Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Telgrafın Tellerine Duygular mı Konar? -6
6-)Gereği Düşünüldü
Mavi ve Yeşil için;
Ben hakim Teoman Deneyim. Çoğunuz gıyaben bizi bilir, farklı fotmatta bir mahkeme oluşturduk arkadaşlarla. Ve görüyorum ki sizler sadece çayımıza değil, hükümlerimize de yandaşsınız. Bu davanın buraya getirilmeden çözülebilmesi elbette mümkündü, bazen ipin ucu kaçar işte. Gördüğüm kadarıyla birbirine epey minnet duyan 2 varlık bu arkadaşlar. Hocamız Jamal sürekli Dücane’den ‘minnetin yükü ağırdır, herkes taşıyamaz’ sözünü alıntılardı. Minnet duygusu gelişmiş olan güzeldir. Yeri gelmişken Jamal hocanın en kötü espirisini de söyleyelim;
‘Teoman gel seni bir de güreşte Deneyim’.
Dayanamıyorum bir tane daha anlatıcam, sürekli söylerdi bunu;
‘Arkadaşlar hayatta iki tane deneyim vardır; 1:Parayla asla satın alınamayacak, düşmekle kalkmakla gelen Deneyim, 2.si ise Teoman Deneyim’.
Yaşlandıkça çenemiz düştü. Kızım çenemi yerden kaldır da ciddiyetimize bürünüp davamıza bakalım. Yaz kızım;
Bütün kutsal değerleri üzerine yemin edip ifade veren Mavi ve Yeşil için gereği düşünüldü;
1-) Mavi’nin dibi olmayan kuyuya bakmaktan vazgeçişine,
2-) Mavi’nin erdemli züppe modunu sessize almasına,
3-) Her ikisi için geçerli olmak üzere; Bir bakarsın hayattaki tüm iyi şeyler geride kalmıştır. İşte o bakış açısının geride kalmasına,
4-) Mavi’nin Yeşil’i camın arkasında ki şempanze olarak görmekten vazgeçişine, ve sanki tüm bu yaşananlar Yeşil merhamet istiyormuş gibi algıların reddine,
5-) Sanki oramda bir yerlerde “an”a özlem var da çoktan unutulmuş, denilen düşüncelerin tozlu geçmişten arındırılıp sağlıklı bir şekilde “an”a kazandırılmasına,
6-) Kaygıyla geçmiş bir gün boşa geçmiş bir gündür şiarıyla harekete geçilmesine, kaygının aktif yanardağ lavlarına teslimatına
7-) Hayatlarını mahveden kaygının korku filmlerini andıran metalik seslerinin frekansının düşürülmesine
8-) Yeni bir başlangıç yapıp, sıfırdan başlanan dönemin inşasına,
9-) Jr.Bilelinho ile bizlere ne kadar kötü olduğu öğretilmiş olan; ‘senin için, senin yüzünden’ gibi söylemlerin sonlandırılmasına,
10-) Zamanı geriye almanın imkanı olmaması sebebiyle “an”ın şımartılıp zamanı durdurma çabasına destek verilmesine,
11-) Mavi’nin kötü bir maya olmama halinin devamına, iyi olmaktan yorulma halinin bozulmasına,
12-) Mavi’nin Yeşil’den gelen yağmur tanelerini hissetmek adına Beko yağmurluğundan kurtulmasına,
13-) Uykularını veya uykusuzluklarını Yeşil’in gamzelerinde uyumasına,
14-) Mavi’nin ‘zevkine’, ‘gırgırına’ ve hatta ‘gelişine’ modunu sesliye almasına,
15-) Mavi ve Yeşil’in derhal Brezilya sürgününe, ve orada bar işletmecliği yapıp çılgınlar gibi dans etmelerine,
16-) Her ikisi için geçerli olmak üzere; Hepimiz hata yapar ve yeniden başlarız. Yepyeni başlangıçlara fazlaca önem verilmesine
Karar verilmiştir.
Beko için;
Beko için yemin ettirecek bir kutsallık bulamadık. Bu durumda halk düşmanı olan enflasyon üzerine yemin ettirmemiz gerekecek. Yaz kızım;
Enflasyon üzerine yemin edip ifade veren Beko için gereği düşünüldü;
1-) Elindeki fesatlık şarjörünün boşaltılmasına,
2-) Mem u Zin masallarına hapsedilmesine,
3-) Beko özelinde kötülüğün ölmek veya kalmak gibi bir derdi yoktur. Kötülüğün unutulmaktan yana korkusu vardır. Unutulmayacağım ben der durur. Çoğunlukla da başarır. Yine de Beko özelinde kötülüğün unutulmasına
Karar verilmiştir.
Avukat Çeto sen çıkma. Kızım bunu yazma.
Av.Çeto: Efendim sayın yargıç?
Teoman Deneyim: Bu Büyük Ağrı Dağı ile Küçük Ağrı Dağı’nın davasına da sen bakıyordun değil mi?
Av.Çeto:Evet efendim.
Teoman Deneyim:O konuda karar verdim. Büyük Ağrı Dağı , Küçük Ağrı Dağı’nı böbrek taşı olarak görme basiretsizliğinden vazgeçecek. Kararım budur.
1 note
·
View note
Text
Telgrafın Tellerine Duygular mı Konar? -5 5-)Mahkemeye Çağrılan Mavi’nin Savunmasıdır! Pek saygıdeğer mahkeme heyeti; Nerden başlanır, nasıl anlatılır... Zannediyorum ki varlığını bilmediğim gözlerim açıldı, mühürlenen dilim çözüldü... Sevgili Yeşil’in şikayeti üzerine huzurunuzda bulunuyorum. Daha önceleri herkesler mahkemeye şikayet edilen duygulardan haberdardı, fakat sanırım sizlerde ilk defa duygu tarafından şikayet edilen mantığa şahitlik ediceksiniz. Efendim, Hiç birinizin hayal edemeyeceği bir karanlığa şahit ve dahil oldum. Beko’nun senaryosunu yazdığı o bataklıkvari karanlığın. Tabiri caizse çamurlar içinde yüzdüm... Zaman habire ilerlerken ben hep geriye sarsın istedim. Geçip giden zamandan Beko’yu kapı dışarı etmesini beklerken, çaldığı her kapı sonuna kadar açıldı. Oysa ben defalarca çocukluk denilen cennetin kapılarını çaldım. Açan olmadı... Hayatı hep çok keskin yaşadım. Ya birdi ya ikiydi, küsüratlar yoktu. Ya siyahtı ya beyazdı, gri yoktu. Ya evetti ya hayırdı, kararsızlık yoktu... Heyhat şimdilerde farkediyorum ki hayatın bir işkembesi varmış, alsam bir bıçak deşsem orayı kesin olmayan neler dökülür. Matemetik suratıma çok sert tokatlar atıyor. Birden ikiye gidemezmişim. Arada sonsuza giden küsüratlar var. 1,9999... gibi. Varsayımmış efendim! Efendim, Sevgili Yeşil’e sesleniyorum huzurlarınızda; Evet yüzünü kızarttım. Evet her durduğum kırmızı ışıkta varlığını iyikileştirmedim. Ama şuan burada kayıt altına alınsın lütfen, ben senden ibaretim. Farkettim ki yaşam denilen şey bir ruh hali eylemleridir, kaptanısın olduğum geminin. Ahmet Kaya sürgünde olduğu yıllar şöyle demiş; “ Yazda olsa kışta olsa farketmez ben geceleri çok üşüyorum. Sorun kalorifer sorunu değil. Sorun yorgansız oluşum sorunuda değil. Beni üşüten tek bir şey var. Ben vatansızlıktan üşüyorum”. Şimdilerde çok çok iyi anlıyorum ustayı sevgili Yeşil! Neden üşüdüğümü, neden özlediğimi, neden korktuğumu, neden uyuyamadığımı, neden heyecanlanamdığımı...Sen benim vatanımsın Yeşil! Beni yurdumda mülteci eyleme Yeşil! Göynüm hep seni arıyor diyor Neşet baba. Sevgili Yeşil bu dizeler yazana ait değil, hissedene ait, bana ait! Nede olsa Tanrı herkesi sonunda affediyormuş deyip günaha girmenin manasının olmadığı gibi, Yeşil’in finalde beni kucaklayacağını bildiğim halde kendimi ve onu örselemenin mantıklı olmadığını, pardon duygulu olmadığını anlamış bulunmaktayım! Sayın hakim, savunmam diye adlandırabileceğim aslında kendimi ifade edişim bundan ibarettir. Sizlerin vericeği karara tabiyim. Teşekkür ederim.
0 notes
Text
Telgrafın Tellerine Duygular mı Konar? -4 4-)Senin Ben Olma Zamanın, Benim Sana Karışmam Lazım! Ahparig Mavi! Hayır hayır ağlamıyorum. Gözlerime çocukluğum kaçtı sanırım... Çoçukluk arkadaşımız Beratpitt’le denkleştik geçenlerde. Hani sapsarı saçlarına bakıp, yeşil gözlerine düşerdik. Sonra bir insanın nasıl kaşı olmaz diye sorardık kendimize. Hatırlıyor olmanı şuan çok istiyorum, bir seferinde babası kaşlarını aldırtmıştı berbere, sırf kaş oluşsun diye. Espiriler yapar eğlenirdik çocukla, çocukça. Birinde sormuştum ona; sende olmayıpta Antalya’da olan şey nedir? Afallayıp, suratlarımızda gezinmişti. Antalya’da Kaş diye bir ilçe var, ama sende kaş yok dediğimde attığın kahkahaların da etkisiyle nasıl da kovalamıştı bizi, senin şimdi huzuru kovaladığın gibi... Beratpitt ile epey muhabbetleştik, seni sorduktan sonra, konu hiç sapmadan tamamen sen oluverdin. Bütün detaylarıyla fizibiliteler yaptık. Sorduk durduk kendimize Mavi’nin borcu ne diye? Anlattığı bir hikaye çok hoşuma gitti. Anlattıklarını olduğu gibi aktarıyorum sana “Gül öğretmen bana bir hikaye anlatmıştı. Esaslı hikayelerden ama, öğretmenimin kendisi gibi. Ormanın birinde yaşlanan aslan oğluna tahtı devretmiş. Genç aslan bir takım reformlardan sonra ormanda daha çok sevilmek adına herkese bir dileğini yerine getireceğini söylemiş. Ve böylece akınlar gerçekleşmiş kraliyet gölgeliğine. Genç aslan istenen dilekleri yerine getirip popülerliğini epey ilerilere taşımış. Günün birinde küçük bir kuş çıkagelmiş. Kendisinden büyük kanatlar istemiş. Genç aslan dileğini yerine getirmiş. Epey zaman sonra küçük kuş geri gelmiş genç aslana. Kendisine verilen kanatların büyük geldiğini, onları hareket ettirebilmek için çok fazla efor sarfettiğini, bu yüzden çabuk yorulup düştüğünü,istediği, hayal ettiği konforu bir türlü yakalayamadığını anlatmış. Genç aslandan eski küçük kanatlarını istemiş. Eski kanatlarını alınca, kanatlarının gövdesiyle beraber büyümediği için küçük geldiğini farketmiş. Kanadının ve gövdesinin beraber büyüyüp gelişmesine engel olduğu için sabırsızlığına epey çemkirmiş. Gerçi günümüzde psikologlar bu koca hikayeyi ‘her şey anını bekler’ şeklinde özetliyor.” Beratpittle oturup sana borç defteri hazırladık. Senin borcun ne bilioyor musun Mavi Mantık? Senin borcun ben olman. Benim borcum ise sana karışmam. Mavi Mantık, Yeşil Duygu ile ortak hareket etmek zorundasın, küçük kuşun kanadı ve gövdesi gibi birlik olmak, zamanla büyüyüp serpilmek zorundasın! Aramıza genç aslan rolünde giren Beko sadece ve sadece istenmeyen kahramandır, ormanda olduğu gibi. Ne doğa ana ister düzeni bozan genç aslanı, nede huzuru kovalayan mantığın Beko’yu! Sana bir şarkı ısmarlayayım da, dostluğumuz pekişsin; “Seni anan benim için doğurmuş canım Hamurunu benim için yoğurmuş canım”. Sevgili Mavi, biz bambaşka iki insan mıyız, bir insanda mantık ve duyguyu mu temsil ediyoruz bilmiyorum, aslında çok önemi de yok. Önemli olan ne? Dücane Cündioğlu “kendisini meşgül edemeyeni, başkaları işgal eder” der. Beko’nun işgal kuvvetlerini geri itip, karşılıklı meşgul eden perilerimizi salmalıyız. Henüz son şeklimizi almamışken, (ki bilirsin son şekil mezara en çok yakışır), son şeklimize birlikte katkı sağlayalım. Yeşil
0 notes
Text
Telgrafın Tellerine Duygular mı Konar ?-2 2-) Makaran Kaygı Bağlar lo Mavi Söyler ‘An’ Ağlar Mavi! Görülen lüzum üzerine yazılmıştır. Ne çok özledim ah bir bilsen... Çocukluğumuzdaki gibi... Yanyana, diz dize, kol kola, ard arda içinde bulunduğumuz ‘anları’... Çocukluğumuzu takip eden yıllarımız sana tavşan sürati kazandırırken, sanırım ben genetik yazılımım gereği tosbağa temposuyla kaldım. Sen ışık görmüşçesine yarına kilitlenirken, ben ara ara kabuğuma saklandım, yer yer etrafıma bakındım. Senin hep bir acelen varken, ben şöyle bir sandalyeme yaslandım, sürekli benden çalan zamana aldırmadan... Eski dostum Mavi, kendimizi bilmemize geçişten itibaren aramıza hep mesafeler girmeye başladı. Ortağın, bütünleyenin, eksik parçan, tuzun biberin, topraktan su çektiğin kökün, okyanusundaki tuz oranınken gölgen olmaya başladım. Beni umursamamaya, çokça telaşa yer verip koşmaya, koştukça tüketmeye başladın, abartılı tempona yetişip yetişmeyeceğimi umursamadan. Farkediyorum ki; ‘ya sonra’ların seni gölgesiyle bile geçinemeyene dönüştürdü. Heyhat farkediyorum ki; gölgen olmaktan bile çok uzağım. İtiraf ediyorum bu muhabbetin katili sensin! ‘ya sonra’ yı derdest edip, ‘anı’ salıvermenin zamanıdır! Konfüçyüs der ki; ‘Pek çokları mutluluğu, insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta; ama mutluluk insanın boyu hizasındadır.’ İnanılmaz doğru bir kelimeler birlikteliği. Sen sadece boyunun ölçüsünü bil, ve arada bir değişirse ihtimaline karşın tekrar boyunu ölç! Hayatın küçük sevinçlerden ibaret olduğu farket! Hayatımız, o büyük planlar, o büyük kaygılar, o büyük konuşmalar için bağırıyor, ‘Ayıp! Ayıp!’ diye, duy artık bunu! Dudaklarını ısırıp, ben ‘an’a ne yaptım demenin, dudaklarını ısırıp kanatmanın zamanıdır! Ellerinle çocuk parkında cıvıldayan ‘an’ı boğduğunu görmenin zamanıdır! ‘An’ların yerinde esen meltemlerin değil, ‘an’ların estirdiği meltemlerin zamanıdır! İsyan etmek, yakana yapışıp haykırmak zorundayım! Mavi; o güzel ‘an’lar basiretsiz ‘ya sonra’ atlarına binip gitmemeliler! Hala çocuk parkındayım! Bekliyorum seni ‘an’ı hançerlemeden. Muhabbetle. Yeşil.
0 notes
Text
Civardan İnsan Manzaraları 2 Selamlar. Çok bilindik bu hikaye ile giriş yapmak istiyorum; Zengin arap şeyhlerinden birisinin oğlu İngiltere’de okumaktadır. Çocuğun altında altın kaplama son model bir otomobil vardır. Çocuk bir gün dayanamayıp babasını arar; -baba, tüm arkadaşarım ve hocalarım okula trenle gidip geliyor. Ve ben utanıyorum. Baba tamam der ve telefonu kapatır. Aradan bir kaç gün geçer, baba çocuğu arar; -hesabına yeterli parayı yatırdım, git istediğin treni al, bir daha beni utandırma. Bu hikaye ile giriş yapmak istememin sebebi, siz bazen sadelikten gösterişsizlikten yana tavır takınırken, yaşadığınız toplum bunu algılamakta sorun yaşar, sizi alışılageldiklere iter. Çoğunlukla sizin fikriniz sorulmaz, var olan kalıplar çerçevesinde hareket alanı vardır, o duvarları yıkmak o kabukları genişletmek o kadar zordur ki! Mücadele bırakılmadan etrafındakileri üzmeden, benliğine de eziyet etmeden yaşayanlara selam olsun. Bugün kahramanımız eski Fernebahçe’li Brezilya’lı topçu Wederson’a benzerliği ile bilinen Jr. Bilelinho. Bazen heybenizde güzellikleri anlatıcak kadar zengin kelimeler yoktur, ama dilim döndüğünce dersin ya, ha işte ondan. Jr. Bilelinho’nun en savrulmaz bakış açısından bahsedeceksek eğer, ‘ŞANS’ kelimesine olan yaklaşımından başlamalıyız. Onun için ŞANS kabaca yaşadığı şartların maddi açıdan zenginliği değildi. Son model araçlar, yatlar, katlar değildi. Onun için ŞANS; varolmasıydı. Bi kaç tesadüf birleşmiş ve o varlık kazanmıştı. Asıl ŞANS benim seçemediğimdir, ben var olmayı seçmedim, ama VARIM derdi. Varım o halde ŞANSlıyım derdi. Onun için en güzel araç bindiği golf modeldi. En iyi arkadaşar sahip olduğu arkadaşlardı. En iyi kitap o an okuduğu kitaptı. En iyi şehir yaşadığı şehirdi. Carpe diem derdi. Sahip olduğu şeyi kendisine karşı o kadar iyi pazarlardı ki etrafında ki bizler hayran olmayı artık aştığımız için yürüdüğü yolu taklit eder olmuştuk. Çünkü Konfüçyüs; denemenin zor olduğunu taklit etmenin kolay olduğunu söyler. Herif ne ara Konfüçyüscü oldu onu da anlamadım. Jr. Bilelinho solak olmasına karşın inanılmaz sağduyuluydu. Fırsatı varken karnaval karnaval yaşar, yaşadığı toplumda ise asya cenaze merasimi kadar ciddi takılırdı. Sağlamdı, LASSA gibi adamdı. Hayatta üç büyük inanca sahipti; SAHİL, AŞK, ÇİKOLATA derdi. Vazgeçilmezimiz derdi. Bu yörüngede yaşar hepimizi bir gün ‘SAHİLdeki bir sığınakta, ÇİKOLATA kadehlerini AŞKa kaldırcağımıza ikna ederdi. Yılmazdı, sürüden kopmaya izin vermezdi. İkna eder, tekrar tekrar inandırırdı. Çünkü orada, şiirler, şarkılar, kitaplar ve şarap var derdi. Ekipten kimse alkol almadığı halde bu dörtlünün büyüsüne kapılırdı. Ama Jr. Bilelinho şiirler, şarkılar ve kitapların sarhoş edici etkisini şaraba benzetirdi. Yıllar sonra düşünüyorum da acaba ÇAY neden yerini almadı bu dörtlü veya beşlide? Sayısalcı olanlar bilir, bazen denklem sorusuna kilitlenip kalırsınız, en son değer verirsiniz X’e. Ha işte Jr.Bilelinho verdiğiniz ve asla yanlış çıkmayan değerdi. Hata yapın, bir daha yapın derdi. Yaratıcı hatayı insana vermiştir ki öğrensin derdi. En sevdiği ticari taksi arkasında ‘ÇITKİ TATLIM’ yazan taksiydi. Bazen yaratıcı size gani gani yağdırır. Ama seçmediklerinizle böbürlenmezsiniz. Başarılı birey olmak adına gereken herşeye sahip olmasına rağmen meyve tutan ağaç misali eğilmeyi bilirdi. Sahip olmayı, yaşamayı harika bir armonide sürdürürdü. Kendisiyle dalga geçmeyi de babayiğit bir edayla yapardı edanın kim olduğuna aldırmadan. Kimsenin görmediğiyle değil, kimsenin yapamadığıyla ilgilenirdi. Orda ince bir nüans var derdi. Yarımın bütünden fazla olduğunu bilirdi. Yeni kelimeler öğrenmeyi, bunları plesenk etmeyi dillere eğlencesiydi. Emeği çok olanlardandır, emek vermek güzeldir. İyikilere bir tik daha. Meraklısına Jamal ve Jr.Bilelinho seviyenin ve samimiyetin dansıyla iletişim halindedir. At arabalarının çarpıştığı o dar sokaklarda kalkan kadehlere. Kadehlerin içeriğinin seçilebilir olması dileğiyle.
0 notes
Text
Civardan İnsan Manzaraları 1 Selamlar, Jack Ahparig ben. Bu yayınlanacak ilk yazım. İlk yazımda beşerden insan olmaya doğru sağlam adımlar atan İran’lı Jamal’i anlatacağım. İranlı çünkü Ali Şeriati de İran’lıydı. Ali Şeriati, beşeri iki ayaklı diğer canlılardan farklı bi canlı olarak tanımlar. İnsanı ise öğrenen, ilerleyen, zındanlarından, prangalarından kurtulan, kısaca güzelliğe ilerleyen(tavsiyedir Ali Şeriati-İnsanın Dört Zindanı) olarak tanımlar. İşte Jamal bu kitap filmleştirilseydi beşerden insana geçen karakter olurdu. Baharda yağmur yağıyordur, bulutlar çıldırmıştır, inanılmaz öfke kusuyorlardır yeryüzüne. Şemsiyeniz yoktur. Yürünülmesi gereken yarım saatlik yolunuz vardır, yağmur dinsin öle çıkayım hiç ıslanmayayım hesabınız vardır. Var da var, ve tabiki Jamal’in arayacağı bir telefon var. Çalmıştır ve nerdesin gelip seni alayım der Jamal. Yapmıştır yine kendine yakışanı. Jamal; 1990nın mayısında annesini bahtiyar kılmıştır. Jamal; büyüdükçe bu çocukta ağa mayası var denmiştir. Jamal; ergenlik dönemlerinde kız arkadaş edinmektense aile kenseylerine katılmıştır, hani böyle büyük olayların çözüldüğü. Zamanla konseylerde yönlendirici olmuştur, akranlarını dövmekten geri kalmadan. Jamal; yetişkinliğe geçişinde diş tabipliğine geçmiştir. Kendisine çok daha iyi imkanlar sunulmasına rağmen kamuda kalıp çok daha küçük rakamlarla devam etmiştir. Jamal; bir baltaya sap olamamışların terapisti olmuştur. Öğrenmenin yaşı yoktur deyip otuzunda içindeki öğretmeni keşfedip bir hukuk bir de tıp fakültesi öğrencisi kazandırmıştır. Zorla yaptı bunu evet. Jamal; kediden köpekten huylanmasına rağmen sokak hayvanları için sokaklarda mama dağıtmıştır. Jamal; araba yolculukarında şarkı türkü yerine Dücane Cündioğlu dinllemiştir. (İçindeki haylaz çocuğa zorla felsefe öğretti) Jamal; bu hayattan ne istediğini bilmiştir, ona iyi geleni yudumlayıp kötüyü ise tükürüp atmıştır. Jamal; özsaygının ne denli mühim olduğunu çevresine çok iyi işlemiştir. Rol modelim ben demiştir yaşamı, kavrayışı. Jamal; insan darlandığında ilk akla gelendi. Jamal; noldu demeyen nerdesin diyendi. Jamal; aynı yaşta olunmasına rağmen ulan nasıl bu kadar benden daha iyi görebiliyor dedirtendi. Jamal’in kalitesi Selamunaleykum derdi. Bazılarımız şanslı Jamal ile arkadaş. Bazılarımızın yolu meşakkatli. Jamal’in benimsediği beşerden insanlığa devam yolu, vesveselerle önyargılarla dolu. Unutulmuş bir doğum gününün kefaletidir. İyi ki varsın Jamal.
0 notes
Text
Aslında Herkes Kendi Olmak İster!
Evet sevgili okur, okuyacağımız bu kısır diyalog aslında hepimizin bildiği bir durum. Diyaloğun kısır olanı hiçte makbul değilmiş, yaşayarak gördük. Hem kısırdan sadece yemek olur diyalog falan olmaz.
Büyük Ağrı Dağı ile Küçük Ağrı Dağı arasında geçen bir diyalogtan kesittir. Madem iyi okumalar olsun.
Büyük: Eee kuzen naber, nasılsın?
Küçük: İyi haber be kuzen nolsun? Gölgende yaşamaya devam.
Büyük: Ah be kuzen en ufak fırsatta senin bu laf sokmaların! Sıkılmadın mı, yorulmadın mı?
Küçük: Adını isterken yorulur musun, sıkılır mısın hiç?
Büyük: Ya defalarca konuştuk. Bizim adımız var, Ağrı Dağı. Neyini dert ediyorsun?
Küçük: Sen Büyük Ağrı Dağı. Ben Küçük Ağrı Dağı. Tek istediğim bunu bil, bunu iste, bunu hisset.
Büyük: Kuzen yine girdaba sokuyorsun bizi. Aklım almıyor, neyimiz ayrı gayrı? Bana var olan sana yok mu? Yıldızlı bir gecede gökyüzünü bende izliyorum, sende izliyorsun? Doğa ana bana tropikal iklim sundu, sana karasalı mı? Bende her taraf börtü böcekken sende sadece kınalı taşlar mı var? Farket artık bana neyse sana da o! Benim faydalandığım senin faydalanamadığın ne?
Küçük: Söylediklerinin, sorduklarının hepsine tamamım. Ben sadece adımı istiyorum. Adım benim yumuşak karnım.
Büyük: Taktın bu ada. Var adımız işte Ağrı Dağı. Köklerimiz karışmış bizim, senden uçuşan polenler bana, benden çayırlar sana yürüyor. Sen neyin adından bahsediyorsun? Ağrı Dağı adı altında yaşayalım gitsin amcaoğlu. Durduk yere işler açıyorsun başımıza.
Küçük: İş açtığım falan yok amcaoğlu. Sen küçümsüyorsun benim bu isteğimi. Sana gel kavuşan köklerimizi birbirinden koparalım demiyorum, polenlerimizin çayırlarımızın önün keselim demiyorum. Sen ne kadar Ağrı��ya aitsen ben ben o kadar Ağrı’yım. Sadece adımı istiyorum. Sen Büyük Ağrı Dağı’sın, ben Küçük Ağrı Dağı’yım, bunu kabul et istiyorum.
Büyük: Valla iyi, nerde iki lav yürüyüp bir oluşum oluşturursa ad verelim, dağ diyelim.
Küçük: Verelim ne olacak? Renkler, farklılıklar... Bunlar güzel şeyler.
Büyük: Yani bana bir zararı yok tabi.
Küçük: Elbette yok kuzen zararı. Önceden tanımlanan şeyler değil bu farklıya kutbumuz. Ordan burdan dayatmalarla farklıyı itiyoruz. Zavallı öğrenilmişlikler uzaklaştırıyor farklıyı. Farklılık tekten çok büyüktür...
Diyaloğun bu aşamasında gizli dinleyici olan uzun bacaklı enflasyon ve diğer halk düşmanları, Büyük ile Küçük arasında tutturulan frekanstan rahatsızlık duyar ve öne atılırlar;
Halk Düşmanları: Hayırdır doğa oluşumları, neyin münakaşası bu?
Büyük: Ne münakaşası suni oluşumlar, bizim ki münaşaka.
Halk Düşmanları: Ahhahha. Soğuk soğuk kunuştun, donmamak adına münakaşelerimizi giyelim. O değil de siz neyi konuşup duruyorsunuz bu kadar? Lavlar karda yürüdü diye Küçük diye isim mi takacağız. Küçüksün küçüklüğünü bil. Yaşa gitsin Büyük’ün gölgesinde. Bedeninde böbrek taşı gibisin, yer yer ağrılı sancılar oluşturuyorsun, yamacında otur Büyük’ün!
Küçük: Defolun suni oluşumlar!
Halk Düşmanları: Şimdilik gidiyorum. Ama aslında hiç bir zaman gitmeyiz...
Büyük: Yaşayalım aynı çatı altında be kuzen, neden uzatıyorsun.
Küçük: Aynı çatı bana da ait kuzen. Birlikte yaşamaktan da çok memnunum. Çatıyı ayırma fikri bana değil halk düşmanlarına ait. Ben sadece adımı istiyorum. Adımı. Bak sana bir şey anlatacağım. Geçenlerde estetisyen arkadaşım Jack anlattı. İnsanlar artık şuna benzemek istiyorum, bunun burnundan, şunun gıdısından, öbürünün gamzesinden istiyorumla gelmiyorlarmış. Yapay zekaların yaptığı filtre uygulamalrından kendi görsellerini alıp şu halimi bu halimi istiyorum diyorlarmış. Düşünebiliyor musun Büyük? Herkes kendini istiyor aslında. Kusurlarından arınıp kendisi olabilmeyi istiyor. Ben sana benzemekten sen olmaktan yoruldum. Kendine benzetmekten vazgeçmelisin. Bir parçan ama sancılayan parçan olarak görmekten yorulduğunu görebiliyorum. Kusurlarımızı bir kenara bırakalım kendimiz olalım. Bak etrafına ne zaman farkedeceğiz ağaçlarımızın kuruduğunu? Kuruyor da! Yağacak yağmurlara, yeşertecek karlara odaklanalım. Birbirimize düşmekten, birbirimizi suçlamaktan, biz olmaktan çıktık. Kaybediyoruz. Farketmeliyim, farketmelisin!
...
Halk düşmanları denilen ejderhaya birleşilip her açıdan saldırılamadığı için olay çözülemez. Teoman Deneyim’e gider...
2 notes
·
View notes