Tumgik
Text
Yargıtay: Sarhoşken rıza yoktur
Tumblr media
Ceza Genel Kurulu ikram ettiği votkadan sarhoş olan kadınla cinsel ilişkiye girdiği için 18 yıl hapis cezasına çarptırılan taksiciye, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yapılan “Beraat etsin” itirazını reddetti. Alkol ikramının cinsel ilişkiye rıza sonucunu doğurmayacağı belirtilen mahkeme kararı ve gelişmelerin detayı şöyle:
MURAT ALTINDERE
VOTKA ALDI İKRAM ETTİ Dava dosyasına göre, taksi şoförü O.İ.I., 23 Şubat 2016’da saat 19.00 sıralarında mağdure S.Ü.’yü evine bırakmak için taksisine aldı. Etimesgut civarında bir büfeden enerji içeceği ve votka alan şoför, alkollü içkiden mağdureye de ikram edip muhabbet etti. Alkolün etkisiyle kendinden geçen mağdure ile cinsel ilişkiye giren şoföre Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı’nca dava açıldı. Sanık mahkemedeki ifadesinde, cinsel birleşmenin mağdurun rızasıyla gerçekleştiğini savunarak suçlamayı reddetti. Mağdure ise mahkemede cinsel birleşmenin rızasına dayalı olmadığını, bir süre sonra kendisine geldiğinde sanığın üzerinde yattığını fark etmesi üzerine elleri ve ayaklarıyla vurarak sanığı kendisinden uzaklaştırmaya çalıştığını, bu aşamada araçtan aşağı inerek, bir arkadaşından telefonla yardım istediğini anlattı. MAHKEMEDEN 18 YIL HAPİS Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesi, mağdurenin kendi rızası ile sanığın teklif ettiği alkollü içeceği içtiği, ancak bu durumun mağdurenin sanık ile cinsel ilişkiye girme konusunda da isteği olduğu sonucunu doğurmadığı belirtildi. Kararda, mağdurenin ilişkiye girdikten sonra ancak kendine geldiği ve bağırıp çağırmaya başladığı yönündeki ifadesi dikkate alındığında, alkollü içeceğin etkisiyle aşırı derecede sarhoş olan ve kendisini savunamayacak durumda olan mağdurenin bu halinden istifade eden sanığın cinsel ilişkiye girdiğinin kabulü gerektiği belirtildi. Sanığa, nitelikli cinsel saldırı suçunu düzenleyen TCK’nın 102/2. maddesi gereği 12 yıl hapis cezası verildi. Suçu kendisini savunamayacak durumda olan mağdureye karşı işlediğinden cezası TCK’nın 103/3-a maddesi uyarınca yarı oranında artırılıp 18 yıla çıkarıldı ve cezanın ertelenmemesine hükmedildi. SAVCILIĞIN BERAAT İTİRAZINA RET Temyizde, Yargıtay 14. Ceza Dairesi, mağdurenin sanığa karşı koyup bağırmaya başladığı, çevreden yardım isteyip araçtan inmeye çalıştığı, sanığın kendisini araçtan indirmesiyle de arkadaşını arayarak durumu haber vermesi karşısında, ceza artırımı yönünden kararın bozulmasına karar verdi. Daire, mahkemenin “Rıza dışında cinsel saldırı” suçundan kurulan hükmünü ise yerinde buldu. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise sanığın suçu cebir ve tehditle işlediğini gösteren her türlü şüpheden uzak ve kesin nitelikte delil bulunmadığı, ceza hukukunun temel kurallarından biri olan şüpheden sanık yararlanır ilkesi uyarınca beraat kararı verilmesi için karara itiraz etti. Başsavcılığın itirazı üzerine dosya geçen salı günü YCGK’da görüşüldü. Kurul, Başsavcılığın itirazını reddetti. BUNDAN SONRA NE OLACAK? Sanık taksi şoförünün rızası dışında mağdure ile cinsel ilişkiye girdiği yönündeki yerel mahkeme kararı YCGK’ca da onanarak kesinleşmiş oldu. Ancak, ceza artırımı yönünden bozulan karar uyarınca dava, Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülecek. Mahkeme bozmaya uyarsa cinsel saldırı cezası 12 yıla inecek. Yerel mahkeme 18 yıl hapis cezasında direnirse, dosya yeniden YCGK’ya gelecek.
MURAT ALTINDERE
0 notes
Text
Hakim ve savcı atamaları Resmi Gazete'de
Hakimler ve Savcılar Kurulunca (HSK), ad çekme sonucuna göre belirlenen adli yargı hakim ve Cumhuriyet savcısı adaylarına ilişkin atama kararı Resmi Gazete'de yayımlandı. Buna göre, 6 adli yargı hakim adayı ile 12 Cumhuriyet savcısı adayı, 24 Temmuz tarihinde yapılan ad çekme sonucu kapsamında, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 13. maddesi gereğince HSK tarafından atandı. İşte Resmi Gazete'de yayımlanan HSK kararı;
MURAT ALTINDERE
Tumblr media
MURAT ALTINDERE
0 notes
Text
Adli tatilde görülebilecek davalar
Yargıda toplu izin kullanımı anlamına gelen “Adli Tatil” başladı. 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Adli Tatil Süresi” başlıklı 102. Maddesi uyarınca; adli tatil her yıl 20 Temmuz’da başlıyor ve 31 Ağustos’ta sona eriyor.
Tumblr media
Her yıl 20 Temmuz’da başlayıp 31 Ağustos’ta sona eren ve yargıda toplu izin anlamına gelen “Adli Tatil” başladı. Tatilin bitişi bu yıl Kurban Bayramı’na denk gelince yargıda mesai 5 Eylül’de başlayacak. Peki adli tatilde dava açmak mümkün mü? Hangi davalar görülmeye devam ediliyor?
MURAT ALTINDERE
a) İhtiyati tedbir, ihtiyati haciz ve delillerin tespiti gibi geçici hukuki koruma, deniz raporlarının alınması ve dispeççi atanması talepleri ile bunlara karşı yapılacak itirazlar ve diğer başvurular hakkında karar verilmesi. b) Her çeşit nafaka davaları ile soy bağı, velayet ve vesayete ilişkin dava ya da işler. c) Nüfus kayıtlarının düzeltilmesi işleri ve davaları. d) Hizmet akdi veya iş sözleşmesi sebebiyle işçilerin açtıkları davalar. e) Ticari defterlerin kaybından dolayı kayıp belgesi verilmesi talepleri ile kıymetli evrakın kaybından doğan iptal işleri. f) İflas ve konkordato ile sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma suretiyle yeniden yapılandırılmasına ilişkin işler ve davalar. g) Adli tatilde yapılmasına karar verilen keşifler. h) Tahkim hükümlerine göre, mahkemenin görev alanına giren dava ve işler. i) Çekişmesiz yargı işleri. j) Kanunlarda ivedi olduğu belirtilen veya taraflardan birinin talebi üzerine, mahkemece ivedi görülmesine karar verilen dava ve işler.
Tarafların anlaşması halinde veya dava bir tarafın yokluğunda görülmekte ise, hazır olan tarafın talebi üzerine, yukarıdaki iş ve davalara bakılması adli tatilden sonraya bırakılabilir.
Adli tatilde, yukarıdaki fıkralarda gösterilenler dışında kalan dava ve işlerle ilgili olarak verilen dava, karşı dava, istinaf ve temyiz dilekçeleri ile bunlara karşı verilen cevap dilekçelerinin ve dosyası işlemden kaldırılan davaları yenileme dilekçelerinin alınması, ilam verilmesi, her türlü tebligat, dosyanın başka bir mahkemeye, bölge adliye mahkemesine veya Yargıtay’a gönderilmesi işlemleri de yapılır.
Bu madde hükümleri, Bölge Adliye Mahkemeleri ile Yargıtay incelemelerinde de uygulanır.
MURAT ALTINDERE
0 notes
Text
EVLİ OLDUĞUNU BİLEREK CİNSEL İLİŞKİYE GİRME - MANEVİ TAZMİNAT
Tumblr media
TC. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2017/4-1334 K. 2017/545 T. 22.3.2017 MURAT ALTINDERE ÖZET : Dava; haksız eylem sebebiyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Davalının davacının eşi ile evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girdiğinin tarafların ve mahkemenin kabulünde olmasına göre; davalının sorumluluğu ahlaka ve adaba aykırılık sebebiyle gerçekleşen “haksız fiil”den kaynaklanmakta; dava da yasal dayanağını haksız fiile dair hükümlerden almaktadır. Türk Medeni Kanunu'nun 185. maddesinde yer alan "evlenmeyle eşler arasındaki evlilik birliği kurulmuş olur... Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar." biçimindeki düzenleme gereğince, evli bir kimsenin evlilik dışı birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğindedir. Bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur. Ayrıca eşlerin bu yüzden boşanmış olup olmaları da önem taşımaz. Bu sebeplerle somut olayda mahkemece davalının açıklanan şekilde gerçekleşen eyleminden sorumluluğu kabul edilerek davacı eş yararına tazminata hükmedilmesi yerindedir. Ne varki davacının kendi adına asaleten ve yaşı küçük çocuklarına velayeten açmış olduğu davada, 818 Sayılı Borçlar Kanunu'nun 49. maddesinde düzenlenen sorumluluğu genişletmek olanaksız olduğu gibi, çocukları bu kapsamda değerlendirmek söz konusu değildir. Yansıma yoluyla da manevi tazminat istenilemeyeceğinden çocuklar yönünden Özel Daire bozma kararına uyularak davanın reddine karar vermek gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
MURAT ALTINDERE
2 notes · View notes
Text
Ticari İletişim ve Ticari Elektronik İletiler Hakkında Yönetmelik yayımlandı
MURAT ALTINDERE
Tumblr media
Özellikle e-ticaret şirketlerini yakından ilgilendiren, e-posta gibi elektronik iletileri düzenlemeyi amaçlayan ”Ticari İletişim ve Ticari Elektronik İletiler Hakkında Yönetmelik” yayımlanarak yürürlüğe girdi.
B+B Legal hukuk bürosu Etohum için bu yönetmeliği değerlendirdi ve dikkat edilmesi gereken birkaç maddeyi öne çıkardı. Öncelikle bu yönetmelik için bir geçiş süreci belirlenmediğini belirtelim. Dolayısıyla 15.07.2015 tarihi itibariyle bu yönetmeliğe uygun çalışmalar yapılması zorunlu hale geldi.
B+B Legal’in değerlendirmeleri şöyle;
Bu Yönetmelik kapsamında gönderilecek Ticari elektronik İletiler için genel prensip, Hizmet sağlayıcının, mal ve hizmetlerini tanıtmak, pazarlamak, işletmesini tanıtmak ya da kutlama ve temenni gibi içeriklerle tanınırlığını artırmak amacıyla Alıcıların elektronik iletişim adreslerine gönderdiği Ticari elektronik iletiler için kendisi tarafından önceden onay alınması gerektiğidir. Onay, Alıcı tarafından reddetme hakkı kullanılıncaya kadar geçerlidir. MURAT ALTINDERE
0 notes
Text
Cübbe Seçimlerimizde Önemli Hususlar!
Tumblr media
Zorunlu olmakla birlikte cübbe avukatı tamamlayan bir aksesuardır. Kaliteli kumaşlar tercih edilmeli, mevsime göre farklı incelik ve türde olanlar seçilmelidir.
MURAT ALTINDERE
Cübbe avukatlar için vazgeçilmez bir aksesuardır. Sadece ülkemizde değil birçok Avrupa ve Dünya ülkesinde de avukatlar mesleklerini adliyelerde duruşma salonlarında icra ederken cübbe giyerler. Hatta bazı ülkelerde cübbe dışında peruk gibi farklı aksesuarlar da kullanılmaktadır.
Gün boyu adliyelerde bulunan, baro odalarında hazırlıklarında ve duruşma salonlarında yoğun bir hareketlilik içinde olan avukatlar tarafından, pamuklu kumaşlar çabuk kırıştığı için tercih edilmemektedir. Kış aylarında daha çok yünlü kumaşlardan yapılmış cübbeler tercih kullanılmaktadır.
Saten ipek karışımı kumaşlara genelde polyester katkısı yapıldığından kırışıklık söz konusu olmamaktadır. Diğerlerine nazaran daha parlak olan bu cübbeler genç ve bayan avukatlar tarafından daha çok tercih edilmektedir.
Has ipek cübbeler ise kırışmayan kumaşlardır ve avukatlar tarafından yaz kış en çok tercih edilen cübbelerdir.
Genelde adliyelerde avukatlar için hazır tutulan ve kiralanabilen cübbeler de bulunmaktadır. Ancak avukatlar genel olarak kendi cübbelerini yaptırır ve bunları kullanırlar. Genelde cüppenin yakasının altına denk gelen iç kısmına isimlerini yazdırarak birbirine çok benzeyen bu özel aksesuarlarının karışmasını önlerler.
Cüppenin Renkleri ve Anlamı.
Avukat cübbesinin yeşil kısmı hukuk davalarını, kırmızı kısmı ceza davalarını temsil eder. Kamu hizmeti olduğundan cübbenin cepleri, bağımsız olduğundan düğmeleri yoktur. Siyah rengi ise yasaların otoritesini ve adalete hizmet eden mesleğin ağırlığını temsil eder.
Adaletin rengi siyahtır, zira tüm renkler siyahın içinde erirler.
Yakasındaki altın sarı yaldız ise idarenin temsilidir.
Tek tip cübbe, bütün avukatların yasalar önünde eşitliğini, cübbenin yeşil kısmı hukuk davalarını, kırmızı kısmı ise ceza davalarını temsil eder.
Avukatlıkta özel giysinin kullanıldığı ülkelerde ana renk siyahtır. Temel renk siyahın kullanılması siyah rengin bir ağırlığı, otoriteyi temsil etmesi olarak değerlendirilir. Birçok ülkede özel giysi sadece siyah renktedir. Özel giyside siyah rengin dışında başka bir renk bulunmaz. Ayrıca özellikle orta çağ döneminde uzun yıllar mahkemelerdeki savunma görevini din adamlarının üstlenmesi ve onların giysilerinin de siyah uzun giysiler olması nedeniyle avukatların özel giysilerinde ana renk olarak siyah kullanılmıştır.
Avukat cübbelerinin siyah olması eski roma döneminden kalma bir uygulamanın eseridir. Şöyle ki o dönemde avukatlar şehir şehir gezip hakkını elde etme mücadelesi veren insanlara bu konuda yardımcı olmuş ve yaptığı bu faliyetle egemen sınıfın dikkatini çekmiş adeta onların gözüne batmıştır bundan dolayı bu insanların toplumda daha kolay ayırt edilebilmesi için siyah cübbe giymeleri zaruri hale getirilmiştir.
MURAT ALTINDERE
0 notes
Text
Toprak Hukuku
Tumblr media
Bir devletin sınırları içindeki toprakların mülkiyetini ve kullanılmasını düzenleyen hukuk dalı. Arazi ve onunla ilgili hukuki müeyyide ve kuralları ortaya koyar. 
MURAT ALTINDERE
Toprak hukuku, diğer birçok hukuk dalını yakından ilgilendirmektedir. Doğuşundaki gayesi itibariyle bir kamu (amme) hukukudur. Toprakla ilgili alım-satım, kira, rehin (ipotek) gibi sözleşmelerin hukuki müeyyidelerini düzenlemesi bakımından da bir özel hukuk niteliği arz etmektedir. Fakat devlet tarafından dağıtılan toprakların belli bir müddet satılamaması veya kiraya verilememesi şartı her zaman konulabilmektedir. Bundan dolayı toprak hukuku tam bir özel hukuk niteliği de taşımamaktadır. İnsanlarla toprak arasındaki ilişki, insanlık tarihiyle başlar. Bu ihtiyacın elde edilmesi ve kullanılması, zaman zaman insanlar arasında bir takım ihtilafların doğmasına ve çeşitli harplerin yapılmasına sebep olmuştur. Bir toprağa sahip olmak hakkı ve bu hakkın kimseye zarar vermeden kullanılması her devirde bir hukuki düzenlemeye ihtiyaç göstermiştir. Gerek devletlerle fertler arasında ve gerekse fertlerin birbirleriyle olan münasebetlerinde ihtiyaç hissettikleri bu hukuki düzenlemelerin hepsine birden “Toprak Hukuku” demek mümkündür. Bir toprağın mülkiyetine sahip olunması, devletin veya fertlerin sahip olduğu bu toprağın kullanılması ve hatta veriminin arttırılması için bir takım yeni usullerin konulması, her devirde toprak hukukunun konusu olmuştur. Düşmanla yapılan harplerde ele geçen toprağın mülkiyetinin veya sadece tasarrufunun taksimi, bataklık gibi ölü arazilerin kullanılır hale getirilmesi için bir takım kanuni müeyyideler konulmuştur. Zaman zaman devlet tarafından, fertlere toprak dağıtılması ve bunun kullanılması usulleri de toprak hukukunun içinde yer almaktadır. Toprak hukukuyla ilgili en eski düzenleme Roma Hukukunda görülmektedir. Bu devletin toprak hukukunu düzenleyen hukuki müeyyideler, sistemli ve pratik değildi. Sık sık değişiklik gösteriyor ve başa geçen her imparatorun arzusu istikametinde şekil alıyordu. Toprak hukukuna ait, ilk sistemli ve devamlılık arz eden hukuki düzenleme İslam diniyle ortaya konmuştur. Peygamberimiz ve onun 4 halifesi devrinde, harplerde ele geçen toprakların dağıtım ve kullanılmasını düzenleyen hukuki müeyyideler yürürlüğe girmiştir. Özellikle hazret-i Ömer devrindeki düzenlemeler daha da geliştirilerek, Osmanl�� Devletinin bütün topraklarında altı yüz sene yürürlükte kalmıştır.
MURAT ALTINDERE
0 notes
Text
Kıdem tazminatı davası nasıl açılır?
Tumblr media
Çalışırken olduğu gibi işten ayrılma durumunda da kişilerin bir takım hakları bulunmaktadır. Bu noktada en önemli konulardan birini de kıdem tazminat hakkı oluşturmaktadır. Kıdem tazminatı hakkı işçinin haksız gerekçelerle işten çıkarılmasını frenleyecek bir hak olarak son derece büyük bir önem taşımaktadır. Öte yandan kıdem tazminat hakkı, işten çıkarılma durumunda işçinin ekonomik anlamda zora düşmesini de engelleyecek, en azından mağduriyetini azaltacaktır.
Bu yazımızda ‘kıdem tazminatı hakkı nedir, hangi durumlarda kıdem tazminatı hakkı doğmaktadır, kıdem tazminatı davası nedir, kimlerin kıdem tazminatı davası açma hakkı bulunmaktadır, ölen işçinin yakınlarının kıdem tazminatı hakkı bulunmakta mıdır, kıdem tazminatı davası nereye ve kime karşı açılır’ sorularını ele alacağız.
Kıdem Tazminatı Hakkı
Kıdem tazminatı kısaca, işçiye görev süresine bağlı olarak işveren tarafından ödenilen paradır. Ancak kıdem tazminatı hakkı elde edebilmek ve kıdem tazminatı davası açabilmek için bir takım şartlar gereklidir. Kıdem tazminatı hakkı doğması için;
-İşçinin İş Kanunu kapsamında çalışması,
-İşçinin haksız bir nedenle işten çıkarılması ya da işçinin haklı bir neden ile işi bırakması,
-İşçinin en az bir yıldır çalışıyor olması
şartlarının bulunması gereklidir. Bu unsurların bulunmaması durumunda işçinin kıdem tazminatı hakkı, dolayısıyla da kıdem tazminatının ödenmemesi durumunda kıdem tazminatı davası açma hakkı bulunmamaktadır. İşçi genel ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranmak sebebiyle işten çıkarılması durumunda ve haklı bir neden olmaksızın işten ayrılması durumunda kıdem tazminatı hakkı sahibi olamamaktadır.
Kıdem Tazminatı Davası Sebepleri
Sağlık: Burada önemli olan nokta işçinin sağlık durumunun yapılan iş dolayısıyla bozulup bozulmadığı noktasıdır. Eğer işçi yaptığı iş dolayısıyla sağlığını kaybeder yahut bir hastalığa yakalanırsa işi bırakarak kıdem tazminatı hakkı kazanabilir. Bu gerekçeyle işi bırakan işçi kıdem tazminatı talebinin reddedilmesi durumunda kıdem tazminatı davası açabilir.
İşçiyi yanıltmak: İşçinin işi ile ilgili olarak yanıltılması dolayısıyla işçi iş akdini feshedebilir. Bu gerekçeyle işten ayrılan işçinin kıdem tazminatı hakkı bulunmaktadır ve kıdem tazminatını alamaması durumunda da kıdem tazminatı davası açma hakkına sahiptir.
İşçinin maaşını alamaması: İşçi maaş, fazla mesai gibi alacaklarını alamaz ise iş akdini feshedebilir ve kıdem tazminatı hakkı doğar. Bunun ödenmemesi durumunda kıdem tazminatı davası açabilir. Benzer şekilde sigorta primleri eksik yatırılan ve bu nedenle işten ayrılan işçinin de kıdem tazminatı hakkı bulunmaktadır ve bunu alamaz ise kıdem tazminatı davası açabilir.
İşyerinin taşınması: İşyerleri bazen yer değiştirebilmekte ya da bir işçiyi başka bir yerde görevlendirebilmektedir. Bu yer değişiklikleri işçiyi olumsuz anlamda etkileyebilir. Bu durum işi bırakmak için haklı bir gerekçe olarak görüldüğünden kıdem tazminatı hakkı söz konusu olmaktadır ve kıdem tazminatının ödenmemesi durumunda işçinin kıdem tazminatı davası açma hakkı vardır.
İşin değiştirilmesi: İşyeri içerisindeki iyi niyetli olmayan değişiklikler de bu kapsamdadır. Örneğin bir işyerinde bir bölümde çalışan bir kişi haklı bir gerekçesi olmaksızın başka bir bölüme kaydırılırsa yahut statüsü düşürülürse iş akdini feshederek işten ayrılabilir ve kıdem tazminatı hakkı elde edebilir. Böyle bir durumda kıdem tazminatı hakkı reddedilen işçinin kıdem tazminatı davası açma hakkı bulunmaktadır.
Taciz, küfür, hakaret: İşçinin iş yerinde işvereni, diğer çalışanlar ya da müşteriler gibi başka kişiler tarafından cinsel tacize uğraması ya da işvereni tarafından hakarete uğraması, tehdit edilmesi gibi durumlar işten ayrılmanın haklı gerekçeleridir ve kıdem tazminatı hakkı doğurmaktadır. Böylesi bir sebep ile işten ayrılan ve kıdem tazminatı ödenmeyen işçi kıdem tazminatı davası açabilir.
Askerlik: Askerlik ülkemizde yasal bir zorunluluk olduğundan işçinin askere gitmek amacıyla iş bırakması sonucu kıdem tazminatı hakkı, kıdem tazminatının ödenmemesi durumunda da kıdem tazminatı davası açma hakkı bulunmaktadır.
Ölüm: İşçinin hayatını kaybetmesi durumunda da kıdem tazminatı hakkı söz konusudur. Şöyle ki işçinin ölmesi durumunda onun yasal varisleri işverenden kıdem tazminatı talebinde bulunabilir. Kıdem tazminatının ödenmemesi durumunda da kıdem tazminatı davası açma hakları bulunmaktadır.
Bu nedenlerden birinin gerçekleşmesi durumunda işçi iş akdini feshederek kıdem tazminatı hakkı kazanabilir. Öte yandan işyerinin el değiştirmesi sonucu işçilerin işten çıkartılması durumunda da işten çıkarılan eski işçiler kıdem tazminatı hakkına sahip olmaktadır.
MURAT ALTINDERE
Kıdem tazminatı nasıl hesaplanır?
Yukarıda sayılan durumlarda işçiye her yıl için 30 günlük brüt maaş kadar kıdem tazminatı ödenir. İşçinin aldığı ikramiyeler ve primler de kıdem tazminatı hakkı kapsamında olabilmektedir. Kıdem tazminatı hakkı kazanabilmek için işçinin en az bir yıl aynı işyerinde çalışması gerekmektedir. Bir yıldan arta kalan süreler için, bir aylık brüt ücret üzerinden hesaplama yapılarak tazminat miktarı belirlenir.
Bu arada şunu da belirtmekte fayda bulunmaktadır ki kıdem tazminatı hesaplanırken bir üst limit bulunmaktadır. Bu rakam 2016 yılı için 4.092.53TL’dir. Yani işçinin aylık maaşı bu tutarın üzerinde olsa bile bu rakam tavan kabul edilerek hesaplama buna göre yapılmaktadır.
Kıdem tazminatı davası nasıl ve nerede açılır?
Bazı durumlarda işçi ile işveren arasında kıdem tazminatı konusunda sorun yaşanabilmekte, kıdem tazminatı işçiye ödenmemektedir. Kıdem tazminatını alamayan işçinin kıdem tazminatı davası açma hakkı bulunmaktadır. Kıdem tazminatı davası işin yapıldığı yerdeki mahkemeye açılabileceği gibi şirket merkezinin bulunduğu yerdeki mahkeme de kıdem tazminatı davası için yetkili mahkemedir.  Açılacak kıdem tazminatı davası sırasında mahkeme, durumu değerlendirecek ve işçinin kıdem tazminatı hakkı elde edip etmediğine karar verecektir.
MURAT ALTINDERE
Burada şu unsuru da belirtmek gerekmektedir ki; kıdem tazminatı davası on yıl içerisinde açılmalıdır. Kıdem tazminatı davası açacak işçi on yıl içerisinde kıdem tazminatı davası açmaz ise sonrasında zaman aşımı söz konusu olmaktadır ve işçinin kıdem tazminatı davası açma hakkı bulunmamaktadır.
Kıdem Tazminatı Davası Avukatı
Özetle, işçilerin haksız gerekçelerle işten çıkarılarak mağdur edilmeleri yönünde frenleyici bir kavram olan kıdem tazminatı hakkı işçiler için son derece önemlidir. Kıdem tazminatı hakkı bulunan ancak herhangi bir sebeple kıdem tazminatını alamayan işçiler kıdem tazminatı davası açma hakkına sahiptir. Kıdem tazminatı davası sürecinde bir uzman avukattan yardım almak yaşanacak hak kayıplarını önleyecek ve dolayısıyla da işçinin mağdur olmasının önüne geçecektir.
0 notes
Text
DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI
Tumblr media
Ölümlü trafik kazalarında kaza sonucu hayatını kaybeden şahsın desteği ile hayatlarını idame ettirenler kazaya neden olan kişi veya kurumlarından yoksun kaldıkları destek oranından tazminat talep edebilirler. Türk Hukuk Sistematiği içerisinde kural olarak zarardan dolaylı olarak etkilenen kişilere tazminat hakkı verilmemişken destekten yoksun kalma tazminatı bu kuralların istisnasını oluşturmaktadır.
MURAT ALTINDERE
Türk Borçlar Kanunu’nun 53/1-3 bendinde belirtilen ve 55.maddesinde daha net açıklanan destekten yoksun kalma tazminatını talep edebilmek için ana koşul; ölenin desteği ile hayatını devam ettirmektir. Bu madde ışığında destek sözcüğünün hangi hususları kapsadığına değinmek gerekiyor. Burada destek sözcüğü ile desteklenen kişiye fiili bir yardımda bulunulması, bakılması veya ileride bakılma ihtimalinin kuvvetle muhtemel olması yeterlidir. Dikkat edilirse kanun desteklenen şahısların kapsamını geniş tutmuştur. Destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilmek için ölen şahsın mirasçısı olmak vb. şekilde herhangi bir koşul aramamıştır. Fiilen bakım şartının oluşması durumunda burs verilen bir öğrenci dahi destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilir. Destekten yoksun kalma tazminatı nitelik olarak maddi tazminat kapsamındadır.
Destekten yoksun kalma tazminatındaki destek kavramı sadece maddi destek olarak kısıtlanmamıştır. Yargıtay’da yerleşik uygulamalarında bu desteğin maddi tazminatın ötesinde olduğunu kabul etmiştir. Yargıtay’a göre yapılan yardımın sadece parasal nitelikte olması gerekmez. Eylemli ve düzenli olarak yapılan hizmet yardımları da bu tazminat kapsamında destek olarak kabul edilmiştir. İşte bu hizmet edimlerinden yoksun kalınması halinde de bu zararlar destek yoksun kalma tazminatı kapsamında talep edilirler.
Destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanırken birçok husus dikkate alınır ve bu doğrultuda bir rakam belirlenir. Hesaplama yapılırken zarara neden olan kişi veya kurumun kusur oranı, ölen kişinin yaşı-mesleği ve yıllık gelir durumu ve destekten mahrum kalan kişilerin yaşları-cinsiyetleri-yakınlık durumları dikkate alınır. Bu hususlar doğrultusunda bir tazminat rakamı hesaplanır ve ölenin desteğini alan kişiler arasında paylaştırılır. Bu paylaştırmanın nasıl yapılabileceği hususuna yüzeysel olarak değinirsek, ölenin tüm malvarlığı 1 pay olarak alınır ve destek olduğu kişilere verdiği desteğin malvarlığına oranı hesaplanarak tazminat paylaşımı bu doğrultuda yapılır.
Yine, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’ nun 21.04.1982 gün, 1979/4-1528 E., 412 K. sayılı kararında; “BK’ nın 45. maddesinde sözü geçen destek kavramı hukuksal bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu hedef tutar ve ne hısımlığa ne de yasanın nafaka hakkındaki hükümlerine dayanır, sadece eylemli ve düzenli olarak geçimini kısmen veya tamamen sağlayacak şekilde yardım eden ve olayların olağan akışına göre eğer ölüm vuku bulmasaydı az çok yakın bir gelecekte de bu yardımı sağlayacak olan kimse destek sayılır. O halde destek sayılabilmek için yardımın eylemli olması ve ölümden sonra da düzenli bir biçimde devem edeceğinin anlaşılması yeterli görülür” ilkesi benimsenmiştir.
Destek kavramının kapsamına ileri doğması kuvvetle muhtemel desteklerde girer. Örneğin ölüm trafik kazası sonucu hayatını kaybeden bir çocuk ise bu çocuğun ileri ki zamanlarda ailesine destek olacağı kuvvetle muhtemel bir varsayımdır. Bu nedenle ileri ki zamanlarda ölenden destek görme ihtimali olan kişiler ölüme neden olan kişi veya kurumlardan destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilirler. Bu tazminat hesabında da çocuğun yetenek ve nitelikleri ile yaşı önem kazanır. Ancak burada farazi bir destek hali söz konusu olduğu için çocuğun özelliklerinin yanı sıra ana ve babanın özellikleri de dikkate alınır.
Destekten yoksun kalma tazminatında desteklenen şahıslar bu desteği ispat etmeden tazminata hak kazanamazlar. Ancak bazı şahıslar bakımından desteğin ispatlanmasına gerek yoktur. Yerleşik mahkeme kararlarında anne ve baba, çocuklar, kardeşler, karı-koca, nişanlılar, nikâhsız birlikte yaşayanlar ve ölünceye kadar bakma borçlusu olanlar bakımından destek hali karine olarak kabul edilmiştir.
Destek yoksun kalma tazminatının ödenmesinde aynen tanzim mümkün olmadığı için bu tazminat irat şeklinde veya sermaye olarak ödenir. Ödemenin ne şekilde yapılacağına bulunulan halin durumuna göre hâkim karar verir. İrat şeklinde ödeme kaba deyimle taksitle ödeme olarak açıklanabilir. Bu ödeme şeklinde kazaya neden olan kişi veya kurum hâkim tarafından takdir edilen tazminatı belirli dönemlerde ve belirlenen rakamlarla ödemek zorundadır. Sermaye şeklinde ödeme ise bütün tazminat rakamının bir defada yoksun kalanlara ödenmesi olarak açıklanabilir.
MURAT ALTINDERE
0 notes
Text
Meslek Hastalığı Tazminatı
Tumblr media
Meslek Hastalığı Nedir?
Mesleki bir faaliyetin yürütülmesi veya bazı işlerde sürekli olarak çalışılması, kişi bu meslekle doğrudan bağlantılı bazı hastalıklara yol açabilir. Bu nedenle sosyal güvenlik sistemleri hastalık durumunu mesleki risk olarak kabul etmektedir. ‘Meslek hastalığı’ kavramı ne İş Kanunu’ nda ne de Borçlar Kanununda tanımlanmamıştır. Doktrinde kabul gören tanıma göre meslek hastalığı, sigortalının çalıştığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin sürdürülmesi yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal özürlülük halidir.  Meslek hastalığı kavramında vurgulanan nokta işin nitelik ve yürütüm şartları sonucu ya da iş yerinin durumu dolayısıyla yavaş yavaş ortaya çıkan bir sağlık bozulması durumu olmasıdır. Dolayısıyla hastalığın yürütülen meslek dolayısıyla ortaya çıktığının tespiti büyük önem arz eder. Bu tespit nasıl yapılacaktır?
1-) Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmet sunucuları tarafından usulüne uygun olarak düzenlenen sağlık kurulu raporu ve dayanağı tıbbî belgelerin incelenmesi ve
2-) Kurum gerekli görürse işyerindeki çalışma şartlarını ve sonucu tıbbi raporları ve gerekli her türlü belgelerin incelenmesi ve sonucun Kurum Sağlık Kurulu tarafından tespit edilmesi zorunludur.
3-) Meslek hastalığı işten ayrıldıktan sonra ortaya çıkmış ve sigortalı olarak çalışılan işten kaynaklanmışsa, Kurum tarafından belirtilen süreden daha uzun bir sürenin geçmemiş olması gerekir. Dolayısıyla bu durumdaki kişiler hastalığı fark ettiğinde zaman kaybetmeden Kuruma başvurmalıdır.
4-) Herhangi bir hastalık klinik bulgularla belirlenmiş ve mesleki hastalığa yol açan nedenin işyerindeki inceleme sonucu tespit edilmiş olduğu hallerde, meslek hastalıkları listesindeki yükümlülük süresi aşılmış olsa dahi, hastalık Kurumun ya da ilgilinin başvurusu üzerine Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu onayı ile meslek hastalığı olarak kabul edilebilir. Bu süre Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliğinde hastalık türlerine göre en az 2 gün en çok 25 yıl olarak belirlenmiştir.
5510 Sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 14. Maddesinde meslek hastalığı şu şekilde tanımlanmıştır; Meslek hastalığı, sigortalının çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal engellilik halleridir.
Meslek hastalığıyla ilgili bildirimler üzerine gerekli soruşturmalar, Kurum’un denetim ile görevlendirilen memurları tarafından veya Bakanlık iş müfettişleri aracılığıyla yaptırılabilir. Hangi hallerin meslek hastalığı sayılacağı, iş kazası ve meslek hastalığı bildirgesinin şekli ve içeriği, verilme usulü ile bu maddenin uygulanmasına ilişkin diğer usul ve esaslar, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikte düzenlenir.
Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğünde meslek hastalıkları 5 ana grupta toplanmıştır;
A grubu: Kimyasal maddelerle olan meslek hastalıkları
B grubu: Mesleki deri hastalıkları
C grubu: Pnömokonyozlar ve diğer meslek solunum sistemi hastalıkları
D grubu: Mesleki bulaşıcı hastalıklar
E grubu: Fiziki etkenlerle olan meslek hastalıkları
Meslek hastalığına neden olabilecek kaynaklar da 6 grupta sınıflandırılmıştır;
Madensel cisimlerden oluşanlar
Organik cisimlerden oluşanlar
Fizik ve mekanik etkenlerden oluşanlar
Tozlardan oluşanlar
Bakterilerden oluşanlar
Örgütün psiko-sosyal ortamı
Meslek hastalığının varlığının kabulü için onun mesleki faaliyetlerden doğması da tek başına yeterli kabul edilmemektedir. Ayrıca kural olarak hastalığın Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğündeki meslek hastalıkları listesinde adının bulunması gerekmektedir. Ancak istisna en bu listede yer almayan ancak iş nedeniyle ortaya çıktığı kesin olarak saptanan bazı enfeksiyon hastalıkları da meslek hastalığı olarak kabul edilmiştir.  Bu durumdaki hastalığın meslek hastalığı olduğu iddiasının ispatı sigortalıya aittir. Bu husustaki teşhisin laboratuar deneyleriyle doğrulanması gerekir. Liste dışındaki bir hastalığ��n meslek hastalığı olarak kabul edilip edilmemesi üzerine bir uyuşmazlık çıkarsa bunu Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu karara bağlayacaktır. (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 27.11.1990 tarih 1990/12108-12453 sayılı ilamıyla Yargıtay da aynı uygulama içinde olduğunu göstermektedir.) Kurulun kararına karşı itiraz yolunun açık olup olmadığı kanun veya tüzüklerde belirtilmemiştir.
Meslek Hastalığı Unsurları
İşçi Unsuru: işverenin sorumluluğu açısından bir hastalığın meslek hastalığı olarak kabulü için her şeyden önce hastalığa yakalanan kişinin İş kanunu çerçevesinde “işçi” sayılması gerekir. Ayrıca SGK yardımlarından yararlanabilmesi için 5510 sayılı kanuna göre “sigortalı” olması gerekmektedir. Kural kişinin meslek hastalığına işyerinde sigortalı olarak çalıştığı sırada yakalanmasıdır. Meslek hastalığının anlaşıldığı tarihte sigortalı aranması aranmaz.
Hastalık Unsuru: Hastalık sigortalının geçici veya sürekli bedensel hastalık veya ruhi bir özre uğramış olmasıdır. Buna göre işin niteliği veya işyeri şartlarına göre tekrarlanan olumsuz etkenlerin sigortalıyı zarara uğratması halinde meslek hastalığı söz konusu olur. Örneğin kömür madeninde çalışan kişinin ‘Pnömokonyoz’ hastalığına, gürültülü iş yerinde çalışan kimsenin işitme kaybına yakalanması vb. bununla birlikte sadece fiziki bütünlüğe değil ruh ve sinir sistemine de zara verebilir. Her ihtimalde sigortalının sigorta yardımından faydalanabilmesi için işin niteliğine göre tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden geçici ve ya sürekli olarak bedensel veya ruhsal bir zarara uğraması gerekmektedir. Yani hastalık ile yapılan iş arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır. Meslek hastalığı sigortalının çalıştığı iş veya işyeri koşullarıyla ilgili olabilir. Meslek hastalığının başladığı tarihte yapılan iş sigortalının “mesleği “ sayılır. Mesleğin tespiti Kurumun müfettişleri aracılığıyla incelettirilebileceği gibi işyerinden alınan belgelerle de ortaya konabilir. Ülkemizde en çok kömür madenlerindeki sigortaların yakalandığı Pnömokonyoz ve kot taşlama işyerlerinde çalışanların yakalandığı Silikoz hastalıkları gündeme gelmektedir. Yukarıda da ifade edildiği üzere bu hastalığın yönetmelikte yer alması ve belirtilen süre içinde ortaya çıkması gerekmektedir. Ayrıca hastalığın hekim raporuyla tespiti zorunludur. Sağlık kurulu raporlarını düzenlemeye, Sağlık Bakanlığı meslek hastalıkları hastaneleri ile eğitim ve araştırma hastaneleri ve Devlet üniversitesi hastaneleri yetkilidir.
Süre Unsuru: 5510 sayılı kanun 14 maddesinde meslek hastalığı için bildirim süresi düzenlenmiştir. Buna göre meslek hastalığının 4/1/a kapsamındaki sigortalılar (mülga) ile kısmen sigortalı sayılanlar bakımından, sigortalının meslek hastalığına tutulduğunu öğrenen veya bu durum kendisine bildirilen işveren tarafından durumun öğrenildiği günden başlayarak üç iş günü içinde meslek hastalığı bildirgesi ile Kuruma bildirilmesi zorunludur. 4/1/b kapsamındaki sigortalılar ise, meslek hastalığına tutulduğunu öğrendiği günden başlayarak 3 iş günü içinde Kuruma bildirim yapmalıdır. Bildirim iş kazası ve meslek hastalığı bildirim formu veya elektronik ortamda da yapılabilmektedir. İşveren bu yükümlülüğe uymaz veya kasten eksik ya da yanlış bildirimde bulunursa Kurumca bu durum için yapılan masraflar ile ödenmişse geçici iş göremezlik ödenekleri işverenden tazmin edilir. Bildirimlerin araştırması ise SGK Müfettişleri tarafından veya Bakanlık iş müfettişleri vasıtasıyla yapılır.
Meslek Hastalığı İşçi Hakları
5510 Sayılı kanunun 16 maddesinde sağlanan bu haklar yalnızca parasal yardımlardır.
Sigortalıya, geçici iş göremezlik süresince günlük geçici iş göremezlik ödeneği verilmesi; Meslek hastalığı nedeniyle işinde geçici süre çalışamayacağı hekim raporu ile saptanan sigortalıya, çalışamadığı her gün için SGK tarafından yapılan parasal yardım geçici iş göremezlik ödeneğidir. Böylece çalışamaz duruma gelen sigortalının uğradığı gelir kaybı karşılanmış olur. Belirli bir süre olmaksızın sağlık durumuna göre tedavi ve istirahatının devam ettiği sürece ödenir. Bu ödemenin yapılması için herhangi bir asgari sigortalılık süresi veya prim ödeme gün sayısı aranmaz. Verilecek iş göremezlik ödeneği yatarak tedavilerde sigortalının günlük kazancının yarısı, ayakta tedavilerde üçte ikisidir. bir sigortalıda iş kazası, meslek hastalığı, hastalık ve analık hâllerinden birkaçı birleşirse geçici iş göremezlik ödeneklerinden en yükseği verilir. Sigortalı bu ödeneği alırken sigortalılık bir nedenle sona ererse istirahat süresince ödenek ödenmeye devam edilir.
Sigortalıya sürekli iş göremezlik geliri bağlanması; Kurum tarafından yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurulları tarafından verilen raporlara itsinden Kurum Sağlık Kurulunca meslekte kazanma gücü en az %10 oranında azalmış bulunduğu tespit edilen sigortalı, sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanır. Sigortalı hastalığa tutulduğu sırada icra ettiği mesleğinde kazanma gücünü yitirmektedir. Kurum Sağlık Kurulunca, Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit işlemleri Yönetmeliğinde belirtilen usul ve esaslara göre çalışma gücü veya meslekte kazanma gücü kaybı tespit edilir. Bu gelirin bağlanması için sigortalının çalıştığı işten ayrılması veya işyerinin kapanması şartı aranmaz. Kişi hem bu geliri alıp hem de maaşında kesinti olmadan çalışmaya devam edebilir. Gelirin miktarı sigortalının mesleğinde kazanma gücünün kaybı oranına göre hesaplanır. Sürekli tam iş göremez sigortalıya aylık kazancının %70i oranıdır. Kişi sürekli bakıma muhtaçsa gelir bağlama oranı %100dür.
Meslek hastalığı sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine ölüm geliri bağlanması; Meslek hastalığı sonucu veya sürekli iş göremezlik geliri almaktayken ölen sigortalının hak sahiplerine ölüm geliri bağlanır. Bu kişiler eş, çocuk ana ve babası olabilir. (SSGSSK md.34)  Sigortalının ölümünün meslek hastalığı sonucu meydana geldiğinin kanıtlanması gerekir. İspat aracı olarak ölüm tutanağı, otopsi raporu gibi belgeler kullanılabilir. Ölüm ile hastalığın başlaması arasındaki zaman farkı da hak sahiplerine ölüm geliri bağlanmasına engel değildir.
Gelir bağlanmış olan kız çocuklarına evlenme ödeneği verilmesi; Sigortalının ölüm aylığı alırken evlenen ve bu nedenle aylığı kesilen kız çocukları, talepte bulunursa, aldıkları aylık veya gelirlerinin iki yıllık tutarı bir defaya mahsus olmak üzere evlenme ödeneği olarak peşin ödenir. Başvuru SGK ya dilekçeyle yapılır. Evlenme tarihi nüfusa işlenmemişse dilekçeyle birlikte evlilik cüzdanı örneği de Kuruma verilir.
İş kazası ve meslek hastalığı sonucu ölen sigortalı için cenaze ödeneği verilmesi; meslek hastalığı sonucu veya sürekli iş göremezlik geliri, malûllük, vazife malûllüğü veya yaşlılık aylığı almaktayken veya kendisi için en az 360 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortası primi bildirilmiş olup da ölen sigortalının hak sahiplerine Kurumca belirlenip Bakan tarafından onaylanan tarife üzerinden cenaze ödeneği ödenir. Sigortalının eşine, yoksa çocuklarına, o da yoksa ana babasına o da yoksa kardeşlerine verilir. Cenaze ödeneği için hak sahiplerinin SGK’ ya bir dilekçe ile başvurması gerekir.
Hastalık ve analık sigortasından sigortalıya hastalık veya analık hallerine bağlı olarak ortaya çıkan iş göremezlik süresince, günlük geçici iş göremezlik ödeneği verilir.
Meslek Hastalığı Bakımından İşverenin Sorumlulukları
İşverenin işyerinde iş sağlığı tedbirlerinin alınması konusundaki yükümlülüğü işçiyi gözetme borcu kapsamında yer alan koruma yükümlülüklerinden biridir. Gözetme borcu kapsamındaki yasal düzenlemelerin bir kısmı TBK bir kısmıysa İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununda düzenlenmiştir.
Kural olarak sigortalının uğradığı maddi zararı yukarıda açıklanan esaslar çerçevesinde SGK karşılamaktadır. Ancak işveren, sigortalı veya yakınlarının Kurumca karşılanmayan zararlarını da gidermek zorundadır. Bu kapsamda sigortalı işveren ve sorumlulardan maddi ve manevi tazminat talep etme hakkına sahiptir. Sigortalının meslek hastalığı sonucu ölümü halindeyse desteğinden yoksun kalanlar işveren aleyhine destekten yoksun kalma ve manevi tazminat davası açabilir.
İşverenin Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Kapsamındaki Sorumluluğu
İşveren SGK’ ya kısa vadeli sigorta kollarına ilişkin primi ödemekle meslek hastalığıyla ilgili bütün sorumluluktan kurtulmaz. Prim ödemenin yanında işverene yüklenen yükümlülüklerde bir diğeri de sigortalıların sağlığını korumadır. Aksi halde işveren kuruma karşı sorumlu hale gelir. 5510 sayılı kanun 21. Maddesi ile meslek hastalığı sonucu zarara uğrayan sigortalı veya hak sahipleri için yapılan tüm gider ve ödemeleri, sigortalının zarara uğramasına neden olanlardan geri isteyebilme hakkı tanınmıştır. İşverenin kuruma karşı sorumluluğu maddede sayılan davranışlarla sınırlıdır. Buna göre meslek hastalığı;
İşverenin kastı veya
Sigortalıların sağlığını koruma mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse işverenin sorumluluğuna gidilebilir. Bu durumda yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirilir. İşverenin sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır. Kaçınılmazlık; hastalığın meydana geldiği tarihte olan bilimsel ve teknik önlemlere rağmen meslek hastalığının meydana gelmesi durumudur. Yargıtay yerleşik uygulamasına göre, hastalığın tamamen kaçınılmaz olduğu durumlarda dahi işverenin tehlike kuramı gereği ve adam çalıştıran sıfatıyla sorumluluğu yine de söz konusu olur. Yargıtaya göre kaçınılmazlık tazminattan indirim nedenidir.
Peşin Sermaye Değeri; Kurumca, 5510 sayılı Kanunun ilgili maddelerinde belirtilen giderlerin yaş, kesilme veya yeniden bağlanma yahut hak sahipliği nedeniyle sonradan gelir veya aylık bağlanma ihtimalleri ve yüzde beş ıskonto oranı dikkate alınarak hesaplanan tutarı ifade eder. İşverenin kuruma ödeyeceği miktarın üst sınırı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlıdır.
5510 sayılı Kanunun 23.maddesine göre; sigortalı çalıştırmaya başlandığının süresi içinde sigortalı işe giriş bildirgesi ile Kuruma bildirilmemesi halinde, bildirgenin sonradan verildiği veya sigortalı çalıştırıldığının Kurumca tespit edildiği tarihten önce meydana gelen iş kazası, meslek hastalığı, hastalık ve analık halleri sonucu ilgililerin gelir ve ödenekleri Kurumca ödenir. Bu hüküm uyarınca meslek hastalığının meydana gelmesinde işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma mevzuatına aykırı bir hareketi olmasa bile yapılan giderler işverene ödettirilecektir. Buradaki sorumluluğun kaynağı çalıştırdığı sigortalıları kuruma bildirme yükümlülüğü olup kusursuz sorumluluk esasına dayanır. Meslek hastalığı sebebiyle açılan davada işverenin hem kusura dayalı sorumluluğu (SSGSSK 21) hem de kusursuz sorumluluğu söz konusuysa kusursuz sorumluluğa öncelik verilir.
İşveren meslek hastalığına tutulan sigortalıya sağlık durumunun gerektirdiği sağlık hizmeti tutarını da derhal ödemekle yükümlüdür. İşveren tarafından yapılan ve belgelere dayanan sağlık giderleri 5510 sayılı kanun 65. Md hükümlerine göre Kurumca karşılanır.  İşverenin bu yükümlülüklerini yerine getirmesindeki ihmalinden dolayı sigortalının tedavi süresi uzar veya malul kalmasına veya malullük derecesinin artmasına neden olursa, Kurumun bu nedenle yaptığı her türlü sağlık hizmeti giderini ödemekle yükümlü olur.
Aynı şekilde yukarıda açıklanan süre şartını yerine getirmeyip, kuruma zamanında bildirim yapılmazsa, bildirimin Kuruma yapıldığı tarihe kadar sigortalıya ödenecek geçici iş göremezlik ödeneği Kurumca işverenden tahsil edilecektir. Buna göre meslek hastalığı bildirim yükümlülüğünü yerine getirmeyen veya yazılı olarak bildirilen hususları kasten eksik yada yanlış bildiren işverene, Kurum tarafından meslek hastalığı için yapılan masraflar ile ödenmişse geçici iş göremezlik ödenekleri rücu edilir.
SGK meslek hastalığı sonucu zarara uğrayan sigortalı veya hak sahipleri için yapılan tüm gider ve ödemeleri, sigortalının zarara uğramasına sebep olanlardan rücu etme imkanına sahiptir. Bunun için işveren aleyhine açılan davalara rücu davası denilmektedir. Bu dava kusur sorumluluğuna (5510 sayılı kanun 21. Md)  dayanır. Buna göre meslek hastalığı, işverenin kastı ve sigortalıların sağlığını koruma mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya sahiplerine kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirilir. Kurumun rücu hakkının kapsamı kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirlerin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı oluşturmaktadır. Rücu yolu kurumun ödemesi nedeniyle mal varlığında meydana gelen eksilmeyi gidermekte ve zararı ödeyenlerin sigortalının sağlığını koruma yönünde özen göstermesini sağlayarak meslek hastalıklarının meydana gelmesini önlemede etkili olmaktadır. Rücunun üst sınırı sigortalının işverenden isteyebileceği miktardır. Bu miktar meslek hastalığı sonucu uğranılan gerçek zarardır. İşveren rücu yoluyla Kuruma yaptığı ödeme ölçüsünde, sigortalı veya hak sahiplerine karşı tazmin sorumluluğundan da kurtulmaktadır.
Meslek hastalığı sonucu Kurum tarafından yapılan her çeşit ödeme hastalığın meydana gelmesinde sorumluluğu bulunan işverenden kusuru oranında Kurumca tahsil edilebilir.  Peşin Sermaye Değeri = (Aylık gelir tutarı x 12 x peşin sermaye değeri tablosundaki değer)/100 olur. İşveren hesaplanan peşin sermaye değerli gelirlerin tümünden kusur oranı kadar sorumludur. Yerleşmiş içtihada göre, Kurumca işveren aleyhine açılmış rücu davalarında faizin başlangıç tarihi, giderler açısından ödeme tarihi, bağlanmış gelirler için ise tahsisin onay tarihidir. Ayrıca söz konusu kanuna dayanılarak açılacak tazminat ve rücu davaları on yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Zaman aşımı rücu konusu gelir ve aylıklar bakımından Kurum onay tarihinden, masraf ve ödemeler içinse masraf veya ödeme tarihinden itibaren başlar.
Meslek Hastalığı Davası
İş sözleşmesi işverene ücret ödeme borcunun yanı sıra işyerinde iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerini alma borcu altına da sokmaktadır. Bu borca işçiyi koruma ve gözetme borcu denmektedir. Genel olarak işverenin gözetme borcuna aykırı davranması sonucu zarara uğrayan işçi veya hak sahiplerine karşı akdi bir tazminat sorumluluğu bulunmaktadır. Bu durumda işçiyi koruma borcuna aykırı davrana işverene karşı işçi maddi ve manevi tazminat talebinde bulunabilir. İşçinin ölümü halindeyse yakınları destekten yoksun kalma ve manevi tazminat isteyebilir.
Meslek Hastalığı Maddi Tazminat
Maddi tazminata yol açabilecek bedensel zarar, meslek hastalığı sonucu bir organın yaralanması, görme veya işitme duyularının azalması gibi şekillerde ortaya çıkabilir. Vücut yapısında bir değişiklik olmaksızın meslek hastalığı sonucu ruhsal durumun bozulması da beden bütünlüğünün ihlali sayılır. Meslek hastalığına yakalanan sigortalı, tedavi giderleri, kazanç kaybı, çalışma gücünün sarsılmasından doğan kayıplar ve ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıp zararlarını isteyebilir. Tazminatın amacı meslek hastalığı olmasaydı sigortalı hangi maddi durumda olacaksa o durumun oluşmasını sağlamaktır Bu kapsamda meslek hastalığına tutulan sigortalı çalışamamasından kaynaklanan ücret kayıpları yanında iş gücü kaybı nedeniyle ileride sağlayacağı ücretleri, tedavi masrafları ve bunlar için yapılan ek masrafları da işverenden isteyebilir. Tazminat miktarı SGK tarafından karşılanmayan zararla sınırlıdır, ek zararlar giderilir. Aksi halde ikinci bir ödeme söz konusu değildir. Davacının tazminat alacağının Kurum tarafından tümüyle karşılandığı tespit edilirse dava reddedilir. Sigortalının kusuru tazminatta indirim nedenidir. Zararın belirlenmesinde iş görebilme çağı ve muhtemel yaşam süresi en önemli unsurlardır.
Sigortalının uğradığı meslek hastalığı sonucu ölmesi halinde ondan desteklerini yitiren yakınları destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilir. İşverenin kanuna (koruma borcu ve Bk) ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğü zedelenmesi veya kişilik hakkı ihlaline bağlı zararlar sözleşmesel sorumluluk hükümlerine tabidir. Destekten yoksun kalma tazminatının amacı destekten yoksun kalan yakının meslek hastalığı sonucu ölüm meydana gelmeseydi destekten ne kadar yardım görecek idiyse bu miktarın karşılanmasıdır. Ölen sigortalının muhtemel yaşam süresi içinde çalışarak sağlayabileceği kazancından ayrılmak üzere desteğinden yoksun kalanlara yapabileceği yardım tutarı, bu kişilere peşin olarak ve toptan ödenir. Destekten yoksun kalma tazminatında destek, geride kalanların geçimini sağlayacak şekilde fiilen ve düzenli olarak onlara yardım eden, ölüm gerçekleşmeseydi de gelecekte bu yardımı sağlayacağına ilişkin güçlü ihtimal bulunan kişidir. Dolayısıyla desteklenenlerin mutlaka mirasçı veya bakma yükümü altında bulunan bir kişi olması gerekmez. Ölen kişinin çocukları, eşi, baktığı kişiler, nişanlısı, evlilik dışı birliktelik yaşanılan kişiler de bu tazminata hak kazabilir. Söz konusu ilişkinin düzenli ve devamlı olarak ortak bir yaşam sürdürme ve destek olma kararlılığının bulunması gerekir.  Desteklenenlere yapılan fiili ve devamlı yardım yanında bakım gücü ve bakım ihtiyacının da bulunması gerekmektedir. Bakım gücü yoksa destek bakım ihtiyacı yoksa desteklenenden bahsedilemez. Destekten yoksun kalma tazminatının hesaplanmasında, sadece sigortalının iş görebilme çağının sonu olan 60 yaşının sonuna kadar olan aktif kazançları değil, bu süreden sonra yaşlılık aylığı alacağı pasif dönem de göz önünde bulundurulur. Bu tazminatın hesaplanmasında meslek hastalığı nedeniyle ölen sigortalının o andaki ücretinden hareket edilir. Ölüm gerçekleşmeseydi PMF yaşam tablosuna göre desteğin muhtemel yaşam süresi sonuna kadar yaşasaydı elde edebileceği kazancı hesaplanır. Desteğin yardım ettiği kişilerin sayısı, bunların bakım ihtiyacı, yaşı, cinsiyeti, gelirleri, yaşam tarzları, evlenme ihtimali gibi bir çok husus göz önünde bulundurulur. Tazminat alacaklısının zenginleşmesinin önlenmesi gerekir. Örneğin desteklenen desteğin mirasçısı ise elde ettiği miras saptanan zarardan düşülerek tazminat miktarı belirlenir.
Meslek Hastalığı Manevi Tazminat
Meslek hastalığı sonucu bedensel veya ruhsal bir zarara uğrayan sigortalı işverenden maddi tazminat yanı sıra manevi tazminat da isteyebilir. 5510 sayılı kanun veya iş kanunu manevi zararın telafisine yönelik bir düzenlemeye yer vermemişken Borçlar Kanunu manevi tazminata ilişkin olarak; “Hakim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir. Ağır bedensel zarar veya ölüm halinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir.” Demiştir. Manevi tazminatın dayanağı da bu hükümdür. Manevi tazminat meslek hastalığına tutulmuş sigortalının çektiği bedensel veya ruhsal acı, elem, keder ve ızdırap giderilmeye çalışılmaktadır. Sigortalının kazanma gücünde bir kaybın olması gerekmez. Cismani zarar nedeniyle acı ve keder çekmesi yeterlidir. Bu hastalık sigortalının yakınlarında da bir şok yaratmış ve bunların da beden bütünlüğü doğrudan zarar görmüş olur. Bu kişiler de koşulları varsa manevi tazminat talep edebilir. bu kapsamda sigortalının eşi, çocukları, torunları, ana babası, kardeşi, nişanlısı bu talepte bulunabilir. Tazminatın belirlenmesinde olayın oluş şekli, müterafik kusur oranları, duyulan elem ve ızdırap, tarafların ekonomik ve sosyal durumları ve hakkaniyet göz önüne alınmaktadır.
SGK tarafından hak sahiplerine yapılan ödemeler çoğu kez gerçek zararı karşılamaz. Ayrıca SGK tarafından manevi zarara ilişkin bir ödeme de yapılmaz. SSG/SSK ile sağlanan haklar dışında kalan zararların işverenden karşılanacağına ilişkin kanuni bir düzenleme olmasa da sigortalının ve hak sahiplerinin SGK tarafından karşılanmayan zararlar için işverene başvurabilecekleri öğretide ve Yargıtay içtihatlarında kabul edilmiştir.
Zararın ortaya çıkmasına veya artmasına sigortalının eylemi neden olmuşsa işverenin sorumluluğu sınırlanmış olur. Örneğin hastalık karşısında tedaviyi kabul etmeyen kişinin durumda artan zararı talep etmesi mümkün değildir. Aynı şekilde işverenin kusur oranı da tazminatın belirlenmesinde etkilidir.  Yargıtay’a göre sigortalı veya hak sahiplerinin haklarını almak için önce SGK’ ya başvurması sonuç alamazsa SGK aleyhine dava açması ve açılacak davanın sonucunun beklenerek tazminat talebinde bulunulması görüşündedir. Tazminat alacakları da 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir.
İşverenin İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu Kapsamındaki Sorumluluğu
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 24.maddesinde ise, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun uygulanmasının izlenmesi ve teftişinin, iş sağlığı ve güvenliği yönünden teftiş yapmaya yetkili Bakanlık iş müfettişlerince yapılacağı düzenlenmiştir. Bu kapsamda Bakanlık, iş yerlerinde iş sağlığı konularında araştırma, denetim, kontrol yapmaya yetkilidir. Bu amaçla Çalışma ve Sosyal Güvenlik bakanlığında İş Teftiş Kurulu ve taşra teşkilatında İş Teftiş Grup Başkanlıkları kurulmuştur. İş müfettişleri denetim sırasında mevzuata bir aykırılık saptarsa ya aykırılığın giderilmesi için işverene bir süre verir, ya derhal idari para cezası verir ya da ceza kovuşturma sürecini başlatır.
Teftiş sırasında saptanan eksiklik teftiş süresinde tamamlanabilecekse tamamlattırılır. Durum müfettişçe teftiş defterine yazılır ve raporda belirtilir. Önel verilmesi zorunlu olmayan hallerde ve derhal tamamlanmaması bir tehlike doğurmayacaksa müfettişçe uygun bir önel verilebilir. (İş Teftişi Tüzüğü 22.md) işveren bu önel içinde aykırılığı giderdiğini bölge çalışma müdürlüklerine bildirmekle yükümlüdür.
İşverenin veya vekilinin almadığı her iş sağlığı tedbiri için idari para cezası uygulanır. Tedbirin alınmadığı her ay ceza tekrarlanır. Çalışanların hayatı için tehlikeli bir husus tespit edilirse işin durdurulması da mümkündür. İdari para cezaları 6331 sayılı kanun 26. Maddesinde düzenlenmiştir. Bu cezalar gerekçeleri belirtilerek işyerinin bulunduğu yerdeki Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürü tarafından verilmektedir. Bu cezalar tebliğinden itibaren 30 gün içinde ödenmelidir.
İşverenin Türk Ceza Kanunu Kapsamındaki Sorumluluğu
İşçinin işverenin emir ve talimatı doğrultusunda bağımlı olarak çalışması, işverenin iş sağlığı önlemlerini almasını zorunlu kılmaktadır. İşçi, işyerindeki tehlikelere karşı korunamaması yüzünden ölür veya yaralanırsa ve bu eylemler işverenin kast veya taksirinden meydana gelirse TCK kapsamında sorumluluk doğacaktır. Çünkü bu durumlarda işverenin, işyerinde istenmeden meydana gelebilecek hastalıkları önlemeye yönelik zorunlu bir davranış kuralına uymaması söz konusu olmaktadır. İşveren gözetme borcuna aykırı olarak iş sağlığı önlemlerini almaz ve ölüme sebep olursa TCK 87 gereği taksirle öldürme suçundan iki yıldan altı yıla hapis cezası ile cezalandırılacaktır. Aynı şekilde taksirli davranış sonucu yaralanma meydana gelmişse TCK 89a göre üç aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılacaktır.
, MURAT ALTINDERE
0 notes
Text
Vasiyetnamenin İptali Davası
Tumblr media
Vasiyetname ölüme bağlı bir tasarruf olduğundan, ölüme bağlı tasarrufların iptali prosedürüne göre iptal edilecektir. Ölüme bağlı tasarrufların iptali ile kastedilense, esasen geçerlilik şartlarına riayet edilmeksizin düzenlenmiş bir ölüme bağlı tasarrufun, bu geçersizlik nedenine binaen hâkim tarafından geçmişe etkili olacak tarzda hükümden düşürülmesidir. Vasiyetnamenin iptali sebebi vasiyetin yapıldığı anda mevcuttur ancak vasiyetçi öldükten sonra açılacak bir dava ile iptal edilir. Bu noktada vasiyetnamenin iptal davasıyla ölüme bağlı tasarrufun hükümden düşürülmesinde vasiyetçinin rolü bulunmamaktadır. Sağlar arası hukuki işlemler için kesin hükümsüzlük sebebi olan bir takım nedenler ölüme bağlı tasarruflar bakımından sadece iptal sebebi olarak kabul edilmiştir. Örneğin şekle aykırılık sözleşmeler hukukunda çoğunluğa göre kesin hükümsüzlük sebebi iken TMK 557. Maddesinde iptal sebebi olarak düzenlenmiştir.
Vasiyet bozucu yenilik doğurucu nitelikteki hâkim kararına kadar askıda olup sonuç doğurmaması süresi içinde dava açılmasına bağlıdır. Hâkimin vereceği bozucu yenilik doğurucu iptal kararı geçmişe etkili olmakla birlikte taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurur. Vasiyetnamenin iptali davası açma hakkı bulunan kişilerin bu hakkını kullanmaması, esasen geçersiz olan bir işlemin hukuken geçerliymiş gibi hüküm ifade etmesine neden olur.
Vasiyetnamenin İptali Sebepleri
Ehliyetsizlik; esasa ilişkin bir vasiyetnamenin iptali davası sebebidir. Yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk vb sebeplerle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes ayırt etme gücüne sahiptir. Ayırt etme gücü bulunmayanların fiil ehliyeti bulunmaz ve yaptıkları fiiller hukuki sonuç doğurmaz. Vasiyeti düzenleyenin ehliyetsizliği ileri sürülüyorsa taraflara delillerini sunmaları için süre verilmeli, varsa tarafların gösterdiği tanıklar dinlenmelidir. Tanıkların kesin olmayan ve çelişen ifadeleri hükme esas alınamaz.
“Davacılar vasiyetnamenin iptali davası ile miras bırakanın ehliyetsizliğini de ileri sürerek istemişlerdir. Tarafların gösterdikleri tanıklar dâhil tüm deliller toplanıp, gerektiğinde uzman bir tıp kurumundan da rapor alınıp değerlendirilerek sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 31.01.2005, 16166-947)
Yargıtay uygulamasına göre ehliyet durumunun doktor raporu ile kanıtlanması esas olup, tanık beyanları bu durumun saptanmasında göz önünde bulundurulabilecek birer veridir. Vasiyetçinin ehliyeti konusunda yetkili kuruldan sağlık raporu alınmalıdır. Bu bir uzmanlık işidir. Dolayısıyla davaya bakan hâkim kendi gözlemlerine dayanarak vasiyetçinin ehliyeti konusunda bir karar veremez. En yetkili sağlık kurulundan özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınması gereklidir.
“ hukuki ehliyet durumunun doktor raporu ile kanıtlanması esas olup, tanık beyanları bu durumun saptanmasında nazara alınabilecek birer veridir. Bu nedenle mahkemece davacı taraftan murisin vasiyetname tarihindeki sağlık durumunu gösterir kayıt, reçete, rapor, sağlık karnesi vb. gibi deliller resen sorulup istenmeli, vasiyetname tanzimine esas alınan sağlık ocağı raporu da celp edildikten sonra dosyadaki tüm deliller değerlendirilerek vasiyetname tanzim tarihinde murisin hukuki ehliyete sahip olup olmadığı hususunda Adli Tıp Kurumundan rapor alınarak sonucu uyarınca bir karar verilmelidir.” (Yargıtay 3. HD, 22.06.2009, 7669-10711)
Yukarıda yer verilen Yargıtay ilamı da uyarınca, vasiyetname yapılırken Sağlık Ocağından vasiyetçinin ehil olduğunu gösterir rapor alınabilir. Ancak tanıklar vasiyetnamenin yapıldığı sırada miras bırakanın ayırt etme gücünden yoksun bulunduğunu beyan etmişlerse Adli tıp kurumundan rapor alınıp sonucuna göre karar verilmelidir. Bu yüzden tüm deliller toplandıktan sonra dosya bütün halinde Adli Tıp Kurumuna gönderilir. Adli tıp kurumu, tasarruf ehliyeti konusunda serbestçe karar verir. Vasiyet eden hakkında düzenlenen fiziksel rahatsızlıklarına ilişkin raporlar da kuruma gönderilmelidir. Dosyada tasarruf ehliyeti noktasında raporlar arasında bir çelişki varsa hâkim bu çelişkiyi gidermelidir. ( Örneğin Adli Tıp Genel Kurulundan rapor almak)
Ehliyet konusunda değinilecek son nokta ise vasiyet edenin fiil ehliyetine sahip olup olmadığının vasiyetin düzenlendiği tarih itibariyle belirlenmesidir. “Dava, öncelikle ehliyetsizlik nedeniyle vasiyetnamenin iptaline ilişkindir. Vasiyetnamelerin düzenlendiği tarihlerde miras bırakan Kadir Erol’un ehil olup olmadığı konusunda Adli tıptan heyet raporu alınmadan yazılı olduğu şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır.” ( Yargıtay 2. HD, 30.01.2007,20306-782)
İrade Sakatlığı; esasa ilişkin vasiyetnamenin iptali davası sebebi olup, yanılma, aldatma, korkutma, zorlama sonucu ortaya çıkabilir. İrade sakatlığı ile açılan davada başka bir karar verilemez. Ehliyet durumunda olduğu gibi irade sakatlığının bulunup bulunmadığı da vasiyetin yapıldığı duruma göre belirlenmektedir.
Miras bırakanın yanılma veya aldatma etkisiyle yaptığı vasiyetname geçersizdir. Aldatma varsa bu olgunun kanıtlanması gerekir. Miras bırakan yanıldığını veya aldatıldığını öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde tasarrufundan dönebilir. Dönme sonucu tasarruf geçersiz duruma gelir. Ancak miras bırakan bir yıllık hak düşürücü süre içinde dönmezse vasiyetname geçerli hale gelecektir. Miras bırakan sakat irade beyanı ile yaptığı vasiyetnameden bir yıllık hak düşürücü süre içinde dönmemişse ölümünden sonra mirasçılarının da vasiyetnamenin iptali davası açma hakkı bulunmaz.
Miras bırakanın korkutma etkisi altında yaptığı tasarruflar da geçersizdir. Korkutma maddi veya manevi olarak gerçekleştirilebilir. Ancak her iki halde de, miras bırakan veya yakınlarına karşı yapılmalı, haksız ve hukuka aykırı olmalı, ağır bir tehlike oluşturmalı, ciddi ve derhal gerçekleşecek nitelikte olmalı, kişiye cana mala hürriyete vücuda yönelmiş olmalıdır. Vasiyetçinin vasiyeti böyle bir tehdit altında yapıp yapmadığı konusunda taraf delilleri toplanarak sonuca göre karar verilmektedir. Miras bırakan korkutma etkisinden kurtulduğu günden başlayarak bir yıl içinde tasarruftan dönebilir. Bir yıllık sürede dava açılmadığındaysa tasarruf artık geçerli sayılır, ölümünden sonra mirasçıları dava açamaz.
Aynı şekilde, miras bırakanın zorlama etkisi altında yaptığı tasarruflar da geçersizdir. 1 yıllık hak düşürücü sürede tasarruftan dönülmelidir. Dönülmediği takdirde geçerli hale gelir. Zorlama, korkutma veya tehdit boyutuna varmayan manevi baskılardır.
Hukuka veya ahlaka aykırılık; vasiyetnamenin içeriği, bağlandığı koşullar veya yüklemeler hukuka veya ahlaka aykırıysa ölüme bağlı tasarrufun iptali için vasiyetnamenin iptali davası açılabilir. Atanmış mirasçıların tereke üzerindeki kullanma haklarının sınırlanması içeriğin hukuka aykırı olmasına örnektir. Bağlanan koşulların hukuka veya ahlaka aykırı olması da vasiyetnamenin iptali davası nedenidir. Anlamsız veya salt başkalarını rahatsız edici nitelikteki koşullarsa yok sayılır. Ölüme bağlı tasarruf geçersiz ise öngördüğü koşul da geçersizdir. Hukuka aykırı olmayan koşullarsa ilişkin olduğu ölüme bağlı tasarrufu geçersiz kılmaz. Yükleme ise miras bırakanın mirasçılarına ya da vasiyet alacaklılarına yüklemiş olduğu bir ödevdir. Vasiyet bu ödevlere bağlanabilir. Yüklemenin yerine getirilmesi dava yoluyla istenebilir. Anlamsız yüklemeler yok sayılır, hukuka veya ahlaka aykırı ise vasiyetin iptali için dava açılmalıdır.
Şekle aykırılık; şekle ilişkin vasiyetnamenin iptali sebebidir. Vasiyetname kanuni şekillere uyulmadan yapıldıysa vasiyetnamenin iptali davası açılabilir. Şekli anlamda geçerlilik miras bırakanın ölümü tarihinde yürürlükte olan hükümlere göre belirlenir. Örnek Yargıtay ilamına bakarsak; “ Miras bırakan 4721 sayılı TMK’nın yürürlüğe girdiği 01.01.2002’den sonra 23.11.2002’de ölmüştür. Miras bırakanın ölümünden önce yürürlüğe giren MK’nun 538. Maddesi el yazılı vasiyetnamede tanzim yerini 743 Sayılı Medeni Kanun’dan farklı düzenlemiş, tanzim yerinş geçerlilik şartlarından çıkartmıştır. Mahkemece vasiyetnamenin bu gerekçe ile iptaline karar vermesi isabetsizdir.” ( Yargıtay HGK, 22.03.2006,64-93)
Vasiyetnamenin İptali Davası Nasıl Açılır?
Vasiyetnamenin iptali davasında inceleme vasiyetin aslı üzerinden inceleme yapılır. Şekle ilişkin iptal sebepleri incelenirken tanıkların vasiyetname içeriğine uygun olmayan beyanları hükme esas alınmamaktadır. Vasiyetnamenin geçerlilik şekil şartları Vasiyetname Nasıl Düzenlenir? adlı makalede detaylı bir biçimde açıklanmıştır.
Yukarıda sayılan dört çeşit iptal sebebi kanunda sınırlı sayıda sayılmıştır. Bu sebepler dışında kalan hallerde iptal talep edilemez. Bu kapsamda;
Vasiyetin ifasının mümkün olmaması halinde bunun tespitiyle yetinilmekte, iptal kararı verilmemektedir.
Vasiyetin muvazaa nedeniyle iptali de talep edilemez. Muvazaa iki taraflı işlemlerde söz konusu olur. Ölüme bağlı tek taraflı irade açıklaması olan vasiyetnamelerin muvazaa sebebiyle iptali istenemez.
Vasiyet konusu taşınmazın satılmış olması vasiyetin iptalini gerektirmez. Bu husus vasiyetnamenin yerine getirilmesi davasında göz önünde tutulur.
Vasiyetin taşınmaz verme geciktirici şartına bağlanması kural olarak vasiyetnamenin iptalini gerektirmez.
Vasiyetnamenin iptali davasının incelenebilmesi için öncelikle vasiyetnamenin açılıp açılmadığının incelenmesi gerekir. Vasiyetnamenin iptali davası vasiyetin tamamına yönelik olabileceği gibi bir kısmının iptaline yönelik de olabilir. Esasa ilişkin iptal sebeplerine dayanılarak dava açılmışsa şekle ilişkin iptal sebepleri incelenmez. Ancak esasa ilişkin sebeplerin yanında şekle ilişkin iptal sebepleri de ileri sürülebilir. Bu durumda şekle ilişkin iptal sebeplerinin de ayrıca incelenmesi gerekmektedir.
Vasiyetnamenin iptali davasında öncelikle davacının aktif husumet ehliyeti belirlenmelidir. Menfaat çatışması varsa kayyım huzuruyla görülmelidir. Vasiyetnamenin iptali davası vasiyetin iptal edilmesinde çıkarı bulunan yasal veya atanmış mirasçılar, vasiyet alacaklıları, son olarak mirasçı sıfatıyla hazine tarafından açılabilir. Bu iptalde çıkarı bulunmayan olası mirasçılar, vasiyetçi hayatta olduğu sürece vasiyetnamenin iptali davası açamaz. Miras bırakan tarafından son arzularını yerine getirmekle görevlendirilmiş kişi veya vasiyeti yerine getirme görevlisi tarafından da açılamaz. Ayrıca miras bırakanın alacaklıları ve borçluları da vasiyetnamenin iptali davası açamayacaktır. Bu davada davalı ise ölüme bağlı tasarruf olan vasiyetten yararlanan kişilerdir. Husumet tüzelkişiliği olmayan bir tarafa yöneltilemez.
MURAT ALTINDERE
Vasiyetnamenin İptali Davasında Görevli ve Yetkili Mahkeme
Vasiyetnamenin iptali davasında görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir. (Yargıtay 2HD, 02.10.2006, 13085-12901) Miras, miras malları nerede olursa olsun miras bırakanın yerleşim yeri mahkemesinde açılır. Bu mahkemeler kesin yetkilidir. Dava maktu harca tabidir.
Vasiyetnamenin İptali Davasında Süre
İptal sebeplerinde değinildiği üzere vasiyetnamenin iptali davası açma hakkı, davacının; ölüme bağlı tasarrufu, iptal sebebini, kendisinin hak sahibi olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl geçmekle düşer. Vasiyetname usulünce açılıp ilgililere tebliğ edilmeden bir yıllık hak düşürücü süre işlemeye başlamaz. Vasiyetnamenin iptali davası açma hakkı, her halde, vasiyetname açılma tarihinin üzerinden, iyi niyetli davalılara karşı on yıl, iyi niyetli olmayan davalılara karşı yirmi yıl geçmekle düşer. Bir kimse vasiyetçinin ehliyetsiz olduğunu bildiği veya bilmesi gerektiği her halde kötü niyeti sayılır.
İptal kararı geçmişe etkilidir. Yani vasiyeti yapıldığı andan itibaren ortadan kaldırır. Vasiyetnamenin iptali davası açmayan kişiler yönünden hüküm ve sonuç doğurmaz, sadece davanın taraflarını bağlar. Vasiyetnamenin iptali davası tasarrufun bir bölümüne yönelik açıldıysa, vasiyetnamenin iptali davası açılmayan bölümler yönünden hüküm ve sonuç doğurmaya devam eder.
MURAT ALTINDERE
0 notes
Text
Simsarlık ( Tellallık ) Sözleşmesi Nasıl Yapılır?
Tumblr media
Simsar, ücret karşılığında , bir sözleşmeye aracılık eden veya o sözleşmeyi yapma olanağı sağlayan kimsedir. Simsarlık sözleşmesi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’ nun 520-525. Maddeleri arsında düzenlenmiştir. TBK madde 520 simsarlık sözleşmesinin tanımını yapmış ve “Simsarlık sözleşmesi, simsarın taraflar arasında bir sözleşme kurulması imkanının hazırlanmasını veya kurulmasına aracılık etmeyi üstlendiği ve bu sözleşmenin kurulması halinde ücrete hak kazandığı sözleşmedir.” şeklinde bahsetmiştir. Bu tanımdan da anlaşılabileceği üzere kanun simsarlığı 2 farklı türe ayırmıştır. Öncelikle sözleşmenin kurulması imkanının hazırlanması faaliyetini işaret ederek “fırsat gösterici simsar”lığı sonrasındaysa bir sözleşmenin kurulmasına aracılık etme faaliyetiyle de “aracı simsar”ı tanımlamıştır. Fırsat gösterici simsarın asıl sözleşmenin taraflarını buluşturma, anlaştırma gibi bir borcu bulunmazken aracı simsar asıl sözleşme taraflarını anlaştırdığı durumda görevini tamamlamış olacaktır.
Eski 6762 satılı Türk Ticaret Kanununda “ticari tellallık” kavramına yer verilmişken yeni 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda böyle bir kavramdan bahsedilmemiştir. Bu durumda taraflar ister tacir olsun ister tacir olmasın uygulanacak hüküm Türk Borçlar Kanunu 520-525 arasındaki ve ilgili maddelerdir.
Simsarlık Sözleşmesinin Unsurları
Yine TBK madde 520 incelendiğinde bu sözleşmenin unsurları şu şekilde olduğu belirlenecektir: A) Simsarlık sözleşmesinin tarafları olan simsar ve iş sahibi B) Asıl sözleşmenin kurulabilmesi için simsarın giriştiği aracılık faaliyeti C) Ücret D) İş sahibi ve simsarın aracılık ettiği kimsenin anlaşmaya varmış olması Bu unsurların zorunlu unsur olduğu, aksi durumda kurulmuş sözleşmenin simsarlık sözleşmesi olarak hüküm ifade etmeyeceği bir çok Yargıtay kararında da sabitlenmiştir.
Türk Borçlar Kanunu genel anlamıyla şekil serbestisinin benimsendiği bir kanundur. Simsarlık sözleşmesi de yine aksi kararlaştırılmadığı sürece yazılı yapılmak durumunda değildir. Fakat Türk Borçlar Kanunu simsarlık sözleşmesine getirdiği bu şekil serbestisine “taşınmaz simsarlığı”nı ayrı tutmakta ve adi yazılı şekil şartını şart koşmaktadır. Ayrıca taşınmaz simsarlığı sözleşmesinde her iki tarafında da imzasının bulunması gerekmekte, sözleşme simsarlık sözleşmesinin tüm unsurlarını kapsar nitelikte olmalıdır.
Simsarlık Sözleşmesinde Tarafların Hak ve Borçları
A-) Simsarın Hak ve Borçları
Simsarın öncelikli yükümlülüğü sözleşmenin konusu olan aracılık faaliyetini gerçekleştirmektir. Yapılan sözleşmenin türüne göre simsar ya tarafların buluşmasına yön verir ya da tarafları bizzat buluşturur. Bu faaliyeti gerçekleştirmek sözleşmeden doğan ücret hakkını alabilmesi için gerekli olan en önemli koşuldur. Simsarın aracılık faaliyetini gerçekleştirmesi ile de borcu sona erecektir.
Türk Borçlar Kanununun yine 520. Maddesinde söz konusu simsarlık sözleşmesine vekalete ilişkin hükümlerin uygulanacağı belirtilmiştir. Kanunun vekalete ilişkin hükümlerine bakıldığındaysa vekilin yani bu durumda simsarın iş sahinin talimatlarına uygun ifa borcu, iş sahibinin haklı menfaatlerini gözeterek yaptığı faaliyeti sadakat ve özenle yürütme borcu ve iş sahibinin istemi üzerine yaptığı faaliyetin hesabını verme borcu içerisindedir. Aksi takdirde iş sahibinin uğradığı zararlardan sorumluluğu doğacaktır.
Buna bağlı olarak ayrıca Türk Borçlar Kanununun 523. Maddesinde simsarın yürüttüğü faaliyet sırasında karşı tarafında faydasına göre davranır, karşı taraftan dürüstlük kuralına aykırı olarak ücret alırsa ve sadakat borcuna aykırı hareketlerde bulunursa sözleşmede belirlenen ücreti alamaz, yaptığı giderlere ilişkin hakkını da kaybeder.
Simsarın en asli hakkı ise yürüttüğü faaliyet sonrası ücret alma hakkıdır. Simsarlık sözleşmesi yapısı gereği ivazlı bir sözleşmedir. Sözleşmede açıkça belirtilmemişse dahi simsar faaliyetleri neticesinde bir ücret kazanacaktır, bu zorunludur. Türk Borçlar Kanununun 521. Maddesine göre simsar, yaptığı aracılık faaliyeti sonucunda iş sahibi ile aracılık ettiği kimse bir sözleşmeye varırsa ücrete hak kazanabilir. Ancak bunun aksi kararlaştırılabilir. Şöyle ki; simsarın faaliyetleri neticesinde bir sözleşme kurulamamış olsa dahi, simsar bu zamana kadar yaptığı faaliyetlerden dolayı kendisine bir ücret verilmesini sözleşmeye ekleyebilir.
MURAT ALTINDERE
Simsarlık sözleşmesinde simsara ödenecek ücret kararlaştırılmış olabilir. Böyle bir ücret kararlaştırılmamışsa tarifeye bakılır, böyle bir tarife yok ise mevcut mahalli teamüle göre belirlenir ve buna göre bir ücret ödenir. İş sahibi sözleşmede belirlenen simsarlık ücretinin aşırı bir ücret olduğunu düşünüyorsa hakimden bu ücretin hakkaniyete uygun şekilde indirilmesini talep edebilir.
Simsar, Türk Borçlar Kanunun 521. Maddesinin 3.fıkrasına göre sözleşmeyle belirlenmesi şartıyla faaliyeti sonucunda iş sahibi ile aracılık ettiği kişi bir anlaşmaya varamamışsa dahi yaptığı faaliyetin giderlerinin kendisine ödenmesini isteyebilir.
B-) İş sahibinin Hak ve Borçları
İş sahibi yukarıda da belirtildiği gibi simsarın sözleşmeye bağlı olarak gerçekleştirdiği aracılık faaliyeti neticesinde kazandığı ücreti ödemek zorundadır. Bunun haricinde sözleşmeyle birlikte simsarın faaliyet sonucu yaptığı giderlerin ödenmesi kararlaştırılmışsa da bu giderleri simsara ödemekle yükümlüdür.
Simsarlık sözleşmesi simsarın işi görmesiyle sona erer. Ayrıca simsarın ölmesi, ehliyetini kaybetmesi, iflas etmesi durumunda vekalet hükümleri uygulanacağından yine simsarlık sözleşmesi sona erecektir. Ayrıca simsar veya iş sahibi her iki taraf da sözleşmeyi her zaman tek taraflı olarak sona erdirebilirler. Ancak bu sona erdirme hakkaniyete uygun nitelikte değilse sözleşmeyi sonlandıran taraf diğer tarafın zararlarını karşılamakla yükümlü olacaktır.
Türk Borçlar Kanununun 146. Maddesine göre kanunda aksi belirtilmiş olmadıkça her alacak 10 yıllık zamanaşımına tabiidir. Devam maddesi 147. Maddesinin 5. Fıkrasında ise vekâlet, komisyon ve acentalık sözleşmelerinden, ticari simsarlık ücreti alacağı dışında, simsarlık sözleşmesinden doğan alacaklarda 5 yıllık zamanaşımı geçerli olacağı hüküm altına alınmıştır. Bu durumda simsarlık sözleşmesinden doğan alacaklarda 5 yıllık zamanaşımı bulunduğu sabittir.
MURAT ALTINDERE
0 notes
Text
Ticari Sır, Bankacılık Sırrı Veya Müşteri Sırrının Açıklanması Suçu (TCK 239)
Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması suçu, TCK’da Ekonomi, Sanayi ve Ticarete İlişkin Suçlar başlığı altında düzenlenmiştir.
Tumblr media
TCK 239. maddesinde düzenlenen bu suçun konusunu ‘ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgeler’ oluşturmaktadır. Ticari sır, bankacılık sırrı ve müşteri sırrı kavramlarının tanımı ilk kez Ticari Sır, Banka Sırrı ve Müşteri Sırrı Hakkında Kanun Tasarısı 2. maddede yapılmıştır ancak bu tasarı yasalaşamadığı için 2. maddede yapılan tanımlar esas alınmak üzere çeşitli yargı kararları ve doktrin ile bu kavramların sınırları belirlenmeye çalışılmaktadır.
TCK 239. maddede belirtilen suçun kapsamını belirleyebilmek adına öncelikle ticari sır, bankacılık sırrı ve müşteri sırrı kavramları incelemek daha yararlı olacaktır.
Ticari Sır Nedir?
Ticari sır, gerçek ya da tüzel kişi tacire, rakiplerine karşı ekonomik anlamda menfaat sağlayan, sır olarak saklanan ve gizli kalması için gerekli hukuki önlemlerin sahibi tarafından alındığı bilgi olarak tanımlanmaktadır.
Banka Sırrı Nedir?
Ticari Sır, Banka Sırrı ve Müşteri Sırrı Hakkında Kanun Tasarısı’ nda hangi bilgi ve belgelerin banka sırrı kapsamında yer aldığı sayılmıştır. Buna göre; bankanın mali, iktisadi, kredi ve nakit durumuna ilişkin bilgiler, müşteri potansiyeli, kredi toplama, yönetim esasları, diğer bankacılık faaliyetleri; risk pozisyonlarına ilişkin her türlü bilgi ve belgeler banka sırrı kapsamında yer alır. Görüldüğü üzere Tasarı’da elektronik ortamda tutulan kayıt ve veriler banka sırrı niteliğinde alınmamıştır. Ancak günümüzde gelişen teknolojiyle birlikte bilgi ve belgelerin büyük çoğunluğu elektronik ortamda kaydedilmektedir. Bu belgeleri koruma kapsamına dahil etmemek kanunun ruhuna uygun gözükmemektedir.
Bunların yanı sıra bankaların ticari kuruluş olmaları sebebiyle rakipleri tarafından bilinmemesi gereken kendi iç yapısına ilişkin bilgiler mevcuttur. Bu kapsamdaki bilgilerde bankanın mali nitelikteki bilgiler kadar önemlidir ve bankacılık sırrı kavramı içinde ele alınmaktadır.
Müşteri Sırrı Nedir?
5411 Sayılı Bankacılık Kanunu’ nun 4. maddesinde bankaların gerçekleştirebileceği faaliyetler sayılmıştır. Mevduat kabulü, katılım fonu kabulü, nakdi, gayrinakdi her cins ve surette kredi verme işlemleri, nakdi ve kaydi ödeme ve fon transferi işlemleri, muhabir bankacılık veya çek hesaplarının kullanılması dahil her türlü ödeme ve tahsilat işlemleri gibi bir çok işlem bu maddede sayılmıştır. Müşteri sırrı kavramının tanımı yapılırken bahsi geçen maddenin sınırlarından yararlanılmaktadır. Buna göre Bankacılık Kanunu’ nun 4. maddesinde sayılan bankacılık faaliyetleri kapsamında sunulan her türlü hizmet nedeniyle bankanın müşterilerine ait öğrendiği bilgiler ile müşteriye verilen hizmete ilişkin bilgileri müşteri sırrı olarak kabul edilmektedir.
Ticari Sır, Bankacılık Sırrı Veya Müşteri Sırrı Niteliğindeki Bilgi Veya Belgelerin Açıklanması Suçu
TCK 239. maddenin birinci fıkrasında yukarıda değindiğimiz ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin yetkisiz kişilere verilmesi suç olarak tanımlanmıştır. Suçun failinin bu bilgi veya belgelere ne şekilde vakıf olduğu suçun yaptırımı bakımından bir fark yaratmamaktadır.Buna göre, sıfat veya görevi, meslek veya sanatı gereği suça konu bilgi veya belgelere sahip olunması veya hukuka aykırı yollardan bu bilgi veya belgelerin elde edilmesi arasında TCK 239. maddede tanımlanan suçun faili bakımından bir fark gözetilmemiştir.
MURAT ALTINDERE
TCK 239. maddenin ilk fıkrasına konu suçun oluşabilmesi için suçun konusunu oluşturan bilgi ve belgelerin yetkisiz kişilere verilmesi veya ifşa edilmesi gerekmektedir. Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi ve belgelerin konumu itibariyle bilgi ve belgelere erişebilecek kişilere verilmesi halinde bu suç oluşmayacaktır. Bu durumda ilgili kanun maddesiyle korunmak istenen hukuki yarar ortadan kalkmaktadır.
Ticari Sır, Bankacılık Sırrı Veya Müşteri Sırrı Niteliğindeki Bilgi Veya Belgelerin Açıklanması Suçunun Cezası
Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması suçu şikayete bağlı bir suçtur. Şikayet üzerine bu suçun failleri bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.
TCK 239. maddenin ikinci fıkra fenni keşif ve buluşları veya sınai uygulamaya ilişkin bilgileri de birinci fıkranın kapsamına dahil etmiştir. Buna göre fenni keşif ve buluşları veya sınai uygulamaya ilişkin bilgileri yetkisiz kişilere açıklayan veya ifşa eden kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.
MURAT ALTINDERE
0 notes
Text
İnternet Vasıtasıyla İşlenen Hakaret Suçu Ve Ceza Davası
Tumblr media
Türk Ceza Kanunu’ nun 125-131 maddeleri arasında düzenlenmiş olan hakaret suçu; yüz yüze, sesli iletişim araçlarıyla, seslerin kaydedilmesiyle, görüntülü olarak, alenen yahut gıyaben veya basın yayın organları aracılığıyla işlenebildiği gibi internet vasıtasıyla da işlenebilmektedir.
MURAT ALTINDERE
Hakaret suçu kişinin şeref ve haysiyeti ile ilgili yapılan onur kırıcı ve aşağılayıcı söz ve içerikleri kapsamaktadır ve soruşturması ile kovuşturulması mağdurun şikayetine tabidir. Mağdurun söz konusu hakaretten haberi olmaması durumunda şikayete tabi suçlarda bulunan zamanaşımı süresi başlamamış kabul edilmelidir.
Günümüzde internet üzerinden işlenen hakaret suçu bakımından en sık rastlanılan türler arasında e-mail ile hakaret, sosyal paylaşım platformlarındaki(örneğin facebook,twitter vb.) üyelik hesapları kullanılarak hakaret, blog ve kişisel web siteleri üzerinden içerik ve haberler vasıtasıyla hakaret yer almaktadır.
Hakaret suçu bakımından mağdurun suç duyurusu ile başlayacak ceza yargılaması sürecinde suçu işlediği iddia edilen failin bulunması, failin meydana getirdiği fiilin suç unsuru taşıması ve söz konusu fiilin fail tarafından işlendiğinin ispat edilmesi gerekmektedir. İnternet aracılığıyla hakaret bakımından kimi zaman failin kim olduğu tespit edilememektedir. Ya da söz konusu haksız fiil olan hakaret eyleminin yer aldığı içerik yayından kaldırılmakta ve bazen de delil olarak kullanılması engellenmektedir.
Hakaret suçunu işlediği iddia edilen failin gerçek kimlik bilgileri ile söz konusu eylemi gerçekleştirmediği durumlarda sosyal medya ve internet mühendisliği çalışmaları neticesinde gerçek kimlik bilgilerine kimi zaman ulaşılabilmekte iken, Bilişim Hukuku bakımından IP tespiti, internet servis sağlayıcıları aracılığıyla kimlik tespiti ve emniyet teşkilatının bilişim departmanları ipucu elde edilmeye çalışılmaktadır.
MURAT ALTINDERE
Hakaret içeriği taşıyan eylemin suç unsuru taşıması durumunda ivedilikle içeriğin internet ortamından silinmesi ihtimali de göz önüme alınarak bilirkişi mütalaası alınmalıdır. İnternet üzerinde yer alan ve hukukçular tarafından kaleme alınmamış birçok yazıda internet çıktısı ile birlikte Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulması çağrısı yapılmaktadır. Oysa ki çıktının alınması ve suç duyurusunun yapılması süreci neticesinde kolluk kuvveti vasıtasıyla inceleme mecburidir. Ancak bu incelemenin bilişim büro tarafından yapılabilmesi için mutlak bir zamana ihtiyaç vardır. Peki bu aşamada içerik silindiği takdirde ne olacaktır? Suçun meydana geldiğini ispata yarayacak olan delillerin ortadan kalkmasını engellemek adına ivedilik özel bilirkişi mütalaasına yahut savcılıklarca atanacak bilirkişilere büyük görev düşmektedir. Zira ceza yargılamasında her türlü delilin kullanılabileceği varsayımında dahi doğrulanamayan bir internet çıktısının herhangi bir cezanın verilmesine yahut soruşturma aşamasının kovuşturma aşamasına dönüşmesine tek başına katkı sağlayabilmesi ve tek etken olabilmesi mümkün gözükmemektedir.
Cezai bir soruşturmada savcılıkça re’sen araştırma yapılmasına rağmen mağduriyetin giderilmesi ve delillerin hızlı bir biçimde toplanabilmesi adına şikayette bulunanın veya avukatının süreci takip etmesinde mutlak fayda vardır. Bu nedenle sadece savcılık kanalıyla şikayette bulunulmakla yetinilmemeli, delillerin toplanması ile ilgili taleplerde bulunulmalı ve süreç takibi yapılmalıdır.
0 notes
Text
Şirketlere Web Sitesi ve Marka Tescili Zorunluluğu Getirildi
Tumblr media
İş dünyasını yakından ilgilendiren ve bir süre önce uygulamaya konulan yeni 'Türk Ticaret Kanunu' ile birlikte tüm şirketlerin web sitesi kurması ve marka tescilinde bulunması zorunlu hale getirildi. Marka ve Patent Uzmanı Murat Altındere, “Sadece web sitesi kurmak yetmiyor ayrıca içeriği yasanın aradığı şartlara uygun hale getirmek de gerekiyor” dedi.
Marka ve Patent Uzmanı Murat Altındere, iş dünyasını yakından ilgilendiren ve bir süre önce uygulamaya konulan yeni 'Türk Ticaret Kanunu' ile birlikte artık tüm şirketlerin web sitesi kurma ve marka tescilinde bulunmasının zorunlu hale getirildiğini söyledi. Aynı zamanda da avukat olan Altındere, 'Türk Ticaret Kanunu'nun neleri zorunlu hale getirdiğiyle ilgili olarak açıklamalarda bulundu. 14 Şubat 2011 tarihi itibariyle Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren kanunla birlikte iş dünyasında oldukça önemli değişikliklere gidildiğini vurgulayan Altındere, sermaye şirketleri için elektronik işlemler ve bilgi toplumu hizmetlerine yönelik önemli ve yaptırım getiren düzenlemelere yer verildiğini anlattı. Türk Ticaret Kanunu'nun 'internet sitesi' kenar başlıklı 1524. maddenin ilk fıkrasında; “Her sermaye şirketinin, bir internet sitesi açmaya mecbur olduğu” ifadesinin yer aldığına dikkat çeken Altındere, buna göre anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin bir internet sitesi açmaları gerektiğini kaydetti.
İnternet sitesi zorunluluğunun, söz konusu kanunun yürürlük tarihinden itibaren bir yıl sonra yürürlüğe gireceğini ifade eden Altındere, “Kanunun 1524. maddesinde öngörülen internet sitesini kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren 3 ay içinde oluşturmayan veya internet sitesi mevcut ise aynı süre içinde internet sitesinin bir bölümünü bilgi toplumu hizmetlerine özgülemeyen anonim şirket yönetim kurulu üyeleri, limited şirket müdürleri ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirkette yönetici olan komandite ortaklar 6 aya kadar hapis ve 100 günden 300 yüz güne kadar da adli para cezası verilecek” dedi. Yine aynı maddeye göre internet sitesine konulması gereken içeriği usulüne uygun bir şekilde koymayanlara da 3 aya kadar hapis ve 100 güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılacağını açıklayan Altındere, kanuna göre sadece web sitesi kurmanın yeterli olmadığını, ayrıca içeriğinin de belirtilen şartlara uygun hale getirilmesi gerektiğini söyledi. Türkiye'de alan adı verme konusunda yetkili ODTÜ bünyesindeki 'Nic.tr' verilerine de dikkat çeken Murat Altındere, 2011 yılı Ocak ayı sonu itibariyle Türkiye genelinde toplam 164 bin 238 'com.tr' uzantılı alan, bin 74 'net.tr' uzantılı alan adı bulunduğu bilgisini de verdi. Marka ve patent tescili konusunda Türkiye'deki tek yetkili kuruluşun; Türk Patent Enstitüsü olduğunu hatırlatan Altındere, bu kurumun verilerine göre de 2010 yılı itibariyle ortalama 250 bin şirketin marka tescili ve başvurusu olduğunu dile getirdi. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) verilerine işaret eden Altındere, buna göre ülke genelindeki oda ve borsalara çeşitli büyüklüklerde ve bütün sektörlerden bir milyon 250 binin üzerinde firma kayıtlı olduğunu vurguladı. Altındere, “Hali hazırda ise sadece 250 bin şirketin web sitesi ve buna bağlı marka tescili söz konusu. Böylelikle bir milyon şirketin web sitesi ve marka tescili bulunmuyor ve bu kadar sayıda şirketin yeni yasaya göre web sitesi kurması ve bunun için de markasını Türk Patent Enstitüsü nezdinde tescil ettirmesi gerekiyor. Marka tescili zorunluluğu da, web sitesi kuruluşunda şirketlerden istenen ilk belgelerin başında marka tescil evrakı olmasından kaynaklanıyor. Şirket yöneticileri açısından hapis cezası yaptırımı dahi getiren bu yeni düzenlemeler konusunda işin uzmanları ile kapsamlı bir inceleme ve uyarlama sürecine girmek kaçınılmaz olmuştur” ifadesini kullandı.
pratikhaber
0 notes
Text
HUDER Mersin Şube Başkan Yardımcısı Altındere:
Tumblr media
Hukuki Araştırmalar Derneği (HUDER) Mersin Şube Başkan Yardımcısı Murat Altındere, "HUDER Mersin olarak incelemiş olduğumuz anayasa değişiklik paketine, hukukçu gözüyle bakarak, hukukçu kimliğimizle 16 Nisan'daki referandumda 'evet' oyu vereceğiz." dedi.
Altındere, Şube Başkanı Kürşat Doğan ve dernek yöneticisi Hibe Gökalp ile dernek binasında düzenlediği basın toplantısında, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle güçlenen millet iradesinin egemen kılınmasından yana olduklarını söyledi.
Demokrasinin teminat altına alınması ve milletin himayesine verilmesini istediklerini belirten Altındere, şöyle konuştu:
"15 Temmuz sürecini ve tankların bir kez daha sokaklarda gezmemesi ve bize halkımıza ait olan uçakların bir kez daha bizlere ateş etmemesi için, son dönemde görevleri meslektaşlarınının haklarını ve menfaatlerini korumak olan ve bağımsız ve tarafsız olmaları gerekirken tarafgir davranarak sözde tüm avukatları temsil ettiğini beyan eden bazı barolar ve barolar birliğinin aksine HUDER Mersin olarak incelemiş olduğumuz anayasa değişiklik paketine, hukukçu gözüyle bakarak, hukukçu kimliğimizle 16 Nisan'daki referandumda 'evet' oyu vereceğiz."
Kürşat Doğan ise, dernekle ilgili yaptığı bilgilendirmede, 1 yıldır faaliyet gösterdiklerini söyledi.
Derneğin amacı hakkında da konuşan Doğan, "Amacımız, bir dernek olarak teşkilatlanmasını işaret eden iradelerin, önderlerinin niyet ve inançlarından asla ödün vermeden, milletimizin milli değerlerinden hasıl olmuş ilke ve değerleri savunmak, üyelerinin sosyal ve mesleki sahada yardımlaşma ve dayanışmalarını sağlamak, mesleki bilgi, gelenek ve kültürlerini artırmak ve genel anlamda sağlıklı ve istikrarlı bir hukuk düzenini temin etmektir." ifadelerini kullandı.
AA
0 notes
Text
Murat Altındere: Gençler bizim en büyük zenginliğimizdir
Tumblr media
Avukat Murat Altındere 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla bir mesaj yayınladı
Türkiye Cumhuriyeti'nin en büyük zenginliğinin gençler olduğunun altını çizen Avukat Altındere; 'Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları başta olmak üzere Milletimizin inanç ve kararlılığıyla, 19 Mayıs 1919'da Samsun'dan başlayan bağımsızlık ve kurtuluş mücadelemizin sembolü olan bu günün, Türkiye Cumhuriyetinin teminatı değerli gençlerimize armağan edilmesi, son derece anlamlıdır. Bizlerin de dünyadaki ilerleme yarışında ülkemizin en büyük güvencesi ve milletimizin en büyük zenginliği gençlerimize olan inancı ve güveni tamdır. Bu değerli emaneti sonsuza kadar yaşatmak ve korumak da hepimizin görevidir. Gençlerimizin geleceğe emin adımlarla ve toplumsal faydalarımızı dikkate alarak, ailesine ve ülkesine yararlı fertler olarak, yetişmeleri en büyük arzumuzdur. Türk milletinin bütün fertleri bu konuda gençlerimize güvenerek, geleceğe umutla bakmaktadır. Bu duygu ve düşüncelerle Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları başta olmak üzere, Hain FETÖ'nün darbe girişiminde gözlerini kırpmadan vatanı için ebediyete yürüyen kardeşlerimizi ve tüm şehitlerimizi saygı, minnet ve şükranla anıyorum' dedi
Çukurova Express
0 notes