manabagimlisi
manâ > madde
26 posts
kelimeler manâ kafesleri/içeride sadece kuyrukları
Don't wanna be here? Send us removal request.
manabagimlisi · 13 years ago
Audio
72 notes · View notes
manabagimlisi · 14 years ago
Photo
iwdrm:
“Well, it’s an interesting combination of elements, making him a tough little son-of-a-bitch.”
Alien (1979)
Tumblr media
1K notes · View notes
manabagimlisi · 14 years ago
Photo
Tumblr media
5K notes · View notes
manabagimlisi · 14 years ago
Text
XI
Canlı müzik fena değildi, acıları birazcık itekliyordı beynin arkalarına en azından. Tek güzel şey buydu belki de hayatında, o yüzden istemeye istemeye buna sarılıyordu yoksa zamansız-mekansız karanlıktaki pozisyonunu bilemezdi. Barmenin acıyan gözlerle ikram ettiği salatalık dilimlerinin sayısını azaltmakla meşguldü. Şimdiye kadar üç haneli sayılarla ifade edilecek sefer aynı tabureye oturup aynı şeyleri içmesine rağmen yine o aynı barmen daha önce hiç salatalık ikram etmemişti hattâ başka birine edildiğini de görmemişti (ancak beyaz leblebi üstü bir şeyler). Pek bir samimiyetleri de yoktu, laubalilikten hoşlanmaz, insanlardan nefret ederdi (aslen herkes gibi). Barmenin iletişim kurma çabalarını kaba salvolarla savuşturmuştu birkaç kez, şimdi işler istediği gibiydi, sadece alkol ulaştıran bir aracıydı. Kafasında ATP yakarak bir yandan barmeni kesiyor, bir yandan küçük ısırıklarla salatalıkları götürüyordu. Birası bitince ertelediği tuvalet ziyaretini yaptı, aynaya baktı, kendisiyle göz göze gelmeyi başaramadı, bir gözünü tuttursa diğerini kaybediyordu, demek ki işler yolundaydı. İşerken bir yandan da düşünmeyi denedi. ......... Barmen sürekli karısıyla kavga edip, evliliğini bir çöp dağına çevirmiş ve kokudan uzaklaşmak için kendini kaptırdığı sanal kumar sitelerine binlerce lira borçlanmış, bu borçları kapatmak için borç istenebilecek kadar saf/paralı müşterileri seçip onlara yanaşmaya çalışıyordu. Barmen evlenirken karısına bu işi sonsuza dek sürdürmeyeceğini, sıradan insanlar gibi geceleri yanında olacağını söylemişti en başta ve tabii ki işler öyle gitmemişti (sıradan/olağan). Adam barmen olmak için doğmamıştı belki (ki öyle bir şey ya da bir türevi mümkün değildir, insanlar sadece acı çekmek için doğarlar, kimisi bağıra çağıra kimisi sessizce bu görevi ifa edip bir sonraki tura kadar gübre olurlar) ama tek bildiği/yapabildiği iş buydu, yıllardır bu işten para kazanıyordu zaten yeteneksizin tekiydi. Üstelik geceleri çalışmaya/yaşamaya alışmış birisi artık karanlığı hayat tarzı olarak benimsemiştir, kalkıp da 9-6 çalışmaya zorlanırsa satran�� öğretilmeye çalışılan neandertal gibi olur. Birkaç kez (iki kez) şansını başka işlerde denemişti de (aslında sırf biraz karısının gözünü boyamak için), olmamıştı, olduramamıştı, olamazdı da. Başta her şey yolunda görünüyordu, üzerine boya atılıp unutulan sıva çatlakları zamanla genişlemeye başladı. Alışılagelenin tersyüzü bir şekilde/bilakis, eve erken gelmeler problemdi bu evlilikte. Herif sabah gün aydınlanmasına yakın eve geliyor, bazen ağzına sindirip enerjiye çevirmek üzere bir şeyler atıyor (ki çoğunlukla yorgunluktan sindiremiyordu bile) bazen de onu da yapmadan devriliyordu. Kadın eve döndüğünde belki bir iki saat beraber geçirebiliyorlar, sonra da değişen spektrumda bir gerginlikle çıkıyordu, aradaki bağı iyice gere gere uzaklaşıyordu evden. İşi yakında bırakacağını her gün tekrarlıyordu, bunun olmayacağını bile bile, karısı da biliyordu işlerin öyle gitmeyeceğini ama beyninin o bölgesine sürekli pembe hayaller pompalayarak farketmesini öteliyordu. Sıva çatlağı değildi aslında onlar, hayallerin dışarıya, gerçeklerin içeriye sızmasına sebep olan yarıklardı, hem de öyle genişlerdi ki hayallerindeki herif bile rahatlıkla defolup gidebilirdi. Gerçekleri idrak ettikçe, gerçeklere diş/tırnak geçiremeyeceğini anladıkça (bir şey geçirilecekse bunu gerçekler yapar genelde) eline minik, pembe, plastik bardak tutuşturduğu, evcilik oyununun diğer yarısına sarıyordu, adamın işini bırakmayacağı gerçeği ortalama yani boktan (öyle ya, yüz milyonlarca kişinin kurduğu hayal ancak boktan olabilir) hayallerinin üstüne doğru son sürat geliyordu. Adam işlerin bu noktaya geleceğini hiç tahmin etmemişti. Biraz (epey) beyinsiz olarak tanımlanabilirdi, tanımlandı da. O imzayı attıktan sonra nereye kadar kandırabilirdi ki kadını/kendini, işini bırakacağı garantisi dönüp dolaşıp yakasına yapışacaktı. İşini asla bırakamayacağını önce kendisine sonra da ona söylemeliydi bir şekilde. Uyandığında yanında olmuyordu karısı, kendisi bile bazen kendinde değildi. Kendisini kıstırdığı aralar durumu izah etmeye çabalıyordu, eve getirdiği işleri deviriyordu bir yandan. Kıstırılmaktan pek memnun olmayan kendisi bir arkadaşından duyup bulaştığı sanal pokeri bir tür eğlence/kaçış olarak görüyordu başta, zaten insanın hayat eksenini yamultması kesin olan pek çok şeyi öyle görür başta ama başı olan bir şeyin vücudu, boru gibi kolu, kıçı da vardır genellikle bilirsiniz. On lirayla başlayan kazançlar/kayıplar eğlenceydi, sonra heyecan yeterli gelmedi, daha uzaklara kaçmak için yüzlerle oynadı, son düştüğü çukur tüm birikimini de rahatlıkla alacak büyüklükteydi, sektirmedi tabii. Bu saçma sapan evlilik için girdikleri onca taksit bir dahaki ay boğazını sıkmaya başlayacaktı. Aile bağları baksırının gevşek lastiğinden halliceydi, yaptığı işte edindiği arkadaşlıklar tabanı düştü düşecek ayakkabısından daha kötü durumdaydı, kredi için gittiği bankalara girmesi ve çıkması bir olmuştu (o da yuvarlayınca ancak bir), utana sıkıla çaldığı kapılardan küfür ede ede döndü. Bir şekilde para bulmalıydı, herhangi bir şekilde. Hayır, hayır... Kafasını yastığa koyduğunda ağlamak üzereydi, zayıftı, yatakta döne döne geçirdiği saatlerin sonunda cinai bir planı vardı, güçlüydü. Katil olmamak güçtü zaten, buna ikna olmuştu, birilerinin üstüne basmak şarttı yaşamak için, her yer yürüyen cesetlerle doluydu, onlardan biri olamazdı. Barda gözüne kestirdiği düzgün giyimli, yağlı kuyruk, mümkün olduğunca çelimsiz birini seçecek, ona ikramlarla yanaşacak, işinin bir parçası olan yavşaklıkla muhabbeti ilerletecek (ya da en azından aşina olduğu birini seçecekti), gecenin sonuna doğru ise seri/beleş tekilalarla kendinden geçmesini sağlayacaktı. Neredeyse kendinden geçmiş adamı evine bırakmayı teklif edecek, biraz şehir dışına doğru seyirtip tenhada kenara çekecek ve neyi var neyi yoksa alıp boğazını kesip uygun bir şarampole yuvarlayıverecekti, almak için kazık yediği yalandan organik ürünlere yakışır şekilde organik gübre olacaktı ne güzel. Uygun şarampolü de belirlemişti keşif turlarıyla, belki de hiçbir zaman bulunmayacaktı ceset, öyle klas bir şarampoldü. Ya kendisi yuvarlanacaktı ya da bir başkası, kendisi yuvarlanmamayı seçti sadece. İğne atılsa düşerdi ama epey kalabalıktı uçurumun kenarı (her yer kenardı), dengesini kaybetti, düşmemek için refleks olarak birisinin elbisesine yapışacaktı, kim olsa öyle yapardı, insan doğası/serbest piyasa. Onu suçlamıyordu, başka herhangi bir şeyi de, var olmaları başlı başına suçtu zaten. ......... Dönerken farketti ki neredeyse her masada salatalık vardı, her yer salatalık kokuyordu. Yerine oturduğunda barmen baş işaretine karşılık yeni birasını açıp önüne koydu, birkaç on saniye sonra da salatalık tabağını. Yalancı bir gülümseme fırlattı karşılığında (o da yalancı kontrayı suratına çarptı, üzerinde kocaman yalancı yazıyordu), çaktırmadan baktığı elinde yüzük olmadığını gördü. Ya evliliği iyice sona yaklaşmıştı ya da daha büyük bir şeyler tezgahlıyordu şerefsiz. Akrebin gözleri çalmaya başladı ufaktan. Barmen evli değildi, bira soğuk, grup boktan, gece uzundu. ......... Birinin kurgusu diğerinin gerçeğiyse aralarında ne fark vardı ki? "Var olmak yok olmak ne farkeder ki?".
5 notes · View notes
manabagimlisi · 14 years ago
Audio
3 notes · View notes
manabagimlisi · 15 years ago
Text
Ölü(m)lü Dünya
"Modern hayat ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder" (evet emrediyor buyurgan pezevenk, sembollerle, bir takım aygıtlarla) deyu bir cümle geçer ya Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde, bu kapitalizme de yakıştırılır (aynı şey aslında bir yerde artık, küreselleşme/modernite/kapitalizm). İnsan öleceğini unutmalı ki sadece hayata odaklansın, düşünmeden çalışsın, gereğinden fazla koştursun, ihtiyacı olmayan şeyleri alabilmek için eğilip büzülsün, ruhunu ucuza satsın sisteme, dev çarkların arasında yağ olsun, sabah temiz havayı içine çeke çeke, etrafı izleye izleye dolanmak yerine otobüsün egzozunu yutarak, yetişmek için arkasından koşsun diye. Halbuki insan ölümü arka cebinde taşıdığını hiç unutmamalı, potansiyel bir gübre olduğunu. Bu kabulleniş beraberinde bir karartı da getiriyor belki ama gerçek siyahsa bunda ne terslik olabilir ki? Birçok şey anlamsızlaşıveriyor insan aslında ölü olduğunu farkettiğinde, sevinmeye değer şeyler de azalıyor üzülmeye değer şeyler de, eşikler yükseliyor. Hesaplar yapılmıyor, tepenizi attıran adama yumruk atarsam ne olur diye düşünmek yerine suratının ortasına bir sağ direkt oturtmak gibisi yoktur. İçine tıkınılan bedenin ihtiyaçlarını reddedip günlerce yürümek, saatlerce aynı noktada durup manzaranın ışıkla beraber değişmesini izlemek, her şeyi bırakmak, hayata "hadi lan ip var" deyip ipe hayvan gibi asılıp koparmak...
İnsan zaten ölü olduğunu reddetmeyi bırakırsa daha insan olacaktır, "ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir?". Ölüm korkusu da iyice anlamsız bu minvalde, ulan zaten ölüsün, korkacak bir şey kalmamış ki, korktuğun sensin zaten bu durumda. Yaşamın kibiri yerini ölümün dinginliğine bıraktığında dünya daha yaşanılır (ölünür) bir yer olacaktır. Mezarlıklara da gerek yok misal, herkes ölüsünü bahçeye gömmeli, bahçesi olmayan elektrikli testere ve iri saksı metoduna başvurmalı ya da yakmak da iyi bir çözüm. Ölülerden uzaklaşarak ölümden uzaklaştığını sanıyor insanlar. Bazı kültürlerde ölünün küllerini vazoda muhafaza ediyorlar ya (koka ile çekenler de fena değil) işte o çok şık bir kabulleniş, ölümle/ölüyle barışıklık hali, takdir ediyorum (-aferin size - sağolasın abi).
Ha, ölü olduğunun farkında olan insan haliyle hiçbir oyunu da oynamak istemez, kuralları koyanlar da oynamayanları hükmen mağlup ilan ediyor biliyorsunuz. Önemli değil ama, ölüler zaten önemsememeli oyunları. "Bu oyun çok kolay sen de oyna" o kadar korkuyorsan zaten. Ben yaşamdam korkuyorum, yaşamın yalanları var, kuralları, ölümünse sadece karanlık sessizliği.
2 notes · View notes
manabagimlisi · 15 years ago
Video
youtube
"...bu motor kaskla sürülecek motor değil. Zamanında çok deli yarışlar yaptık, on takla falan attığımı hatırlıyorum sonrasını hatırlamıyorum..."
Beni bu videoyla gömün, yok yok yakın.
2 notes · View notes
manabagimlisi · 15 years ago
Text
Sadık Fanta Şişesi
Daha yirmilerimizi bile saymaya başlamamıştık, hava karanlıktı, altımızda çim, elimizde votka şişeleri vardı. Alacağımız votka sayısını duyunca tekel bayii dayı bir aylık stok yaptığımızı zannetmişti, nevale sağlamdı yani. Her şeyi olduğu gibi içmeyi de, kafa bulmayı da yeni yeni keşfediyorduk, tıpkı arkadaşlığı, aşkı, kazıkları, acıları, mücadeleyi, ağlamayı, gülmeyi vb. keşfettiğimiz gibi (daha doğrusu keşfetmeye çalıştığımız gibi, onlar bizi yonttukça bunu farkedebildiğimiz kadar işte). Gri hücrelerimize soykırım uyguladığımız 1-2 yıl oluyordu (olacaktı), beynimin önemli bir kısmını o çimlerde bıraktım.
Derdimiz neydi bilmiyorum doğrusu (hayattın zalım rüzgarına henüz kapılmamıştık ki, dertsizlik, amaçsızlık da ağır oluyor demek bazen) ama hepimiz sanki birkaç saat sonra dünyaya dev bir meteor çarpacakmış gibi içiyorduk, fazla konuşmadan, hızlı hızlı (tarkan filmlerindeki hanı dağıtan barbar bizanslılar gibi ağzımızın kenarlarından sızıyordu votka/şarap bazı bazı, yine bu barbarlığa yakışır bir şıklıkla elimizin tersiyle de siliyorduk, tek eksik ısırılacak kafam kadar domuz butuydu). Kimse bir gariplik sezmiyordu halimizde, dışarıdan bakan bir gözlemci olsa piiz yapmayı öğrenmeye çalışan ama ellerine yüzlerine bulaştıran, dünyaya ayağının tozuyla inmiş uzaylılar olduğumuzu düşünebilirdi (bu bir uzaylı olsa aynı hızla geri dönerdi).
Gittikçe garipleşiyor, buna paralel olarak da kanımızda logaritmik olarak artan etanol oranıyla birlikte bu garipliği farketmekten hızla uzaklaşıyorduk (tam tersi de olabilir, olur hattâ, vice versa). Arada cümleler de sarfediliyordu lakin önce sersemleşmiş bir beyinden çıkan sonra sersemleşmiş bir beyne giren sersemleşmiş cümlelerin anlatılmak istenen şeyden oldukça uzaklaştığına eminim, bilirsiniz işte bir anlam yoktu ortada, zaten kimse de takmıyordu (bir manâ olsaydı da poşetten bir şişe çıkarıp fondiplerdi, manâsızlığın daha şık olduğuna kanaat getirip bileğini keserdi oracıkta).
Tazecik bedenlerimizi fütursuzca aşındırıyorduk o sıralarda, karaciğerlerimizin biraz kilometre yapmaya ihtiyacı vardı (motoru açmak lazım) ne de olsa. Ne olsa da, olmasa da işler sarpa sarmaya başladı tabii, kusmak sıradanlaştı (kusmayan garipsenir oldu, “iyi misin sen, kusmadın kaç dakikadır?), böğüre böğüre kusmayı da keşfetmeye başladık, alkol komasının kıyılarını da. Gerzekçe sağa sola koşturup karanlıkta kaybolanlar da oldu [belki de orada kaybedip unuttuğumuz adam var, özür dilerim kendi adıma, dönüşte sayımızın azaldığına eminim (öyle miyim? artmış bile olabiliriz), umarım kendine iyi bir hayat kur(s)muştur sonra]. Her tarafta ayrı bir gerzeklik dönüyordu, sanki 8-10 (3 yaklaşık) adam bir ağızdan “ceza-i ehliyetimi kaybettim, hükümsüzdür” diye bağırıyordu.
Bilinçsizce koşturan birisini daha da bilinçsizce kovalayan birinden gelen “pata pata” efektleri aniden kesildi, karanlıktan yaklaşan sesler referans alındığında yaklaşmış olmalıydı ama “pata pata”nın arkasından gelen “paldır küldür” efekti hayra alamet değildi, saniyeler geçti olması gerektiği gibi, ilk bilinçsiz olması gerektiği gibi aydınlığa çıktı. O arada ne kadar zaman geçti emin değilim ama olayı izleyenlere göre elastik birkaç birkaç saniye ve avcı bilinçsiz olması gerektiği gibi ortaya çıkmadı. Biz beyinsiz yavru köpek bakışlarıyla olanları anlamlandırmaya çalışırken karanlığın içinden usulca yuvarlanarak, sahibinin başına bir şey gelmiş at edasıyla iki litrelik bir fanta şişesi geldi, bir şeyler anlatmaya çabalar gibi köpürüyordu. Olayı gözlemleme ve akabinde anıra anıra gülme sekansımız elastik birkaç birkaç dakika kadar sürmüştür temiz ama neye/niye güldük orasını tam bilmiyorum (kendi halimize gülsek isabet olurdu, yazık ki karavana).
Birisi şişeyi alıp içindeki karışımı yuvarlamaya başladıktan bir süre sonra bir şeylerin eksik olduğunu farketti sonunda bir diğer birisi (o köpüklerin bir anlamı vardı, kovboyun başına bir şey gelmiş olmalıydı (bir kovboy da olmalıydı). Arsızca atını kesip yediğimiz kovboyun izini sürdük, birkaç metre ileride, karanlıkta, yüzüstü sızmış bir şekilde yatıyordu. Sadık fanta şişesinin hayatını kurtardığından habersizdi, tıpkı yolda bir yerlerde unuttuklarımız gibi orada kalabilir, sabah da bir çim biçme makinesinin kurbanı olabilirdi belki. Ayıltıp hikayenin kaçırdığı kısımlarını anlattığımızda çok mutlu oldu nedense (onu önemseyen bir… şey vardı), boş şişeye sarılıp bir bankta sızdı bu kez. Hepimiz aptaldık, mutluyduk (mutlu olduğumuzdan tam emin değilim de aptal olduğumuza kalıbımı basarım, bizim ortalama aptallığımızdan kalıp basılsa ve onunla seri aptallık üretilse sonuç çok başarılı olurdu diyecek).
2 notes · View notes
manabagimlisi · 15 years ago
Photo
Tumblr media
İsyan bu, haykırış.
3 notes · View notes
manabagimlisi · 15 years ago
Text
Sür(ülebilir)reel Mega Haiku
Yazdığım bazı metinleri hızardan geçirince haikuvari bir şeyler ortaya çıkabileceğine dair bir bilimsel (eh) teorim var, deney ve gözlemlerle doğrulamalıyım. Burada dursun da unutmayayım, sonra bakıp tiksinebileyim;
zaman yok dedi/ne akrep ne yelkovan/zaten yel de yok/yaprak da tabii/susturdu beni/güneşin gölgesinde/uzandık çimlere/uzay yok/ne kelimeler/ne de sesler/ bir şarkı söyledi/mevsim değişti/kalsın diye baktım/bakışları kaçıştı/apansız kayboldu/gözlerimi kapattım/gözlerini buldum/ soktum göğüs kafesime/korkuyorum halâ/geri ister diye/ kaçıyorum durmadan/hem de arıyorum/ gibisiz, belkisiz/şimdi gitmeliyim/zira zaman yok/ Mega haiku oldu, birkaç güne kadar dünya haiku federasyonundan içinde esrarengiz beyaz bir toz olan bir zarf bekliyorum.
4 notes · View notes
manabagimlisi · 15 years ago
Video
vimeo
Ada. 1974 yapımı gözel bir Sovyet animasyonu. Biraz propaganda filmi tadında tabii ama muhatabı kapitalizm olduğundan önemli değil (vur vur inlesin), sevelim, sevdirelim.
2 notes · View notes
manabagimlisi · 15 years ago
Text
Zamanın göreceliği
Güneş yine her zamanki gibi batması gereken yere battı, ben yine her zamanki gibi dönmem gereken yere, eve döndüm; ve evet her zamanki eve. İşim her zamanki değil ama, zaten her zaman bir işim de olmadı ki. Neyse mevzu bu değil aslında. Bazı küçük kıvılcımlar başladı önce beyin kıvrımlarında, her zamanki gecelerden birinde, bilgisayar başında, aslında hiçbir şey yapmadan, yoo aslında haksızlık etmemeliyim kendime; "zamanı katlederken" demeliyim. Bu zamanı katletmek aslında o kadar da zor bir uğraş değil ama yine de "hiç" demek için yeterli değil. Fazla da direnmiyor aslında zaten kendisi, hemencecik cansız bedeni yığılıp kalıyor yere. Çoğu zaman bedeni soğuduktan sonra farkediyorum yaptığımı. Bir nevi cinnet aslında ama yaşamak için elzem bir yetenek, katl. Bazen de intihar edip cinayet süsü verdiğinden şüpheleniyorum. Bu ihtimali pek gerçekçi bulmuyorum, bulamıyorum lakin. Bu kadar yetenekli olmasına imkan ve ihtimal yok. Neyse, aslolan gebermesi zaten, o yüzden bu konuya daha fazla kafa yorup tekrar elimi kana bulamam yersiz, yurtsuz. Hem nasılsa hesap soran da yok, sen katil, ben katil.
İşte o gün zamanın ölmesi gerekmediğine kanaat getirdim ve sırf bu birkaç kelimelik yargı için bile yeni canlar aktı. Onu kurtarmam gerekmiyordu belki ama bunu yapabilirdim belki, en azından yapıp yapamayacağımı merak etmeye başladım. "neydi onu öldüren?" sorusu iyi bir başlagıç noktası oldu ama startta takılıp kaldım, kafadan 15 boy fark yedim. Bu süreç yaklaşık üç ay kadar sürdü. Bulduğum ya da bulduğumu sandığım cevaplar yeni ya da eski soruları beraberinde getirdi. Bu çatallanmalar beni biraz yavaşlatsa da yıldırmadı. Bu yolun sonunu görmek için her şeye değerdi, bunu hissediyordum. Diğer tarafta benim sonum vardı çünkü eminim.
Belki atlamamam gereken bir nokta vardı onu unuttum, bana göre küçük bir nokta ama bir başkasına göre bir çizgidir belki de. Beni bu manâsız arayışa iten süreç bomboş ve de bombok bir hayat yaşadığımı idrak etmemle başladı denebilir (ben diyorum hattâ). Hayatımı anlatacak değilim zira bu epey manâsız olur ve manâya yaklaşmışken böyle bir tezat sergilemek istemem ama "previously on hikayem" gibi bir parantez anlaşılmayı, anlaşılmamı kolaylayacaktır umarım.
Çokça özetçe sıradan bir hayatım vardı. Herkes gibi, aritmetik ortalama bir hayat işte. hepiniz gibi doğdum, yaşadım. Zorunlu olarak eğitildim, sorunlu olarak yaşadım. güldüm, ağladım, okula gittim, uyudum, aşık oldum, mangal yaptım, ağladım, tombala oynadım, hapşırdım, gol attım, gol yedim. averajım sıfır, herkes gibi, herkesin sandığı gibi. Neyse işte yamultula yamultula düz bir adama benzetilmeye çalışıldım. Buna karşı koymak imkansızdı, o zamanlar öyle geliyordu. Aptallık işte, saflık. Her boka inanmayacaksın, bebekken bile. İnanmak kolay geliyor ama bir şekilde inanıyoruz, inandırılıyoruz işte. Milyarlarca insan epey inandırıcı oluyor, karşı koymak zor.
(Devam edecek, çok helecanlı, dırın dırın...)
2 notes · View notes
manabagimlisi · 15 years ago
Photo
Tumblr media
Hard diskimin derinliklerinde böyle garip şeyler var bolca. He benim koçuma.
1 note · View note
manabagimlisi · 15 years ago
Text
Nokta
"Uçlarında sen ve ben oldukça aramızdaki mesafeleri bile sevebilirim, istediğin kadar git" dedi adam, bakışları yerlerdeydi. "Artık boşuna edebiyat yapma, anla artık bitti, nokta" dedi kız, bakışları çivi gibiydi ama paslanmaya meyilliydi, gözleri nemliydi zira. Muhatap bir bakış bulamadı gözleri, döndü, gitti, aralarındaki mesafe yavaş yavaş açılmaya başladı. Adam durdu, durdu, bakışları yerden doğrulur gibi oldu ama teknik nakavt çoktan gelmişti, sadece arayı açan adımları izleyebildi, sorsalar onları da sevdiğini söylerdi aptal herif. Kızın son sözleri simsiyah mürekkep, adamın kalbi dandik bir peçete, dolmakalem dil son dokunuşla noktayı kondurdu, mürekkep hızla yayılmaya başladı, üstelik bu sefer edebiyat da yapmıyordu, keşke öyle olsaydı.
1 note · View note
manabagimlisi · 15 years ago
Quote
Affetmek ve unutmak iyi insanların intikamıdır.
Friedrich Von Schiller
2 notes · View notes
manabagimlisi · 15 years ago
Video
vimeo
The Werepig. Ödüllü bir kısa animasyon, İzmir kısa film festivalinde izledim ben de, müthiş değil ama eğlencelik, orada da en iyi uluslararası animasyon ödülünü aldı.
1 note · View note
manabagimlisi · 15 years ago
Text
"Ne düşünüyorsun?"
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu durup durup dururken, ilk bakışta gayet vasat bir zaman katletme sorusuydu aslında, olması gerektiği için olan bir şeydi cümleyi sarfedişi. İlk bakışla yetinmek için fazla sıkkındım ben de aksi ki ve dönüp bir daha baktım, akabinde merak ettim kafamın içinde bile hak iddia etme cüretini hangi ara giymişti üstüne diye. Kendi kafama bile saklanamayacaksam nasıl dayanılırdı ki bu gürültüye, bu gözlere?
Cevap bekler gözlerle bakmıyordu ama, sadece repliğini sarfetmiş, görevini yapmış, sırasını savmış bir oyuncu gibiydi ya da böyle düşünüp dehlizlerimin tehdit altında olduğu korkusunu yatıştırıyordum biraz. Gerçekten karşısındaki ruh silüetinin ha(l)tlarını görmeye çalışarak gözlerini kısıp bakıyor olsaydı bunu mutlaka farkederdim ama, etmedim ya da ettirmedi hem o merakı taşısa bile kendimi gösterecek kadar güvenmiyordum ki ona, onca yıla rağmen.
Artık iyice zorlaşmıştı zaten asıl cevabı iletmem, o an ne düşündüğümü düşünürken yine kaybolmuştum ve farkettim ki asıl cevabı ne kadar vermek istersem o kadar uzaklaşıyordum bu ihtimalden. Ben de her zamanki gibi dayanamadım gözlerindeki izleyicinin baskısına, repliğimi üfledim; "hiiiç, ne güzel yağıyor yağmur değil mi" dedim. "Evet" dedi, kahvesinden bir yudum aldı, mağaralarımıza çekildik, huzurluyduk.
2 notes · View notes