#Çağda Türkmen
Explore tagged Tumblr posts
Text
Marinos Sariyannis, E. Ekin Tuşalp Atiyas – Osmanlı Siyasal Düşünce Tarihi (2025)
Marinos Sariyannis’in bu kitabı, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan 19. yüzyılın başlarına kadar geçen süredeki siyasi düşünceyi kapsamlı bir şekilde ele alan önemli bir çalışmadır. ‘Başlangıcından On Dokuzuncu Yüzyılın Başına Kadar Osmanlı Siyasal Düşünce Tarihi’ (‘A History of Ottoman Political Thought up to the Early Nineteenth Century’), bu dönemdeki Osmanlı siyasi düşüncesinin sadece…
View On WordPress
#2025#Çağda Türkmen#Başlangıcından On Dokuzuncu Yüzyılın Başına Kadar Osmanlı Siyasal Düşünce Tarihi#E. Ekin Tuşalp Atiyas#Marinos Sariyannis#Osmanlı Siyasal Düşünce Tarihi#Selenge Yayınları
0 notes
Text
New Post has been published on Genelbilge.com | nedir, tanımı, anlamı, nasıl yapılır, rüya, tabiri, kimdir, biyografi
New Post has been published on http://www.genelbilge.com/turk-hali-sanati.html/
Türk Halı Sanatı
Türk el sanatları içerisinde büyük bir önem taşıyan halı sanatının ülkemizde eski zamanlardan beri oldukça büyük bir önemi vardır. Genellikle eski zamanlarda duvara süsleme olarak asmak için ipekten kısa tüylü olarak örülür ve kullanılırdı. İlk dokuma halılarının Orta Asya’da yaşamakta olan Türkler tarafından yapıldığı bilinmektedir.
Türk ipek halıları dünyaca da çok önemlidir. Türk halılarını diğer ülkelerin halılardan ayıran özellik en fazla renkleri ve iplerinin çeşitliliğidir. Türk halılarında desenler ve kullanılan figürler oldukça özgündür. Türk halılarında hayvan figürleri çok fazla kullanılmamakla birlikte, motif desenleri ve farklı geometrik desenler kullanılmaktadır. Türk halılarına en fazla özen gösterilen devir Selçuklu zamanında bir de Osmanlı zamanında olmuştur.
İlk Türk vatanı olan Orta Asya (özellikle verimli sahaların bulunduğu Doğu ve Batı Türkistan), dünya medeniyet tarihinin en önemli merkezlerinden biridir.
Anav kazıları yerleşik ve yarı göçebe bir kültürü ortaya çıkarırken; I., II., III. Ve IV. Kurgan kültürleri arasında bulunan M.Ö. 8000 yıllarına ait taştan el değirmenleri, iplik bükme aletleri, kilden ve taştan ağırşaklar, tezgahlar ve dokuma parçaları ile Türkistan’ın Anav medeniyetine ait geçmiş kültüründen daha eski bir çağda 2000 yıl devam etmiş olan bir medeniyetin, dokuma sanatının hayali ile karşılaşıyoruz. O zamanlarda kadınlar iplik büküyor, dokuma yapıyor ve geçmiş zamanlardan miras kalan boyalarla yünü boyuyorlardı. Günümüzden 11000 yıl önceye tarihlenen Anav medeniyetinin kıdeminden daha eski bir kıdem hiçbir kültür ve medeniyete verilemediğine göre Türkler, insanlık tarih ve medeniyetine; atı ehlileştiren, medeni işleyen millet olmaktan başka ilk halı, kilim, zili, şat, varda gibi dokuma sanatlarını armağan eden millettir. Bilhassa Doğu Türkistan, dünya medeniyet tarihinin en önemli merkezlerinden biridir. Ayrıca S. V. Kiselev’in Altay ve Sayan dağlarında yapmış olduğu kazılarda IX-VIII. yüzyıllara ait Türk mezarlarını ortaya çıkarmıştır. Bu mezarlar M. Ö. 800-700 yılları Türklerine ait eşyalarla, halı ve diğer yaygı türü dokumalarla doludur. Yine Nouin-Ola’da bulunan duvar halısı ve keçe işleri ile Anadolu Türkmen halı dokumaları da dikkati çekecek bir benzerlik içindedir. Altay eteklerinde Bisk mevkiindeki Pazırık buluntularında atlarla birlikte ele geçen eğerlerin etrafının genellikle sarkan kordonlar veya püsküllerle süslenmiş olması, Türk halı sanatının en güzel bulgularını veriyordu. Tüm bu özellikler bütün Orta Asya çadır sanatının özellikleriyle aynen çakışıyordu. Doğu Türkistan’da Lou-lan’daki buluntularla Kerkal kurganlarında bulunanlar gene geleneksel Türk Kültürünün izlerini taşımaktadırlar.
Bu kurganlarda da taş ağırşaklar ölünün ayak ucunda bulunmuştur. Ağırşakların kadın cesedinin ayak ucunda bulunuşu, Türklerde halı ve diğer yaygı türü dokumaların kadınlar tarafından yapıldığının bir delilidir. M.S. VIII. yüzyılda yazılan Çin Tu-yan ansiklopedisinde M.S. V. yüzyılda Çin ile ticaret yapan Suğdak (Soğd) ülkesine Türkmen ülkesi denmesi, Türkmenlerin o yüzyıllarda İranlı Sogal ve As(Alan)larla yanyana yaşadığını göstermektedir. Türkmenler, halı sanatını komşularına farklı bir sitilde öğretmişlerdir. Eski bir Türk sanatı olan halıcılığın, M.S. XI. asıra kadar muhafaza etmiş olan Hazarlarda da Göktürklerde olduğu gibi çadır sanatının ileri ayrılmaz bir parçası olduğunu görüyoruz.
İbnatham Ak-küfi tarihinde; bir savaşta Hazar Türklerinden Arapların eline geçen arabalı çadır (Derme ev) hakkında şöyle denilmektedir :
“Bu arabaya Hazar şivesinde Edade ya da Aleda da denir. Bunun her tarafı halılarla döşeli olup üzerinde altın-ipek dibaç ile örtülü kubbe yükselir” . Bütün bunlar, Hazar Türklerinde halı dokumacılığnın diğer Orta Asya Türk boylarında olduğu gibi yaşantılarının ayrılmaz bir parçası olduğunu göstermektedir. Diğer Türk topluluklarından olan Uygurlarda, Suvarlarda dokumacılık çok ileridir. Halı dokumacılığı Türklerin sadece günlük yaşantıları değil, hemen bütün sosyal yaşantılarına, yapıtlarına kadar girmiştir.
Çünkü yurtların veya evlerin döşenmesi ve süslenmesi, halılar, kilimler, yün veya ipek dokumalarla sağlanırdı. Çamurla sıvanmış yere hasırlar yayılır, halılar da bunların üstüne serilirdi. Ayrıca çadırların içi, güneş sıcağından korunmak üzere halılarla dublelenirdi. Halı dokumakta kullanılan teknik, heybelerin, atların haşalarının, döşek ve yorganların kilimlerin yapılmasında da kullanılırdı.
Turfan, Kara Hoça, Hotan gibi eski Türk şehirleri ile Türkistan ve Horasan şehirlerinde bulunan halılar, Türk halı sanatında kullanılan üslup ve teknik hakkında kesin bilgiler vermektedir. Aurel Stein, sitayişle bahsettiği bu Türk halıları ile ilk halı dokumacılığının Türkler tarafından yapıldığını vurgulamaktadır.
Kuçar’da Uygur tapınağı kalıntıları arasından gün ışığına çıkarılan halı parçasını inceleyen Falkenberg, “beşinci ve altıncı yüzyıllarda Türklerde oldukça ilerlemiş teknikte işlenen halı sanatının varlığını” kabul ediyor. Halıyı incelediğimizde, keçi kılından yapılmış olduğunu görüyoruz. Üzerindeki motif ise, ejder kuyruğudur. Ve yine karakteristik eski Türk halılarında kullanılan kırmızı (bakır), sarı ve kurum rengini bu halıda görebiliyoruz. Orta Asya Türk halı tekniğini incelediğimizde, birbirinden ayrı iki sistemle karşılaşıyoruz. Biri atkı ile yapılan çok basit şekildir ki asıl teknik düğümlü dokuma şeklidir.
Ana yurdun çeşitli kaynaklarından Moğollara kadar takip edebildiğimiz çok köklü bir geçmişe sahip Türk halı dokumacılığını Anadolu’da aynı özelliklerle izliyoruz. İlk yurtlarında en eski dokuma ham maddeleri olan yün, keten, ipek ve pamuğu halı dokumacılığında büyük bir ustalıkla kullanmış olan Türkleri, ata mesleği olan bu sanatı Anadolu’da Selçuklularla en üst seviyeye çıkarmış olarak görüyoruz.
Çatal Höyük kazılarında M.Ö. 6000 yılına tarihlenebilen mabet duvarlarında renkli duvar halılarının bulunuşuyla, şimdi olduğu gibi Neolitik devirde de Anadolu’nun verdiği en tipik örnek olduğu görülmektedir. Ve yine bütün bu noktalardan anlaşıldığı gibi, boyacılığın da o devirde bilindiği görüşüne varılmaktadır.
Çatal Höyük kazıları, Türk halıcılığının pek eski geçmişini ortaya çıkarmakla kalmamış, Türk halı dokumacılığının başlangıcını da düşünülenden çok daha geriye götürmüştür. Çünkü Çatal Höyük kazılarında elde edilen halı dokumaların bu seviyeye gelebilmesi için halı dokumacılığının birçok aşamalar geçirmesi gerekmektedir. Bu ise ilkel topluluklarda binlerce yıl demektir. Prof. Garstang tarafından Mersin yöresinde Yümüktepe ve Soğuksutepe kazılarında Kalkolitik devir katında yaklaşık olarak M.Ö. 2800 yıllarına ait taştan tezgah ve tezgah dokuma yeri bulunmuştur. Tokat’ın Erbaa ilçesi yakınındaki Horoztepe’de bulunan Tunç Devrine ait kirman ile Alacahöyük’ten çıkarılan Bakır Çağı yapısı altın başlı gümüş kirman, Orta Asya Türk mezarlarından çıkan kirmanların aynılarıdır.
Ankara Selçuklu Halıları
Elimizdeki gerçek Türk düğümlü halıların, ilk kez Anadolu Selçukluların başkenti Konya’da bulunmuş olması, çok önemli bir temellendirme olanağı sağlamaktadır. Anadolu’da Türk halı sanatı, 13. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar düzenli ve sürekli bir gelişme göstermiş, her gelişmede ise yeni yeni halı tipleri ortaya çıkmıştır. Bu gelişme zincirinin ilk büyük halkası ise Anadolu Selçuklu dönemi halıları olmuştur. Bu halıların Konya Alaeddin Camii’nde bulunmuş olan sekiz tanesi, bugün İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndedir. Bundan başka Beyşehir Eşrefoğlu Camii’nde bulunan üç halının ikisi Konya Müzesi’nde, uzun zamandan beri kayıp olarak bilinen bir tanesi de İngiltere’de keir Koleksiyonu’ndadır. Ayrıca, Mısır’da (Fustat) bulunan 100’e yakın parça içinde yedi tanesi, Selçuklu halısı olarak belirlenmiştir. Bunlar bugün İsveç müzelerindedir. Türk halı sanatının ilk parlak dönemini tanıtan bu 18 halı, zeminde sonsuz biçimde sıralanan çeşitli geometrik ve stilize bitkisel motifler, olgun renkler ve belirleyici özellikleri olan iri kufî yazılı kenar şeritleriyle büyük bir yaratıcı gücü yansıtırlar. Kaynaklarda hayranlıkla söz edilmeleri ve dışarıya ihraçları da üstünlüklerinin bir başka kanıtıdır.
Türk halı sanatına 14. yüzyılın başından itibaren, stilize hayvan figürlerinin süsleyici motif olarak katıldığı görülür. ilk örneklerini daha 14. yüzyıl başında Avrupalı ressamların yapıtlarında gördüğümüz bu halıların orijinallerinin de bulunması, Türk halı sanatında ikinci bir dönemin başladığını göstermektedir. Bu halılarda, hayvan figürlerinin yanı sıra, Selçuklu halılarındaki bazı geometrik motifler, özellikle kufî yazılı kenar şeritleri kullanılmaya devam edilmiştir. Bu yolla birbirine bağlanarak gelişen halı tiplerinin ilk örneği verilmiştir. Hayvan figürlü halılar, Türk halı sanatının gelişme zincirinin ikinci halkasını oluştururlar. Bu zinciri 15. yüzyıla uzatan en önemli örnekler, Doğu Berlin’deki Ming Halısı, Stockholm’deki Marby Halıları ile İstanbul ve Konya’daki kuş figürlü halılardır.
15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Avrupa resimlerinde görülen hayvan figürlü halıların yerini, geometrik ve soyut bitkisel motifli örnekler almaya başlar. Hayvan figürleri kaybolur, örnekler kare ya da dikdörtgen bölümler içine yerleştirilen sekizgen ve baklava biçimlerini dolgular. “ilk dönem Osmanlı halıları” adı altında topladığımız bu örnekler, ilk kez İtalyan ressamların tablolarında görülmesine rağmen, halı literatürüne yanlış bir biçimde Alman ressam Holbein’ın adıyla geçmişlerdir.
Holbein Halıları dört tipe ayrılmaktadır. Birinci tip, soyut bitkisel motiflerden oluşan baklavaların kaydırılmış eksenler üstüne alternatif olarak yerleştirilişini verir. Kenar şeridi olarak kullanılan örgülü kufî yazı da Selçuklu geleneğini sürdürmektedir. Aynı şemada olan ikinci tip ise geometrik motiflerin yerini tümüyle soyut bitkisel motiflerin almasıyla seçkinleşir. Holbein aslında bu halı tipini hiç resimlememiştir. Buna karışlık, Venedikli ressam Lorenzo Lotto tarafından resimlendiği için, son zamanlarda halı literatüründe Lotto Halıları olarak adlandırılırlar. Bu iki tip halının, daha sonraki Uşak halıları ile olan teknik ve motif benzerliklerinden dolayı, Uşak bölgesinde yapılmış oldukları kabul edilir. Üçüncü tipteki halılarda ise, eşit büyüklükte kare ve dikdörtgenlerin üst üste sıralandığı bir bölümlemeyle karışlaşırız. Bu nedenle üçüncü tipteki örnekler hayvan figürlü halıların kompozisyon düzenine bağlanırlar. Ortada yer alan sekizgenin içinde de yıldız ya da girift geometrik biçimler bulunmaktadır. Dördüncü tip halılar ise bir önceki tipin değişik bir çeşididir. Büyük bir sekizgenin çevresinde daha küçük sekizgenlerin gruplaşmasını vermektedir. Geometrik biçimler ve özellikle kufî yazıdan geliştirilmiş kenar şeritleri, Selçuklu geleneğini yaşatmaktadır. Üçüncü ve dördüncü tip halılar, Bergama bölgesinin ürünleridir. Daha sonra ortaya çıkacak olan Bergama halılarına geçişi sağlayan bu örneklerle gelişme zincirinin üçüncü halkası da tamamlanmıştır.
Türk halı sanatının klasik dönemi olarak kabul edilen 16. ve 17. yüzyılda yeni bir biçimler dünyasının kapıları açılmıştır. Selçuklu halılarının sağlam geometrik motifleriyle oluşan ilk parlak dönemin yerini, 16. yüzyılda madalyon motifi ve çeşitli zengin bitkisel kompozisyonların yer aldığı ikinci bir parlak dönem almıştır. Bu motifler, Türk halı sanatına yepyeni bir zenginlik kazandırmıştır. Dönemin halıları iki grupta toplanmaktadır. Birincisi, Uşak Halıları adını alan çok geniş bir gruptur. Bu halılarda madalyon motifi esas olmuş, madalyon biçimlerine göre “Madalyonlu” ve “Yıldızlı” Uşak halıları olmak üzere iki tip ortaya çıkmıştır. Bu halılarda madalyonlar zemin üstünde, tüm Türk halılarına temel olan sonsuzluk ilkesine göre yer alırlar. Bu gruba giren halılar varlıklarını, çeşitlenerek 18. yüzyıl sonuna kadar sürdürmüşlerdir. Özellikle 16. yüzyıl İtalyan, 17. yüzyıl Flaman ve Hollanda ressamlarının tablolarında görülürler.
Bu halılarda büyük bir motif zenginliği karşımıza çıkar. Özellikle sembolik bir kudret motifi olan kaplan ve panter postunun yanında, üç benek ve bulut motifleri de bu zenginliği yaratan formlardır. Ayrıca, iki yaprak arasında kalan renkli zeminin kuşa benzemesi nedeniyle “Kuşlu halı” olarak adlandırılan örnekler ve bazı çiçekli halıların tümü, Uşak halıları olarak genel bir ad altında toplanırlar. Bu örnekler de Türk halı sanatının gelişme zincirinde dördüncü halkayı oluşturur.
16. yüzyılda klasik Osmanlı halıları adı altında toplanan ikinci grubu ise, Saray Halıları oluşturur. Bu, Türk halı sanatında yeni bir tekniğin ve tümüyle natüralist çiçek motiflerinin görüldüğü bir gruptur. Öteki Türk halılarından farklı olarak, Osmanlı saray halılarında ıran düğümü (Sine düğümü) kullanılmıştır. Bunun nedeni de zengin bitkisel motiflerin, hançer biçimli kıvrık yaprakların, lale, sümbül, karanfil, bahar dalı gibi çiçeklerin bu teknikle daha kolay olarak işlenebilmesidir. Bu halıların yapıldığı ilk yer olarak, 1517’den sonra Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına katılmış olan Kahire kabul edilir. Bu halılar İstanbul sarayından gönderilen desenlere göre, Mısır’da bulunan, ipeğe benzer ince bir yünle yapılmıştır. Ama 1585 tarihli bir fermanda belirtildiği gibi, Sultan IŞI. Murad 11 halı ustasını yeterli yün malzeme ile birlikte Mısır’dan İstanbul’a getirtmiştir. Bu ustalar, İstanbul’da saraya bağlı bir atölyede, ya da o dönemde ipek kumaşları ile ünlü Bursa’da çalışmış olmalıdırlar. Çünkü bu tarihten sonra halıların malzemesinde bir değişiklik olmuş, argaç ve arışlarda ipek kullanılmaya başlanmıştır.
Osmanlı saray halılarında sonsuza değin uzanan zemin deseni esastır. Madalyon motifi ise bu zemin üzerinde ikinci derecede önemlidir. Bu dönemde halılar, Osmanlı saray üslubunu oluşturan saray nakkaşlarının çizdikleri desenlere göre yapılmıştır. Bu örnekler, dönemin kumaş, kilim, çini, tezhip ürünlerinde görülen üslup birliğinin halı sanatındaki temsilcileridir. Bu halılar, 18. yüzyıla kadar tutarlı bir üslupla yapılmışlar, ama daha sonra inceliklerini yitirmelerine rağmen natüralist görünüşlerini koruyacak biçimde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Temelde geleneğe bağlı olan bu halılar da Türk halı sanatının gelişme zincirine beşinci halka olarak katılmıştır. Türk halı sanatı, 18. yüzyılda başlayan gerilemeye, köklü bir geleneğe bağlanan sağlam teknik ve zengin motiflerle bir süre karış koymuş, gelişimini halk sanatının yalın ama sevimli üslubu içinde 19. yüzyılda da sürdürmüştür.
1844’te Sultan Abdülmecid tarafından kurulan Hereke’deki kumaş tezgahlarına, 1891’de Sultan II.Abdülhamid zamanında 100 kadar halı tezgahı da eklenerek, Osmanlı saray üslubundaki halıların yeniden yapılabilmesi için bir atılımda bulunulmuştur. Bugün, Sümerbank’a geçmiş olan bu tesislerde hala çok kaliteli halılar yapılmaktadır. Bunun dışında, bugün bütün Anadolu’da, özellikle de Kayseri, Sivas, Konya, Kırşehir ve civarı, başta Isparta olmak üzere Batı Anadolu’daki eski halı merkezlerinde (Uşak, Bergama, Kula, Gördes, Milas, Çanakkale) ve Doğu Anadolu’da bu geleneksel sanatımızın yaşatılması yolunda çalışmalar yapılmaktadır.
Biraz da Türk halı sanatı içinde önemli bir yeri olan seccadelerden söz edelim. Bu önem, büyük ölçüde, seccadelerin namazlık olarak kullanılmalarından gelmektedir. Seccadelerin en erken örnekleri 15. yüzyılı kadar inmektedir. Saf seccade adı ile tanınan ve camilerdeki mihrap nişi motifinin yan yana sıralanması ile oluşan örnekler, 16. yüzyılda da yapılmıştır. Saf seccadelerin önemi, camilerde sıra (saf) halinde namaz kılmaya çok uygun olmalarından gelmektedir. Bu tipin en görkemli örnekleri, 16. yüzyıl Uşak Seccadeleri’dir. Bu seccadelerde mihrap nişi daha kıvrımlı hatlar kazanmış, nişin tepesine bir kandil motifi konulmuş, ayakların basacağı yerler belirtilmiştir. Gerek mihrap nişi köşelerinde gerekse kenar şeritlerinde saray seccadelerinden gelen lale, sümbül, karanfil gibi bitkisel motifler ve çiçek açmış bahar dalları yer almaktadır. Bu üsluptaki seccadeler 17. yüzyıl ortalarına kadar yapılmıştır. Uşak seccadelerinin bir türü de Transilvanya tipi olarak adlandırılan örneklerdir. Çoğu Transilvanya bölgesinde bulunduğu için bu adla anılırlar. Bu seccadelerin en dikkati çekici özelliği ise kenar şeritlerinde kartuş dediğimiz motifin bulunmasıdır.
Türk seccadeleri içinde en karakteristik örnekler, 17. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında en zengin grubu, Türk düğümüne adını veren Gördes Seccadeleri oluşturur. Kırmızı ve mavi renklerin egemen olduğu mihrap nişinde, kandil motifi yerine kimi zaman ibrik ya da çiçek demeti de kullanılmıştır. Kıvrımlı mihrap nişi, iki yanda sütun çelerle taşınmaktadır. Mihrap nişi dolgularında ve köşegenlerde yer alan çiçek açmış bahar dalları ile stilize çiçekler, Osmanlı saray halılarının etkisini yaşatmaktadır.
17. yüzyıldan itibaren karşımıza çıkan Kula Seccadeleri, Gördes seccadelerine benzemekle birlikte mihrap nişleri daha yalın, renk tonları ise daha açıktır. Kula seccadelerinin en önemli özelliği, kenarlarında yer alan birkaç sıralı şeritlerdir. Kula seccadelerinde mihrap nişi yalın olan örneklerin yanı sıra, niş zemininde belirli bir düzene göre işlenmiş stilize çiçeklerin yer aldığı örnekler de vardır. Kimi örneklerde ise mihrap nişinin ortasında yer alan ve ters duran bir vazo motifinden çıkan stilize çiçeklerle ince uzun mihrap nişi tümüyle doldurulmuştur.
Mihrap kemerinin kademeli olduğu Ladik Seccadeleri’nde, mihrap nişinin içi sütun çelerle iki ya da üç bölüme ayrılmıştır. Bir başka özellikleri de mihrap nişinin bazen altında, bazen de üstündeki sivri dilimli bölümlerden çıkan stilize lale formlarıdır. Ladik seccadelerinde, İslam’ın temizliği ile ilgili ibrik, tarak gibi motifler de bulunur. Parlak kırmızı ve mavi renkler, en önemli özellikleridir. Çoğu örneklerde ise, Osmanlı saray halılarında görülen lale, sümbül, karanfil motiflerinden oluşan ve “Ladik bordürü” adını alan karakteristik bir bordür deseni bulunmaktadır.
Milas Seccadeleri ise, daha çok sarı, kahverengi, turuncu ve mavi renklere sahiptir. Milas seccadeleri arasında mihrap içi, stilize bir hayat ağacı motifi ile dolgulanmış örnekler de vardır. Bir başka tür, parlak renkleri ve geometrik motifleriyle seçkinleşen Bergama Seccadeleri’dir. En önemli özellikleri ise, mihrap nişinde alttan ya da üstten girinti yapan bir formun bulunmasıdır. Konya yöresi seccadeleri ise çeşitli formları ile büyük bir zenginlik gösterir. Genellikle geometrik desenleri vardır. Hayvan postu üzerinde de namaz kılınabildiği için, post motifi Konya yöresi seccadelerine girmiş ve daha çok da “Benekli postlar” kullanılmıştır.
0 notes