#yatan adam
Explore tagged Tumblr posts
Text
aslının aynısı
merhaba arkadaşlar . Sizlerden gelen bir anıyı daha aktarıyorum. Bol sikişli geceler. Merhaba Hasan bey ben küçük bir şehirin küçük bir kasabasında noterde çalışan 25 yaşında oldukça güzel seksi giyinmeyi Sibel Can ölçülerinde yani balık etli bir kadınım evliyim 3 kez hamile kaldım fakat doğum olmadı ya düştü ya da ölü doğum oldu . Bilirsiniz noterlik yapmak için noterlerin avukat olması şart bizim avukat 58 yaşında ama kimse 58 olduğuna inanmıyor oldukça bakımlı hergün kuaför ve güzellik salonlarına giden 175 boylarında 70 75 kg ağırlığında felaket seksi dul bir kadın avukat hanım la birlikte toplam 5 kişiyiz noterde 2 erkek 2 kadın erkekler evli kadınlardan ben evli avukat ve diğer arkadaş dul . Konumuza dönelim bu arada ben Didem avukat Emine hanım beni veznede görmek istediğini veznede ki arkadaşın benim yerime geçmesini istedi . Vezne de görevli Serkan arkadaşım 56 yaşında 3 kız 3 erkek çocuğu olan abdestli namazlı biri o kadar dürüst bir insan daha tanımadım başta yazmıştım küçük bir kasaba diye , kim ne yapmış ne almış ne satmış ilk bizim haberimiz olur. 14 Şubat 2023 günü öğle yemeği için eşimle sözleşmeş fakat eşimi en yakın arkadaşının karısıyla mesajlasırken yakalamıştım bizim yemek fiyasko olmuş içim içim eşimden nefret etmeye başlamıştım . Aynı günün akşamı eşimin telefonunu kopyalamayı öğrenip kendi telefonuma yükledim artık eşim gül ile ne yazışırsa ben görüyordum resmen 4 yıldır birlikte oluyorlarmış ben ayakta uyuyormuşum haa şunuda belirteyim gül ün kocası eşim fikret gülü sikerken masada oturup sikişlerini izliyormuş Fikret aslında çok yakışıklı bir erkek ama siki kalksada erkenden sönüyormuş WhatsApp mesajlarından okuduğum kadarıyla 1000 erkekten 1 inde çıkan nadir bir hastalıkmış ama nede olsa beni aldatıyordu o gece ayrı odalarda yattık sabaha kadar ne yapacağımı düşündüm . Sabah kahvaltısı yapmadan işe gittim moralim bozuk olduğu için pek gülmeden masama oturdum avukat hanım 10 da gelirdi geldi merhaba hayırlı işler arkadaşlar dedi benim suratımın asık olduğunu anlamış beni çağırdı durumu en ince ayrıntısına kadar anlattım mesajları gösterdim bana kısasa kısas yap boşanma dedi nasıl dedim bekle ben sana haber vereceğim dedi . Aradan 1 saat falan geçti avukat hanım Didemle ben çıkıyoruz arkadaşlar gecikirsek siz 5 te kapatıp çıkın dedi avukat hanım ın jipine binip birlikte onun bağ evine gittim 2 lüks otomobil vardı kapıda içeri girince şok oldum 4 erkek hepside çırılçıplak ben geri döndüm avukat hanım hadi kocan seni aldatıyor sende onu aldat kısasa kısas yap dedi soyunarak erkeklerin arasına girdi erkeklerin 2 sinin sikini eline aldı 1 erkek sikini ağzına soktu 1 erkek boşta kaldı oda benim elimden tutup beni kendine çekti elime sallanıp duran sikini verdi hadi bakalım sen benimsin ben de seninim bütün marifetlerini göster bakalım dedi avukat hanım halinden memnun adamın biri yere yatmış avukatın götüne sokmuş diğeri kocaman sikini amıma sürtüp girip çıkıyordu diğeri de avukat hanım ım ağzını sikiyordu o sırada benim elimden tutan sikini ağzıma dayadı ben soktaydım ne yaptığımı neden yaptığımı bilmeden adamın sikini yalamaya başladım adam sik o şekilde yalanmaz al ağzına sakso çek ağzını siktiğim orospu hadi başla dedi ipler kopmuştu zevk almaya bakacaktım dediğini yaptım sakso çekmeye başladım ben çekerken o benim üzerimdeki elbiseleri iç çamaşırlarını tek tek yırtarak çıkarttı adam bana resmen tecavüz edecekti birden titreyerek ağzıma boşalmış sikini ağzımdan çıkartmadan başımı tutmuştu mecburen hayatımda ilk defa döl yutmuştum tadı biraz tuhaf geldi boşalması bitince sikini kaldırana kadar sakso çekmeye devam ettim beni birden kaldırıp domalttı birden amıma soktu hızlı hızlı girip çıkmaya başladı bir taraftan da kalçalarıma tokat atıyordu canım yanıyor ama zevkte alıyordum belki 20 dakika bu şekilde sikti arkadaşlar gelin yardımcı olun dedi diğer erkekler etrafımda toplandı biri yere yattı getir patron ben götünü senin için hazır edeyim dedi beni yere çekti yerde yatan adam sikini götüme sokmaya başladı daha önce çok sikilmiş patron amı daha dar dedi beni ilk domaltıp ( gerisi 2 de )
100 notes
·
View notes
Text
LÜTFEN OKUYALIM...
BİKTİDAR HIRSI KATLİAMI:
III. Murat 1595’de öldü. Ayasofya Camisi avlusundaki türbede 54 kişi yatmaktadır.
Bunlardan 20’si oğlu, 23’ü kızıdır. Türbede yatan oğulların yaşı küçüktür, hatta altı aylık olanları bile vardır ama hepsinin ölüm tarihi 1595’tir.
Peki 1595’de ne oldu?..
Saraya kıran mı girdi?..
Hayır. Salgın da olmadı, kıran da…
III. Murat öldükten sonra oğlu III. Mehmet tahta çıktı ve ilk işi de kardeşlerinin hepsini boğdurtmak oldu.
Babasının tabutu saraydan çıkarken ardından 39 tabut daha geliyordu. III. Mehmet, 19 erkek kardeşini öldürtmüştü!
Bununla yetinmemiş III. Murat öldüğünde, hemen o gece ondan hamile olan 10 cariye boğdurulup Sarayburnu’ndan denize atılmıştı.
Ve ergenlik çağındaki iki kardeşinden gebe kalmış yedi cariyeyi denize attırmıştı.
Genç şehzadelerden biri: “Beni kestanelerimi yedikten sonra boğun" diye yalvarıyordu!
Evliya Çelebi; “Bir şehzadenin daha emzirilirken annesinin kucağından sökülüp alındığını boğulduğunda emdiği sütün burnundan geldiğini” yazar. Saraydan tabutlar çıktığında Evliya Çelebi'nin naklettiğine göre "İstanbul halkının feryatlarını gökteki melekler duymuştu".
III. Mehmet sadece bununla yetinmemiş 16 yaşındaki oğlunu da öldürtmüştür!
III. Mehmet öldüğünde, 13 yaşındaki I. Ahmet tahta oturdu. III. Mehmet'in cenazesi Ayasofya'ya götürüldü.! Cenaze namazı kılınacaktı. Ama genç padişah gelmemişti!
"Taht sahibi olmak için 39 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam babam da olsa katildir. Ben katil bir adamın cenazesini kılmam! Varın siz kılın!" diyerek daveti reddetti.
Kardeş katili usulünü de I. Ahmet kaldırdı. Yani, Fatih, Yavuz, Kanuni değil, 13 yaşındaki Birinci Ahmet... Anlayan, anlamayana anlatsın...
Allah, TÜRK DEVLETLERİNİ İKTİDAR HIRSI İLE GÖZÜNÜ KAN BÜRÜMÜŞ FİRAVUNLARIN ZULMÜNDEN KORUSUN!.
Fotoğraflar 3. Murat'ın Türbesi , katledilenler ve katledendir.
11 notes
·
View notes
Text
III. Murat 1595’de öldü. Ayasofya Camisi avlusundaki türbede 54 kişi yatmaktadır. Bunlardan 20’si oğlu, 23’ü kızıdır. Türbede yatan oğulların yaşı küçüktür, hatta altı aylık olanları bile vardır ama hepsinin ölüm tarihi 1595’tir.
Peki 1595’de ne oldu?
Saraya kıran mı girdi?
Hayır, salgın da olmadı, kıran da.
III. Murat öldükten sonra oğlu III. Mehmet tahta çıktı ve ilk işi de kardeşlerinin hepsini boğdurmak oldu.
Babasının tabutu saraydan çıkarken gerisinden 39 tabut daha geliyordu.
III.Mehmet,19erkek kardeşini ve20 kız kardeşini öldürtmüştü!
Bununla yetinmemiş babasının gebe eşlerini öldürtmüş ve ergenlik çağındaki iki kardeşinden gebe kalmış yedi cariyeyi denize attırmıştı.
Genç şehzadelerden biri:
“Beni kestanelerimi yedikten sonra boğun” diye yalvarıyordu!
Evliya Çelebi, “Bir şehzadenin daha emzirilirken annesinin kucağından sökülüp alındığını boğulduğunda emdiği sütün burnundan geldiğini” yazar.
Saraydan tabutlar çıktığında Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre “İstanbul halkının feryatlarını gökteki melekler duymuştu”.
III. Mehmet sadece bununla yetinmemiş 16 yaşındaki oğlunu da öldürtmüştür!
III. Mehmet öldüğünde, I. Ahmet tahta oturdu. III. Mehmet’in cenazesi Ayasofya’ya götürüldü. Cenaze namazı kılınacaktı. Ama genç padişah gelmemişti! “Taht sahibi olmak için 39 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam babam da olsa katildir.
Ben katil bir adamın cenazesini kılmam! Varın siz kılın!” diyerek daveti reddetti.
Tarih bilmeyenler iyi okusun, ozellikle Osmanli torunuyuz diye gecinen cakma torunlar...
Okuduğunuz için teşekkür ederim
39 notes
·
View notes
Text
Yuxu rejimim o qədər qəribə bir hal alıb ki, axşam saat 3-dən tez yatan adam görəndə qəribə gəlir mənə.
98 notes
·
View notes
Text
Pazar gününe mesai yazılınca görmezden geldiğim köleliği iliklerime kadar hissediyorum. Cumartesi gecesi erkenden girdiğim yatakta, dinlenmeden başlayacağım yeni haftayı düşünmek bile beni eziyor.
Gün ağarırken koyulduğumuz yolda tek başımıza sislerin içinden işe giderken o anın rengi çok etkiledi. Mavi bende huy değildir ama o tonu, sislerin içinde dağılan kırmızı ve turuncu ışıklar beni büyüledi. Elim bir an cebime gitti, sonra dedim “boşver, fotoğraf çekme, yaşamaya çalış”. Film gibi geldi. Bugün köle değil, köle rolü oynayan ünlü bir aktör olacağım dedim. Yaşadığımı bir film gibi düşünmek istedim, yoksa pazar günü evinde yatan patrona servet kazandırmak tüm gün bana enayi hissettircekti. “Bunu Nuri Bilge çekse ayıla bayıla izlersin, bizzat yaşıyorsun, tadını çıkar”.
Sigara içmek için aralanan camdan gelen ıslık sesi bir anda bana keyif vermeye başladı. Ne yaşadığım değil nasıl algıladığım önemli. Kasisten geçerken tavana seken işçileri görünce, “ne kadar da doğal, hayatın içinden” dedim. Zaten içindeyiz de işte. Simitçide ayağı takılan adam, “ne kadar da gerçekçi”. Kapıda karşılayan güvenlik “bozkır ayazında derinleşen kırışıklıklarıyla, anadolu insanınını tüm çıplaklığıyla sergiliyor; oynamıyor, yaşıyor”…
Bu boktan günü işte böyle biraz zevkli hale getirdim. Sıradanlığı, farklı açılarla, biraz da kurguyla ve en çok da kendimle dalga geçerek atlattım. Yarın da hayrolsun. Şükür halimize.
9 notes
·
View notes
Text
“ Artıq heç bir şey istəməmək. Gözləyəcək bir şey qalmayana qədər gözləmək. Avara kimi gəzib, sadəcə yatmaq. İzdihamların, küçələrin səni bir tərəfdən o tərəfə aparmasına tamaşa etmək. Bütün dərdlərdən, səbirsizliklərdən xilas olmaq. Heç bir şey arzulamayan, heç nədən incinməyən, heç nəyə isyan etməyən birinə çevrilmək... ”
© Georges Perec - Yatan Adam 📚
17 notes
·
View notes
Text
hayir hayir koltukta yatan gobekli beyaz atletli pembe tespih sallayan adam gercek degil
7 notes
·
View notes
Text
Göğsünün üzerine kapanan elini tutup önce üzerini ardından da avucunun içini öpeceği sırada kendi avuçlarının içindeki beyaz bileğin üzerindeki iki tane kırmızı ize gözü takıldı.
İlk başta donup kalmış öylece izlere bakarken beyni ona oyun oynuyormuş gibi aklına olabilecek en kötü ihtimali getirmemiş kendince inkara girişmişti fakat çok sürmedi bu inkar. Yaşandığı korku zaten içinde hiç atamadığı korkuları tetikleyip daha da şiddetlenirken yüzü bembeyaz olmuş halde yerinden doğrulurken hala yanlış gördüğünü düşünerek pür dikkatle oğlanın bileğine bakıyordu.
Solukları sıklaşan göğsü hızla inip kalkarken, gözleri kapalı halde göğsünde yatan oğlan bir sorun olduğunu fark edip hemen başını kaldırdı. Aslan'ın kireç gibi olmuş yüzündeki korkuyu gördüğünde adamın gözlerinin kendi bileğine kitlenmiş gibi baktığını görüp hemen elini ondan kurtararak arkasına sakladı.
"A-aslan?"
Aslan konuşamıyordu. Düşünemiyordu.
Beyni çoktan inandırmıştı onu en kötü ihtimale.
"Aslan bana bak!"
Sevgilisinin yüzünü avuçlarının içine alan oğlan adamın bu halinden korkarken ne yapacağını bilemedi.
"Aslan!!!"
Aslan, Aden'i üzerinden ittirip yataktan kalktığında olduğu yerde geri geri gidip sırtını abajurun olduğu komedine çarptı. Her şeyi devirse de gözü hiçbir şey görmüyordu.
Aden ona yaklaştıkça o ondan uzaklaşıyordu.
"Aslan... Aslan sakin ol."
"O... Sen... Sen kendini mi..."
Devamını getiremiyordu. Kendini mi kestin diye sormaya dili varmıyordu lakin o kırmızı çizgilerin ne olduğunu çok da iyi biliyordu.
"Aslan beni dinle, düşündüğün gibi değil.."
"Benim yüzümden..."
Aden ona yaklaşıp ellerinden tutmak istese de ellerini ondan kaçırıp uzaklaştı Aslan.
Bugüne kadar savunduğu her şey işte karşısına böyle çıkmıştı. O Aden'e zarardan başka bir şey vermiyordu ve ondan onun iyiliği için uzak durmalıydı.
"Hayır sevgilim senin yüzünden değil, beni bir dinle..."
"Benim yüzümden. Her şey benim yüzümden oldu. Biz... olmamalıyız... Hayır!"
Ağlarken "Biz olamayız!" diye sayıklayan adamla beraber Aden de ağlamaya başladı.
"Hayır... Öyle deme sevgilim.. deme öyle lütfen..."
Tekrar Aslan'a yaklaşıp ona sarılmak istediğinde adam onu itip, bağırdı.
"UZAK DUR BENDEN!"
Ne öncesinde ne de banyoda verdiği "Seni bırakmayacağım!" sözleri yoktu artık. Aslan için tek doğru Aden' den uzak olmaktı. Solukları kesilmeye başlamış, kafasındaki sesler tüm olumsuzluğuyla yankılanırken ne Aden'i duyabiliyordu ne de başka bir şey düşünebiliyordu.
Tek düşüncesi artık bir saniye bile nefes almak istemediğiydi. Oğlu gibi bileklerini değil şah damarını kesip sonsuzlukta yitip gitmekti onun için doğru olan.
2 notes
·
View notes
Text
Bu ara cenaze sohbetleri arttı
Ölümler mi arttı yoksa biz insanlar akıllanıp ölümden ibret almaya mı başladık
Yaşantısı Kur'an'ı Kerim olmayan bir kula öldükten sonra okunan Kur'an ne kadar fayda verir meçhul, tâbi ümit kesmemek lazım lakin biz hâlâ yaşıyor iken kıymet bilelim. Yaşantılarımıza dikkat edelim.
Bir gün cenazeyi defn ediyorlar hoca yanındakilere soruyor "bu yatan tekrar dünyaya gelseydi ne yapmak isterdi" diye. Yanında olanlar namaz kılardı, oruç tutardı, Kur'an okurdu diye akıllarına gelen ibadetleri sayıyor. İşte o zaman hoca "Madem öyle bu adam dünyaya gelemez ama biz dünyadayız ondan şans gitti ama biz hâlâ yaşıyoruz o zaman ibadete gayret gösterelim" diyor.
*Zatın ismini unuttum o yüzden hoca olarak anlattım meseleyi. Şahıs önemli değil maksat olayı anlayabilmek.
13 notes
·
View notes
Text
"İnsan ət parçası olaraq gəldiyi dünyadan, məzarlıq gübrəsi olaraqmı gedəcək? Bütün sevinclər və kədərlər həqiqətən bir şişirtmə idi? 0, morqda yatan adam məsələn. Doğulmağı o seçməmişdi. Ölməyi də o istəmədi..."
22 notes
·
View notes
Text
Erkekler için şehvet, şiddette yatar.
Bir kadının zarafet ve merhamet kokan dokunuşlarına karşın, erkekler için şehvet, bir savaş alanındaki çığlıklara ve kurbanlara benzer. Savaş ne kadar soğuksa içi öyle titrer ve ne denli kanlıysa öylesine zayıf düşer. Zaferlerin ardından kurulan ziyafetler gibidir, biri biterken diğerini düşünür, doyumsuzca yemek ve dağıtmak için acıkır.
Hikayeme başlarken belirtmem gerek ki, bahsedeceğim kişi belki de bunlara en uzak ve aynı zamanda en yakın olan kişidir. Ben ona 'İsimsiz' diyeceğim çünkü kendisi ne kadar adını önemsiz bir kağıt parçasına yazarak inime soksa da, ben bu ismin hakikatine güvenmiyorum.
İsimsiz, şu ana dek tanıştığım en alışılmadık adamlardan biridir, bunu onunla ilk göz göze geldiğim gün çoktan anlayabilmiştim. Zayıf bir benlik sunan eğrelti duruşu bir tarafa, dili duruşunun aksi konuşur, aklı onun da aksini düşünür, kendi içinde bir bütünlük sağlayamaz.
Süpürge kirpiklerinin arasında kıskançlığın rengini barındırır irisleri. Kalın kaşları çatılır, kendi ensesinden yükselir, hiç sahip olamadığı şeylere duyduğu açlık ruhunu karartırken, ilk bakışta sanırsınız ki İsimsiz, tüm hayatı boyunca sahip olduğu şeylerin başkası tarafından alınışını izlemiş... Ancak, hayır. İsimsiz, benim çürük, ahşap kapımın önündeki kusurlu bir azizdir.
Daha önce hiçbir şeye sahip dahi olamamıştır. Bir dikili ağacı dahi yoktur. Sevginin hiçbir türlüsü damarlarından içeri sızıp teninin altında akmamıştır. Çocuksudur, her yeni fikre, öğrenime ve hisse karşın. Her gün, yeni bir duyguyu tadar, sonra bu tadı sever ve kendine yakışan çocuksu aç gözlülükle, dahasını, çok dahasını ister.
İsimsiz, sürekli başı önde gezer.
Elleri bedeninin arkasında, sanki koruması gereken göğüs kafesi değilmiş de, sırtıymış gibi, hayali bir yükü taşır gibi yürür her daim. Korkunç siyah saçlarının sık kıvrımlarından akıp da sızarmış gibi, kırık uçlarından boy verir gibi sakıncalı düşüncelerini beyinciğine kilitler çoğu zaman. Bakmasını bilen adam ve görmesini bilen adam, İsimsiz'e karşı fikir ayrılığına girer. Bakmasını bilen adam, zümrüt gözlerde şer'i seçer, görmesini bilen adam ise beyinciğindeki sakıncalı düşüncelerin parıltılarını görür.
İsimsiz, kulak kıkırdaklarında birkaç kafatası taşır, ölüler adını seslenir, araftadır.
Savsak bir adamdır az biraz. Pek bir ukaladır da. Dinlemeye zahmet etmez bu sesleri. Böylece ruhların ısrarcıları çalar sadece kapısını. Olmadı bacadan girerler hırsız misali.
İsimsiz, ardında birleştirdiği ellerinde bir demet misk çiçeği taşır.
Tüfeğinin deliğini sarar, doldurur, kendi aklına sıktığı her bir kurşunda, misk çiçeklerinden biri acımasızca solar, kanar avuçları. Aklındaki mermiler bir yığın olur, delirir, İsimsiz. Ötelik halini tutamlarından çıkartır öfkeyle.
İsimsiz, günden güne kopar Tanrıdan çünkü merakı, inandığı Tanrısının sunduğu yanlışları, kendi doğrusu haline getirmesini sağlamıştır. Merak duygusunun önünde hiçbir tabu, hiçbir duvar, hiçbir inanç ve prensip duramaz.
İsimsiz, hatalar yapar, hata yapmaktan vazgeçmez. Yanlış kararlarının bedelini ödemekten bıkmaz, hırsları hakikatin önüne geçer ve lanetli gözleri bazı bazı körleşir. Kelimelerin altındaki yığınlardan oluşan anlamları göremez, bakışlardaki anlamı çözemez, vücut dilinin anlamını bilmez.
İsimsiz, meleklerin dahi gitmekten korktuğu şehirden, yorgun dönmüş bir gezgindir. Cennetin kapıları, bizim aksimize daha başından üstüne kapatılmıştır. Ne çaredir, ne yazıktır ki, dudağının kenarında duran Eden'e ulaşması için hiçbir yol yoktur. O kadar yakındır cennet ona ve o kadar uzaktır.
İsimsiz, kağıt gemilerden bir yığının ortasında boylu boyunca uzanır.
Zayıf bedeni bir haç işareti haline gelir bu uzanma halinde. Gemiler süzülür ufak çaplı bir fırtınada. Saçları geriye savrulur, gözleri kapanır, yüzü sever esintiyi. Dudakları kızarır.
İsimsiz, hislerini pek gizleyemez aslında. İfadesiz yüzü cansız dursa da, gözleri ağlar, kuru dudakları kıvrılır, İsimsiz, gözlerinde yatan kıskançlığı engellemez, kıskanır, hasetlenir, ayaklarını yere vura vura yürür. Eşyalarını hırsla oraya buraya fırlatır, kalbinin kırıklarını, bir şeyleri kırarak bastırmaya çalışır, sessiz çığlıklar atar, kendini çığlıklarında boğar, kapıyı çarpıp çıkar!
İsimsiz, pis bir kasabanın üstünde çakan şimşek, yürek hoplatan bir gök gürültüsüdür.
İsimsiz, adamın yüzüne bir garip bakar; gözlerinin akı hayali yaşlarla parlar, kirpikleri titrer, vücudu titrer, nedeni nedir? Korkuyor gibi görünmez, korkuyu çiğneyip tükürür. İsimsiz, şehvetinin şiddetini bastırır, vücudu öder bedelini. Vücuduna kötü davranır o. Cildini kazır, saçlarını çeker, etini kopartır gibi sıkar, esmer tenini tahşir eder, titrer, soluksuz kalır, hatalarının cezalarını kendine ödetir... Bana fırsat sunmaz, gerek duymaz.
İsimsiz, kendi ruhunu gırtlaklar. Kapattığı her bir kapıyı, attığı her bir adımı, yürüdüğü koridorları, koşarak kaçtığı korkuları, fısıltılarını, acı gözyaşlarını, cansız kıkırtılarını, çatlak kahkahalarını, boğuk çığlıklarını, ölüşlerini, dirilişlerini, sızlanmalarını, inleyişlerini, yüzüne vuran ışıkları, kanayışlarını ve öpüşlerini bilirim.
İsimsiz'in şehveti şiddette yatar.
İsimsiz'in şehveti merhamette yatar.
İsimsiz, hata yapmaktan çekinmez, kendini soktuğu berbat durumlardan ders alır ancak kendini alıkoyamaz devamını getirmekten. Nadiren gördüğüm geniş gülüşündeki can kırıklarını toplarım, bacağına sürttüğü kemikli ellerinden çizikleri toplarım.
İsimsiz, daha önce hiç tatmadığı zevklerin açlığını çeker. Diğerleri, gerçek açlık nedir, bilmezler ancak İsimsiz bilir. Yapmaya cesaret edemediği, belki de kendine uygun bulmadığı için cürret edemediği her şeyin açlığını, canavarın yuvasında hissetmeye başlar. Daha önce hiç görmediği şeyleri görmeye başlar gözleri... Kendi içindeki karanlık arzularla karşılaştırır, eşleştirir, birden ısınır bu yuvaya. Keza, yuvadakiler de ondan farklı sayılmazlar.
İsimsiz, sever, nefret eder, soğur, kızar.
İsimsiz, tekdüzeleşmeye başlayan uzun yaşamımda, doğru zamanda, doğru yerde bulunarak ortaya çıkmış alışılmadık bir adamdır. Ona uzaktan bakmak ve eylemlerini incelemek, oldukça tatmin edici sonuçlar doğurur. Her gün bir şeye takar o dolu kafayı, özellikle tarafımdan duyduğu şeyler olur bunlar.
Ben ise bu el değmemiş isimsiz ile muhabbet kurmayı severim; onun aklının içindeki yolculukta attığım her adımda, ben bir ilkim.
Ona bir bilgi veririm, bu bilgiyi ona veren ilk kişiyim.
Ona bir haber iletirim, bu haberi ileten ilk kişiyim.
Birinden bahsederim, o birini söyleyen ilk kişiyim.
Ona bakarım, ona bu şekilde bakan ilk adamım.
Ona bir hediye veririm, o hediyeyi veren ilk kişiyim.
Ona bir kitap veririm, o kitabı veren ilk adamım.
Eğer İsimsiz beni severse, onun ilk sevgisiyim.
Eğer İsimsiz benden nefret ederse, onun ilk nefretiyim.
İsimsiz, çürük, ahşap kapımın önünde kusurlu bir aziz, odamın ses geçirmez duvarları içinde kusursuz bir delidir.
Bastırılmış, ezilmiş, kullanılmış, kaybedilmiş, saklanılmış, gizlenilmiş... En tahmin edilemez olanlarından. Her sabahı bir ağıt, her gecesi bir karmaşa.
Sadık... Sadık... Başkalarının sadakatini ve ezberini bozar gibi.
Ben İsimsiz'i asla ağlarken ve yalvarırken bırakmam, deri bir çantaya aynı misk çiçeklerini bırakırım, onları bulmalı. Ben her daim doğru davranmak isterim.
Harcanmış bir evlilik misali dosdoğru ve hızlıca, bir kodamanın servetini büyütmesi gibi ağır ağır ve sarsılmaz türünden.
Ben, beni elde etmesinden çok daha fazlasına sahibim, Bir kere... kontrolden çıkmam ben.
Soğuk bir yatak ve dingin bir aklım vardır.
Erkeklerin şehveti, şiddette yatar.
İsimsiz'in şehveti şiddetin ta kendisidir.
Ruhunu satmadan bir tapınak rahibesi, erkek eli değmemiş kendi kendisinin kutsal fahişesi, İsimsiz, nasıl da çevirmiştir başını bana, zümrüt gözleri günahla bakar, her bir köşe bucağıma.
1 note
·
View note
Text
ŞEYHİN biri türbe etrafında kurulmuş dergahta kendisine çok yardım eden iyi bir adama el vermiş;
-“Var git sen de kendi dergahını kur, ama şu topal eşekten başka sana verecek bir şeyim yok” demiş...
Adam önde topal eşek arkada az gitmişler uz gitmişler dere tepe derken eşek zaten yaşlı, ÖLÜVERMİŞ …
Adam eşeği gömmüş, başına oturup kara kara düşünürken bir kervanbaşı durup sormuş
“Kimin bu mezar, sen ne yapıyorsun?”
-Adam
“Çok değerli bir ŞEYHTİ, öldü, gömdüm, bırakıp gidemiyorum” deyince kervandakiler hemen bir TÜRBE inşa etmişler, bizim adam da oranın ŞEYHİ OLMUŞ.
Zaman geçmiş, yeni şeyh ve türbe çok çok ünlü olmuş, eski şeyhi de duymuş ziyarete gelmiş.
Yatma saati gelip kalabalık dağılıp yalnız kalınca eski şeyh yeni şeyhe SORMUŞ:
-“TÜRBEDE YATAN KİM. ?”
-Yeni şeyh “Aman şeyhim sus kimse duymasın, senin verdiğin TOPAL EŞEK O” deyince eski şeyh kahkahayı basmış:
“BENİM TÜRBEDE Kİ DE onun anası…!
___/// Not:
Her konuşanı Alim,
Her susanı Cahil sanma..!
Dış görünüşe aldanma.”
Her şeyin bir dış görünüşü, bir de içyüzü vardır. Onun için yalnız dış görünüşe bakarak yargıya varmak insanı aldatabilir.
9 notes
·
View notes
Text
III. Murat 1595’de öldü. Ayasofya Camisi avlusundaki türbede 54 kişi yatmaktadır. Bunlardan 20’si oğlu, 23’ü kızıdır. Türbede yatan oğulların yaşı küçüktür, hatta altı aylık olanları bile vardır ama hepsinin ölüm tarihi 1595’tir.
Peki 1595’de ne oldu?
Saraya kıran mı girdi?
Hayır, salgın da olmadı, kıran da.
III. Murat öldükten sonra oğlu III. Mehmet tahta çıktı ve ilk işi de kardeşlerinin hepsini boğdurmak oldu.
Babasının tabutu saraydan çıkarken gerisinden 39 tabut daha geliyordu.
III.Mehmet,19erkek kardeşini ve20 kız kardeşini öldürtmüştü!
Bununla yetinmemiş babasının gebe eşlerini öldürtmüş ve ergenlik çağındaki iki kardeşinden gebe kalmış yedi cariyeyi denize attırmıştı.
Genç şehzadelerden biri:
“Beni kestanelerimi yedikten sonra boğun” diye yalvarıyordu!
Evliya Çelebi, “Bir şehzadenin daha emzirilirken annesinin kucağından sökülüp alındığını boğulduğunda emdiği sütün burnundan geldiğini” yazar.
Saraydan tabutlar çıktığında Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre “İstanbul halkının feryatlarını gökteki melekler duymuştu”.
III. Mehmet sadece bununla yetinmemiş 16 yaşındaki oğlunu da öldürtmüştür!
III. Mehmet öldüğünde, I. Ahmet tahta oturdu. III. Mehmet’in cenazesi Ayasofya’ya götürüldü. Cenaze namazı kılınacaktı. Ama genç padişah gelmemişti! “Taht sahibi olmak için 39 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam babam da olsa katildir.
Ben katil bir adamın cenazesini kılmam! Varın siz kılın!” diyerek daveti reddetti.
Tarih bilmeyenler iyi okusun, ozellikle Osmanli torunuyuz diye gecinen cakma torunlar...
34 notes
·
View notes
Text
“Hocam, Filistin’de yaşananlara çok üzülüyorum. Gördüklerim, duyduklarım karşısında kanım donuyor, canım yanıyor. Siz üzülmüyor musunuz? Yaşananlar sizi ağlatmıyor mu? Neden Filistin’de yaşananlara dair hiçbir şey yazmıyorsunuz?” mesajıyla serzenişte bulunmuş biri. Ah be güzel kardeşim, ne diyeyim şimdi ben sana?
Üzülüyorum elbet. Hem de kalbim bir bomba misali infilak etmiş gibi acı çekiyorum. Lakin Filistin’de yaşananlara değil üzüntüm. Söyler misin bana, bombalanan evinden yaralı çıkarılan, hastanede baygın vaziyette yatan küçücük çocuğun “La ilahe illallah” diye sayıklamasına, bilinçaltındaki taş gibi imanına üzülünür mü? Ben, mikrofon uzatılıp “La ilahe illallah Muhammedün Rasulullah ne demektir?” diye sorulduğunda kahkaha eşliğinde “bilmiyorum” cevabını veren, nüfus cüzdanına dini İslam olarak kaydedilen bizim gençlerimize üzülüyorum.
Yüzü gözü yaralı, her yanı kana bulanmış, buna rağmen tebessüm ederek “Bu yaşananlar Allah’ın bir imtihanı. Allah bizi sevdiği için günahlarımızı affetmek istiyor. Biz temizlenip cennete gideceğiz.” diyen küçücük çocuğa üzüleceğim zaman, aklıma telefonunun modelini yükseltmediği için anne-babasına hayatı zindan eden, istediği bir şey alınmadığında sinir krizleri geçiren bizim ergenlerimiz geliyor. Onlara daha çok üzülüyorum.
Mahallesinin tamamı yıkılmış, evinin enkazının arasında dolaşırken “Evimizi yıkabilirler. Elimizden her şeyimizi alabilirler. Ama biz Allah’a inanan insanlarız. Yaşadığımız sürece buraları yine inşa edeceğiz. Ne yaparlarsa yapsınlar bu toprakları terk etmeyeceğiz. Çünkü bu topraklar bizim, hep de öyle kalacak!” diyen 10 yaşındaki oğlana istesem de üzülemiyorum be kardeşim. Çünkü çarşı- pazar azıcık hareketlense, birkaç gıda maddesine azıcık zam yapılsa “Bu ülkede yaşanmaz. Tası tarağı toplayıp yurt dışına gitmek lazım” diyen, elini taşın altına koyup bu ülke için kafa yormak yerine, battığında gemiyi ilk terk edecek olan lağım farelerinin üzüntüsü bunu bastırıyor.
Annelerinin-babalarının cansız bedenlerini gözleriyle görmelerine rağmen, öldüklerinde kim oldukları anlaşılsın diye kollarına, bacaklarına isimlerini yazdıran, çocukluğunu yaşamadan büyümek zorunda kalan, akşam olmadan anne-babalarına kavuşan çocukları gördüğümde hissettiğim şey kesinlikle üzüntü değil. Zira ben, ülkesinde Arapça bir levha gördüğünde kırmızı görmüş boğa gibi burnundan soluyan, ama plastik bardağın üzerine ismini yazdırmak için İngilizce levhalı binaların önünde kuyruğa giren, bununla daha çok medenileştiğini zannederek cehl-i mürekkebin dibine vuran görgüsüzlere üzülüyorum.
Sedyede yatan kardeşinin ölmeden önce şehadet getirmesi için çaba sarf eden koca yürekli çocuk, iman etmenin ne demek olduğunu zerrelerine kadar idrak etmiş, neyine üzüleyim?
Çevresindeki ağlayan erkekleri “Niye ağlıyorsunuz? Ölürseniz şehit olacaksınız. İnsan şehit olacağı için, cennete gireceği için ağlar mı?” diye azarlayan adam, şehadetin lezzetini iliklerine kadar hissetmiş, niye ağlayayım?
Evinin enkazının üzerine oturmuş “Her şeyden önce ve bütün olanlara rağmen Elhamdülillah diyoruz. Bu evden tam 7 şehit Allah’ın rahmetine kavuştu. Yahudi düşmanımız bizden çok kişiyi öldürünce, korkup kararlılığımızın zayıflayacağını mı zannediyor? Asla teslim olmayız. Çünkü bu toprağın asıl sahibi biziz. Boşuna uğraşıyorlar, onlar saldırdıkça azmimiz daha da artıyor. Benim gibileri ürkütmek için bilerek çocukları hedef alıyorlar. Ama bilmedikleri bir şey var. Toprağını savunacak yeni nesiller doğacak ve daha güçlü olacağız inşallah. Rehavete kapılmayacağız ve çok yakında zafer bizim olacak Allah’ın izniyle” diye kükreyen küçük çocuğun cesareti yeri göğü kuşatmışken niye gamlanayım?
Ben, günlerdir sayısız çocuk göz göre göre katledilirken, bütün dünyanın gözü önünde insan hakları ihlal edilirken “Bunlar zaten yıllar önce bize ihanet etmişlerdi. Arap değiller mi, hak ediyorlar. Oh olsun!” diyen, Suriyelilere vatanlarından kaçtıkları için, Filistinlilere de vatanlarını savundukları için diş bileyen, insan olmayı becerememiş hilkat garibelerine üzülüyorum. Çocuk yahu, çocuk! Çocuğun ırkı olur mu, dili olur mu, dini olur mu? Büyük dedelerinin günahı o çocuğun zayıf omuzlarına konur mu? Bu nasıl bir kin, nasıl bir adavet, nasıl bir nefret? Bir müminde bu kadar kin olur mu? Kalbin taş mı kesildi be mübarek! Vicdanın kurudu mu? Senin çocuğun yok mu? Bu yaşananların senin başına gelmeyeceğine dair elinde senedin mi var?
Üzülüyorum kardeşim. “Müminler kardeştir. Bir vücudun azaları gibidirler. O vücutta bir organ rahatsızlandığı zaman diğer organlar da ona yardım ederler” ölçüsünü kavrayamamış bir mümin olarak üzülüyorum.
Kardeşlerim aç, susuz, elektriksiz hayatta kalmaya çalışırken, narkozsuz ameliyat edilirken, her gün o mükellef sofraya oturup işkembemi doldurduğum için üzülüyorum.
“Annemi istiyorum. Babam nerede?” sorusu soran ümmetin çocuklarına annelerini, babalarını veremediğim için kahroluyorum.
Konuşmayı yeni öğrenmiş bir çocuğun ellerini Yaradan’a açıp sadece “Yarab! Yarab!” diye dua ettiği bir dünyada, telefon başında sabahlayan fakat sabah namazını kılmadan yatan binamaz oğullarımız için üzülüyorum.
İsrail askerine meydan okuyan, korkusuzca hakikati yüzüne haykıran genç kızların yaşadığı bir dünyada, kombin yapacak kıyafet bulamadığı için surat asan, sevgilisinden ayrıldığı için gözyaşı döken kızlarımız için üzülüyorum.
6 çocuğu şehit olmuş bir kadının “Aksa için feda olsun!” dediği bir dünyada, indirime girmiş Yahudi mallarını almak için sıraya giren, onurunu, şerefini üç kuruşa satan nadanlar için üzülüyorum.
Aşağıdaki videoyu acaba ben de üzüntüden bayılır mıyım diye umut ederek defalarca izledim. Ağladım, ağladım, ağladım. Ama bayılmadım. Ötede, Allah’ın huzuruna çıktığımda, Filistin’in erkekleri, kadınları, çocukları yakama yapışıp “Hakkımızı helal etmiyoruz” dediklerinde halim nice olur diye düşünüp bayılmadığım için, bu idrakten fersah fersah uzak olduğum için ölesiye üzgünüm. Kendimden utanıyorum. İnsanlığımdan utanıyorum. Müslümanlığımdan utanıyorum. Söyleyeceklerim bu kadar!
Ayşeli Polat
12 notes
·
View notes
Text
⛔KIRKLARELİ MÜFTÜSÜ
ADNAN ZEKİ BIYIK’IN KANDİL MESAJI:
⛔Sorular geliyor zaman zaman, “Hocam bu kandil gecesinde kaç rekat namaz kılalım, kaç bin tevhid , zikir çekelim”. "Ben de samimi Müslüman kardeşlerime diyorum ki":
⛔Size daha kazançlı ama nefse ağır gelen sevap kazanma yolları göstereyim mi?
-Evet Hocam göster.
Öyleyse şu söylediklerimi yapın!
⛔1-Variyetiniz varsa alın birkaç yetimi tepeden tırnağa kadar giydirin, yedirin içirin, uzun vadede ise o yetimlerin temel ihtiyaç ve eğitim masraflarını karşılayın. Okuyup büyük adam olsunlar, dine, vatana millete topluma faydalı gençler olsunlar. Zaten sevgiden şefkatten ve baba himayesinden mahrum kalmışlar. Bunların sizin yüzünüze sevgi ile bir bakışı Allah'ın size rahmet nazarı ile bakması demektir. Malumunuz Aziz Peygamberimiz, duası reddolunmayan güruhun içinde yetimi en başta saymıştır. “Mazlumun bedduasından, ahından ve yetimin gözyaşlarından sakının. Çünkü insanlar rahat uykuda iken onlar dert, sıkıntı, üzüntü içindedirler" (Buhari)
⛔2-Beşinci, onuncu veya bilmem kaçıncı umrenizi yapmayı bırakın, burada harcayacağınız paranızı, evine kurbandan kurbana et giren komşularınıza bağışlayabilirsiniz. Bu gerçekten beratınıza vesile olabilecektir.
⛔3-Zenginseniz eğer, gece bin rekat namaz kılmaktan daha içerikli bir sevap önerebilirim size,,, okuluna giden yavrusuna harçlık verebilmek için kendisi 5 km yolu yaya giden gariban babalara yardım yapabilirsiniz…çok uzakta değil,,,çevremizde bu insanlardan çok var…
⛔4-Bu gece, hastane köşelerinde yatan nice kimsesiz hastaları ziyaret edip sevindirebilirsiniz, bunlar beratın ruhuna çok uygun davranışlardır…
⛔5-Zenginseniz eğer çevrenizdeki tüm gariplere, mağdurlara, mazlumlara ve yoksullara bu akşam güzel bir lokantada güzel bir yemek yedirebilirsiniz…
⛔6-Zengin fakir fark etmez, bugün hastanelerde can bekleyen, kan bekleyen onbinlerce hastadan birine şifa olabilecek bir veya bir kaç ünite kan bağışlayabilirsiniz… Bu da 1000 rekât nafile namaza eş değerdir…
⛔7-Bu Berat Gecesini vesile ederek sizi büyütünceye kadar sayısız eziyetler çeken, huzurevine attığınız anne veya babanızı oradan çıkarıp duasını alabilir ya da ziyaret edebilirsiniz. Bu bir milyon rekât namazdan, onbin tane oruçtan daha hatırlı olur Allah'ın katında… Hem bunu yaparsanız, facebook'da veya telefon marifetiyle sanal alemde binlerce insanın kandilini kutlamak için yazdığınız kandil mesajlarınızdan bir adım öteye gidip daha büyük ve saygın bir davranışta bulunmuş olursunuz.
⛔8-Durumunuz müsaitse eğer, fakr-û zarûretinden evlenemeyen, yuva kuramayan gariban gençlere sahip çıkıp, onların masraflarını karşılayıp, harika bir berat fermanı alabilirsiniz.
⛔9-Kocası ölmüş küçük çocuklarını okutabilmek için temizliğe giden, namusunu pay_i mâl etmeyen yiğit ama fakir dul komşularınıza yardım eli uzatabilirsiniz…Bu da Regaip Gecesinin sizden istediği güzelliklerdendir...
5 notes
·
View notes
Note
Sillagen sen de evlilikle ilgili karamsarlığa vesveseye düşüyormusun düşüyorsan nasıl gönlünü teselli ediyorsun bazen çok geç kalmış hissediyorum sonra bunun nasiple alakalı olduğunu biliyorum ama gönlüme de söz geçiremiyorum
Aslında kendi iç dünyamda bunun derin bir acısını uzun yıllar pek hissetmedim ta ki belli bir yaştan sonra çevre baskısı denilen şeye kadar. Ondan önce aman da geç kaldım yok koca düşüncesi hiç gelmiyordu ya. Son yıllarda ve en son dün mesela bana sürekli yaş geçmeden evlen diye nasihat edenler ile doluydu :D çocuk büyütmenin yasi var Nur dediler onlar da haklı da şimdi kendi cephenden bakarsan da gönlünüz olsun diye yoldan adam mı çevirelim oluyorsun. Çok evlilik isteyen arkadaşlarım oldu olmadı evlenmedi. Bu iş cok istemekle de olmuyor açıkçası nasip denilen mevzu var. Önümüze kafamıza yatan biri çıkarsa görüşeceğiz yoksa da bekleyeceğiz. Bu konuda çok istekliysen eğer çevrene haber yollata bilirsin yani şunla tanıştıralım diyerek evlenen arkadaşım da oldu. Çok da istekli değil kişiye göre evlilik olayına sıcak bakan biriysen eğer benim gibi ona göre çok dua edeceğiz ayrıntılı şekilde bir de vesveseye kapılmamak için uğraş bulmak lazım ya şeytan yoksa adamı sevilmedim düşüncesinden alıyor bize ne nasip oldu ki diyecek kadar bir karamsarlığa sokuyor. Halbuki herkes kendine göre nasipli. Sadece o konuda eksigiz diyelim ama bircok konuda nasipliyiz.Bir de olaya şey bakmak lazım yani ben öyle olmaya gayret gösteriyorum. Mutsuz evlililere göre elhamdülillah sağlıklı bir bekar hayatım var. Bu bekar hayatı kaç yılsa evlenmedim, yok sevilmedim, yok çocuk diye bu yaşları bununla düşünerek mi heba edeceğiz. Ben bir daha 26 olamayacağım ki. Istesem bu yaşa gelemem kendimize odaklanmak lazım çevreye olabildiğince kulak tıkamak lazım. Ve kendime sesli şekilde " kendi düşüncelerini ve yetersizlik ve tamamlanmama düşüncesini sana dayatiyorlar Nur, soyledikleri cümlelerin hisleri seninle alakalı degil kendileri ile alakalı" diyorum. Çünkü çoğu insan aslında sana konuşuyorum diyerek eski kendine konuşur ve nasihat verir ve biz bunu çoğu zaman kendi şansımız gibi algiliyoruz. Birde ben şuna artık çok inanıyorum doğru şeyler hep insanın kendine döndüğü anda buluyor. Yani o, bu, su demeden akan suyun yolunu bulması gibi hayata dalıp gidip anı yaşamaya başladığın an istediğin her ne ise geliyor. Peşine düşünce dibindeki şey görülmez ve ulaşılmaz gibi oluyor. Zorlamak zaten insanın evvela kendine zararı olan bir şey o yüzden anonim rabbim seni hayırlı, imanlı, beş vakit abdestli namazlı, vicdanlı, merhametli, sevgisini gösteren, sayan, saygı duyan adamla karşılaştırsın suhuletle ve afiyetle cennet bahçesi hükmünde yuva kurmayı nasip eylesin. Birbirinizi kırıp, döküp, incitmediginiz bir saadetli bir karı koca olmayı suhuletle ve afiyetle nasip eylesin. Rabbim gönlüne de inşirah versin
3 notes
·
View notes