kenaryazari
Kenar Yazarı
13 posts
Köşelerde çok yazıldı, kaçacak köşesi olmayan kenarda bir ben kaldım. Yazalım O vakit
Don't wanna be here? Send us removal request.
kenaryazari · 3 years ago
Text
Schindler’s List
        2014 yılının ortalarında Ankara Kurtuluş’ta öğrenci evinde penceresi apartmanın boşluğuna bakan, banyolardan gelen nem kokusunu iliklerimde hissettiğim asla ışık almayan odamda sıkıntılardan sıkıntı seçmeye zorlandığım günlerden birinde tanıştım Oskar Schindler ile. Sümeyye Abla’dan arakladığım Sony laptopun bana kattığı özgürlük ile boş boş sitelerde gezerken karşılaştım film bu filmle. Dibi üç parmak kireç tutmuş çaydanlığımıza bakkaldan alınan 100 gramlık çaykurlardan demlemeye koştum mutfağa. Parası az olduğu için kazık yiyecek kadar da akılsız üniversite öğrencileriydik. 1 kiloluk paketten alsak çok daha karlı olmasına rağmen peyder pey az ödeyerek daha pahalıya çay içiyorduk.Günü kurtarma i��güdüsü insanın mantığını yok ediyordu sanırım. Her zerresi sigara kokan, duvarında Fenerbahçe bayrağı asılı bazen derli toplu çoğu zaman dağınık, içerisinde 1 yatak ,1 çekyat, 1 masa ve 1 gömme dolap olan odamda filmi izlemeye başladım.
           Film aktıkça yeri geldi bir Nazi askeri oldum, yeri geldi esir bir yahudi, bazen de öfke ile sağa sola küdür savuran bir Nazi komutanı oldum. Film boyunca Oskar Schindler ne zaman sigara yaksa ben de eşlik ettim. Çayımı bazen unutup soğutarak bazen de hızla damağımı yakarak bitirdim.Filmin ortalarında biten sigaramın hüznünü daha fazla hissetmemek ve Oskar’ı yalnız bırakmamak için filmi durdurup bakkaldan sigara almaya gittiğimi çok iyi hatırlıyorum. Neden yıllar sonra saniyesi saniyesine aklımda ve neden yıllar sonrasında bunu yazma ihtiyacı duyuyorum sorusunun belki içimde onlarca sebebi var ama insan olarak asla değer görmediğimi hissettiğim bir zamanda ‘’İnsanın’’ ne kadar kıymetli ve önemli olduğunu yüreğimi dövercesine anlattığı için belki de hala benim için 1 numaradır.
           İnsanız işte değerli olduğunu hissedecek bir şeylere tutunmak istiyoruz her zaman. Hayatı okuyamadığımız her an ayracı arasına koyup boş duvarlara bakıp hayıflanmalara alışmış olsak da hayat ne kadar değerli olduğumuzu sık sık yüzümüze vuracak. Filmin son sahnelerinde Oskar Schindler’in rozetini çıkarıp da ‘’bunu neden satmadım ki? Bununla 5 kişiyi daha kurtarabilirdim’’ sözü aklıma geldikçe sanırım hep şunu düşünürüm;
           Satıp birilerinin hayatını kurtaracak rozetlerimiz yakamızda olmasa da şimdilerde rozetlerden daha değerli ve insanların kendisini kurtarmasına yardım edebileceğimiz sevgimiz var, tebessümlerimiz var ve başarabilirsek iyi niyetimiz var. Kimilerine vefa borcumuz , kimilerine aşkımız var. İnsanı değerli kılacak her şey sıra sıra yüreğimizde asılı. Çıkarıp verebilme ve birilerini kurtarabilmek nasip olsun. Seni tanıdığıma çok memnun oldum Oskar Schindler.  Keşke şimdi imkanım olsa da o odada seninle bir çay içme şansım olsaydı. Banyodan gelen su seslerini duyarak İnsan’ı konuşsaydık. Konuşulmaya en değer ama bir o kadar da unutulan konusunu.
                                                                                                                       25.02.2020   Hürel/MAMAK  21:38
0 notes
kenaryazari · 3 years ago
Text
Tek Notadan porteye
Bir ezgi ile başladı hikayem. İlk duyduğum şey buydu sanırım. Kendimi akışına bıraktığım o eşsiz ritmin beraberinde yaşlanmaya başladı bedenim. İlk nefesim ile başladı Tanrı’nın şarkısı kulaklarımda çalmaya. Her notası olması gerektiği yerde ve her enstrüman yapması gerektiği şekilde var oluyordu. Her biri mutlu ve sebat dolu notalar birer birer karışıyordu hayatın ritmine. Sonraları yaşlanmaya devam ettikçe başka sesler işitmeye başladım. ‘’Hayır’’ bunlar o eşsiz ritme hiç uymayan kulak tırmalayan seslerdi. Ardı arkası kesilmeyen şekilde yanı başımda anlam kargaşasından başka bir şey olamazlardı. Kulağımı kapatmaya aklımın ermediği yaşlılıktaydım. Dinlemek zorunda olduğum ama bir o kadar da korkutucu ve boğuk sesler arasında Tanrı’nın notalarını işitemez olmuştum. Daha çok korku ve kaygı dolu kelimelerin birer birer varlığımı yaralamaya başladığından bile habersizdim. Çaresiz dinlemek zorundaydım. Hatta kendi çaresizliğimi bile birilerinden dinlemeyi öğrettiler hatırı sayılır ses makinaları. Her dinlediğimi ezberlercesine kazıdım Benliğime. Cesaretimin henüz filizlendiği yıllarda kulaklarımı kapamaya da yeltensem hep ellerime başka bir şeyler tutuşturulmuş olarak buldum kendimi. Anlamsız ve bir o kadar da karışık sesler içerisinde yaşlanmaya devam ettim. Artık dinlediklerim eskisi kadar rahatsız da etmiyordu. Aksine bazı sesleri ezberlemiş ve içten içe eşlik ederken buldum kendimi ve gariptir ki keyif de alıyordum. Tanrı’nın ezgisinden hatırımda kalanlar ise kelimelerini karıştırarak okuduğum şiirler misali yarım yamalaktı. Pek de önemi yoktu aslında bedenim büyüdükçe o kasvetli seslere alışacak kadar büyümüştü yüreğim de.
Çok sonraları nerede olduğumun benliğim hiç de önemi olmadığı bir yerde dinleyip ezberlediklerimi söylemeye çalıştım bir başka dinleyene. Çok farklı bir histi bir dinleyenin olması. Artık ben de bir ses makinası olmuştum. Bir tek ben dinlemeliyim sanırken, bir dinleyene kendi sesimi duyurmanın heyecanı kaplamıştı her yanımı. Artık kendi anlamsız kelimelerimi üretip bir başkasına dinletebilecektim. Yaşlandıkça çok daha ses sardı bedenimi. İçini kendimin ve büyük ses makinalarımın doldurduğu, anlamlı olduğuna bir o kadar iman ettiğim sesler. Umarsızca sağa sola savurduğum bazen kaba, bazen nazik, bazen kin dolu sesler arasında nadiren aklıma gelen ama hiç hatırlayamadığım Tanrı’nın sesini de pek önemsemez olmuştum. Hatta birkaç ağız bir araya gelmeye başladıkça sesleri yanlış çıkaranları düzeltip doğrusunu gösterme hevesim bir o kadar da artmıştı. Tek görevim buymuşçasına çevremdekileri artık seslere göre ayırma yaşlılığındaydım. Artık ses ayıklama dönemine girmiştim. İçime kazıdığım anlamsızlıkla uyuşan her sesi kendiminmiş gibi benimsiyor, aksini söyleyen her ağızı da içimdeki dünyada bantlayıp susturuyordum. Kızmayın bana en doğrusu bu çünkü. Çabuk öğrenmiştim seslerin nasıl susturulacağını ve içime kazıdıklarımı nasıl ve nerelerde haykıracağımı.
Hatırladığım kadarıyla ezberimin dışında sesler işittiğim de oldu kendi içimde. Sanki bambaşka susturamadığım birilerinden kalma ama hala içimde yaşayan ve dolaşan sesler. Duymak istemeden duyduklarım olsa gerek diyerek içimin en karanlık duvarlarında çarpa çarpa yok olmaya terk ettim onları. Hem bir ağız neden duymak istemediklerini söylesin ki? Hep o kokuşmuş ağızların içimize attıkları zehir. Susturmayı da bilmeli insan. Kendi sesim ile hayata devam etmem gerektiğini anlamaya başladığım yaşlılıktaydım artık. Korkmamam lazımdı çünkü hayata yetecek kadar sesim vardı ağzımda. Öğrenmiştim de içimdeki seslerin nasıl susturulacağını. Devam ettim yaşlanmaya. Korkusuz olduğumu düşünecek kadar korkak bir şekilde ellerimin titrediğini kimselere göstermeden sayısız adım attım. Korkunç sesler savurarak ağızların arasından kendi sesimi haykırarak dilim damağım kuruyana kadar yürüdüm.
Boğazıma kadar kurumuş ağzımın bana yük olduğu bir yaşlılıkta ne zaman olduğunun benliğim için hiç de önemi olmadığı bir yerde bir ağızdan yükselen sessizliği dinledim. Ne hissedeceğimi dahi bilmiyordum. Daha önce sessizliğin de dinlenebileceği asla duymamış bedenim neye uğradığını şaşırmıştı. Sessizliğini dinlemenin acı verici hissi benliğimi kanatsa da yıllar sonra hatırımdan ve içimden silinen bir ezginin varlığını tekrar kulağıma fısıldamıştı o ses. Tanrı’nın eşsiz ezgisini. Kendi içimde boğuştuğum ne kadar çirkin gürültü varsa sessizliğin en derinlerinde boğulmasına vesile olacak ilk sessizliğim olmuştu. Korkulu ve sancılı sessizlikler içerisinde nadiren duyduğum o eşsiz ezginin peşinde kendimi savurmaya çalışırken biraz daha yaşlandım. Hayatıma farklı sesler girmeye devam ediyordu.
Şimdilerde düşündükçe çok daha iyi anlamaya başladığım şeyler var. Hayat��mda normal bir ses sandığım fakat farkına bile varmadığım Tanrı’nın notaları. Hep duymak istediği şeye alışmış kulaklarım asla derinlerdeki ezgiyi asla duyamamıştı. Sessizliğin içinde duymaya çalıştıkça çok daha iyi anlıyorum şimdi.
Tanrının ezgisi çalmaya devam ediyor. Hep de çalacak olması gerektiği şekilde ve siz o mükemmel ezginin en güzel notalarından birisiniz. Duymaya çalıştığım ve duymayı başardığım sürece varlığınız ile çok daha dinginleşecek olan ruhum, ömür boyu çalmasını istediğim ve her dinlediğimde sizlerin o ezginin en büyük parçaları olduğunuzu benliğime kazıyacak. Birbirine bağlı iki en güzel iki notam. Bir ömür ritmimi güzelleştirecek en güzel yanlarım. Tanrı’nın müziğinde en güzel yerinizde var olun. Can eşim ve güzel kızım, sizi çok seviyorum
                                                                                                                                  03.05.2020
0 notes
kenaryazari · 3 years ago
Text
Ruhsal Bildiri
29. yaşımın henüz ilk günlerindeyim.Hızlı hızlı içtiğim bir sigaranın ardından yine kendime yazmaya karar verdim.Nedenini defalarca sorguladığım bu ifade etme çırpınışlarımı da samimi olarak defalarca erteledim. Amacımın Gerçekten kendimi açıklamak mı yoksa kendimi aklamak mı olduğunun cevabını netleştiremedim. Şu bir gerçek; içimde sürekli kendisini aklayan ve haklı çıkmaya çalışan birisi var. Gün içinde en küçük bir olayda bile fısıldadıkları ile ezik kişiliğimi ayakta tutmaya çalışıyor. Daha önceleri sık sık halk arasında iç dökme dediğimiz o psikolojik sigortayı açıp açıp kapattım. Bahsettiğim gibi de asla samimi bulamadım kendimi bu konuda. Haklılığını haykıran bir savaş canavarı misali geçmişin salyalarını sağa sola akıtarak ettiğim muhabbetler de benim konfor noktam oldu. İnsan işte sürekli bir konfor alanı yaratma yatkınlığında. Kendimi daha rahat ifade edebildiğimi sanarak alkol almaya ve bunu daha da fazlalaştırmaya başladım. Aslında yalandı. Alkol benim kendime olan kızgınlığımı ve öfkemi yatıştırıyordu. Kafamın içinde uçuşan varlığıma ve benliğime ettiğim ateşlerin çelik yeleği olarak yanıbaşımda duruyordu alkol. Kolaya kaçmak ve saklamak üzerine kurulu gerçeklerimi ne zaman elimi yakarcasına elime alsam bu sefer de geçmişime çamur atmaya başladım. Hayatta var olan her şeyin bir geçmişi varken kendi geçmişimi tüm evrensel gerçekliğin üzerine bir kılıf gibi örterek  var olan her şeye içten içe düşman oldum. Evet bir tek ben yaşamıyorum ve bir tek ben yaşamadım ama insan için bir şeylere kızarak rahatlamak her zaman için içmesi en kolay zehirdir. Evet hepsi birer zehirdi. Alışkanlıklarım, bağımlılıklarım, kaygılarım, korkularım,kırgınlıklarım, kızgınlıklarım, yalanlarım, soyutlanmalarım, kaçmalarım. Yudum yudum tadarak girdim 29. Yaşıma. Neye sarılmaya çalışsam hep elimde kaldı bu da bir gerçek. Fakat neden bir şeye sarılma ihtiyacı duyduğumu da asla cevaplayamadım. Bir şeyleri okumak ve kendimi revize edeceğime inanarak çıktığım her yolun tam da ortasında yorgun ve sebepli olarak buldum kendimi. Çünkü hep korktum. Yürüdükçe karşılaştığım sahte benliklerimin sızlattığı maskeli ruhum yine kolayı seçerek durdu. Daha fazla yürümedi. Peki hep mi böyleydi ki bu hayat? Nerede başladı benim kendimle olan sorunum. Ya da gerçekten sorunum var mı ? soruları ile daha da artarak büyük bir karmaşaya girdim. Bir varlıktım bu evrende ama var olduğuma inanmıyordum. Sanki bir şeyleri yapınca veya bir şeyleri başarınca ‘’Evet işte oldu’’ diye göklerden bir ses gelecekti de beni çekip aldığım hayat eğitiminin Sertifikasını verecekti. Ama buna da inancımı yitirdim. Uzun zamandır Tanrı’nın böyle çalışmadığını düşünüyorum.
               Ortaokul ve lise yıllarımda iyi insan görünmek adına yapmam gereken davranışları sergileyerek kendimi mutlu hissediyordum çünkü o zamanlar yaratılışsal olarak da geleneksel olarak da olması gerekenlerin kalın ve yıkılmaz duvarı üzerinde kendimi güvende hissediyordum. Ben o duvarın üzerinde iken toplum içerisindeki etkisiz ve güçsüz balyozların üzerinde oturduğum duvarımda titreşim bie yaratmadığını görmek beni ne kadar doğru yolda olduğuma düşünmeye itiyordu. Duygusal ve ruhsal olarak eksikliklerimi yine davranışlarımla kapatarak üzerine düşünülmemesi gereken, sorgulanmaması gereken ve beyan edilmemesi gereken ne kadar şey varsa unutuyordum. Kronolojik bir muhabbet olmasa da ben içindeki sırayı biliyorum. Ruh halim gibi karışık bir muhabbete içsel olarak fazlasıyla da alışkınım. Yaşadıkça veya sandıkça karşıma çıkan başka gerçeklikler doğrular denizine başlarda manzarasına bakarak sonraları ayağımı değdirerek ve şimdilerde kısmen dizime kadar hissederek girdim veya girdiğimi düşünüyorum. Peki bu bana ne kattı veya benden ne aldı sorusu ise çok daha vahim. Üzerinde oturduğum o güvenli duvardan indikten sonra kendime bulduğum yalancı tepelerde mutluluk arayışlarım da yetersiz kaldı. Belki de kalmadı da ben öyle hissediyorum orasını yaşayarak göreceğim. Çözmem gereken ve yıkmam gereken bir çok şey olduğunun samimi inancı ile defalarca çok şeyi denedim. Bedensel, davranışsal, algısal ve duygusal her çabamın yarıda ve eksik kaldığını kabul ediyorum. Her defasında başa döndüğüm zaman kendime sorduğum ‘’bir insan bunu neden kendine yapar?’’ sorusu ile de günlerce içimi sıkıştıran bir duyguyla karışıyorum geçmişime. Yetemediğimi ve yetme çabamı  izleyip de kendime baktıkça neden yetmek zorunda olduğum cevabını arıyorum. Ama aradığım her şey gibi onu da tam olarak bulamıyorum. Geceleri aldığım ve sabah ilk nefeste unuttuğum kararlarımın dosyalarını belleğime kaydettikçe de pişmanlıklarım artıyor. ‘’kişi değişmez ama dönüşür’’ diye bir yazı gördüm bugün. Belki de doğrudur. Dönüşme çabalarımı her ne kadar takdir etmesem de farklı bir yol izlemem gerektiği kesin. Bu sefer yapmak için yapmak istemiyorum. Çünkü artık şuna inanıyorum. Ben bir şey olmayacağım. ‘’Ben buyum’’ ama dönüşerek yaşayacağım her bene sımsıkı sarılarak yaşayacağım bir hayat her şeye değer olacak. İçimde kendisini aklamaya çalışan o politikacı benliğime duygu meclisimde gereken yanıtları vereceğim. Yetişmem gereken bir yer yok. Yakalayamayacağım bir düzen içerisinde kaçırdığım günlerime yıllar sonra pişmanlık yazıları yazmaktansa. Her geçen gün kendisini ve davranışlarını kucaklamış ceplerinden toplumsal hatalar dökülerek tebessüm içerisinde koşan bir ben olmak istiyorum.  2010 yılında beni tanıyan ve yakın zaman içerisinde hakkımda tanım yapan Melih’in de dediği gibi içimdeki hizmet sektörünü birkaç dakikalık mutluluk parıltısı için değil de içimde yakacağım ateşi daha da harlaması için kullanacağım. Evet kiloluyum,saçlarım döküldü,göz altlarım genetik olarak siyah, sigara kullanıyorum, alkolü işlevsiz kullanıyorum, spor yapmıyorum,  sağlıksız besleniyorum, iyi beslenmiyorum, uyku düzenim yok,giyim kuşamıma özen göstermiyorum,takıntılıyım, yetersiz hissediyorum, stresli yaşıyorum, olumsuz eleştiri almaktan korkuyorum, övülmek ve takdir almak istiyorum vs.  kendi tabirimle bukalemun gibi yaşıyorum. Bulunduğu duyguya kendini çevirerek kendi hayatından çalan bir adamım. Ama bu sana veya size göre değil, kendime göre. Sosyal medyada , arkadaş, akraba ve yakın çevre içerisinde kokmuş ve çürümüş yanlarını da gizleyerek  annemin babama kullandığı ‘’el iyisi’’ tabirini hakkıyla yaşatan bir adamım. Kötü bir adam olduğuma inanmıyorum, kimseye sonu çok kötü sonuçlara yol açacak bir etkim de olmadı aksine kime olursa da elimden geleni yapmaya çalışmış biriyim. Burada sosyolojik olarak davranışlarımın temellerine inmektense içsel olarak kendime yeni bir kapı açma derdindeyim.  21 yaşına kadar habderdar olmadığım ve sonrasında hayatına katıldığım bir eşim ve henüz 10 aylık ve varlığında sebebimin olduğu bir bebeğim var.  Eş ve çocuk kavramlarında tutum ve duyguların aslında farklı olduğuna ve olması gerektiğine inanıyorum. Hilal ile de defalarca konuştuğumuz ve üzerine içsel olarak ikimizin de fazlasıyla düşündüğüne inandığım ‘’ilişki’’ meselesi bambaşka ve upuzun bir konu. Onu buraya asla dahil etmeyeceğim çünkü gerçek şu ki hayatlarımızın bir kısmında birbirimize dahil olarak birbirimize yapabileceğimiz en büyük iyilik Erich Fromm’un da dediği gibi ‘’İyi yönlü potansiyellerimizin açığa çıkması için yapacağımız etken iyilikler ‘’ olacaktır. Aksi takdirde birbirlerinin davranışları üzerinden kendilerini aklayan veya vicdan azabı çektiği sanarak kendisini rahatlatan iki sevgiliden öte gidemeyiz. Kendisinin de okuyacağına inandığım için İsimle hitap ediyorum :D
               Hilal ile olan beraberliğimizin ve ilişkimzin bu bildiriye dahil edilmeyiş sebebi çok daha gerçekçi ve insan için içsel arayışta ışık olacak en büyük sebep olan ‘’çocuk’’ yani benim için Doğa olmalı. ‘’Eş’’ konusu başka bir bildiride kendime hatırlatılacaktır.Doğa’nın hayatta kendisini sevemeyen, kandıran ,  –mış gibi davranan ve yazının başından  beri kabullendiğim ve eleştirdiğim her şeyin duygusal kokusunu soluyarak büyüyen bir çocuk olmasını asla istemedim. Henüz varlığı bile belli değilken aklımı kurcalayan o büyük ebeveynlik soruları satır satır hala yüreğimdedir. Elbette yine büyük sorun karşımda. ‘’………….. bir baba’’ olmaya çalışarak aslında ona kötülük edeceğim gerçeğini bir türlü kabul edemeyişim. Bu sayfaya dökeceklerimi harfi harfine uygulamaya çalışacağım yarınlarda kendisi için her şeyin çok daha iyiye ve gerçeğe gideceğine inanıyorum. En azından hayatında kendisine değer verebilen bir babadan daha fazla kimse sevemeyecektir evladını. Çocuk konusunda da sözü fazla uzatmak istemiyorum. Çünkü bu benim eşim,kızım veya başkaları ile olan ilişkilerimi yorumlayacağım bir yazı  değil. Aksine kendimi kendime söyleyerek kendim, hayatım ve geleceğimi güzelleştirerek buna dahil olan herkesi de olumlu etkileyebilmek. Klasik instagram sözleri içerisinde yer alan ‘’kendini sev’’ meselesine olayı çok yaklaştırmak istemiyorum. Sevmeyi öğrenmekten bahsediyorum ki bu hayli bir zaman alacaktır.  
               Olmak istediğim birisi yok artık, benzemeye çalıştığım birisi de asla olmayacak. Öğreneceğim, hayranlık duyacağım,şaşıracağım, hayret edeceğim , insana dair ne kadar iyi veya kötü duygu varsa yaşayacağım ama bir şey olmak için çabalaayacağım.Yapmak için yapmayacağım, yağtığımı yaşayacağım. Kendimden kaçabildiğim ve başbaşa kalamadığım ne kadar kuytu köşem varsa hakikatin dikenli telleri ile çevirip var olanı kabulleneceğim. Fikirsel, duygusal ve algısal olarak ne kadar açık ve değişken olduğumu düşünsem de bu düşüncenin bile kapalı ve tutarsız olduğunun farkına vardıkça kendime ve başkalarına daha saygılı olabileceğim. İçten içe sık sık denediğim darbe kalkışmalarını yapmaktansa  beni yöneten duyguların arasına karışıp söz sahibi olacağım. Ben ne iyi ne kötüyüm. Ne eksik ne fazlayım . Herkes gibi her şey gibi ortada , yoruma açık ve gören gözlerin gördüğü kadarım. Hayatıma ve hayatlarına direk etkisi olan her kim ve ne varsa da onları kendimi aklamak veya kandırmak için değil daha güzel görmek için kullanacağım. Herkesin dilinde dolanan ama hiçbirimizin gerçekten inanmadığı ‘’hayat kısa’’ mottosuna daha sadık, yarınına daha umutlu ve kendisine daha merhametli biri olmak için yaşayacağım. Yetişmem gereken bir ölüm var ona da acelem yok. Yaşadıkça ve hissettikçe değer verip değer görmek dileğiyle. Medice cura tu ipsum….
0 notes
kenaryazari · 3 years ago
Text
Başka demliğe kaldı
Demlikteki kalan çayı süzüp yanıma aldım.Durgun, sakin ve pek de soğuk olmayan bir gün.Sokağa çıkma yasağı var. Yasak olmasa da sokağa çıkacak halimiz yok.Doğa yerde minderinde sağa sola bakınıyor. Biz de bir Doğa’ya bir kendimize laf atıyoruz. Varlığımızı değil de durumları deneyimlediğimiz her zamankinden aslında çok farklı ama bizce hiç de farkı olmayan bir gün. Son bardak ile dergi okumaya koyulmuşken bir whatsapp durumu söyledi Hilal. ‘’Sevgili eşim, Mehmet Ölmez’i kaybettik.’’.Sokağa çıkma yasağı öbür dünya için geçerli değildi.Hatta gitmesi en kolay fakat bir o kadar da  zor olan yerdi. Şaşırmıştım, sanki Mehmet Amca ölümsüzmüşcesine.Hayatımda 1 kere görmüştüm. Bundan neredeyse 3 yıl önce evi kiralarken. Emlakçıda kontratı imzaladıktan sonra arabalarına binmiştik ve hep beraber eve gelmiştik. Sonraları yılda 1 kere kira zammı ve bir kere de tesisatçı sormak için aramıştım.Ama toplamda 3 kere de konuşmuş olsak sözleşmiştik. ‘’virüs bitince çayımızı içmeye gelecekti.’’ Çünkü hiç gelmemişlerdi bize. Sözleştiğim birisi olduğu için mi bu kadar sarsıldım yoksa evine emanetçi olduğum için mi bilinmez. Ne de çok sözleştiğim insan var diye düşündüm bir süre. En çok da kendime. Sadece Whatsapp durumlarından paylaştığı ayetlerle tanıdığım. Bize güvenen, 3 yıldır hesap sormayan Mehmet Amca bir hesaba gitti. Hem de benim son çayımı da içirmeden. Ben kendi çayımın sonuna hazırlanırken onun sonu ile yeniden başladım günüme. Ben bardağımı bıraktım, Mehmet Amca’da hayatı. Belki benim son çayım değil hayattaki ama Mehmet Amca’nın son Whatsapp durumunu okuduğumdan şüphem yok. Acaba gerçekten son olduğunu bilse ne yazardı? İnsan bir şeyin son kez olduğunu bilse sanırım o şey ile yok olmayı yeğlerdi. Son yok sadece şimdi bitiyor. Hayatta her şeyi de ilk kez yapacağım belki de.
           Sözümüzü de tutamadık, görüşemedik de. İlk tanıştığımızda daha ben o zamanlar askerken verdiği evlilik ve maddi nasihatler ile paylaştığı ayetler ile gitti Mehmet Amca. Her zamanki gibi insan ömrünün kısalığı ve hiçliği üzerine kelamlar edeceğimiz birkaç dakikayı ve vicdan dürtmelerini bize hediye ettiği için teşekkür edemeyeceğim ona. Zaten samimi teşekkürlere hep geç kalır insan.
           Paylaştığı ayetlerin gerekliliği gibi yaşamıştır inşallah dileklerim dışında da bir faydam  olmayacak ona. Ne virüs bitti ne de çayımızı içebildin. Yolun açık olsun tanımasam da yok oluşu beni üzen ev sahibim. Gerçek evin de sahibi olman dileğimle.
                                                                                                06.12.2020
                                                                              Hürel/MAMAK     12:11
0 notes
kenaryazari · 3 years ago
Text
Yemeğe kadar.
Ortaokul bilmem kaçıncı sınıf. Okulda öğlenci olduğumuz zamanlar. Kışın gündüzlerin kısa gecelerin uzun dönemlerde okuldan çıktığımız zaman havanın karanlık. Sırt çantasını tem omuza takarak büyüdüğümüzün sinyalini vermeye çalışıyoruz. ‘’Öğretmenim’’ yerine ‘’Hocam’’ diyerek çocukluğa veda ediyoruz.Pek siyasi bilgimiz yok.Babalarımız ne ise bizlerde o’yuz. Herkes bir futbol takımının delisi olmuş ve birbirimiz üzerindeki tek güç gösterimiz bu. Dini konularda çoğumuz aynı şeyleri biliyoruz.Birkaç alevi ailenin çocuğunu dinsiz gibi gösteren gözlüleri takmasaydı ailelerimiz onları da anlardık belki çocuk aklımızla.Artık okul kantininden simit ayran almak yerine 2. Dersin tenefüsünde okulun yakınındaki dönerciye kaçıp döner yaptırıyoruz. Derse ucu ucuna yetişip döneri derste yiyoruz.içinde tavuk olmayan tavuk yağına değdirilmiş içi marul dolu pideyi hala özlerim.
               Hava karanlık birkaç arkadaş kollarımızı birbirimizin omuzlarına atarak evlere doğru yürüyoruz.Herkesin evi yürüme mesafesinde. En uzağa gidenin evi 15 dk sürer. Okul çıkışı göz ucu ile kardeşlerimin nerede olduğuna bakıp kendimi garantiye almayı unutmuyorum. Yol boyunca bizim için çok önemli ama dünya için çok önemsiz konuları tıpkı büyüklerimiz gibi hararetli bir şekilde konuşuyoruz. Zorbey ‘’BMW’’ nin açılımını ve hikayesini anlatıyor. Ardından Selçuk ‘’AK-47 (keleş)’’ tarihçesini uzun uzun açıklayıp askerde bunu ezberlemeyenleri dövdüklerini anlatıyor.Ezberledğimiz araba markalarını yarıştırmaya başlarken ben eve yaklaşıyorum. El selamı ile ara sokağa sapıp yarına anlatacak bir konu bulmam gerektiğini düşünüyorum. Sırf eksik hissetmemek için bir keresinde Manga’nın ‘’Bir Kadın Çizeceksin’’ şarkısını VCD çalardan durdurup geri sara sara kağıda yazıp ezberleğimi bilirim.Güç savaşları zor çocukken de zordu. Elin kuvvetli olacak yoksa kalırsın köşede.
               Birkaç dakika ara ile kardeşlerimle eve doluşurduk. Akşam yemeğinde ne var merakı ile mutfağa sırtımda çantayla ile girip o çok önemli bilgiyi aldıktan sonra çantamı bir kenara fırlatıp oturma odasına giriyorum. Bu sırt çantasının fırlatılması konusu hep sorun olmuştur ama öğrenemedik bir türlü. Neyse sırtımızda eve getirdiğimize şükür. Ayakkabıları kapının dışında çıkarıp eğilip içeriye almak ne kadar zulümse sırt çantasının bir yerinin olması da o kadar zulümdü bana. Soba gürül gürül yanıyor. Akşam için atılan odunun tam görevini yaptığı zaman. Rastgele açık bir kanal karşısında okul kıyafetleri ile uzanıyorum. Kahverengi çizgili bir battaniyemiz var. Üzerine uyku kokusu sinmiş battaniyeyi çekince uyku ile bütünleşiyorum. Yemeğe kadar ne koparırsam kar. Kimin sesi ile nasıl uyanacağım mechul. Gözlerimi açıp da sofrayı yerde görmenin keyfi ile minik bir tebessümle uyanıyorum . Sıcağı oldum olası sevemedim .Sobanın en uzak noktasında yerimi alıp umarsızca yemek faslını tamamlıyoruz.
               Yemeğe kadar uyuduğum uyku yanıma hep kar kaldı.En tatlı , en dinlendirici, en kaygısız ve  en rahat uykumdu. Gözümü bir sofraya açacağımın garantisinde günün yorgunluğunu birkaç dakikada atabildiğim yaşlarımdı.
               Şimdi de severim kaçamak uykuları. Hilal Doğa’yı uyuturken sızarım. Hilal Doğa ile bir yere çıkarsa sızarım. Bir boşluk olsun yeterki 80’lik dedelere taş çıkaracak bir hızda başlarım horlamaya.Tek fark daha kaygılı, daha korkulu,düşünceli ve daha stresli. Uyuduğumdan bir şey anlamadan uyandığım çoğu gecenin bir ısırığı gibi oluyor bu uykularda. Uyandığım zaman yerde bir sofra olmayacağının da bilincindeyim artık. Ne zaman? Nerede ? Nasıl ? bıraktım bu grantiyi bilmiyorum ama. Özlüyorum…
               Kendimizin kendimize yarattığı zorunluluk ve görevleri hayatın sesinden hergün dinleye dinleye kaybettik tatlı uykuyu. Bir şeyleri başaracağımızı zanndettikçe kendimizi kaybettik. Çok daha rahat günlerin hayalini kurarken ruhumuzu yorduk. O sofra hep yerde de bizler kafamızı başka yönlere çevirdik. Şimdiki uykularımız değil yemeğe kadar artık ölene kadar. Bizi artık asla dinlendirmeden ayakta uyutan her şeye ,her düşünceye, her kurala, her şarta ince bir sitemle…
                                                                                                                                                                           27.02.2021
                                                                                                                                                            Hürel/MAMAK    21:36
0 notes
kenaryazari · 3 years ago
Text
önceden bazı dediğim, şimdi sıksık olan gecelerde bir şiir yazmak istiyor canım.
sonra yaşadığım aklıma geliyor. ölmeyen biri şiir yazamaz. bir şeyler yapmak istiyorum kendimi unutacak ne varsa. İnsanın kendisini unutması için pek de bir seçeneği yok.
sonra kendimden kaçtıkça kendim oluyorum o gecelerin ortasında.
birkaç dost kelamı arıyor tutsak ruhum,
sonra hayata dair tüm kinlerimi çıkarıyorum karşılarına
kirli ellerimle tokalaşıp, vedalaşıp tekrar çekiliyorum en kimsesiz dibime.
kitap cümleleri yapışıyor boğazıma gecenin bazı saatlerinde sık sık
kimler neler için yazmışta beni de serpmiş aralarına.
kendini bulma sevdası her yerde sırtımda.
birkaç müzik ve birkaç imkansız hayalle devam ediyor geceler.
sık sık olan geceler her günleşiyor.
bak kış da gelmedi bu sene
dünya bile kendisini yitirmişken, ben kimi arıyorum bu gecelerde
0 notes
kenaryazari · 3 years ago
Text
Sabahları kıskandıran ışığını saldığın günden beri zifiri gönlüme,Her çiçek sana benzemeye başladı...Geceleri yatağımın kenarına oturan hiçliklerden habersizim..Ismarlama rüyalar görüyorum artıkSenli,  bizli, güneşli...Mektup kenarı yakan aşıkların özleminde cümleler karalıyorum sana adanmış kağıtlara..Emekleyen umutlarıma koşmayı öğretti varlığın.Kazandığım en büyük savaş..Kurduğum en güzel hayal..Adım adım yürüdüğüm yol..Yalnızlığın ürperten çığlığına kulaklarımı kapadığın günden beri minnettar bu can sana,Kimsesiz zamanlarımın herkesi,Ömürlük hemdemim...Güzelliğinin lál ettiği benliğimde öylesine varsın ki,Umarım bir daha tanışıp seni yaşayabileceğim bir hayat daha vardır...
0 notes
kenaryazari · 3 years ago
Text
Aynı yerden çiçek açan bir toprak gibi bereket kattığınız ömrümün tarif listesi kabarık günlerimdeyim. Yaratan iki omuz vermiş başlarınız için var oldukça sizindir. Kanayan her yarama şifa olan gözlerinizi üzerimden eksik etmemesi adına edilen her duanın sahibi sizlersiniz. kimseye sataşmak istemiyorum kimseye kinim yok kimseden sorulacak hesabım da yok hayata enerjim de yüreğiniz kadar . Düşünmek istiyorum. Sevdiğim günleri. Sulamaya muhtaç kalbimin suya koştuğu günleri düşünmek istiyorum. Birkaç aşk muhabbeti arasında bir akustik müziğin gitar telleri arasında gidip gelmek istiyorum. Kimseye küs değilim. O kadar enerjim de yok. Şu an çok mutluyum. Bir balkon köşesinde  gözümün önünde 12 mevsim değiştirmiş bir dut ağacının karşısında kendimi yudumluyorum yine. Zamanında kızdığım, kırdığım ne kadar insan varda da bilmiyor bu  ağacı. O benii bilir ben de onu. Bak vakti geldi döküyor gerçekliğini. Dönmesini istediğim her şeye herkese biraz minnet biraz da şükürle bir günümü daha sarıyorum kefenine. Susmayı hak etmiş ne kadar şey varsa ihanet ettik sahte kelamlarımızla. Kimseye hakkım yok sizden başka . Alacağım bir hak varsa içimde. Bir gün verecektir.Hepinize herkese her şeye helal olsun. Olabildiğim her an beni var eden iki çift gözün ışığında sonsuzluğa kavuşabilmek ümidi ile sizi çok seviyorum. Sevmeye değer kaç şey kaldı? Hatıralarınız ve siz. Helal edin
0 notes
kenaryazari · 3 years ago
Text
Savaşını verdiğim her ne varsa odamın en baş köşesinde süs olarak duruyor,
Yazmaya kalktığım her şiirin kelimeleri çok daha ürkek benliğime,
Köşelerden topladığım ne kadar hece varsa yapıştırıyorum ruhuma,
Dün, bugün ve mechullerle dolu yarınıma bir nefes daha geliyorum kendime,
Beklemeye değer ne varsa son nefesime kadar soludum,
En diplerde yavaş yavaş bıraktığım son nefeslerimdi beni su yüzüne çıkaran,
Neyin ilk neyin son olduğundan bir haberim bir süredir.
Suyun neresinde olduğunu algılamıyor gözlerim.
Puslanmış gözlerimle çınlayan kulaklarıma karışımış bir yaşama isteği bu,
Üzerimden sökemediğim.
Yarın da beni bekliyor, bekletmek ayıp olur.
Davetine saygı duyduğumuz her şeye yetişmek lazım,
Ben beni bekliyorum,
Herkesin ve bunca kalabalığın içinde kendisine yetişen bir ben,
Edilecek kelam çok,
sessiz olsun bazıları,
kimsesiz kalsın gök,
Benleşsin tüm varlık
Tanı bana bu şansı, Ey şansların en mümkünü.
Ruhumun sana ihtiyacı var....
0 notes
kenaryazari · 3 years ago
Text
Ama şimdi kapı çalsa, hayır o filmlerde olur.. Sokak mis kokuna bürünse, gökyüzü sözcüklerinle bezense. Bunlar da şiirlerde şarkılarda seni anmaya ancak kafi. Diri olanı muhatap gören Allah kelamının cömertliği soframızı şenlendirse. Artık farazi olmasa düşünceler. Beni tokatlayan eller uyutmak için dövüyor olmasa. Ben yine de cenneti bu dünyada yaşayabileceğime iman etsem.
Ama hayır, şimdi kapı çalsa ve sevdiğim o kul belirse siması ile.
Bunlar ancak filmlerde olur. Bana teselli kendini sokak lambalarında gösteren yağmur tanelerinde.. Beni bağışla beni sev.. Şiirlere sığınıyorum. 1 katre zehrin de 40 yıl hatrı vardır kimbilir? Nasiplenmeden bilinmez.. Cüret etmeden haddi belirlenmez
0 notes
kenaryazari · 3 years ago
Text
Günahlarım taşıyamayacak kadar ağırlaştırdı ruhumu,
Adem'in yediği elmanın ağacını ben baltaladım
Gözlerimi kapayıp seni düşünerek salladım baltamı,
Evet şimdi de sana atıyorum tüm suçu!
Bembeyaz bir ruhum varmış gibi senin kirlerine bakıyorum
Üzerime attığın her çamurun kiri ilk günkünden daha kirli
Ellerim durmaksızın çırpıyor ruhumu da temizleyemiyorum seni,
Bir yerde ben de yorulurum.
Kirlerim bana süs gelecek elbet bir zaman,
İşte o zaman seni de unutacağım ve bir balta daha sallayacağım
O yememem gereken ağacın köklerine,
Bir kere aldım elime durmak seni yaşatır.
Kim uzattı bana o ilk haramı?
Kim öğretti siyahın da masumiyetini?
Herkese sormam gerekenler var.
En çok da sana.
Her cevabın beni biraz daha günahkar, biraz daha sitemkar yapacak biliyorum.
Lütfen sus, sen konuştukça ruhum uzaklaşıyor
Sen var oldukça. Benliğim günahlarımla sevişiyor.
Şimdi gidin yanımdan.
Sen de git, o da gitsin
Kalması gereken her şeyi yok eden faydasızlar
Bir tek siz kaldınız. Kalacak yerim kalmamasına rağmen.
.
0 notes
kenaryazari · 3 years ago
Text
Dünyanın en sessiz köşesinde seni düşünmeye ihtiyacım var
Kimseyi hayal edemeyeceğim bir dünyada seni yaşamam lazım
Yarınlar yok gibi gelmelisin göz kapaklarımın önüne
Bu kadar kalabalık bir nefeste seni alamam içime affet
Bir yerlerde birkaç zaman sana katılabilirim en acizinden
İkimize de yetmez
Ruhumuzu doyurmaz
Kibrimizi okşamaz
Bana sen olacağım bir yer ver en kimsesizinden
Ömürlere meydan okuyacak varlıkta
Kimsesizleri kıskandıracak sonsuzda.
Bir sen lazım bana, Senden içeri
0 notes
kenaryazari · 3 years ago
Text
Günahlarım taşıyamayacak kadar ağırlaştırdı ruhumu,
Adem'in yediği elmanın ağacını ben baltaladım
Gözlerimi kapayıp seni düşünerek salladım baltamı,
Evet şimdi de sana atıyorum tüm suçu!
Bembeyaz bir ruhum varmış gibi senin kirlerine bakıyorum
Üzerime attığın her çamurun kiri ilk günkünden daha kirli
Ellerim durmaksızın çırpıyor ruhumu da temizleyemiyorum seni,
Bir yerde ben de yorulurum.
Kirlerim bana süs gelecek elbet bir zaman,
İşte o zaman seni de unutacağım ve bir balta daha sallayacağım
O yememem gereken ağacın köklerine,
Bir kere aldım elime durmak seni yaşatır.
Kim uzattı bana o ilk haramı?
Kim öğretti siyahın da masumiyetini?
Herkese sormam gerekenler var.
En çok da sana.
Her cevabın beni biraz daha günahkar, biraz daha sitemkar yapacak biliyorum.
Lütfen sus, sen konuştukça ruhum uzaklaşıyor
Sen var oldukça. Benliğim günahlarımla sevişiyor.
Şimdi gidin yanımdan.
Sen de git, o da gitsin
Kalması gereken her şeyi yok eden faydasızlar
Bir tek siz kaldınız. Kalacak yerim kalmamasına rağmen.
.
1 note · View note