#yeni kronoloji
Explore tagged Tumblr posts
Link
Beyazperde Yazarları Derneği (SİYAD) Ürünlerin oylarıyla kaydedilen 2020 yılı Sineması'nın 'En İyileri', mevcut koşullar sunuldu ve sanatçı Tuğrul Tülek'in sunuculuğunda gerçekleşen mükafat töreninde açıklandı. Ercan Kesal'ın yazdığı ve yönettiği Nasipse Adayız, En İyi Film ödülü iç toplam beş mükafat kazanmıştır. Nasipse Adayız'ı dört ödülle Nuh Tepesiüç ödül Yapı ve bir ödülle Kronoloji izlediler. Bu yılki SİYAD Şeref Ödülleri'nin sahipleri sanatçı Nur Sürer ve biyografi sinemacı Can CandanEmek Ödülü'nün sahibi ise emektar beyazperde makinisti Ali Koçoğlu oldu. SİYAD, bu sene yeni bir kategori olarak 2020 senesinde yalnızca çevrimiçi mecrada seyirci karşısına çıkan filmler içinde netflix'te kullanılabilir Mank'I 'Çevrimiçi En İyi Film'i tercihetti. SİYAD'ın geçen sene sinemalarda gösterimine giren yabancı film seçeneklerinin çeşitliliği En İyi Yabancı Film Ödülü'nü ise Bir Film'in güncel'ye getirmiş olduğu Boyalı Kuş'un (Boyalı Kuş) kazanılmış olduğu eskiden açıklanmıştı. 53. SİYAD Ödülleri'nin sahipleri: En İyi Film: Nasipse Adayız En İyi İlk Film: Nuh Tepesi En İyi Yönetim: Ercan Kesal / Nasipse Adayız En İyi Senaryo: Ercan Kesal / Nasipse Adayız En İyi Hanım Sanatçı Performansı: Cemre Ebüzziya / Kronoloji En İyi Adam Sanatçı Performansı: Ali Atay / Nuh Tepesi En İyi Muavin Hanım Sanatçı Performansı: Selin Yeninci / Nasipse Adayız En İyi Muavin Adam Sanatçı Performansı: İnanç Konukçu / Nasipse Adayız En İyi Görüntü Yönetimi: Federico Cesca / Nuh Tepesi En İyi Müzik: Can Demirci / Yapı En İyi Kurgu: Yorgos Mavropsaridis / Nuh Tepesi En İyi Sanat Yönetimi: Ufuk Bildibay / Yapı En İyi Fantastik Film: Yapı En İyi Orta-Uzun Metraj Biyografisi: Mimaroğlu En İyi Kısa Metraj Biyografisi: Silivri'den Mektuplar (Silivri'den Mektuplar) En İyi Kısa Film: Büyük İstanbul Depresyonu Şeref Ödülleri: Nur Sürer, Can Candan Emek Ödülü: Ali Koçoğlu En İyi Yabancı Film: Boyalı Kuş-Boyalı Kuş / Bir Film (ithalatçı) Çevrimiçi En İyi Film: Mank / Netflix
0 notes
Link
Beyazperde Yazarları Derneği (SİYAD) Ürünlerin oylarıyla kaydedilen 2020 yılı Sineması'nın 'En İyileri', mevcut koşullar sunuldu ve sanatçı Tuğrul Tülek'in sunuculuğunda gerçekleşen mükafat töreninde açıklandı. Ercan Kesal'ın yazdığı ve yönettiği Nasipse Adayız, En İyi Film ödülü iç toplam beş mükafat kazanmıştır. Nasipse Adayız'ı dört ödülle Nuh Tepesiüç ödül Yapı ve bir ödülle Kronoloji izlediler. Bu yılki SİYAD Şeref Ödülleri'nin sahipleri sanatçı Nur Sürer ve biyografi sinemacı Can CandanEmek Ödülü'nün sahibi ise emektar beyazperde makinisti Ali Koçoğlu oldu. SİYAD, bu sene yeni bir kategori olarak 2020 senesinde yalnızca çevrimiçi mecrada seyirci karşısına çıkan filmler içinde netflix'te kullanılabilir Mank'I 'Çevrimiçi En İyi Film'i tercihetti. SİYAD'ın geçen sene sinemalarda gösterimine giren yabancı film seçeneklerinin çeşitliliği En İyi Yabancı Film Ödülü'nü ise Bir Film'in güncel'ye getirmiş olduğu Boyalı Kuş'un (Boyalı Kuş) kazanılmış olduğu eskiden açıklanmıştı. 53. SİYAD Ödülleri'nin sahipleri: En İyi Film: Nasipse Adayız En İyi İlk Film: Nuh Tepesi En İyi Yönetim: Ercan Kesal / Nasipse Adayız En İyi Senaryo: Ercan Kesal / Nasipse Adayız En İyi Hanım Sanatçı Performansı: Cemre Ebüzziya / Kronoloji En İyi Adam Sanatçı Performansı: Ali Atay / Nuh Tepesi En İyi Muavin Hanım Sanatçı Performansı: Selin Yeninci / Nasipse Adayız En İyi Muavin Adam Sanatçı Performansı: İnanç Konukçu / Nasipse Adayız En İyi Görüntü Yönetimi: Federico Cesca / Nuh Tepesi En İyi Müzik: Can Demirci / Yapı En İyi Kurgu: Yorgos Mavropsaridis / Nuh Tepesi En İyi Sanat Yönetimi: Ufuk Bildibay / Yapı En İyi Fantastik Film: Yapı En İyi Orta-Uzun Metraj Biyografisi: Mimaroğlu En İyi Kısa Metraj Biyografisi: Silivri'den Mektuplar (Silivri'den Mektuplar) En İyi Kısa Film: Büyük İstanbul Depresyonu Şeref Ödülleri: Nur Sürer, Can Candan Emek Ödülü: Ali Koçoğlu En İyi Yabancı Film: Boyalı Kuş-Boyalı Kuş / Bir Film (ithalatçı) Çevrimiçi En İyi Film: Mank / Netflix
0 notes
Text
📗Nikolay Aleksandroviç Morozov (Rusça: Николай Александрович Морозов) Rus devrimci ve bilim insanı. Kimya, fizik, astronomi, matematik ve tarih gibi farklı disiplinlerde eserler veren Morozov, Yeni Kronoloji teorisine ilham kaynağı olmuştur.📌
☮️NİKOLAY MOROZOV 168 YAŞINDA ✊🏻 İYİ Kİ DOĞDUN YOLDAŞ NİKOLAY MOROZOV 📌

1 note
·
View note
Text
ÖLÜMCÜL DENEYLER VE İNSAN KOBAYLAR 2...
ÖLÜMCÜL DENEYLER VE İNSAN KOBAYLAR 2...
1917'den kalma Sovyet gizli belgeleri ilk defa ortaya çıktı. Belgelerde Sovyetler Birliğinde bilim adamlarının 'zihin kontrolü' araştırmalarına yaklaşık 1 milyar dolar harcadığı belirtiliyor. Ortaya çıkan gerçeklerde Sovyetlerin, deneklerinin beyinlerini manipüle edebilmek için akıl almaz yöntemler kullandığı ifade ediliyor. 'Sovyetler Birliği ve Rusya'da rahatsız edici deneyler' başlıklı çalışma üzerinde yoğunlaşan araştırmacılar psiko analizlere odaklandı. Almanya'nın Stuttgart şehrinde bulunan bir araştırma merkezinde görevli olan Serge Kernbach, Rusların teknik günlükleri üzerinde çalışıyor. Bilim adamlarının bulduğu gerçek ise oldukça sıra dışı. Günlüklerde, Sovyet bilim adamlarının 'cerpan' adında yüksek frekanslı elektromanyetik radyasyon dalgalarını üretmek ve saklamak için bir makine yaptığı yazıyor. 'Makine düzgün çalıştığı takdirde tüm canlılardan biyo enerjilerini çekip dışarı salma gücüne sahip' sözleriyle heyecanını gizleyemeyen Kernbach, ABD'de de benzer bir ajandanın 'Para psikoloji programı' adıyla denendiğini de ekliyor. Sovyetler Birliğinde 'zihin kontrol' deneyleri resmi olarak 1950 yılında tanıtıldı. Bu süre ülkedeki para psikoloji çalışmalarının başlamasından yaklaşık 30 yıl sonraya denk geliyor. Sovyet gizli servislerinin zehir laboratuvarları 1921’de başlayan ve 21. yüzyılın büyük bir bölümünde de devam eden Sovyetler Birliği, Laboratuvar 1, Laboratuvar 12 ve Kamera olarak bilinen zehir laboratuvarlarını gizli polis kurumlarının araştırma tesisleri olarak kullandı, 90'lı yılların sonlarında yeniden başlatıldığı bildirildi. Gulag’lı tutuklular ölümcül zehirlere maruz kaldı. Bunun amacı ise otopside tespit edilemeyen tatsız ve kokusuz bir kimyasal bulmaktı. Test edilen zehirler, hardal gazı, risin, digitoksin ve kürar içermekteydi. Değişen yaş ve fiziksel koşullara sahip kadın ve erkekler laboratuvarlara getirilmiş ve zehirleri “ilaç”, öğün veya içeceklerinin bir parçası olarak onlara verilmiştir.
Kronoloji
• 1921: Sovyet gizli servisleri, ilk zehir laboratuvarı "Özel Ofis" adı altında kuruldu. Pavel Sudoplatov'a göre, tıp profesörü Ignatii Kazakov laboratuvara başkanlık etti. • 1926: Laboratuvar, Menzhinsky'nin ölümünden sonra 1934'te OGPU başkanı Vyacheslav Menzhinsky'nin bir milletvekili olan Genrikh Yagoda'nın denetimine girdi. Yagoda daha sonra NKVD şefi oldu. • 20 Şubat, 1939: Grigory Mairanovsky başkanlığında laboratuvar Laboratuvar 1’e dönüştü. Laboratuvar, 1939'dan Mart 1953'e kadar NKVD direktörü Lavrenty Beria ve yardımcısı Vsevolod Merkulov'un doğrudan denetimi altındaydı. • 21 Aralık, 1951: Grigory Mairanovsky, Viktor Abakumov'un tutuklanmasıyla bağlantılı olarak tutuklandı, bu tutuklama, muhtemelen Josef Stalin 'in NKVD şefi Lavrenty Beria'yı görevinden aldırma kampanyasının bir parçasıydı. • 14 Mart, 1953: Laboratuvar, Laboratuvar 12 olarak yeniden adlandırıldı. Lavrenty Beria ve Vsevolod Merkulov, Stalin'in ölümünden sonra infaz edildi. Laboratuvarın NKVD müfettişi olan Pavel Sudoplatov uzun süre hapis yattı. • 1978: KGB'nin Birinci Genel Müdürlüğü bünyesindeyken laboratuvar, "Özel Teknoloji Merkezi ve Soruşturma Enstitüsü" olarak genişletildi. • 1991 yılından beri: Moskova yakınlarındaki Yasenevo merkezli SVR'nin çeşitli laboratuvarları, "Batı'daki gizli operasyonlar için biyolojik ve toksik silahların yaratılmasından" sorumludur.
İnsan üzerinde deneyler
Mairanovsky ve meslektaşları Gulag'daki ölümcül mahkumlar üzerinde ("insanların düşmanları"), adlı zehirleri test ettiler. Hardal gazı, risin, digitoksin, kürar ve siyanür gibi zehirler bu zehirlere dahildir. Deneylerin amacı, ölüm sonrası tespit edilemeyen, tatsız ve kokusuz bir kimyasal bulmaktı. Zehirler, mağdurlara bir yemek ya da içki ile birlikte "ilaç" olarak verilmiştir. Sonunda, istenilen özelliklere sahip bir müstahzar olan C-2 veya K-2 (Karbilamin kolin klorür) geliştirildi. Tanıkların ifadelerine göre kurban fiziksel olarak değişir, boyu kısalır, hızla zayıflar, sessiz ve sakinleşir, ve maksimum on beş dakika içerisinde ölür. Mairanovsky, her zehrin etkisi hakkında daha kapsamlı bir sonuç elde etmek için laboratuvara çeşitli fiziksel koşullara ve yaşlara sahip insanlar getirdi. Pavel Sudoplatov ve Nahum Eitingon, "insanlar" üzerinde test edildiği takdirde Mikhail Filimonov'un özel ekipmanı (yani zehirleri) onayladı. Vsevolod Merkulov, bu deneylerin NKVD şefi Lavrenti Beriya tarafından onaylandığını söyledi. Tutuklanmasının ardından Beria, 28 Ağustos 1953'te Mairanovski'ye idam cezasına çarptırılan insanlar hakkında deneyler yapması üzere emirler verdiğini, ancak kendi fikrim olmadığını doğruladı. İnsan deneylerine ek olarak Mairanovsky, Sudoplatov'un gözetiminde zehirlenmiş insanları idam ettirdi.
Stalin'in Maymun İnsan Deneyi
Rus lider Josef Stalin 1920'li yıllarda, insan maymun karışımı bir asker ordu kurmak istemiştir. Bunu istemesinin amacı az yiyen, az düşünen ama savaşan bir ırk yaratma düşüncesidir. Bu amaç ile dönemin tanınan bilim insanı İlya İvanov'a emir vermiştir. Stalin bu çılgın planı ile şikayet etmeyecek hem yeni nesil bir işçi sınıfı, hem de asker sınıfı istiyordu. Hızla sanayileşen ülkenin böyle bir sınıfa ihtiyacı yüksekti. Ivanov yarış atları için yapay döllenme çiftlikleri kurmuş, hayal gücünün sınırları olmayan bir biyolog olarak ün salmıştı. Kendisine verilen yeni görev için batı Afrika'da şempanzeler üzerine ilk deneyleri için o günün parası 200 bin dolar harcadı. Ayrıca ordu için gerekecek gorillerin yetiştirilmesi için Stalin'nin doğum yeri olan Gürcistan'da bir tesis inşa edildi. Ivanov, Afrika'daki 3 dişi şempanzeyi insan spermi ile dölledi. Ivanov'un Afrika'da deney yapmasının nedeni, Afrika sistemlerinin maymunlarının kendi Kafkas köklerine göre başarı ihtimalinin daha yüksek olduğunu inanması idi. Ivanov'un döllediği şempanzeler daha gemideyken öldü ve otopsilerinden sonuç çıkmadı. Maymun insan deneyinin bütün kısmı ile başarısızlıkla sonuçlandı. Hatta Ivanov dişi maymun bulmak için Afrika'da bir ormanı yaktırdığı bilinir. Onlarca maymunu Gürcistan'daki tesise getirmiştir. Dönemin Sovyet gazeteleri ise yaklaşık 10 yıl süresince bu çabalara oldukça geniş yer ayırdı(1920-1930). İnsanın yaradılışına aykırı olan bu deney zaten başarısız olunacağı belli olmasına rağmen hayata geçiren Ivanov, bu büyük başarısızlığının ardından sürgüne yollandı ve Kazakistan'da öldü. Maymun insan deneyi ile ilgili gerçeklerde Gürcistan'da boş bir araziye, çocuk parkı inşa etmek isteyen yetkililerin binlerce maymun iskeleti ile karşılaşması sonucu ortaya çıkmıştır.
ALINTIDIR…
1 note
·
View note
Text
ziyan ettiklerimiz kendi evlatlarımızdır

1950’den sonra eğitim alanında bir “patlama” oldu. Fakat o patlamanın nitelik bakımından fazla bir şey ifade etmediği ortadadır. Bazı iyi üniversiteler kuruldu ancak sonra görüldü ki planlamaları yoktu. Seçmen kaldırmak için altyapısız lise ve ortaokullar çoğaltıldı, sonra hızlandırılmış eğitim safsatasıyla Gazi Eğitim ve Çapa gibi öğretmen okulları mahvedildi. Bu yapılanların herhangi bir partiyle ilgisi yok. Hepsi sorumludur bu rezaletten. Bugüne baktığımızda eğitim kalitesi ülkemizde maalesef çok düşük. Çünkü eğitim programlarını hazırlayan insanlar düşük! Özellikle de müfredatları hazırlayan “yetkin kişiler” son derece yetersiz. Orada burada “masters (!) yaptım” diyerek eğitim programı hazırlayamazsınız. Milli Eğitim Bakanlığı maalesef kendine göre ideoloji tespit eden ve etrafı buna göre tarumar eden kadrolardan oluşur. Bunların hangi partiden oldukları da mühim değildir. Bakanlıktaki hademelerin kapıya gelen öğretmenleri kovalamaya başladığı günden beri vaziyet buna dönüşmüştür. ABD’de eğitim alan kendini Pestalozzi (pedagog ve eğitim reformcusu) zanneder.
Birkaç dilde tarih kitabı okuyorlar mı? Hayır. Başka ülkelerin ders kitaplarına, müfredatlarına bakıyorlar mı? Hayır. Öyle ki bizim taşrada görev yapan müdürlerimizin bazıları onlardan çok daha iyi, çok daha becerikli. Örneğin; bir dönem Antalya Anadolu Lisesi vardı… Bir bakıyorsun okula Glaltasaray’ı, Boğaziçi’ni kazanan öğrenciler yetiştirmiş. Belli ki müdür çok seçkin ve kabiliyetli bir adam. Ona göre öğretmenler topluyor. Bakanlıkta maalesef böyle bir organizasyon ve liyakat usulü yok.
Şunu kabul etmek zorundayız, Milli Eğitim Bakanlığı bu eğitimin bürokratik ve akademik yükünü kaldıramıyor. Aslında her türlü kayırmacılık ve partizanlığın aleti değil, öncüsü bir kuruluştur. Buna üzülmek için Türk olmak gerekmez, güzel şeylere hayran olan herhangi bir insan evladı da üzülür. Avrupa’daki eğitimin gerilemesinden, Fransız liselerinin yeni durumundan endişe duymak için Fransız olmaya gerek yok, bu medeniyeti takdir eden her insan olumsuz değişmelere üzülerek bakar. Komşumuz İran’ın eğitimcileri ve aydınları sorumlu ve bilgili kimselerdir. Orta eğitim kurumlarının seviyesi yüksektir. Bu nedenle dünyanın en ileri üniversitelerinde dahi İran’dan gelen öğrenciler takdir görür.
Bürokrat ve yöneticileri bir kenara bırakırsak ülkemizde sistematik düşünmeyen, renkli üslubu olmayan bir eğitimci kitlesi var. Matematik ders kitapları bile rastgele bir şekilde yabancı kitaplardan derlenmiş. Matematiğin millisi olmaz elbette ama müfredatın iyi takip edilmediği açık. Talebeye aşırı ders yükleyen, matematikte, geometride düşünmeyi, temel kavramları yeterince öğretmeden doğrudan problem çözmeye sevk eden bir sistem bu. Tarih dersi özelinde ifade edecek olursak, liselerdeki tarih öğretenlerini adamakıllı yetiştirmek şart; lisan öğrenmeyen tarih öğretmenlerini de mesleğe almamak gerekir. Seçkin öğretmenler yetiştirmemiz lazım.
Tüm bu sebeplerden dolayı üniversiteye gelen öğrenci kitlesi de çok yetersiz. Yeterli donanımı bırak, saptırılmış bir şekilde geliyorlar. Kronoloji nedir, senkronizasyon nasıl yapılır, tarihte belgelerin önemi nedir, tarih nasıl yapılır öğretilmemiş. Bunlar olmadığı zaman da çocuk üniversiteye bomboş geliyor. Tabii burada şu da önemli: Türk toplumu üniversiteye çocuk göndererek ona parlak istikbal hazırlamanın mümkün olmadığını anlamaya başladı. Hatta çocuklarını yurtdışına okumaya gönderenler bile bu “yatırımdan” umut ettikleri neticeleri alamadıklarını görüp daha “dikkatli” davranmaya başladılar. Bu önemlidir.
Bilmeliyiz ki, kasabalı politikacı zihniyetiyle ziyan ettiklerimiz kendi evlatlarımızdır. Eğitim sistemini yaz-boz tahtasına çevirir, okulları-üniversiteleri bir siyasi dergâh haline dönüştürürseniz, sonunda çok vahim neticelere katlanmak zorunda kalırsınız.
İlber Ortaylı (2017)
33 notes
·
View notes
Text
HARPAGOS'UN MEDLERE İHANETİ - Gazete Davul
HARPAGOS’UN MEDLERE İHANETİ
Tarihinden ders almayan milletlerin her zaman aynı hataları tekrarlayacaklarını unutmamak gerek. Yarınları anlamanın en iyi yolu tarihini bilmekten geçmektedir. Tarih kendini bilmek, kendine dünün deneyimleriyle varmak eylemidir. Kendini bilmeyenler kim ve ne olduklarını da bilemeyeceklerdir
Occo Mahabad
M.Ö. 484 yılında Halikarnassos’da (Bodrum) doğan Herodot, dünyanın ilk araştırmacı tarihçisi ve yazarıdır. Onu ünlü yapan Historia adlı eserini düzyazı olarak kaleme almasıdır. Romalı deneyimli devlet adamı, bilgin ve yazar Cicero, onu Tarihin Babası olarak adlandırmıştır. Herodot, M.Ö. 425 yılına kadar yaşamıştır. Herodot Historia adlı eserinde Yunan, Med, Pers, Asur, İskit ve Lidya gibi dönemin büyük güçleri arasında yaşanan savaşlar ve ilişkilerden söz etmiştir.
Herodot’a göre ilk Med devletinin kurucusu ve ilk kralı, altı Medya kabilesini birleştirerek başkent Ekbatana şehrini kuran Diyakes adını verdiği Keaştarati’dir. Bu altı Medya kabilesi Magi, Askelon, Edom, Hoab, Ammon, Ethiopia kabileleri güçlü Assur saldırıları karşısında birleşerek M.Ö. 674 yılında Medya krallığını kurdular.
İyi bir stratejist ve taktisyen olan Kyaksares döneminde ise ülke siyasi olarak en güçlü zamanlarını yaşamıştır. MÖ. 7. yüzyılın sonunda Med kralı Kyaksares, Asurluları ağır bir yenilgiye uğratmıştır. Bu başarı, Kyaksares’e bütün Med boyları üzerinde siyasi bir üstünlük kurma fırsatını sağlamıştır. Bu dönemde, Med Devleti’nin merkezi Ekbatana şehri idi.
Medlerin en önemli hükümdarlarından biri de Kyaksares’in oğlu Astyages’tir. (M.Ö. 585‐550) Herodot eserinde gücünün zirvesinde olan Astyages önderliğindeki Med İmparatorluğunun, Kyros’un önderliğindeki Perslere nasıl yenildiğini mitolojik bir anlatıyla bize sunar.
Medler ve Persler arasında yaşananlar Herodot’un dışında Polyainos, Diodorus, Şamlı Nikolaos, Marcus Junianus Justinus, Ksenophon, Ktesias ve Polybius tarafından da yazılmıştır. Bu yazarlar arasında olaylar anlatılırken kimi zaman olgular üzerinde fikir birliği ve uyuşmalar varken kimi zaman da birbiriyle çok zıt, uzlaşmayan ve ciddi çelişkilerle dolu bilgiler vardır.
Bu yazarların dışında Astyages ve Kyros arasındaki mücadeleyi bize anlatan en önemli kaynaklardan biride Yeni Babil Kralı Nabonidus dönemine (M.Ö. 556/555‐539) ait olan Babil metinleridir. Harran’daki Sin Tapınağı’nda bulunan bu tabletler, Babil kralı Nabonidos’un (M.Ö. yaklaşık 556/5-M.Ö. 539) hükümdarlığı sırasında kayda geçirilmiştir. Üç yıl süren bu savaş görece kronoloji ışığında MÖ 553 yılına tarihlenir. Sinkronolojik olarak Nabonidos’un yedinci yılına yani M.Ö. yaklaşık 549’a tarihlenen Nabonidos Kroniği’nde ise, açıkça Kyros’un Astyages karşısındaki zaferinden söz edilir. Bu tablete göre savaş sırasında ordudaki askerler, Astyages’e karşı ayaklanır ve onu esir alarak Kyros’a teslim ederler.
Pers İmparatorluğu’nun kuruluş süreci hakkında bilgi veren çivi yazılı belgelerden bir diğeri de Antik Sippar yerleşmesinde (Ebu Habbah) ortaya çıkarılan Sippar Silindiri’dir. Bu çivi yazılı belgeye göre, Kyros ile Astyages arasındaki savaş M.Ö. 553 yılında başlar ve birden fazla çarpışmanın yaşandığı üç yılın sonunda M.Ö. 550’de Kyros’un zaferiyle son bulur. Sippar Silindiri’ndeki bilgilere göre savaşın üçüncü yılında Tanrı Marduk, Anşan kralı ve genç hizmetkârı Kyros’u Astyages’e karşı harekete geçirir ve Kyros küçük ordusuyla Umman‐manda’nın (Medya) büyük ordusunu dağıtarak Medlerin kralı Astyages’i ele geçirerek onu kendi ülkesinde tutsak eder.
Şimdi size Herodot’un anlatılarını temel alarak Med ülkesinin nasıl Kyros’un egemenliği altına geçtiğini anlatmak istiyorum.
Eşinin doğumundan sonra bir kızı olan Astyages, ona Mandane adını verdi; rüyasında gördü ki kız işiyordu, o kadar çok işiyordu ki, bütün kenti ve sonra baştan başa bütün Asya’yı sel götürüyordu. Rüya yormakta usta falcılar bu rüyayı bütün ayrıntılarına kadar, yüreğine korku salacak kadar açıklamak yanlışlığını işlediler. Mandane, erkeği tanıma çağına geldiği zaman Astyages onu kendisine layık bir Medyalı ile evlendirmedi, zira görmüş olduğu rüyanın korkusu içinden çıkamamıştı, Kambyses adında bir Pers’e verdi, hem iyi bir soydandı, hem de uysal yaradılışlıydı ve kral bir Pers’i, orta tabakadan bir Medyalıdan bile çok daha aşağı görüyordu. Bu evliliğin birinci yılında Astyages bir rüya daha gördü; kızın döl yatağından bir asma sürüyordu, asmanın çubukları bütün Asya’nın üstünü kaplıyordu.
İktidarına karşı tehlike görmediği uysal Kambyses’e kızını verme hatasına kapılan Astyages’in korkuları bitmez bu yüzden ülkenin en iyi rüya yorumcuları olan falcıları çağırarak işin aslını öğrenmek ister. Falcılar çocuğu öldürmesi gerektiğini eğer yaşarsa tahtını alarak tüm Medya’nın kralı olacağını Astyages’e kaygılı bir dille anlatırlar. Korkuya kapılan Astyages torununu Perslerin yanından alarak sarayına getirtir.
Bu tehlikeyi savuşturmak için Astyages, Kyros doğar doğmaz Harpagos’u çağırttı, akrabalarından biriydi, Med’ler içinde kendisine en çok bağlı olan ve en çok güvendiği adamdı. Ona şunları söyledi: “Harpagos, şimdi sana söyleyeceklerimi iyi dinle, bu sözleri hafife alıp beni tehlikeye atma, kendini de başkasından yana çıkıp sonradan ayağını sürçtürecek olan tehlikelere bırakma. Mandane’nin doğurduğu çocuğu al götür evine ve öldür; sonra göm, nasıl kolayına gelirse.” Harpagos cevap verdi: “Kralım, karşındaki adamın bugüne kadar hoşa gitmeyecek bir şey yaptığını görmedin; bundan sonra da beni azarlamanı gerektirecek bir şey yapmak istemem. Mademki öyle istiyorsun, öyle olsun, yeter ki bana verilmiş olan işi tastamam yerine getirmiş olayım.’’
Savaşlarda yiğitçe savaşmış kralın has adamı olan Harpagos kendisine teslim edilen bu bebeğe baktıkça gözyaşlarını tutamaz. Büyük bir üzüntüyle evine varır. Karısına her şeyi olduğu gibi anlatır. Kadın “Şimdi ne yapacaksın?” diye sorduğunda cevap verir: “Değil yalnız aklını şaşırmış, hatta şimdi olduğundan daha beter çıldırmış bile olsa, Astyages’in dediğini harfi harfine yapmam, hayır, yapamam, böyle bir ölüm için onun aleti olamam. Ayrıca bu küçüğün kanına girmemek için birçok nedenim de var: Bir defa bu bebek benim de akrabam oluyor, ayrıca Astyages yaşlı, erkek çocuğu da yok; ya öldüğü zaman tiranlık, şimdi oğlunu benim elimle öldürtmek istediği kızına kalırsa, o zaman başıma gelecek olanlardan daha berbatı düşünülebilir mi? Şimdi benim selametim için bu çocuğu ortadan kaldırmak lazım; ama bu işi yapacak katili Astyages’in adamları arasından seçmeli, benimkilerden değil.
Harpagos, bölgede sürü otlatan sığırtmaçlardan biri olan en iyi adamı Mitradatesi çağırır. Mitradates kancık köpek anlamına gelen Kyno adında bir kadınla evliydi. Harpagos ona şöyle dedi: “İşte Astyages’in buyruğu: Al bu çocuğu, dağların en uzak yerine bırak, çabucak ölsün! Ayrıca sana şunu söylememi de buyurdu, eğer bunu öldürmezsen ya da ölümden kurtaracak gibi davranırsan, sen kendin işkenceler içinde öleceksin. Ben de öleceği yere götürüldüğünden emin olmak için emir aldım.”
Mitradates çocuğu alarak o gün doğum yapan karısının yanına döner. Kadın meraklı gözlerle ‘’Neden çağrıldığını’’ sorar. Karısına Harpagos’un emirlerini anlatarak konuşmasını sürdürür. ”Harpagos’un evini ağlamalar kaplamıştı ve ben içeri girince donakaldım. Girer girmez, renkli kundak bezi içinde altın mücevherlerle süslenmiş küçük bir çocuk gördüm, orta yere koymuşlar, çırpınıp haykırıyordu. Harpagos beni görür görmez, hemen çocuğu alıp götürmemi ve bizim dağlarda yaban hayvanların uğrak yeri neresiyse, oraya bırakmamı buyurdu. Astyages’in emriymiş ve eğer bu emri yerine getirmezsem, ölümlerden ölüm beğenmeliymişim. Hizmetçilerden birinin oğludur herhalde diye düşündüm ve çocuğu alıp çıktım; hiçbir zaman kuşkulanmayacaktım da nereden geliyor diye. Üzerindeki altını ve kundağı görüp, Harpagos’un evini gizlisiz kapaklısız dolduran bağırtıları işittiğim zaman şaşıp kalmıştım. Ve sonra yolda, beni kentin dışına kadar geçiren ve bebeği elime veren hizmetçiden her şeyi öğrendim; çocuk Astyages’in kızı Mandane ile kocası Kambyses’in Kyros adlı oğluymuş ve Astyages öldürün diye emir vermiş. İşte bak gör.” Bunları söyleyerek çocuğun yüzünü açtı, karısına gösterdi.
Her ne kadar karısı çocuğu öldürmemesini istese de Mitradates mecbur olduğunu yoksa en kötü işkencelerle öldürüleceğini anlatır. Kadın çocuklarının ölü doğduğunu belirterek “Pekâlâ. Mademki dediğinden dönmüyorsun ve mademki oraya ille de bir çocuğun bırakılması gerekiyor, şöyle yapalım, ben de doğum yaptım, ölü bir çocuk doğurdum. Al, onu götür, bırak oraya ve Astyages’in kızının oğlunu bizimkiymiş gibi yetiştirelim. Hem sen efendilerinin emrine karşı çıkmamış olursun, hem de biz kötü bir işe bulaşmamış oluruz; ölü çocuk kral mezarında yatar, canlının da canı kurtulmuş olur.” Mitradates ölü doğan çocuğunu yaban hayvanlarının yaşadığı ıssız yerlere bıraktı. Parçalanmış cesedini de Harpagosa gösterdi.
Çocuğu öz oğulları gibi severek yetiştirdiler. Çocuk on yaşına bastığında arkadaşlarıyla oyun oynarken kim olduğu ortaya çıkar. Oyun sırasında Kyros emirlerini dinlemeyen Artembares’in oğlunu kamçıyla döver. Bunu duyan Artembares onurunun zedelendiğini düşünerek Astyages’e gider. “Ey kral,” dedi, “işte kölen sığırtmaç oğlunun bize karşı gösterdiği saygısızlık!” Ve oğlunun omuzlarını gösterdi. Adamlarına emir veren Astyages Mitradates’in oğlu Kyros’u huzuruna getirtir. Kyros’a baktı ve dedi ki: “Demek ki sen, benim katımda baş yeri tutan şu adamın oğluna, hem de hangi tabakadan olduğunu bile bile böyle ağır bir hakarette bulunmaya kalkıştın.” Kyros cevap verdi: “Efendim, ben adaletten ayrılmadım. Köy çocukları ki, bu da aralarındaydı, oyun oynarken beni kendilerine kral yaptılar; onlar içlerinde bu göreve en layık kişi olarak beni görüyorlardı. Öbür çocuklar emirlerimi yerine getiriyorlardı, ama bu başıbozuk çıktı ve o kadar ileri gitti ki, sonunda cezalandırdım. Eğer bundan ötürü ceza görmem gerekiyorsa işte emrinizdeyim.”
Astyages çocuğun ne kadar kendisine benzediğini düşünerek bu kadar zeki bir çocuğun bir sığırtmacın oğlu olamayacağı şüphesine kapılır. Mitradates’i yanına çağırarak bu çocuğu nereden bulduğunu sorar. Adam, “Çocuğun babası benim, anası da evde oturuyor,” diye cevap verir. Sığırtmaç işkenceye konulacağını anlayınca bütün gerçeği açıklar. Bir de hikayeyi Harpagos’dan dinlemek için onu da yanına çağırır. Köşeye sıkışan Harpagos da bütün gerçeği itiraf eder. Astyages, ona karşı duyduğu öfkeyi belli etmeden, sığırtmaçtan dinlediklerini bir bir anlattı; sonra bu yeni hikâye bitince, “Çocuk sağ ve böyle olduğu daha iyi,” diyerek bağladığı sözlerini: “Bu çocuğa yaptıklarım,” dedi, “içime dert olmuştu, kızımla aramın açılması da beni üzüyordu. Mademki bu iş böyle mutlu bir sonuca bağlandı, sen de oğlunu gönder, bizim evine dönen çocukla tanışsın; çocuğun canını bağışladıkları için tanrılara kurban sunmak istiyorum, bunu hak ettiler, sen de gel, birlikte yemek yiyelim.” dedi.
Harpagos’un oğlu gelince Astyages çocuğu boğazlattı, parçalattı ve pişirtti. Bütün konukların kutlama yemeğine geldiklerinde Harpagos’a oğlunu verdiler. Astyages sordu, “Et iyi miydi?” Harpagos “Çok güzeldi,” dedi. O zaman önceden tembihli olan hizmetçiler, ellerinde oğlunun başı, elleri ve ayakları, bir örtüyle örtülmüş olarak geldiler, Harpagos’un yanında ayakta durdular, örtüyü açıp içinden beğendiğini almasını söylediler. Harpagos, “Olur,” dedi, örtüyü kaldırdı ve gördü oğlundan kalan şeyleri. Hiç şaşırmadı, duygularını belli etmedi. Astyages, yediği etin hangi hayvanın eti olduğunu anlayıp anlamadığını sordu. Anladığı cevabını verdi, “Kral ne yaparsa, iyi yapar,” dedi. Bunu dedikten sonra etten ne kaldı ise, hepsini toplayıp evine döndü ve bu parçaları öyle sanıyorum ki, bir tek mezarın içerisine koydu.
Astyages, Harpagos’un kendisine yönelik sadakatsizliğinin intikamını acımasız bir şekilde ona oğlunu yedirerek almıştı. Harpagos bu yapılanları hiçbir zaman unutmadı. İçindeki kin ve nefretle Astyages’i mahvedecek anın gelmesi için sabırla bekledi. Kahinlerin ve falcıların tahtına karşı bir tehlike kalmadı sözleri Astyages’i rahatlatır. Kyros’u yetişmesi için gerçek anne ve babasının yanına gönderir. Yıllar geçer ve Kyros genç ve cesur bir delikanlı haline gelir.
Astyages, Medyalılara karşı katı davranıyordu; ülkede huzursuzluk ve sıkıntılar had safhaya ulaşmıştı. Harpagos, Medya’nın ileri gelenleriyle iyi ilişkiler kurarak, Kyros’un yanında yer alıp Astyages’in saltanatına son vermek gerektiğini sokmuştu kafalarına. Kyros’u örgütlemek ve Perslerle birlikte Astyages’i devirmeyi istiyordu.
Kyrosu ikna etmeğe çalışarak ‘’Şimdi eğer bana güvenirsen, Astyages’in hüküm sürdüğü ülke baştan başa senin olabilir. Persleri ayaklandır, bir ordu ile Medya üzerine yürü. Astyages sana karşı çıkaracağı orduya ister beni, ister Medya’nın öbür ileri gelenlerinden birini komutan yapsın, senin başarıya ulaşman bakımından fark etmez; ilk olarak Astyages’i bırakıp senin yanına geçecek ve kralı devirecek olanlar onlardır. Biz hazırız, sen de ne diyorsam onu yap, vakit geçirmeden yap.”
Kyros korkak ve sadece kendi çıkarlarını düşünen Persler’i nasıl ikna edeceğini sonunda buldu. Ülkenin bir ucunda on sekiz, yirmi stad karelik bir yer vardı, baştan aşağı çalı, diken doluydu. Persler ellerinde oraklar, gelip burada toplandılar, Kyros emir verdi, “Burasını bir gün içinde açıp temizleyeceksiniz,” dedi. Tam bu zor işe sıvandıkları zaman ikinci iş olarak, “Yarın gelip benimle yemek yiyeceksiniz,” emrini verdi. Öte yandan babasının ne kadar keçisi, koyunu ve sığırı varsa hepsini topladı, kestirdi, yanına başka güzel yemekler ve şaraplar da katarak Pers ordusu için hazırlattı. Ertesi güne Persler geldiler, bir çayırlıkta doyasıya şölen çekildi. Şölen bittikten sonra sordu, dün gördükleri işi mi daha çok beğenmişlerdi, yoksa bugünkünü mü? “İkisi arasındaki fark çok büyük,” dediler; dün yalnız zahmet çekmişlerdi, bugün ise yalnız hoşlarına giden bir şey yapıyorlardı. Kyros bu sözü kaptı, kafasındakileri ortaya döktü: “Persler,” diye bağırdı, “işte önünüzde açılan yol: Eğer beni dinlerseniz, bütün bunlar ve daha pek çokları sizin olur; kimse sizi köle gibi çalıştıramaz; beni dinlemezseniz, başınızdan dünkü gibi bir yığın iş hiçbir zaman eksik olmayacaktır. Gelin beni dinleyin, özgür insanlar olun. Ben inanıyorum ki, kader beni bu işi görmek için dünyaya getirdi ve sizin de hiçbir bakımdan, hele savaş bakımından Med’lerden daha aşağı insanlar olmadığınıza güvenim var. Durumu iyi kavrayınız, vakit geçirmeden Astyages’i bırakınız.”
Astyages kadın, genç, ihtiyar demeden bütün Medleri, Kyros’a karşı savaş için topladı. Kehanetleriyle onu aldatan Mag Kahinlerini kazıklara oturttu. Kyros’un birlikleri 553 yılında Medya üzerine yürüdüler. Savaş üç yıl sürdü ve 550 yılında Perslerin zaferiyle sonuçlandı. Astyages’in ordusundaki Med aristokrasisi, kendi kralına ihanet ederek ve onu Kyros’a teslim ederek bu zafere büyük ölçüde katkıda bulundu. Kyros, Astyages’in başkenti Ekbatana’yı aldı ve Nabonid’in kroniğinin belirttiği gibi, “Ekbatana’nın altın, gümüş ve bütün hazinelerine el konuldu ve götürüldü.
Harpagos içinde birikmiş yılların nefretiyle Astyages’in karşısına geçerek “Dün kralken bugün köle olmak nasılmış?” diye sordu. Astyages ona, “Sen insanların en budalası ve en haksızısın!” dedi; “en budalasısın, çünkü bu işi sen kendin yapabilir, tacı da kendi başına koyabilirdin, oysa şimdi bu gücün ancak üçte biri elindedir – ve sen insanların en haksızısın, çünkü o şölenin öcünü alayım derken Medya’yı köleliğe sürükledin; eğer krallığı kendin yerine ille de bir başkasına vermen gerekiyorduysa, bunun bir Pers yerine bir Medyalı olması daha doğru olurdu; oysa senin ihanetin yüzünden hiçbir suçu olmayan Medyalılar efendiyken köle oldular ve Persler, Medlerin dünkü köleleri, bugün Medlerin efendisi oldular.’’
Medya bundan böyle Pers İmparatorluğunun bir parçası durumuna geldi. Astyages 35 yıllık iktidarını kaybetti. Herodot’a göre Kyros dedesi olan Astyages’e karşı çok iyi davranarak onu öldürmemiş hep yanında tutmuştur.
İskit (Saka) egemenliği dönemi haricinde yüz yirmi sekiz yıl Med hâkimiyetinde kalan topraklar böylelikle M.Ö. 550 yılında Perslerin eline geçmiştir. Astyages’in kötü yönetimi, Harpagos’un intikam tutkusu, kişisel çıkar çatışmalarının sürüklediği yenilgi ve Medlerin köleleşmesi, Herodot’un mitolojik anlatımıyla günümüze ulaşmıştır. Bu mitolojik anlatım kimi zaman fantastik ve abartılı bir dille kimi zamanda gerçek dışı daha sofistike ama akla uygun varsayımlarla kendini ortaya koymuştur. Fakat sonunda bize kalan en büyük öğretici derslerden biri kişisel nefret ve hırslarımızın büyük ihanetlere ve yıkımlara yol açmayacak şekilde çözülmesi ve bir diğeri de birlik ve beraberliğini sağlamayan halkların parçalanarak yenilmeye mahkum olduklarıdır.
Tarihinden ders almayan milletlerin her zaman aynı hataları tekrarlayacaklarını unutmamak gerek. Yarınları anlamanın en iyi yolu tarihini bilmekten geçmektedir. Tarih kendini bilmek, kendine dünün deneyimleriyle varmak eylemidir. Kendini bilmeyenler kim ve ne olduklarını da bilemeyeceklerdir. Astyages’in Harpagos’a ‘’bana düşman olman halkına ihanet etmeni gerektirmezdi’’ sözleri her zaman üzerinde düşünmemiz gereken ciddi bir uyarı niteliğindedir.
Email: [email protected]
Site: https://occomahabad.wordpress.com/
KAYNAKLAR:
-Heredotus, Heredot Tarihi, Çev.Müntekim Ökmen, Remzi Kitabevi.
-Prof. George Rawlinson, Eski Doğu’nun Büyük Krallıklarından Medya Krallığı.
-Eray Karaketir, Çivi Yazılı Belgeler ve Antik Kaynaklar Işığında Pers İmparatorluğu’nun Kuruluşu, Bartın Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi.
-Sevgi Sarıkaya, Astyages ve Kroisos’un Sonu, Aktüel Arkeoloji.
-R. Rollinger, Med Krallığı-Hayalet İmparatorluğu, ArkeoAtlas.
0 notes
Text
Tarihte bugün ne oldu? 3 Aralık tarihinde ne oldu, kim doğdu, kim öldü, hangi önemli olaylar oldu? İşte, 3... #AmerikaBirleşikDevletleri #DünyaEngellilerGünü #Doğum #Türk #Gündem #3AralıkDünyaEngellilerGünü #deprem #İttifakYatırımcısıMağdur #kimesordunfahrettinkoca
Tarihte bugün ne oldu? 3 Aralık tarihinde ne oldu, kim doğdu, kim öldü, hangi önemli olaylar oldu? İşte, 3… #AmerikaBirleşikDevletleri #DünyaEngellilerGünü #Doğum #Türk #Gündem #3AralıkDünyaEngellilerGünü #deprem #İttifakYatırımcısıMağdur #kimesordunfahrettinkoca
Tarihte bugün yaşanmış yeni doğumlar, yaşanan vefatlar ve meydana gelen önemli olayları kronoloji sırayla sizlerle aktarıyoruz. Peki, 3 Aralık tarihinde ne oldu, kim doğdu, kim öldü, hangi önemli olaylar oldu? İşte, 3 Aralık’ta yaşanan doğum, ölüm ve önemli olaylar!

3 Aralık tarihte bugün yaşanan olaylar, doğumlar ve ölümler merak ediliyor. 3 Aralık’ta yaşanmış olayları, ünlü isimlerin doğum ve…
View On WordPress
0 notes
Photo
Tarih
Tarih
Game Tarih là dòng game Educational
Giới thiệu Tarih
Tarih öğrenmenin en keyifli yolu! 2555 tarih sorusu ile şimdi yeni bilgiler keşfetme zamanı…Tarihi ne kadar iyi biliyorsun? Eğlenceli bir tarih yolculuğuna çıkmaya ne dersin? “Konu tarih olunca benden iyisi yoktur” diyorsan, bu uygulama tam sana göre! Tarih bilgini test et, arkadaşlarınla yarış! Tarih Liyakat Nişanı kazanmak için tüm soruları cevapla! Türk ve dünya tarihinden birçok bilgiyi bu eğlenceli oyun ile öğren. Oyun içerisine dal, eğlence ile öğrenmenin doruklarına ulaş! ÖZELLİKLER Uygulamayı sınavlara hazırlanırken de kullanabilirsin. Eğlenirken öğreneceğin bu uygulamayla Tarih artık cebinde! Keyifli vakit geçirmen amacıyla uzun uğraşlar sonucu hazırlanan uygulama içerisinde; -OYUN MODLARI: Tarihte İlkler, Kronoloji, Önemli Tarihler, Doğru-Yanlış - İPUCU: Eğer sorularda takılı kalırsan İpuçları sana yardımcı olabilir yada - GEÇ: Bir can kaybederek sıradaki tarih sorusuna geçebilirsin - CAN: Hakların, her yanlış cevabında bir can kaybedeceksin - BAŞARILAR: Buradan uygulama içerisindeki rütbeni görebilir, rütbelere terfi ettikçe daha fazla can kazanabilirsin. - GÖZDEN GEÇİRME, Sorulara yanlış cevap verirsen üzülme, bu bölümde yanlışlarına kolaylıkla göz atabilirsin. -KONU ANLATIMI – Baştan sona tarih konularına göz atabilirsin. - OSMANLI PADİŞAHLARI – Osmanlı padişahları ve dönemlerinde yaşanan önemli olayları bu başlık altında bulabilirsin. - OSMANLI ANTLAŞMALARI – Şanlı Osmanlı tarihinde yapılan antlaşmaların detaylarına bu başlıkta göz atabilirsin. - TARİHTE İLKLER – Türk tarihinde ki ilklere bu başlıkta göz atabilirsin. - ATATÜRK SÖZLERİ ve İLKE BAĞLANTILARI – Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerini ilkeleriyle ilişkili olarak bu başlık altında bulabilirsin. - ÖSYM ÇIKMIŞ SORULAR – 1448 soru ile ÖSYM sınavlarında çıkmış olan soruları konu başlıklarına göre çözerek tarih bilgini test edebilirsin. - LİYAKAT NİŞANI – Tarih sorularını tamamen cevapladığında bu nişana sahip olacaksın. TARİH eğlenceli, keyifli vakit geçirmek ve yeni bilgiler öğrenmek için en iyi yollardan birisi. Sen de mutlaka Tarih’e geçmelisin! Tarih uygulamasını hemen indir ve 2555 soru ile eğlencenin doruklarına ulaş. Sıkılmadan eğlenerek artık Tarih’i çok daha iyi öğrenebilirsin. Peki uygulama ücretli mi? Uygulama ücretsizdir. Fakat daha fazla can almak istersen ufak bir ücret ödemen gerekebilir. Unutma elde ettiğin başarılarda ve her 50 soruda daha fazla can kazanacaksın. Ayrıca art arda her 5 doğru cevabın sana ipuçları kazandıracak. İletişim için: [email protected] The most enjoyable way to learn history! Now it's time to discover new information with the 2555 date question. How well do you know the date? How about taking a fun history journey? If you say “There is nothing better than me when it comes to history”, this app is for you! Test your history, race with your friends! Answer all the questions to earn the Order of Merit! Learn a lot of Turkish and world history with this fun game. Dive into the game, reach the heights of learning with fun! FEATURES You can also use the app when preparing for exams. History is now in your pocket with this application you will learn while having fun! In the application prepared as a result of long efforts to have a pleasant time; -MODE MODES: Firsts in History, Chronology, Important Dates, True-False TIP: Tips can help you if you get stuck on questions or - LATE: By losing a life, you can move on to the next date question - CAN: You will lose one life for every wrong answer of your rights - ACHIEVEMENTS: From here you can see the rank within the app and gain more lives as you get promoted to ranks. - REVIEW, Do not be upset if you answer questions incorrectly, you can easily check your mistakes in this section. - SUBJECT EXPRESSION - You can browse history topics from start to finish. - OTTOMAN PADISHES - You can find important events in Ottoman sultans and periods under this title. - OTTOMAN TREATIES - You can take a look at the details of the treaties made in the history of the glorious Ottoman in this title. - FIRSTS IN HISTORY - You can take a look at the firsts in Turkish history in this title. - ATATÜRK LYRICS and PRINCIPLES LINKS - You can find the words of Mustafa Kemal Atatürk, the founder of our Republic, under this title. - ÖSYM ÇİKMIŞ QUESTIONS - You can test your knowledge of history by solving 1448 questions and questions raised in ÖSYM exams according to subject titles. - LIVING GOOD - When you answer the date questions completely, you will have this engagement. DATE is one of the best ways to have fun, enjoy time and learn new information. You must definitely go to History! Download the date app now and reach the top of the fun with 2555 questions. You can learn History much better by having fun without getting bored. So is the application paid? The application is free. But if you want to take more lives, you may have to pay a small fee. Do not forget that you will gain more lives in the achievements and every 50 questions. In addition, every 5 correct answers in a row will give you clues. For contact: [email protected] Tarihteki ilkleri ve enleri, tarihteki önemli olayların tarihlerini bilmeye çalışabilir, padişahlar ve dönemlerine ilişkin gelişmeleri doğru-yanlış oyunuyla öğrenebilir ve verilen olayları oluş sırasına koymaya çalışabilirsiniz! Tarih artık 150 can ve 20 ipucu ile başlıyor! 1448 çıkmış soru 16 konu başlığı altında sizlerle! Osmanlı antlaşmaları, Mustafa Kemal Atatürk'ün sözleri ve ilke bağlantıları, dönemlerine göre tarihte ilkler, tarih şifreleri ve detaylı konu anlatımları artık cepte!
Download APK
Tải APK ([app_filesize]) #gamehayapk #gameandroid #gameapk #gameupdate
0 notes
Text
Fikir ithali
Tanzimat'tan beridir, “fikir ithali”nden başka bir şey yapılmadığı halde, hala bir yerlilik varsayımı, hiç değilse bir “miras” olarak dile getirilip duruyor. İthal fikir denilen şeylerin karşısında sanki “yerli malı” herhangi bir fikir varmış gibi. Bu açıdan düşünce akımları, özellikle radikal sayılabilecek eleştiriler üretmeye elverişliyseler, yerli olmamakla pek kolayca suçlanıyorlar.
Yani, Türkiye'de de, şu ya da bu tarihlerde, olur olmaz kişilerin ağzından hep duyduğumuz bir cümle: “Sınıf mücadelesi dışarıdan ithal edilmiş bir kuramdır.” Bu sözlerin şu ya da bu tarihte dile getirilmediği herhangi bir ülke veya lisan gerçekten yok gibidir.
Hatta sol düşüncenin de bu yerlilik fikriyatından tam anlamıyla bağışık olduğu söylenemez. “Postmodernist” diye tabir ettikleri Foucault'nun çevirilerine bile lüks gözüyle bakan çevreler oldu. Bu da bir bakıma “yerlilik” adına yapıldı. Sanki bu düşünürün acımasızca eleştirdiği kurumları ithal etmek üzere üç yüz yıl inanılmaz ve sürüncemeli “modernleşme” çabalarına giren bu ülke değildi.
Ekonomi - Politik
Marx'ın çok keskin bir gözlemiyle, “ekonomi politik” Adam Smith ve Ricardo'dan önce, kesin olarak söylemek gerekirse yoktur. Çünkü onlardan önce zenginlikler; toprak, hazine gibi büyük ve önemli nesnelerdir. Bu iki adam işin içine kartezyen bir şeyler sokarak ekonominin nesneler düzenini tam anlamıyla tersine çevirir. Dedikleri şu: “Ekonomik değerden bahsedecekseniz, artık nesnelere bakmayı bırakın. Özneye, nasıl göründüğüne,” bakın. Böylece üretken özne diye bir şey doğacaktır, değerin kaynağı öznelliktir, öyleyse zamandır, mekan falan değil. Kârın aşikâr öznelliği – değerin gerçekleştiği sarmal süre, başka bir deyişle “birikim”. Marx'ın eleştirisi, ekonomi politiğin iki mucidinin bu öznelliği pek de adam gibi değerlendiremedikleri, bir noktada bıraktıklarıdır. En az iki öznelliğin konulduğunu göremiyorlar, emeğin ve sermayenin öznelliklerini.
Emek gücünün sahibi olarak işçi sınıfının yerli olmaması, uluslararası olması kaçınılmazdır öyleyse. Endüstriyel kapitalizm kuşkusuz bu insanlar çoğulluğunu “yerlileştirmeye”, “vatan sahibi” kılmaya çabalayacaktır. Yine de Marx, işlerin böyle yürümediğini, endüstri kentinin, üzerinde çalışılan toprağın pek de bir vatana benzemediğini söylemekten geri kalmayacaktır.
Paris düşerken
Marksist düşüncenin “yerliliğe” olanak vermediği yönündeki düşünce her durumda doğruluğunu koruyor. Bunu “ulusalcı sol” gibi bir adlandırmayla, eleştiri hedefi haline getirmek ise, özellikle geç kapitalizm koşullarında, gerçekten gülünçtür.
Ekonomi politik “yer” ya da “yurt” mevhumlarını tanımıyorsa bu onun bir eksikliğine değil, işere “hayali mefhumlardan” daha derin bir düzlemden bakabilmesine yorulmalı. En azından II. Dünya Savaşı sonrasındaki kapitalist birikim modelinin sonuna yaklaşıldıkça beliren kaçınılmaz süreci, “yerleşik” proletaryanın yeniden yerinden yurdundan olduğunu, “göçmen emeği”nin uluslar-ötesi kapitalist sistem için yeni bir model oluşturmaya başladığını görmek gerekir. Zira bugün, sermaye merkezlerinin aslen yerleşik proletarya tarafından değil de göçmen emeği tarafından nasıl sıkıştırıldığı ortadadır. Fransa'da yaşananlar bunun tezahürü.
Ekonomi-politikten geçecek bir düşünce “yerlilik” mefhumunun, özellikle sol dil için pek de verimli olmadığını, tam anlamıyla bir “zayıf düşünceye” delalet ettiğini söylemek gerekiyor.
Düşünce Terörü
Düşünce dünyasının bugün artık bir zamanlar Marx'ın Ruge'ye yazdığı mektupta dediği gibi, acımasız bir eleştiriye, kutsal sayılan her şeyi tepeden tırnağa eleştirmeye, kısacası putları kıracak bir “fikirler terörüne” ihtiyacı var. Muhafazakârlık ve “yer yurt” mevzuları hiçbir zaman bu düşünce terörünün kapsamı dışında tutulmamalı.
Sosyolojik manzara
“Kimlik”, “aidiyet”, “bunalım” gibi mevhumlar, sosyal bilimcilerin “yerlilik” ihtiyacını daha ne kadar doyurur bilmiyorum. Ama en basit toplumbilimsel hayalgücü bile bunların artık bilimsel bir veri olmadıklarını, olsa olsa bazı duygusal üretimlerin, görünür ya da görünmez güçlerce manipüle edilebilecek ürünleri olduklarını gösteriyor.
Yerliliği kapsamanın bir tür çoğulcu düşünce kriteri olduğu varsayılırken, bunların ne kadar genel soyutlamalardan ibaret oldukları gözden kaçırılıyor.
Marksist analizin temel mefhumlarının “sosyalizmin kurumsal çöküşü”yle artık başvurulmayan arkaizmlere benzetilmeye başlaması gerçekten dünyanın anlaşılırlığının epeyce azalmasına yardımcı olmuştur.
Yerliliğe karşı otonomi
Sosyal bilimler, hatta kendisini bunalım içinde hissetmekten neredeyse gizli bir haz duyduğu sanılabilecek Marksist-sosyalist düşünce, özellikle Türkiye'de bir “yabancılık” kuşkusuyla karşı karşıya kalındığında pekâlâ şu “yerlilik” düşüncesine saplanma tehlikesine maruz kalabilir.
İçeriden ya da dışarıdan “suçlayanlara” , “modern kapitalizme eklemlenme süreci” adı verilen bir kronoloji içinde acaba onların ne kadar yerli oldukları sorgusunu yöneltmekten kaçınabilir.
Modernleşme, aslında kapitalizmin modernleşmesi olmayıp, kendi başına ele alınabilecek bir şey olsaydı, onun evrensellik iddiasının da karşısına dikilen “geleneksellik” ve “yerelliğe geri dönüş” iddialarının da ne kadar çürük olduklarının farkına varmayabilirdik.
Gördüğümüz yalnızca insan topluluklarının bir taraftan sömürülmekte, göçe zorlanmakta, yoksullaşmakta oldukları, öte taraftan özerk öznelliklerini üretmekten ve direnmekten asla geri kalmadıklarıdır. Bu açıdan yerlilikten uzaklık suçlamasını, yerinden yurdundan her an edilebilecek göçebeleşmiş insanlara yöneltmek saçmalığın daniskasıdır.
Ulus Baker - Türkiyenin Yerlisi Olmak
1 note
·
View note
Text
Çandarlı Vezir Ailesi [İsmail Hakkı Uzunçarşılı]

Tarihçi deyince benim aklıma ilk gelen isim İsmail Hakkı Uzunçarşılı'dır. Bugünün meşhur tarihçilerinin eserleri eminim ki en az Ordinaryus Profesör Uzunçarşılı kadar kıymetlidir ama bana onun eserlerini okurken aldığımı hazzı veremeyecekleri hissiyatıyla henüz popüler tarihçileri okumaya başlamadım. Kitabı tanıtmadan önce yazarı ile ilgili biraz bilgi vermek istiyorum. İsmail Hakkı Uzunçarşılı 1888 İstanbul doğumlu. Tahsilini İstanbul'da tamamladıktan sonra 1912 yılında Kütahya'da öğretmen olarak göreve başlıyor. Öğrenciliği boyunca hayalini kurduğu hocalık kariyeri burada başlıyor. 1921'de Kuva-yi Seyyare'ye katılır, 1922'de Ankara hükümeti tarafından öğretmenlik göreviyle Kastamonu'ya atanır. Burada gazete yazarı olarak tarihi makaleler yazar ve öğretmenliğe devam eder. Daha sonra Balıkesir'de öğretmenlik, müfettişlik, milli eğitim müdürlüğü yapar, akabinde Balıkesir milletvekilliği yapar. Atatürk'ün isteğiyle İstanbul Üniversitesi'nde tarih hocalığına geçer ve milletvekilliği dönemleri haricinde hayatını hep hocalık ve araştırmacılıkla geçirir. Nitekim Topkapı sarayı arşivinde çalıştığı bir günün sonunda evine dönerken vefat eder. Allah rahmet eylesin.

İsmail Hakkı Uzunçarşılı Benim Uzunçarşılı'yı sevmemin esas sebebi bir araştırmasını okurken her türlü görüşü bir arada vererek onlarca kitabı okumuş hissiyatını bana vermesidir. Uzunçarşılı'nın eserlerinde yazarın şahsi fikri o kadar derin yer tutmaz. Eserleri tarih kitabı gibi değil kronoloji gibidir. Bir tarihi hadiseyi ele alırken o konuda yazılmış yerli-yabancı her tarih kitabından konuyla ilgili alıntıları aktarır; mantık hatası olanları tek tek ortaya çıkarır, en doğru olduğunu düşündüğü şeklini de okuyucuya bildirir. Tarihi konularda doğruluk ve objektiflik biraz zor bulunduğu için Uzunçarşılı'nın eserleri kıymetlidir. Bütün alternatifleri bir arada verdiği için doğruyu da en yakın seçeneği de bir arada okumuş olursunuz. Uzunçarşılı’nın eski bir öğrencisi, Prof. Dr. Şehabeddin Tekindağ'dan naklen Prof. Dr. Oktay Aslanapa, İsmail Hakkı Uzunçarşılı hakkında şunları söyler: "Yarım yüzyıl boyunca arşivlerin tozlu, yıpratıcı vesika yığınları arasında geçen yorucu çalışmalar sonunda Türk tarihini aydınlatan pek çok malzeme toplayıp bunları değerlendirerek eserlerini ve makalelerini kaleme almıştır." Türk Tarih Kurumu Genel Müdürü Uluğ Iğdemir'in ifadesiyle hoca şöyle anlatır: "Daima güler yüzlü, şakacı ve sevdiklerini içten seven, cömert, sözünü sakınmayan, doğru bildiğini, inandığını olduğu gibi söyleyen bir insan idi. 24 yıl Balıkesir milletvekilliği yapan Uzunçarşılı hiçbir zaman siyaset adamı olmamıştır. Ömrünü Lise hocalığından başlayarak hayatının sonuna kadar tarih araştırmalarına adamıştır. Onu Ankara'da aramak gerektiğinde, şimdiki Büyük Millet Meclisi Müzesi olan eski Meclis binasının kütüphanesinde kendisine ayrılan küçük bir masanın başında okurken veya yazarken görürdünüz. Öğle yemeklerinden sonra da Ankara'nın meşhur havuzlu kahvesinde nargilesini içerken bulabilirsiniz. İstanbul'da ise ya Başbakanlık Arşivinde ya da Beyazıd Genel Kitaplığının müdürü rahmetli İsmail Saip Efendi'nin ondan sonrada rahmetli Necati Lugal'in yanında bulurdunuz. En büyük eğlencesi yaz günleri 17.00 vapuruyla Emirgan'a giderek Çınaraltında boğaza karşı bir nargile içmekti." İsmail Hakkı Uzunçarşılı Türk ve Osmanlı tarihi ile ilgili onlarca kitap, yüzlerce makale bırakmıştır bizlere. Çandarlı Vezir Ailesi kitabı Türk Tarih Kurumu tarafından 1988 yılında basılmış 150 sayfa civarında bir eser. İsmail Hakkı Uzunçarşılı için ayrı bir önemini düşünüyorum kitabın zira eklerde verilen Çandarlı ailesi soyağacı Uzunçarşılı ailesine kadar geliyor. Dolayısıyla yazar bu kitapta kendi dedelerinin tarihini yazmış oluyor. Uzun zamandır Osmanlı’nın kuruluş devrinde çok etkin rol oynamış olan Çandarlı ailesini merak ediyordum. Bu kitap vesilesiyle konuyla ilgili etraflıca bilgi sahibi oldum. Çandarlı ailesi köken olarak Türk, Eskişehir’e bağlı Çandar, Çender, Cendere gibi bir isme sahip bir köyden çıkıyorlar. İlk Çandarlı daha sonra vezir olunca Hayreddin adını alacak olan Çandarlı Halil. Selçuklu zamanında ve Osmanlı’nın ilk zamanlarında böylesi lakaplar kullanılıyormuş. Osman Gazi’nin lakabı Fahreddin veya Muinüddin, Orhan Gazi’nin İhtıyaruddin, 1. Sultan Murad’ın Şihabüddin ve Gıyasüddin ve Yıldırım Bayazıd’ın Celalüddin veya Seyfüddin… Çandarlı Kara Halil yeni kurulmuş Osmanlı Devleti’nde Osman ve Orhan gazi devirlerinde kadılık ve kazaskerlik yapıyor. 1. Murad devrinde ise vezirliğe yükseliyor. Osmanlı’nın ilk veziri olmasa da vezirlik ve ordu komutanlığını birleştiren ilk vezir olduğu kesin. Yeniçeri ocağını akıl eden ve kuran Çandarlı Halil Paşa’dır. Osmanlı Devleti’nin hazinesini de ilk Halil Paşa kurmuştur. Aşiretten devlete geçişin en önemli aşamalarından birisi olmuştur hazinenin kurulması. Çandarlı Halil Paşa Kavala, Drama, Zihne, Serez, Selanik, Ohri gibi şehirlerin fethinde de komutan olarak bulunmuş gazi bir komutandır. 1389 senesinde vefat etmiştir, Bursa’da medfundur. Oğlu, Halil Paşa’nın ardından Sultan Murad tarafından vezarete getirilmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki o devirlerde vezir bir tane idi. 1. Murat zamanında vezir sayısı birden fazla olunca Çandarlı Ali Paşa vezir-i azam ilan edildi. Oğul Ali Paşa 1. Murad, Yıldırım Bayezid ve Çelebi Süleyman devirlerinde vezirliği sürdürmüştür. Kosova muharebesi öncesi düşmanın kalabalıklığı karşısında tereddüt eden Sultan Murad’a “Düşmanı azından, çoğundan kayırmak doğru değildir” diyerek onun maneviyatını kuvvetlendirmiş, savaşın kazanılmasında faydalı olmuştur. Yıldırım Bayezid zamanında hizmetlerine devam etmiş, padişahı Timur’la mücadele etmekten vazgeçirmeye çalışmıştır. Timur ordusuna karşı çete savaşı verme fikri de Çandarlı Ali Paşa’ya aittir. Tabi ki hepimizin bildiği gibi Bayezid mağrurluğuna mağlup olmuş ve bu yüzden Osmanlı Devletini en parlak döneminde elli yıl geriye atmıştır. Çandarlı Ali Paşa Ankara savaşı bozgunla neticelenirken Yıldırım’ın büyük oğlu Süleyman’ı alıp Edirne’ye kaçırmıştır. Usta siyasetçiliğini kullanarak Süleyman’ı padişah yapabilecekken buna ömrü vefa etmemiştir. Tarihlerde Çandarlı Ali Paşa’nın içkiye düşkünlüğünden bahsediyor. Uzunçarşılı kitabında bunları tek tek yazmamış. Ali Paşa benim dedemdir diyerek ona iltimas geçmemiş. Hatta öyle ki Yıldırımın ve Emir Süleyman’ın da Ali Paşa sayesinde zevk-ü sefa düşkünü olduklarından bahsediliyor. Uzunçarşılı mezkûr bahislerin hepsini almış kitabına. Çandarlı Halil’in ikinci oğlu ise İbrahim Paşa’dır. 2. Murad döneminde sadrazamlığa yükselmiş 8 sene bu vazifeyi sürdürmüştür. Döneminde tek adam olmak için rakiplerini bertaraf edecek değişik hileler yapmış ve vezir-i azamlığı süresince memleketi neredeyse tek başına idare etmiştir. 1429 yılında vefat edince yerine oğlu Çandarlı Halil Paşa vezirliğe getirilmiştir. İbrahim Paşa’nın da biraz zevk düşkünü olduğundan bahsediliyor kitapta. Hatırı sayılır da bir servet edinmiş paşa sadareti süresince. Fakat öldüğü zaman yerine diğer vezirlerden birisinin geçmesi yerine oğlunun tercih edilmesi bu aileye duyulan yüksek güvenin de ispatıdır. Torun Halil Paşa babası gibi tek adam olarak yoluna devam etmiş, memleketi kendi başına idare etmiştir uzun yıllar boyunca. Hayatını trajik bir şekilde sonlandıracak hatayı da bu dönemde yapmıştır. Bu da tahtı oğlu 2. Mehmed’e bırakan 2.Murad’ı iki kere tekrar padişahlığa çağırması olmuştur. Daha sonra Fatih olacak Sultan Mehmed bu hatayı hiçbir zaman affetmemiş ve intikam almak için uygun fırsatı kollamıştır. Bir buçuk asır Osmanlı devleti kurucularından olan kuvvetli bir aileyi yıkmak için Rum dönmesi Zağanos Paşa ve taraftarları İstanbul fethi münasebetiyle Halil Paşa’dan intikam almak fırsatını elde etmişlerdir. İstanbul fethi sonrasında Fatih Sultan Mehmed, istişare toplantılarında muhasarayı kaldırma fikrini birkaç kere ortaya atan bu vezirini daha önce kendisine duyduğu kin nedeniyle ortadan kaldırmış, muazzam servetine de el koymuştur. Bu trajik olayın sonrasında Çandarlı ailesi zor duruma düştülerse de 2. Bayezid döneminde mülkleri ve itibarları iade edilmiş hatta bu aileden bir tane daha vezir-i azam çıkmıştır. Bu kitap vesilesiyle dönem olaylarını onlarca kaynaktan beslenmiş bu kitapla öğrenmiş oldum. Rahmetli Uzunçarşılı’yı da kendi dedelerini anlatırken bile bozmadığı objektifliği ve netliğinden dolayı bir kere daha takdir ettim. Read the full article
0 notes
Photo

Ali Aydın’ın Yeni Filmi Kronoloji, 24. Uluslararası Busan Film Festivali’nde Yarışacak https://ift.tt/310Trl9
0 notes
Text
📗30 HAZİRAN 1946 - Nikolay Morozov, Rus bilim insanı ve Yeni Kronoloji'nin kurucusu (d. 1854)📌
Nikolay Aleksandroviç Morozov (Rusça: Николай Александрович Морозов) (d. 7 Temmuz 1854 - ö. 30 Haziran 1946), Rus devrimci ve bilim insanı. Kimya, fizik, astronomi, matematik ve tarih gibi farklı disiplinlerde eserler veren Morozov,Yeni Kronoloji teorisine ilham kaynağı olmuştur.
Nikolay Morozov, Scaliger ve Petavius'ün kronolojisini daha tesirli ve modern usûller, metotlar kullanarak düzeltmeye çalışan bir bilim insanıydı.
"İsa. Doğa bilimlerinin aydınlatmasındaki İnsanlık Tarihi" adında 7 ciltlik bir eser yayımlayarak, eski kronolojinin belli yanlışları düzeltti. Bunu yaparken, en son matematik, astronomi, lisan, filoloji ve jeoloji alanlarındaki buluşları ve ilerlemeleri de kullandı. Bu kurduğu Yeni Kronoloji sıralamada bütün eski tarihi olaylar İsa'nın doğuşundan 4 asır sonradan başlamaktadır. Buna göre tarihte çok büyük bir tarihleme farkı doğmuştur. 1973 senesinde Moskova Devlet Üniversitesinde bir grup genç matematikçi, eski olayların oluşlarının doğruluğunun incelenmesinin ehemmiyetini anlayarak evrensel kronolojideki mühim hadiselerin kaynağını ve oluş şekillerini incelemeye tabi tutular. Onlardan birisi olan Profesör Anatoli Fomenko birkaç yeni tarihleme metodu keşfederek ve bunları da uygulamaya sokarak baştan bir evrensel kronoloji listesi yaptı. Bu versiyon Morozov'unkinden daha radikal bir çalışmaydı. Ona göre insanlığın evrensel tarihi MS 900 senesinde başlamaktaydı. Buna göre Eski Ahit'teki olayların çoğu da MS 1300 senelerinde başlamaktaydı.
NİKOLAY MOROZOV'U ARAMIZDAN AYRILIŞININ 76.YILINDA SEVGİ VE SAYGIYLA ANIYORUZ GÖK TENGRİ UÇMAĞA VARSIN ✊🏻
🏷️#nikolaymorozov #yenikronoloji #narodnizmmedya #narodnizm #narodnizmtarih #devrimciler 📌

1 note
·
View note
Photo

Sadaka taşından yapılamamış şehirlerde dost ile kavuşamamak… Pragtaki dilencilerin genel hali, bir sabah uyandığında kendisini sebebini anlamadığı bir suç nedeniyle dava edilmiş bulan Josef K. adlı kahramanın absürt durumunun anlatıldığı bir Franz Kafka romanıdır . Astronomik saatin bulunduğu meydana doğru çıkan sokakların her birinde üç beş dilenci bulunmaktadır. Meydanda ise bir tane bile göremezsiniz. Dizleri üzerine çökmüş , gövdesini uzatıp , başını yere koyan insanların yüzleri yoktur. Elleri ,avuç içleri açık uzatılmış bir şekilde düşecek sadakayı beklemektedir. “Sadaka ihsan olmasını bekleyen Praglı dilenciler.” Kurulabilecek en absürd cümlelerden biri olarak karşıma çıkıyor. Sadaka sıdk kökünden gelen arapça kökenli bir kelime, hakkı gözetmek, doğruluk anlamında kullanılıyor. Batı dillerinde karşılığı ise charity (ing) carita , caritat gibi latince kökenli bir kelime. Carita iyi tutum, başkalarına karşı anlayış anlamına gelmekle birlikte aynı zamanda pahalılık anlamına gelmekte. Prag ta astronomik saat kulesinin bulunduğu meydana doğru çıkan sokaklarda zamandan değil ama kronolojik saatlerden mukayyet yüzleri olmayan dilenciler bulunmakta. Benden korkmana gerek yok , davam görüldü ve bu çok pahalı olan varlığımı gizleyerek senden, dünyanın en pahalı işini pek de ucuz bir bedele senin ayağına getirdim . Meydandaki saat on ikiyi vurmadan buradan gitmem gerekiyor diye bir dilenci bana yüzünü gösterdiğinde , milenaya yazılan tüm mektupları yaktım. Ben bir şehre geldiğim vakit o başka bir şehre gitmesin diye parasız ve pasaportsuz saat kulesine doğru yürüdüm. Paul Connerton , Toplumlar Nasıl Anımsar kitabında toplumsal hafızada şehirlerin öneminden bahseder. Zihinlerimiz bir şehir inşa ediyor, sonra şehirler zihinlerimizi inşa ediyor diye parodoksal bir durumdan bahseder. Toplumsal hafızanın bir başlangıcı olması gerekmektedir ,inşa edeceğimiz şehirlerimizin zihinlerimizi inşa etmesi için. Connerton şöyle ifade ediyor “Tarihte bir başlangıcın neye benzeyeceğini kafamızda canlandırmaya kalktığımızda çağdaş imgelem, dönüp dolaşıp Fransız Devrimi olaylarına gelmektedir. Bu tarihsel kopuş, bizim için öteki herhangi bir kopuştan çok daha fazla çağdaş bir mitos görünümü aldı. Üstelik çok kısa sürede ulaştı bu konuma. Kıta Avrupa’sının on dokuzuncu yüzyıl boyunca yaşadıklarının tarihi üzerine ne zaman düşünsek, onun gerisindeki devrim*sözcüğünün, döngüsel bir devinim anlamından, yeni olanın gelişi anlamına dönüştüğü bu devrim anına bakılır” * İngilizce “revolution” devrim anlamının yanı sıra, bir cismin bir eksen çevresinde dönmesi anlamına da gelmektedir. Tarihsel kopuş sonrası yeni bir mit ile karşı karşıyayız. Modernleşme ile birlikte bizim şehirlerimizde de şehrin merkezi noktalarında saat kuleleri yükselmektedir. Artık sevgilinin yanında olmak ile bir hastanın yatağında sabahı beklemesi aynılaşmıştır . Zaman kronoloji çerçevesinde mesai ücretlerinin hesaplandığı bir parametre haline gelmiştir. Şehrin merkezlerinde saat kuleleri vardır. Hz. Adem’in Havva Anamızla beraber inşa ettiği Beytullah, yani kadim şehirlerin mabetleri yüksek gökdelenler tarafından gizlenmiştir. İlk başta elektronik saatlerin kollarımıza bağlanması ve cebimize düşen telefonlar sayesinde ise zaman saat kulelerine bakmadan sabitlenebilir hale gelmiştir. Postmodernite dünyasının merkezinde ise AVM li gökdelenler mevcuttur. Dünyanın en kalabalık şehirlerinin 15. si olan Shenzen 1979 yılında inşa edilmeye başlamıştır. Şu an nüfüsu 12 milyon civarındadır. Şehirde, en yüksekleri Kingkey Finance Tower (439 m), Seg Plaza (356 m) ve Hua Qiang Bei(292 m) olmak üzere toplamda 200 metrenin üzerinde 23 kadar gökdelen vardır. Dünyanın en yüksek binası Burç Halife tam 4.1 milyar dolara mal oluyor. Fiyat- değer ikileminde bize bir hayli maliyet sunarken, gökleri göremeyen insanoğlu,” Bohemyanın” başkentinde yerlere kapaklanıp göklerden gelecek ihsanı beklemekte. “Caritat” başkalarına karşı iyi bir tutum içinde olma hali bir hayli pahalı olmak durumunda. Tüm bu maliyet ikliminde şehirlerimizin bu kadar pahalı olmasının sebebi yüksek bütçeli binaların inşasından ziyade, toplumsal belleğimize kazınmış olan bir duvarın yıkılıp, yerine dikilen yapıların unutturduklarıdır. Bugün Shenzen kenti smilasyon bir dünyanın inşasının en güzel örneğidir. Los Angeles (Melekler şehri ) fenomeni ile Shenzen veya Dubai üçlemesini karşılaştırdığımız da şaşıracağımız şey şudur. O şehirlere ait olmaması gereken ne varsa o şehirde mevcuttur. Los Angelos ‘ta bir köşede Taç Mahali, Shenzen hayvanat bahçesinde bir afrika gorili, Dubai’e ise kayak keyfini görebilirsiniz. Her şey elinizin altındadır , fakat oraya ait hiçbir şey yoktur. Kıblesini kaybetmiş bir insan Age Of Empires oynamaktadır yeni şehirlerin sokaklarında. Konya sokaklarında yavaşça yürüyen bir adam Merec-el Bahreyn noktasına gelip durduğu zaman. Bir dilenci gelip yanına İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir . Allah kavuştursun dedi . Bir tebessüm inşa oldu elden çıkmış iki kuruşluk sadakanın münacatında . Rahmetli annem, İlk kez Kabe’yi gördüğümde, bütün tavaf eden insanların yüzleri gönülden bana bakıyordu. Öylece kalakaldım demişti. Her şehrin bir kıblesi vardır. Bizim kıblemiz neresi ? Ben bir şehre geldiğim zaman o başka bir şehre gitmesin diyordu Atila İlhan, Merec-el Bahreyn de şehrin sokaklarında Hz. Mevlana şöyle sesleniyor "Güneşim, ayım geldi. Gözüm, kulağım geldi. O altın madenim geldi. Başımın sarhoşluğu geldi Gözümün nuru geldi. Bir dileğim olmuşsa, işte o dilediğim geldi. Dün gece mumla aradığım dost, bu gün bir g��l demeti gibi yoluma çıkageldi."
0 notes
Photo

ÖLÜMCÜL DENEYLER VE İNSAN KOBAYLAR 2...
1917'den kalma Sovyet gizli belgeleri ilk defa ortaya çıktı. Belgelerde Sovyetler Birliğinde bilim adamlarının 'zihin kontrolü' araştırmalarına yaklaşık 1 milyar dolar harcadığı belirtiliyor. Ortaya çıkan gerçeklerde Sovyetlerin, deneklerinin beyinlerini manipüle edebilmek için akıl almaz yöntemler kullandığı ifade ediliyor. 'Sovyetler Birliği ve Rusya'da rahatsız edici deneyler' başlıklı çalışma üzerinde yoğunlaşan araştırmacılar psiko analizlere odaklandı. Almanya'nın Stuttgart şehrinde bulunan bir araştırma merkezinde görevli olan Serge Kernbach, Rusların teknik günlükleri üzerinde çalışıyor. Bilim adamlarının bulduğu gerçek ise oldukça sıra dışı. Günlüklerde, Sovyet bilim adamlarının 'cerpan' adında yüksek frekanslı elektromanyetik radyasyon dalgalarını üretmek ve saklamak için bir makine yaptığı yazıyor. 'Makine düzgün çalıştığı takdirde tüm canlılardan biyo enerjilerini çekip dışarı salma gücüne sahip' sözleriyle heyecanını gizleyemeyen Kernbach, ABD'de de benzer bir ajandanın 'Para psikoloji programı' adıyla denendiğini de ekliyor. Sovyetler Birliğinde 'zihin kontrol' deneyleri resmi olarak 1950 yılında tanıtıldı. Bu süre ülkedeki para psikoloji çalışmalarının başlamasından yaklaşık 30 yıl sonraya denk geliyor. Sovyet gizli servislerinin zehir laboratuvarları 1921’de başlayan ve 21. yüzyılın büyük bir bölümünde de devam eden Sovyetler Birliği, Laboratuvar 1, Laboratuvar 12 ve Kamera olarak bilinen zehir laboratuvarlarını gizli polis kurumlarının araştırma tesisleri olarak kullandı, 90'lı yılların sonlarında yeniden başlatıldığı bildirildi. Gulag’lı tutuklular ölümcül zehirlere maruz kaldı. Bunun amacı ise otopside tespit edilemeyen tatsız ve kokusuz bir kimyasal bulmaktı. Test edilen zehirler, hardal gazı, risin, digitoksin ve kürar içermekteydi. Değişen yaş ve fiziksel koşullara sahip kadın ve erkekler laboratuvarlara getirilmiş ve zehirleri “ilaç”, öğün veya içeceklerinin bir parçası olarak onlara verilmiştir.
Kronoloji
• 1921: Sovyet gizli servisleri, ilk zehir laboratuvarı "Özel Ofis" adı altında kuruldu. Pavel Sudoplatov'a göre, tıp profesörü Ignatii Kazakov laboratuvara başkanlık etti. • 1926: Laboratuvar, Menzhinsky'nin ölümünden sonra 1934'te OGPU başkanı Vyacheslav Menzhinsky'nin bir milletvekili olan Genrikh Yagoda'nın denetimine girdi. Yagoda daha sonra NKVD şefi oldu. • 20 Şubat, 1939: Grigory Mairanovsky başkanlığında laboratuvar Laboratuvar 1’e dönüştü. Laboratuvar, 1939'dan Mart 1953'e kadar NKVD direktörü Lavrenty Beria ve yardımcısı Vsevolod Merkulov'un doğrudan denetimi altındaydı. • 21 Aralık, 1951: Grigory Mairanovsky, Viktor Abakumov'un tutuklanmasıyla bağlantılı olarak tutuklandı, bu tutuklama, muhtemelen Josef Stalin 'in NKVD şefi Lavrenty Beria'yı görevinden aldırma kampanyasının bir parçasıydı. • 14 Mart, 1953: Laboratuvar, Laboratuvar 12 olarak yeniden adlandırıldı. Lavrenty Beria ve Vsevolod Merkulov, Stalin'in ölümünden sonra infaz edildi. Laboratuvarın NKVD müfettişi olan Pavel Sudoplatov uzun süre hapis yattı. • 1978: KGB'nin Birinci Genel Müdürlüğü bünyesindeyken laboratuvar, "Özel Teknoloji Merkezi ve Soruşturma Enstitüsü" olarak genişletildi. • 1991 yılından beri: Moskova yakınlarındaki Yasenevo merkezli SVR'nin çeşitli laboratuvarları, "Batı'daki gizli operasyonlar için biyolojik ve toksik silahların yaratılmasından" sorumludur.
İnsan üzerinde deneyler
Mairanovsky ve meslektaşları Gulag'daki ölümcül mahkumlar üzerinde ("insanların düşmanları"), adlı zehirleri test ettiler. Hardal gazı, risin, digitoksin, kürar ve siyanür gibi zehirler bu zehirlere dahildir. Deneylerin amacı, ölüm sonrası tespit edilemeyen, tatsız ve kokusuz bir kimyasal bulmaktı. Zehirler, mağdurlara bir yemek ya da içki ile birlikte "ilaç" olarak verilmiştir. Sonunda, istenilen özelliklere sahip bir müstahzar olan C-2 veya K-2 (Karbilamin kolin klorür) geliştirildi. Tanıkların ifadelerine göre kurban fiziksel olarak değişir, boyu kısalır, hızla zayıflar, sessiz ve sakinleşir, ve maksimum on beş dakika içerisinde ölür. Mairanovsky, her zehrin etkisi hakkında daha kapsamlı bir sonuç elde etmek için laboratuvara çeşitli fiziksel koşullara ve yaşlara sahip insanlar getirdi. Pavel Sudoplatov ve Nahum Eitingon, "insanlar" üzerinde test edildiği takdirde Mikhail Filimonov'un özel ekipmanı (yani zehirleri) onayladı. Vsevolod Merkulov, bu deneylerin NKVD şefi Lavrenti Beriya tarafından onaylandığını söyledi. Tutuklanmasının ardından Beria, 28 Ağustos 1953'te Mairanovski'ye idam cezasına çarptırılan insanlar hakkında deneyler yapması üzere emirler verdiğini, ancak kendi fikrim olmadığını doğruladı. İnsan deneylerine ek olarak Mairanovsky, Sudoplatov'un gözetiminde zehirlenmiş insanları idam ettirdi.
Stalin'in Maymun İnsan Deneyi
Rus lider Josef Stalin 1920'li yıllarda, insan maymun karışımı bir asker ordu kurmak istemiştir. Bunu istemesinin amacı az yiyen, az düşünen ama savaşan bir ırk yaratma düşüncesidir. Bu amaç ile dönemin tanınan bilim insanı İlya İvanov'a emir vermiştir. Stalin bu çılgın planı ile şikayet etmeyecek hem yeni nesil bir işçi sınıfı, hem de asker sınıfı istiyordu. Hızla sanayileşen ülkenin böyle bir sınıfa ihtiyacı yüksekti. Ivanov yarış atları için yapay döllenme çiftlikleri kurmuş, hayal gücünün sınırları olmayan bir biyolog olarak ün salmıştı. Kendisine verilen yeni görev için batı Afrika'da şempanzeler üzerine ilk deneyleri için o günün parası 200 bin dolar harcadı. Ayrıca ordu için gerekecek gorillerin yetiştirilmesi için Stalin'nin doğum yeri olan Gürcistan'da bir tesis inşa edildi. Ivanov, Afrika'daki 3 dişi şempanzeyi insan spermi ile dölledi. Ivanov'un Afrika'da deney yapmasının nedeni, Afrika sistemlerinin maymunlarının kendi Kafkas köklerine göre başarı ihtimalinin daha yüksek olduğunu inanması idi. Ivanov'un döllediği şempanzeler daha gemideyken öldü ve otopsilerinden sonuç çıkmadı. Maymun insan deneyinin bütün kısmı ile başarısızlıkla sonuçlandı. Hatta Ivanov dişi maymun bulmak için Afrika'da bir ormanı yaktırdığı bilinir. Onlarca maymunu Gürcistan'daki tesise getirmiştir. Dönemin Sovyet gazeteleri ise yaklaşık 10 yıl süresince bu çabalara oldukça geniş yer ayırdı(1920-1930). İnsanın yaradılışına aykırı olan bu deney zaten başarısız olunacağı belli olmasına rağmen hayata geçiren Ivanov, bu büyük başarısızlığının ardından sürgüne yollandı ve Kazakistan'da öldü. Maymun insan deneyi ile ilgili gerçeklerde Gürcistan'da boş bir araziye, çocuk parkı inşa etmek isteyen yetkililerin binlerce maymun iskeleti ile karşılaşması sonucu ortaya çıkmıştır.
ALINTIDIR…
0 notes
Text
4. Sınıf Sosyal Bilgiler 1. Dönem 1. Yazılı Soruları Ve Cevapları
1. Aşağıdaki tümcelerden doğru olanların başına “D”, yanlış olanların başına “Y” yazınız. (10 Puan)
( ) Her insanın parmak izi aynıdır.
( ) Soğukta üşüyen bir kediyi eve götürmek empati göstergesidir.
( ) Bencillik, kin, nefret, kıskançlık ve öfke birer olumsuz duygudur.
( ) Nüfus cüzdanı, hastaneler tarafından verilir.
( ) Boy, kilo, saç ve göz rengi duygusal özelliklerimizdendir.
( ) Mustafa Kemal Kurtuluş Mücadelesini başlatmak için önce Samsun’ a çıktı.
( ) Aile tarihimizi araştırırken okul müdüründen bilgi alırız.
( ) T.C. kimlik numaraları kişiye özeldir, herkesin farklıdır.
( ) Doğum günü kutlama, milli kültürümüzü yansıtan öğelerdendir.
( ) İkiz kardeşler her bakımdan aynı fiziksel ve kişilik özelliklerine sahiptir.
2. Aşağıdaki boşlukları aşağıdaki tabloda yer alan uygun sözcüklerle tamamlayınız. (10 puan)
mavi - cirit - nüfus cüzdanı - fiziksel özellik - diploma - Samsun - empati - kronoloji - hoşgörü - bayram - duygu - pembe - fotoğraf - saygı - soy ağacı
* Olayların oluş sırasına uygun olarak sıralanmasına ………………….…….. denir.
* İnsanın kendisini başkasının yerine koymasına…………………….denir.
* Milli ve dini bakımdan özel bir anlamı olan ve toplumca kutlanan günlere………………...denir.
* İnsanların dış görünüşü ile ilgili olan özelliklerine…………………………………. denir.
* Başkalarına karşı anlayışlı olma, onların duygu ve düşüncelerine saygı duymaya ………………… denir.
* Güreş ve ……………………..ata sporlarımızdır.
* Atatürk Milli Mücadele’yi başlatmak için ilk olarak …………..……………’a çıktı.
* Eski kimlik belgelerinde kızların nüfus cüzdanının rengi …………….….. dir.
* Bir kişinin soyunu gösteren çizelge veya şemaya ………… ……………….. denir
* 15 yaşımıza geldiğimizde nüfus cüzdanımıza ……………………..yapıştırılır.
3. Aşağıdaki cümleleri ilgili kavramla eşleştiriniz. ( 5 puan)
1- En yakın arkadaşım başka bir şehre taşındı.
……..Sevinç
2-Annem en sevdiğim yemeği yapmış.
……..Korku
3-Beni iteleyerek düşürdüler.
……..Endişe
4-Komşunun köpeği beni kovaladı.
……..Kızgınlık
5-Sınavda soruları yapabileceğimden emin değilim.
……..Üzüntü
4. Aşağıdaki cümlelerde ilgiden bahsedilen cümlelerin başına ilgi, yetenekten bahsedilen cümlelerin başına yetenek yazınız. (10 puan)
( ........................ ) Balık beslemeyi seviyorum.
( ........................ ) Arabaların nasıl çalıştıklarını merak ediyorum.
( ........................ ) İngilizce kelimeleri çok çabuk ezberliyorum.
( ........................ ) Duyduğum bir şarkıyı hemen müzik aletimle çalabiliyorum.
( ........................ ) Pul koleksiyonu yapıyorum.
5. Milli kültür öğelerimize 5 tane örnek veriniz.(10puan)
.............................................................................................................................................................................
6. Aşağıda Atatürk'le ilgili olayları sıra numarası vererek kronolojik olarak sıraya koyunuz.(10 puan)
Aşağıdaki soruları cevaplandırınız. Her soru 3 puandır.
1 Aşağıdakilerden hangisi sözlü tarih araştırmasında kullanılmaz ?
A) Ses kayıt cihazı B) Kamera
C) Fotoğraf makinesi D) El feneri
.
2. “İrem ile Neslihan ikiz kardeştir.” Yeni nüfus kimliklerini incelersek, aşağıdakilerden hangisinin farklı olduğunu görürüz?
A) Doğum tarihlerinin
B) Doğum yerlerinin
C) T.C. kimlik numaralarının
D) Nüfus cüzdan renginin
3. Aşağıdakilerden hangisi kültürümüze ait değildir?
A)Asker uğurlaması yapmak.
B) Kına gecesi düzenlemek.
C) Bayramlarda el öpmek.
D) Mezuniyet töreni yapmak.
4. Bir kimsenin nüfus cüzdanına baktığımızda onunla ilgili aşağıdaki bilgilerden hangisini öğrenemeyiz?
A) Kilosunu B) Doğum yerini
C) Yaşını D) Annesinin adını
5. Eski nüfus cüzdanında olmadığı halde yeni nüfus cüzdanında yer alan bölüm hangisidir?
A) T.C. Kimlik numarası B) İmza
C) Doğum tarihi D) Doğum yeri
6. I. Yardımseverim
II. Uzun boyluyum
III. Hoşgörülüyüm
IV. Sınıfın en kilolu öğrencisiyim.
Yukarıdaki öğrencilerden hangileri duygusal özelliklerinden söz etmiştir?
A) I- II B) II –III C) I-III D) III- IV
7. Aile tarihini araştırmak isteyen bir çocuk en iyi bilgiyi aşağıdakilerden hangisinden edinebilir? A) Kardeşinden B) Komşusundan
C) Dedesinden D) Arkadaşından
8. Aşağıdakilerden hangisi Atatürk’ün kişilik özelliklerindendir?
A) Çalışkan, zeki olması B) Boyunun uzunluğu
C)Mavi gözlü olması D) Sarı saçlı olması
9. Ayşe’nin resim kulübüne, Hayriye’nin ise spor kulübüne seçilmek istemesi aşağıda verilenlerden hangisiyle ilgili olabilir? A) Dersteki başarı farklılığı B) Fiziksel farklılık C) Duygusal farklılık D) İlgi alanlarının farklılığı
10.Aşağıdakilerden hangisi milli kültürümüzün zenginliğine örnek gösterilemez?
A) Yöresel kıyafetler
B) Çeyiz sandığı
C) Gümüş işlemeli süs eşyaları
D) Elektronik eşyalar
11. Bir baba yeni doğan kızına kimlik kartı çıkartmak için hangi kuruma başvurmalıdır?
A) Milli Eğitim Müdürlüğü
B) Belediye
C) Nüfus Müdürlüğü
D) Polis karakolu
12. Atatürk Kurtuluş Savaşı'nı başlattıktan sonra ilk olarak hangi ilimize gitmiştir?
A) Sivas B) Erzurum
C) Amasya D) Ankara
13.Aşağıdakilerden hangisi Kurtuluş Savaşında savaştığımız doğu cephesi komutanıdır?
A) Mustafa Kemal ATATÜRK
B) Kazım KARABEKİR
C) İsmet İNÖNÜ
D) Fevzi ÇAKMAK
14. Damla’nın dedesi çocukluğunda oynadığı oyunları anlatıyordu. Damla’nın dedesi aşağıda verilen oyunlardan hangisini çocukluğunda oynamamıştır?
A) Çelik çomak B) Topaç C) Bilgisayar oyunları D) Körebe
15. Atalarımızdan kalan camiler, hanlar, hamamlar,köprüler, medreseler millî kültürümüzü oluşturan öğelerdendir.Yukarıda örnekleri verilen kültürel unsur aşağıdakilerden hangisidir?
A) El sanatları B) Halk oyunları
C) Mimari eserler D) Tören ve kutlamalar
#4. sınıf#yazılı soruları#4. sınıf yazılı soruları#4. Sınıf Sosyal Bilgiler#yazılı soruları ve cevapları
0 notes
Text
OTOKRASİ, OLİGARŞİ VE DEVLET OPERASYONU
“Ergenekon operasyonu”nda bütün olan derin devlet, paralel yapı ile mücadele de iki kısma ayrıldı. Bu öykünün kısaca tarihçesini yazmaya çalıştım. Yılların melek yüzlü hizmet hareketi bir anda hedef oldu! Nakşiler, Kadiriler, Süleymancılar, Menzilciler, İrancılar yıllardır cemaate “içimizdeki yahudiler” diyerek şüphe ile baktılar. Bütün solcular ve marjinal kemalistler ise islamcı yeni gladio olarak tanımlıyorlardı cemaati. O dönem Humeyni’yi destekleyen İran taraftarları cemaati Amerikancı islamcılar diye adlandırıyorlardı. Bazı bölgelerde bu İrancı tayfalar cemaatin abilerine saldırmış ve tehdit etmişti. Refah Partisi, saygı ile andığım Necmettin Erbakan (Allah rahmet eylesin) cemaate hep mesafeli durdu… Eleştirilerini sessizce kadrolarına iletti. Refah Partililer’in iddiası ise, derin devletin Erbakan Hoca'ya karşı Amerika ve İsrail’in örgütlediği teşkilattı. Paralel yapı, cemaat veya hizmet, adına ne derseniz her şeyden haberdardı. Dedikodulara cevap vermediler. Beklediler. Kim kimdir? Kronoloji çıkardılar. Cemaatin kadrolarının çoğunluğu eski ülkücülerden gelenlerdi. Ülkücüler, 12 Eylül dönemi derin askeri yapı tarafından kullandıklarını fark ettiler. Türkiye’de, İran İslam devriminden sonra bir islami boşluk oluştu. Ülkücüler için o dönem; Nakşi ve Kadiri tarikatları feodal idi. Süleymancılar (büyük üstad Süleyman Hilmi Tunahan’ın) hareketine de dini monarşi olarak bakıyorlardı. Gizli bir el İzmirli bir vaizi adres olarak gösterdi. Kamuoyunda bilinen adı ile hocaefendi. İstihbarat raporlarındaki yazışmalar çizelgesinde; İngilizler’e göre Hoca Fetullah, Amerika’ya göre olirgarşik imam, Tel Aviv’e göre (dikkat edilmesi gereken) gavur imam kriptolu. Bu kavga derin devlet ve küresel istihbarat şirketinin kapışması. 17-25 aralık operasyonu bu işin sadece tuzu biberi. AKP yetkilileri teknik olarak takip edildiklerini biliyorlardı. Şüphelendikleri kadrolar silahlı kuvvetlerdeki ulusalcı kemalist kadrolardı. Cemaat kadrolarının aktif istihbarat yürüttüğüne ilk başlarda inanmadılar. Her şey ortaya çıktıktan sonra AKP manevra yaptı. Bu keskin dönüş ile cemaat hedef tahtasına çoktan konmuştu. Bu sıcak tehditvari konuşmalar “17 Aralık”tan çok önceydi. Hükümet sivil bir dokunuş yaptı: dersahaneler kapatılsın… Devlet, bir sürünün, benzer bir biçimde örgütlenen diğer bir sürüye karşı, saldırmaya veya savunmaya yönelik harekete geçmek üzere örgütlenmesidir. Randolph Bourne’nin bu sözü “sözde” Ergenekon’dan sonra paralel yapı ile mücadelenin ana temasını anlatıyor. 17 Aralık öncesi başlayan bu çatışma otokrasi ile oligarşinin bürokrasideki savaşı. Türkiye’de olduğu gibi bütün ülkelerin derin devletleri vardır. Türkiye’de siyasetçilerin hükümetlerin dert yandığı kuvvetler ayrılığı sistemidir. Kamuoyunda derin devlet olarak adlandırılır. Derin devletin kendisine bağlı kurumları da bulunmaktadır. Bu kurumlar hükümete bağlı değildir. Türkiye’de devlet ve bir de hükümet vardır. Türkiye’de çatışma hükümet ile cemaat arasında değil; Recep Tayyip Erdogan’ı destekleyen otokrasi kuvveti ile cemaati destekleyen oligarşik kuvvet arasında yaşanıyor. Yıllar önce, Cemal Madanoğlu ve Cemal Gürsel’in kemalizmin (atatürkçülük değil) teorisyenleri, İngiliz misyon şefinin direktifi ile nurcu Yeni Asya Grubu'nun liderini ziyaret ettiler. Teklif; desteğimiz ile yeni müslüman genç nesil hareket metoduydu. Bu projeden Risale-i Nur okuyan Demirel haberdar edildi ve teklif kabul edilmedi. Amerikan Konsolosluğu'nda (İzmirli) Ermeni tercüman aynı grupta nur talebesi ve imamı olan Fetullah Gülen Hoca‘dan bahsetti. Oligargaşi kendisi ile irtibata geçti. Teşkilatlanmanın temelini bürokrasideki devlet planlama teşkilatı kadroları oluşturdu. Bunu Diyanet İşleri ile devam ettirdiler. Bütçeler ayrıldı. İş adamları ihalelerden aldıkları paralar ile bağışlar yapmaya başladılar. Susurluk’da otokrasi ile oligarşi arasında bir kırılma yaşandı. Otokrasi kadroları tasfiye edilmeye başlandı. Bütün kadrolar ile oligarşi hüküm sürmeye başladı. Bu arada TSK’nın bir kurumu Necip Hablemitoğlu’nu Amerika’ya rapor hazırlaması için yolladı. 28 Şubat ile otokrasi tekrar tahtına geçti. sistem bugün bağırsaklarını temizlemeye çalışıyor. Otokrasi çok ılımlı davranarak oligarşi ile AKP konusunda ittifak yaptı. Yeni bir rüzgar esiyordu. AKP seçimlere hazırlanırken kurumlara yerleştireceği yetişmiş kadroları yoktu. Bu sorunu cemaat kadroları ile çözdüler. Bir gün acil görüşme talebi ile, Amerikan küresel istihbarat falcısı Ankara’ya bir not getirdi. “Erdoğan’sız bir AKP”. Başbakanlığın seçimlerde oligarşi kadrolarından birisine devir edilmesi önerildi. Aynı hafta, Pensilvanya’dan: “tarihin, uzun adamı bir kahraman olarak anacağı” mesajı iletildi. ABD sınırötesi birliklerini dolaşıp eğitim veren, İncirlik'te uzun süre çalışmış bir dostum ile konuştum. Ortadoğu ve Türkiye üstüne sohbet ettik. Türkiye’de paralel yapı ile islamcı kesimde kutuplaşmayı nasıl değerlendirdiğini sordum. Kutuplaşmanın Ergenekon(!) ile ulusalcılar-mukaddesatçılar arasında başladığını açıkladı. Ergenekon'da askeri operasyon ile önümüzdeki 10 yıl sonra TSK’daki üst yönetim yerleri belli olduğunu belirtti. Sivil ve bürokrasiye dokunulmadı ve Ergenekon unutuldu. Diğer yandan; hükümet paralel yapıya operasyon başlattı sorusuna gelelim… “Operasyon olmayacak 12 polis, 4 savcı, 3 hakim ile bu dosya kapatılacak. Paralel yapıda 5 yıl sabır etmeli” diyerek bu sürecin geçici bir sancı olduğunu söyledi. Meraklı bir şekilde Fetullah Hoca dosyası Amerika’da iade edilecek mi sorusuna… “Asla bir iade söz konusu değil, hocanın oturumu var. Amerika’da bir suçu bulunmamaktadır fakat kendisi bir ülkeye taşınmak isterse kendi tercihidir” dedi. Bu durumu Ankara’ya da nazikçe bildirdik, dedi. Peki neden 17 Aralık ve Hoca Fetullah’ı Tayyip Erdoğan’ın önüne attınız? “AKP siyasi bir parti, bir gün kaybedecek… Cemaat kadroları sabit yerlerinde olmalı. İkisi arasındaki ilişkiler 10 yıldır pamuk ipliğine bağlıydı. Bu kırılma er geç olmalıydı. 5 yıl sabretsin cemaat, AKP siyasi olarak daha da yıpranacak” dedi. Dışarıdan nasıl bakıldığına gelince; Beyaz Saray yönetimi bu konuda iktidarı destekliyor. Paralel yapı ile mücadelede seyirciyiz diyerek, hükümet tarafında duruyorlar. İstihbaratın Türkiye masası cemaatin yanında. Tel aviv yönetimi bu çatışmada hükümetin yanında. İstihbaratı (MOSSAD) ise; hocaya karşı duruyor. İslam dini konusunda cemaati ılımlı ve hoşgörülü olarak tanımlıyorlar fakat, devletleşen islami metodları olduğuna inanıyorlar ve tehlikeli olarak tanımlıyorlar. İngilizler ise Amerikan teorisyenlerine ajanlarına kızgın. Uyuyan aslanı uyandırdınız diyor. “Hocanın iktidarı ele geçirme gibi bir hayali yoktu. Bunu siz ortaya attınız” diyerek ateş püskürüyorlar. Avrupa Birliği; çoğulcu demokrasi söylemi ile hareket ediyor. Bir gün ayran diyorlar bir gün yoğurt, bir gün yumurta diyorlar bir gün tavuk. Özellikle Fransa ve Almanya’nin hiç bir çizgisi yok.. Cemaat otokrasi ile oligarşi çekişmesinde filler tepişir çimenler ezilir. Son söz; bir devlet tarafından yönetilen kişi kontrol edilir, idare edilir, ispiyonlanır, yönetilir, yasalarla boğulur, dosyalara konu olur, ideolojiler aşılanır, sürekli ikaz edilir, vergilendirilir, tartılır, sansürlenir, emirler yağdırılır ve bütün bunlar da, buna ne hakkı ne gerekli bilgiye ve ahlaki temizliğe sahip adamlar tarafından yapılır.
1 note
·
View note