#yazlık sinema
Explore tagged Tumblr posts
Text



Bu yaz da belediyemizin düzenlediği nostalji gecelerinin sonuna yetiştik . Biz biraz disardan izledik tabi daha rahat edelim diye. Mısırından gazoz ikramina kadar güzel düşünülmüş bir yaz gecesi aktivitesi.. Gün içinde 20 kavanoz domates konserve yaptıktan sonra akşamına bu etkinlik cok iyi geldi bana. 🙈🌸
6 notes
·
View notes
Text

Benim en güzel günlerim 70’ler başında Suadiye / Kadıköy’de geçti.
En çokta Bağdat Caddesi’nde. Şanslıydım, Kadıköy’ün gözdesi, modanın merkezi, yerleşik insanların, yazlıkçıların dilinde “ Cadde”. Ne çok anım var, sokak sokak bilirim.
Erenköy’ün, yüksek duvarlar arkasında kalan, romanlara konu muhteşem köşkleri, sakin sessiz ulu ağaçlı,serin sokakları. Kerime Nadir’in hüzünlü, ayrılıklarla biten aşklarının anlatıldığı semtler.
Caddebostan’ın tasasız genç kalabalığı, en nezih cafeleri, Şakınbakkal’ın Atlantik Sineması, Suadiye’de deniz kenarında alttaki kayıkhaneleri olan geniş verandalı yazlıkçı villaları, Bostancı Kadınlar Plajı, Pendik sahilde, denize yakın restaurantlar, en taze balık, en güzel meze. Moda başka bir alem, Kalamış Münir Nurettin’in şarkılarında , Selahattin Pınar’ın Todori’sinde.
Fenerbahçe’de Belvü, güneş batımında, yaz günü saat 20.00 gibi, fasıl ile programını açan, yerinde yeller esiyor. Balkonlar, Moda’ya bakar. Aile sofraları, kızartma kokuları.
Halamın Ayşe Çavuş , Forsa Sokak’taki evine yakın Can Sineması, yabancı filmler oynatan. Arkadaşlarla gidildiğinde şen şakrak neşeli. Caddebostan Budak, Cem Karaca’yı kaç kere izlediğimi unuttuğum, tüm yaşıtlarımla çığlık çığlık, şarkılara eşlik ettiğim yazlık sinema. Clüp 33, Reşat , Sindrella gibi saat 24’te eve dönmek zorunda kaldığım, anıların en derini. Çok yakın arkadaşlarım, kızlı erkekli.
Kadıköy, Çarşı, Kuşdili, Kurbağlıdere, Kızıltoprak. Hala geçtiğimde aklım, an an sokak sokak hatırladığım.
Fotoğrafta; Annem, ben, kız kardeşim Suadiye 1971
~Şelale Gültekin~
2 notes
·
View notes
Text
ANILARDA KALAN SUSURLUK SİNEMALARI (2)…
Geçen haftanın özeti: “Şehrimizin ilk sineması olan Zevk Sineması, 1945 yılında Türk filmlerinin kötü adamı Süheyl Eğriboz'un babası Necat Eğriboz tarafından kurulmuştu. Zamanla şehrimizin kültürel bir sembolü haline gelen Zevk Sineması, bizlere unutulmaz anılar bırakmıştı. Zevk Sineması’nı Recep, Nurettin ve Kudret Bölükoğlu kardeşler işletmeye başladıktan sonra tam yanına yazlık Meramses Sineması açılmıştı. Ardından yazlık Selçuk Sineması. Bir de genelde alt yazılı yabancı filmlerin oynatıldığı Şeker Fabrikası Sineması… Bugün tüm bu sinemaların kapıları kapanmış olsa da o anılar hafızalarımızda hiç solmadı.”
Meramses ve Selçuk yazlık sinemaları yaz gecelerimizin vazgeçilmeziydi…
Tahta panolara asılan film afişlerine, bir de fragman niyetine film görüntülerinin yer aldığı fotoğraflara bakarak hangi filme gideceğinize karar verirdik.
Gişeden biletimizi, sinemanın önündeki çerezcilerden kara veya çakır gündöndümüzü,
Eh bir de Yalı gazozunuzu alır,
Tahta sandalyelere oturup kimler gelmiş diye şöyle bir bakınırken film de başlardı…
Kaptırırdık kendimizi filmlere.
Oyuncularla birlikte biz de oynardık sanki.
Başrol oyuncusunun kazandığı sahnelerde alkış, kötü adamlarda ise yuhalamalar başlardı.
Yaz akşamlarının serinliğinde film seyretmenin keyfine doyum olmazdı…
Hafta sonları günde iki matine oynar, her matine kuyruk olurdu.
Filmler haftada bir, bazen iki-üç günde bir değişiyordu.
Çünkü iki günde bütün halk seyretmiş oluyordu.
Zevk Sineması sadece sinema olarak değil düğünler, konserler, okul gösterileri, tiyatro oyunları için de kapılarını açardı. (Mesela benim düğünüm Zevk Sinemasında olmuştu.)
Özellikle pazar günleri Zevk Sinemasının önünde Tommiks, Teksas, Zagor gibi resimli çizgi romanların bir çeşit pazarı kurulurdu.
O kitapları, üzerine belli bir uzaklıktan, 25 veya 50 kuruş gibi madeni paralar atarak almaya çalışırdınız.
Öyle ki para atmanın bile çeşitli yöntemleri ve ustaları vardı.
“İstanbul” derdik bir atış türüne, bir diğer atış şekline de “Arnavut.”
Ustalaşmış olanlar iki üç atışta kitabı elinizden alıverirdi.
Böylelerine karşı önlem olarak da kitapların kapağına bolca ayakkabı cilası sürülür, kadifeyle de bir güzel parlatılırdı. Amaç, para üzerinde durmasın kaysın gitsin…
Balkondan hele locadan seyretmek biraz daha pahalı ama daha güzel olurdu.
Ve ışıklar söner, film başlamadan önce Kudret Ağabeyimizin sesinden, “pek yakında bu sinemada” oynayacak olan gelecek filmlerin tanıtımını izlerdik.
Son olarak Zevk sinemasının büfesini işletenlerin anılarına kulak verelim.
Aynur Tunçer: ”Yazlık Zevk Sinemasının 1957-1958 yıllarında büfesini ben işletirdim. En çok gazoz (15 kuruş) ve kabak çekirdeği (külahı 10 kuruş) satardık Zeki Müren filmleri çok iş yapardı.”
Ömür Gel: ”80'li yılların başında kışlık ve yazlık Zevk sinemalarının büfelerini çalıştırmıştım. Yardımcım Kayakçılı Rıfkı, Rahmetli Cihat makinistimizdi. Kışlık sinemadaki makina PREVOST, yazlık sinemadaki, ISKRA, Meramses sinemasındaki makine ise ERNEBAL’di. Rahmetli Kudret Bölükoğlu'nun benimle her karşılaştığında ‘Ömür Demiri Keser mi?’ sözü halen belleğimde…”
İrfan Ersoy:”85 yılına kadar sinemanın büfesini işletiyordum. Mahalle aralarında rahmetli Kudret Abimin o etkileyici sesiyle megafonla yaptığı reklamları unutamam. Megafonu da tuhafiyeci rahmetli Münir Abi arabaya takardı.”
Orhan Veli’nin dediği gibi; “Her şey birdenbire olmuştu…”
Birer birer yok oldu sinemalarımız.
Yerlerini beton binalar doldursa da anılarımızda bıraktığı boşluklar asla dolmadı…
Ramazan S.TOPRAKTEPE
3 notes
·
View notes
Text
İzmir'de Başkan Eşki’den miniklere sinema müjdesi
https://pazaryerigundem.com/haber/211914/izmirde-baskan-eskiden-miniklere-sinema-mujdesi/ -
İzmir'de Başkan Eşki’den miniklere sinema müjdesi

İzmir Bornova Belediye Başkanı Ömer Eşki, Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu (BBŞT) tarafından ücretsiz olarak sahnelenen “Güneş Herkes İçin Parlar” adlı çocuk oyununu, Çamdibi Nedret Güvenç Sahnesi’nde minik öğrencilerle birlikte izledi. Oyun öncesi sahneye çıkarak çocuklara seslenen Başkan Eşki, duygusal anlar yaşadığı eski günlerini hatırlatarak bir müjde verdi.
İZMİR (İGFA) – İzmir’de Başkan Ömer Eşki, çocukluk yıllarında bu sahnede görev yaptığını ve sinemaya gidemeyen çocuklara film gösterimleri düzenlediklerini hatırlatarak, “Siz daha doğmadan önce ben bu salonda, şu arkadaki odada çalışıyordum. Yaz tatillerinde Türkiye’ye gelen çocuk filmlerini sinemaya gidemeyen çocuklara izlettiriyorduk. Şimdi sizi burada görünce aklıma o günler geldi. Önümüzdeki yaz hepinizi burada çocuk sinemalarına getireceğiz” dedi.
“Sinemaya gidemeyen çocuklar için yazlık sinema kuracağız”
Minik izleyiciler oyunu büyük bir heyecanla takip ederken, onlarla birlikte gülüp eğlenen Başkan Eşki; “Hepiniz çok güzelsiniz. Bizler de sizler için çok güzel bir hayatı sunmak için çalışıyoruz. Annelerinize, babalarınıza, öğretmenlerinize söyleyin; yazın istediğiniz bütün filmleri burada yayınlayacağız. Hep birlikte izleyeceğiz” sözleriyle büyük alkış aldı.
Özgürlüğün ve arkadaşlığın hikâyesi
Ozan Gökmen’in yönetmenliğinde sahnelenen oyun, farklılıkların güzelliğini ve birlikte yaşamanın önemini eğlenceli ve duygusal bir dille anlatıyor. Karga ve Ayı adlı iki farklı karakterin dostluğu, çocuklara cesaretin bulaşıcı olduğunu ve herkes için özgürlük mücadelesinin ne kadar anlamlı olduğunu hatırlatıyor.


0 notes
Text
Yeşilçam Festivalinde Nostalji Rüzgarı
Antalya Büyükşehir Belediyesi Altın Portakal Film Festivali ile birlikte eş zamanlı olarak başlattığı Yeşilçam Festivaline Antalyalılar akın etti. Yeşilçam’ın büyülü atmosferinin yaşatıldığı festivalde ziyaretçiler sahne şovları ve yazlık sinema ile nostalji dolu bir gün yaşadı. ZAMAN YOLCULUĞUNA ÇIKARDI Büyükşehir Belediyesi’nin 5-12 Ekim tarihleri arasında Karaalioğlu Parkı’nda düzenlediği…
0 notes
Text
Esmez tabii Akbelen ormanı gibi doğa hazinesini;limak/kolin/cengize peşkeş çekersen Türkiye ormanlarını arapa satmak için yaktırırsan her yere zevksiz beton mağaralar yaparsan ucube yazlık saray için güzelim okluk koyunun içine edersen esmez de gürlemez de bir gazeteci"Atatürk vatandaşla polimik yapan(ki sıradan vatandaş değil paralı aktrol)mahmut tanalı bastonla kovalardı" demiş kovalamazdı hep yakınıp hep oyunu aynı kişi ve partiye veren arap sürtükler gibi giyinip afgan talibanı kisveli kişileri kovalardı sen orman kesiliyor/pahalılık aç bırakıyor/baskı var maaş az /mülteci işgâli var vs de sonra seçim sandığını görünce git gine o yerdiklerine oy ver bu bir psikolojik rahatsızlıktır hele seçimlerden önce muhalefeti göklere çıkartıp rus destekli seçim kaybedişte korkudan muhalefete yüklenen bunca zamma sesini çıkarmayan paralı gazeteci,Chp'nin başına emir aldığı şekilde İmamoğlunu getirmek isteyen derin Türk ve İngilizlere hizmet eden sözde ülkücü asenaları görseydi o bastonu nasıl kullanırdı ben biliyorum iktidara lâf diyemiyorsunuz çünkü para alıyorsunuz korkuyorsunuz hiç değilse sinema/edebiyat yazıları yazın da ülkede muhalefet yok muhalefet denenler:koltuk sevdalısı imamoğlu onu yönlendiren derinlerin kuklası akşener bir de kasayı dolduran şantaj kasetiyle yüzünü solduran ince Chp ve Kılıçdaroğlu avanaklığından meclise giren eski Akp devşirmesi babacan mülteci istilası mimarı fetönün uslu çocuğu davutoğlu ve kokmaz bulaşmaz fetöcü uysal derseniz ülkede muhalefetin zerresi olmadığını herkes anlar hadiii işinizi yapmıyorsunuz göbek atın muktedirleri eğlendirin para havadan geliyor zaten pek aktrol yok ortada çünkü bu gazeteciler daha iyi satılık trol çıktılar üzerine alınan şikayet etsin aptal değiliz herşeyin farkındayız😤😠😈
instagram
1 note
·
View note
Text
gerçekten sevemezdi insanlar.
sevmek zamanı
#sevmek zamanı#time to love#metin erksan#müşfik kenter#film movie#yeşilçam#nostalji#nostalgia#sinema replikleri#yönetmen sineması#emek sineması#türk sineması#yazlık sinema#yaz sinemaları#murathan mungan#lale müldür#selim ileri#film movies#camera#şiir#music blog#video music#music#video clip#film art#film production#nuri bilge ceylan#bir zamanlar anadoluda#kış uykusu
23 notes
·
View notes
Photo

1973 Temmuz itibariyle bir gazete küpüründe yer alan İzmir’deki açık hava sinemaları… şimdi yoklar…
8 notes
·
View notes
Text







Barışcan'ın bir zamanlar tek eğlencenin radyo dinlemek olduğu ve bu yıllarda yaşanan aşkları, ayrılıkları anlattığı RADYO YILLARI albümü yayında.. Barışcan sözleri ve müzikleri kendisine ait 6 şarkıdan oluşan bu albümde; Radyolarda Arkası Yarın'ların dinlendiği, şehirlerin küçük ama samimi insanlarla dolu olduğu, sokaklarda çocukların oyun oynadığı, akşamları kadınların toplanıp yazlık sinemalara gidildiği, en keyifli içeceğin beyaz gazoz olduğu, hafta sonları ailece çay behçelerine gidildiği, en uzun yolculukların bile zevk alınarak kara trenle yapıldığı, otobüs terminallaerine "Garaj" denildiği ve hüzün duygusunun bile yaşanırken içten yaşandığı o nostaljik yılları anlatıyor. İyi dinlemeler RADYO YILLARI Buralar bana çok yabancı Bu benim şehrim değil Yine bir çınar dibi serinliğinde Yine gökyüzü sessizliği ile Sevişmek istiyorum Benim şehrim ne güzel şehirdi Bir başkaydı insanlarım Oysa şimdi gökyüzünde bulutlar Sokaklarında çocuklar Manasız oyunlar oynuyorlar Zaman; Radyo Yılları Tüm zevkimiz şarkılar dinlemek akşamları Bir hüzzam şarkı gibi içli geçti o yıllar Yokluklar bile güzeldi Benim şehrim ne güzel şehirdi Bir başkaydı insanlarım İnsanlarımı istiyorum Söz ve Müzik Barışcan Sapancı **** YIL 1950 Yıl bin dokuz yüz elli Biraz hatırla Kaldırımlar henüz parke Yüreğimde bir telaş Her akşam ayrı bir film oynardı O yazlık sinemada Sen annenle olurdun ön sıralarda Bense biraz arkada Biliyorum çok gençtik ikimiz de Hatta biraz çocuktuk Ama aşkın ne olduğunu ilk defa burada anlıyorduk. Geleceğin de hiçbir zaman gelmeyeceğini sanıyorduk Yalnızdım, üşüyordum, açtım Ama aşıktım Yorgundum, kavgalıydım, tektim Ama aşıktım Üstelik bir kaç dersten sınıfta kalmıştım O mor pilili eteği Hala giyer misin? Kaldırımlar şimdi ıslak Gözlerim de öyle nemli Seninle bir başkaydı İstanbul Şimdi sen kiminlesin Tramvaylar artık yalnız Beyoğlu’nda Kim bilir sen nerdesin? Biliyorum üzerinden çok yıllar geçti Unutulmaz ki o çocukluk Ve ilk aşkın masum hisleri Ama insan aşkın ne olduğunu Bu yıllarda hissetmeli ve bilmeli kaybettiklerinin bir daha asla geri gelmeyeceğini Söz ve Müzik Barışcan Sapancı **** DUYGULARIM YİNE AYNI Seni bir ben değil Bütün kasaba özledi Biliyorsun buralara aitsin Sen artık dönmelisin Burada çocukluk anıların var ben varım Beraber yaptığımız o şarkıyı Bitirmedim hala yarım Annen odanı hiç değiştirmedi Bende hislerimi Kapanan çay bahçesinin dışında Her şey bıraktığın gibi Duygularım yine aynı Yine seni seviyorum Belki bir gün dönersin diye Seni hala bekliyorum Gittiğin gün özlemiştim seni Yani tek özleyen arkadaşların ailen değil. Ben de özlemiştim. Bu kasabada çok anılarımız var Çocukluğumuz gençliğimiz ve ilk aşkımız Sen ben bir de o yazlık sinema Beraber başladığımız o şarkıyı bitirmediğim doğru değil aslında bu gün bitirdim Ve sana yolluyorum Sözleri de şöyle Duygularım yine aynı Yine seni seviyorum Belki bir gün dönersin diye Seni hala bekliyorum Söz ve Müzik Barışcan Sapancı **** BİR KADIN YÜREĞİ Bir kara trendi yolları ayıran Kadın vagondaydı adam peronda Ne çok ağladı kadın adama Adamın elleri bağrında Yara almıştı kadın belli ki Titreyen elleri der veda Adam üzgün adam per perişan Bir hayli acıklı bir ortam Kadın üzgündü kadın çok aşıktı Kalan acıydı terk eden kadın Çok gizli bir acıydı bu kadına Ne de olsa bir kadın yüreği Bir siren sesi duyuldu acılı Simsiyah trenden raylara Zavallı bakışlarıyla sallanan Bir hüzün yayıldı vagonlara Söz ve Müzik Barışcan Sapancı **** HOŞGELDİN HÜZÜN Bu yıl yine erken geldi güz Şimdi yavaş yavaş buna alışıyoruz Yüreğimle ben artık hazırız Yine zamansız göçlere çıkmaya başlıyoruz Hadi gel gir içeri Yabancı değil yüzün Sensin evet tanıdım En iyi dostum hüzün Hadi gel gir içeri Solgun görünüyor yüzün Bu defa seni bırakmam Hoş geldin hüzün Nerelerdeydin anlat Kiminleydin ey hüzün Hadi gir kapıyı ört Zaten yoldaydı gözüm Şöyle yanıma bir uzan En iyi dostum hüzün Söz ve Müzik Barışcan Sapancı **** GARAJ Başlarken bu aşka senle Hani birkaç yıl önce Hiç düşündün mü? Bir gün ayrılık arayacak bizi de Dur
dokunma bana Daha birkaç dakika var Daha yolcular binmedi Dur sarılma bana Hemen elveda deme Hem daha vakit gelmedi Kim derdi ki kaldığımız en son yer bir garaj ( durak) olacak Tattığımız en don duygu kim derdi ki hüzün olacak Silerken gözyaşlarımı Hani “Neden ? ” sordun ya Hep yalan söyledim Ayrılık çok acı katlanamam ben buna Söz ve Müzik Barışcan Sapancı **** Radyo Yılları Spotify'de https://open.spotify.com/album/4JKU63GyHZb1QhNKH6ORPe Radyo Yılları Apple Music'te https://music.apple.com/.../radyo-y%C4%B1llar.../1601175717 Radyo Yılları Deezer'da https://www.deezer.com/tr/album/281891942 Radyo Yılları Yotube'da https://www.youtube.com/playlist... #Barışcan #BarışcanAlbümleri #BarışcanRadyoYıllarıAlbümü #BarışcanRadyoYılları #BarışcanYıl1950 #BarışcanDuygularımYineAynı #BarışcanHoşgeldinHüzün #BarışcanBirKadınYüreği #BarışcanGaraj Söz ve Müzik #BarışcanSapancı Aranjeler : #SerdarŞenyarar #AkifÖz Kayıt-Mix-Mastering : #Ömeriçener Stüdyo #SerkanTanık Dijital Yükleme : www.amuse.io
#barışcan#youtube#barışcansapancı#müzik#şarkı#pop#türkçepop#türkçe şarkı#türkçemüzik#türkçeşarkı#barış can#radyoyılları#radyo tiyatrosu#radyo#radyo dinle#radyo ve televizyon üst kurulu#radyoaktif#onlineradyodinle#dinle#yemektarifleri#showcase idx#teknoloji#yeni şarkı#şarkı sözü#aşk şarkısı#şarkı önerisi#şarkısöylemeklazım#aşk#postlarım#spotify
2 notes
·
View notes
Text
Yusuf Atılgan / Zebercet ve babasını çocukluğumda tanımıştım

Anayurt Oteli, sinemaya uyarlanıp Venedik Film Festivali'nde önemli bir ödül kazandığında, roman da yeniden gündeme gelmişti. Roman ve filmle ilgili soruları yanıtlayan Yusuf Atılgan, kahramanları hakkında önemli bilgiler vermişti.
Kasaba ve kent insanının iç dünyasını, bilinçdışının karanlıkta kalan yanlarını sergileyen, çevresiyle uyuşamayan yalnız kahramanlarıyla yalın, iç içe çağrışımlarla yürüyen bir anlatımın önce çıktığı, iki önemli romanla edebiyatımıza damgasını vuran Yusuf Atılgan, kendi deyişiyle "65'inden sonra şöhrete kavuştu." Bu "şöhretin" nedeni, büyük ölçüde halen sinemalarda gösterilen Anayurt Oteli filmi. Ömer Kavur'un, son Venedik Film Festivali'nde bazı Yeşilçam çevrelerinin dudak bükmesine karşın, Uluslararası Sinema Yazarları Federasyonu'nun (FIPRESCI) ödülü gibi son derece önemli bir ödülü kazanan filmine kaynaklık eden romanın yazarı, edebiyat çevrelerinin dışında çok tanınmıyor. Sinemamızın son dönemdeki belki de bu en olgun filminin uyarlandığı romanın, konuşmayı pek sevmeyen yazarıyla Nokta adına Sungu Çapan söyleşti.
Edebiyatımızın benzersiz romanlarından birinin uyarlaması, sinemamızın son yıllardaki en umulmadık başarılarından birine dönüştü. Zebercet'in özel dünyasını günümüze getirerek perdede kuran Ömer Kavur'un filmini, romanın yazarı olarak siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Roman başka, film başka tabii. Kanımca, Ömer Kavur romanın havasını, Zebercet kişiliğini çok iyi vermiş, iyi bir film olmuş Anayurt Oteli.
Zebercet adının bir anlamı var mı? Bu pek rastlanmayan adı nasıl seçtiniz?
- Vaktiyle Manisa'daki "Anavatan Oteli"nin baba-oğul sahipleri olan Zebercet ile Ahmet Efendi'yi tanımıştım çocukluğumda, bu ad oradan geliyor. Zebercet, zümrüttten daha açık yeşil ama zümrüt kadar değerli olmayan bir süs taşı demek. Romanımın başında Zebercet'i doğurtan ebe, bebeğin ufak tefekliği nedeniyle "Pamuğa sarıp inci kutusuna yatırılır bu; Zebercet koyun adını" der babasına.
Romanı Kafka'nın ölüm yıldönümünde bitirmiştim
1970-71'lerde yazdığınızı bildiğimiz Anayurt Oteli romanında 12 Mart döneminin bir etkisinden söz edilebilir mi, bir baskı ve yılgı süreciyle bağlantı kurulabilir mi? Keza Aylak Adam da aydınlar üzerindeki DP baskısının epey yoğunlaştığı bir dönemin ardından gün ışığına çıkmıştı.
- 1970'in Ekim'inde başladığım Anayurt Oteli'ni hiç unutmam, 1971'in, Kafka'nın ölüm günü olan 3 Haziranı'nda bitirmiştim. Bu romanda, Zebercet'in emir erliğiyle ilgili bölümünde askerliğe biraz değinmiştim, tabuların elverdiği ölçüde. Kendimi biraz ister istemez sansür ettiğim bu bölümün dışında, romanda kesinlikle 12 Mart etkisi yok. Çünkü yazar olarak benim sorunum, anlattığım kişilerle ilgili, yoksa birtakım dokundurmaların dışında belirli dönemlerin sosyolojik araştırmasını yapmak değil. Ben "metnin" tutarlı olmasına, kronolojik sıraya filan çok dikkat ederim. Sanıyorum "Anayurt Oteli" yazdığım en iyi metindir.
Anayurt Oteli otobiyografik özellikler içeriyor
"Anayurt Oteli" adı nereden geliyor?
- Roman büyük ölçüde benim yaşadığım bir bunalım döneminden kaynaklanıyor, otobiyografik özellikler içeriyor. Çocukluğumdan kalan anılar arasında "Anavatan Oteli"nin yeri önemlidir benim için. Ancak daha sonra kitabı yazarken o dönemin simgesi otelin isminde oynayarak Anayurt yaptım.
Gerçek Zebercet'i tanımıştınız herhalde...
- Evet. Doğrusu filmdeki Macit - Zebercet, gerçeğinin yanında oldukça yakışıklı sayılır. Bu kişiliğe gerçek Zebercet'ten başka, ayrıca kendimden çok şeyler, derinlemesine yaşadığım bir bunalım döneminin kimi özelliklerini de yüklediğimi ekleyebilirim. "Metin"lerimi sanki mektup yazarmışçasına yazarım, daha çok kendime yöneliktir bu çabam ve eleştirilerden de fazla alınmam, yüksünmem.
Zebercet'in doğumu 1930'lardan 1950'lere aktarılmış, iyi edilmiş
Ömer Kavur'un filmde romandaki süreci günümüze, 80'li yılların Türkiye'si için alegorik anlamlar içerecek ölçüde canlı bir biçimde taşımasını nasıl karşılıyorsunuz?
- Filmin olayı başarıyla günümüze getirdiği kanısındayım, sözgelimi Zebercet'in doğumu 1930'lardan 1950'lere aktarılmış. İyi de edilmiş.
Doyurulmamış cinsellik bunalımlarıyla saçma bir cinayete ve giderek intihara sürüklenen Zebercet kişiliğine, günümüz Türk erkeğinin simgesi denebilir mi? Aynı benzetmeyi daha da genişletirsek, filmdeki otel - konağın da günümüzün Türkiye'sini simgelediği ileri sürülebilir mi?
- Filmi değerlendiren eleştirmenlerin böyle bir yorumu olabilir ama romanda benim böyle bir amacım yoktu.
Türk sinemasını izliyor musunuz?
- Kendimi bildim bileli sıkı bir "sinema kuşu"yumdur. Gençliğimde, İstanbul'daki fakülte yıllarımda, tüm Beyoğlu sinemalarının "müdavimiydim." Hatta okulu asıp üst üste, farklı filmlere gittiğim çok olmuştur. Hacırahmanlı'da yaşarken nerdeyse her gün bir film izlerdim, bir yazlık bir kışlık sinema vardı Hacırahmanlı'da, "La Dolce Vita", "Samuray", "Vanishing Point" gibi nitelikli yabancı filmler kışlıkta, yerli filmler ise yazlıkta gösterilirdi. O yıllarda bazı dayanılmaz Yeşilcam filmlerinde sık sık kendimi tutamaz, hiç olmayacak türden kimi sahnelerde perdeye laf atar, kasabalı yerli film seyircilerinin "konsantrasyon"unu çeşitli muzırlıklarla bozardım. Ve tabii ki tepkisini çekerdim herkesin. 1976'da, İstanbul'a yerleştikten sonra da yeni yönetmenlerimizin hemen hemen bütün filmlerini izledim.
Seyirci olmaktan öteye sinemayla ilişkileriniz nasıl? Örneğin senaryo yazmayı düşünüyor musunuz?
- Ben sinema salonunda film izlemeyi seviyorum. Zaten çok yazan biri değilim, senaryo yazımının inceliklerini de bilmem. Günün birinde senaryo yazacağımı hiç sanmıyorum kısacası.
Filmin oyuncuları romanınızın kahramanlarına denk düşmüş mü sizce?
- Evet. Macit Koper çok iyi oynuyor ama ben gerçek Zebercet'i tanıdığım için olsa gerek, fizik olarak biraz yadırgadım ilk başta. Ama Serra Yılmaz'la Orhan Çağman rollerine cuk oturmuşlardı doğrusu.
Anayurt Oteli'nin filme çekilebileceğini hiç düşünmemiştim
Sevdiğiniz yönetmenler? Anayurt Oteli'ni kimin çekmesini isterdiniz örneğin?
- Sydney Pollack, Luchino Visconti, Federico Fellini, J. P. Melville ve bizden Ömer Kavur'la Şerif Gören. Sorunuzun ikinci şıkkına gelince, doğrusu Anayurt Oteli'nin filme çekilebileceğini bile hiç düşünmemiştim.
Kendinize yakın bulduğunuz, sevdiğiniz ve etkilendiğiniz yazarlar kimler?
- Şurası gerçek ki yazdığımdan çok daha fazla okurum. "Yazarlarım"a gelince, başta Çehov'la Kafka olmak üzere Faulkner, Joyce, Onat Kutlar, Oğuz Atay ve Nezihe Meriç'i sayabilirim.
(Sungu Çapan / Nokta dergisi / 8 Kasım 1987 / Arşiv çalışması: Ferruh Yazıcı)
2 notes
·
View notes
Text


30.07.2021 / Cuma
Yazlık sinema / nostalji gecesi .🌴
2 notes
·
View notes
Text

18-24 mart. Yaşlılar haftasıymış.
Ben hiç te yaşlı değilim.
Sahi kaç darbe gördü bu nesil.
Kaç deprem enkazı temizledik ellerimizle
Kaç savaş.
Kaç hükümet.
Kaç başbakan.
Şimdi oda yok değil mi
Ama ben yaşlı değilim.
Radyoların bile kanaviçe işlemelerle süslendiği zamanları yaşamış olabilirim
Çevirmeli telefonlarla sevdiğim kızın numarasını çevirip bir kaç kez alo demesini bekledikten sonra hiç konuşmadan telefonu kapatmış da olabilirim
Yazlık sinemalarda dizilmiş tahta sandalyelerin arasının çekirdek kabukları ile dolup taştığı günleri,
Karartma gecelerini yaşamış olabilirim.
Belki kısa pantolonla dolaşırken şükran Ay ın sesinden "Ya beni de götür ya sen de gitme" türküsüne eşlik etmiş te olabilirim.
Ama ben yaşlı değilim.
Küçücük radyonun içine bu kadar insan nasıl sığabilir denen günlerden
Şimdi elimdeki telefonla dünyanın öbür ucunu görebilmenin zevkini yaşamışım ben.
Siyah önlükle gittiğimiz okuldan her köşe başına bir yenisi kurulan kolejlere uzanan bir yolculuğun şimdiki zamanında hiç bir şeye hayret etmeden ve hiç bir şeyi elimin tersiyle itmeden
Her şeyi aklın ve vicdanın süzgecinden geçirip yaşıyorum ben.
Ama yaşlı değilim .
Abisine yakalanmamak için kırk takla atıp sevdiğim kızla sinema kapılarında buluşurdum elbette
Ve parmaklarımız birbirine değince bir şehri besleyecek elektrikler çıkardı ortaya.
Yüreğimizin deli deli atışından biz bile korkardık.
Pele yi izledim ya.
Ne diyorsunuz.
Maradonayı.
Brezilya hep tuttuğum tek takımdı
Deniz ler asılırken küçücük çocuktum.
Ama resimlerine baktığım zaman anlamıştım bu işte bir yanlışlık olduğunu.
Yaşlı değilim işte.
Kim ne derse desin.
Çılgın bir çocuk hala top koşturuyor sokak aralarında
Hala paylaşıyor yüreğindeki sevgiyi
Hala gülümsüyor
Ve hala seviyor
Yağmuru, kar ı, yürümeyi, koşmayı
Masmavi bir yolculuk hala aklının bir köşesinde.
Ve hala inanıyorum işte güzel günlere.
Belki ağlayarak geldim bu dünyaya
Ama ağlayarak gitmeyeceğim.
Yaşlı değilim işte.
Var mı itirazı olan.
Ahhh . Dizlerim🤣🤣🤣
Yılmaz Pirinççi
3 notes
·
View notes
Text
ANILARDA KALAN SUSURLUK SİNEMALARI (1)…
II. Dünya Savaşı bitmiş ama savaşın etkileri tüm hızıyla sürüyordu.
Ülke zor durumdaydı.
Hiçbir şey bulunmuyordu.
Müthiş karaborsa, müthiş fiyat artışları vardı.
Harp zamanı insanlar evinden çıkmıyordu.
Belirli saatten sonra karartma yapılıyordu.
Evlerde televizyon olmadığı o yıllarda insanlar başka yapacak bir şey olmadığından sinemaya gidiyordu.
Sinema salonları halkı buluşturan, bir araya getiren, yaşanan acıların unutulmak istendiği neredeyse yegâne yerlerdi.
İşte böyle bir ortamda Susurluk’ta ilk sinema (Zevk Sineması),
Türk filmlerinin kötü adam rollerinin değişmez efsane oyuncusu Süheyl Eğriboz’un babası Necat Eğriboz tarafından kuruldu.
Tarihler 1945’i gösteriyordu…
Necat Eğriboz’u pek tanımasak da oğlu Süheyl Eğriboz bize yabancı değildi.
Bizler onu “Sütçü” olarak tanırdık.
“Sütçü” lakabı, 1978-80 yılları arasında başrol oynadığı;
Sütçünün Rüyası,
Haydi Bastır Sütçü,
Sütçü Kıbrıs’ta,
Sütçü ve Eşeği isimli komedi filmlerinden kalmıştı.
Süheyl Eğriboz duruşuyla, bakışıyla, yüzündeki çizgileriyle Yeşilçam’ın dev aktörlerinden biriydi.
Mütevazi ve sevecen kişiliğinin aksine sinemada kötü adam rolleriyle tanınmıştı.
Kendisine kaç filmde oynadığını sorduklarında şöyle cevap vermişti; “… Kaç filmim olduğunu bilmiyorum. Şöyle söyleyeyim, 60’larda yılda 200-250 film çevriliyordu, 100’ünde oynuyordum. Sen hesap et gerisini…”
Türk Sinemasında yaklaşık 400'e yakın filmde rol aldı.
Yeşilçam'da en çok rol alan 8. oyuncu unvanına sahipti.
Ömrünün 63 yılını sinemaya adamıştı.
Süheyl Eğriboz 25 Haziran 1927 yılında Gönen'de doğdu, 10 Ocak 2014 yılında 87 yaşındayken İstanbul’da tedavi gördüğü hastanede vefat etti.
Babasının kurduğu “Zevk Sineması” da bize geride unutulmaz anılar bıraktı…
Zevk Sineması, sadece bir sinema salonu değildi.
Aynı zamanda bir toplumun birlikte güldüğü,
Ağladığı,
Heyecanlandığı,
Dostlukların, aşkların yeşerdiği bir mekandı.
Öyle ki zamanla şehrimizin kültürel bir simgesi haline geldi…
Zevk Sineması’nı Recep, Nurettin ve Kudret Bölükoğlu kardeşler işletmeye başladıktan sonra tam yanına yazlık Meramses Sineması açıldı.
Ardından yazlık Selçuk Sineması…
Bir de genelde alt yazılı yabancı filmlerin oynatıldığı Şeker Fabrikası Sineması.
Haftaya Çarşamba: (O unutulmaz anılar, hala birçok insanın kalbinde yaşamaya devam ediyor…)
Ramazan S.TOPRAKTEPE
0 notes
Text

Asıl adı, Tarık Tahsin Üregül olan oyuncu 13 Aralık 1949 yılında İstanbul'da bir abla ve bir ağabeyden sonra üçüncü çocuk olarak doğmuştur. Akan, bir dönem subay olan babası Yaşar Üregül'ün görevi nedeniyle Erzurum, Dumlupınar'da yaşamıştır. Babasının başka bir yere tayini üzere Kayseri'ye taşındılar ve Akan ilkokulunu da burada tamamladı. Babasının emekliliği üzerine İstanbul'a tekrar taşındılar ve Bakırköy'e yerleştiler. Bakırköy'e taşındıktan sonra ortaokul ve liseyi burada tamamlamıştır. Lise'yi bitirdikten sonra, Yıldız Teknik Üniversitesi'ne girdi ve burada makine mühendisliği bölümünü okudu. Sinemaya geçmeden önce Bakırköy'deki plajlarda can kurtaranlık yapmaya başladı. Aynı zamanda sokaklarda işportacılık da yapmaya başladı. Yıldız Teknik Üniversitesi'nde, Makina Mühendisliği okuduktan sonra Gazetecilik Yüksek Okulu'na girdi ve bu okuldan mezun oldu. 1969 yılından sonra, 1970 yılında Ses dergisinin düzenlediği Sinema Artist Yarışması adlı yarışmaya katılarak birinci oldu. Yarışmada birinci olduktan sonra 1971 yılında ilk kez Filiz Akın ve Ekrem Bora'nın başrol oynadığı sinema filmi Emine ile oyunculuk kariyeri başlamış oldu. 1979 yılında askerlik görevini yedek subay olarak Denizli'de yaptı. Sinemacılığın kötü gittiği 1978-1981 yılları arasında ticari taksi alarak kiralama sistemi ile ticaret hayatına devam etti. Tarık Akan, 1980 yılında 12 Eylül Darbesi'nde 12 yıl hapis cezası ile yargılanmış ancak 2.5 ay hücre hapsi cezası almıştır. 7 Ağustos 1986 tarihinde Yasemin Erkut ile evlenmiştir. Bu evlilikten 1986 yılında Barış Zeki Üregül dünyaya gelmiştir. Ardından 1988 yılında ikiz olan Yaşar Özgür ile Özlem dünyaya gelmişlerdir. 1991 yılında Bakırköy'de olan Taş Mektep adlı ilkokulun ortaklarından birisi olmuştur.
1995 yılında Aziz Nesin'in vefatından sonra görevini devralan oğlu Ali Nesin'den Nesin Vakfı başkanlığını devralmıştır. 2002 yılında Anne kafamda bit var isimli bir kitap çıkarmıştır. Kitabında 12 Eylül Darbesi'nden sonra yaşadıklarını kaleme almıştır.
Yazları fırsat bulduğunda Bodrum, Akyarlar'da Manço kulüp yanında taştan bir Rum evini restore edip dostlarını da ağırladığı yazlık evinde kalmayı tercih etmiştir.
Akciğer kanseri olan Akan, tedavisini İstanbul'da sürdürmekteyken 16 Eylül 2016 tarihinde hayatını kaybetti. Cenazesi için 18 Eylül 2016 tarihinde Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'nda düzenlenen anma etkinliği sonrasında, Teşvikiye Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Bakırköy Zuhuratbaba Mezarlığı'na defnedildi.
Siyasi görüşü ve 1980 darbesi
Tarık Akan, siyasi görüşünü şu ifadeler ile açıklamaktadır. "Sanatçı dediğin andan itibaren; dünyaya bakışı, yaşamı, görüşleri, her şeyi politiktir. Bu politik düşünce hiçbir zaman gerici, muhafazakâr, tutucu bir politika değildir."1978 yılından itibaren Maden (film) filmi ile sosyal mesaj içerikli filmlerde ağırlıklı rol almaya başladı. Özellikle, Yılmaz Güney'in projeleri olan Sürü ve Yol filmleri ile politik filmlerde oynayabileceğini göstermiştir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yaşanan darbelere ilişkin "27 Mayıs ve 28 Şubat darbe değildir. Birincisi önümüzü açtı, yeni düşüncelerle tanışmamızı sağladı. Çünkü laik Cumhuriyet'ten uzaklaşmamızın önünü kapattı. 1971 darbe teşebbüsü ve 1980 Darbesi faşist darbelerdir. Türkiye'yi bugünkü noktaya taşıyan hareketler. 1980 son vuruştur emperyalizm için. TSK bu ülkenin her şeye rağmen en önemli kurumu." ifadeler söylemiştir.
1979 yılında İzmir'de Nazım Hikmet'in doğum yıl dönümüne katılmak ve Barış Derneği’ne üye olmak suçlarından yine yargılanır. Spor salonunda yapılan o doğum yıl dönümüne binlerce insan katılmışken bir tek Tarık Akan'a dava açılmıştır. 1987 yılında davadan beraat etmiştir.Tarık Akan, 1980 darbesinden sonra, Almanya'da yaptığı bir konuşma sonrası yurda dönüşünde tutuklandı ve 2,5 ay ceza evinde kaldıktan sonra 31 Mart 1982’de beraat etmiştir. 2013 yılında yapılan Gezi Parkı protestoları destek vermek için protestolara iştirak etmiştir.
3 notes
·
View notes
Text
Bütün sıkıntılar dünya sevgisi ve tutkusundan gelir..
İnsan ruhunu bu bağlılıktan kurtarırsa kuş gibi hafifler ve gönlü huzur bulur.
Bütün sıkıntılarımız ve tutkularımız maddi şeylere aşırı bağlılığımızdan ileri gelir..
Ne güzel ifade etmiş şair:
"Hangi sofraya otursam, aldatır beni,
Hangi vadide konaklasam, kısa sürede ağlatır beni"
Acaba günümüzde insanlar kendilerini neden bu kadar yalnız hissetmektedir? Niçin kapılarını çalacak arkadaşları, iç dünyalarını paylaşacak gerçek manada dostları yoktur? Yüzyılımızda insanların sahip oldukları makam, mevki, mal, mülk, servet, para, kurdukları yuvalar, işi, eşi, aşı, sahip oldukları bunca teknolojik imkan, onları eğlendirecek yüzlerce eğlence aracı ve sosyal paylaşım siteleri, büyük ve kalabalık alışveriş merkezleri nasıl oluyor da insana yalnızlığını ve kimsesizliğini unutturamamaktadır?
Niçin insan, her akşam elinde kumanda, kanaldan kanala dolaşmakta ve bir türlü tatmin olamamaktadır. Facebook, twitter, google+ gibi onlarca duygu, düşünce ve yorum paylaşım sitelerinde dolaşan ve yüzlerce arkadaş ve dost edinen insan, neden hala gerçek manada dost bulamamaktan yakınmaktadır?
Her gün gittiği oyun ve eğlence merkezleri, kafe ve sinema onu sadece geçici zevklerle tanıştırıp, çok kısa süreler için avuturken, acaba iç dünyasında niçin kalıcı bir huzur ve sükûn sağlayamamaktadır? Sahip olduğu bunca servet, banka hesapları, hisse senetleri, yazlık, kışlık saray yavrusu evler, son model arabalar, havalı makam ve mevkiler, üst yönetici pozisyonları, şan ve şöhret, medyatik görünürlük, insanın içinde oluşan derin boşluğu ve iç sıkıntısını niçin bir türlü ortadan kaldıramamaktadır?
Yalnızlık ve kimsesizlik duygusunun oluşmasında iki temel sebep karşımıza çıkar. Birincisi, gönlün ve kalbin ihtiyaçlarını tam olarak karşılayacak doğru yol önderlerinin azlığındandır.
İkincisi,insan bu alemin yabancısıdır.Bu dünya insanın gerçek diyarı değildir.Hep içinde bir boşluk vardır.İçindeki boşluğu doldurmak için daldan dala konar ve bir sofradan başka bir sofraya oturur.Çünkü o özünü aramaktadır.Yitirdiği vatanın hasretiyle yanıp tutuşur.Bir türlü tatmin olmaz.
Bu konuya en güzel cevabı Şehit Murtaza Mutahhari vermiştir.
Şehit Mutahhari bu konuda şöyle buyurmuştur:
İnsan, yaratılışı itibarıyla "sınırlı", "geçici" ve "fani" şeylere aşık olamaz; belli bir zaman ve mekanla sınırlı sevgiler insanı doyuramaz. Çünkü insan mutlak kemale aşıktır ; bundan başka bir şeye değil. Yani İnsan Allah'a aşıktır, O'nun kutsal zatına meftundur.
Allah'ı inkar eden kişi de Allah'a aşıktır. İnkar eder ama fıtratının derinliklerinde mutlak kemale aşık olduğunu bilmez. Kemalden gafildir, maşukunu yitirmiştir.
"Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız."
2 notes
·
View notes