Text
tüketmiyoruz kampanyası vol.bilmemkaç
bugün reddit'te karşıma çıkan bir alışveriş bağımlılığı başlığı altındaki gönderi üzerine tekrar yazma gereği duydum.
pek çok markanın reklamlarında kullandığı dil hem kadınları aşağı çekiyor ve bir nevi feminizmi kullanarak feminizmi öldürüyor.
Hemen hemen her feminist; kadınların erkeklerin zevki için sürekli kıyafet/makyaj/cilt bakımı satın almasını ve kendimizi belirli bir şekilde göstermemizin beklenmesinin kadın düşmanı bir hareket olduğuna inanıyor. ama pek çok "ticarileşmiş feminizmin" fikir birliği, aslında makyaj/giysi/cilt bakımı satın almanın ve bunları erkekler için değil, *KENDİNİZ* için kullanmanın "güçlendirici" olduğu yönünde. Ayrıca şirketler feminist hareketleri "benimsiyor" ve cilt bakımı/makyaj/kıyafetleri "kişisel bakım" ve "güçlendirme" olarak pazarlayarak bunları ticarileştiriyor. Artık pazarlamaya göre, bir erkeği memnun etmek için makyaj/cilt bakımı/kıyafet satın almıyorsunuz; *kendinize* bakmak, kendinizi güçlendirmek için makyaj, cilt bakımı ve kıyafetler satın alıyorsunuz. Bu tür pazarlama stratejilerinin altında yatan varsayım: aşırı miktarda makyaj, cilt bakımı veya kıyafet satın almıyorsanız, kendinize bakmıyorsunuzdur.
Güçlü, bağımsız, kariyer odaklı, belirli bir makyaj markası/markalı kıyafet vb. giyen bir kadınların olduğu reklamlar görüyoruz. bu reklamlar, temel olarak ürünün kadının başarısına katkıda bulunduğunu öne sürüyor . Bu sadece GERÇEKTEN FEMİNİST OLMAMAKLA kalmıyor, aynı zamanda sizi aşırı satın almaya teşvik ediyor çünkü ürünün size bu tür bir hayat yaşama gücü vereceğini düşünüyorsunuz. Eğer satın alabilirseniz mutlu olabileceğinizi ve başarılı bir kariyere sahip olabileceğinizi düşünüyorsunuz. Reklamlardaki efsanevi kadın için hayat kolaydır; hiçbir baskıya maruz kalmaz ve yalnızca çok çalışarak, hiçbir engelle karşılaşmadan "güçlü, bağımsız bir kadın" haline gelir. Reklamlar sizi, ürünü satın alırsanız "kendinizi güçlendirebileceğinize" ve o hayata da sahip olabileceğinize ikna eder.
burada kişisel bir deneyim paylaşmak istiyorum. tasarım okurken vitrin tasarımı dersleri alıyordum ve çoğu zaman vitrinleri tasarlarken alıcının kendilerini içinde hayal edebileceği hayat tarzları yaratmamız isteniyordu. mesela havalimanı stili kombinleri. iki cinsiyete de hitap eden mükemmel bir konsept fikri çünkü havayolu ile seyahat hem pahalı, hem de sadece çok az zamanı ve çok işi olan insanların iş için tercih edeceği bir ulaşım türü. hayatı düzenli, işleri tıkırında, şık ve lüks içinde yaşayan insanları havalimanı loungeları ve stilleriyle eşleştiriyoruz. o şekilde tasarlanmış bir vitrin de otomatikmen hem kadınları, hem de erkekleri cezbediyor.
fakat olay şu: hiçbir ürün bizi "güçlendiremez". Pek çok reklam, "kendimizi güçlendirmenin" ve "bağımsız bir patron" falan olmanın bireyin sorumluluğu olduğu fikrini öne sürüyor. Ancak bu ticarileştirilmiş feminizmin göz ardı ettiği şey, bir ürünle güçlenemeyeceğimizdir; ancak gerçekten insan haklarına sahip olarak güçlenebiliriz. Ataerkillikten çıkış yolunu satın alamayız; Ataerkillik toplumsal bir sorundur,kişisel bakımla çözülebilecek bir sorun değildir. Hiçbir zaman reklamlardaki kadın olamayız çünkü reklamlar toplumun baskıcı yapısını bir şekilde aşabileceğiniz, kapitalizmden / ataerkillikten kaçınabileceğiniz sahte bir dünyada var oluyor. Ancak bireysel düzeyde hiçbir sıkı çalışma, baskıdan kaçınmanıza yardımcı olamaz ve kesinlikle bir ürün satın alarak baskıdan kaçamazsınız. maalesef Kadınlar her geçen gün haklarını azar azar kaybediyor.
Alışveriş bu noktada bizim için dikkat dağıtıcı rol oynuyor. Çökmekte olan bir dünyada kendimizi rahatlatmanın basit yollarını arıyoruz. Ancak bu dikkat dağıtma kişisel bakım olmuyor. Tam tersi, makyajın/giysilerin/cilt bakımının mali durumumuzu ne kadar tükettiğinden yakınıyoruz. Bu kesinlikle bir sorun. Diğer bir sorun ise evlerimizde kapladığı alan: hayatlarımızı karmaşıklaştırıyor, zihinsel alanımızı işgal ediyor ve ZAMANIMIZI tüketiyor. bu ürünler bir nevi içimizdeki boşluğu dolduruyor fakat bunun mali bir zararı da var. biz kadınları yoksulluk sınırına yaklaştırıyor. Erkeklerin tüm bu "saçmalıkları" satın almasına gerek yok ve bu nedenle önemli ölçüde daha fazla harcanabilir gelire sahip olabiliyorlar. Kendimizi özgür bırakmayı öğrenmemiz gerekiyor. yoksa yüzleştiğimiz çifte standart makası, her ne kadar modern çağ ile daraldığını düşünsek de, git gide açılmaya devam edecek.
2 notes
·
View notes
Text
şişhane metrosuna yakın, Big Chefs'te oturuyorum. normalde çok tercih etmeyeceğim bir mekan ama arkadaşımla oralarda buluşacağımız için etkinlik öncesi karnımı doyurmak istedim. klasik bir margarita pizza ve yanına naneli limonata sipariş ettim. programa yetişmek için hafif bir acele ile yemeğimi yerken camdan dışarıyı izliyordum. birden gözüme dışarıda çöp tenekesinde atık kağıt-karton-kutuları toplayan bir adam takıldı. ya benden küçük, ya da benimle aynı yaştaydı. üstündekiler eski de olsa tıraşı ve eli yüzü düzgün biriydi. bu da bana elde ettiği parayla biraz da olsa kişisel bakımıyla ilgilendiğini düşündürdü. sonra kendime bir baktım, karşımdaki adamın benim imkanlarıma sahip olup olmadığını, belki de olamayacağı düşüncesi geçti aklımdan. birden içimde feci bir boşluk ve soğukluk hissettim. aldığım ve tükettiğim her şeyi helal kazanılmış parayla ödemiş olsam da sanırım bir gün o adamın yerinde olabilme ihtimaline karşı paramı o kadar da kolay harcamamam gerektiğini söyledim kendime. eskinde bu tür manzaralarda içim burkulur ve o kişiye yardım etmek isterdim, şimdiyse kendimi onun durumuna sokmamak istiyorum. bir zamanlar o insanların hayatlarını bizlerin hayatlarına yaklaştırmak belki daha mümkündü, şimdiyse bizim hayatlarımız her an o hayatlara dönüşebilir gibi.
0 notes
Text
öğretmenler günü
internette ve etrafımda gördüğüm/duyduğum şeylere dayanarak çivisinin çıktığını ve anlamını yitirdiğini düşündüğüm özel gün.
öğretmenlerimiz değerlidir, yozlaşmış ve ahlakını yitirmiş bir topluma verilebilecek en güzel hizmet işini ve öğrencilerini seven, ahlaklı öğretmenlerdir. çocukları ayırmadan eğitebilecek, öğrencilerin kapasitelerine göre çeşitli eğitim yöntemlerini tercih ederek ihtiyaçlarına cevap verecek öğretmenlere ihtiyacımız var türkiye'de. böyle olan/olmayan binlerce hocamız okullarda öğrencilerle buluşuyor, bir o kadarı da atanamıyor/atama bekliyor. üzücü mü? evet. son zamanlarda önümüze düşen rezalet derecesinde olaylara gelirsek, atanamayan bir sürü insan varken "böyleleri nasıl öğretmenlik yapıyor?! pes!!" dediğimiz kişiler/olaylar gördük.
bugün önüme düşen şu tiviti paylaşmak isterim. bu nasıl bir yüzsüzlük ve pişkinliktir? hediyenin büyüklüğüne ve katılan/katılmayan veli-öğrenciye böyle bir yargı yapmayı kendine hak gören nasıl bir "eğitimci"dir? siz neden öğretmen oldunuz acaba ayıptır sorması? velinin tutumu da takdir edilesi gerçekten, ben sinirden ağlardım heralde. tivitin altında da öğretmen tarafından öğrencinin sınıfının değiştirildiği haberi verilmiş ama ne kadar güvenilir bilmiyorum. tivitin altında daha nice "öğretmene x hediyesini aldı bizim sınıf, ben katıldım/katılamadım" yazılmış, ne ararsan var: pırlanta kolye, mont, airfriyer... yahu siz aklınızı mı kaçırdınız? bu nedir? öğretmenler gününde bir çikolata, bir çiçek verilir, içten bir şekilde kutlama mesajı verilir, sarılınır, öpülür. bir eğitimcinin hediyesi zaten öğrencinin başarısı, sevgisi ve teşekkürüdür, velinin müteşekkirliğidir. 25 yaşındayım, pek çok kez somut hediye vermişimdir hocalarıma ama bunların hiçbiri, seneler sonra yanlarına gidip "hocam bakın ben koskoca kadın oldum, şimdi şurada şu işi yapıyorum, sağolun varolun" dediğimin yerine geçmedi.
"çiçek-çikolata hediyesi okeydir" sözümü de şöyle çürütüyor ankara çayyolu'nda bir okulun velileri: vakko'dan çikolata alarak. okul sadece çiçek veya çikolata hediye edilmesine izin verdiği için olayın bug'ını vakko'dan alınan çikolatanın değiştirilebilmesiyle bulmuş sevgili paralı velilerimiz. benim arkadaşım burada çalışırken öğretmenler günü öncesi daha tecrübeli bir öğretmenin zümre odasında "böyle bir hediye alırsanız sakın çikolatayı hemen yemeyin, değiştirip vakko'dan ürün alabiliyorsunuz :)" demesiyle öğrendik bu detayı. gerçekten pes dedirtiyorlar.
ey veliler, her ne kadar buna inanıyor olsanız da, paranızla varolmuyorsunuz/tanımlanmıyorsunuz. bu bataklıktaki "öğretmenler", sizler de size alınan hediyeler kadar "iyi" hocalık yapmış olmuyorsunuz, ruhunuz da, verdiğiniz eğitimde, size alınan hediyeye verdiğiniz değer kadar yozlaşmış. geçmiş olsun.
0 notes
Text
her yere geç kalan insan
Gerçekten beyin kimyasını merak ettiğim insandır. Karşındakini sevmiyor ve saygısız desem, hayır, arkadaşlarını vs çok seven ve özellikle buluşmayı isteyen insanlar bunlar. Geç kalmasına rağmen insanların tolere etmesiyle ne kadar sevildiğini görmek istiyor desem, bunun için “geç kalmak” gerçekten absürt olur.
Sonra burada yazanları okudum ve geç kalan insanlardan bir “insight” edinebildim. Hakaret ya da suçlamada bulunmak istemiyorum, zaten hiç de benlik değil tanımadığım insanlarla bu tür bir münakaşa… sadece şunun farkına vardım ki bu tür insanların da çevresindekiler gerçekten buna tolerans gösterebilen, bu insanları “sevdiği ve görmek istediği” için geç kalmalarına katlanabilen kişiler. Yani sen geç kalanlara tahammül etmiyorsan çevrende de böyle geç kalan çok az insan var ve onlarla da münasebeti minimumda tutuyorsun.
Ben de; hep zamanında, değilse de erkenden, orada olan ve “bekleyen/bekletilen” kişiyimdir. Hayatım boyunca kendim gibisi de, geç gelen de arkadaşım oldu. Geç kalmayı “aman hiçbir şey canım!” diye geçiştireni de, “çok özür dilerim gerçekten çok özür dilerim” diye utanç ve üzüntüsünü belli edeni de gördüm. Geç kalmayı bir alışkanlık yapıp “ben de böyleyim, yersen” şeklinde karakter olarak takınan insanlarla ilişkim azalıp bitti. Kazara 3 buluşmadan 2'sine geç kalanı da hala severek anarım, arkadaşımdır.
Yalnız arada kalıp ne yapacağımı bilmediğim ilişkilerim de var. Mesela ilk başlarda geç kaldığı için hep özür dileyen, sonrasında bu geç kalma süresini uzatıp özür dilemeyen ve “ay sen aradığında çıktım ben de” (buluşma saatinden 15 dk sonra, merakımdan aramıştım) diyen bir arkadaşım var. Seviyorum ama bu hareketleri artık tüm gün planımı etkiliyor. Görüşmek istese bile tüm bu yaşadıklarımız gözümün önünden geçiyor ve görüşmeye yanaşmıyorum. Yaş ilerledikçe de daha az arkadaş ediniyoruz ve sahip olduğumuz arkadaş sayısı da git gide azalıyor haliyle, eskisi kadar kolay silemiyorum insanları. Bu arkadaşım konusunda da çok arada kaldım…
0 notes
Text
amazon
çevremde ne hikmetse kadınlar tarafından çok az kullanılan ama önüme çıkan her mühendis erkeğin aşık olduğu platform. hepsi sanki komisyon alıyormuşçasına prime üyeliği övüyor. (benzer bir durum: spotify yerine youtube music dinlemeleri) hani o kadar çok lafı edildi ki ben de her ne kadar arayüzü beni açmasa da yavaş yavaş kullanmaya başladım.
bir kere sizi bu denize atan şey (benim abone olduğum zaman 8₺ olan) prime üyeliği yaptırmanız. üyeliğiniz olunca "aman boşa gitmesin" diyerek daha çok bu platformda zaman geçiriyorsunuz. prime video izliyor, alışverişteki "prime fırsatlar"dan yararlanmak için ucu gelmez bir scroll'un kölesi oluyorsunuz.
bu kadar negatif yazdığıma bakmayın, aslında bizi alışveriş bağımlısı, para harcama makineleri olarak gören erkeklerin kendilerini kaybettikleri bir platform olması benim baya ilgimi çekti. bir noktada buraya bu kadar düşmelerine hak verdim çünkü neredeyse binlerce lira fiyat farkı ile daha ucuza ürün bulabiliyor, yurtdışından çok kolay sipariş verebiliyorsunuz. ve ürünün orijinallik/kalite kontrolüyle, gümrük vergisi algısıyla, hatta ve hatta kullanımda kusurlu çıkan ürünün iadesi/değişimiyle bile amazon sizin için ilgileniyor. he bir de benim gibi online oyun da oynuyorsanız size oyun içinde bedava paketler veriyor her ay.. daha nolsun di mi?
fakat son birkaç gündür fark ettiğim bir şey var: ürünlerin arama sayfasındaki fiyatları ile ürün ekranındaki fiyatları farklı, üstelik 90₺ kargo ücreti gösteriyor -neredeyse- her şey için. hepsini göze alıp sepete gittiğinizde ise 50-100₺ arası gümrük işlem ücreti görünüyor. eskiden belki de bütün bu masraflar direkt ürün fiyatı olarak görünüyordu, bilemiyorum, ama şu an bu şekilde gösterilmesinin insanın canını sıktığını söyleyebilirim. yine de pek çok marka ve ürün için ilk tıkladığım alışveriş platformudur. bıktım trendyoldan replika ürün gönderilmesinden.
0 notes
Text
twilight
erkek arkadaşıma işkence etmek ve kendimi de eğlendirmek için dün ilk filmini açıp izlediğim seri. her ne kadar senede 1 izlesem de her izlediğimde tekrar tekrar bazı şeylerin farkına varıyorum. mesela:
o zamanlar daha sarsıcı yapımlar, seri halinde çıkıyormuş. belki şu an sosyal medya yüzünden tek bir bölüm bile çok popüler bir film haline gelebiliyor ama etkisi o kadar uzun sürmüyor. belki o zaman internet olmasına rağmen ulaşabildiğimiz bilgiler sınırlıydı, insanlar şu anki gibi platformlara delice görsel, video ve text yüklemiyordu ve daha çok içerik için o ürüne daha fazla bağlanıyorduk (?). bilemiyorum.
serinin her filmi ve kitabının adı farklı olsa da seriye direkt twilight veya alacakaranlık olarak hitap ediliyor. neden bilmiyorum, yeni ay, tutulma ve şafak vakti gibi isimlerin başında alacakaranlık geçmese de...
ilk film ile diğer filmlerin yönetmenlerinin farklı olması ilk filmin tadının bir başka olmasını sağlıyor. diğer filmlerde o insta filtresinin kalkmış olması ve nedense doğada geçen bölümlerin bir emo-pop punk klibinden ziyade natgeo belgeseli tadında olması bir nebze filmlerden götürüyor.
2005-2010 modası o kadar az sırıtıyor ki filmin stilistini, karakterlerin disney channel'dan fırlamış gibi görünmemesini sağladığı için alnından öpesim geliyor. evet gerçekten absürt detaylar var, mesela edward'ın kot üstüne plaza erkeği gömleği giymesi ama kolunda metal fanıymışçasına deri kelepçe takması ya da bella'nın perişan haldeki jersey üstleriyle anne çantalarını kombinlemesi şu an bir iç gıcıklanması yaratsa da o kadar o dönemi yansıtıyor ki (ilk film nezdinde) insanın 2007lere delicesine bir özlem duymasına sebep oluyor.
kitapları okurken filmdeki sahneler kadar cringe olmamıştım, filmde bütün o sahneler realize edince insan büyümüş haliyle kahkahalar atarken buluyor kendini. (bknz. edward: arkadaş olmamalıyız. bella: tmm. -filmin sonu-)
TL;DR: guilty pleasure, comfort zone, nostalji filmi.
4 notes
·
View notes
Text
el yazısı
türkçe'de iki anlamlı söz. hem kişinin kendi eliyle yazdığı yazı, hem de ingilizce'de "cursive" denilen, sözcük boyunca tek kalem darbesi kullanılarak yazılan yazı anlamına gelir.
ilk tanım kıstasında, pek çoğumuz farketmiştir ki yazımız lise defterlerinden üniversite notları arasında değişmiştir. kişi ne kadar az eliyle yazarsa o kadar çirkinleşir el yazısı çünkü yazı yazdıkça kalem tutuşumuz ve harften harfe geçişimiz bir alışkanlık haline gelir, daha akıcı ve hızlı yazarız. bu yüzden günlük vb. her gün yazı yazabileceğimiz hobiler veya yeni alışkanlıklar edinmek kişisel el yazımızı korumamızı sağlar. ya da bırakın, daha da eciş bücüş ve karakteristik bir hale gelsin.
böyle diyince geçen gün başıma gelen bir olay aklıma geldi. yazım kötüleşti diye bir deva ararken yazısı güzel olan kim varsa kullandığı kalemin aynısından alıp kendi yazımı düzeltem girişimlerim oldu(!). en sonunda pes ettim ve yeni çirkin yazımla barışmaya karar verdim. haftalık ajandama notlar alırken yanımda oturan iş arkadaşım "ay ne güzel el yazın" dedi, ben de teşekkür ettim "ama eskisi kadar güzel değil ya" dedim. kız da "olsun, karakteristik" dedi. şey gibi "güzel değilsin ama sempatiksin" der gibi ahahah :)
ikinci tanım hakkında konuşmak gerekirse de 96lı biri olarak bize ilkokulda el yazısı dersi ayrıca verilirdi, normal yazı ile el yazısını karıştırmamıştı öğretmenimiz. fakat 2000li kardeşimin ne ayrıca el yazısı dersi oldu ne de güzel yazı denilen el yazısından ayrı, harfleri tek tek yazdığı bir el yazısı. lisede bu yüzden zorlandı, üniversiteye geçtiğindeyse kendi kendine normal yazısını bulmuştu ama yine kalem tutuşunda zorlandığı için eciş bücüş yazıyordu.
reddit'te cursive hakkında bir post görmüştüm, onlarda eskiden cursive öğretilirken artık öğretilmediğinden bahsediyordu. ve ilginçtir ki cursive öğrenmeyen insanların pek çoğu, bu davetiyelerde kullanılan italik, alengirli, cursive benzeri fontlarda yazılmış şeyleri okuyamıyormuş. hem komik hem de ne kadar büyük bir fark yarattığının kanıtı. sonuç olarak cursive öğrenmek ve yazmak çok mu lazım? evet, öyle görünüyor.
1 note
·
View note
Text
ne kadar eğitimli olurlarsa olsunlar erkeklerin bazı toplumsal normlar ya da cinsiyetçi yorum/şaka gibi şeyleri anlayamaması sorunsalı üzerine..
Bugün sabah erkek arkadaşım gününe bana instagram’dan reel videoları atarak başladı. bunlardan bir tanesi, günde en az 1 kere attığı, bir erkeğin kız arkadaşı/karısı karşısında “farkında olmadan” yaptığı veya söylediği bir şey için arkada mutlu mutlu “dumb ways to die” şarkısının çaldığı videolardandı. muhtemelen bunlardan bazılarını görmüşsünüzdür, anlamadıysanız da bir tane örnek vererek anlatayım:
adam karısıyla mesajlaşırken karısı “çok stresliyim” diyor, adam da “çok normal. şu sıralar çok bunaldın(overwhelmed).” yazacağına “şu sıralar çok fazla kilon var(overweight).” yazıyor. o sırada sahne duruyor ve adamın ölümüyle yüzleşeceğinin habercisi olan, o mutlu “dumb ways to die” şarkısı çalıyor arkada.
bu daha <mild> bir örnek, çünkü yazım yanlışı dolayısıyla adamın ölümlerden ölüm beğeneceği bir noktaya gelmesi üzerinden mizah yapılıyor. bunların daha ofansif olanları da var ve, inanın bana, ne kadar yüksek eğitimli ve zeki de olsa, benim erkek arkadaşım bu videolarla çok eğleniyor ve benimle paylaşıp duruyor.
kendisi bu “dumb ways to die” anlardan birkaç tanesini, çok özel olarak, kendi çapında yorumlayarak yaşadı zaten. komik olansa, aslında bu tür videoların tek iyi tarafı olabilecek “erkeklere farkında olmadıkları uygunsuz davranışları göstermek ve mizah yoluyla uyarmak/bilinç oluşturmak” yararından asla nasibini almamış olması, çünkü eğer videoları o gözle izleseydi yaptığı şeyleri yapmazdı.
bu da beni farklı bir noktaya getirdi: bu tür videoların, erkeklerin yaptığı uygunsuz davranışları normalleştirecek şekilde, şakayla karışık içerikle harmanlayıp medya sirküsüne atması. bunu okuyup “yok artık daha neler? kaçıncı boyut duyar bu?” diyebilirsiniz. lakin, kendi partneri tarafından bu tür davranışların videolarının izlendiğini, halen daha aynı muameleyi görmüş biri olarak bunları düşünüyorum. kendisine bunun altını çizdiğimde bozuldu ve “peki”, “tamam”, “atmam bir daha” şeklinde tripsel cevaplar aldım. “eğlencesinin içine etmişsin, tebrikler, adam sevdiği için atmış” da denebilir, bunların hepsini diyalog halinde kafamdan geçirdim zaten ben. fakat benim gün be gün üst üste koyularak bu [duyar] seviyesine gelmemden önce kendisinin “lan acaba bunu izleyince tepkisi ne olur?” diye biraz düşünmesi bütün bunların önüne geçebilirdi. bazı içeriklerin, toplumun her kesimi, her cinsiyeti ve kişisi tarafından aynı şekilde anlaşılmayacağının, aynı kapıya çıkmayacağının ve aynı şekilde eğlendirmeyeceğinin anlaşılması lazım.
9 notes
·
View notes
Text
bir anda gelen “tamamen yenilenme isteği”
bu bende daha çok “ülkeden kaçıp güney amerika’da dağlarda çoban olma isteği” olarak zuhur ediyor.
bütün bilgiden ve bilmişlikten uzak, beni ırkım ve milliyetim üzerinden ayırmayacak bir toplulukta (koyunlar), ne bildiğim ya da bilmediğim üzerine yargılanmayacağım (türkçe bilen g.amerika köylüsü çıkmadığı sürece) bir hayat olarak görüyorum. gerçekten birileriyle yarışmaktan, bir şeylerle boğuşmaktan ve en çok da bu kadar sağlıksız bir ortamda yaşamaktan bıktım. yediğimiz içtiğimiz nedir bilmiyoruz, içeriği nedir, ne miktarda tüketsek sağlıklıdır? hiç! giydiklerimiz yaramıyor, tekstil ülkesinde yaşayıp doğal içerikli şeyler giyememek ne kadar acı! en azından koyun yününden, hayvan derisinden 1–2 parça giyip doğal ve dayanıklı olduğunu bilirim :) hem bu kadar kırılgan ve sağlıksız bir hayat sürüp hem de dünyanın en iyisi olacakmışız gibi yırtınmaya gerek var mı sahiden? hayat nasıl da akıp gidiyor, çoktan 20lerimin 2. yarısına giriyorum. naptım ki hayatta? daha neler yapabileceğim? neler kaçırdım? bazı şeyler yaşla sınırlı gerçekten, elimden ne gelir zamanı geri sarmaktan başka? saramıyorum da, madem kaçırdığım şeyler beni bu kadar rahatsız ediyor, o zaman kaçırdığımı bilmesem? görmesem her şeyi? cahil kalmak istiyorum biraz, her şeyden haberdar olmak istemiyorum. ve sağlıklı olmak istiyorum, huzur istiyorum. 25imde bunları yazıyor olmak çok acı biliyorum ama bu kıvama geldim, kulak memesi kıvamını geçtik biraz.
0 notes
Text
artık tüketmiyoruz (ama nasıl?) vol.ıv
bu başlık altında yazabileceğim, kendi çapımda en yaratıcı ve basit dokunuşum: Instagram’da influencerlar yerine, hayat tarzlarını ve kendilerini beğendiğim İskandinav modelleri takip etmek.
Ne link paylaşıyorlar, ne çok tüketiyorlar… Şaşaalı olmayan, estetik yaşam tarzlarına sahipler ve bu bana ilham oluyor.
Günde 3000 tane ‘kaydıraklı sıtori’ atan yapma influencerlar OUT Kopenhaglı bacılar IN
not: istediğim şeylerin fotoğraflarını galerime kaydedip sonra silmek de işe yarıyor bende. uzun süre galerimde kalabalık yapınca, alıp evimde kalabalık yapmış gibi hissettiriyor ve “ay iyi ki almamışım bunu, sileyim de gözümün önünden gitsin” diyorum.
1 note
·
View note
Text
minimalizm
“minimalist yaşıyorum” diyebilmek ve bu estetikin bir parçası olabilmek için bazı insanların çok yanlış yorumladığını düşündüğüm akım/yaşam tarzı.
bu insanlar elindeki avucundakileri ayıklayarak atmak, vermek, satmak suretiyle eşyasını azaltıp sonra da bu attıklarının yerine daha ‘kaliteli ve pahalı’ yenilerini alıp bunların ellerinden çıkarttıklarından daha iyi/kaliteli/kullanışlı olduğunu söyleyerek tekrardan tüketim çılgınlığına katkıda bulunuyorlar. şayet bu kadar akımın içinde olsalardı zaten ellerindekilerden atmaz/vermezlerdi de bunlar gerçekten tükenene kadar bekleyip sonrasında yenisini/en iyisini alırlardı.
elbet bunun hakkında çok okuyan, zihniyetine sahip olan insanlar mevcuttur ve doğru uygularlar ama benim değinmek istediğim nokta: minimalizmin hayatımızdan çıkarmamızı öğütlediği tüketim çılgınlığına alet edilip bizzat bahane edilerek yeni şeyler alınmak için kullanılması.
ben artık Youtube’da “minimalist yaşam tarzım” başlıkları altında “bakın bunları attım ve böyle bir şey aldım. inanıyorum ki hayatımın sonuna kadar kullanıcam bunu öyle kaliteli çünkü 1200₺ verdim!” içeriklerini izlemekten, internette gördüğüm “minimalist yaşayacağım tüketmeyeceğim hiç :) o yüzden dolabımı indirdim kaldırdım ve ihtiyaçlarımı (!) not aldım, onları almak için alışverişe (!!) gittim ve bu sene başka bir şey almiiciiiim hiiiç!” kafalarından falan yıldım. bu eylemleri sanki alışverişe gitmeye sebebiniz olsun diye, kendinizi “bundan sonra başka bir şey almayacağım” diye ikna ederek ve vicdanınızı rahatlatarak alışverişe gitmek için yapıyormuşsunuz gibi bir izlenim oluşuyor.
Olay, bu, değil.
6 notes
·
View notes
Text
influencer
kendisinin topluma, mesleğinin de doğaya büyük zarar verdiğini düşündüğüm şahıs.
influencerlar olmadan önce çok mu bir eksik vardı? hani alacağınız ürünü alamıyor muydunuz? senelerce bu insanların yerine marka yüzü olup reklamını yapan tanınmış model/oyuncu/şarkıcılar varken çok mu ürünlerden habersizdik de bu insanlar bizi büyük bir dertten mi kurtardı?
-hayır.
pekala, şimdi ten/göz/dudak renginiz benzer bir influencer buluyorsunuz kendinize ve onun deneyip yakıştırdığı ürünleri çok aramak zorunda kalmadan alabiliyorsunuz fakat size sağladıkları bu minik fayda karşılığında bu insanların yaptıkları işin tüketime ne kadar katkı sağladığını, sizden ne kadar götürüp doğaya da ne kadar atık koyduğunun farkında mısınız?
bu insanlara hafta başı gönderilen kutular dolusu ürünü geçtim, takipçilerini de ihtiyaçları olmayacakları kadar tüketmeye ikna ediyorlar. tüketmeme kampanyası çapında bizler bilinçlenip tüketmesek bile bizden 100 kişinin yaptığı tasarruf, 1 influencer’ın yaptığı tüketime bedel oluyor. hadi ekonomi beter oldu, artık “tüketememe” durumundayız diyoruz da bu insanları hiçbir zaman bağlamadı ki döviz kurları. bizim dövizle birlikte pahalandı diye üzülüp endişelendiğimiz şeyleri bu insanlar zaten bedavaya alıyordu. aldıkları para sırf kira + faturaya gidiyor, zaten donlarını bile reklamını yaptıkları markalar yolluyor. eğlenceli ve keyifli hayat tarzları var ve bunu izleyen bizler hayatımızı sıkıcı buluyor, verdiğimiz emeklerin hiçbir şeye yaramadığını düşünüp üzülüyor ve onlar gibi olmak istiyoruz. onlar kimler tam olarak? bazıları eğitimlerini bile bu işten bekledikleri verimi aldıkları için yarım bırakan (bu şekilde gençlere de kötü örnek olabiliyorlar), moda akımı neyse ve markalar onlara ne gönderiyorsa tarzlarını ona göre belirleyen (şimdi bir tarzı mı olmuş oluyor bu insanların?) ve şu ekranları kapattığımızda aslında hayatımızda hiçbir şeyi değiştirmemiş olan insanlar değiller mi?
bu yazdıklarımı okuduysanız durup düşünün: takip ettiğiniz kaç influencer sizde bu saydığım tüm zararları karşılayacak kadar iyi bir değişime sebep oldu? vicdanımız rahat ediyor mu bu insanları desteklerken? bu insanları takip edip harcadığımız para, zaman ve ilgiyi daha iyi nasıl değerlendirebilirdik?
ben bunların cevabını kendim için buldum, lütfen siz de bulun.
0 notes
Text
artık tüketmiyoruz (ama nasıl?) vol.ııı
uzun süredir ped dışında alışveriş yapmıyorum, sadece kitap alıyorum onlar da araştırma konumla alakalı ise. hem aldığım her şeyin nasıl ve ne kadar zamanda üretilip ne kadar hızlı ve umursamadan tüketildiğini düşünmüyorum bu sayede hem de harcamadığım param biriktiği için eskiden almaya gözümün korktuğu teknolojik aletleri alabiliyorum, almadığım 10 drugstore ruj yerine 1 tane Chanel ruj alabiliyorum gibi gibi. arada canım aşırı alışveriş çekince de evin pazar ve market alışverişini ben yapıyorum o hafta…
fakat millet, sorarım size, bizden 15 kişinin almayıp tüketmediği kadar ürünü sadece 1 influencer, 1 tane “markalardan gelenler” videosunda açıyor. denize bir yıldız atıp fark yaratıyoruz ama böyle şeyler gördükçe aşırı aşırısı sinirim bozuluyor. bu influencer mesleğinin kökünü kurutmadıkça bu tüketmeme kampanyasının bir yere gittiği yok bence.
1 note
·
View note
Text
artık tüketmiyoruz (ama nasıl?) vol.ıı
Sadeleş ve Rahatla ve İstif Çağı kitaplarından sonra alışverişe resmen iblismiş gibi bakmaya başladım. Bir sene içinde AVMlere ve ürün almaya bakış açım nasıl bu kadar değişebildi bilmiyorum ama pandemi gibi anormal şartlar ve eşyada boğulmanın getirdiği bir değişim sanırım bu.
“Şimdi elimdekileri bitirmeyi bekleyeceğim” derdim ama kullanma tarihleri geçen jel/sıvı formdaki ürünler dışında hiçbir şeyin ne eskiyeceğini ne de biteceğini düşünüyorum. Elime geçen onca parayı da anca yemeğe harcayabilirdim fakat pandemi sağolsun, tüm mekanlar kapalı ve Ankara’da kışın dışarıda zaman geçirmek pek mümkün değil. Mecburen birikim yapacağım, gerçekten aşırı trajikomik ama para biriktiremeyen bendeniz ancak bu şekilde yola gelirdi, teşekkürler!
1 note
·
View note
Text
artık tüketmiyoruz (ama nasıl?) vol.ı
farkında olmadan alışverişi günlük hayatımızın bir rutini haline getirmişiz. özellikle 2010'dan itibaren ülkecek haketmediğimiz bir ürün bolluğu içinde, paramızı ona buna saçarak yaşamamızın geri dönüşü tüm bunlar.
tüketmeme kampanyasının ilk adımı ne kadar tükettiğimizin farkına varıp daha az tüketmek olmalı biliyorum ama ne sıklıkla alışveriş yaptığımızı ve ne için yaptığımızı sorgulamak da sağlıklı bir yaklaşım. dümdüz evde otururken neden alışveriş yapma gereği duyar bir insan? yemin ediyorum çıkıp bir şeyler alasım geliyor ya da telefondan uygulamadan bakıyorum falan… hastalık derecesinde resmen. ve yalnız olmadığımı da biliyorum.
peki neden?
neden yılda 10 parça yeni giysi alan insanlar bir anda yılda en az 70 parça şey alır hale geldi? kolay ulaştığımız için mi, ucuz olduğu için mi? yoksa git gide büyüyen ve bizi yiyip bitiren bir alışveriş ihtiyacından mı kaynaklanıyor? bize bu ürünleri satan insanlar paraya doymayacaklar çünkü onlar da bizim gibi sürekli bir şeyler alıyorlar. üretim makinelerce yapıldığı ve kaynaklar tükenene kadar devam edeceği için bu para döngüsünün mümkün olduğunca hızlı ve uzun süreli devam ettirilmesi gerekiyor. bir kişi bu döngüye karşı durduğunda otomatik olarak garipseniyor ya da dışlanıyor. bu alışkanlık ya da döngüye nasıl kafa tutarız bilemiyorum. elimiz zorda kalmadıkça o güzel torbalara konacak ve eve gidince paketleri yeni açılacak ürünlere para vermeye olan isteğimiz devam edecek. ben senelerdir bu noktadayım ama hala almaya devam ediyorum. ekonomi de şükela, Tanrı yardımcımız olsun.
1 note
·
View note
Text
mülteci sorunu
yerinden edilmiş birçok insanın kendi ülkelerinden başka bir ülkeye zor veya tehlikeli bir şekilde taşınması olarak tanımlanıyor olması gerekirdi. göç etmek zorunda kalan insanların çektiği çilelere gönderme yapıyor aslında bu tanım, fakat Türk halkı olarak biz bu tanımın “yerleşilen bölgedeki halkın çektiği çileler” versiyonunu yapabiliriz sanırım.
her gün çeşitli sosyal medya platformlarında pek çok aşırılık, taciz ve daha da kötü şeylerin haberlerini görüyoruz. bunların çoğunluğu mülteciler tarafından olmaya başladı veya bilinçli olarak özellikle onların yaptıklarını servis ediyorlar bize, bilemiyoruz.
ben bugün başımdan geçen bir şeyi anlatmak istiyorum, ilk kez bizzat şahit oldum böyle bir olaya. Marmaray’da Ayrılık Çeşmesi-Yenikapı arası seyahat ediyordum. durakta bindim, bir boş yer gördüm, başka bir kız da benimle binip aynı yere hamle yaptı ama ben oturdum. kız ayakta kaldı. tam o sırada karşımda beş genç adamın oturduğunu gördüm. hepsi yabancı uyrukluydu, nereli olduklarını bile bilmiyorum. benim hizamda da iki tanesi oturuyor, bir tanesi de ayakta gidiyordu. tam benim karşımda oturan adam, ayakta kalan kıza öyle bir baktı ki… baştan ayağa, dilini dudaklarında gezdirip pislik bir gülümsemeyle süzdü kızı. kız da yukarıya baktığı için görmedi bunun baktığını. adam yanındaki arkadaşına bir şey söyledi ve bu sefer öbürü de aynı şekilde bakmaya başladı. dillerini anlamadığımız için fısıldamak bir yana, yüksek sesle kıza bakıp konuştular. o kadar sinirlendim ki, ne yapacağımı da bilemiyorum tabii, yumruğumu sıktım. bu sefer adamın gözü bana takıldı ve yine arkadaşına bir şeyler söyledi, diğeri de baktı ve bir şeyler konuştular. telefonumu çıkartıp sevgilime olanları yazmaya başladım ama bilerek kamerayı adamlara doğru tuttum ki rahatsız olsunlar bu utanmaz hareketlerinden. yanımdaki kişi Üsküdar’da inince kız yanıma oturdu ve bu sefer ikimiz adamların tam karşısında kaldığımız için baya baya bakıp konuştular beş kişilik grup olarak. kameraya bakıp rahatsız bir şekilde konuşmaya devam ettiler bir süre. sonra aralarından biri ayağa kalktı, benim hizamda ayakta giden adamın yerine geçip ekranıma bakarak onları video alıp almadığıma emin oldu. bütün bunlar olurken ineceğim durağa gelmiştim. kız da, adamlar da aynı durakta indiler. yanımdan geçerken bana tip tip baktılar. yol boyunca kıza olanı söylesem mi yoksa cıngar mı çıkarsam ya da hiçbir şey yapmadan gitse miydim diye çok düşündüm. olayları olduğu şekliyle sevgilime anlatmam delirmesine yetti ve direkt polis çağırsaydın dedi. adamların ne konuştuğunu anlayabilseydim keşke, belki o zaman polis çağıracak bir şey bulabilirdim ama ortada bir kanıt olmadan bir şey yapamazdım, bu şekilde o herifler de kızı ve beni gözleriyle yediler.
2 notes
·
View notes
Text
aileyle yaşamak..
..kurtarıcı olabilir.
eminim ki burada üniversite yıllarında aile yanında kalmak, özgürlüğüne kavuşamamak, mezuniyetten sonra da işsizlik sebebiyle uzaklaşamamak ve yine ana-babanın dizinde oturmak çerçevesinde yazılar yazıldı. ben de üniversitedeyken ailemleydim, şanslıydım ki bana karışmadılar ve eski arabamız bana kaldı, özgürce gezebildim. mezun olduktan sonra işsizken aile yanında kalmanın ne kadar depresif olabileceğini tecrübe ettim. işe girdiğimdeyse kriz zamanına denk geldiği için aldığım para yaşadığım şehirde bana yetmez hale geldi. ailemin yanında yaşıyor olsaydım çok daha rahat geçinebilir ve kendime istediğim gibi bakabilirdim. eminim ki toksik aile şartlarında yaşayıp bundan haliyle mağdur olan pek çok kişi vardır, ben aile bakımından şanslı biriyim ve düşündükçe şükrediyorum.
yukarıda yazdıklarımı göz önünde bulundurarsam şöyle diyebilirim: herkes kendi ailesinin şartlarını ve günümüz ekonomik şartları düşünerek yaşam kararları vermeli bence.
0 notes