nilgunmarmara
nilgunmarmara
Nilgün Marmara
62 posts
Bana doğru gelen kim? (1958--1987)
Don't wanna be here? Send us removal request.
nilgunmarmara · 3 years ago
Photo
Tumblr media
24 notes · View notes
nilgunmarmara · 4 years ago
Video
youtube
kuş koysunlar yoluna, aslıhan gürbüz
73 notes · View notes
nilgunmarmara · 5 years ago
Photo
Tumblr media
57 notes · View notes
nilgunmarmara · 6 years ago
Video
vimeo
3 notes · View notes
nilgunmarmara · 6 years ago
Text
“Günün birinde sağır olacağız. Günün birinde doğduk, günün birinde öleceğiz.”
Samuel Beckett
61 notes · View notes
nilgunmarmara · 8 years ago
Text
şeytanın izlenimi
Tumblr media
Günün ilk saatlerinin kırılganlığı- yeğni rüzgârlarla sakınımının varoluşunu gizlemekte zorlanan küçük gündüz. Sıcağın kendinden emin, korkusuz, güçlü soluğunun gecikmeyeceği besbelli şimdiden.
Gün çarpık bir gülüşle ve alaycı bir tavırla, sezgilerini,böylesine bir başlangıçla dışavuruyor.
İşte güneş atmıklarını yağdırmaya başladı yeryüzüne. Işınlarının kavuruculuğu, kurutuculuğu, tüketme ve yıpratmayı nasıl da kolaylaştıracak. Gölgelerin yitmesi, varlıkların çizgilerinin belirginleşmesi, artan seslerin vurgun etkisi bu oluşumun seçik göstergeleri.
Ey tiksinç Aydınlık! Kusuluyor senin için, bil!
Temmuz, 1980 Marmaris
97 notes · View notes
nilgunmarmara · 8 years ago
Text
Küçük Satırlar
Kendisini tanımayanlardandır, Nilgün Marmara. Kendisini hiçe sayanlardan, yok kabul edenlerden, görmeyenlerden. Yağmurda yürürken ıslandığını değil, küçük su taneciklerinin nasıl toprağın göğsünde masumca öldüğünü düşünenlerdendi. Arabaların gürültüsünü lanetlemek yerine, bu gürültüye eşsiz bir sabırla dayanan yeryüzünün sükûnetine hayrandı. Kırılmalarla geçen aşkın sonsuzluğunu düşünürdü. Büyüyemeyenlerdendi, hep çocukluk yaşayanlardandı. Az zamanda her zamanı dolduracak kadar yaşamak bir mutluluktur. Kendi zamanının çekilmezliğinden korksa da, en büyük tehdit kendisi olarak çıkar karşısına Nilgün’ün. İnsanın kendisine alışması ömür boyu bitmeyen bir uğraştır. İnsan en çok kendisinden çeker, hayatta. Gölgemiz dışımızdan, kendimiz içimizden takip ederler bizi. Üzerler, gülümsetirler, kırarlar, küfrettirirler, beğenemezler kolay kolay, ama hiçbir zamanda bırakmazlar salt yalnızlığımızla baş başa. Kendisini bilmeyi bilmek, insanın en büyük saçmalığı. Bilinmeyeni bilmek, bilinmezlikle denenmek deliliği. Bilen olarak bilimle kendinde bilmenin bilinçsizliğine bırakılmak deliliğin tutkulu güldürüsü ve trajedisi. Aklın aklı, akılsızlığı akılsızlığına karşı. Ve akılsızlıkla denenen akıl, akılı akılsız yapmakta. Trajedinin komediye, ve tersine yapılan anormal atlamalar. Normallik için insan sınırda tutulmakta, ip cambazı gibi. İpten düşmek ölmektir, ipten sarkmak hastalık. Kendimize, kendi ellerimizle yapılan bu işkence, kendimizi bilmenin bilinemezliği ile son bulmakta. Akılımızın akılsızlığımızı ak çıkarıp bize karanlığa gömmesiyle bitmekte. İnkâr etmek, göz göre göre bitirilmek saldırılarıyla baş edebileceklerin başaramadığı tek şey. İnkâr etmek sonuçsuz kalmak, yorulmaktır. Hiç geçmeyen günlerin sürekli aynı sayısını tekrarlayarak bitkin düşmek, ölümü dayatır. Ve dalıp gideriz sonsuzluk uykusuna. Kalp Yiyen Çölde Bir yaratık gördüm, çıplak, vahşi Çömelmiş oturuyor Yüreğini ellerinde tutuyor Yiyordu. Dedim ki: “Tadı güzel mi dostum?” “Acı, acı”, diye karşılık verdi; “Ama seviyorum Çünkü acı Ve benim kalbim” (H. Crane) Tombul ve sıkış tepiş egolar arasında ya da botokslu benlikler kenarında bazen boğuluyorsan eğer, üstüne yığılıyorsa o gürbüz “Ben! Ben! İlle de ve özetle ben!”ler... Bu dünyanın tek yangın merdiveni şiirdir. Çünkü ��air kişi, “Ben hiç kimseyim!” (Emily Dickinson) deyip üzerinden insan a��ırlığını alabilendir. “Ben sadece atan bir kalbim” (Proust) deyip tül gibi hafif, geçip yanından sadece ürpertebilendir. “Ama sizin adınız ne / Benim dengemi bozmayınız” (Turgut Uyar) deyip aniden, senin o yaldızlı, staras taşlı, süslemeli, oymalı, kakmalı egonun altındaki kilimi çekip seni tepetaklak yere serebilendir. Bütün bunları yapabilmesinin tek nedeni “acı bir kalbi” olması ve şair kişinin durmadan kendi kalbini yemesi, tükendikçe kusup kalbini yeniden yemesidir. Nilgün Marmara, “Sanat ve Bilim Fakültesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun olmak için gereken koşulları kısmen karşılamak amacıyla teslim edilmiş bir tez”... Şair Nilgün Marmara’nın tıpkı kendisi gibi intihar etmiş, tıpkı kendisi gibi güzel bir kadın şair olan Sylvia Plath'ın şairliğinin intiharı bağlamında analizi üzerine 1985’te yazdığı tezin başında böyle diyor. Tez, Everest Yayınları'ndan kitap olarak çıktı geçen günlerde. Marmara, kendi intiharından iki yıl önce, kendi çizdiği kaderin “analizini” yaparken akademik olarak, ne yapıyordu acaba? Nilgün Marmara da kendi kalbini yiyen kadınlardan biriydi. Dayanamayıp burada kalmanın yüküne, gidiverdi. Hep öyle düşünürüm intihar etmiş şair kadınlarla ilgili: Muhtemelen aramızdan gidiverenler, kalplerini yemekte yeterince usta değildiler. Zira acı çekmenin de bir erbaplığı vardır. Öyle kana kana içersen kendini, zehirlenirsin kendinden. Profesyonel bağımlılar gibi ince ayarını yapmalısın bu işin. Erken yaşta gitmemek, bu yeryüzünden doğmuş olmanın intikamını yeterince alabilmek için yaşamalısın oysa. Can Yücel gibi sunturlu bir küfür savurabilmek için lameli egolara ve balon ben'lere bu dünyada yeterince uzun süre kalmalısın. Bunları düşündüm Marmara'nın tezini okurken. Sonra açtım Birhan'ın "Cinayet Kışı+İki Mektup" kitabını "Saf Sabır" şiirini okudum, kış biterken: sardunyalarla konuşarak çoğalttım aramızdaki ayrılığı sayarak çoğalttığım günleri tamamladım kirpiklerimin arasına çektiğim tülde yağmur durdu ve şimdi kış bitiyor oysa kimse yokmuş dışarda içim dışıma vuruyor sardunyalara su vermekle unutamadığımız şeymiş aşk: alnından bir günaydın gibi düşürdüğüm sabah, sağ yanımda unuttun keder. Şairler neden yerler kendi kalplerini? Acı olduğu için. Çünkü bir de kendi kalpleri değil mi? Başkalarının kalplerini yiyemeyenler, ne kadar ittirse de dünya, kimsenin canını yakmayanlar, yakamayanlar, bu dünyada hepimizin en fazlası sadece bir kalp atışı olduğunu bilenler, bu dünyadan en çok bir ürperme olarak geçip gitmek isterler...
Ece Temelkuran
78 notes · View notes
nilgunmarmara · 8 years ago
Text
İyilik yoklukta üreyen billur, Yarı ölümlerde ondan solumak, Hiçbir biçimde yüzeyde değil böylece, Krizalitlere yön vermek!
28 notes · View notes
nilgunmarmara · 8 years ago
Photo
Tumblr media
son mektup
270 notes · View notes
nilgunmarmara · 9 years ago
Photo
Tumblr media
109 notes · View notes
nilgunmarmara · 9 years ago
Text
Kuğu Ezgisi
                                         – bu şiir – Kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü, ulaşılamayanın boyun eğen yansısı, Sevda ile seslenir sizlere!                                                         Şubat 82
73 notes · View notes
nilgunmarmara · 9 years ago
Video
vimeo
daktiloya çekilmiş şiirler*
Kaynak: https://vimeo.com/user7393787
53 notes · View notes
nilgunmarmara · 9 years ago
Text
Nilgün Marmara Üstüne Sekiz Soru İki Görüş
1. Nilgün Marmara, "korkunç kokular saçan, renk cümbüşü içinde, çekiciliği kavranamaz çiçekliyolların, sürekli kuşkucu yolcusu" mudur sizce? Nereye, nasıl ve kimle gittiği belli olmayan bir yolcu mu?
2. Nilgün Marmara'da, yaşamla ölüm arasındaki o yerin, o noktanın bakışımı, günle gece arasındaki, dialogla monolog arasındaki o yer, o nokta mıdır?
3. Nilgün Marmara'nın şiirinde, dış dünyayla bir ilk karşılaşma, tanışma heyecanı ve bir o kadar da yorgunluğu olduğunu söyleyebilir miyiz?
4. Tekrarın getirdiği sonluluk ile oluşumunu tamamlamayan an'lardan oluşan (oluşamayan) sonsuzluk arasındaki çekişmenin Nilgün Marmara'nın şiirinde bir karşılığı var mı?
5. Nilgün Marmara'nın şiirinin dinamiğini oluşturan ruh durumu (ya da ruh durumları) ile yazı arasındaki ilişki sizce nedir?
6. Nilgün Marmara'nın özel hayatına, şiirle olan ilişkisine dair anılar ya da birtakım dialoglar hatırlıyor musunuz?
7. Nilgün Marmara'nın şiirinde, Türk ve Dünya şiiriyle-şairleriyle birtakım etkileşimler sezdiniz mi?
8. Şair-şiir ve "intihar duygusu" üçgeni içinde sizin için ilk elde beliren çağrışımlar neler olabilir?
Bütün soruları birleştiriyorum. Karşılıkları da öyle olacaktır: (Her anlamıyla, evet) Güzelim Nilgün Marmara'nın, geçici bir heves de olsa, teleoğlanların yakınına düşmesi herhalde hiç hoş bir şey değildir. Ama çok şükür, 128 Nilgün Marmara bizim gönlümüz gerçekliğinde orada, o mezarlıkta yatmıyor!
Ve Ege denizlerinin derin yerlerle sığ yerler arasındaki tuhaf bir mavilikte olan gözleriyle Nilgün Marmara, yıllar öncesinin Miss Lou'su gibi: "Bana lütfen çiçek göndermeyin" diyor "Benim kendi çiçeklerim var!"
Haklılığın inadıyla apaçık yazıyorum ki, Nilgün Marmara uçsuz bucaksız sivil şairlerden biridir. Belki de en önde geleni. Sözgelimi, kendi kuşağı rahatça onun adıyla anılabilir.
Nilgün Marmara'nın şiirleri, yabancı etki aranıyorsa, en çok Dylan Thomas çizgisi vardır denebilir. Anglo-Sakson şiiri! ('Milkwood'un Dylan Thomas'da ne anlama geldiğini bulursanız, bir ip ucu yakalamış olursunuz.)
Nilgün Marmara'nın Kızıltoprak'ta, denize ters yönde, bir çığlık bile atmadan kendini 6. kattan aşağı bırakması üzerine ben ne söyliyebilirim ki. Kağan Önal, Perihan Marmara ve arkadaşları Gülseli inal, Mastafa Irgat, Emel Şahinkaya, Seyhan Erozçelik, Cezmi Ersöz, Ahmet Soysal., konuşabilirler bakın.
Cihat Burak, pahasının sonucu için, kaç kez sormuştur bana "Ama niye?" Cemal Süreya hiçbir şey sormamıştı. Nejat Bayramoğlu ise "Bizim hiçbirimizin yapamadığı şeyi yaptı kız" demişti. işte ancak bunları, bunları diyorum. Bu kadar.
50 notes · View notes
nilgunmarmara · 9 years ago
Text
Bu hesap, bir seveni tarafından, arada Nilgün Marmara ile ilgili paylaşımlar yapmak için açılmıştır. Nilgün Marmara adı bir şairimize ait olup kendisi 13 Ekim 1987 yılında aramızdan ayrılmıştır. Yani adına paylaşım yapılan şairimiz şu an bizimle aynı dünyayı fiziksel olarak paylaşmamaktadır. Dolayısıyla, rica edeceğim, sevgili arkadaşlar özel mesaj yoluyla yürümeye çalışmayınız. Her hesabı açtığımzda saçma sapan mesajlarınız okumaktan yoruldum. Arz ederim.
23 notes · View notes
nilgunmarmara · 9 years ago
Text
Bu gün geldi Marmara
11 notes · View notes
nilgunmarmara · 9 years ago
Text
Nilgün Marmara’da İçe Dönük Şiddetin Dili
İntihar olayına adli makamların bakış tarzını hiç düşündünüz mü?... İntihara giriştiği halde kurtulan birisi için, “vaka bültenleri” şöyle der: “...Hap içmek suretiyle intihara teşebbüs. Sanık 1, elde.” Bunun anlamı, intihar eylemini başarısızlıkla sonuçlandıran 'sanığın' sorgusunun yapıldığıdır! Eylemi 'başarmış' birisi için de şu tür bir ifade kullanılır: “İntihar olayı. Sanık (yok)” Bu ikincisi, kendisini öldürmüştür. Yani, sanık, kendisiyle birlikte 'sıfatını' da yok etmiştir!
Aslında, kriminolojinin de intihara bakışı bundan farklı değil: Bir “suç” ve “fail” ilişkisinin bütünlediği sıradan bir olgu!... Edebiyat ve sanatta olsun, felsefî platformda olsun, intihar üzerine öyle çok ve benzeri kuram ortaya konuldu ki, bu “vazgeçilmez” konu kaynağı giderek 'çekiciliğini' yitirdi. Pratikte ise ne yazık ki hâlâ geçerliliği mevcut...
Nilgün Marmara. Bu isim de adliyenin günlük vaka bültenlerinde mutlaka okundu. Ertesi günü gazetelerin ufak tefek köşelerinde, gizlenmekten ayrı bir tad alır gibi, dokunaksız, yalın biçimde yazıldı. Adli vaka bültenlerinde şairlere 'imtiyaz' tanınmadığı için de, zina, hırsızlık gibi “suç çeşitleri” arasında yer aldı.
Nilgün Marmara, intiharı henüz soğumamış bir şair. Bu, intiharın sıcak bir olay olduğu imajını yaratmak için söylenmiyor tabii; Nilgün, şiddetini kendisine yönelteli daha iki yıl bile olmadı, yalnızca bunu vurgulamak istiyorum. Nilgün'ün intiharının neden ve sonuçları da, en azından bugün için, kapsamı genişletilerek irdelenecek denli tarihsel boyutta değil. Şiirlerinde oldukça yoğun biçimde yer alan kimi ipuçlarının değerlendirmesini ise “edebiyat savcılarına” bırakmak, en doğrusu.
Nilgün Marmara 'nın “Daktiloya Çekilmiş Şiirler”indeki izlekten yola çıkarak, intiharı yeniden sorgulamak, bu yazının tek konusunu oluşturuyor.
Niçin?/Sorgulamak?...
Bu iki 'ayrı' gibi görünen soruya verilebilecek pek çok yanıttan yalnızca biri bizi ilgilendiriyor: İntihardaki fetişçi boyutu aşabilmek ve onu daha özgür bir yaşamın yaratılabilmesi konusunda tehdit aracı olarak kullanabilmek için.
Tam da bu noktada, yeni bir tartışma konusu açmanın gerekliliğine inanıyorum. Evet, intiharı modern çağ keşfetmedi. Ama sorgulayabilir. Tersinden alalım; intihar, daha adil bir dünya yaratması için insanın kendisini tehdit etmesi olarak düşünülemez mi? 'Modern çağ'ın orta sınıf ahlakına mensup psikologları gibi, “aman insanlar çok yaşayın, yaşamak çok güzeldir” öğütleri vermek istemiyorum elbette. Buna hakkım ve haddim yok. Ama, bu ikisinin ortasında geçerli olabilecek bir nokta var. Bu keşfedilmeli.
İntiharın fetişçi boyutu ise, Nilgün'ün şiirlerinde en yoğunlaşmış biçimiyle yer alıyor:
“Bu sonsuz yeryüzü satırında
Kararması gözlerin, dönüşü başın
'Al, geri ver ve yok et kendini'
der
Kısa, kesik hecelerle” (s. 115)
“Böyle düşüş görmemiştim ölgün ve kırık çakılmış kalmıştım/gelecek zamanlı düşler çatıyordum kapladığım şuncacık yerde;/ bu ölçümsüz gökyüzünde...” (s. 20)
Nilgün, “gelecek zamanlı düşler”in çatıldığı, “şuncacık yer” diye nitelediği 'mütevazı' mekanını açıklamaktadır: “Bu ölçümsüz gökyüzü”... Ölümün eşiğine gelebilme cesaretini ya da kararlılığını bulmuş bir şair için ne büyük başarı! Artık, tanrısallık boyutuna bile ulaşılmıştır:
“Göz mü yanlış rengiyle?
Kışlar mı yaşam aralığı kadına?
Kutlandık ezgisi böyle uzak,
Yalnızlık, yalnızlık bitimsiz.
Gece; ipek dokusu çözüldüğünde
Ellerim; eksik cennetim benim” (s. 136)
Anlamlandıramadığım bir konu daha var: Adli vakalarda, sanığın ölümü sonucu davaların düştüğü malum: peki, eleştirideki adillik ölçütleri niçin adlilik anlayışıyla doğru orantılı olsun?... Nilgün'ün şiiri, yabancılaşan bir dünyadaki yalnız bireyin kimliğidir. Bu öyle bir kimliktir ki, bazen etik düzey cılız bir müdahale biçiminde belirir: "Çünkü denizin de düzeni vardır,/yaşayanı içinde dönüştürür.” (s. 17)
İşte bunu sorgulamak, yaşayanı içinde dönüştürebilen denizin yasalarını kırmak için hiçbir şey yapmaz Nilgün. Yalnızca, nedeni kendisinden menkul bir edilgenlikle, yeni kanallar arar:
“İstemiyorum yıldızcığım
dışında tek bir varlığın
Kavramasını bilincimi ve  yüzümü, elleriyle
Yıldız güzel yıldız
Gereksiniyorum kollarını
doğmazdan önceden
ve ölüm sonrasızlığında” (s. 24)
Nilgün'ün 1977-1987 yılları arasında yazdığı hemen bütün şiirlerinde ölüm izleği yer alır. Sanki ölüm, ardındaki bütün haksızlıkları duyurmak için seçilen bir imgedir:
“Ölüm buraya kadar
Bulunur sonunda bir renk
neler yakalıyor geçmişten.
Bu benim arı bakışımın  toplandığı  yoksul çocukluk mavisi
Yükü; ancak duyumun belirsizliğinde kendilerini açığa çıkaran
dalgın ve tuhaf vücutlar...” (s. 75)
İntiharı seçenlere haksızlık etmek istemiyorum: Çünkü, önünde sonunda ölüm, bilinçli olarak kurgulansa bile, sabahları uyanmak kadar doğal bir olgu. En azından, felsefenin birkaç yüzyıllık tükenmez nesnesi! Burada, hepimizin sorgulaması gereken küçük bir ayrıntı bulunuyor. Eğer duyarlılık, ayrıntıları yakalayabilme yeteneğiyse, İntiharı da bu boyutlarda tartışmak durumundayız.
Eğer intihar, yaşamdaki türlü haksızlık ve yazıklanmaları kınama biçimiyse, bunu niçin tek başımıza gerçekleştiriyoruz? O tuhaf tadı bencilce duyabilmenin arayışı, sakın bizatihi kendimizin de var olduğunu kanıtlama çabası olmasın? Ne kadar güzel bir seçenek: İşte ben varım, çünkü ölüm var... Dinlerin intiharı yasaklamasını bu yüzden anlayamıyorum: İntihar, insanı kendi benliğine, özüne, haydi biraz da ukalâlık edelim, “ruhuna” götürüyor!
Her aydın ve şairin yolu, fiili olmasa bile, çünkü kendini yok etmek sanıldığı kadar kolay değil, intihar kanallarından geçiyor. Yine, hemen her aydın ve şair, bu kanalın frekansına mutlaka tutuluyor. İşte bu kanala “parazit” olmak gerek. Çünkü yüzyıllardır aynı senaryo yazılmakta: Bunalımlı bir dünya, giderek yozlaşan insanlar, çaresizlikler, umutsuz aşklar vb. Ama, tüm bunlar, aynı zamanda yaşama zorunluluğumuzun da gerekçeleri değil mi? Nilgün, şunları açıkça yazabiliyor:
“Nedir bu kovmaya çalıştınız tüm kıvrımları arasından/beynin densiz aralarla saatten çıkan bir kuş deşen kuytuları/diken gözlerini bilince anın ana düşmanlığı o ağulu gerçek
-ÖLÜM/SEVİ-“  (s. 19)
Açık bir kopuş var Nilgün'ün şiirlerinde. Somut olan her şey, bu kopuşun gerekçesi. Bu görüş, ya da etik diyelim, şiirlerindeki dil düzeyi ve ayrıntıları yakalayabilme yeteneğine rağmen, Nilgün'ün marazîlik çıkmazından kurtulmasına yetmiyor:
“Kayalıklarda oyulmuş gömütler
kızın hayatını eğik kılmış bir kez.
geçmiş yığılmış da örümcek ağının ardına
Ağzının içi bir yığın taş, çim, acı
Su; ölene kadar!” (s. 120)
Tekrar ölüm/sevi çelişkisine gelmek istiyorum. Gözlemlediğim kadarıyla, aydın intiharlarında çoğu kez, yaşandığı ileri sürülen dünyasal bunalımın asıl potansiyeli aşk olgusunda kendini açığa çıkarıyor. Niçin aşk? Bütün çelişkiler, duygular ve bunalımlar bu atom çekirdeğinde yoğunlaştırıldığı için! Bu noktada, marazî duyarlığın can damarını görebiliyoruz: fetişizm! İnsanlar, aşamadıkları her engelin nedenine fetişizmin bu doruk noktasını atfediyorlar. Aşk, bir anlamda, çaresizliğin son can simidi. Nilgün'de de bu böyle: “Şimdi gözyaşı ve endişe küplerini gizliyor aşk, kanadında” (s. 22)
Nilgün'ün çaresizliğini anlamak, ne yazık ki savunduklarını benimsemeye yetmiyor. Ertelenmesi olanaksız bir kopuşu duyuruyor Nilgün:"Bir şey kalmaz/genlerin uçucu dilbilgisinden başkaca/ve hiçliğin kutsal komşuluğunda yaşarız” (s. 148)
Nilgün'ün şiirlerinde dikkati çeken bir nokta da dil sorunu. Bunları söylemek ne derece yararlı olur, bilemiyorum. Ama, şiir bazında birdil devriminin yolu, sözlüklerle yarışmak olmamalı. Nilgün'de bu var. Eğer kullandığı dil ve üslubun “gelecekteki” duyarlı insanlara bir mesaj taşıdığı savı geçerliyse, bizim önemsizliğimizin hangi noktada başladığını merak ediyorum doğrusu. Bir diğeri de, elit bir dil kullanımının gerekçeleri arasında, eskimemek kaygısının bulunup bulunmadığı sorunu. Eğer ortada bir “güvensizlik” söz konusu ise, bu durumun yaratım sürecindeki dürüstlük payını sorgulamak da yerinde olacaktır. Ne yani, NiIgün gelecekteki insanların sahip olacağı duyarlılığı yansıtan dil ve üslubun izlerini fal bakarak mı saptadı? Yoksa, modernist şairler bizim henüz farkına varamadığımız yeni bir canlı türü mü keşfettiler? Bu soruların yanıtı yok.
Nilgün, kitabını şu dizelerle bitiriyor: “Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte!...” (s. 175) Burada sözü edilen nesne ölüm ise, henüz hiçkimsenin, hiçbir deneyle ölümün güzelliğini kanıtlamadığını hatırlatacağım. Nilgün'ün “çekici” gibi görünen dizeleri, gerçekte idealizmin vurgularını açığa çıkarıyor!
Son bir nokta! Şimdi Nilgün yok. Nilgün, "yaşama biçimi” olarak seçtiği intihar düşüncesinin üstesinden gelebilme olanağını yakalayalı epey oldu. Bu nedenle de, tartıştığımız konularda itiraz edebilme özgürlüğünü yitirmiş görünüyor. Tam bu noktada, Necdet Şen'in "Hızlı Gazeteci”nin “Bacı” adlı dizisindeki en güzel sözü geliyor aklıma:
"... Yaşama sevincini yitirme. Yoksa zorbalar hedefine ulaşmış olur.”
Edebiyat Dostları, Mart-Nisan 1989, Sayı: 23-24
Cihan Oğuz
63 notes · View notes
nilgunmarmara · 9 years ago
Text
" ”Kış uykusundaki bir melek"ti Zelda. 'nasıl da düzdür ve düz bir tümcede intihar edecektir şair'. Ve 13 Ekim 1987'de evinin balkonundan yavaş adımlarla terk edecektir bekleme salonunu. Daha 29 yaşında. ölüm egemen olmuştur. Muhteşem bir ölüm, kalan sağların kabul edemeyecekleri kadar kusursuzdur bu son. 'Bir akşam vakti, yirmi yedi yaşında; o dokunulmaz güzelliği ve ağzının kenarında ışıldayan o kanla kendisini boşluğa bıraktı... Tanıklar söylüyor, yere düşerken hiç çığlık atmamış."
Cezmi Ersöz / İyiler Erken ölür
83 notes · View notes