Tumgik
uzaklarihtimal-blog · 4 years
Text
Sri Lanka’dan Notlar
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
1 note · View note
uzaklarihtimal-blog · 4 years
Text
Sri Lanka’dan Notlar
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
4 notes · View notes
uzaklarihtimal-blog · 4 years
Text
Sri Lanka’dan Notlar
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
1 note · View note
uzaklarihtimal-blog · 4 years
Text
Sri Lanka Notları
Eğer planlarımız yolunda gitseydi bugünlerde buraya bir Malaga yazısı yazardım. Madem olmadı, ben de eski bir gezinin güncesini tutayım. Aralık 2018’de Sri Lanka’ya gittik. Aslında 2017’de planladık bu geziyi ama son anda fikir değiştirip kara yolu ile Umreye gittik.
Sri Lanka benim üniversite yıllarında Zeyno’yla beraber aldığımız terörizm dersinden beri aklımda olan bir ülkeydi. O derste temelde siyasi sorunları islesek de inanılmaz merak etmiştim. Sonra Doha’ya tasindik ve orda Sri Lanka’nin liste başı bir tatil rotası olduğunu gördüm. İki ay single-parenting tecrübemden de sonra, bir tatil iyi gelir dedik ve bir turizm acentesi ile bunu ayarladık. Katar Havayollarının çok güzel paketleri var ve bu da onlardan birisi. Hem istediğim şekilde paketi değiştirdiler hem de toplu taşıma kullanamadığımız ülkelerde acente ile gezmek daha kolay oluyor. Buna bir de Sri Lanka’nin şartlarını ve Kerim’in 9 aylık olmasını ekleyince, acente çok iyi bir seçenek oldu.
Doha- Kolombo arası 5 saat sürüyor uçakla. Bize gitmeden önce yanımıza kapalı su şişeleri, dezenfektan, sinek ilacı, Kerim’e mama almamızı söylediler. Aslında muson yağmurları mevsimi olmadığı için sinek olmuyormuş ama ben yine de Kerim için birkaç böcek ilacı ve spreyi aldım. Uyurken de odamıza sinek ilacı taktik. Su şişesi ve Ella’s kitchen’dan ek gida, mama vesaire Kerim için tam teçhizatlı gittik. Çünkü bunları orda bulamayacağımızı ve bir temizlik sorunu olduğunu söylediler. Önceden doktora da sordum ama Sri Lanka için bir asi gerekmiyor dedi.
Yola çıkacağımız gece, maalesef uçuş geceydi, Hicret Doha’daydı onun oteline uğrayıp güzel bir aksam vakti geçirdim. Sonra eve geldim, Kerim’e bir dokundum cayır cayır yanıyor. Hoppppaaa, ateşli! Duşa soktuk, zaten ilaçları el çantamızdaydı ve yola ciktik. Diş çıkarıyordu o yüzden endişe etmedik. Uçağa bindiğimizde bebekli olanların basinetli koltuklara verildiğini gördük ki uzun bir gece uçuşu için, 5-6 saat sürüyor, bu iyi bir seçenekti. Fakat iki üç bebek yan yana olunca birbirlerini uyandırıyorlar ve uçak azıcık türbülansa girsin hemen basinetleri kapatmanızı istiyorlar. Bebek uyanıyor, ağlıyor dehşet dakikalar başlıyor böylece.
Neyse biz de basinet kullandık ama Kerim ateşli olduğu için, kâh yere oturmalı kâh ayakta gezmeli süper yorucu bir gece oldu. Yan tarafta bir aile vardı, bebekleri uyudu ve uçak inince uyandı. Adam sabaha kadar calisti, kadın da sakin sakin şampanyasını içti. Ben yerde oturmuş uyumak üzereyken, o manzarayı gördükçe epey güldüm. Kolombo Sri Lanka’nın başkenti, uçak indi ve Kerim inanılmaz mutlu- diş patlamış. Havaalanı çok küçük ve pisti. Bizi rehber/şoför karşıladı ve boynumuza çiçekler astı çok hoş bir ani oldu. Sonra yola koyulduk.
İlk gecemiz Kolombodaydi, otele gittik. Ben hayatımda bu kadar yorgun, aç ve mutsuz nadir an hatırlıyorum. Çünkü otel restoranı kapalıydı, çok uykusuzdum ve Kerim zımba gibiydi. Onun ilk uyku vakti gelene kadar Erhan sağ olsun süper sandviçler buldu, elimde o sandviçle uyuyakalmışıma. Sonra ilk gezi vaktimiz geldi ve Kolombodaki Budist mabedine gittik. Başörtülü çoğu mabet almıyor, saygısızlık olarak görüyorlar başın kapalı olmasını ama bu kez şanslı idim ilk gittiğimiz mabet kabul etti. Benim putperest dinler içinde ilk gerçek tecrübem Sri Lanka oldu. Normalde belki camiden çok kilise gezdim-turistik manada-, bir suru sinagog gördüm ama putperest bir mabedi böyle yakından ilk kez gözlemledim.
Dekorları ustalıkla yapılmış inanılmaz sanatsal ama asla sade değil, oldukça kalabalık ve renkli figürleri var. Bir tiyatro sahnesi gibi ama hem de çok gerçekçi. Ayakkabılar girişte çıkarılıyor. Bizim girdiğimiz mabette bir fil vardı onu gezdiriyorlardı ve onun pislettiği yerlere basmadan gezip ciktik. Rehberimiz Budist’ti o da bize yerel anlayışları anlattı. Sonra bir Hindu mabedini disardan gördük ama kapalıydı. Kolombo’da epey kolonyal zamanlardan kalma bina ve sonrasında yapılan anıtlar var. Onları da yürüyerek gezdik ama bana, Kerim’e ve bebek arabasına insanlar çok garip bakıyordu fakat sunu belirtmeliyim kesinlikle güler yüzlüler ve sempatikler. Aksam olunca memurlar isten çıktılar ve resmi is kıyafetinin sari olması bana çok değişik ve güzel geldi. Yürürken internetten bir kafe buldum, Dilmah Çaylarının satıldığı hoş bir yerdi orda mola verdik. Muhtemelen Katar’dan gidenler pek rehberle oturmuyorlardı o yüzden rehberimizi de masaya davet edince adam epey sasirdi ama sonra 4 gün de buna alisti. Sonrasında bir deniz ürünleri lokantasında yemek yedik ve otelin yolunu tuttuk.
İkinci gün kahvaltıdan sonra yaklaşık arabayla 5 saat yol aldık ve Sigiriya kentine gittik. Eğer kafanızda bir Sri Lanka’yı gezme planı varsa, bol seyahatli ve birkaç şehirli bir plan olacağını unutmayın. Bebeksiz olsaydık belki buna güzel manzaralı tren yolculukları da dahil olurdu ama Kerimle o yola hiç girmedik. Sri Lanka’da trafik oldukça sıkıntılı. Hem soldan ilerliyor, İngiliz sömürgesi olduğu için, hem de inanılmaz hızlı sürüyorlar ve sürekli solluyorlar. Ama aralarında yazılı olmayan bir kural var mesela tek gidiş tek geliş bir yoldayız normalde hız en fazla 70 olmalı ama biz 110’la gidiyoruz, şoförün solladığıni gören karşı şeritteki sürücü ona yol veriyor. Birbirlerine sürekli yol verdikleri bir kaos. Kerim’in bebek arabasının ustunu koltuğa koyup onu güvene aldık ve oldukça alengirli bir 5 saat sonunda Lion Rock denilen yere geldik. 5. Yüzyıldan kalma bir kale, etrafında su olukları bahçeler var mükemmel bir yer. Fakat tam tepe noktasına yaklaşık 11 kg bir bebeği kanguruda taşıyarak çıkmak epey zor oldu. Yine de iyi ki yaptık. Bizi sürekli maymunların hırsızlığına karşı uyardılar ki çok haklılardı. Kerim’e yemek yedirirken, muz, etrafımızı sardılar inanılmaz komikti. Sri Lanka’ya giderken iki saçma şey yaptığımı orda fark ettim. Birisi muz püresi almak, her yan maymunken, birisi de Kerimin inek oyuncağını getirmek, ülkenin yarısından fazlası ineğe tapıyorken. Siz yapmayın.
Sigiriya’da bir de safari yaptık ama fil dışında nerdeyse hiçbir şey görmedik. Aksama kaldığımız ve kalabalık bir araba grubuyla girdiğimiz için bütün hayvanlar saklandı dediler. Ustu açık jeeple yaptık safariyi Kerim’i kanguruya aldık ama yine de bebekle yapılmaması gereken bir etkinlik. Derelerden tepelerden çamurdan hızlıca geçerken epey savruluyor insan. Bu yorucu günü mükemmel sakin ve dingin bir otele giderek bitirdik. Kandalama’da dağların, cay bahçelerinin içinde bir oteldi. Katar havayolları acentesi ile gitmek su açıdan da avantajlı oldu, otelde bos oda varsa hemen upgrade ettiler. Otelde odamızın camında lütfen maymunlara yem vermeyin cami açmayın içeri girerler uyarıları vardı ve her yer ağaçtı. Odaya giderken vahşi bir orman içinden geçtik adeta. Aksam yemeği yerken hem Sri Lanka mutfağından hem de Ortadoğu’dan bir şeyler denedik. Ne Budistler ne de Hindular et yemedikleri için, ülkedeki hemen hemen bütün kasaplar Müslümanların. Ve otellerde hep helal et var. Ama isterseniz vegan, vejetaryen bin bir çeşit soslu yemekler de var. Biz Asya mutfağını sevdiğimiz için zor olmadı ama kahvaltıda -continental- diye gecen Avrupa usulü ekmek ve kahvaltılık olanları tercih ettik çünkü o soslu kahvaltılıkların nasıl yendiğini bile bilmiyorum.
Bir sonraki yolculuğumuz eski başkent Candy’e idi. Yol üzerinde Baharat bahçelerinden, cay fabrikasından geçtik. Çoğunluğunu kadın isçilerin oluşturduğu yerel bir fabrikadan bir suru cay aldık. İçtiğimiz poşet çayların, kaliteli çaylar poşetlenirken havadan yere düşen tozlardan yapıldığını öğrendik. Odun ateşinde kavrulmuş çok taze ve organik çaylarımızı aldık ve eski başkente geçtik. Aslında burada çok büyük bir Budist mabedi vardı ama kesinlikle başörtülü kabul etmediler. Biz de şehir turu yaptık, yöresel dansları izledik, hediyelik aldık. Bir suru çocuk ve bebek olduğu halde hiç bebek arabası görmeyince bana ve Kerim’e neden öyle baktıklarını anladım, arabaya bakıyorlardı J Yöresel dansları izlediğimiz salon, 1980lerin tiyatro salonları gibi inanılmaz eskiydi. Danslar korkutucu geldi bana ama yerel bir şeyi görmek güzeldi. Arabayla bir yerden diğerine geçerken, tamamen peçeli ve siyahlar içinde Müslüman kadınlar gördüm. Maalesef radikallik burada da başlamış ki zaten biz Doha’ya döndükten birkaç ay sonra terör saldırısı gerçekleşti.
Son şehrimiz, okyanus kıyısında, Hollanda sömürge zamanlarından kalma, turistik bir sahil şehriydi, Negombo. Buraya giderken bir fil yetimhanesine gittik ve file bindik. Asla ama asla bunu bir bebekle yapmayın, biz koruma vesaire takacaklar sanarken kendimizi filin üstünde bulduk. Çok korkutucu ama elbette güzel bir ani oldu. Yolculuk boyunca her köse başında, bizdeki mescitler gibi ufak mabetler vardı. Aslında tam bir mabette değil ama resimlerde göreceksiniz Buda’lar ve diğer tanrılar var insanlar dua ediyorlar.
Negombo’da bir balık pazarı ve hemen yanında kolonyal zamanlardan kalma bir kilise var. Kaldığımız otel sahildeydi, biraz yüzdük sonra yürüdük. Deniz ürünleri, özellikle yengeç, inanılmaz lezzetliydi. Özel isteğiniz var mı konaklama için diye sorduklarında seccade ve bebek yatağı istemiştik, her otelde farklı tarz bir beşikte yattı Kerim, bazılarında Kuranı Kerim de koymuşlardı. Genelde Kerim’i tamamen uykuya hazır hale getirip pijamalarla falan yemeğe indirdim ve restoranda aksam uykusuna yatirdim. Ama bebekle gezerken, aksam erken uyudukları için odaya donuyor insan belli bir saatten sonra o yüzden oda seçiminizi balkonlu ve manzaralı yapmanızı öneririm. O içeride uyurken siz de balkonda keyif yapabilirsiniz.
Negombo sonrası Doha’ya geri donduk, güzel ve kolay bir uçuş oldu. Dönmeden önce, bir süpermarkete uğradık biraz yerli pirinç almak, neler var neler yok görmek için. Boy boy Budalar vardı, bin bir çeşit cay, pirinç ve Noel süsü, çok az sayıda Hristiyan olduğu halde. Rehberimize sorunca bu bir gelenek değil ama biz de kutluyoruz dedi. Yerel meyvelerden aldık ve böylece cebimizde tecrübelerle eve donduk.
Sri Lanka Türklere kapıda vize veriyor, ne kadar ödeme yaptık hatırlamıyorum. Gitmeden yanınıza -eğer yemek konusunda çok hassassanız- biraz bisküvi vesaire alabilirsiniz ama bence genel olarak yemekler enfes. Tabi mideyi bozmamak için sokaktan yemedik.  Muson yağmurları mevsiminde gitmeyin ve sineklere karşı tedbirli olun. Çok güzel sahil kasabaları, otelleri ve tren turları var. Böyle geziler öncesi yanıma bos bir defter alıyorum hem notları yazıyorum hem müze giriş biletlerini, fişleri yapıştırıyorum. Şimdi kim bilir Ankara’da hangi kolide o defter, haliyle bu yazıyı notlarıma bakmadan yazdım. Güzel bir pazar okuması olması dileğiyle!
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
4 notes · View notes
uzaklarihtimal-blog · 5 years
Text
Kara Orman
Bugün bitmeden bir yazı bırakmak niyetindeydim. Kerim’le doyasıya geçirdiğim vakti, kreşe gitmediği için eğitici faaliyetler, Türkçe şarkılar falan öğrettiğimi yazacaktım. Bir karantina günlüğü gibi. Sonra onu uyuttum, cayimi demlemiştim. Son yıllarda hep yaptığım gibi loş bir abajur ışığında kendimce bir aksam telaşı yasamak niyetindeydim. İçime kapanasım geldi. Nerdeyse 29 oluyorum, duygu durumumu kontrol edemediğimi anlayalı epey oldu. Spotify’dan Melike Sahin- deli kan açtım. Biraz haber okudum, ki bu duygu durumuma hiç iyi gelmedi. Bugün tezim için bir hedefi yerine getirdim o yüzden aslında bir öz tatmin günüydü. Elbette daha çok yolum var ama ufak ufak adımlarla ilerliyorum, çok detaylı bir hedef çizelgem var. O yüzden bu küçük hedefi bitirmek bile motive ediyor yârin ayni metne başka bir gözle bakabiliyorum. Yoksa yıllarca ayni şeyi çalışıp yazmak imkânsız.
Şarki değişti, Melike Sahin -Kara Orman.
İlk kez dinliyorum, gayet iyi. Hatta sözler sanki tam şu an bana çok normal diyor; “sağımı solumu kaplıyor bu kara orman, fırtına var devriliyor ömürlük yıldızlar. Farkına var şeytaninin, gam dolu bu kara huyu.” Ve devam ediyor.
Hepimizin kara ormanları ve şeytanları var. Kadın güzel yazmış, hakli. Daha güzel olan farkına varmamızı istiyor. Evet bazen böyle hissetmek, -high- olmamak, nedensiz yorulmak ya da bunalmak normal. Ben bir alışkanlık edindim, duygularımı yazıyorum, günlük değil. Kendimi -low- hissettiğimde not ediyorum. Hem bilişsel olarak o esnada ne beni o düşünceye itti onu görmek için hem de aradan biraz zaman geçip okuyunca ne kadar yol kat ettiğimi görmek için. Hani herkes mükemmel, çok mutlu ve dört dörtlük ya artık bu sosyal dünyada, insan öyle olmadığını yürekten bildiği için, kabullenip kimi zaman üstüne gitmek kimi zaman onla yol almak iyi geliyor. Zaman değişiyor, biz değişiyoruz. Kendinizi görün, kendimizi görelim; insan kendine ne kadar dürüst olursa o kadar mutlu oluyor.
Bu arada bloğu açınca inanılmaz gerdi beni yazmak, utanır hissettim. Önceden ufak bir grupla paylaşıyordum ki aralarında beni dünyada en güzel eleştiren insanlar var :)  Şimdi neden bilmiyorum hem yazasım var hem az çekiniyorum. Sosyal medyada fenomen olup, milyonlara her şeyini açan insanlar cesurmuş. Kim okur, kim takip eder bilmeden yazmak bir mesele.
Bugünü devirdik, Ramazan 23 Nisan’da baslarsa 22-23 gün var ortalama. Kendimi hazırlamak istedim-ilk kez. Hedeflerim bazı şahsi dini hedefler ve o oruç dönemini kolaylaştırmak için bazı yeme-içme değişiklikleri. Baş ağrısı ve mutsuzluğu azaltmak için, kahveyi 3’e indirerek başlıyorum. Son hafta 1’e düşüreceğim. Deney faresi değiliz elbette, yarış ati hiç değiliz ama haftalık, günlük, aylık hedefler koymak onları not etmek, inanılmaz yardımcı oluyor. Ben belki de ilk okuldan beri böyle biriyim, gerçekçi hedefler koymayı öğretti bana bu süreç. Böylece hem üzülmüyorum hem vakit kaybetmiyorum. Misafir gelirken bile menü yaparım ve pişirdikçe ustunu çizerim. O listeyi yapmadan mutfağa giremiyorum.
Listelerimiz değişiyor ve hiç elimizde olmadan. Bu durumlar olmasa yarın güzel bir tatile yolcu olacaktık, nasip değilmiş. Su süreçte kitle psikolojisi, kolektif bilinç, ümmet olmak hepsini duşunduk tekrar tekrar. İki haftadır Cuma Namazı kılınmıyor, umreler, hac… Markete gidiyoruz, insanlar almaları gerekenden fazla aldığı için bazı şeyleri bulamıyoruz. Bunu yaparken aslında hiç tanımadığı birine hiç fark etmeden zarar verebileceğini bilmiyor. Şimdilik bu kadar, Spotify Kerim için açtığım Domates Biber Patlıcan’a geçti ne kara orman kaldı ne şeytan.
2 notes · View notes
uzaklarihtimal-blog · 5 years
Text
Korona Günlerine Notlar
Dun aksam -hatta gece- Boris Johson yeni bir açıklama yaptı ve zorunlu durumlar dışında dışarı çıkılmasını yasakladı. Alışveriş, ilaç ihtiyacı ve günlük yürüyüş (günde bir kez olma koşulu ile) hala dışarı çıkma hakkimizin olduğu durumlar. Beraber yasayan iki insan yan yana yürüyebilir ama ev ahalisi dışında kimse ile görüşemez. Boşanmış çiftlerin çocuk bakimini nasıl paylaşacaklarini bile detaylıca yazdılar resmi açıklamada. Aslında zaten NHS’in (İngiltere’nin sağlık kurulusu) ve resmi diğer makamların yaptığı açıklamalara göre davranan bireylerin hayatında bir şey değişmedi. Biz tam olarak bunu uyguluyorduk. Uyarıları cok dikkate almayan insanlar içinse bu önemli bir adim oldu. Süreç burada virüsün yayılmasını kontrol altında tutmak için adim adim arttırılan önlemlerle devam ediyor ben karar merciinin uygulamalarını çelişkili değil aksine kendi içinde uyumlu bir hızlandırma sureci olarak görüyorum.
İngiltere’nin önceliği evde kalmamız, böylece sağlık kuruluşlarına yığılmanın olmaması ve asama asama insanları bu süreçten çıkarmak. İşin sağlık sektörü ayagi yani Boris johnson’in deyimiyle -Protect our NHS- en cok vurgulanan kismi. Italya ve Ispanyada yasananlari, Türkiye’de doktorların ne denli zor şartlarda calistigini düşününce bu elbette cok mantikli. Bir yandan da söyle bir sorun var, burada çok fazla yabancı ogrenci var ve üniversite bize her gün mail gönderiyor gelişmeleri. Dun gönderilen maille okul icinden birisinde de virüs saptandığını öğrendik. Sonra aksam tekrar mail geldi ve daha önce de tavsiye edildigi gibi eğer gidebiliyorsak ülkemize dönmemizi istediler. Diger yandan burslu öğrencilerin Türkiye’de kalma hakki 60 gün ile sinirli o ve MEB o durumun hala geçerli olduğunu o yüzden üniversitemiz gidin dese bile 60 günden fazla Türkiye’de kalamayacağımızı söyledi.
Biz zaten aile olarak gitmeyi düşünmedik, evimiz, düzenimiz burası ve Türkiye’de şu an sağlık sorunları olan büyüklerimizi sıkıntıya sokmak istemiyoruz. Burada kırsal bir yerdeyiz yürüyüş yapabiliyoruz, hayatimiz bir şekilde devam ediyor. O yolculuk hengamesi ve ardından bir yurtta karantinada kalmak çok daha yorucu ve zor. İşin hassas kısmi surasi, bu ülkede öğrenci olmak ve ailemizi yanımızda getirmek icin kisi basi 1000 poundan fazla sigorta parasi oduyoruz NHS’e. Fakat yabancı öğrencilere sürekli gidebiliyorsanız ülkenize donun gidemezseniz size destek olmaya hazırız mailleri atarak NHS’in yükünü hafifletmek istiyorlar. Elbette yalnız kalan öğrenciler için bu durum belki evde daha kolay olur ama bir yandan bütün bu ödemeler, oturma izni almamız aslında her koşulda bizi desteklemeleri için değil mi? Yabancı öğrencilerin vefati durumunda yaşanacak sıkıntıları düşünüyorlarsa bile burada belki ufak fakat rahatsız edici nüans var. Elbette bu benim kanaatim, başkası bambaşka düşünebilir.
Bu virüs meselesi ve insanların devletlerin, liderlerin açıklamalarına uyma/uymama biçimleri, terör örgütlerinin militanlarını virüs konusunda uyarması ya da virüsü yaymak ile ulkeleri tehdit etmesi, çok ilginç. Hizbullah ve ISIS militanlarını uyardı, Husilerse (Yemen’deki gerilla güçleri) tehdit sinyalleri verdiler. Bu süreç bittiğinde analizi yapılması gereken güzel sorular doğuyor. Hangi ülke vatandaşları hangi koşullarda hangi liderleri dinledi/dinlemedi? Neden bazıları hemen ülkelerine dönmek istedi ama kimileri kalmayi tercih etti? Devlet-toplum ilişkisi nasıl etkilendi?
Bir de film önerim var. The Two Popes izledim gecen haftalarda ve bu hafta da Netflix’den Kalifat’i izledim. Birisi Katolik kilisesinin reform anlayışını ve donusumunu cok guzel, yalin bir sekilde anlatiyor. İnanılmaz etkileyici, Papa’ya sempati uyandıran onun kişisel durumunu ve hikayesini anlatan cok sade ve kiliseyi eleştirirken yakınlaştıran bir film. Kalifat ise, İsveç’ten ISIS’a katilan bir grup genci anlatıyor. Kimlik olarak Müslüman olan ama isin ne pratiğini ve felsefesini bilmeyen gençlerin kaybolmusluklari içinde nasıl bu mekanizmaya dahil edildikleri beni çok etkiledi. Neye inanırsanız inanın bunu çocuğunuza sizin anlatmanız ve zihnini olgunlaştırmanız çok önemli. Bana göre dizi başlı başına, temel bir öğretiden uzak kalan kimlik kargaşası içinde büyümüş nesilleri eleştiriyor/gösteriyor.
Tumblr media
2 notes · View notes
uzaklarihtimal-blog · 5 years
Text
How do we operate during the quarantine / COVID-19 outbreak?
Bugünlerde aldığım elektronik postalar/ mesajlar hep bu baslığı taşıyor; korona salgini ve karantina koşulları altında nasıl çalışmaya devam ediyoruz. Kurumlar, okul, gittiğim kafeler… Ben de bunu dun kendime sordum çünkü artık Kerim okula gitmiyor. Daha önce de Erhan’la bir donem Kerimi kreşe göndermedik ve günü ikiye bölerek çalışırdık. Bir fabrika vardiyası gibi dusunun, sabah birisi çalışıyor diğeri ev isleri çocuk sonra tam tersi. Kim sabah insani kim öğlenden sonra insani ise secim yapabilir. İki gündür sabah mesaisi bende. Kahvaltı, sabah büyükleri arama, bisiklete binme, öğle yemeği ve uykusu darken Kerim 12’de paket. Sonra biraz Kerim yorgunluğu atıyorum ve çalışmaya başlamam gerekiyor.  Bu sabah spor bile yaparak ben de karantinada normalden de aktif hayat yasama hedefleri koyanlardan oldum galiba.
Erhan çalışırken, Kerim onun evde olduğunu anlasa bile yanına uğrayıp geri geliyor. Benimse, tipki su A Quiet Place filminde olduğu gibi, ses yapmamam lazım çünkü canavar sese geliyor. Gülmeyin, geliyor ve gitmiyor. Bu İngiliz evleri çok gıcırdıyor, çatıdan aşağı kata insem ya da kalkıp kütüphaneden kitap alsam hemen aşağıdan Annee diye ses geliyor. O yüzden sabah seansını ben aldım ki Kerim uyurken çalışmaya başlayayım bir evden çıkma merasimi olmadan üst kata çıkıp çalışabilme ihtimalim çok gerçekçi gelmedi. Gerçi bazen çok başarılı kandırmacalar yapıyoruz kendimi Ocean’in ekibinde gibi hissediyorum. Bu günlerin notlarını düşerken acaba bu is nereye varacak diye geçiriyorum bazen aklımdan.  O yüzden belki daha sik yazarım, yazdıkça sanki sakinleşiyor sorularım ve bu enteresan günleri paylaşmanın bir yolunu buluyorum. Bugün İngiliz hükümeti sureci 1 yıla yaymayı planladıklarını ve yüzden uzun bir sure sosyal mesafe ile yasayacağımızı açıkladı. Şahsi kanaatim, öncesinde 12 hafta ekstra önlem dedikleri için bir 3-4 ay belki daha az, siki bir donemin ardından hafifletilmiş bir sosyal mesafe olabileceği yönünde. Ya da sadece olumlu düşünmek istiyorum.
0 notes
uzaklarihtimal-blog · 5 years
Text
St Patrick's Day ve Happy Birthday Kerimto
Mart ayı benim için başlı başına analık ayı. Kerim’den önce dünya kadınlar günü dışında bahar öncesi sakin gecen mülayim bir aydı. Çok güzel insanlar tanıyorum bu ayda doğan. Şimdi bütünüyle, doğum anılarını, annelik sorgulamalarını canlandıran baya duygusal bir ay-kadınlar günü, Kerim ve (Arapların ve İngilizlerin) anneler günü kombosuyla. Kerim, 17 Mart öğlen doğdu. O doğana kadar yanıma gelen doktorlar hemşireler hep ayni sakayı yaptılar, adını Patrick koy. Önce bunu baygın kafamla çok anlamadım. Sonra tekrar edince o günün St Patrick’s day (galiba Katoliklerin kutladığı bir azizin vefat günü) olduğunu öğrendim. Katar’da doğum yaptığım hastanede Amerikalı ve İngiliz çalışanlar ağırlıktaydı. Demek ki epey bir İrlandalı da varmış ki o gece ve gündüz bana hep onların vardiyası denk geldi, çok şakacı tatlı insanlardı. Baygın hallerimle onlara St Patrick kilisesine gittiğimi Dublin’i çok sevdiğimi falan bile anlatmışım. Kerim’in doğduğu gün için birkaç kere yazmaya calistim ama hep çok duygusal şeyler geldi aklıma. Kerim’in doğumu hayatimi öyle değiştirdi ki duygular, telaşeler, yasam tarzı, beklentiler, hayaller, hedefler… İlk zamanlar telaşa kapılmıştım. Okul devam ediyor, iznim az… Katarda sadece Katarlı kadınlar ücretsiz izin alabiliyorlar bize devlet 2 ay koşulsuz ücretli izin veriyor sonrasında da sut izni. Ama uzun sureli ücretsiz izin alamıyor yabancı çalışanlar. Ben zaten öğrenci de olduğum için vize, oturum durumları, bursum derken Kerim 30 günlükken ilk kez derse gittim. Söyle bir yöntem izledim. O dogmadan hiç devamsızlık yapmadım ve verebileceğim bütün ödev sunum hepsini verdim. Fakat hâlihazırda devam eden projeler, yayınlar ve bir de son ödevler vardı. Hepsini o inanılmaz hamile ve çalışmayan zihnimle yetiştiremedim. Zaten yetiştirmem de beklenmedi ve doğumdan 1 ay sonra, haftanın bazı günlerinde 3-4 saat evden çekip azar azar yazarak bitirdim ödevleri ki süreç te 1,5 ay surdu. Ben normalde erken kalkıp, çalışmaya erken başlamayı severim. Oyle gün ortasında gidip başlayamam ve kısa zaman aralıklarında hızlıca gerilerek yazmayı sevmem, son günlerinden çok önce biter elimdeki isler. Ama Kerimle gecen o 2 aylık semester surecinden beri inanılmaz hızlı çalışma ve adapte olma alışkanlığı geliştirdim, eminim pek çok anne baba bunu yapıyordur. Bol zaman insana aheste olma sansı veriyor zaman az olunca hızlı üretmeyi öğreniyor insan. Konumuza dönersek, 3 donem bitirme ödevim vardı. Doğum yaptım ve odaya geçtim. Kendime gelince mail atıp, doğum iznine geçmek istediğimi, Kerim’in doğduğunu bölüme bildirdim ki yığınla mail gelmişti, dersler online okumalar vesaire. Çok güzel cevaplar yazdılar hocalarım. Hepsi zaten çok çocuklu hem kültürümü hem çalışan anneliği tecrübe etmiş kalender insanlardı. Bu benim sansımdı; bu kadar yoğun çalışırken, yurt dışında anne olmak. Özellikle Amerikalı bir hocam, (çok unlu bir adam, kısa sure için bize ders vermeye geldi, inanılmaz keyifliydi dersleri) bana çok destekleyici bir mail gönderdi. Derslerin notlarını hocalar diyelim ki 1 haziranda girecekler sisteme, bana demişti ki- Sevgili Betül bu mükemmel donemin tadını çıkar. Elinde ne kadar ödev varsa bitirince bana 30 mayısta gönder, senin ödev teslimin diğerleri ile ayni gün değil.- Katar’da bu tecrübeyi yasamak benim için bir kaç açıdan hem anneliği normalleştirdi hem de çalışan-okuyan anne üzüntülerine gark olmamı engelledi ve okulda özgüven kaybımı azalttı. İlk neden, Katar’da kadınların hem çok çocuklu hem de is ve okul hayatında çok aktif olması. Elbette maddi imkânları, hizmetçileri vesaire bunda etken ama bunu yapıyor olmaları yine de bir tercih ve sistemin onlara esneklik sağlaması. Mesela, sut izni ile çalışan bir anne sabah 7 öğlen 12 arası mesai yapıyor evine mis gibi dinç gidiyor ve maaşını da alıyor. O esnada bebek ya bakıcı ile ya kreşte nadiren büyükler bakıyor. Çünkü Katarlı ailelerde büyükler zaten çok yaşlı, yabancıların büyükleri yanlarında değil. Evde bakıcı da olsa kamera oluyor, kreşlerde de öyle. Bu inanılmaz yaygın bir sistem o yüzden kimse size çocuk kreşte deyince- Türk arkadaşların çoğunlukla yaptığı gibi- annenin bütün enerjisini alan suçlayıcı bir bakışla “yaaaaa kıyamam ben ona” demiyor. İkinci etken beraber calistigimiz, okuduğumuz erkek meslektaşlar ve hocalar. İster Katarlı olsunlar ister Avrupalı o toplumda kadınların aktif ve inanılmaz çocuklu hallerine alışıklar. Sınıfımdaki Ürdünlü, Suriyeli, Filistinli erkek arkadaşlar 3-4-5 çocuk sahibi ve eslerinden durumlara çok aşinalar. Bebekle olmanın zorlukları ile ilgili şaka yapıyorlar ama bunun normalleştiğini görebiliyorum.  Bu konuda daha çok yazacak şey var ama asil söylemek istediğim bir şey daha var. Kerim’in doğduğu günden, yaz tatiline kadar gecen 2,5 aylık surede annem, kayınvalidem ve Erhan güçlerini birleştirip bana o ödevleri yazdırdılar. Önce annem bize yardıma geldi ve doğumdan 6 hafta sonrasına kadar kaldı sonra da kayınvalidem. Sürekli sut bırakır 3 saat çalışmaya çıkar gitmem gereken görüşme ders varsa halleder gelirdim. Bazı aksamlar arkadaşlarımla bile görüştüm. Bana nefes aldırdılar, destek oldular. Bir yabancı arkadaşım seni özgürleştirmişler dedi, Marx’in -emancipation- ifadesini kullanarak. Çok hâkliydi. O yıl bölüm donem sonu yemeğinde belli öğrencilere verdiği takdir belgelerinden bana da verdi. Şu an tam adını hatırlamıyorum ama olağandışı basari belgesi gibi bir şey olabilir, ben de eve gelip onu kayınvalideme verdim, ne yazdığını anlamadı karşılıklı güldük. Bunlar güzel hatırladıklarım, bunalımlar, üzüntüler, bebekle nasıl bas edeceğimi bilmediğim Allah’im ben niye tip okumadım dediğim anlar, daha birçok zorluk ve eski hayata duyulan o garip hisler. Burnuma sabah sabah Starbucks kokuları geliyordu. Araba sürmeyi özledim. (Lohusalık duygularımı mı yazsam bir ara?) Mart ayı bana sunu hatırlatıyor, doğum günün olur başka bir gün olur sen bir şey anlatırsın geçmişten güzel bir ani annen yüzüne uzun uzun bakar hem güler hem de “yaaa annecim nasıl geldik bu günlere” bakisi atar çünkü aslında isin kamera arkasını bilir. Ben de kamera arkasını azıcık anlatmak istedim sizlere.
0 notes
uzaklarihtimal-blog · 5 years
Text
Korona Günlerine İlk Not
Oldukça halsiz ve yorgunum biraz hasta oldum ama çalışırken zihnimi blog yazmak epey boşaltıyor. Çok ilginç zamanlardan geçiyoruz, öngörmek ya da aldığımız önlemlerle tatminkâr hissetmek nerdeyse imkânsız. Biz İngiltere’nin uyguladığı sistemden su ana kadar memnunuz kendimizi iyi hissediyoruz. Tamamen önlemsiz bir sistem değil aslında. Üniversiteler uzaktan eğitim yapıyor, yüz yüze görüşmeler, kalabalık organizasyonlar iptal ve her yerde el yıkama abartılmış durumda. Sokağa çıkmak yasak değil ve liseye kadar okullar açık. Virüs hızlı yayılıyor bu yüzden ülkeyi tamamen kapatmak yerine, virüsün zirve olduğu zamanda kapatalım böylece azar azar bütün hasta olanları iyileştirebilelim diyorlar. Ekonomik bir bakış, her anlamda. Eleştiren çok insan var. İnsanların korku faktörü ve bireysel tedbiri on planda ki İngiltere’de genel olarak her şey bu mantıkla yapılıyor. Boris Johson İngiltere’nin süregelen, birey rasyonel hareket eder geleneğini bu salgında da kullanıyor. Ise yarar mı göreceğiz. Toplumun genel yapısı ve alışkanlıkları göz onunda bulunduğunda kendi içinde uyumlu bir tercih hükûmetin yaptığı. Galiba bu yüzden sisteme adapte olmadıkları için en çok yabancılar panik. Bazı arkadaşlar ülkelerine döndüler. Biz de mart sonu seyahatimizi iptal ettik ama Kerim okula gidiyor, biz de home office moddayiz. Dışarı çıkıyoruz ama kontrollü ve oldukça temizliğe özen göstererek. Kişisel bakış acısı insanın tercihlerini elbette etkiler ama böyle durumlarda toplumsal akışa da dikkat etmek gerekiyor diye düşünüyorum o yüzden kısmi bir sosyal izolasyon yapıyoruz.
Cumartesi günü evimize oldukça yakın bir yere gittik, Ushaw College.  2011 yılında eğitime kapatılmış, eski bir Katolik medresesi. İnanılmaz büyük! Üç Chapel, okuma odası, sergi odası, kitap satış odası, hediyelik eşya satış ofisi, kafe.. Konaklama ve konferans için kullanmak imkânı da var. Çok eski bir kütüphanesi var ve arşiv çalışmalarına açık. İçindeki büyük tiyatro salonu da sürekli etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Yıllık üyelik aldık çünkü çok yakın, Kerimle rahat vakit geçirmek için güzel ve kafesi de çok hoştu. Kütüphanesi nadiren açıkmış ama kitap satışı yapılan yerde çalışmak serbest. Gezerken sunu duşunduk, bizim eski medreselerimizden kaçı bu kadar ulaşılabilir, halka açık, tarihi değeri korunmuş ve çoğunlukla gönüllülüğe dayalı olarak ayakta tutuluyor?  
Tumblr media Tumblr media
0 notes
uzaklarihtimal-blog · 5 years
Text
Motivating Mondays!
Hafta sonu hantallığını, isten uzaklaşmış olmayı üzerimden atmak; daha fazla temizlik yapmamak ve çamaşır yıkamamak için pazartesi sabah isik hızıyla evden çıkıyorum. Yeni hafta, yeni is günü; bekleyen mailer, düzeltmeler… Kendimi kesinlikle çalışmaya adapte hissedeceğim bir yere gidiyorum ve başlıyorum. Zihnimi çalışmaya odaklamaya çalışıyorum. Doha’dayken kesinlikle Flat White’a giderdim ve sevgili Pınarla sabahın köründe buluşmuş olmak bir kahvesini içmek iyi gelirdi. Hatta Pazar (orda hafta başı pazarları) sabah eve ben çıkarken sevgili Simela gelirdi ve ev yeni haftaya hazır tertemiz olurdu. Yazın Ankara’da çalıştığım kütüphane ya da Bosco ilk tercihlerimdi. Şimdi Durham’da Starbucks’a geliyorum ki bir nevi kütüphane gibi burası. Sonra okula geçip öğlen yemeği yiyip, ikinci posta mesaiye devam. Günü bölmek, yürümek, yürürken bir şeyler dinlemek, mekân değiştirmek bana iyi geliyor. Eğer home office çalışıyorsanız ya da is saatleriniz esnekse bence ‘fena değil’ bir metot. Bu durum Erasmus yıllarımda başladı. Günlük yemek paramla kahve içtiğim her gün yeni bir yer denediğim 5 ay. Anlamadığım metinleri, zorlandığım ödevleri sanki kolaylastiyordu güzel dizayn edilmiş, kahve kokan, insanların bir suru dilde konuştuğu, hafif gürültülü mekanlar
0 notes
uzaklarihtimal-blog · 5 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Ocakta Yemek, Arabada Kerim
Şu an durum tam olarak bu; ocakta yemek, arabada Kerim. Bugün Durham civarındaki birkaç yeri gezmek istedik. Hexham ve Corbridge’e doğru yola çıktık. Dönüş yolunda yorgun düşen Kerim arabada uyuyakaldı ama çok uzak yerler değildi o yüzden o hala uyuyor ben sandalyeyi evin dışına çıkardım parkta oturdum yazarken onu gözlüyorum. Bir yandan pazartesi için rutin pişirmeler başladı, ocakta yemekler var. Hava hafif serin ama montsuz oturabiliyorum.
Yola çıkmadan sabah pizza yaptım, Ipad’I şarj ettim, Kerim’e meyve, kıyafet aldım; yağmur ve çamur dostumuz uzun mont giyildi. Bazen gezerken zevk almaktan çok yoruluyor muyum diyorum. Evet kesinlikle durum bu ama yine de evde durmuyoruz. Aslında bebekken kesinlikle daha kolaydı. Şimdi gördüğü şeyleri yemek istiyor, biz kahve içerken o da sut içmek istiyor, bisiklet görürse binmek, su çukuru görürse zıplamak, bayır görürse koşmak istiyor. Biz Kerim planlara uysun istiyoruz, elbette bu mümkün değil. Sunu fark ediyorum, benim pedagoji bilgim artık yetmiyor daha çok araştırmam lazım, ona nasıl -güzelce- hayır denir, o ağlarken sabırla sakinleştirilir biraz daha vakıf olmalıyım.
Hexham daha büyük ve güzel geldi gözüme. 14. Yüzyıldan kalma bir Anglosakson Kilisesi var epeyce büyük. Şehir tipik olarak kilise etrafında, restoranlar, mağazalar ve kafeler. Yaşlı bir teyze gönüllü olarak kiliseyi bize gezdirdi anlattı. Kilise de dua ederken kullanılan kısımlarda oldukça teknolojik bağış sistemleri vardı, QR kodu okutulup bağış yapılabiliyor. Vikinglerin istila surecinde tamamen yerle bir ettiği ama sonra yeniden inşa edilen bir mabet. Kerim koşmak oynamak istedi. Bir ölçüde müsaade ettik. Sonra yürüdük ve Corbridge geçtik. Şehir çok küçüktü ama her yani butik kafe, kitapçı ve tasarım mağazası ile doluydu. Bir İtalyan pastanesinde kahve içtik. Cam bardakta latte gelince, üçüncü dalgadan çok uzak ama oldukça samimi ve eski bir işletme olduğunu anlıyor insan. Kopek dostu idi oturduğumuz yer o yüzden her masada bir kopek vardı Kerim onlara onlar Kerime baktı/ bağırdı. Bir sure yolda araba sürmek isteyince Kerim, e biz de hayır deyince kendini yerlere attı. Sadece kafası taslara vurmasın diye dikkat ettim ama uzun bir sure herlade 10 dakika kadar ağladı ben o sırada pizza yiyerek sakinleşmeye calistim ve azala arta giden bir ağlama seansı sonrası durdu. Çünkü arabasını komik bir şekilde surdum o da oyuna dondu. Bu esnada aslında çoktan sinirlenmiş, azıcık kızmış ama o acaba kek mi istiyor diye -sürekli pastaneyi gösteriyordu-bol şekerli kremamla bir Victoria (Sponge Cake) kek almıştım Yemedi, biz yedik. Şimdi uyanır ve yemek yer diye umuyorum. Ben de cay demledim, Erhan GS maçı izliyor. Pazarlar hava hafif serin ve gezecek sakin temiz kasabalar ile güzel. Ellerim artık üşüyor, ben eve !
0 notes
uzaklarihtimal-blog · 5 years
Text
Hafta Sonu Trafiği
Az önce Kerim’in itinayla dizilmiş arabalarına bakıp, evet tam olarak hafta sonu trafiği başladı dedim. Benim için hafta sonu, bol pişirmeli, temizlemeli ama aynı zamanda arkadaşlarla buluşmalı yoğun iki gün. Parka, şehir merkezine gitmek, Kerim’le rahat ettiğimiz bir yerde kahve içmek, uzun yürüyüşler… Anne ve babanın nöbetleşe sabah uykusu çektiği güzel iki gün (biri uyurken diğeri Kerim’e kahvaltı yaptırır çünkü evin horozu en geç 6 da ayakta). Pazar günleri ev yemek dolu ve temizken arkadaşlarımız gelsin uzun uzun sohbet edelim bayılıyorum. Burası çok küçük bir kasaba ve her zaman hava dışarı çıkmaya müsait olmuyor. Doha’dayken hafta sonu şehirde epey etkinlik olurdu genelde onları yakalardık. Hava ilik, alanlarda çocuk dolu olunca rahat oluyordu. Tabi orda tatiller Cuma Cumartesi idi. Cuma sabahları bizi kahvaltıya çağıran güzel dostlarımız vardı. Perşembe aksamları, rutin nargile / yemek toplanmaları olurdu ki Kerim doğunca isler biraz değişti. Anne olmadan önce, mesaili bir iste de çalışmadığım için benim zihnimde hiç hafta sonu konsepti yoktu. Sonra Kerim geldi, hafta içi okul / is ve hafta sonu aile zamanı oldu. Maillerime bile bakmıyorum çoğu zaman ve buna saygı duyan hatta sürekli böyle yasayan insanlarla beraberim. Konudan saptım galiba, şu an kerim yanımda bütün halıya dökerek hazır cheesecake yiyor çünkü ona yaptığım şekersiz tam yulaflı keki yemedi (gülmeyin, insan en azından deniyor). Aksama yemeğim yok, mutfak dağınık… içimden yazmak geldi ve yapıyorum. Hafta sonu trafiğinde biraz oyalanma hakkim da var!
Tumblr media
0 notes
uzaklarihtimal-blog · 5 years
Text
Uzaklar Ihtimal is back.
Tumblr media
Evet galiba nihayet yazıyorum. Sevgili arkadaşım Meryem’in, Betul bloğunu okumayı denedim ama artık açılmıyor demesiyle uyandım galiba. Aylardır hatta yıllardır ertelediğim bir şeyi yapıyorum ki bu normalde-ertelemek- pek huyum değildir. Nedense paylaşmayı, anlatmayı ve dinlemeyi çok sevdiğim halde, bu süreçler gözümde büyümeye başladı. Hem kendimi çok eleştirmem hem de sosyal medyanın kısa paylaşımlarla bu tatmini sağlaması bence beni bu duruma itti. Aslında hiçbir iddiam yok ama bir yerden başlamak istiyorum.  12 Ocak 2015’te ilk postuma söyle başlamışım;
Efendim, ben bir meraklı idim ve bir fırsat geldi önüme; evet dedim. Önümüzdeki iki ay boyunca Filistin'deyim ve gözlemlediklerimi, hissettiklerimi yazmaya niyetliyim. Yazım hatalarım, doğru-yanlış yorumlarım, güzel-sanatsal içerikten yoksun fotoğraflarım hepsi bana ait ve eleştiriye değil paylaşılmaya açıklar. Öyleyse, başlayalım.
Bunu söyle güncellemek isterim, burası benim henüz tam adını koyamadığım ama bir şekilde yazarak rahatlamak istediğim ve kesinlikle etkileşime ve eleştiriye açık olduğum bir -public space- yani kamuya açık alanım. Meşguliyetlerim, ailem ve zihinsel durumum el verdiği ölçüde burada bir şeyler karalamak istiyorum ama size cevap veremezsem ya da zaman zaman kesintiler olursa bu kız ne yapıyor bu ne yazı böyle demeyin, amacım bir iddia sahibi olmak değil. Zaten kontrolün (çoğunlukla) elimde olmadığı yoğunluklarım içinde bu ise niye girişiyorum bilmiyorum ama denemek istiyorum. Bu yeni bir durum değil, 2015 Eylül de Doha’ya taşınır taşınmaz bunu istedim ama yapasım gelmedi. Amacım bir sosyal medya taniniri olmak mi diye sordum kendime, mahremiyet ve bir suru başka şey geldi aklıma. Ben aslında anlatmak istiyorum. Sohbetine düşkün olduğum insanlara da sik sik anlatırım, uzakta da olsam arar anlatırım. Bir de beni rahatsız eden toplumsal durumlar, dönüşümler, anneliğim, mesleki uzmanlıklar derken bir suru başka şey beni meşgul etmeye ve düşünmeye itti. Tüm bunların içinde, toplumda rol model alınan insanların nasıl değiştiği, kadın olmaya dair problemler, kültürel yoksunluklar- hepsi beni bunalttı. Ben henüz daha gençken, dünyamız böyle değildi, okuduklarımız, meşgaleler…Simdi makyaj, giysi, yemek ve belki bedene indirgenmiş bütün o idol olma izlenme /gözlenme durumları bambaşka şekillerde gerçekleşirdi. Bir amacı olan, ideali olan kadın ve erkeklerin kitaplarını alirdik, filmlerini izlerdik ama bu amaçlar genelde en iyi maskarayı seçmek olmazdı. Hala bu popüler duruma uzak ve mükemmel telaşlar içinde olan insanlar var, genellemek bu noktada yanlış elbette ama bir de görünür bir donuşum de var.
O yüzden ben bir sure buralardayım; kendimi anlatmak, tecrübelerimi (tecrübesizliklerimi) yazmak, seyahat notları düşmek için. Tumblr, blog demode bir şey değil mi artık? Bu konularda da çok bilgi sahibi değilim ama bunu yapasım var. Okumayı hala çok sevenler var biliyorum. Ben her ne kadar teknoloji konusunda çok iyi olmasam da bu bloğa biraz can vermeyi ve güncel şartlara uyarlamayı deneyeceğim. Tam bunları düşünürken yukardaki resmi gördüm, sular altında kalan Hasankeyf’e veda eden bir dede. Ben sular altında kalmadan yazıya dökmek istiyorum, kendimce önem atfettiklerimi. Blog ilk başladığı zaman Erhan’a -the yol arkadasi- not düşüyordum gördüklerimi. Bir suredir Kerim’e, oğluma, onunla büyürken neler yasadığımı nasıl yollardan geçtiğimi not etmek istediğimi anladım. Her şeyin inanılmaz hızlı tükendiği bir teknolojik sistemde, bu blogla bir günce tutmak ve sular altında bırakmamak istiyorum. Ocak 2015’te dualarım hayallerim hep uzaklardı ve uzaklar ihtimal diyordum, Allah bana bunu nasip etti. 2015 Eylül’den beri homeland-Ankara’dan uzaktayım. Geriye donup postlara bakıp onları yazdığım ruh halimi düşününce, bloğun ismi cidden beni özetliyor; uzaklar ihtimal ve ben ihtimallerimi anlatmayı tekrar deniyorum.  
0 notes
uzaklarihtimal-blog · 10 years
Text
TEL AVİV
Tel Aviv'e bir konferans için gittik. İsrail'de pek çok şehri gezdim ama Tel Aviv'i hep merak ediyordum. Dindar İsraillilerin eleştirdikleri ölçüde batılı bir şehir, gece hayatı, toplumsal yapısı. Kudüste gördüğümüz orthodoks Yahudiler sayıca oldukça az. Körfez ülkelerindeki gibi, ev işlerini, temizlik işlerini kısacası fiziksel emek gerektiren işleri Filipinliler, Araplar, Ruslar ve ya daha alt sınıflara mensup Yahudiler yapıyor. Tel Aviv, oldukça pahalı bir şehir. Bize yardımcı olan bir arkadaş, ortalama ev kirasının 2000 dolar olduğunu söyledi. 
Katıldığımız uluslararası bir konferanstı, sabah erken saatlerden akşama kadar devam etti. İsrail'de olduğumuz için her şeyin helal olduğundan emin bir şekilde yemek yedik. Yemekten sonra kahve standına gittiğimizde, yemekte et olduğu için kahvelerin sütsüz olduğunu söylediler. Bu size anlamlı gelmeyebilir, şöyle bir açıklaması var; Yahudiler'in için Koşer (helal) yemekte iki hayvani ürün beraber olamaz bu yüzden et yediklerinde sütlü kahve içemiyorlar aradan belli bir süre geçmesi gerekiyor. Bu da ilginç bir tecrübe oldu bizim için.
2 notes · View notes
uzaklarihtimal-blog · 10 years
Video
undefined
tumblr
Güne F16'larla başlıyoruz, alarm kurmuyoruz, daha etkili.
1 note · View note
uzaklarihtimal-blog · 10 years
Video
undefined
tumblr
Ekmek !
2 notes · View notes
uzaklarihtimal-blog · 10 years
Video
undefined
tumblr
1 note · View note