Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Güneş yavaş yavaş, sonbaharda doğanın tamamına tesir eden bir ahenkle batıyordu. Adam yeni uyanmıştı. Epeydir geceleri uyumakta zorlanıyordu, son zamanlarda uyumak için çaresizce çabalamayı da bırakmıştı. Akşama dek uyuyor, sonrasında ise evin içinde büsbütün bir eylemsizlikle vakit geçiriyordu. Sessizlikte düşünüyor, düşünüyor ve düşünüyordu. Huzursuzdu, içinde ağırlık yapan şeyler vardı geçmişinden kalan. Gelecek her zaman yolunu bulurdu, buna inanıyordu. Olacak olan her şey olur, olmayacak olanlar da kendiliğinden çözünür giderdi. Geçmiş öyle değildi oysa, bitip tarihe karıştıktan sonra da uzunca bir süre insanı acıtabilirdi. Bile isteye bu kadar yalnızlaşmıştı, bu ona ait bir dönemdi ve tek başına geçirmeliydi. Gerçi bu haliyle dahi onun yanında olmak isteyecek kimsesi var mıydı, bundan da emin olamıyordu. Normal zamanlarında böyle şeyler düşünmezdi ama bir süredir hissettiği şeyler onu hassas ve kırılgan yapmıştı, bu ara düşündüğü şeyler üzerinde hiç kontrolü yokmuş gibiydi. Tam anlamıyla bunalımda olduğunu ya da kötü olduğunu söylemek haksızlık olacaksa da, iyi olduğunu söylemek de büsbütün yalan olurdu. Yaşam eksikti içinde, dolayısıyla evi de yaşamdan uzak bir duvarlar toplamıydı yalnızca. Bir zamanlar aşık olduğu kadınlarla sarhoş olduğu, dans ettiği, seviştiği, sık sık dostlarını ağırladığı bu ev şimdi ne uzaktan ne yakından bir eve benzemiyordu. Belirli bir sebebi yoktu bu hissettiğinin, yine de böyle hissediyordu,hiçbir yere ait değilmiş gibi ve insanın bazen böyle hissetmeye ihtiyaç duyduğunu bilecek kadar uzun yaşamıştı. Direnmiyordu, iyileşmeye, toparlanmaya çalışmıyordu. Bu nafile bir çaba olurdu çünkü ve istese de iyileşemediğini görmenin getireceği hayal kırıklığı onu başladığından da kötü hisseder halde bırakırdı. Bunu biliyordu, o yüzden hiç denememek; kendine yenilmemek demekti ve şu an bu taşı oynuyordu. Geceler uzun ve yorucuydu. Huzurlu bir gece geçirmeyeli epey olmuştu. Sık sık sarhoş oluyor, ilk bir kaç kadehte hissetmeye başladığı ve hoşlandığı sakinlik kadehler gelip gittikçe başladığı yerden daha da dipte ve derinde bir yalnızlığa yol açıyordu. Bazen daha az yalnız hissetmek adına müzik dinlemeye çalışıyordu fakat bugüne dek en fazla üç şarkı boyunca sabredebilmişti. Evi kaplayan müzik onun soluduğu havayı sömürüyordu sanki ve kendisine nefes alacak alan bırakmıyormuş gibi bir nefes darlığıyla kapatıyordu müziği. Okumak ya da yazmak da mümkün değildi. Odaklanamıyor, odaklanamadıkça öfkeleniyordu. Dışavurmak için hiçbir yol bulamadığından öfkesi katlanıyor, büyüyor, yayılıyor ve onda güç bırakmıyordu. Tam bir sükunet içinde çoğu zaman loş, kimi zaman ise büsbütün karanlık evinde oradan oraya sürükleniyordu. Artık öfkesini tetiklememek adına bütün bunları irdelemeyi bırakmıştı ve yalnızca onlarla birlikte varlığını sürdürüyordu. Bu halin neredeyse elle tutulur bir ağırlığı vardı. Direnmiyordu. Bu akşamüstü de buğusu tüten acı bir kahve ile serin balkona çıkmış batmakta olan güneşi tam bir kayıtsızlıkla, huzursuz uykusunun mahmurluğuyla izliyordu. Sonbahar günbatımlarının en hissiz kalbi bile ısıtacak bir güzelliği olduğuna inanırdı. Öyle de olmuştu. İçindeki ağırlık sakinleşmiş, tam anlamıyla geçmediyse de günlerdir olduğundan daha katlanılır hale gelmişti. Hiçbir şey düşünmeden orada öylece dikildi. Bu tür güzelliklerin en çok acıtan yanı, geri kalan her şeyin çirkinliğini dahada belirgin hale getiriyor olmasıydı. Güneş gittiğinde ve gece usul usul gelip şehre kurulduğunda yeniden kendi içine gömüleceğini biliyordu. Bu kısacık an, bu güzel gün batımı ona verilmiş geçici bir armağandı ve az sonra yeniden kaybolup onu kendiyle baş başa bırakacatı. Gözleri ıslandı ve bir kaç damla yüzünden aşağı süzüldü. Günbatımının güzelliği canını acıtıyordu. Güzelliği görüyor ve takdir ediyordu, fakat içerisinde, buna dair hiçbir his yoktu ve sanki hiç olmamış gibiydi. Gözlerinden akan yaşlar hızlandı, hıçkırıklara dönüştü. Ağladıkça içindeki ağırlık arttı, ağırlık arttıkça gözyaşları daha da hızlandı ve hissettiği acı daha da dayanılmaz hale geldi. Bu bir boşalma, bir kusma haliydi. Nihayetinde sakinleşeceği
0 notes
Text
Birbirine , incitmekten korkarcasına, dokunan zarif parmaklar
Işıltılı bakışlar
Sabah mahmurluğu sarılmaları
Sonsuzmuşçasına parlayan huzur
Adeta ölüme, ve dolayısıyla yeniden doğmaya yakın sevişmeler
Ölümsüzlüğün hissine hissi en yakın günbatımları.
Sonsuzluk. Ölümsüzlük.
Aşktan başka hiçbir şeyin gerçek kılamayacağı sözcükler.
Ve Aşk.
Hiçbir şey yapmıyormuşçasına kolaylıkla hepsini gerçek kılan.
İskeleler, yazın sonbahara döndüğü akşamüstleri.
Sonbahar kokan Eylül sabahları.
Deniz kenarına kurulu rakı masaları.
Anlaşıldığını ve bunun için, ya da buna rağmen sevildiğini bilmenin sonsuz huzuru.
İki kişinin bir dünya içinde kurduğu başka bir dünya.
Okyanusta birer damlayken, bir damlada bir okyanus yarattıkları.
Ne tuhaf, hayallerimin üstü tozluymuş meğer.
Aslında oradalarmış hala.
Yalnızca hafif bir toz kapanmış üstlerine
Üflesem dağılacak.
Üflesem altından kadim bir aşk çıkacak.
Derin bir iç çekiş ve
Sonbaharın yasemin kokuları.
Derin bir iç çekiş,
Ve Tanrı’ya inanır gibi yeniden inanmak
Aşk’a.
Durduk yere.
Öylesine.
0 notes
Text
Tuzak
Kaçınılmaz bir sona doğru
Sana son kez veda etmeden hemen önce
Bil ki ben,
benim olmayan bir evi özlüyorum
Benim olmayan bir evde
Evde olmayı özlüyorum
Tuzak bunlar, kanma.
Saçlarını okşuyorum,
Başımı hızla atan kalbine, göğsüne yaslıyorum.
Unutmaksa eğer intikam,
Ya da başka bir kadını hatırlamaksa
Seni bu intikamla yaralıyorum
Başımı kaldırıp bakıyorum sabahın ilk ışıklarıyla
İlk kez göğe değil de, sana doğru.
Yıldızlı bir gece kurulu gözlerinde
Nefes nefesesin, görüyorum.
Tuzak bunlar, kanma.
Ben gelirim
Hiç gitmemişim gibi uzun yollara
Ve başka vücutlara,
Ve başka sonbaharlara;
Geri gelirim.
Tuzak bunlar, kanma
Beni kendi içinde öldürmeye verdiğin tüm savaşları bilir,
Bütün ölümlü zaferlerine
ve her birini ayrı ayrı sevdiğin yenilgilerine rağmen
Geri gelirim.
Gündoğumu rengi yalanlar söyler
Hiç gitmemiş gibi sıcak bedenine gizlenirim.
İnanmak güzel gelir sana,
Tuzak bunlar, kanma.
Seni sevmediğimi söylemek yalan olur
Severim çünkü,
Senin olan her şeyi senden alıp
Sende yalnız beni bırakarak.
Ve yine giderim.
Ve yine.
Ve yine...
Benden geriye kalan ne varsa;
Kasıklarında hafif bir sızı
Göğsünde koyu gri bir ağrı
İçinde bana dair ne varsa
Seni onunla bırakarak.
Seninkilere benzemez hiçbir kadının elleri
Çaresizliğin ve öfkenin içinden saçlarıma uzandığındaki gibi,
Ellerini ararım, ne sana ne başkasına benzemeyen kadınlarda.
Sonra yine senin ellerini tutarım,
Bir daha gitmeyecekmiş gibi yine göğsüne saklanırım.
Tuzak bunlar, kanma.
Hiç olmadığım kadar uzaktayım.
0 notes
Text
Bu şehir. Bu ev. Çatlaklarımızdan yansıyarak birbirimize karıştık, iç içe geçtik, bizden başka ama buram buram bizimle dolu yeni bir gerçeklik doğdu bizden. Eskiye benzemiyor hiç, yenisi ise henüz yabancı bize. Zor bir zamanı birlikte atlatmış yabancılar gibi, çaresizce zor zamanları unutmaya çabalayacak, ama vefalı yabancılar olmanın ağırlığıyla, birbirimizi hep hatırlayacağız.
Şubat/ 2019 Hamburg
0 notes
Text
Habanera
İnsanları bakmaya değer yapan, hikayeleri. Gözlerinin altındaki karartılarda, bakışlarındaki ıslaklıkta, dudak kenarlarındaki belli belirsiz çizgilerde. Bu yazıyı yazarken Ravel'in Habanera'sını dinliyorum. İlk kez bundan beş yıl önce soğuk bir konser salonunda dinlemiştim Habanera'yı. Adeta bir tokat gibi çarpmıştı yüzüme. Nerede olduğumu, müziği çalan kadının ahenkle salınan bedenini, yanımda oturan adamın ısıtmak için ovuşturduğu ellerini unutmuştum. Sarı ışıkların altında yalnızca havayı dolduran müzik ve ben vardık. Başka zamanlardaydım, hiç bulunmadığım bir yerde, hiç yaşamadığım bir zamanda hiç aşık olmadığım birine aşıkmışım gibi hissediyordum. Mevsim yine sonbahardı.
Seneler sonra şimdi yine, sonbahar usul usul, adeta tedirginlikle gelip kuruluyor Ankara'nın kalbine. Habanera'yı dinliyorum. Ben hala insanların yüzlerine bakıyorum. Zaman akıyor, zaman aktıkça hikayeler kayboluyor ve her şey sahteleşiyor biraz. Bundan olsa gerek, artık insanların yüzlerine çok daha dikkatli bakıyorum; eğer orada bir hikaye saklıyorlarsa kaçırmamak için. Gittikçe yalnızlaşıyoruz, asla ölmeyecekmişiz gibi yaşıyor, kendimizi duygulardan korumaya çalışıyoruz. Oysa ancak, hissettiğimizde yaşıyoruz. Günden güne yüzeyselleşiyoruz, ilişkilerimiz yüzeyselleşiyor diğer her şey gibi ve herkesleşiyoruz biraz. Kendimizi yitiriyoruz, aynılaşıyoruz. Söylediklerimiz, yaptıklarımız birbirine benziyor çünkü biz biz yapan şeyi, hisleri yitiriyoruz. O yüzden, hikayeler arıyorum insanların yüzlerinde. Bir gerçeklik, biraz samimiyet kalıntısı bulmak ve ona tutunmak için. Akıp giden zamanın içinde insan olduğumu ve en iyi yapabildiğim şeyin sevmek olduğunu hatırlamak için. Habanera beni sarsıyor her defasında.
Yaşadığımı hissetmek için dayanılmaz bir arzu duyuyorum. İnsanlarla konuşmak, onları dinlemek istiyorum.Zaman günden güne bizi ekranlara hapsediyor, televizyon ve telefon ekranlarına. Biz, kendimizi hapsediyoruz aslında. Ve gerçek duyguların hepsinden yavaş yavaş uzaklaşırken onları yitirmekte olduğumuzu n bile farkına varmıyoruz. Günün ve gecenin her saati dünyanın her yerinden ulaşabiliyoruz birbirimize. Ulaşmasına ulaşıyoruz ama, birbirimizin ellerini tutamıyoruz, gözyaşlarını silemiyoruz, kahkaha atarken kısılan gözlerini göremiyor, kokusunu içimize çekemiyoruz. İçlerinde artık kahkahaların çınlamadığı kocaman evlerimizi düşünüyorum, nereye gideceğimizi bilmeden sırf yolda olmak için bir çılgınlık yapıp binmediğimiz arabalarımızı, kendimizi güzel hissetmek için aldığımıza inandığımız ama aslında beğenilmek arzusuyla giydiğimiz ve bu yüzden içinde asla yeterince güzel hissetmediğimiz elbiselerimizi düşünüyorum.
Gittikçe sahteleşiyor, yalnızlaşıyor, kayboluyoruz.
Hikayeler arıyorum insanların yüzlerinde. Geceleri ne uykularını kaçırıyor merak ediyorum. Aşk için nelerden vazgeçebileceklerini bilmek istiyorum ya da en büyük ve en güzel hatalarını dinlemek. Soğuk kış gecelerinde yatağa yattıklarında neyi hayal ettiklerini anlatsınlar istiyorum ve yağmurlu havalarda pencereden dışarı dalıp gittiklerinde kimi düşündüklerini. En çok neden korktuklarını ve görmeyi en çok istedikleri ülkeyi söylesinler istiyorum, gözleri pırıl pırıl, nefesleri konuşmanın hararetinden ve hayalin heyecanından kesik kesik. Biz bunları konuşalım ve konuştukça birbirimize yaklaştığımızı hissedelim, birbirimizin içinde, derinde, varlığını bile unuttuğumuz bir yere dokunalım istiyorum. Sonra da birbirini gerçekten tanıyan ve anlayan iki insan olarak, bir sırrı paylaşıyormuşuz gibi belli belirsiz gülümseyelim istiyorum.
Yaşamayı unutmayalım istiyorum.
Habanera çalıyor, düşündükçe düşünüyorum. Benim herkesin yüzünde, ellerinde aradığım hikayeleri, hisleri düşünüyorum. Ve yitirmekte olduğumuz daha nicesini. Onları yitirirken yerlerine koyduğumuz hisler geliyor sonra aklıma ya da... hissizlikler. Kaybettiğimiz sağduyu mesela. Haksızlık bize değil de, başkalarına yapıldığında da duyarsak bizi insan kılacak öfke.
Kayıtsızlığımızı düşünüyorum sonra. Her gün çıplak ayakları, guruldayan karınları, toz içindeki yüzleri ve ellerindeki mendil paketleriyle yanımıza gelen tüm o küçük çocuklara kayıtsızlığımızı. Öyle ki pırıl pırıl gözlerindeki yaşanmışlığı görmemize engel olacak, onların yalnızca çocuk olduklarını ve bizim çocuklarımızdan farklı olmadıklarını unutmamıza sebep olacak kadar büyük kayıtsızlığımızı.
Habanera çalıyor. İlk duyduğumdaki gibi sarsıyor beni her seferinde, bu andan kopuyor ve boşlukta kayboluyor, yitiyorum. Ankara'da mevsim yine sonbahar. Ben yine, insanların yüzlerinde hikayeler arıyorum. Güzel bir şarkı duyduğunda gözleri dolan, yağmur yağınca gözleri uzaklara dalan insanların gözlerinde arıyorum hikayeleri. Alışılagelmiş sözlerle değil de, kalbinden gelen sözcüklerle konuşan insanların seslerinde ve hatta hiç konuşmadan bir tek bakışla anlatanların sessizliklerinde arıyorum. Değişen zamana ve beraberinde getirdiği tüm sahteliğe isyan edermişçesine kocaman kalplerini cesurca açan, çocukların saçlarını okşayan insanların ellerinde. Sonra Habanera'nın tiz keman seslerinin arasından aklımda bir cümle çınlıyor, keman sesleri yankılandıkça o da yankılanıyor, büyüyor, bedenimi,düşüncelerimi sarmalıyor. Dante'nin bir cümlesi bu, İlahi Komedi'de geçiyor. “Sevgidir,güneşi ve diğer bütün yıldızları hareket ettiren.” Aklımda Dante'nin sözleri ve Ravel'in Habanera'sı, sokağa çıkmak ve kalabalığa karışmak için dayanılmaz bir arzu duyuyorum. Çıkıyorum da. İnsanların yüzlerinde hikayeler aramak için, kalabalığa karışıyorum.
1 note
·
View note