'zamanın tüketmediği şeyleri arayan kişinin şekil şekil zırvalıkları'
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Rüya.
Kulaklığım düştüğünde bulup geri takıyorum, şarkı kaldığı yerden devam ediyor.
bağıra bağıra BEN BURADAYIM VE HALA YAŞIYORUM demek istiyorum.
bin çeşit kaygı var çevreme. özgürlükler haklar ve bin çeşit komiklik eşzamanlı yankılanıyor dört bir yandan.
hükümet bireyden üstün değildir.
hayalimde toplayıp bavulumu gidiyorum. vardığım yerin hiçbir önemi yokmuş gibi ama hep biri var. beni havaalanından alıyor. çabuk varmak için uçakla gitmişim çünkü.
bol yeşillikli bir yoldan gidiyoruz. hiç konuşmuyoruz. hiçbir soru sormuyor. upuzun bir yol. sadece camdan bakıyorum. her cevabımı biliyor gibi, hiçbir cevabı merak etmiyor. vardığımız yerde tekerlekli bavulumu sürüklüyorum sessizce. kendime ait odama tıkır tıkır götürüyorum.
üstümü değiştiriyorum çünkü yoldan gelmek bunu gerektirir. başka bir çeşit bilmişlik. bir çeşit merdivenden gerçek hayata iniyorum. yine aynı sessiz yüz benimle birlikle yürüyor. bir kedinin koşturma ihtiyacının aksine sakin sakin bana eşlik ediyor. ağızlarımızdan bir kelime bile çıkmamış.
zamanın ötesinde yürüyoruz. ne giydiğimin bir önemi yok. hayat düşündüğümüzden daha kolaymış gibi adımlarımız kendi kendine gidiyor.
elim istemsizce telefonumu arıyor, ceplerimde bulamayınca gizlice seviniyorum.
içimden ay ışığını beklemenin umudunu yaşayacakmış gibiyken, ‘bir dakika’ diyor gözlerim ve birden upuzun bir günüm olduğuna seviniyorum.
yürümekten nefret eden biri değilmiş gibi öyle e sessiz sessiz yürüyorum. yürüyoruz.
bir göl kenarında duruyoruz. sadece güneşin su üstünde yansımasına bakıp anlamsız bir şekilde gülümsüyorum.
o zaman ilk defa bir ses duyuyorum.
‘Bitti mi?’
-Hayır, diyorum.
5 notes
·
View notes
Text
The Notebook izlerken, playlistindeki hiçbir şarkının hissettiklerini zerre kadar yansıtamadığına ağlamak.
Yazmak için sarhoş olma gereksinimi ne zaman başladı hatırlamıyorum. Yeterince sarhoş olabilseydim yazmayı tercih eder miydim de başka bir soru işareti.
Her geçen gün, coğrafyanın kaderi gibi ‘ben o olabilirdim’ ihtimalleriyle geçiyor. Şükretmek gibi de değil üstelik. Kıskanmak gibi de değil.
Bazen muhtemelen benden içten içe nefret eden en yakın arkadaşımı özlüyorum.
Yaşımın getirdiği ve yeni anlamlandırdığım durduk yere ağrılarım, kendimi bir yerlere kapatıp sonsuza kadar uyuma isteğim, asla yetmeyeceğimi ve başaramayacağımı düşündüğüm -ve hatta ne başarmak istediğimi bile bilmediğim- Kocaman bir dünya, tanıdığım ve tanımadığım her insana günden güne büyüyen öfkem, samimiyetsizliğe kalbimde attığım kocaman bir çarpı, aynı zamanda politik doğruculuk üstüne günlük hayatımda taktığım kocaman bir gülümseme.
bazılarının sahip olduğu bazı imkanları bazılarına sunabilmek istiyorum. ve hayatımı bir daha öyle denemek.
terapistine ne kadar da mutlu olduğunu göstermenin derdine düşmüş bir düşkün gibiyim. ‘düşkün’ kendini bir şeye aşırı olarak vermiş, bağlanmış olan demekmiş. kendimi neyin düşkünüyüm diye sorarken buluyorum, olmamam mümkün değil çünkü. Cevabım ‘muazzam bir boşluk’ oluyor.
Ölmekten daha çok var olmakla ilgili kaygılarım var. Kendime neyi doğru yaptığımdan ziyade genelde neyi yanlış yapmış olabileceğimi hatırlatıp, hatta bazen aklına bile gelmediğim kişininin bu satırları okuyabileceğine sevinirim. Kendimi uyarırım sonra, ‘kendin için yaz’ diye.
‘Kimseye benzeme’ , ‘en doğru cevap sen ol’, ‘en mutlu sen ol’.
Biliyorum ki hiçbiri mümkün değil. En sevdiğin şarkı bile en sevdiğin birkaç şarkının karışımı bir şey.
İnsan bir sınırı geçince en çok bir şarkıyı bile sevemiyor.
Mesela ben en çok, böyle sakin sakin giderken birden aşırı yükselen, ya da aşırı öfkelenen, ne bileyim her şeyi birden kusan şarkıları seviyorum artık gizli gizli.
Kimsenin spotifyda ne dinlediğine bakmıyorum. Bunun sürekli karakter tanımlayamayacağını bilecek kadar büyüdüğüm için üzülüyorum.
Bir şeyler hissetmek için alkole ihtiyaç duymamalıyım diye düşünüp, içmiyorum.
Sonra bir gün, dünyayı unutacak kadar içesim geliyor.
Hiç beklemediğim bir şekilde evlenmişim. Doğru bir şeyler seçmişim. Hiç sahip olmak istemediğim ama şu an asla onsuz güne başlamak istemediğim bir kedim var. Bana tarif edemeyeceğim bir umut ve güç veren bir kedi. Sağlıklı kahvaltı nasıl yapılır’ı öğrenmeye çalışıyorum, kahvaltı bilmeyen, kahveyi bile hayatına yeni katmış biri olarak.
Asla kaybettiklerimde boğulmak istemiyorum ama böyle anlarda paralel çizgideki hayatıma bir kapı açıp, sıcacık bir kucağa kıvrılıp uyumak istiyorum.
Bir yerlere yetmeye çalışmadığım, bir şeyleri durduk yere zaten anlamlı bulduğum, kafamı koyduğumda bebekler gibi uyuyabildiğim bir yerin varlığına sadece yeterince sarhoşken inanmam biraz üzücü.
Üçüncü şişe şarabı açarken yeterince iyi bir şarkı olmadığını düşünüyorum.
Zevklerim yok. İnsanlarım yok. Düşüncelerim var ama hayatım gözden kaybolmuş gibi. Planlanamayacak bir şey olduğunu düşünmek istiyorum beddua almamış gibi.
Zehra ile arkadaş olup içip ağlamak istiyorum mesela. Arkadaş değilsek içmek de ağlamak da istemem.
Çok güçlü bir duygu hissedemediğim için bir hayal kırıklığı hissediyorum.
Kimsenin olmadığı bir tepede, beni nefret edecek kadar çok seven birinin elini tutarak, sonsuza bir çığlık atmak istiyorum.
0 notes
Text
artık hakkımızın olmadıklarını özlemek.
elimizle kenara koyduğumuz anılara ağlamak.
yemek yaparken tencerelere bomboş bakmak.
toz hardal.
psikolojik bir kızarmış tavuk kokusu.
damla çikolatalı pancake özlemi.
tansiyon aletinde aritmi işareti.
katlanmamış çamaşırlar.
mutlu etmesi gereken müzik.
izlemek istemediğim Kore dizileri.
kutu kutu epoxy.
dikemediğim kostümler.
gülemediğim mizah sayfaları.
birbirinden uzak kalmış cute kediler.
binlerce izlenmemiş kedi videosu.
hakkım olmayan gözyaşları.
ölünce badem gözlü olan kör.
güneşe bakınca, bir de ağlayınca yeşil olan gözlerim.
stresten çıkan yaralar.
sonsuza kadar izi kalacak yaralar.
hakkım olmayan bir pişmanlık hissi.
neremize sokacağımızı bilemediğimiz fotoğraflar.
olmayacak penguen buluşmaları.
ihtimaller.
olasılığı kalmamış şeyler.
olası kalmamış bir şeyler.
küçük küçük çiçek fotoğrafları.
çiçekmiş gülümsemesi.
son bir kez sarılamayacak kadar güçsüzlük.
çaresizlik.
özlem.
artık hakkımızın olmadıklarına ağlamak.
artık hakkımızın olmadıklarını hep özlemek.
0 notes
Text
Yıllar su gibi geçiyor. Geriye dönüp baktığımda pişmanlık hissetmeyeceğim, mutlu olacağım, belki biraz da gurur duyacağım bir hayat yaşamak istemiştim.
Çok basit bir hayal gibiydi.
Bazen hala istiyorum.
Rüya görmediğim geceler gibi geçmeye başladı günler.
İnsanlar gerçekten kötü doğuyor olabilir mi?
Bütün bu saçmalıklar içinde yaşamayı öğrenip, anlamlı anılar yaratmak gerçekten mümkün mü?
Yaşlanan insanlar gibi anılarımı unutmaya başladım. Teker teker. Sadece nasıl hissettiğimi hatırlıyorum. Garip. Tam tersi olmasını beklerdim.
Üzdüğüm insanlar kadar mıyım? Peki ya mutlu ettiklerim? Ya da hiçbiri miyim? Kendim kadar. Kendime yetecek kadar.
Ne kadarım yeter?
Bu kadar?
Sanki çok seçme şansımız oluyormuş gibi hayattaki ihtimallerimi düşünüyorum. Sonra sahilde mısır satan çocuğun ihtimallerini düşünüyorum. Sonra yeni doğacak bir bebeğin ihtimallerini. Birbirlerinden ne kadar uzaklar.
İzmir kocaman bir kasaba. İnsanları mahalle bakkalından son dedikoduları öğrenip, çaya davet ettiklerinde birbirlerinin yüzüne gülen riyakarlar. Az gelişmiş. Çok geliştiğine inanan. Çok konuşan. Bomboş konuşan.
Rutinlere alıştıkça günden güne yapraklarımın koptuğunu hissediyorum. Merak ettiklerim, arzu duyduklarım, özlediklerim günden güne azalıyor.
Tek bir zaman dilimine ait anıları kafamda oynatıp duruyorum. Koltukta uzanmış gülüyorum. Yoko oluyorum ve iltifat gibi. Müzikler çalıyor. Kitap cümleleri uçuşuyor. Çok basit. Unutmak istemediğim bir melodi gibi, düşünürken dans ediyorum. Parkta hiç giymediğim elbisemin eteklerinden tutup, kendi etrafımda dönüyorum. Harika bir melodi. Tekrar ediyor.
Tekrar... Tekrar...
Uçabiliyorum.
Yudum yudum sızdığım günleri hatırlıyorum. Çok kızgınım, günler su gibi akıyor. Ters yöne yüzüyorum.
Umut etmek için bir amaca ihtiyacım var mı?
Bir gün her anıma gülümseyebileceğim. Kaybetmeden değerini anlamaya çalıştığım her şeyi bir şekilde bozmak istemiyorum.
Kendi dışımızda ne çok şey oluyor. Bilgi çöplüğü. Eve hapsolmuşluğun yarattığı endişe. İzlediğim ‘yaşayan’ insanlar. Başaran insanlar. Hep savaşan insanlar. Bambaşka insanlar.
Sarılabilecek miyim?
Tüm acıyan yerlere üfleyip, sarılmak istiyorum.
Kim olduğumu hatırlamak istiyorum.
Yaşamalıyım. -Hissedebilmek için.
Konserlere gitmek istiyorum.
Yaşamalıyım. -Sevebilmek için.
Ülkeler görmek istiyorum.
Yaşamalıyım. -Ağlayabilmek için.
Hiç olmamış elbisemin eteklerini tutarak hayalimde dans ediyorum.
Yaşamalıyım.
Kendim için.
0 notes
Text
geçmiş. gelecek.
defalarca başa sardığım şarkı mideme öyle bir oturuyor ki şu an..
kabul etmek istmediğim her bi duygumu tek tek yutturuyor.
hadi biraz bencillik oynayalım. bu kadar gevşek, bu kadar rahat, sonra biraz hissiz ve ne geçip giderse gitsin sonunda sinirli.
nasıl, güzel oyun değil mi?
kalbimden aklımdan geçen her şeyden bihaber bi yabancı için ne çok şeyi düşünüyorum.
ne peki bu? adanmışlık sendromu belki?
beni dünyayla bağlayan her küçük parçayı yerle bir edecek kadar beni değersiz hissettirecek birine adanmışlık sendromu.
akıllanmıyorum ki hiç akıllanamıyorum.
izlemişim tüm o amerikan romantik komedi çöplerini, bridget jones günlüklerini, carrie bradshaw tecrübelerini, bir big gelir, dünyam döner gibi tutunuyorum her saçma fikre, duyguya. dönüyor da dünya, tepetaklak oluyor.
aptal mısın?
6 sezon aldı adamın ‘the one’ saçmalığına inandığını söylemesi. sonra da kendi düğününden kaçtı. böyle saçmalıklarla uğraşacak kaç tane 10 senem var ki? önümdeki seneye bile gözlerim tam açık değil. insan hayatı kararlar alıp uygulamaya koyup sonra yeni kararlar almaktan ibaret mi?
dönüp dönüp neyi nasıl değiştirebiliriz diyoruz?
aman allahım ne kadar da bu şehirden mutlu değiliz.
ne kadar da yalnız kalmaya ihtiyacımız var.
ama ne kadar da yalnızız.
öyle ki,
bütün bunlara ihtiyacım yok.
bir bebek büyütmeye ihtiyacım yok. bir bebek doğurmaya da ihtiyacım yok.
artık bunlara katlanamıyorum.
sadece ve sadece sakin, mutlu olmak istiyorum.
başlarım sıfatlara da sorunlara da başlangıçlara da bitişlere de. hissetmeyeceğim.
hiçbir şey hissetmeyeceğim.
bir daha asla güçsüz hissetmeyeceğim.
7 Oct 2018
0 notes
Text
yelkovan gibi.
birilerine yetebilmek için hazırlanıyordum. yetişebilmem lazımdı ama sürekli geriye dönüp duruyordum.
kapat gözlerini. arkanda hiçbir şey yok.
bütün o anlattığın zırvalıkları bırak işte.
kalabalıktan beynim patlıyordu.
gitmiyor işte bütün o kişiler, anılar..
ömrüm.
tekrar tekrar yaşıyorum.
ki ben yaşamak bile istemiyorum.
bu ruju kesin çok beğenirdi. dudaklarımı göstermiyor.
aynı anlamsız şarkı tekrar tekrar çalıyor. içime içime çalıyor. gözyaşlarım hiçliğe akıyor.
geceleri uyuyorum.
ne kadar garip.
gündüzleri bir sürü kelimeyle geçiyor. kulaklarımı kapatmak istiyorum.
bu kalabalık ödümü patlatıyor.
çocuklar çok masumlar. her gün nasıl olduğumu soruyorlar. gözlerimden en çok onlar anlıyor da işte,
gülümsüyorum.
dünyalar çok çabuk kirleniyor.
hepsinden nefret ediyorum.
kendimi de görmek istemiyorum.
korkuyorum.
hep aynı konuda söz veriyorum da,
yine tutamıyorum.
aynı melodi, tekrar tekrar, içimi temizliyor.
ağlasam düzelecek gibi.
ama biliyorum ki gözyaşlarım boşuna akıyor.
bu boşluğu ne doldurur?
bütün bu doluluk mu boş hissettiriyor?
aptal aptal soruları dinliyorum.
anlamsız cümleleri duyuyorum.
bakıyorum da yine birileri kendisini keşfediyor.
boğuluyorum.
0 notes
Text
ulaşabileceğin yerde bırakmak.
biraz fazla güldüğünde önemsediğin hiçbir şey olmadığını düşünüyorlar. halbuki ne kadar acıdıysan o kadar çok gülebiliyorsun.
bazı duyguları eşzamanlı öğreniyor insan ve farkında bile olmuyor. gerçekten sevmeden önce kimseden nefret etmeyi bilmiyor mesela. ya da o huzuru hayatının her karesinde hissetmeden, özümseyemediği normalliğini huzursuzluk sanıyor. canını çok acıtmamışlarsa kimsenin canını yakmıyor. hani kitaptaki cümle gibi -hiçbir kötülüğü tanımadan, hiçbir kötülükten korkmayı bilmiyor kimse.
gülmek de böyle bir şey. o kadar üzülmemişsen, hiçbir gülüşün o kadar içten olmuyor.
‘Ne güzel gülüşün var!’ diyorlar. Sahi beni güldürenler mi öğretti sanki bana gülmeyi?
kendilerinin mutlusu görünce, her şeyin nasıl darmadağın olduğu kocaman kapkalın perdelerle otomatik gizleniyor.
öyle canım yanıyor ki. sevdiğim her şeyi kaybediyorum. bir bir. sevdiğim herkesi kaybediyorum.
‘kendinin bu kadar farkında olmak’ demek hem kendinde hem de çevrende gerçekleşen ufacık değişimleri bile hemencik fark edebilmek demek.
bu biraz birdenbire süper işitme gücü kazanmak gibi bir şey. alışamadan önce kulakların güzelce bir acıyor. kulağını kapatma ihtiyacı hissediyorsun.
her şeyin her zaman değiştiğini bilmeyecek kadar aptal değilim. hayattan beklediğim ise asla sabitlik olmadı. ama bu gözümün önünde apaçık, kulağımı yakan değişimleri göz ardı edebileceğim anlamına gelmiyor.
onlar kendilerini anlamazken, ben onları anlıyorum. onlar kendilerini bilmezken, ben değişmeden hemen önceki ciğerlerini biliyorum. onlar daha kendilerini kabullenemezken, ben kocaman kollarımı açıyorum.
ama insanlık ya hani, ne zaman kalbimi de açsam, önce ordan inciniyorum.
her şey darmadağın, kalbim sakin kalsın istiyorum. biliyor musun her sabah deli gibi atıyor bu ara. o güneş doğarken, heyecanla beklediğim yeni gün daha başlamadan ızdıraba dönüşüyor.
biliyor musun bazen görememek çok gururuma dokunuyor. böyle büyük değişilmez diyorum. ben gülünce, görüyorum sanıyorlar. oysa sadece gözlerim daha çok acımasın diye ağlamıyorum.
'neden bu kadar sinirlisin bu ara?’ diyorlar. sanki her şeyi elimden bir bir almak için ekstra özenli çalışan hayata garezim olamazmış gibi.
'nefes alamıyorum’ dediğimde 'sigara içmeseydin böyle olmazdı’ diyorlar. bunu bari bana bıraksınlar istiyorum, anlamıyorlar.
gözlerimin içi gülüyormuş. dışına da ben gülüyorum. sizi eskisi gibi görmüyorlar.
bir rakı sofrası kursam diyorum şimdi, bir elimin parmakları kadar sandalye koymam. bir parmağım kadar belki. rakıya üç parmağım, rakıya dört parmağım, rakıya beş parmak konmaz.
bir film seçsem şimdi, oturup kendim izlerim. belki kimse umrumda olmaz.
artık öyle bir yolculuğa çıkarsam, geri döneceğim kimse kalmaz.
0 notes
Text
its ok to eat fish cause they don't have any feelings.
hiçbir şarkı içimdekileri yansıtamıyor. kimsenin arkaplanı yok.
hala tanımlanmamış duygular var olmalıydı. verdikleri duygusuzluk hissiyle bütünleşik şekilde.
artık yazdıklarımız hep çöp oluyor. uzay boşluğuna fırlatır gibi salıyoruz internete. tüm kelimelerimiz uçup gidiyor. güya sonsuzlukta unutulmuyormuş.
bakıyorsun hepsi kaybolup gitmiş.
yazdığım kartı hatırlıyorum. insanlar kartlara yeterince değer vermiyor.
bir insan duygusuz taklidi yapabilir mi? daha da önemlisi, şimdiye kadar bütün duygularını taklit etmiş olabilir mi?
hep bir varoluşsal sorgulama.
o ise yaşayıp gidiyor. dümdüz.
hiç zarar, hiç ziyan yok. sadece yaşadığı kadar.
imreniyorum. çünkü önemsemiyor gibi yapmak benim çok enerjimi alıyor. oysa ben kalp atışını önemsiyorum. bazen hızlı atıyor.
tansiyonum senin aksine hep düşük. heyecanım mı az, gerilimim mi acaba? kelimelerle ne kolay oynanıyor.
senin için her şeyi yapacağım kadar hissettirmeni isterdim. içimdeki bütün hata yapma korkusunu alıp bodoslama aşık etmeni isterdim. her şeyimle. bir kez daha yenilmeyi göze alabilmek isterdim.
şimdi arkama bile bakmadan kaçıyorum.
sana yakın olmayayım bak aynı şehre bile gelmiyorum.
güzel güzel inanıyordum. neden bozuyorsun? mutlu musun? seni özleyemiyorum.
yalan söyledim. hiç de rahatlamış hissetmiyorum. küçük düşemezdim ya! gurur kasıyorum.
+5 gurur points yüklendim. kendi başıma bunu kutluyorum.
nesquik kaşıkla yenmez olur mu? insanlar güzel şeylerin tadını nasıl çıkaracağını unutmuş.
mesajlar geliyor. -tamam haftaiçi görüşürüz.
çıkmak istemiyorum. senden sonra her şey sahte geliyor.
’… aynı şeyleri söylemek isterdim, ama eskisi gibi değil. o zaman nasıl öyle hissetmişim anlayamıyorum.’
aşağı yukarı böyle şeyler.
beni acil bir durum içine sokuyorsun. haberin bile yok.
sana aşık hissetmeyi nasıl isterdim! peşinde koşmayı nasıl isterdim! içimi gördüğünü bilmeyi nasıl isterdim!
düşmüyorum. düşünemiyorum.
canım acıyor ama sana kızamıyorum.
yine yalan söyledim. arada biraz özlüyorum.
hala en sevdiğim kolyemden boncuklarım dökülüyor. toplayamıyorum. etrafı süpürüyorum süpürmesine ama kolyemi düzeltemiyorum. böyle kolyeyi de ben sevemiyorum.
kafamı karıştırıyorlar. kimseyi görmek istemiyorum.
0 notes
Text
aynı hayal dünyasında yaşayan bir grup insan.
Bir dizi izliyorum bu aralar. Dizideki kadının evi okyanusa bakıyor. Elinde kahvesi, sabahları okyanusun önünde duruyor. Belki de tüm hayatını gözden geçiriyor. Gelmişi, geçmişi, alışkanlıkları, belki de var olmaması gerektiğini bildiği pişmanlıkları. Ve bunu o uçsuz okyanusun karşısında, olabilecek en huzurlu şekilde yapıyor. Zaman zaman aklımda o sahne canlanıyor. Gözlerimi kapattığımda benim de elimde kahvem oluyor. Gözümün önünde beliren şey bazen okyanus olmuyor ama her seferinde yanımda diğer bir kahve bardağıyla sen oluyorsun. Beraber duruyoruz öylece. Hiçbir kelimenin dökülmesine gerek yok. Bana huzur duygusunu veren okyanus değil, senin yanında olmak oluyor. Başka bir filmde ise şöyle bir replik geçiyor: -Büyüdüğün evin artık senin evin olmadığını hissettiğin o anı bilirsin. Nedense birden bire o evin her yeri sana yabancı gelir. Göreceksin, bunu taşındıktan sonra yaşıyorsun. Bir gün her şey biter. Ve bir daha geri dönemeyeceğini hissedersin. Hiç var olmayan bir yer için ev özlemi çekersin. Belki de bu bir dönüm noktasıdır. Kendine ait bir yuva fikri yaratmadan, o duyguya asla kapılamazsın. Kendi çocukların için, kurduğun aile için. Bu bir döngü gibidir. Bilmiyorum ama o duyguyu özlüyorum. Belki de aile bundan ibarettir. Aynı hayal dünyasında yaşayan bir grup insan. O kadar uzun zamandır böyle bir duygunun özlemindeydim ki. Bu sahnenin screenshotlarını almıştım hoşuma gittiği için. Sonrasında senden o mesaj geldi: 'Yanındayken çekincesiz konuştuğumuz, başka rollere ihtiyaç duymadığımız kişiler, bütün dört duvar ve çatılardan daha çok evdir, evimizdir.' Gözlerim doldu çünkü ne hissettiğimden bile bahsetmemişken senden cevabını alabiliyordum. Ruh ikizi denileni insanlar aşkla bağdaştırıyorlar, halbuki böyle olmak zorunda değil diye konuşmuştuk. Böyle anlarda ruhumun seninle bağlantısını bir kez daha görmüş oluyorum. Doğum gününde yanında olamadım belki, bunun için üzgünüm. Ama doğduğun için, var olduğun için, her gün ayrı mutlu oluyorum ben. Yanında olamasam bile, orada olduğunu bilmek, her gün birlikte pasta üflememizden daha anlamlı geliyor bana. Hem zaten o son seferde getirmedikleri kurabiyelere dikerdim ben mumu, illa dikilecekse. 'İyi ki!' demekten bir saniye bile vazgeçmeyeceğim senin için. Kaç kilometre ötede, kalbim sıkıştığı zamanlarda senin iyi kalbini hatırlayıp öyle kendime gelebiliyorum ben. 'Her şey geçiyor, sakin ol.' diyorum. 'Yakında evimde olacağım.' Bu aralar Ankara'dan kalıcı olarak ayrılma fikriyle yüzleşiyorum. Beni rahatlatırken aynı zamanda delirten hiçbir şey olmamıştı böyle. İnan, seninle konuştuğumuzu düşünerek güçlü kalabiliyorum. Üzerimde nasıl bir etkin olduğunu, sana ne kadar değer verdiğimi kelimelerim anlatmaya yetebilir mi bilmiyorum. Seni gerçekten çok özlüyorum. Lütfen, her gününün ne kadar yorucu olsa da, yaşayacağımız, öğreneceğimiz, gülüp eğleneceğimiz gelecek günlerimiz için ufacık basamaklar olduğunu unutma. Hem o kadar güçlü hem de o kadar naifsin ki, bu bir insana verilebilecek en büyük armağan bence. Tadını çıkar. Fiziksel olarak orada bulunamasam da, kalbimin her zaman seninle olduğunu, seninle güçlendiğini ve senin mutluluğunu istediğini hissedeceksin. Seni tüm gerçekliklerden daha çok seviyorum. İyi ki varsın.
0 notes
Text
Zeus korkusundan Metis'i yiyordu.
Gülmek istediğin anılar, birden ağlatabilir bak bunu çok söylüyorum sakın unutma. Bir haftalık bir mutluluğun neresinden tutsan elinde kalıyor değil mi? Güya kendini tutamazmışsın. Bu kadar zor mu, inan aklım almıyor. Hep o izlediğimiz diziler gibiyim ben. Bazen umarsızlaşıyorum tabii. Bazen de en sevdiğim o roman gibi oluyorum, her hücremi sarmaşık gibi saran o pis gururun altına gizliyorum bütün duygularımı. Çok seviyorum beylik laflar etmeyi. Çok iyi biliyorum ya her şeyi! En iyi ben biliyorum! Bilmek en önemlisi diyorum ya her zaman, önemli olduğu kadar iyi gelmiyor işte bazen. Büyümüşüm, güçlenmişim ne güzel. İyi de ben zaten salamıyorum o kökleri ki! Dallarımı sardım üstüne pekala ama öyle narinler ki! Anlamıyorsun, köklerime bastın zannediyorsun. Ben hep iyi şeyleri umursamayı seçiyorum çünkü işte hep o meşhur mutluluk! Öyle iyi biliyorsun ki hepsinden farklıyım! Gülüyorum falan. Daha ilk seferinde, o diziyi başlattığında başımı omzuna koyuyorum. O kadar iyi biliyorsun ki! Bak ne kadar da farklıyım! Omzuna puzzle gibi oturuyorum, bak! Nereye götürsen oraya uyuyorum. En çok koynunda uyumayı seviyorum. Ah, bir bilsen bak nasıl kulağımı kapatmadan uyuyorum! Öyle ya, ben her şeyi biliyorum da sen hiçbir şeyi bilmiyorsun benimle ilgili. Hissettiklerin var tabii. Ama tutamazmışsın ya kendini. Kendimi tutamayıp gülüyorum. Duş alınırken diş fırçalayınca beşinci senemizi kutluyoruz sanki orası paralel evrende, öyle uzak. Dokunmadan daha yakındım. Şimdi öyle uzağım, bak! Hepsini unutmuşum, hepsinden kaçıyorum. Küçücüksün. Benim hissettiklerim yanında küçücüksün. O kadar büyük özlüyorum. Ama işte canım çok acımış ya hani, o kadar büyük oynayamıyorum. Bakıyorum biraz etrafa, canım dışarı çıkmak istemiyor hiç oysa ne güzel planlar yapmıştım vaktim kıymetli diye. Şimdi ajandamı açıp yazamıyorum. Bir yerlerime dokunmuşsun. Acıyorum. Ne güzel konuşuyorduk. Bak ben yine susuyorum. İstanbul kız kulesi demek değildir. İstanbul anlamlı bile değildir. İstanbul'daki hiçbir ev senin değildir. İstanbul'daki kimse gerçek arkadaşın değildir. Onca anlamı yüklediğin İstanbul değildir. Tuşuna bastığın okey masası güldürür tabii hatırladığında, kazıdığını tüm o kazı kazanlar... İçtiğin o İtalyan şarabını koklayışın. Kadehi döndürüşün.. Ton balıklı makarna. Yalancıktan aspava. Tüm o bakışmalar, öpüşüp koklaşmalar. Sus. Buram buram bir febreze kokusu burnundaki, başka bir şey değil. Onca anlamı yüklediğin şey bunlar değil. 'Gitmene hazır değilim.' -Şimdi hazır mısın? Güzel bir anı olmaya yetecek vaktimiz oldu mu? Söylesene? Şimdi gerçekten hazır mısın?
0 notes
Text
ne fark eder.
bütün hepsini bir hayale yüklemek kolaya kaçmak mıdır? -gülerken görememek de özür dilenmesi gereken bir şey olabilir. her şey bir yol ayrımına dönmese fena sayılmaz aslında şu anki halim. çünkü sonunda kaçınılmaz şekilde bilmediğim bir yolu seçiyorum. -düşünüp düşünüp nasıl olurdu acabacılık. ya herkes böyle mi yaşıyor? gerçekten, benim gibi mi düşünüyorlar ? seveyim mi istiyorlar? ne fark eder ki? yoksa ben sevince bu kadar güzel mi seviyorum? çok mu güzel acıtıyorum? çok mu içten canımı yaktırıyorum? öyle çok hayal kurmak istiyorum, sonra hepsi bulutlardaki şekiller oluyor, baktıkça değişiyor. ve dünya yine dönüyor. ve uyku. her sözcük bir an yakalatıyor. müzikler, belki birlikte izlenmemiş filmler, diziler hep yarım kalmışlık bırakıyor kıyında köşende. neden önemseyemiyorsun? neden kolay olandan kaçmaya çalışmak bile daha kolay geliyor? o kadar mı incindin? ya sahi diğer herkes mutlu mu o kadar? buna inanabiliyor musun? yoksa çektikleri fotoğraflara gülmeyi mi çok iyi beceriyorlar? baksana ben çok sakin gülümsüyorum :) gülücük gibi. şimdi bir şarkı dinliyorsun. çoktandır biliyorsun. her seferinde aynı çalıp, nasıl da bazen farklı hissettiriyor? herkesin birileriyle şarkıları var, sen kendininkileri hep saklıyor musun? söylesene böyle yaparak beni ne kadar görebiliyorsun? gözünü kapatınca ben de gidiyor muyum? bazen acıtmıyor. bak ciddi söylüyorum, hiç acıtmıyor. güldüğüm bir sürü anım var, bazen bu bile ağlatmaya yetebiliyor. nasıl bu kadar çabuk değişebiliyorum? yoksa ben Joel muyum, azıcık ilgi gösteren herkese aşık oluyorum. yok yok, sadece gözümde büyütüyorum. şüphen mi var? tabii ki en iyisini 'ben' biliyorum. o koltuğa oturacak kadar değer veriyorum bak. yine de kimseyi oturtmuyorum. acaba kandırılıyor muyum? o kadar da iyi biri değilim. bazen hepsini ölürken düşünüyorum. o zaman çok korkuyorum. biraz da rahatlıyorum. sonra ağlıyorum. içimden melodiler neden akmıyor? herkesin arka fonu konuştukça boşalıyor. sanki bir bir gömüyorlar da, benim dilim tutulunca sadece susabiliyorum. -sen bir dil olsan Latince olurdun. belki şu an bile yarım kalıyorsun. başka şarkıya bile geçemiyorum.
0 notes
Text
tanışmak.
Tüm derdim önce kendimi anlamak oldu. Zamanla kendimi anlatmak daha da önemli hale geldi. Büyüdükçe fark ettim ki, kendimi anlatmayı aslında kendimi anlamanın ilk adımı zannetmişim. Kendimle konuşarak bulamadığım her değerimi, başkalarıyla konuşurken bulduğuma inanmışım. Hayat o kadar da ince bir çizgi değil. Kendimize kalın kalın duvarlar örmek, sınırlar belirlemek günlük rutinimiz olmuş. İçimizi nerdeyse hiç tanımazken, kime göre, neye göre sınırlandırmışız ki kendimizi? Her insanla olan iletişimimizde kişiliğimiz bir parça da olsa değişmiş, bırak kendimizi tanımayı, 'onlara' sabit gözükmeyi ve hatta belki de birilerinin değerleriyle 'düzgün' görünmeyi bilmeden amaç bellemişiz. Sahi ne için yaşıyoruz, kimin için yaşıyoruz? Bizi biz yapan şeyleri neden 'belirlemeye' uğraşıyoruz. Önümüz yettiği kadar bir hayatken, 'acaba neyi nasıl severiz' sorusunu daha en başında onların değerleriyle sorarken, kim olduğumuzu nerden bilebiliriz ki?
0 notes
Text
eve götürmediğim o shot bardağı.
Tamamen geçmişten koptuğum gün olarak tarihe geçebilirdi.
O kadar güzel bir oyun izledim ki!
Kurabiyeli kafeyi özledim. Aslında daha çok bana anımsattığı ya da hissettirdiği arınmışlık ya da kabullenilmişlik duygusu belki de.
‘Bel bağlamak’ ne kadar da çirkin bir tabir. Anlamı kadar adı kötü olanlardan.
Tüm yüzeyselliklerden kaçarken en yüzeysel olanın en dibine düşmek. Bu kadar yüzeysel olanın derinliğine şaşırırken buluveriyorsun kendini.
Hiç bitiremediğimiz o film.
Hani sonunu merak ettiğin ama izlemezsen hayatında hiçbir şeyin, AMA HİÇBİR ŞEYİN, değişmeyeceğini bildiğin o film gibi.
Bazen bazı filmlerin sonunu görmemek seni her şeyden daha çok tatmin edip, gerçek dünyanın tam göbeğine bırakıveriyor.
Hatta sanırım bu, bütün izlediğin filmlerin sonuna bedel olabilecek kadar güzel bir şey.
Bakarken aslında öyle yoğun hissediyorum ki.
Yine!
Kaçmak istediğim her şey gibi.
Ama o kadar önümde ki!
Aslında kaçmıyorum bile!
Kaçmama bile gerek kalmayan bir şeyden uzak durmanın hissettirdiklerini ne kadar da özlemişim.
Öpüşmeyi bile bir anlık sevmek gibi.
İnsan sevmediği bir şeyi nasıl birdenbire sevebilir? Öyle değil mi?
Her şey ne kadar anlık oluyor.
Bir poker fişinin dönüşü… Bir biranın kapağının açılışı… Bir bardağın yuvasına yerleştirilişi… Gelişigüzel ağızdan çıkan cümleler…
Hepsi ne kadar da birdenbire oluveriyor.
Bir an.
Sadece tek bir an.
O ‘bir an’ için değişebilecek hayatlardan istiyorum.
Tutku istiyorum.
Belki de yoğun bir şekilde hissedebilmek istiyorum.
Öyle anları yaşamak için kendimi saniyelere kaptırmış gibiyim.
Benim burda ne işim var?
Sahi?
Benim burada gerçekten NE İŞİM VAR?
0 notes
Text
bale.
Farkında olmadan nasıl da ufak planlar yapıyor insan. Planlarına birilerini dahil ediyor ama o kimselerin haberi yok. Sonradan öğreniyor 'hayal kurmak'mış bunun adı aslında. Sanıyor ki hayalleri kadar yaşıyor. Kurdukça kuruyor. Planladıkları bozuluyor. Bozuldukça büyüyor. Büyüdükçe unutuyor. Unuttukça kendine geliyor. Kendine geldikçe yaşıyor. 'Yaşamak bu değilmiş!' diyor, sevdikleriyle aslında ne kadar anlaşamadığını fark edince. Anlamsız kavgaları, verilmeye çalışılan akılları düşünüyor. Kimse başkasının öğrettiği şekilde yaşamak istemiyor. -25 yaşında biri gibi davranmak nasıl bir şeydi acaba? Biraz çay demliyor, bir müzik açıyor.. Anlaşamam dediği kişilerin muhabbetine kaptırıyor kendisini. Aklına birilerini getirmeye çalışıyor, hayal kurmayı özlediğinden. Aklına getiriyor getirmesine de, kalbine giden yolu bir türlü bulamıyor. -Sahi, nereden geçmişti o yolu bilen? Ayaklarda yatan o bebeği düşünüyor, nasıl da masum! Nasıl da muhtaç! Uyusun da büyüsün derken, onun adına da hayal kuruyor. Çok iyi biliyor ki o da hayal kurarsa büyüyecek. Şarkılar değişiyor, demlikler bitiyor. İki tane bilet alıyor, ortalardan bi yerlerden. Yanında biri olsun istiyor. Birilerinin haberi yok ama o son kez şansını deniyor. Belki de son kez hayal kuruyor. Rüyalarına birileri girsin, gitmesinler istiyor. Geceleri düşü olan, sabahları düşündüğü birini istiyor. Aşkın kendisini her şeyden çok seviyor. İnanamıyor geleceğine ama yine de çok istiyor. Biletlerini saklıyor. Sormaya utanıyor. Çok yakmışlar canını, artık kendisi de birilerinin canını yakıyor. İstemiyor ama yine de yakıyor. Biletlerine bakıyor. -Saat de pek geç değil aslında. -Seni sevmeyen birini nasıl unutabilirsin? -Birinin seni bir gün çok seveceğini nerden bilebilirsin? -Sevgi için mesafe kat etmek kolay, peki ya sen kimin yanında, ne kadar kalabilirsin? Her şey mükemmel görünüyor. Işıkları kapatıyor ve son hayalini kuruyor. 'Kalbi mükemmeldi aslında' diyor. Koydaki yıldızları anımsayıp gülümsüyor. Aklına komik komik yakaladığı pokemonlar geliyor. Göğsündeki başını düşünüyor. Güzel güzel bir şeyler anlatıyor. -Denize pekala çıplak girilebilir. 'Gözlerin ne kadar da güzel bakıyor!' diyenlere içinden 'lensler güzel bakamaz' dediğini hatırlayıp kendi kendine kıkırdıyor. Tanışmayı çok istediği akrabalarıyla tanışamayacak olma sebebinin biletleri olduğunu fark edince daha çok gülüyor. -iki yol'u ilk ne zaman dinlemişti? -alice'ten önce mi sevmişti yoksa sonra mı? Fotoğraf makinası almak istiyor, çünkü anıları zamanla daha çok değerleniyor. En sevdikleri hiçbir zaman en sevdikleri kalamıyor. Yine gülüyor. Uzakları hiçbir zaman uzak duramıyor. Çok gülüyor. 'Keman çalmak, ütü yapmaktan kolaydır.' Bir tek o gülüyor. -Birine onu sevdiğini nasıl gösterirsin? -Tenin ne kadar da güzel, beyazmış. Tavuk gibi. Korkak bir tavuk gibi. Her şeyi bilen maskesini takıyor. Çünkü o maske hiç üzülmüyor. Kalbi kırılıyor kırılmasına da, kimseye göstermiyor. Paranın satın alamayacağı, kimsenin elinden çalamayacağı mutlulukları arıyor. Yazmadığı kargo notunu düşünüyor. Kendisine gelen nota gülümsüyor. Kartpostallar bu kadar ucuz olmamalıydı. Herkes onları değersiz sanıyor. İlk defa bir şarkısı yok hayatının arkaplanında çalan. Sadece zaman geçip gitsin istiyor. Uyuyor. Uyudukça büyüyor.
0 notes
Text
dağınık.
cümlelerimi toparlayamıyorum. anlattığım şeylerin pek bir önemi kalmamış da sadece konuşmaya ihtiyacım varmış gibi. kalbimi, en yakınlarıma bile anlatamıyorum. en eğlenceli yerlerde, en mutlu anılarda, en sevdiklerimle yine de eksik hissediyorum. çok yalnızmışım gibi. bütün gün yaptığım şeyleri anlatacak kimseye de ihtiyacım yok aslında. bunun için birkaç sayfa ve bir kalem pekala yetebilir. çok basit şeylerin özlemini çekiyorum. kalabalıklarla değil, sevdiğime sarılıp film izlemek istiyorum. ellerimiz tutuşsun, parklar yürüyelim mesela. gülelim çokça. sarılalım durup dururken. kimseyi önemsemeyelim, biz keyfimize bakalım, hepsine gülelim. birbirimize bir şeyler öğretelim, bir yerler gezelim. sarılıp uyuyalım gecelerce. kahvaltıda çayımız olsun. düşündüğümüz yarınlarımız değil, güzel anılarımız olsun. tutkuyla öpebilelim. dua gibi, dilek gibi. cümlelerimi bağlayabilecek gibi değilim. hepsini birden düşünüp, hiçbirini hissedemeyip, hiçbirini söyleyemediğim o anlardan birindeyim. kıskanabilmeyi bile biraz özlemiş olabilirim.
0 notes
Text
yelkenler.
Bakışlarından içini göremediğim insanlardan korkuyorum. Zaten her şey yeterince karmaşıkken, insanların yarattıkları sosyal medya profillerine bürünme çabaları beni ürkütmeye devam ediyordu. Hayır bu sefer olmasındı. Anlayamadığım insanlara tahammülüm kalmamıştı. Düşüncelerimi ertelemek beni bunaltıyor. Düşünmek de dibe batmanın ta kendisi gibi. Gelecek kaygıları, insanlar, yakınlar,uzaklar, gelenler, gitmişler.. Ve en kötüsü ise tabii ki beklentiler. Beklentiler en üst rafta yerini almış ışıl ışıl parlıyor ve 'beni al! beni iç! bana alış!' diyorlardı. Kendine yakışanı sevmeye çalışmanın ilk başlarında, her şey yanlışlıkla aldığın bir tohumu ekmek gibi aslında. En başta neden yanlışlıkla tohum ektiğine dair pek de bir fikrin yok ama işte öyle gelmiş ve suluyorsun, büyüyor yavaş yavaş. Acaba nasıl bir çiçek bu? Bu kadar konuşamadığım kimse olmamıştı. Konuşmadığım halde onu düşününce kimseden bu kadar etkilenmemiştim. Kimseyi bu kadar merak etmemiştim. Ne yapıyordu şimdi? Uyuyor muydu? Halbuki adımdan daha iyi biliyordum, beklentiler hiç bana göre değildi. Artık benim zamanım gelsin istiyordum. Öyle ya, herkesin bir zamanı var gibi görünüyordu. Peki ya benimki nerde kalmıştı? Neden bir türlü gelmiyordu? Biraz biraz kafamda yazıyor, oynuyor, gülüyordum. Sonra gerçek hayata dönüp düşünmemeye devam ediyordum. Daha ne kadar bekleyecektim. İstediğim yere bile gidemiyordum. Kalbimi kıran sözcükler bile yoktu bu sefer. Bu benim dünyamdı. Hep öyleydi. Öyle olmaya devam edecekti. Ama neden onunla dönüyordum? Kafam neden karışıyordu? Oysa doğrularım ne kadar da doğruydu. Kaçamıyordum.. Bu sefer kendimden kaçamıyordum.. Değişmeden duramıyordum.. Dönüp dolaşıp geliyordum.. Şehir çok sessiz bu gece.
0 notes