didikodaily
küçük kara balık
77 posts
Kendimle konuşuyorum
Don't wanna be here? Send us removal request.
didikodaily · 1 year ago
Text
yeni yerimize bekleriz.
https://floridis.substack.com/
1 note · View note
didikodaily · 1 year ago
Text
Veda?
Tumblr media Tumblr media
Geçen hafta aile evindeydim.
Yıllardır "evim" diyebildiğim, yılda iki kez gelsem bile kendimi ait hissettiğim bu yeri belki de son görüşüm. Çünkü evimizin akıbeti belirsiz, ev sahibimiz evi yıktıracağını söylüyor. Bizi de evden çıkaracaklar doğal olarak. Bu belli belirsiz ihtimale karşılık "ya bir daha göremezsem" düşüncesiyle bahçede dolaştım ve dikkatlice tüm ağaçlara, çiçeklere baktım. Kokladım, sarıldım. Defne altında durdum. Köpüğün mezarının yanı başında oturdum ve Köpüğe veda ettim.
Annemin elleriyle diktiği fidelerin ağaç oluşuna tanıklık ettiğim bu bahçe kısa bir zaman sonra belki de bir gün içinde yerle bir edilecek, öyle mi? Baldan tatlı üzüm veren asmalar, sinek yapıyor diye söylendiğimiz ama gölgesini çok sevdiğimiz koca dut ağacı, mis kokulu limon ve annemin benim ismimi verdiği kumkuat ağacı, zeytin ve defne ağaçları bir dozer yardımıyla yok edilecek. Bunu düşündükçe kalbim sancıyor. Bu eve bağlanmışız, yuvamız olmuş, burada yaralarımızı sarmışız. Aile olmayı burada öğrenmişiz.
Mekanların önemi var mı hafızadaki anıları yaşatmaya? Bence kesinlikle var. Bu ev olmasa da biz yine aile olacağız elbette. Ama anılarımıza yenilerini kimbilir nerede, nasıl ekleyeceğiz. İçimden ağlamak geliyor. Gece dolunay'ı seyrederken dilek diledim. Burada böylece kalalım istedim. Zaman dursun, donsun. Birşey olsun ve annem ve babamın yanında bu an'da kalayım istedim. Belki gerçek olur dileğim.
0 notes
didikodaily · 1 year ago
Text
Tumblr media
Merhaba,
Bu görseli bu sabah Instagram’da @hiwellpsikoloji sayfasında gördüm. Görür görmez de bu duyguların normalliğini bir daha hiç unutmayayım diye bu sayfaya iliştirmek istedim. 
Ben, öfkeyi, üzüntüyü, endişeyi ve hatta itiraf ediyorum bazı zamanlarda ortaya çıkan kıskançlık duygumu bastırarak, yok sayarak yaşamaya çalıştım uzuuuun bir süre. Birşeylere üzülmek, üzüldüğümü kabul etmek hatta yakın çevremle üzüntümü paylaşmak ölümcül gelirdi. Gerçek duygularımı saklayarak cool kadın görünme yolunda hızlı ve emin adımlarla ilerlerken taktiksel davranışlarla yaşamanın yorgunluğu çöktü omuzlarıma. Bunu tetikleyen durumlar yaşandı elbette ama bir anda durdum bir gün. Terapi aldığım bir dönemdi ve sürecin sonuna yaklaşıyorduk. Standart bir laf vardır “ayna tutmak”. İşte tam olarak bunu yaşadım diyebilirim. Kendi içime ayna tuttum. Tuttular ya da. Çok özet geçeceğim, kabullenmek müthiş bir huzuru da getirdi. Negatif duygular hissetmek o kadar kötü değilmiş. Üzülmek, üzüldüğünü söylemek korkunç bir senaryo değilmiş. Nefes almak kadar doğal bir duygu daha varmış. O da ne? Endişe! Endişelendiğim çok anlar olur, ama endişemi, kaygımı örtbas etmek kadar yorucu birşey yokmuş! Yetersizlik hissim beni almış götürmüş uzak diyarlara. Kendimi oralarda bulup geri döndürmek biraz zor oldu. Hala bunu tam başarmış değilim. Yetersizlik, başaramama duygusu biraz daha üzerinde çalışılması gereken duygular sanırım. Deniyorum. Bunu da halledeceğim. Belki de halledemeyeceğim, ve kendimi de bununla kabullenip yola devam edeceğim. 
Bir iki önceki yazımda “hayır” diyebilme ve kendim olabilme üzerine birşeyler karalamıştım. Kendim olma yolculuğumdaki en önemli anlardan biri tüm duyguları kabullenmekti. Ben üzgün olabilirim. Duygularım alt üst olmuş olabilir. Bir gün neşe içinde kahkaha atmaktan bayılacak kıvamdayken ertesi gün okuduğum bir haberle ya da belki de okuduğum kitaptan etkilenmiş ve biraz dibe çökmüş olabilirim. Sonsuz maviliklere bedenimi bırakmışken, dalgalara teslim olmuşken başka bir gün dikenlerle dolu bir kır yolunda dizlerimi kanatabilirim. Canım acıyabilir. Kendi kendime kızabilirim. Etrafımdaki insanların beni yeterince anlamadığını düşünüp onlara da öfkelenebilirim -  kimsenin de beni anlama zorunluluğu olmadığını -  bildiğim halde bu duyguyu hissedebilirim. Çünkü ben bin çeşit duyguyu içinde barındıran ve bunu dile getirebilen bir insanım. Mutluyken bunu sevdiklerimle paylaştığım gibi, mutsuzken de bu duyguyu görmezden gelmeden, bastırmadan, halı altına süpürmeden o anda kalarak o duyguyu yaşayabilirim. Sonra geçecek nasılsa. Her duygu geçiyor. Zamanla her acı diniyor. Öfkem çok çabuk geçebiliyor. Birini istemeden kırmış olabileceğimi düşündüğüm zaman takkemi önüme alıp gidip özür dileyebilirim. Affetmek karşımdakine kalsa da ben içimden geldiği gibi “hey, kusura bakma amacım bu değildi” diyebilirim ve bundan hiç çekinmem üstelik. 
Ama tabii ki hayatımda özür dileme anlarımın çok az olmasını tercih ederim. Ha, birine (iyiliğini düşünerek) sert bir yorumda bulunmam gerekiyorsa bunu söylemekten çekinmem ve tepki alacağımı bilsem de bunu yaparım. Birbirlerine değer veren insanların (gerektiği durumlarda) birbirlerini eleştirme dozunun “ponçik” olmaması gerektiğini düşünürüm. Gerçek dostluk, sevgi, arkadaşlık vs. statü önemli değil burada. Önemli olan yola ışık tutabilmek, çuvaldızı kendine de sevdiklerine de batırabilmek, diplerde de suyun yüzeyinde de özgür hissedebilmek birlikte. 
Çünkü insanız biz. Tüm duygularla, tüm saçmalıklarla, tüm heyheylerimizle, tüm sevecenliğimizle bir bütünüz.
Yazıyı okuyunca kendime sarıldım. Didem gibi oldu bence. 
^-^
1 note · View note
didikodaily · 1 year ago
Text
Gece’den.
Bu gece tatlı bir serinlik var. Balkonda oturuyorum, çok güzel bir ay vardı ama gözden kayboldu. Çeviri yapıyorum. İki kadeh şarap içtim. Biraz Tour de France’da ikinci olan favori yarışçıma üzüldüm. Aslında yazacak ne çok şey var. Ama tam olarak toparlayamıyorum sözcükleri. Akışına bırakmak en iyisi. Zaman herşeye ilaçmış. Öyle diyorlar. İnanmış gibi yapacağım, elden başka birşey gelmiyor. 
Haftaya annemlere gidiyorum. Ama oradayken 2 güncük de olsa kafa dinleyebileceğim bir yere kaçmak istiyorum. Ayarlayabilirsem harika olacak. Evdeki durumlar biraz sıkıntılı. Ama yazmayacağım. Üzerinde durmak istemiyorum. Tahmini zor olmayacağı gibi hala bir ev bulamadım. Bu şehirde bir oda bile tutamıyoruz ve buna da yaşamak diyoruz işte. Ama vazgeçmeyeceğim. Şimdilerde ek iş olarak çeviri yapmaya çalışıyorum. Başka işler de alırsam biraz birikimimi arttırabilirim diye düşünüyorum. Bu taşınma konusunu bu nedenle biraz ağırdan alıyorum zaten beni kovalayan da, rahatımı bozan da yok. Aksine, herşey çok yolunda. Her konuda ortak bir yol bulunuyor. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Ama bu kuşun da yuvadan uçma zamanı geldi. 
Hayatımdan, olduğum kadından, kalbimden memnunum. Bazen bazı durumlarda öfkelensem de kendimi telkin edebiliyorum. Kin beslemiyorum. Kalbimi kirletmiyorum. Başımı yastığa koyduğumda huzurluyum. Sağlığım iyi. Annem-babam hayatta. Ablamla barıştık. İşimi seviyorum. Buradan bakınca mutlu olmam için ne çok sebebim olduğunu görüyor ve şükrediyorum. 
Öylesine bir yazı oldu. Günlerden 23 Temmuz 2023. 
İyi geceler.
1 note · View note
didikodaily · 1 year ago
Text
YÜZLEŞMEK
17 Temmuz akşamı çok sıradan bir şekilde bisikletle çıktım. Her zamanki rotam olan Bostancı-Fenerbahçe-Maltepe hattında sürdüm. Rüzgar çok güzeldi, gece çok güzeldi. Evet, sahil kalabalık ve bisiklet yolu üzerinde piknik yapanlar vardı. Bisiklet yolunda olduklarını umarsamadan çekirdek yiyerek yürüyenlerin arasından geçip gittim. Belli, yaz boyu bu böyle olacak. Olsun dedim. Yola devam ettim. Maltepe’den dönüşte Bostancı iskelenin orada karşıma aniden çıkan ve hız kesmeyen Scooter sürücüsü yüzünden ani bir refleksle direksiyon kırdım ve dengemi kaybedip yola doğru devrildim. Bir bacağım tabii ki bisikletin altında kaldı, paniklediğim için bir süre ne olduğunu anlayamadım. Sonra kalktım, etraf boştu yardım eden kimse olmadı haliyle. Aslında bir bakıma iyi de oldu çünkü utandım da biraz düştüğüm için. O scooter kullanan arkadaşın ardından da bir güzel küfür ettim. Bunu da duyan kimse olmadı neyse ki.
Acıyan bacağımı ve elimi zar zor kullanarak sürdüm bisikleti eve doğru. Evdekilere birşey demedim. Boş yere soru cevaplamak istemedim. Duş alıp yattım. Her zamanki rutinimdi bu, sabah işe gideceğim için en geç 12 gibi yatmaya çalışıyorum genelde. Sabah uyandım. Servise bindiğimde hep yaptığım gibi Twitter’a girdim, Instagram’ı kontrol ettim ve hayatımın şokunu yaşadım. 
Doğanay Güzelgün sabahın 5.30′unda Bostancı İskele’nin oradaki ışıklardan karşıya geçerken şerefsiz bir müptezelin kullandığı arabanın çarpması sonucu hayatını kaybetmişti. Böyle yazınca Doğanay abiyi tanıyorum gibi anlaşılabilir. Hayır, o ölüm haberini okuyana kadar adını duymamıştım. Herhangi bir bağ kurmamıştım. Ama o an birşey oldu. O kişi sanki benim yıllardır tanıdığım ve sevdiğim biriydi ve ben onun ölüm haberini almıştım. İnsan olmak bu muydu? Her ölenle bağ mı kurardım ben? Her ölüm acıdır evet. Her zamansız ölüm iz bırakır insanda. Gidenlerin ardından söylenir hep, “vah, yazık oldu”. Ama bu öyle birşey değil. Bu kadar basit değil. Ben bu üzüntüyü derinden yaşadım ve hala yaşıyorum. Daha gece düştüğüm yolda bir başka insan can vermişti. Çaresiz bir şekilde geride kalan çocuklarını, ailesini düşünüp kahroluyorum. Sabah belki de çocukları ve eşi uyurken evden çıkmıştı antrenman için. Belki uyudukları için onları öpmemişti uyanmasınlar diye. Uyandırmamak için sessizce çıkıp gitmişti evden. Kapıyı son kez kapatmıştı. Bir daha açamayacağını bilmeden. Bisiklete binip yola koyulduğunda sabahın ilk saatlerinin serin havasını ciğerine çekmişti, ciğersiz bir adamın ona çarparak havaya uçuracağını bilmeden. Ben bunlarla boğuşuyorum günlerdir. Geçmiyor. Katili dışarıda, serbest. Yakalanamadı hala. Cenazedeki görüntüler gözüme geliyor. Akşamki anma töreninde yüzlerce bisikletlinin aslında aynı sonu yaşayabilme ihtimali geliyor aklıma. Ölüm her koşulda acı, her koşulda sancılı geride kalan için. Peki ya edilememiş vedalar. Söylenememiş sözler? Yarıda kalan herşey? Bunlar dolduruyor aklımı, kalbim sancıyor düşünmekten. 
Doğanay abi, abi diyorum artık çünkü o aslında bir şekilde hepimizin hayatına yer etti. Bisikletlilerin trafikte bir nefeste hayattan koparılabildikleri gerçeğini tokat gibi vurdu yüzümüze. Daha önceden de bisikletli kayıpları vardı, yine olacak. Ne yazık ki!  Ama benim için dönüm noktası Doğanay abinin vedası oldu.
Ben genelde duygularını saklayan, içine atan, söylemek istediklerini hep yutkunan bir kadınım. Evet, neşeli, gülen, kahkaha atarken komaya girebilen biriyim ama iş duygulara geldiğinde ketumun tekiyim. Sevdiğimi söylemem. Özlediğimi belli etmem. Gurur abidesiyimdir(!) Yakın bir dostum böyle der bana. “Tökezlersen incilerin mi dökülür?” diye alay eder. Yıkılmamak için içime atarım. Karşımdakini incitmemek ya da içine sıkıntı vermemek için söylemem fikrimi mesela. Kızsam da içimden, sevsem de içimden... Ama bu yanlışmış. Bunu gördüm. Hayatında yeri olan kişilere birşey söyleyemeden gitmenin acısını yaşamamak için söz verdim kendime. Her ne olursa olsun içimden geçenleri söyleyeceğim tam zamanında. Bekletmeden, ertelemeden. Kalp kırmayacak ve aldığım her nefesin hakkını vereceğim. Yaşamayı her zaman seven, keyif almasını bilen bir insanım ama bir gün aniden gitme ihtimalini de unutmadan yaşayacağım bu hayatı. Geride ne kaldıysa, benden ne alınacaksa, bana kim ne katacaksa hepsini şimdiden kabul ettim. Hazırım. Fırtınasına da, çamuruna da, kalp sancısına da, pişmanlığa da, keşke dememek için attığım adımların karşıma çıkaracağı her türlü duygu durumuna hazırım. Korkmayacağım. 
Doğanay abi, senin ve giden tüm bisikletlilerin anılarını biz yaşatacağız, nefes aldığımız sürece. 
Ruhlarınız şad olsun.
0 notes
didikodaily · 1 year ago
Text
“BEN” OLABİLMEK
Hayatımı şekillendirmeye başladığım ilk yıllardan bu istediğim tek birşey vardı. Özgür bir insan olmak.
Özgürlük yalnızca dağa, taşa kendini vurmak, yollara düşmek değil. Turkcell reklamlarındaki “Özgür Kız” olmak değil bahsettiğim. Ha, elbette tek başına seyahat, keşif yapmak şüphesiz çok zevkli ama konumuz bu değil :)
“Özgür insan olmak” benim için şu demek.
Ben kendi kendimi yönetme, kendi kaderimi/geleceğimi şekillendirme, tutum ve davranışlarımın tüm sorumluluğunu alma, alamayacağım sorumluluğu da reddetme özgürlüğüne sahip olmak istedim hep. Bu aslında ergenlik yıllarımdan beri böyleydi. Kendi zamanımı kendim yönetmeyi, kimsenin istediği şekilde değil, kendi istediğim şekilde yaşamak istedim günümü de, eğitim hayatımı ve elbette sosyal hayatımı da. Liseye başladığımda giderek artan bir bağımsızlık arzusu elbette ki lise hayatımın daha ilk yılda sona ermesi ile sonuçlanacaktı! Asla pişman olmadığım, aksine kendime katabildiğim herşeyi o dönemde katabildiğim için son derece memnun olduğum bir 3 yıl geçirdim. İlk iş gidip açıköğretim lisesine kayıt yaptırdım, çünkü hedefim okumamak değildi. Standart eğitim benim standartlarıma uymuyordu, hepsi bu. Ardından Tango kursuna gittim. Resim yapmaya bu dönemde de devam ettim her ne kadar Güzel Sanatlar’ı kazanamadığım için bir miktar kendime öfkeli olsam da. Her konseri takip edebildim, her sergiye gidebildim. Bursa’nın Bursa olduğu o güzelim yıllarda ellerim cebimde istediğim gibi gezdim, yürüdüm, sokakları keşfettim. Sayısını hatırlayamadığım kadar çok kitap okudum. Ne çok defter bitirdim yazılarla. Ne çok! Zamanımı istediğim gibi değerlendirme özgürlüğü sayesinde hayattan ne istediğimi de keşfedecek vakti ayırdım kendime. İyi de oldu.
Serbest bırakılma konusunda anne ve babam’a nasıl teşekkür etsem az çünkü benim okulu bırakma kararıma ilk etapta tepki verselerde bu kısa sürdü ve benim tek başıma var olabildiğimi, bundan mutlu olduğumu gördükleri için sonrasında istediğim çoğu şeyi yapmama onay verdiler. Desteklediler. Resim konusunda babamın desteği çok büyük. Çünkü kendisi çocuk yaşta keşfedilen resim yeteneğini dedemin gerizekalılığı yüzünden çöpe atmak zorunda kalmış. Bu nedenle beni çok yüreklendirmişti. Aynı zamanda konser arkadaşımdı babam. Yaşım tutmadığı için Bursa’da Resimli Bar’da gerçekleştirilen Rock konserlerine benimle gelirdi. Ortamı görür, arkadaşlarımla buluştuğumda da yanımdan ayrılıp konser bitiminde beni almaya gelirdi. Ünlü Cadde’de kokoreç ya da midye tava yiyip eve dönerdik. Biz çok güzel iki arkadaşız onunla. Hala öyle.
Sosyal ilişkilerde de hayatımda işgalcilere yer vermektense birlikte özgürleşebileceğim insanlara yer açtım. Yanıldıklarım oldu, ama zaten onlar da kendi kendilerini yolcu ettiler hayatımdan. İyisiyle kötüsüyle çok güzel anılar biriktirdim. İlişkilerden beklediğim, kişiliğimden alıp götürülmemesi oldu hep. Bunu az başarabildiğimi itiraf etmeliyim. Çünkü sevdiğimde hep fedakarlık yapmam gerekti ve bu oldukça uzun bir süreye yayıldı çünkü iki ilişkimde çok uzun sürdü. İlkini saymıyorum ama ikincisinden çok şey öğrendim. Özellikle kendim olabilmemdeki rolü gerçekten büyüktü ama yine de ortak bir hayat paylaşmak beni başka bir kimliğe bürünmeye doğru sürüklemişti. Bu ne yaman çelişki değil mi? Fark etmemiştim ilk başlarda. Sonradan çıktı ortaya. Neyse ki çok sağlam bir dostluk var ortada, kimse kimseyi kırmadan, üzmeden herşey yavaş yavaş rayına oturdu.
Saygı, sevgi ve dürüstlük kavramlarına önem verdim. Şimdiye dek dürüstlük kavramını iki kez ihlal etsem de.. Çok az kalp kırdığımı düşünüyorum. Çünkü etrafımda olan insanları gerçekten sevmişimdir, sevdiğim insanlara da bile isteye zarar verecek, onları istismar edecek bir yapım yok. Sadece can dostum dediğim bir insan, onun istediği bir aktiviteye katılmayı reddettiğim için bana kızdı ve tüm ilişkimizi bitirdi. Buna da ses etmedim, çünkü kendince haklı olabilir ama ben de kendimce haklı bir sebeple o gece onunla çıkmadım. Çünkü ne olursa olsun u.uşturucu kullanılan bir ortama asla adım atmam. Bu da benim prensibim, kusura bakmaz diye düşünüyordum ama baktı. Sağlık olsun. Kendi iyi olsun. Mesela bu örnek benim için önemli. Çünkü HAYIR diyebilmek dünyanın en özgürleştirici hareketlerinden biri. İstemediğim birşeyi yapmak zorunda kalsaydım muhtemelen kendimle çok kavga edecektim sonrasında.
Hayır diyebilmek bazılarımız için ölümcül. Biliyorum. Ama hepimiz bir ölçüde özgürlüğümüzü elde etme / koruma gücüne sahibiz. Eric Berne şöyle yazıyor; “İnsan özgür doğar, ancak ilk öğrendiği şeylerden biri söyleneni yapmaktır. Yaşamının geri kalan kısmını da bunu yaparak geçirir. Böylece ilk köleliği anne babasına karşı deneyimler...”
Berne; gerçekten özgür kişiden üç yeteneğini özgür bırakan ve geliştiren kişi olarak bahseder. Bu üç yetenek; farkındalık, kendiliğindenlik ve samimiyet’tir. Bu yetenekler sonradan edinilebilir, geliştirilebilir. Aslında doğar doğmaz öğrenmeye başladığımız ilk şey anne-baba’dan duyduğumuz, gördüğümüz ezber rollerdir. Bu rollerin “kölesi” olarak yaşayabilir, ya da bu rolleri oynamaktan sıkılabiliriz, vazgeçebiliriz. Hayatın dikte ettiği tüm rollere karşı gelebiliriz. Kendimizi keşfedebilir, keşfederken acı çekebiliriz. Bedel de ödeyebiliriz. Evet, kalp te kırabiliriz. Söylemek istediklerimizi söylediğimiz için pişman edilebiliriz. Tepki görebiliriz. İçimizde sesleri susturdukça içeride büyüyen sis bulutunu içimizden söküp atabiliriz. Birini, elini tutup avuç içlerini öpecek kadar çok sevebiliriz. Karşılık göremediğimiz için sonsuz kere üzülebiliriz. İçinden geldiği gibi yaşamanın, davranmanın özgürlüğü, hazzı başka hiçbir şeyde yok. Dolayısıyla karşımıza çıkan, başımızı okşayan, kalbimizi örseleyen, omuzlarımızdan tutup aşağı çeken, elimizden tutup ayağa kaldıran, dudaklarımızdan öperken kalbimizi yerinden çıkaran, sarılmanın huzurunu yaşatan, çekip gidişiyle bizi bin parçaya bölen, biz hayatı yaşamaya çalışırken önümüze bir sürü engel çıkaran, onarılmaz sağlık sorunları dışında her türlü döngüye kalbimiz açık olsun. Onarılır. Yeniden başarılır. Ayağa kalkılır. Sevilir. Giden zaman geri gelmez, ama gelecek olan zamanın tadı çıkarılır. Sağlık olsun sadece. Canlarımız sağ olsun. Hissettiğim herşey için sonsuz şükür dediğim günlerden geçiyorum. Kalbim atıyor, nefesim yetiyor. Sevebiliyorum. Heyecanlanabiliyorum. Gözlerim dolabiliyor mutluluktan da üzüntüden de. İnsan olmayı, kendim olmayı, Didem olmayı derinden hissediyorum. Özgür olmak bu işte. Akışına bırakmak kendini. Sürüklenmek ama gideceğin yere varabilmek. Bazen de varamamak. Olsun. Yolculuk güzel…
Sevgiyle.
1 note · View note
didikodaily · 1 year ago
Text
- söyle bana, hayatında hiç âşık oldun mu? - hiç âşık oldum mu? en azından on kez. - ben de öyle düşünmüştüm. - neyi düşünmüştün? - hiç gerçekten âşık olmadığını.
(carl theodor dreyer, ordet, 1955)
0 notes
didikodaily · 1 year ago
Text
“…yenilmesen hiç büyümezdin…”
1 note · View note
didikodaily · 2 years ago
Text
GECİKMİŞ BİR YAZI
Son yazımda bahsettiğim yere gittim. Eylül’ün ilk haftasıydı ve hava şeker gibiydi. Ödemiş’e bağlı Gölcük yaylasında 2 gece kaldım. Tek başına kalmak o kadar iyi geldi ki anlatamam... Bu 2 gün boyunca bol bol huzur depoladım. Durdum, düşündüm, okudum, seyrettim, sevdim, dallarından meyveler yediğim ağaçlara sarıldım. Evlerin fotoğraflarını çektim.
Ödemiş’e ulaşmak sandığım kadar zor olmadı. İstanbul’dan gece otobüsüne binip İzmir’e gittim. İzmir’den de Basmane Garından sabah 6.45 trenine bindim ve saat 9 olmadan Ödemiş Garına inmiştim bile. Otobüs yolculuğu ayrı bir keyifti benim için. Kocaman bir dolunay vardı, yol boyu beni izledi. Ben de onu... Gözümü ayıramadım, o kadar güzeldi ki. Tren yolculuğu da aynı şekilde, bir yerden sonra başlayan o tarlalar, o ağaçlar ve köyler gerçekten güzeldi. Her neyse. Ben gezi blogger’ı değilim dolayısıyla geziyi ballandıra ballandıra anlatacak kabiliyetim yok. Ben kendi derdine derman arayan, kendini arayan dümdüz bir insanım sadece. 
İlk günüm yol yorgunluğunu unutacak şekilde yoğun geçti. Ödemiş’ten beni alan ev sahibi Birgi’yi görmem gerektiğini söyledi ve beni Birgi’ye götürdü. Kendisinin orada başka bir oteli olduğu için zaten oraya geçecekti beni de götürmüş oldu. Çok nazik bir insandı. Birgi’deki otelin avlusunda harika bir kahvaltı yaptık birlikte. Çok iyi sohbet ettik. Bana Gölcük’e yerleşme hikayesini anlattı. Sonra kahvelerimizi içtik ve ben izin isteyip Birgi’yi keşfe çıktım. 
Birgi çok şirin, ufak bir köy. Tepeye toğru çıkılıyor, tepeye çıktıkça ayrı bir güzelleşiyor. İrili ufaklı köy evleri, bir kaç hediyelik eşyacı, bir küçük köy kahvesi bir de büyük bir alana yayılmış bir mesire alanı/çay bahçesi karışımı bir mekan var. O mekanın sahibi İsmail amca yaz kış o mekanda bulunan evinde yaşıyor. Birgi’nin dışına pek çıkmamış anlattığı kadarıyla. Ben yoldan geçerken selamlaştık, bir kahve içer miyiz diye sordu. Dedim tabii ki. Önce kahve içtik, sohbet ettik sonra bana kar şerbeti ikram etti. Çok canayakın biri. Oradan ayrılırken yanıma bir sürü elma koydu. Bu elmalar benim ağaçlarımdan dedi. Teşekkür ettim. Para kabul etmedi. Hesap ödememe izin vermedi. 
Birgi’yi gezdikten sonra otele geri döndüm, ev sahibinin işi de bitmişti birlikte Gölcük’e doğru yola çıktık. Eşi bizi dağ evinde karşıladı. Çok tatlı bir de kızları var. Piyano adında bir de köpekleri var. Dağ evi çok güzel, geniş bir alana inşa edilmiş. Her şeyiyle kendileri ilgilenmiş. Tarla, ahır, meyve ağaçları ve çadır ve ağaç evlerden oluşan geniş bir alanları var. Ben de bu ağaç evlerden birinde kaldım. Önünde kendine ait verandası, ufak bir masa, iki kamp şezlongu var. Etrafım böğürtlen doluydu. Hava gündüzleri epey sıcaktı ama akşam üzeri güneş batarken aniden tek haneli derecelere düşüyordu bu yüzden dışarıda çok oturamadım üşüdüğüm için. Ama evde sıcacık bitki çayları içtim ve battaniyeye sarılarak yıldızları, bana göz kırpan Jüpiter’i ve her gördüğümde deli gibi mutlu olduğum Dolunay’ı izledim.
O gece hayatımın en güzel uykusunu uyudum diyebilirim. Uyandığımda güneş ışıldıyordu. Verandamda oturup Bozdağ’a karşı sabah çayımı içtim. 
O günün tamamı Gölcük etrafında geçti. Bisikleti alıp yola koyuldum. Önce göl çevresini tam tur bisikletle gezdim. Sonra göl kenarındaki mekanlardan birinde kahvaltımı yaptım. Kitabımı açtım, Defne Suman’ın Emanet Zaman’ını okuduğum bir dönemdi. Uzun uzun kitabımı okudum. Kahve içtim. Güneş vücudumu ısıttı, gözlerimi kamaştırdı. Bir süre daha burada durdum ve evime döndüm. O gün biraz daha verandamda oturdum, sonra ev sahibemin yanına (esas dağ evinin bulunduğu bölüme) geçtim, tarhana yapıyordu ona biraz yardım ettim, bol bol konuştuk. Kahve içtik, meyve yedik. akşam da beni yemeğe davet ettiler. O akşam aslında son akşamım olduğu için kendimle kalmak istemiştim ama onlarla vakit geçirmek ayrı bir güzeldi. Bu yüzden memnun bir şekilde uyumaya döndüm. Sabah erkenden de ayrıldım. Dönüş yolum biraz daha farklı oldu çünkü gelirken ev sahibinin aracıyla yukarı çıkmıştık. Bu sefer yalnızdım ve yayladan Ödemiş’e inen minibüslerini kullanacaktım. Biraz erken vardım durağa ve sabah ayazı vardı. Caminin yanındaki köy kahvesine oturdum. Bir çay söyledim. O çay da çok lezzetliydi, ya da ortamın güzelliği mi herşeyi bu kadar lezzetli kılıyordu bilmiyorum. Oradaki amcalarla baya bir sohbet ettik, hatta bir doktorla tanıştım ve babamın böbrek hastalığı nedeniyle diyalize girmesi söz konusu olduğu için bana Fethiye’de bir diyaliz merkezi olan arkadaşının ismini verdi. O da Ödemiş’liymiş meğer. 
Çok ilginç, çok hızlı, çok sade, çok huzurlu bir hafta sonu geçirdim kısacası. İç huzuru bu şekilde kısa molalarla elbette bulunmaz, bunu biliyorum. Bir bütünlük şart. Ama Türkiye’de yaşıyoruz azizim. Omuzumdaki onca yük, ailedeki sağlık sorunları, sorumluluklarım, üzüntülerim, kaygılarım hepsi benim içimde.. Bunlar var olduğu sürece tam anlamıyla sorunsuz bir huzur yakalamam ve o anda kalmam mümkün değil.. Her sağlıklı uyandığımız gün bir şükür sebebi iken her yaşadığımız, duyduğumuz olumsuz durum/haber isyan sebebi olabiliyor. Bu dengesizlik içinde bir denge bulmaya çabalarken de bu kısa kaçışlar bir şifa oluyor insana. Ben buna inanıyorum. Aslında dünyanın neresinde olursak olalım bu durum değişmez. Sadece sorunsuz bir hayat kimde var ki? Kim saf huzura sahip? Mevlevi dervişlerinin bile eminim boğuştuğu bir iki sorun vardır hayatında. Bu yüzden ben de kendi hayatımı olduğu gibi kabullenme, içinde kendime bulabildiğim huzur kadarıyla yetinmeye bazen kendime biraz daha fazla alan açmaya ya da bazen sorunlarla biraz daha fazla yüzleşmeye ve omuzlamaya devam edeceğim. Kendimden kaçamayacağımı çok iyi öğrendim bu hayatta..
Buraya daha sonra bir iki fotoğraf eklerim. Şimdilik bu gecikmiş yazıyı yazmak ve aklımdan bu maddeyi silmek istedim. 
Okuduysanız teşekkür ederim, okumadıysanız da ileride kendim için bir not almış oldum. 
Sevgiler!
0 notes
didikodaily · 2 years ago
Text
İç ses
Günler günleri, aylar ayları kovalamaya da devam ediyorken buraya uzun zamandır yazmadığımı fark ettim. 
Son yazım (yine) aileden sağlık sorunları ile ilgiliydi. Çok ama çok yıprandığım bir süreç oldu bu. Herkesin bana sorular sorduğu, herkesin benden çözümler üretmemi istediği, herkesin benden birşeyler yapmamı beklediği birkaç ay geçirdim. 
Sonra bir gün çok sevdiğim dostum Selin ile konuşuyorken dedi ki bana, “ailelerimiz bizi istismar ediyor Didem. Kendine gel. Kendini duy. Kendini önemse. Başkalarından daha önce kendini dinle..” 
Yoruldum, bunaldım çok sıkıldım evet ama onları duymazdan gelirsem onlar ne yapar diye sordum..
“Anne-baba arasındaki iletişimsizliğin açtığı sorunları çözmekten, ailenin büyüğü rolünü üstlenmekten bunalmış olman çok doğal bunun için utanma. Üzülme...” dedi bana Selin. 
Durdum soluklandım, düşündüm. Ne kadar doğruydu söyledikleri. Kendi aralarında çözemedikleri tüm sorunları ben neden çözmeye uğraşıyordum ki? Ebeveyn olanlar kendileri. Ben -33 yaşında da olsam- onların çocuğuyum! Ben ÇOCUĞUM yahu neden bana yükleniyosunuz diye haykırmak istedim o an! 
Bu farkındalıkla birkaç gün bocaladım. İnkar ettim. “Yok canım, olur mu hiç annem-babam bilerek bizi üzmek istemez” diye sayıklayıp durdum. Düşündüm, düşündüm o kadar çok düşündüm ki beynim beni terk edip gitti. İşlerimde bocaladım, dostlarımla bocaladım. O kadar karıştı ki kafam, allak bullak oldum...Ama çözdüm sayılır... Öncelikle onlarla yüzleştim. Yakın zamanda yanlarına gittiğimde konuştum ikisiyle de ayrı ayrı.. Yorgunum beni anlayın dedim.. Anlar gibi yaptılar. Daha fazla dert ile boğmayın beni dedim. Dinler gibi yaptılar.. Sonrası boşluk..Sonrası belirsiz çünkü çok az iletişim kurmaya başladım. Eskisi gibi sıklıkla konuşmuyoruz. Bana birbirlerini şikayet etmek için telefon açmıyorlar. Ama yine de haylazlıklarına devam ediyorlar tabii ki..Sadece ben duymuyorum. Bana anlatmıyorlar.. Ama olsun. Bu da bir gelişme sayılır!
Tüm bunlar olurken bir güzel gelişme de şu oldu: Bisiklet aldım! Evet, hayalim gerçek oldu. Aslında bunu bir süre daha ertlemiştim ama bu koca şehirde kendimle baş başa kalmak, rüzgara kapılmak, düşüncelerden uzaklaşmak için süreci hızlandırdım. Aniden oldu. Bir sabah uyandım ve bisikleti alıyorum dedim. Gittik, gezdik, bulduk ve aldık.. Netice süper ötesi bir rahatlık! Bununla ilgili ayrı postlarım olacak elbette. Şimdilik kendime yaptığım en güzel iyilik bu oldu. Bir de kendime sığınacak, 2 gün de olsa beni bağrına basacak bir dağ, bayır, bir ova arayışındayken karşıma çıkan bir mekan aldı götürdü beni. Bana gel dedi. Koynumda yat, ben seni dinlerim. Seni yormam. Zihnini akıt bana, sır da tutarım göz yaşı da silerim dedi.. Gidebilir miyim bilmiyorum. Bir yanım oraya doğru koşmak istiyor bir yanım üşeniyor.. Ama kendim için birşeyler yapma yoluna girmişken, beni bu şehirde de olsa başka şehirde de olsa boğmaya çalışan yaşlı büyücülerden kaçıp uzaklaşmak istiyorum ve bu adımı atmalıyım yoksa kendi kendimi yiyip bitireceğim diye korkuyorum.
Şimdi önümde 2 gün var kendime süre verdim. Düşünüp yol haritamı belirleyeceğim.
1 note · View note
didikodaily · 2 years ago
Text
Devam..
Babaannem bir hafta kadar hastanede yattıktan sonra Pazartesi günü eve gönderildi. Babam da aynı gün yanına ulaştı. Şu an için bir süreliğine için rahat. Ama sağlık durumu hakkında yapabilecek birşey yok gibi. Babaannem beyin felci geçiriyormuş, pıhtı varmış ve beyine giden damarların çoğu tıkalı ve kireçlenmiş.. Yaşının narkoz kaldıramayacağından dolayı ameliyat seçeneği elendi. Yalnızca kan sulandırıcı kullanarak devam edecekmiş. Pıhtı çözülürse ne ala demiş doktor. Şimdilik unutkanlık ve konuşurken cümlelere doğru başlayıp yanlış bitirmek gibi garip sıkıntılar var. Kelimeleri seçemiyor. Aklında kurduğu cümleyi söze dökemiyor fazla. 
Ne olur, ne biter kim gider kim kalır hiç belli değil şu hayatta.. Zaman geçmesin, dursun. Donsun saatler istiyorum. Biz büyüdükçe sevdiklerimiz de büyüyor ve veda zamanı yaklaşıyor gibi hissediyorum. Bu beni iyice dibe sürüklüyor. 
Hayattan tat almaya çalışarak, çabalayarak yaşamanın beni çok zorladığı günlerdeyim. Gökyüzü de saçma bir gri. Normalde severdim ama bugün değil..
0 notes
didikodaily · 2 years ago
Text
Merhaba,
Yine oldukça can sıkıcı bir dönem geçiriyorum. Bu sefer babannemin sağlık durumuyla ilgili sıkıntılar çıktı. Bugün Nöroloji’de randevusu var. 2 gün önce aniden bir kendini bilmeme, konuşamama hatta halüsinasyon gibi sorunlar baş gösterdi. Tek başına yaşadığı için komşu yardımıyla 2 gündür kontrol altında. Dün biraz iyi gibiydi ama sonra yine konuşma ve kelimeleri toparlama sorunu yaşamaya başladı. Ne olduğunu biliyor, sorun yaşadığının farkında bana da telefonda zaten “kızım çok kötü oldum dün, anlamadım neden öyle oldum” dedi. 
Bugün doktor ne diyecek acaba.. Demans diyecek diye korkuyorum. Eğer öyleyse kahrolacağım üzüntüden. Babannemin bu duruma geldiğini görmeyi hiç ama hiç istemiyorum. Kimse istemez zaten ama bu yükü kaldıracak kuvvetim yok. 
Ailede sorun yaşanınca ilk aranan kişi her zaman ben oldum. Elimden geldiğince herkese yetişmeye çalıştım, debelendim, çabaladım. Bazen başarılı oldum bazen olamadım ama hep imkanları zorladım. Şimdi son bir aydır zaten o kadar güçsüz hissediyorum ki kendimi.. O kadar enerjim yok ki.. Tam üzerine bu geldi çattı. Tam karşımda bana parmağını sallıyor!  Sevgili hayat, sevgili evren ne olur bana zaman ver. Şimdi sırası değil. Lütfen beni bir rahat bırak artık. 
0 notes
didikodaily · 3 years ago
Text
Her şeyi yazmıyorum, korkuyorum. Yazarsam çok dağılacağım gibi..
#nilgün marmara
0 notes
didikodaily · 3 years ago
Text
"sen hiçbir yere ait değilsin, aitsiz kimliksin sen"
-Leyla Erbil
1 note · View note
didikodaily · 3 years ago
Text
babaannem
Onunla kaldığım her gece anlattırdığım, dinlemekten bıkmadığım eski anılar... Ben bu anılarla büyüdüm.
Mustafakemalpaşa'da yoksul bir ailenin çocuğu olarak başlayan serüven, 6 yaşında Ankara'da Paşa ailesine besleme olarak verilmesi ile birlikte ufacık yaşta başlayan hizmetçilik. Ardından yeniden öz aileye dönüş. Üvey annesinin onu istememesi, bir lokma ekmeği çok görmesi nedeniyle bu sefer de İstanbul'da Kurtuluş'ta yaşayan Rum bir ailenin yanına meslek öğrensin diye yatılı olarak verilmesi ile başlayan İstanbul yılları...
Kurtuluş son durakta çıkmaz bir sokakta bulunan nakış işlenen o evin aslında onun nasıl yuvası olduğu ve Eminönü'ndeki dükkanların sipariş ettiği o ürünleri Kurtuluş'tan Eminönü'ne götürürken başına gelen o komik olay ve bunu her anlattığında nasıl kahkahayla güldüğümüz...
Anne rolündeki kadının (ismi Eleni idi) ona bu kadar özenli bu kadar güzel bakması, bildiği her şeyi, adabı muaşeretten tutun da iğne-iplik tutmaktan patates soymaya, ev ekonomisine kadar her şeyi öğretmesi... O anlattığı sofralar o törenler, kilise günleri özel olarak dikip giydirdikleri o beyaz nakışlı elbiseler, güzel saçlarındaki o örgüler... O nefes kesen güzelliğiyle gülümsediği o fotoğrafı...
Her şey bu kadar güzel ve süt liman giderken, kurulu bir düzene kavuşmuşken Eleni'nin ölmesi, evin idaresinin babaanneme kalması ancak 6-7 Eylül olayları ile başlayan o karanlık günler. Ailenin kalan kısmının da Yunanistan'a akrabalarının yanına göç etmesi nedeniyle kapanan ev ve yeniden onu istemeyen öz ailesine gitmesi, yani yine öksüz kalması... Kendisini bir anda yeniden İstanbul'a gelin olmuş bulması, ne gelinlik ama! 6 yıl 60 senelik bir çileye eş değermiş. Birer yıl arayla kucağında bulduğu iki çocuk, 6 yıllık bir evlilik, aşırı zor bir karar sonrası Tophane'den Bursa'ya annesinin yanına kaçması, boşanması, yıllarca gizli gizli evlatlarının peşinde dolanması... Bir zaman sonra da Beyrut'a uzanan bambaşka bir yeni bir hayat.
Lübnan iç savaşının başlamasıyla birlikte tam 10 yıl sonra sona eren o şaşaalı dünya. Eşinin tüm mallarına Asala tarafından el koyulması, akabinde üzüntüden dolayı geçirdiği kalp krizinin ikinci kez tekrarlaması ve gittikçe daha çok hastalanması ve savaşın kızışması ile birlikte (üvey dedem Ermeni, babaannem Müslümandı ama Hristiyan mahallesinde yaşadıkları için İstanbullu bir Rum olarak tanınıyordu yani Hristiyan rolü yapıyordu) tehdit altında olduğu için can güvenliğini sağlamak amacıyla memlekete zorunlu olarak gönderilmesi. İşler durulunca Türkiye'de buluşacakları yönde sözleştiği eşinin bu vedanın hemen ardından ölüm haberini almasıyla darmaduman olan bir kalp.
Okula sadece 2 gün gönderilen ama okuma yazmayı kendi kendine öğrenen, İngilizce'yi benden iyi konuşan, Fransızca öğrenen, muhteşem bir müzik zevki olan, dünyanın en yardımsever, en paylaşımcı insanı, daima herkesi mutlu etmek için çabalayan, çok güzel humus yapan, orta yaşlarında Arabistan'a işçi olarak giden ve 60'lı yaşlarına kadar arı gibi çalışan, çektiği çileyi değil güzel anlarını anlatmayı seven, üzücü olaylara sıra gelince bile ince bir espri ekleyerek hüznü dağıtan, çalışkan, becerikli, nüktedan, daima yüz güldüren bir kadın..
Oradan oraya sürüklenen bir hayat, her durumda her koşulda kendini yoktan var eden güçlü bir kadın. İki evlilik, üç ülke, iki evlat, iki torun, bir kedi, 84 yıl.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
2 notes · View notes
didikodaily · 3 years ago
Text
2022
Tumblr media
Yeni yılın ilk Pazartesi gününden hello.
Yeni yıla nasıl girersen öyle devam ederler safsatasına inanaraktan (son iki yıldır) annemleri görüntülü arayarak en azından online da olsa bir arada olmaya ve yeni yıla birlikte girmeye gayret ediyorum.
tabii pek bir heyecanım yoktu. 11'e kadar filan pijamayla oturdum. Sonra kalktım duş aldım, kırmızı kazağımı giyip en azından bir rimel sürdüm ve en sevdiğim parfümümden bir iki fıs sıkıp kendimce bir çaba gösterdim.
yılbaşı ruhunu bu sene dilediğim gibi hissedemediğim için yaşayamadım da. ne kokina aldım, ne de hediye.. göstermelik birşey yapmak istemedim. eğer içimden gelseydi ritüellerimin tamamını yapardım zaten. ama olmadı.
Bu sene sadece gingerbread yaptım (tadını çok sevdiğim için!) Bir de St. Antuan'ı ziyaret ettim. Aslında en favori kilisem orası değil. Ben St. Maria Draperis'çiyimdir ama kapalıydı orası. Bu arada İstiklal'e çok uzun zamandır çıkmıyordum. Bir süre daha görmesem olur. Çünkü aşırı acı veriyor orada yürümek, sevdiğin mekanları / dükkanları görememek, aradığın o kokuyu o görsel anıyı orada bulamamak...
yeni yılın ilk saatinde açıklanan zamlar da bu yılın kolay geçmeyeceğinin bir göstergesi oldu. artık birşeylere heyecan duymak, hevesli olmak bir hayal. hayata tutunma çabam ailemin, sevdiklerimin büyük kısmının hayatta olması, (olabildiğince) sağlıklı olmaları ve online da olsa onlarla vakit geçirebilmek, bunun dışında gözümün görmesi, kulağımın duyması, dilimin tat alması, koku alabilmek, nefes alabilmek vs vs gibi yine sağlıkla alakalı durumlar.
karamsar bir yazı oluyor sanırım.. ama durum bu.
0 notes
didikodaily · 3 years ago
Text
kibar olmamak bir tercih
kibar olmanın da bir tercih olduğu kadar.
kalmak ta bir tercih
gitmemeyi tercih ettiğin kadar.
yaşanan herşey bir “tercih” sonucu hayatlarımızda.
dün çalışmak istemedim ve çalışmadım bu bir tercihti.
bugün dünün biriken işleri nedeniyle iki kat fazla çalışıyorum. bu da dünkü tercihimin bir sonucu.
(-anlamlı bir yazı yazacağımı sandınız ama yanıldınız.)
0 notes