Kendi dilim bile içimi açmaya yetmezken, başka bir dil yaralarımı nasıl saracaktı? O günlerden bu yana çok zaman geçti, çok sular aktı.. Artık çok iyi konuşuyor ama hiçbir şey anlatamıyorum sanırım.. Söylemeye söylemeye içimdekilerin nasıl söyleneceğini unuttum galiba..
Birileri yaşadı, yaşadıkça doldu.. Anlatanlar yağmur oldu, sessiz kalanlar ise onlara birer bulut misali.. Kimileri bir adım daha ileri atmaya çalışırken yalnız buldu kendisini, insanlık; insanlığı çürümüş birer toplum..
Hayatının bütün izleri sanki ona sarılmış şöyle diyordu: "Hayır, bizi bırakıp gitmeyeceksin, başka birisi olmayacaksın, nasılsan öyle kalacaksın: Kuşkularınla, kendinden sonsuz hoşnutsuzluğunla, sonuçsuz kalan kendini düzeltme deneyimlerinle, yaşadığın düşüşlerle ve senin için olanaksız, sana nasip olmayacak sonsuz bir mutluluk beklentisiyle..
Acılı yağmurlarla düşmüşüm yere
Tatlı su göllerine akamıyorum
Yüzüm yüreğim deprem dalgası
Bu gül kıyımlarına bakamıyorum
Her sevi bir türküdür bağrımda
Her öfke bir ağıt
Ağıtlar kuşatmış dört yanımı
Kendi türkülerimi haykıramıyorum
Şarkılarla bezeniyor ufuklar
Yüreğim patlıyor dağbaşlarında
Yüreğim
Sancımı duyar mısın yaralarında
Kuş seslerinde yas nağmeleri
Şarkılar sabır ve çile makamında..