Text
Orada öylece ağladıktan sonra oturuyorum. Soğuk zemin bacaklarımı uyuşturmaya başlamış ama hala oturmaya devam ediyorum.
Sonra yanımdan gelen bir ses duyuyorum.
"İstanbul bugün yorgun, üzgün ve yaşlanmış, biraz kilo almış. Ağlamış yine rimelleri akıyor."
Şarkı söyleyerek geliyor yanıma.
Yorgunum, üzgünüm,yaşımdan yaşlıyım. Ağladım ve rimellerim akıyor.
Merhaba, ben İstanbul.
İki taraflı İstanbul. Karanlık ve aydınlık İstanbul.
O da Güz Han. Benim sonbaharım.
İlk karşılaşmamız bu şekilde oluyor.
Yorgun İstanbul'u gören tek kişi Güz oluyor. Elindeki mendille gözlerimin altındaki rimeli siliyor. Gözyaşlarımı defediyor.
Kim olduğu hakkında bir fikrim yok ama yanımda durmasına izin veriyorum.
Şarkıya devam ederek yerine iyice yerleşiyor. Elinde bir çakmak var. Onu çeviriyor. Şarkıyı mıtıldanmaya devam ediyor.
"Akşama doğru azalırsa yağmur, Kız Kulesi ve Adalar."
İstanbul'un öylesine kuytu bir köşesinde saat gece dokuz buçuk civarıyken bana rastlıyor. Benim İstanbul olduğumu da biliyor.
Merhaba, ben İstanbul. Sonbahar beni böyle buluyor.
1 note
·
View note
Text
"Bu arada asker, komutanla olan ilişkin..." dedi ve duraksadı. Kalbim tir tir titriyordu. Saniyeler sonra diyeceğini bulmuş gibi parmaklarını şıklattı. Korkuyordum. "Komutanla olan ilişkin duyulursa, bu neler getirebilir sence?"
Komutanla olan ilişkim... Sahi komutan? Aramızda olan şeye ilişki diyorlardı. Çok komik değil miydi? Sana bakan gözlerimin içindeki efsaneyi görememişlerdi. Umarım ki sen görmüştün.
Karşımda bölük komutanı duruyordu. Boynunda yaşam olduğunu düşündüğüm 'acımasız komutan'dan bile bu kadar korkmuyordum. Çünkü o bana güzel bakardı, ama bölük komutanının gözlerinde bir canavar vardı. Pis gülüşüyle bana bakan bölük komutanı beni bitirmeyi amaçlıyordu. Sol taraftaki sırrımın bizi bitireceğini biliyordu,
gülüşünün güzel olduğunu düşündüğüm sızı'm, ondan korkuyorum.
"Eğer..." dedi ve bir parmağını gözlerime doğru salladı. "Gözlerinin gözdüklerini," o tehlikeli ifadesini çıkarttı. "Bir başkası duyarsa," gözlerini benden ayırdı, sonra güldü,bu gülüş neşe gülüşü değildi. Sizi mahfedeceğim diyordu. Kafasını aşağı yukarı salladı. Karşımda tıpkı bir masal canavarıydı, tek farkı elinde bir kılıç vardı, ve gerçekti.
Bölük komutanı bizim sonumuzdu komutan. Olsun, yinede o beni tehdit edip gittikten sonra sana mektup yazdım. Komutan! Beni canavarlardan koruyacağını söylemiştin gece. Ama sadece masallardakilerden bahsettiğini bilmiyordum.
2 notes
·
View notes
Text
Bir savaş alanı. Güçsüz ve yorgun bedenim,zorla getirildim bu meydana.
Ben savaşmayı bilmem ki.
Uzun bekleyiş, savaşmayı bekliyorlar. Ne garip! Beklememiz gereken baharın gelişi değil mi?
Karşı taraf, düşman, öldürülmesi gerekenler. Geliyorlar.
Hemen herkes kılıçları kaldırıyor. Belki sarılmaya geliyorlar. Neden kaldırıldı kılıçlar?
Gözlerimde eminim var dehşet. Eğer kılıçlar yerine kollamızı kaldırsaydık, neler olurdu?
Bir savaş alanı. Gözlerimi kaldırınca sizi görüyorum.
Güçlü ve acımasız komutan.
Bir savaş var. Uzaktan gözleriniz, fırtına mı o öyle?
Size yeniliyorum.
En önde yürüyorsunuz, nefret var çehrenizde.
Ruhunuz benim gözlerimi hissediyor.
Bana yeniliyorsunuz. Fırtına dindi, korku var çehrenizde. Elinizdeki kılıcın boynu bükülüyor.
Çok kötü şeyler oluyor bayım. Bana baktığınız gözleriniz, ne zamandır birinden korkuyor?
Bir savaş alanı. Güçlü komutan düşman askerine yenik düştü. Kılıcı yüzlerce hayatı kesen komutan, kılıca resim çizen askere düştü.
Çok kötü şeyler oldu bayım! Çok.
Ve o andan sonra, birbirine düşman askerlere göz göze gelmek yasaklandı, birbirlerine düşmesinler sebebiyle.
Savaş vardı, kılıcı yere atıp kaçmak istiyordum bayım. Size acımasız, güçlü, merhametsiz komutan diyen insancağızlar, bilmiyor mu dudağınızın üstündeki beni? Ya da sağ elinizin üstündeki yara izini. Bana bakan korkak gözleriniz bayım. Onlardan korkuyorum.
1 note
·
View note
Text
Bir savaş alanı. Sen düşman tarafın acımasız komutanı, ben sana düşman tarafın kılıç tutmayı bilmeyen güçsüz askeri.
Bir savaş var. Uzaktan gözlerin, bir fırtına sanki. Sana yeniliyorum. Acımasızlıkla bana yaklaşıyorsun,kalbim durur belki.
Fırtınalar kopuyor harelerde, bana bakıyorsun. Bana yeniliyorsun, fırtına dindi. Bir savaş alanı. Güçlü komutan düşman askerine yenik düştü. Tarihe yazıyorlar o an, bundan sonra karşı savaşçılar gözlerini kapatacak, birbirlerine düşmesinler sebebiyle.
1 note
·
View note
Text
O buradaydı. Burada sigara içip, hayatına devam ediyordu. Burada nefes alıyordu. Burada her şeye küfür edip sinirleniyordu.
Ama başka bir evrende, bir sahneye çıkmış öylece duruyordu. Başka bir evrende herkes ona bakıp güzelliği hakkında yorum yapıyordu. Kimse ona dokunamıyor ama saatlerce onu izliyordu.
O bu dünyada yalnızca benim görebildiğim bir eserken, diğer evrende yaşayanların ünlü bir sanat eseriydi.
O her türlü bir sanat eseriydi. Herkesin saatlerce bakıp çeşitli anlamlar ve duygular yüklediği bir sanat eseriydi.
Benim, içinde bir tablo yatan, boyanmaya ihtiyaç duyan küçük tuvalim.
Seni sanat eserim yapacağım.
3 notes
·
View notes
Text
Kapıdan çıkıp...Hayır hayır. Pencereden çıkıp sana gelesim var. Evet, pencere.
Sonra, kar yağıyor mesela. Montumu çantama tıkıştırıp sana gelesim var. Kısa kollu bir kumaş parçasıyla.
Saçlarım düz. Ama sana kıvır kıvır gelesim var. Geceleyin uyurum ben, sana gecenin bu saatinde gelesim var.
Perdeler kapatır evi. Sana bütün perdeler açık gelesim var.
Karda bot giyer onlar. Sana sandaletlerimle gelesim var.
Onlar yirmi yaşında birer yetmiş. Benim sana dokuz yaşımla gelesim var. Elimde en sevdiğim winnie the pooh oyuncağım, saçlarım dağınık ve güzel kokulu.
Akşam oldu, ışıkları açtılar. Sana akşam dokuzun karanlığında ışıksız gelesim var.
Komik değil, kimse gülmedi. Sana gülüşümle gelesim var. O pespaye ve kare gülüşümle. Üç gamzeyle gelesim var. Gözümün kenarındaki sana olsun.
Benim sana gelesim var. Pencereyi açmayı unutma. Perdeyi sök, at. Işıkları söndür. Kısa kollunu giy. Saçların kıvır olsun. Botları dolaba kaldır, sandaletleri çıkar. Elinde en sevdiğin oyuncağın olsun. Güzel gül, güzel gül ve pencerenin karşısına otur.
Ben, sana... Sana gelemiyorum.
2 notes
·
View notes
Text
Artık onsuz olamazdı. Her gün seviyormuş gözlerle baktığım her dakikanın hatırına artık onsuz olmazdı. Her ikindi kokladığım saçlarının şerefine artık onsuz yapamazdım. Her gece sevdiğim gülüşü vardı, onsuz yaşamayazdım. En çok gülüşü vardı, ve ben onun dudakları olmadan bir gülüş saniyesi bile dayanamazdım. Beni boğardı, ve ben ona tutkundum. Mavisi beni içine çekip nefesimi keserdi, ama ben mavisine hayrandım. O beni bitirecekti, ben saçlarını koklardım.
1 note
·
View note
Text
Ve şiir kokan kadınlar, elleri şair adamlara meftun olurdu.
1 note
·
View note