzü ve gökyüzü doluyor. On dokuz yaşında biri için, dinamitlenmek hem korku hem de umut getiriyor insana. Ya da yirmi dokuz, otuz dokuz, kırk dokuz… Fark etmez. Yetişkinsindir artık, artık dünya hallerinden haberin vardır. Orhan Veli’nin deyimiyle büyümüş, işsiz kalmış, aç kalmış, para kazanman gerekmiştir ve insanların içine girip, insanları görmüşsündür. Karşı binanın bacasında dikilen martıya bakınca, kuş türlerinin serüveni düşer aklına. Bilgin vardır gelene, gidene ve gelmeyecek olanlara dair hayatta… Kalbininin, seni durmadan kandırmaya çalışan bir soytarıdan ibaret olduğunu bilirsin. En büyük kararlarda ona güvenmemen gerektiğini ve seni huzursuz eden bıçakların ne olduğunu ona sormanın hata olacağını bilirsin. Bu yaşa kadar kirler ve kodlamalarla dolu olan kalbin, sadece kendi mevcut halini korumaya çalışan ve elinden gelse seni kuru kuru yaşatıp gebertecek kadar bencildir. Bunu bilirsin.
Bir rüzgara baktığında zihnin, bunun küçücük ve klişe bir doğa olayı olduğunu söyler. Oysa on dokuz yaşında ve aşıksan, rüzgar duştan çıkmış sıcacık bedenlerle ısınan, sonra da balkona asılan bir çift havluyu üşütmektedir. Odanın penceresinden izlediğin bu birkaç saniyenin sana bunları hissettirmesi için bedel ödemek zorundasın. Tıpkı benim gibi. Ama şiddetle tavsiye ederim.Yoksa hayatın dedikodulardan, anlattığın yalanlardan, fiş ve faturalardan, her gün yeniden başlayıp gün sonunda mutsuzluk içinde kaybedeceğin yarışlardan ibaret olur. Hayata karşı aşk duymazsan, hayatın sana dair bir şey olmaktan çıkar. Rüzgar sadece rüzgara dönüşür.
Bir çizgi film karakteri olan Cedric her bölüm şöyle der; ‘’sekiz yaşındaysanız ve aşıksanız hayat çok güzel.’’ Hölderlin ise şu cümleyi yazmıştır; ‘’Çocuk, barış durumundadır. Kendi karşısına kendi düşmanı olarak çıkmamıştır daha.’’ 19 yaşındaysan ve aşk duyabiliyorsan, hem Cedric’i anlarsın hem de Hölderlin’i…
6 notes
·
View notes
Video
youtube
Denizin Tuzu - Yaşar ✩ Ritim Karaoke (Hicaz Majör 8/8 Düyek Oryantal Bes... ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın 👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/SN6ngomC5aM ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Denizin Tuzu - Yaşar ✩ Ritim Karaoke (Hicaz Majör 8/8 Düyek Oryantal Beste Alper Arundar) ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ESER ADI : DENİZİN TUZU SÖZ GÜFTE : YAŞAR & ALPER ARUNDAR BESTE - MÜZİK : ALPER ARUNDAR USÜL : 8/8 DÜYEK ORYANTAL MAKAM - DİZİ : HİCAZ - MAJÖR ARANJÖR : ? Denizin Tuzu Yaşar Eski Yazlar (Revised) ŞARKI SÖZÜ ve AKORU B C Denizin tuzu yerlerde senin yüzün ellerde Em B Am B Bakma bana şimdi öyle dargınım sana x2 B C Döktün su elime koydun el yerine Em B Am B Başka başka yerlerde ayrıyım sana Em B Am B Şimdi başka yerlerde ayrıyım sana Em Am Em B Yalnızca yıllar mıydı geçen bizden yalnızca gözyaşı mı Em B Am B Yalnızca yalan mıydı söylediklerin dargınım sana 2x Em B Am C B Bilmem yerini yurdunu bulamam yolunu Em B Am C B Bilmem yerini yurdunu soramam yolunu Em B Am B Yalnızca yalan mıydı söylediklerin dargınım sana x4 Yaşar Doğum Mehmet Yaşar Günaçgün[1] 5 Nisan 1970 (54 yaşında) Adana, Türkiye Tarzlar Türk pop müziği Meslekler Şarkıcı ,Şair, Aktör Çalgılar Vokal, Gitar Etkin yıllar 1990-günümüz Müzik şirketi Topkapı (1996-2007) Lirik (1996-2000) Tempo (1998-2000) Seyhan (2007-günümüz) Mehmet Yaşar Günaçgün ya da bilinen adıyla Yaşar (d. 5 Nisan 1970, Adana), Türk pop müzik şarkıcısı. Diskografi Albümler, Tekliler, EP'ler 1996: Divane 1997: Divane Remixes 1998: Esirinim 2001: Masal 2002: Masal Remixes 2003: Sevdiğim Şarkılar 2003: Sevdiğim Şarkılar Remixes 2005: Hatırla 2006: Sevda Sinemalarda 2008: Dem 2008: Gençlik Marşı (Tekli) 2010: Eski Yazlar 2011: Eski Yazlar - Revised 2013: Cadde 2017: Şehir Yalnızlığı 2021: Küller Alevlenmeye Başladı/Camları Tükenmez Pencerelerin (Single) 2022: İhanet Ettin (e.e. Tansel D.) (Single) 2022: Var Mı? (Barbaros Büyükakkan ile Düet) (Single) Listeler Albüm Tekli En yüksek Türkiye Türkiye[4] Avrupa Birliği Avrupa[5] Sevda Sinemalarda "Hayırdır İnşallah" 1 77 "Sevda Sinemalarda" 3 — "Başımda Sevdan" 20 — "Kayıkçı" — — "Şarkı Halinde Kal" 17 — Çeyrek "Ebruli" 10 — Dem "Cezayir Menekşesi" 7 — Kitap Yalnızlık Dört Bin Perde, Ağustos 2003, (Şiir kitabı) Kuş Ökseleri, Akustik Şiirler, Hazırlayan: Kadri Karahan, Ocak 2013, (Şiir Kitabı) Gelen Yolcu, Öykü kitabı, Yazan: Sıtkı Silah, 'Artısı' adlı öykünün seslendirmesi (2013) Yazarlık Kral Magazin, Nezleli Karga (24.01.2007 - 09.05.2007), Haftalık Yazı Kral Magazin, Otomatik Portakal (30.05.2007 - 11.07.2007), Haftalık Yazı KAFA Dergisi, EKİM 2014, Sayı: 2, Arka Kapak yazısı KAFA Dergisi, ARALIK 2014, Sayı: 4, Yazı: An Gelir... KAFA Dergisi, ŞUBAT 2015, Sayı: 6, Yazı: f.r.i.e.n.d.s KAFA Dergisi, MART 2015, Sayı: 7, Yazı: nia nia KAFA Dergisi, MAYIS 2015, Sayı: 9, Yazı: Müzisyen olmasaydım ne olurdum BAVUL Dergisi, AĞUSTOS 2016, Sayı: 11, Yazı: Arkadaşım, Yoldaşım, Dedem: Attilâ İlhan KAFA Dergisi, MAYIS 2021 Müzisyenler Özel Sayısı: Cezayir Menekşesi Radyo Programları NEŞELİ KARGALAR - Pal FM (Levent Erim ile Birlikte) (2009) HER DEM YAŞAR - TRT FM (2011-2012) Oyunculuk 2000: Ağlayan Kadın (Ali), 2001: Kimse Beni Sevmiyor (Ruhi), 2008: Benim Annem Bir Melek (Kendisi) 2010: Yahşi Cazibe (Kendisi) 2014: Arkadaşım Hoş Geldin (Konuk Sanatçı - Otele Gelen Müşteri) 2017: Güldüy Güldüy Show Çocuk 23. Bölüm (oğlu Kerem ile katıldı, alacaklı rolünde) 2018: Murat Güneş - Beş Mevsim (video klip) Katkıda Bulunduğu Reklam Filmleri 2007: Turkcell Milli Takıma Destek (sesiyle) 2010: Pakpen 2011: Panda Dondurma 2012: Arçelik 2015: Demirdöküm Kombi 2022: Helis Serina Bodrum reklam filmi Dış bağlantılar Yaşar Resmî Web Sitesi 1 Ekim 2007 Yaşar Resmî Facebook Sayfası 18 Şubat 2021 Yaşar Resmî Twitter sayfası 26 Ağustos 2011 Yaşar Resmî Instagram sayfası 17 Nisan 2016 t Yaşar Resmî Spotify sayfası 22 Ocak 2021
0 notes
Text
Zesto Psomi (Sıcak Ekmek) – Feyza Hepçilingirler
✍🏻 M. Osman Akbaşak
https://www.gundemarsivi.com/zesto-psomi-sicak-ekmek-feyza-hepcilingirler/
Önce adı dikkatimi çekti. Kapakta sadece Feyza Hepçilingirler ve “Zesto Psomi” yazıyordu, oldukça geçmiş yıllara ait olduğu anlaşılan gemi fotoğrafı ile birlikte… Bir roman için çok iddialıydı, eğer yazarın adı olmasaydı bir kenara bırakabilirdim. Biz Ekin Yazı Dostları olarak Ocak 2015’te soğuk ve yağışlı bir kış gününde Ayvalık’ta okuduğumuz “Kırmızı Karanfil Ne Renk Solar?” romanından bu yana yazarı oldukça iyi tanıyordum. Öykü, çocuk kitapları ve özellikle Türkçe üzerine hassasiyetini vurgulayan “Türkçe Off”, “Dilim Dilim Anadilim”, “Dedim “Ah!” – Türkçe Off-2”, “Türkçe Dilbilgisi Öğretme Kitabı”, “Ama önce Türkçe!” gibi çok kitabını bildiğimden, bir anda değerli hale geldi.
Ancak konuyu öğrendiğimde biraz şaşırdım. Girit mübadillerini anlatması beni bir an bile olsa duraklattı. Son yıllarda göç ve mübadele konusunun çokça işlenmiş olması büyük çoğunluğunun edebi değerden uzak, acındırma hatta ağlatma duygusu uyandırma üzerine kurgulanmış olması beni bu konudan uzaklaştırma eğilimine sokmuştu. İlgimi toparlayan iki etken vardı. Yazarın adı, bende bıraktığı etki ve eleştirilerine her zaman çok güvendiğim değerli ağabeyim Bahri Karaduman’ın “Bu çok farklı, mutlaka okumalısın” önerisi.
Elbette aldım ve okumaya başladım. Daha ilk satırlarda ilk tedirginliğimin boşa olduğunu anladım. Yazar konuya çok sade, bilgilendirici ve merak unsurunu her sayfada canlı tutarak başlamıştı. İlk merakımı, neden “Zesto Psomi” konusunu ilk yüz sayfada bir konuşmayla giderdim:
“Eee, Öğrendin mi Türkçeyi?” demişler
O da, “Öğrendim” demiş.
“Ne öğrendin?” diye sormuşlar,
“‘Sıcak ekmek’ demeyi öğrendim” demiş.
“Ne demek o?” demişler.
Giritliler anlasın diye Rumca’ya çevirmiş adam:
Zesto Psomi.”
“E, soğuyunca ne diyorlar?” diye sormuş içlerinden biri.
Adam düşünmüş taşınmış. Verecek cevabı yok. Kestirmeden yanıtlayıvermiş soruyu:
“Bırakmıyorlar ki orada soğusun.”
Romanın akışından anlaşılacak, çok kanlı canlı, sahici yazılmış. Zaten zaman zaman başvuracağım Bahri Karaduman söyleşisinde yazar şöyle diyor: “Roman yazdığımı öğrenen arkadaşlarımdan, “Lütfen mübadele romanı olmasın,” diyenler oldu. Ama benim ‘Nasıl yazılabilir?’ diye yıllar yılı düşündüğüm bir olaydı mübadele; vazgeçmedim. Biraz farklı yaklaşmaya çalıştım. Herkesin farklı geçmişi, farklı öyküsü vardı çünkü. Olayı değil, insanı derinden kavrayarak o insanların, neler yaşadıklarını anlatmaya çalıştım.”
Burada romandan bazı örnekler verecek olursam yazarın söyledikleri daha iyi anlaşılabilir:
“Yere öylece atılır yarı boş bir pamuk hararının üstüne bağdaş kurup oturmuş yaşsız bir adamdı. Belki ihtiyardı, belki de ayağa kalkıp silkinse yirmi beş yaşında bir delikanlı olacaktı.”
“Türkiye’ye gitmek ailesi için böyle bir şey değildi, nereye gideceklerini bilmiyorlardı onlar, nasıl karşılanacakları meçhuldü, ne yapacakları, orada hayatlarını nasıl sürdürecekleri hep bilinmezlerin arasındaydı.”
“Aile böyle şenlikli bir hüzün, acıklı bir düğün havası içinde evlerini terk etmeye hazırlanırken…”
“Mezar taşını götürmeye çalışan adamın durumuna kendilerinde gülecek mecali bulamadılar…”
“Eşyaları insanın yaşadığının en büyük tanığıymış. Onlar olmayınca tüm yaşamı bütün tanıkları ile birlikte arkasında kalmış gibiydi. Geri gelmeyeceğini bildiği halde bir ev gezmesine gidiyormuş da birkaç saat içinde dönecekmiş gibi düzeni bozulmamış bir halde çıkmak istemişti evinden…”
Önce Girit’teki yaşam ardından gemi yolculuğu, son olarak da Ayvalık’taki yaşam bütün içtenliği ve sahiciliği ile okuyucuya aktarılmış. Çok doğal olarak gemi yolculuğundan itibaren romana derin bir hüzün duygusu hâkim oluyor, bunun kaçınılmaz olduğunu kabul etmek gerekiyor. Ailenin Ayvalık’a yerleşmesinden sonra yine acısıyla, hüznüyle ama yeni bir yaşamın da getireceği düzenle devam ediyor.
Bu romanda ben birkaç konuda bilgilendim. Bunlardan biri “Madinada” dedikleri Girit manileri. Bu konuda söyleşide yazar şöyle diyor:
“Hemen her konuda “madinada” dedikleri manilerle atıştıklarına epeyce tanık oldum. Eşim o manileri bilir ve yeri geldiğinde söylerdi. Romanı yazarken de hayattaki tek Giritli olan eşimin ablasına sorarak doğruladığım maniler oldu.”
Diğeri de “Erotokritos”, bir Girit destanı… Bu sıradan bir kitap değil. 1553 yılında doğan Venedik kökenli, Giritli, Aristokrat bir ailenin oğlu olan Vitsentzos Kornaros’un ortalama on beş heceli 9960 civarında mısradan oluşan aşk, dostluk, cesaret ve vatanseverlik konularında yazılmış destansı bir şiir. Bugün bile birçok Giritli tarafından bazen Girit kemençesi “Lira” eşliğinde ezbere söylenmektedir. Çeşitli dünya dillerine çevirisi yapılmıştır. (Kitabın önsözünden)
Bu kitap Lozan Mübadilleri Vakfı tarafından, 2011’de “Bir Girit Destanı” alt başlığıyla Türkçesi ve Rumcası ile birlikte Prof. Dr. Hakkı Bilgehan çalışmasıyla yayımlamış. Ben bunu okuyunca kitabın peşine düştüm. Ancak az sayıda basıldığı için sahaflarda dahi bulamadım. O zamanlar Lozan Mübadilleri Vakfı yöneticilerinden olan değerli Aristonikos Okuma Grubu arkadaşımız Nevil Gündoğdu’da olduğunu öğrenince, ödünç alarak bilgisayarda taradım ve arşivime aldım. Kendisine teşekkür ediyorum.
Erotokritos üzerinde neden bu denli durdum; Roman kahramanlarından biri bu destanı elinden hiç bırakmıyor, hatta Türkiye’ye gelirken bütün zor koşullara karşın yanında getiriyor. Gerisini Feyza Hepçilingirler’in söyleşisinden okuyalım:
“Babaannem Girit’ten gelirken yanında getirmiş Erotokritos’u. Gerçi babaannemin okurken kitaba bakmasına gerek yoktu; koskoca kitap ezberindeydi. Girit’ten getirilen o kitap şu anda bende. Erotokritos önemliydi; Giritlilerin güç aldıkları bir dayanaktı.”
Romanda çokça aşk öyküsüne tanık olacaksınız. Bir kısmı yaşanan yerin gereği olarak bir taraf Türk, bir taraf Rum olan… Bunlardan birinin sonunu merakla beklerken son sayfalardan küçük bir ipucum var. Nereden alındığını eminim çok iyi bileceksiniz. Tiyatro deyimiyle “spoiler” yerine sayın.
“Sevgi neydi? Sevgi sahip çıkan dost, sıcak insan eli, insan emeğiydi. Sevgi iyilikti, sevgi emekti…”
Sonuç olarak; Bütün önyargımı darmadağın eden bir Girit ve mübadele romanı okudum. Mübadele ile uzak yakın ilgisi olan ya da sadece merak eden herkese kesinlikle öneriyorum.
Feyza Hepçilingirler’i böyle bir konuyu bütün duygusal hassasiyeti aynı zamanda gerçekliği ile bu denli başarılı bir şekilde aktardığı için yürekten kutluyorum. Kalemine sağlık…
M Osman Akbaşak
0 notes
Text
Her gün biz kahvemizi içerken Öykü'ye de atıştırmalık bir şeyler veriyoruz ceviz dut çilek vs yiyebileceği ne varsa . Gün içinde
"Anne gave içelim mi? "
"Anne gave yapalım mı?
"Hadiii gaveee saatii"
" Ne zamanııı? Gaveee zamanııı"
Gibi cümleleri sık duyarız kızımdan. :)
Bugün kahve ritüelimize seviye atlatıp önden hazırlık yapmış mutfak tezgahına bırakmış :) (büyüyorsun çocuk)
Öykü: 2.5 yaşında ve tam bir kahve bağımlısı :)
"Türk mü? , Yade mi? (Sade mi?), nes mi? (Nescafe) , fitre mi? " :))
0 notes
Text
KKTC'de 59. Türk Pediatri Kongresi yapıldı
https://pazaryerigundem.com/haber/173776/kktcde-59-turk-pediatri-kongresi-yapildi/
KKTC'de 59. Türk Pediatri Kongresi yapıldı
Orzaks İlaç, 22-26 Mayıs tarihleri arasında KKTC’de gerçekleşen 59. Türk Pediatri Kongresi’nde ana sponsorlardan biri olarak yer aldı.
İSTANBUL (İGFA) – Türkiye’deki en eski ve en köklü pediatri derneği olan Türk Pediatri Kurumu Derneği’nin düzenlediği ülkemizdeki en yüksek katılımlı tıp kongrelerinden biri olan Türk Pediatri Kongresi’ne bu yıl 2 bin pediatri hekimi katıldı. 6 farklı salondaki yoğun toplantıların yanı sıra katılımcılar için Beslenme, Bağışıklama, İnteraktif Pediatrik Acil, Çocuk Yoğun Bakım, Pediatrik Dermatoloji ve Alerji kursları düzenlendi.
Orzaks İlaç, bu seçkin kongrede yeni ürünü ‘’Odağım Sen’’ bakış açısıyla, Ocean Cogniven’i tanıttı. Kongre için çocukların varlığına dikkat çekmek ve hekimlerin çocukluk anılarını kalıcı hale dönüştürmek adına “Pediatristlerin Kaleminden Çocukluk Öykülerimiz” isimli bir öykü yarışması düzenlenmişti. Yarışmaya katılan tüm öyküler Orzaks İlaç’ın basım sponsorları arasında olduğu bir kitapta toplanarak kongrede armağan olarak dağıtıldı.
“Yaşamımızın Düşsel Köyü” kitabının imza günü, Türk Pediatri Kongresi 2024 yılı Kongre Başkanı olan aynı zamanda kitabın editörlüğünü yapan Prof. Dr. Özgür Kasapoçur’un katılımıyla Orzaks İlaç standında gerçekleşti. Orzaks İlaç, Prof. Dr. Burak Doğangün’ün anlatımıyla ‘Beynin Yolculuğu: Dikkat, Odak ve Ötesi’ başlıklı uydu konferansın sponsorluğunu da üstlendi. Aynı zamanda Doğangün’ün bebeklikten yetişkinliğe ruh sağlığına geleneksel ve modern bir bakış açısını ele aldığı ‘’Geleneksel’’ kitabının imza günü Ocean Cogniven sponsorluğunda gerçekleşen bir başka önemli etkinlik oldu.
Ülkemiz tıp dünyasının en etkili kongrelerinden Türk Pediatri Kongresi’nin sponsorları arasında olmaktan mutluluk duyduklarını ifade eden Orzaks İlaç Pazarlama Müdürü Alev Uludağ, “Çocuklar Masumdur” temasıyla gerçekleşen kongrede B1, B2, B6, B12 vitaminleriyle zenginleştirilmiş Türkiye’de ilk ve tek özel formülasyona sahip gıda takviyesi Ocean Cogniven’i hekimlerimize tanıtma imkanı bulduk. Ayrıca kıymetli hocamız Prof. Dr. Özgür Kasapoçur’un editörlüğünü yaptığı “Yaşamımızın Düşsel Köyü” kitabının basım sponsorları arasında olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. İmza gününe ve standımıza olan yoğun ilgilerinden dolayı tüm katılımcılara teşekkür ederiz.” dedi.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
"Aslında Her Şey Yolunda" -Mı Acaba?
Duygu Terim'in kaleme aldığı hikayelerden oluşan "Aslında Her Şey Yolunda" adlı kitapta, hayatın içinden, yolunda gibi gözüken ama yolunda olmayan, içinde olunmanın istenmeyeceği, hayat insanı illa oralara savuruyor mu nasıl engel oluruz denilebilecek çeşitli durumları, olayları, en önemlisi de realist bakış açısıyla mutlu sona bağlanmayan çok insani hikayeleri okudum. İnsanların yalnızlıklarını, çaresizliklerini, mecburiyetlerini, suskunluklarını, hayal dünyasına kaçışlarını, pişmanlıklarını okumak gerekiyor. Kurgu karakterler de olsa sonuçta bir büyülü gerçeklik romanı ya da fantastik öykü olmadığına göre herkesin başına gelebilecek şeyler. Devler, periler, cüceler, konuşan eşyalar, uçan insanlar olsa hayal ürünüdür evet ama bence bu kitap hayat ürünü. Yani gözlem olabilir, çok okumak, analiz etmek olabilir ama hiç yabancısı değiliz okuduğumuz karakterlerin ya da bazılarının yabancısı olmak o karakter olmamak için okudukça yeniden okuyoruz. Neyi yaşamak istemediğimizi okuyoruz. Dolayısıyla uyutan peri masalları yerine uyandıran hikayeler yeğdir. Ya da belki de uyandıktan sonra okuduğumdan daha da bir okudukça uyanma hali geldi. Hepsinden bahsedeceğim.
Sanırım önce kitaptan nasıl haberim olduğundan yani kitabı okuma yolculuğumun en başından başlamam gerekiyor. İnstagrama çok sık geri dönüş yapmam donuk unuturum genelde, kaydedilmeye değer hatıra varsa ya da sonradan anlam veremeyip pişman olacağım çözemediğim her şeyi iyi görme hali, enerji patlaması yaşamıyorsam aklıma gelmez neyse çok uzatmayayım uzattım da zaten. İşte geçenlerde bir geri dönüş yaşadım kitaplık sayfama o sırada Gümüşlük Akademisi'nden tanıdığım, orada yanında ağladığım, dertleştiğim, benim için çok değerli, yanında şiir ödevlerimizi yazdığım (o sıralar şiir okumaya ve yazmaya merakım vardı sürüklediğini yaşayınca şiirle de araya mesafe koydum, yazmayalı, yazmaya gerek duymayalı epey zaman oluyor) Duygu Terim ablanın yeni kitabı çıktığını gördüm, kitap hakkında yazılan yazıyı okudum, merak ettim, kitabı önceden bekleyen kitaplarımla birlikte tamamladım sipariş ettim, kitap geldiğinde ayraç ikinci öykü olan "Muntazam Çizgi" öyküsünde olduğundan açar açmaz ilk önce ikinci öyküyü okumuş oldum. İlk öykü "Kocamın Güneşi Terazi Burcunda" onu artık ikinci öyküden sonra okudum. Önce kısaca bütün hikayelerdeki insanlık hallerinden bahsedip daha sonra tek tek başlıklarıyla her hikayeden okurken benim ekranda yansıyanlarla bahsetmeye çalışacağım çünkü unutmak istemiyorum çıkardığım dersleri. Hepsinden kısaca bahsetsem de daha sonra 6 hikayeyi ayrıntılı yazacağım. Kitaptaki sırayla yazarsam "Kocamın Güneşi Terazi Burcunda" ile başlayabilirim. Kendi okuduğum sırayla; Muntazam Çizgi, Kocamın Güneşi Terazi Burcunda, Karşı Kaldırımdakiler, Küçük Kayalar, Hadi Elif Kendine Gel ve Lavinia.
Kitabın arka kapak yazısındaki ifadeyle; "Ankara sokaklarından Ege kasabalarına, şehrin göbeğinden dağ köylerine yolculuklarına tanıklık ediyoruz." Kimlerin ? Yine arka kapak yazısından alıntıyla; "kendisiyle uzlaşamayan, toplumla uyuşamayanların"
"Kocamın Güneşi Terazi Burcunda" öyküsünde, aldatılan kadının salağı oynayarak endişelerinden ve hüzünlerinden örülü içsel monologları, "Muntazam Çizgi" de evlendikten iki yıl sonra, bebeğini doğmadan kaybettikten dört ay sonra tek başına, dört günlük bir kaçış planıyla, kocasından her şeyden uzaklaşan yemek masasında papatya çayı içemeyerek atlatamayacağını düşündüğü şeylerden kaçan ve içindeki çocuk sevgisiyle etrafta oynayan küçük bir çocuğu izlerken kocasından uzak bir otelde yabancı bir adamla ve onun oğluyla baş başa kalan Aslı'nın hikayesi, "Bambaşka Bir Şey" de hayal aleminde yaşayan bir okuyucu, Charlotte Perkins Gilman'ın aynı adlı öyküsünden esinlenilerek yazılmış, "Sarı Duvar Kâğıdı" öyküsünde, birbirinden farklı koşullara sahip annelik halleri, yaşantıları, "Karşı Kaldırımdakiler" hikayesinde, muhabir Altan ile eşi Ayla'nın boşanmak üzere olduğu hayatları, "Küçük Kayalar" öyküsünde, tecavüz, tecrit edilme, susturulma, akrabalık ilişkileri gereği susulan kötülüklerin müsebbibi ikiyüzlü bireylerin eleştirisi, şehirde okuyup köye döndüğünde anlaşılmayan "Melike" öyküsü, "Ölüm Makamı" öyküsünde huzur evinde devam eden şarkılarla örülü öykü, eşi Yavuz ile boşanan ve annesinin baktığı kızı Doğa ile yaşayan, annesinin evinin her şeyine karıştığı, evlendiği kişiyi de, evlendikten sonra boşanmasını da onaylamayan annesinin dırdırıyla, boşandığı kocasının evdeki anılarıyla baş etmeye çalışan, içsel boğuşmalar yaşayan iş kadını Elif'in yaşamından kesitlerin anlatıldığı, "Hadi Elif Kendine Gel" hikayesi, "Konuşacaklarımız Var" öyküsünde babasının yazdığı yazıyı yıllar sonra bulan ikiz kardeşlerin yaşantısı, "Ayrıntılar" öyküsünde çarpık ilişkilerin sıradanlaştırılması, "Macgyver Bile Durduramaz" öyküsünde içinde iki kişiyle yaşayan ve yıllar sonra sevdiği kız ile karşılaşan aslında izlemeyi sürdürdüğü kızla karşılaşan adamın hikayesi derken ... ve "Lavinia" çok hasta olan ölmek üzere olan genç kadının hikayesi. Vücudundaki sabıkalı hücrelerin sağlıklı olanları yok ettiğini ve 2 ayı kaldığını öğrendikten sonra tedavi olmak yerine, içindeki saatli bombaya teslim olmayı seçip, kaybedeceği tek şey hayatı olduğundan gözünü karartıp, şimdiye kadar saklandığı sert kabuğunu elleriyle kırmaya karar verip, iki gece üç gün tatil için ıssız bir otele gitmeye karar vererek yola çıkar ve orada ölmeden önce gölgesini bulur. Gölgesi de ardında bırakmaktan üzülmeyeceği, hayatı umursamayan biri olunca ölmek üzereyken belki de ölümün yaklaşmasının pervasızlığıyla belki acılarına hazzın karışmasının esrikliğiyle gölgesine dönüşür. Son hikaye "Lavinia" da diğer öykülerde olmayan sanatsal giz demem doğru olur mu ya da teorik olarak "Metinlerarasılık" olarak Ülkü Tamer'den şiir var.
0 notes
Text
Yazdıklarıyla popüler kültür ve edebiyat alanına yenilik getiren Bechdel’in, anababasının izini sürdüğü nefes kesici bu ikinci kitabında, Annem Sen Misin?’de (ilk kitap cenaze evi / şenlik evi) konu hevesli bir okur, klasik müzik dinleyicisi ve amatör oyuncu olan annesi çevresinde dolanır. Eşcinsel olduğunu saklayan bir kocayla mutsuz bir evlilik yürüten, çocukluk yıllarında sanata olan tutkusu içten içe kaynayan ve kızı yedi yaşındayken ona dokunmayı, iyi geceler öpücüğü vermeyi tamamen bırakan bir anneyle karşılaşırız. Bechdel, anneyle kızı arasındaki bu uçurumun kırılgan bir anlaşmaya doğru nasıl yol aldığını çizgilerle anlatır. Çok katmanlı bu öyküde, ikonlaşmış yirminci yüzyıl psikanalisti Donald Winnicott’un ilgi çekici yaşamıyla Bechdel’in yetişkinlik dönemindeki aşk ilişkileri okura yol gösterir. Keyifli ve dokunaklı anlatı yetenekli anne ve yetişkin çocuk ilişkisini yeniden düşünmenizi sağlayacak.
Alison Bechdel, yayınlandığında Time, Entertainment Weekly, New York Times, People, USA Today, Los Angeles Times, Village Voice ve San Francisco Chronicle gibi birçok gazete ve dergi tarafından yılın en iyi kitabı olarak nitelenen ve çok satan anı kitapları listesinde yeralan Cenaze Evi / Şenlik Evi’nin yazarıdır (BilgeSu Yay., 2010). Bechdel’in yirmi beş yıl boyunca ürettiği «Dikkat Edilecek Ablacılar» adlı çizgi bantları, eşcinsel karakterlerin yer aldığı modern hayatın görsel bir kaydı olup, Ms. dergisi tarafından *çizgi roman türünde seçkin eserlerden biri* olarak tanıtılmıştır. Bechdel, ayrıca, En İyi Amerikan Çizgi Öyküleri 2011 adlı kitabın editörlüğünü yapmıştır. Slate, McSweeney, Entertainment Weekly, Granta ve New York Times Book Review için de karikatürler çizmiştir.
*Annem Sen Misin?, dahice ve insancıl bir çalışma. Cesaretle konunun can damarını buluyor ve neden, olduğumuz kişi haline geldiğimizi açıklıyor. Aynı zamanda çok da komik ve görsel olarak çarpıcı. Sayfalarını çevirmeye doyamayacağınız içler acısı bir öykü.*
Jonathan Safran Foer / aşırı gürültülü ve inanılmaz yakın, her şey aydınlandı kitaplarının yazarı
*Çoğumuz annelerimizin yaşanmamış hayatlarını yaşıyoruz. Alison Bechdel bunun hakkında bir çizgi roman yazdı. Sanki Virginia Woolf tarafından yazılmış bir çizgi roman gibi. Okumadan inanamayacaksınız ama okumalısınız.*
Gloria Steinem
*Bechdel, dikkat çekici annesiyle ilişkisini altüst eden kaçırılmış bağların birbirine dolaşmış örgüsünü başlangıcından itibaren cesurca irdeliyor. Rahatsız edici bir geçmişin tuzağından kurtulmak için Virginia Woolf’dan D. W. Winnicott’a (araştırmaları sırasındaki iyi kalpli peri babası, ünlü psikanalist kuramcısı) kadar birçok insanı anlatısına yerleştiriyor. Sonunda yalın olduğu kadar parlak bir şeye ulaşıyor: Zarafetle noktalanmış bir uyum ve sevgi.
Lawrence Weschler
GRAFİKROMAN
0 notes
Text
100. Maymun Kim? Bu etkiye ilk denk geldiğimde sanki üç küçük kuzucuk ya da domuzcuk diye anlatılan sıradan bir çocuk masalı gibi bir öykü zannetmiştim. Fakat okuyup üzerine biraz düşününce oldukça mantıklı bir fenomen olduğunu hissettim. Peki nedir bu 100. Maymun etkisi? Efendim bu tanım, 1950'li yılların başında bir Japon adasında genç bir dişi maymunun davranışlarını izleme konulu bir dizi araştırmaya dayanıyor. Yediği tatlı patateslerin üzerindeki kum ve çamur parçalarından ötürü tadını beğenmeyen 1. Maymunumuz, bir gün aklına parlak bir fikrin gelmesiyle patatesleri yemeden önce bir derede yıkamaya karar verir. Buraya kadar her şey normaldir. Zira münferit bir davranış olduğu aşikar... Araştırmacılar maymunlar arasında da sosyal öğrenme diye bir yöntemin olduğunu henüz bilmemektedir. Onu izleyen 2. Maymun da aynı şekilde topraktan çıkardığı patatesleri tıpkı birinci maymunun yaptığı gibi derede yıkayıp yemeye başlar. Bu durum şaşırtıcı olsa da araştırmayı yürütenler hâlâ tesadüfün etkisi altındadır. Gelin görün bir süre sonra 3. 4. 5. derken 99. Maymun da aynı davranışı modellediğinde işler biraz garipleşmeye başlamıştır. Gözlemlerini sürdüren araştırmacılar 100. Maymundan sonra oldukça şaşırır. Çünkü adada bulunan yüzlerce maymun aynı anda yani 100. Maymundan sonra hepside patateslerini yıkayarak yemeye başlamıştır. Yani araştırmayı yürüten uzmanların asıl dikkatinin çekildiği yerde burasıdır. 100. maymunun bu davranışı kopyalamasıyla bir gecede bunun bir fikir olmaktan çıkıp bir yaşam tarzına dönüşmesi... Aniden adada yaşayan ve davranışa henüz şahit olmayan maymunlarda bile yerden çıkan patatesin yıkanarak yenmesi bir norm olarak kabul edilmiştir. Bu noktadan sonra 100. Maymun etkisi ulaşılan 'Kritik noktayı ifade eden bir fenomen olarak kabul edilmiştir. Benim buradan çıkardığım sonuca gelirsek; kendi başımıza öğrendiğimiz, öğretilmiş, veya modellediğimiz doğru bir sözü, davranışı yapmayı sürdürmek oldukça önemlidir. Doğruyu söyleme, yanında olma, onu savunma işi ile belki de her şeyin değişeceği kritik noktada duran 100. Maymun bizden başkası değildir. Olamaz mı? Neden olmasın!
Sağlıcakla kalın /içaforiz
0 notes
Text
Sen benim hangi yanımdın...
Şair yanım, öykü yanım, suskun yanım,
git yanım...
Hangi yanım sevdi seni..
Duman yanım, gece yanım, hüzzam yanım,
kaç yanım...
Yüreğinde yer vermiş mi sorsana,
duru yanım, çocuk yanım, uzak yanım,
sus yanım..
Hangi yüzle sevdim seni,
yüzsüz yanım, arsız yanım, suç yanım.
Dağıldım yaşamlardan, topla beni,
diyemem...
Toplasan da ben eksiğim her yerimden.
Demlenirken her yanım bir köşede,
hangi yanım yazdı sana....
Özlem yanım, hırçın yanım,
sen yanım...
Öyle uzun uzun yazmasan da olur
sen kısaca özledim de
ben uzun uzun okurum nasıl olsa..
Alıntı
0 notes