Text
Selamlar! Üzerinde çalıştığımız Semita Dergisinin 2. sayısını tamamladık, umarız zevkle okursunuz😊
Geri dönüşlerinizi ve göndermek istediğiniz eserlerinizi [email protected] adresinden bizlere iletebilirsiniz.
Zamanınızın tadını çıkarmanız dileğiyle🪻
1 note
·
View note
Text
Portrait
Güneşin batışıyla birlikte Derin bir karanlığa gömülmüş olan Çirkin bir güzelliğe sahip bu şehir, Şimdi de gecenin ilerleyişi ile beraber Işıkların da birer birer sönmesiyle Daha da karanlık bir hâl alıyordu.
Bu şehrin koca bir mahallesinin, Büyük bir binasının küçük bir odasında Benim kadar parlak ve Ve benim kadar sönük olan bir lamba, Gittikçe artan karanlığa inat Dalgalanan ışığıyla yanıp duruyordu.
Ve bu odanın soluk bir köşesinde Eski çağlardan kalma güzelliğiyle bir varlık, Ya da en doğru tabiriyle bir insan; Uykulu ve mağrur gözlerinde birikmiş olan Binlerce ve binlerce yıllık bir yorgunlukla Kitapların, kağıtların ve yazıların arasında -Anlamsız bir dünyada beni hayata bağlayan- O tüm varlığını unutup gitmişti.
İşte böylesine sıradan mı sıradan bir gecede, Dünyanın türlü dert ve tasasından habersiz bir kelebek; Odayı aydınlatan lambanın etrafında Işığın büyüsüne kapılmış bir şekilde dönüp duruyordu. Tabi dönen sadece kelebek değildi, Onunla beraber dünya, ay ve yıldızlar da Kendilerine çizilmiş olan uzun yollarında dönüyordu. Ve bir de kaç saattir dinmek bilmeyen ağrılı başım...
Bu sırada zamanın milyarlarca ve milyarlarca yıldır Atmakta olan kalbinin heybetli atışları, Eski çağların güzelinin masasında bulunan Saati aracılığıyla odada yankılanıp hayat buluyordu. Ve kaç saattir başka bir alemde gezmekte olan Güzel mi güzel "Eski Çağların Güzeli", Zamanın odada yankılanan her bir kalp atışı ile birlikte Sahip olduğu o tüm güzelliği damla damla yitiriyordu.
O bunun farkında olmaksızın yorgun gözleri Son bir defa açılıp kapandıktan sonra, İçinde nasıl bir âlemin vuku bulduğu bilinmeyen başı Usulca üzeri dolu olan masanın üzerine düştü.
Ve düşmesiyle beraber masadan yere Yarıda kalmış bir resim de düştü. Resimdeki kişinin yüzünde, onun da her zaman Kendi yüzünde gizlemeye çalıştığı o derin ifade vardı. Biraz keder ve biraz da hayal kırıklığı...
O rüya aleminde gezinedursun, bizim aşık kelebek Her dönüşünde çemberi daha da daraltıp Maşuğu olan lambaya daha da yaklaşıyordu. Yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı ve öylesine bir anda Tüm aşk hikayelerinin sonunda olduğu gibi Lambanın bitişiğinde beliren küçük bir kıvılcım ile Aşkın son ritüeli de son bulmuş oldu.
Ki; yanan sadece kelebeğin narin kanatları değildi, Onunla beraber her kanat çırpılışında atan yüreğim...
Hüseyin Memiş
3 notes
·
View notes
Link
2 notes
·
View notes
Text
Yakaza-1
Girdi ormana Başuhde.
İlerledi, ilerledi.
Çıplak ayaklarına dal uçları, yaprak kırıkları batıyordu. İlerledi. Herhalde kanıyordu ayağı, ayağının altını çevirip baktı, evet, kanıyordu. “Baştan sarsaydım belki de daha iyi olurdu, ama yanımda saracak bir şey de yok.” diye düşündü, yoluna devam etti.
Etrafta ateş böcekleri ve parlak küçük adını bilmediği başka böcekler uçuşuyordu. Orman karanlıktı, ama korkunç değildi. Geldiği yolda güneş ışıkları git gide azalmış, kendini ağaçların sık dallarının arasından tek bir güneş hüzmesinin bile sızamadığı bu yerde bulmuştu.
Etrafına bakındı. Ormanın yanına nereden geldiğini hatırlamıyordu, neden ayaklarının çıplak olduğunu da bilmiyordu; sadece adını hatırlıyordu. Orman gidebileceği tek yer gibi görünmüştü ona, içlerine ilerlemişti o da.
Yanında tatlı tatlı şırıldayan bir nehir vardı, kenarına oturdu. Karanlıkta su, gündüz olduğundan farklı görünür; dokunulmaması gerektiğine dair bir hissiyat yaratır. Ama bu nehir farklıydı, nasıl ormanın karanlık ama korkunç olmayan bir yerine varmıştı, nehir de bu uyumu bozmayarak kendini gizemli ama çekici kılmıştı.
Uzandı nehre, eli suya değdi. Elini geri çekip baktığında su parmaklarının ucunda damlalaşmıştı, tadına baktı.
Acıydı su.
Acı bir su.
Dudaklarının kuruluğundan susadığını anlayabiliyordu Başuhde ama su acıydı. Bir şekilde tanıdıktı bu his.
Suya içi ısınmıştı, ama buz gibiydi su. Parmakları üşümüştü. İçine girmesi gerekiyordu, girmeliydi. Kesinlikle girmeliydi bu suya, bu yüzden bu ormanın önünde bulmuştu kendini. Bu nehir için, bunun içindi hepsi.
Sağ ayağını soktu suya, dalların kestiği ayağında yaraların kenarlarını hissedebiliyordu, biraz da sızlıyordu. Sol ayağını da soktu ve o tatlı tatlı şırıldayan derenin içinde ayağa kalktı.
Soğuktan ayağında acı kalmamıştı artık.
Derenin aktığı yere döndü baktı. Kapkara bir silüet gördü, doğrudan gözlerinin içine bakan.
Hengâmî
2 notes
·
View notes
Text
Sevgi Üzerine Düşünceler
Sevgi kadar üzerinde durulan bir o kadar hitabına gösterilmesi-hissettirilmesi ihmal edilen bir duygu yok bu dünyada. İçimizde besleyip büyüttüğümüz bu sevgi yüreğimizden sıcaklık , ses tonumuzdan şefkat, gözlerimizden parıltıyla muhatabımıza ulaşmıyorsa ne değeri kalır?
Bir zamanlar birileri -belki de en yakınlarımız- bize sevgiyi gösterme noktasında başarısız olup bizde yaralar açtılarsa onlardan öğrendiğimiz gibi mi yaşayacağız - sevilmeyi hak etmediğimizi düşünerek sevmekten korkarak sevsek bile onu göstermeyerek- yoksa bu kısır döngünün bir parçası olmayı reddedip sevme-sevilme-sevildiğini bilme hakkının bizim ve muhataplarımızın hakkı olduğunu, sevginin yaşama katılmakla eş değer biçimde aktif bir çabayı gerektirdiğini kabül mü edeceğiz?
Bu noktada Erich Fromm’un bir tespitinden bahsedelim;
“Sevmek ise zorlama olmadan sadece özgür olunduğunda yaşanabilen, insan gücünü somutlayan bir eylemdir. Sevmek bir eylemdir; bir duygu değil. Bir şeyin "içinde olmaktır", "kapılmak" değil. En genel biçimiyle sevmenin etken yapısı, sevmenin almak değil öncelikle vermek olduğu biçiminde tanımlanabilir.”
Bu satırlara eklenecek şey belki de bizde olmayanı veremeyeceğimiz gerçeğinden yola çıkarak kendimizi sevme noktasında çabalamamız gerektiği olabilir.
“Umarım aynaya bakarken gülümsüyorsunuzdur, çünkü Allah her birimizin yüzünü şefkat eliyle, sevgiyle yarattı. Yüzünüze bakarken bunu anımsayın.”
demişti sevgili Mümine Yıldız.
Sevgiyle yaratılmış bizler, sevgiyle yaşamaz mıyız?
Sümeyra BOĞAKAN
3 notes
·
View notes