#yani bu yaz
Explore tagged Tumblr posts
Text
amk g**** i adam cuma günü beni nerdeyse ağlatacaktı sonra dedim ki yav boşverrrr
#sinirim genel olarak bozuk zaten lol#bi de şey yani tam şu an gelecek planı yapıp aksiyona geçmenin tam zamanı ya#yani bu yaz#(fucking ending my life brb)#ve şey gibi hissediyorum ben ahhahaha dostum ne diyorsun sen hiçbir şeye hazır hissetmiyorum hahahahhaaha#abi. neyse şu an breakdown geçirmek istemiyorum lmao#çalışmam gerek. her şey çok kötü. geçen her gün çok geç kalmışım gibi hissetmeye başladım bile ve DÜN BİTTİ ZATEN AMK#aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa#aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa#aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa#it's fine tho i will probably figure things out but. growing pains and such#🗒
6 notes
·
View notes
Text
Sınava 6 ay kaldı 7 ay kaldı bu saatten sonra bişey değişir mi diyen gariban yks öğrencilerini görünce şok oluyorum şimdi yavaşça o stresini yere bırak ve mantığınla düşünüp 7 ayın ne kadar kocaman bi süre olduğunun farkına var���🏻
#zaten sınava herkes 1 senede falan çalışmıyo mu#hadi yaz tatilini de katalım totalde 15 ay falan oluyo 7 ay bu sürenin yarısı yani#ve sıfırdan 7.aya kadar olan ilerleme hızıyla sonlara doğru ilerleme hızı da asla olmuyor son aylar çok daha verimli#ne alaka bilmiyorum bir anlık fikir belirtesim geldi
3 notes
·
View notes
Text
bulgur pilavı ve bol limonlu domatesli bir salata yedikten sonra buz gibi bir ayran içip uyumak istiyorum
6 notes
·
View notes
Text
Çok Hızlı! (7) (Orhan 36 Y., Bursa)
Evime varınca güzelce bir duş aldım, sanki heryerim bal kaymak olmuş gibi yapış yapıştım. Gelirken aldığım mezeleri açtım. 2 kadeh rakı doldurdum balkondaki masaya, fotoğrafını çekip, "İkinci kadeh senin! Evde kimse yok!" deyip Merve'ye yolladım whatsapdan. Az sonra Merve balkona çıkıp gülümseyerek, "Yarım saat sonra!" diye yazdı. Saate baktım 21:30'du. Hava yeni kararmıştı.
Yan komşum emekliydi, yazlığa Mayıs ayında gider Kasımda dönerdi. Yaz olduğu için herkes ya tatilde, ya köyünde, ya yazlığındaydı. Benim blokta tek ışık vardı, o da ikinci katta oturan 75 yaşındaki, gözleri görmeyen, kulakları duymayan teyzenin dairedeydi. Tüm siteye göz gezdirdim. Benim araba dahil 6 tane araç vardı otoparkta, oysa kışın araba koyacak yer kalmazdı. Tüm dairelere baktım, benim balkona doğru ışığı yanan 2 daire vardı. Karşıdaki bloğun ön yüzü, yani otoparka bakmayan yüzü geniş bir caddeye baktığından çoğu ki��i o taraftaki balkonlarını kullanıyordu. Yani biraz dikkatli davranırsak Merve'nin gelip gittiğini kimse göremezdi.
Yarım saat sonra Otoparktan başörtülü mantolu birisi geçti ve bizim binaya girdi, ama karanlıkta kim olduğunu seçemedim. Herhalde ikinci kattaki teyzenin kızı veya gelini dedim, birkaç kez görmüştüm gelip gittiklerini. Az sonra kapımdan tırmalanır gibi bir ses geldi. Kalkıp delikten baktım, başörtülü kadın sırtı dönük bizim kapıdaydı. Açtım kapıyı, buyrun diyemeden döndüğünde MERVE gülümsüyordu. İçeri girdi ve "Şaşırdın mı? Kamuflaj!" dedi. Sonra anlattı, meğer bizim doktor iç anadoludaki bir ilin bir kasabasındanmış. Çevresi mutaassıp, hatta sülalede açık kimse yokmuş, aralarında anlaşmışlar, Merve (ki 2 yılda bir falan bayramlarda gidip 1-2 gün kalırmış) oraya kapalı gider, kapalı dönermiş. "İlk kilometrenin sonunda çıkarıyorum!" dedi, gülüştük.
İçerdeki ışıkları da söndürüp onu balkona aldım. Kadehleri kaldırıp, "Bu harika güne!" dedim. "Harika adama!" dedi. Sonra usulca halıya uzanıp elimi uzattım. "Burda mı?" dedi. Görülürüz diye etrafına bakındı. O da kimselerin olmadığını görünce yanıma uzandı. "Bana bugün yaptığını tekrar yapar mısın?" dedi. "Sevdin mi?" dedim. "Bayıldım! O kısacık anda sayamadım, ama ardı ardına kaç kez orgazm oldum bir bilsen!" dedi. Onun bacaklarını dik ama kıvrık konuma getirdim. Gidip içeriden kirli sepetine baktım, bir çarşaf aldım. Getirip altına serdim.
Parmaklarımı daha amcığının dudaklarına değdirdiğimde bir anda kendini saldı. Daha yeni dokunmuş, parmaklarımı içine bile sokmamıştım bile, ama orgazm olduğuna yemin edebilirdim. Parmaklarım içinde piston gibi hareket ederken, diğer elimle ağzını kapatmama rağmen sesi balkonda yankılanıyordu. Öyle fışkırıyordu ki amının suları, parmaklarımı çekip bazen amının dudaklarını tokatlıyordum, daha da fazla fışkırtıyordu sularını. Bu kadar güzel bir kadının kölem gibi parmaklarımın ucunda kıvranışı kendime inanılmaz güvenmeme neden oluyordu. Eliyle elimi tutmaya çalışıyor, ama bunu hem bilinçsiz hem de tam olarak istemeden yapıyordu. Ki eli güçsüz ve amaçsız, sadece yeter der gibi sallanmasına rağmen, ağzından, "Öldürdün beni, ohhh aşkım, öldüm!" lafları dökülüyordu...
Alta, yanına yatıp, hemen üstüme çektim. Sanki son yüz metreye girmiş Gazi koşusundaki jokey gibi üzerime zıplıyor, arkaya uzattığı eliyle taşaklarımı avuçluyor, "Offf, nerdeydin sen aşkım, nerdeydin!" diye orgazm olurken beni de boşaltmıştı. Kalkıp oturduk, karanlıkta kadehlerimizi elimize alıp içmeye devam ettik. 10 dakika geçmeden kapı çaldı. Tırsıp 'Sus!' işareti yaptım Merve'ye. Gidip delikten baktım. Kapının önünde bir kadın duruyordu. En fazla 25'lerindeydi. Tanıyamadım, ama tişört ve şortumla kapıyı açtım.
Kadın, "Merhaba!" dedikten sonra eşimin adını söyleyip, "Çağırır mısınız?" dedi. "Şu an müsait değil, banyoda!" dedim. "Ben ikici kattaki Hacer hanımın geliniyim, görümcemle dönüşümlü olarak anneme yemek yapmaya geliyoruz, bu akşam sıra bendeydi, ama sıvı yağ kalmamış, varsa biraz sıvı yağ isteyecektim." dedi. "Bir saniye..." dedim, gidip mutfaktan getirip verdim. Kadın teşekkür edip, "Peki, selam söyleyin eşinize!" dedi. "Kim diyeyim?" dedim. "Güzin ben, iyi akşamlar!" dedi ve gitti. İçeri geçip, soran gözlerle bakan Merve'ye omuzlarımı silkeledim. Kadeh bitince de, "Aşkım ben gideyim, çocuklar uyanır falan!" deyip öpücüğümü verip gitti. Balkon camını açıp, giden Merve'nin arkasından bakarken, gözüm ikinci kat balkonundan bir yukarı kaydı. Bir giden mantolu kadına, bir bana bakan Güzin ile gözgöze geldik...
Ertesi günü sadece mesajlarla geçirdik, ama Sevgi çok ihmal edildiğini söylüyordu, ki kesinlikle haklıydı. Akşam eşim harika bir yemek yapmış, direkt evdeydim. Yemekte bana, "Aşkım, akşam gelen giden oldu mu?" diye sorunca başımdan kaynar sular döküldü. "Yooo!" dedim, ama bir an aklıma geldi, "Hacer teyzenin gelini mi neymiş, bir kadın yağ istedi, onu verdim!" dedim. "Ben de onu sordum, bana mesaj attı, ışığı yanık görünce yağ kalmamış var mı diye sordu, ben de Orhan evdedir, ben annemdeyim dedim!" dedi.
Karımın evde olmadığını bile bile neden gelmişti ki bu kadın? Yoksa, gördüm sobe mi diyordu? Kadınların bu ayak oyunlarına alışmaya başlamış, her hareketin altında bir şey arar olmuştum. O gece karımla güzel bir sikiş yaşadım, hapsız :) O uykuya dalınca, bir kadeh rakı koyup balkona çıktım. Merve sabırsızca oturduğu koltukta bira şişesini havaya kaldırıp, 3 diye işaret etti parmağıyla. Sonra da hiddetli bakışlarla telefonu işaret etti. Baktım 20 tane mesaj vardı. Sevgi, Fatma ve Merve'den. Kendi kendime, Lan oğlum aldın başına belayı! dedim :)
Öyle bir düzene oturtum ki, haftanın her günü birini sikiyordum. 15 günde bir Hikmet, ben, Fatma ve Seygi 4'lü yapıyor, masalar kuruyorduk. Bazen gün içinde hapımı alıp, akşam üstü Merve ile başlayıp, Sevgi ile devam edip, Fatma ile final yapıp eve geliyor, duştan sonra bir tur da karımı sikiyordum...
Nerdeyse bir ay sonra yaza veda pikniği adı altında bir etkinlik düzenlememiz gerekti. Tam o sırada kaza yapan İK şefi vefat etti. Uzun görüşmeler sonunda benim İK şefi olmama, muhasebeye de başka fabrikadan birinin atanmasına karar verilip, bana teklif edildi. Kabul edip harika bir organizasyon yaptım. Pazar günü fabrika bahçesinde mangallar yanmış, masalar kurulmuş, bira fıçıları dolup dolup boşalırken herkes eşleri ve çocukları ile fabrika dolaşıyor, kadınlar ve erkekler eşleri ve çocuklarına gururla çalıştıkları mekanları ve işlerini, işlerinin önemini anlatıyordu. Herkes mutlu mesut dolaşırken, ben organizasyonun kusursuz olması için uğraşırken, arada birkaç yudum bira içip kağıt bardaklarımı sağa sola soteliyordum.
Her çalışanın getireceği kişi sayısı için listeler asmıştık ve liste serbestti, kişi sınırlaması yoktu. Sevgi listeye 4 kişi yazdırmıştı. Kızı hariç, Fatma da davetliydi. Artık yemek servisi bitmiş, alkol almayanlar aileleri ile yavaş yavaş gidiyor, davul zurna eşliğinde alkol alanlar ortada oynarken, kazan dairesinde çalışan Ümit yanında bir bayanla yanaştı. Kadını bir yerden gözüm ısırıyordu. Selamlaştık. Ümit, "Orhan bey, ben bilmiyordum eşim söyledi, annemin üst kat komşusuymuşsunuz..." dedi. Kadına elimi uzatsam mı, dedim ama ayak bileklerine kadar kapalı, başı da komple bağlıydı. Tokalaşmaz deyip vazgeçtim. Zaten Ümit, "Müsaade istiyoruz biz, güzel organizasyondu, alkol olmasayadı..." diye son kısmı alçaltarak söyledi.
Ama kapıma gece yarısı gelen kadın sanki bu değil gibiydi. O kadın sadece başı yaşmaklı, ama nerdeyse üzerine yapışmış kıyafetler giymiş biriydi. Bir bira alıp karımın yanına oturdum. Karım, "Aşkım, Hacer teyzenin oğlu da burda çalışıyormuş, az önce Güzin'i gördüm, hani geçen yağ almaya gelen komşu gelini!" dedi. O an Sevgi, Hikmet ve Fatma geldi masaya ve "Orhan bey muhteşem bir ortam, teşekkür ederiz!" dedi Hikmet başta, sonra diğerleri sırayla. Herşey bitip 22:00 civarı eve döndüğümüzde, karım, Sevgi ve Fatma'nın bakışlarını sevmediğini, Hikmet'in de kendisine derin derin baktığını söyleyip, "Salak mı, sapık mı anlamadım!" dedi. "Yat hayatım, yorgunum!" dedim, ama aklıma da yazdım.
Artık İK bana bağlıydı, Pazartesi sabahı ilk iş Ümit'in kişisel dosyasına bakmak oldu. Acil durumlarda aranacak kişi bölümünde, Eş: Güzin - 05** *** ** ** yazan numarayı aradım. Saat 10:00'du. "Efendim?" dedi Güzin. Nne diyeceğimi bilemeden telefonu kapadım. Numaramı gizlemiş olsam da tedirgindim. Aslında konuya nasıl girecektim ki, Yağ borcunuz var, ne zaman ödeyeceksiniz mi diyecektim? Bir yandan Sevgi'ye, Fatma'ya ve Merve'ye cevap yetiştirip, bir yandan Güzin'e nasıl ulaşırım diye düşünüyordum. Sonra Facede aradım, fotolarına baktım. Genelde aşırı kapalı fotolar, değişik camilerde fotolar falan. Arkadaşlık isteği göndermekten başka çarem yoktu. Yolladım, ne olursa olsun deyip. Saniyesinde kabul edildi.
"Merhaba!" yazdım. "Merhaba Orhan bey!" diye cevap yazdı. O gün akşama dek yazıştık. Saat 16.00'da çıkarken, Güzin bana, "O duyduğum sesleri ben de çıkarmak istiyorum!" diye yazdı. Meğer Merve'yi girerken görmüş, sonrasında eşime yağ ile ilgili mesaj çekmiş, sonra kimsenin olmadığını bildiğinden bizim kapıya kulağını dayayıp dinlemiş, sesler kesilince de kapıyı çalmış. Kendime, Orhan daha belanı mı istiyorsun, elindekiler varken? derken, sıraya Güzin girmişti. Ya bitkisel haptan ölecektim, ya da karıma yakalanıp infaz edilecektim :)
Güzin de whatsap listeme eklenmişti. Ama bu akşam sıra Merve'deydi. Her zamanki saatte onu işyerinden aldım, eve gittik. Merve her zamankinden temkinli girerken eve, elemanı okul arkadaşının hasta olup evde olduğunu söyledi. Sessizce odamıza geçtik, ama parmaklarım harekete geçince Merve sessiz olamıyordu. Onun çok sevdiği iki parmak her harekete geçtiğinde yeri göğü inletiyordu. Bir saat falan sonra sikişimiz bitip odadan çıktığımızda, mutfak tarafındaki harekete gözüm kaydı. İçeride muhteşem bir yaratık vardı: Sapsarı uzun dalgalı saçları sırtında, yemyeşil gözler, muhteşem bir yüz, taş gibi bir vücut. İnanılmaz güzel bir kadındı, burnunu çeker halde lavabo başında su içerek bize bakıyordu.
Merve farketmedi bile, ama ben orada kalıp ona çorbalar yapıp kendi elimle içirmek ister haldeydim :) Kadın yarı buruk, yarı gülümser halde baıyordu. Ama o anda yapacak bir şeyim yoktu, Merve ile birlikte çıktık. Güzin vardı daha, bu kadın da nerden çıktı diye düşündüm. Üstelik adını bile bilmiyordum. Benim kafa da, vücutta zıvanadan çıkmıştı artık :)
[Orhan]
72 notes
·
View notes
Note
"ender gelişen osasuna atakları" nı açıklar mısın?
"yaşım 32, annemle yaşıyorum. babam da var; ama o oturma odasında yaşıyor. annemle ben salondayız. bir bankada orta kademede çalışıyorum. hiç sevgilim olmadı. bir keresinde, üniversitenin ikinci yılında gönül diye bir kızla yakınlaşmıştım. okul çıkışları yürürdük. dünyayı konuşurduk, sevgiyi konuşurduk, birlikte dans kursuna gitmemiz gerektiğini konuşurduk. iki kez de sinemaya gitmiştik. biri forget paris öteki de braveheart. geceleri uykuya dalmadan önce onu düşünürdüm. sabahları uyandığımda aklıma gelen ilk o olurdu. okul partisinde onu cem’le öpüşürken gördüm, sonra... gittiğim ilk maç fenerbahçe–beşiktaş arasındaydı. 1979 yılıydı galiba. süleyman’ın cemil’i marke ettiği maçtı. sahadaki tek sarışın süleyman’dı, ben de beşiktaş’ı tutmaya karar verdim. insanlar cemil turan, lefter, metin oktay, şeref gibi futbolcuları görüp takım tutar. ben gidip adı şanı bilinmeyen, şu an esamesi bile okunmayan bir defans oyuncusu sayesinde beşiktaş’ı tuttum. bir de çocukken trt’de ilker yasin’in sunduğu avrupa’dan futbol programını hiç kaçırmazdım. ispanyol liginde osasuna diye bir takım vardı. hâlâ var. osasuna denen bu takım diğerlerine nazaran zayıf bir takımdı ve ilker yasin sürekli “ender gelişen osasuna atakları” diyip dururdu. osasuna takımı ender geliştirdiği ataklar sayesinde avrupa’da tuttuğum takım oldu. aynı dönemde liverpool, bayern, nottingham forrest gibi takımlar havada uçuşurken, ben osasuna sempatizanı olmuştum. okuduğum bütün okulları birincilikle bitirirdim. bu çok istediğimden olmadı. yapacak daha iyi bir şeyim yoktu. hep ders çalıştım. futbolcu olmak isterdim; ama mahallede beni pek takıma almazlardı. zaten çok yeteneksizdim. beden derslerini de hiç sevmezdim. uzun mesafeli koşularda diğerlerine kronometre tutarlardı. beden hocası benim koşacağım gün kronometre yerine takvimle gelmişti. herkes çok gülmüştü. ben de çok gülmüştüm. masa tenisinde kimse yenemiyordu ama… çok arkadaşım yok. liseden bahadır var. o da amerika’da şimdi. sürekli çağırıyor; ama gidemem. uçaktan çok korkuyorum. yalnızlık gibi bir sorunum yok. insanlar beni seviyor; ama sadece o kadar. oraya buraya pek çağırmıyorlar. şirket e��lencelerinde yeterince sosyalleşiyorum zaten. çok kitap okuyorum; ama hemen unutuyorum. konsantrasyon sorunum varmış. bunu bir yerde okumuştum. bir de karmaşık insan ilişkilerine bulaşmamak daha iyi oluyor galiba. çok emin değilim; ama içiniz boşalmıyormuş. bunu da bir yerde okumuştum. içiniz boşalmıyor… yani sizi siz yapan özelliklerinizi yitirmiyorsunuz. yani hayat boyu bakışlarınız değişmiyor. çocukken nasıl baktıysanız, hayat boyu öyle bakıyorsunuz. ama itiraf etmeliyim ki bir kız arkadaşım olsa çok iyi olurdu. öyle sevişmek için falan değil, birlikte bir sürü şey yapmak için. ne biliyim, birlikte yemek yapardık, masa tenisi oynardık, kim 500 milyar ister’i birlikte izlerdik. erenköy sahilinde yürürdük. işte böyle şeyler. bir de bol bol konuşurduk. benden yazmamı istediler. yazacak kadar çok şey bilmiyorum ki. ısrar ettiler… peki yazıyim de ne yazayım? kendini yaz, yaşadıklarını yaz dediler. içimden “yaşadıklarımdan ancak kutu oyunu yapılabilir, başka bir halta yaramazlar” demek geldi. sonra düşündüm, herkesin her şeyi bildiği bir ülkede, bir şeyleri bilmemek üzerine ne yazılabilir diye… yazılarımı birileri okur mu diye hep merak ettim, neden olmasın? ender gelişen osasuna atakları beni heyecanlandırmıştı. belki bir gün sizleri de heyecanlandırır."
66 notes
·
View notes
Text
HÂY'dan gelip HÛ'ya gider insanlar hiç düşünmeden aklına gelmeden,farkına varmadan!
Bizim gibi avam kulların zikri,
LÂ İLÂHE İLLALLAH'dır.
Veli kulların zikri ise,
LÂ HÛVE İLLÂ HÛ'dur.
Yani ALLAH'TAN GAYRİSİ YOK!
Evvel Ezel O' vardı!
CENABI ALLAH kaleme emretti Bismillahirrahmanirrahim Yaz! Kalem ne yazayım YaRabbi dedi. Cenabı Allah bismillahirrahmanirrahimin b'sini yaz dedi.
Kalem Bismillahın be'sini yazdı, öyle bir nur çıktı ki be'den taa Arştan Ferşe kadar, kalem 2000 yıl hayrette kaldı.
Sonra Yarabbi bu nasıl bir Nur'dur dedi?!
Cenabı Allah o benim ahir zamanda yaratacağım Nebi'm Muhammed Mustafa'nın #Nur'udur dedi.
Kalem selam verdi o nura esselamu aleyküm dedi.
Cenabı Allah sordu kime Selam veriyorsun? Kalem dedi ki Muhammed Mustafa'ya!
Cenabı Allah dedi ki, O'nu ben daha yaratmadım, Selamını ben alayım.
VE ALEYKÜMSELAM!
Onun için selam vermek Sünnet almak,Almak farz oldu.
ESSELAMU ALEYKÜM.
44 notes
·
View notes
Text
UZAKLAŞ BU HİKAYEDEN
Söze tutunup şiirlere sığındığımda
Hayalin gelir yaslanır dizelere
Söz yağmuruna tutulmuş gibi
Aralıksız şiirler akar durur yüreğimde.
Neler neler geçer gözlerimden
Bıkmadan usanmadan hatıranda kalırım
Yani, izlerini aradığım günlerdeyim.
Öyle karışığım ki bu günlerde
Aradığımı bulamıyorum kimi zaman
İçimin köhne sokaklarında
Zihnim darmadağın
Yüreğim paramparça
Öylece yürüyorum.
Gölgen gelip geçiyor kaldırımlardan
Durma bu çıkmaz sokaklarda
Uzaklaş bu acıklı hikayeden.
Sürgit hayatların içinde
Gelgitlerle savrulup duruyor ömrüm
Bir çeşit tecrit altında sanki yaşamlar
Dargeçitlerde sıkışıp kalmış umutlar
Gök şahit, yeryüzü şahit
Bu zalim hikayede durma git.
Şimdi sen, zamandan azadesin
Bense, zamanın acımasız kıskacında
Ömrümden haraç veriyorum.
Dağlarımın yamaçlarında utangaç ceylanlar
Kıraç yüreğimde sayısız andaç var
Ömrümle yaşam arasında
Ayraç gibi duruyor yokluğun
Hatıran, seninle aramda tek bağlaç
İyisi mi, bu kederli hikayeden kaç.
Aklımda, önü alınmaz taşkınlık
Bedenimde bir garip tutsaklık
Yüreğimde onulmaz bir yalnızlık
Zihnim inanılmaz kalabalık.
Bir tarafım aydınlık
Bir tarafım karanlık
Bir yanımda kırgınlık
Bir yanımda kızgınlık
Çokça pişmanlık çöker üstüme.
Yaşanmışlıkları toparlayamadım
Hâlâ dağınık
Üstümde ağır bir yorgunluk
Boğazımda düğüm düğüm sözcükler
Çözülmedi duruyor açık saçık
İyisi mi, bu kahırlı hikayeden çık
Yok say, sil ömründen
Yeni hikayeler yaz.
Boşver kurcalama artık
Şairin mevsimi sonbahar
Yüreğinde güneş erken batar.
159 notes
·
View notes
Text
Cumhuriyet’in 100 Yılına 100 Sevinçli Cümle - Haydar Ergülen 1 Cumhuriyet sizi böyle kadınlı-erkekli bir arada gördüğü için çok sevinçli! 2 Birinci yüz yılında Cumhuriyet’in varlığı bizi çok sevindirdi, üzdüğü de oldu, ama üzdüğünden çok sevindirdi. Şimdi ikinci yüz yılında sıra bizde, ne sırası mı, Cumhuriyet’i sevindirme sırası elbette! 3 Cumhuriyet’i sevindirmek de Cumhuriyet’le sevinmek kadar kolay ve doğal. Bunun için “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” bireyler olmak yeterli. 4 20. yüzyıl büyük devrimler yüzyılı oldu. Önce 1917 Ekim Devrimi, sonra 1923 Cumhuriyet Devrimi, Çin Köylü Devrimi, Küba Devrimi. Cumhuriyet bize devrim sevincini yaşattı. 5 Devrimleri ancak romantikler yapar, Cumhuriyet’i de romantikler kurar, romantikler, yani hülyalılar! Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu denli çok sevilmesinin nedenlerinden biri de romantik ve hülyalı oluşudur. 6 Cumhuriyet’i düşünmek de sevinçtir Atatürk’ü düşünmek de. Düşüncesizler bunu bilmedikleri için bu kadar mutsuzlar! 7 İlhan Berk’in dizesindeki şu sevince bakın: “Cumhuriyet’in ilk günleri gibiydi yüzün.” 8 Keşke 100 yıl sonra da bu dizenin aydınlığı, temizliği ve ışığıyla, onun ilk günleri gibi sevinçli olabilseydik! 9 Nâzım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı’nda, hani Paşa’yı “sarışın bir kurd”a benzettiği o müthiş destanda “dağlarda tek tek ateşler yanıyordu” dizesindeki sevinçle ürperiyoruz hâlâ! 10 Coğrafyanın kader olmadığını göstermek için verdi kısacık ömrünü kurtuluşa! Rumeli’si, Anadolu’su ve Mezopotamya’sıyla bu yurt, Ortadoğu’ya komşu olsa da Ortadoğulu olmasın istedi Gazi. Yüzünü hep aydınlığa, çağdaşlığa çevirdi, son yıllara dek hayli sevindik, Yahya Kemal’in “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik” dizesindeki çocuklar gibi şendik. Çocuklarımızın da yine yeniden şen olacağına, sevineceğine inanıyoruz, çünkü “bu memlekette de bir gün sabah olacak”tır yeniden! 11 Cumhuriyet sevinci tam da “Gerçekçi ol, imkânsızı iste!” sözünün gerçekleşmiş hâlidir. 12 Stefan Zweig’ın Yıldızın Parladığı Anlar kitabında karşılığını bulan anlardan biri olarak yıldızlı bir sevinçtir Cumhuriyet. 13 Cumhuriyet en çok da bir “kadın devrimi” olmanın sevincidir. 14 Cumhuriyet, ülkenin kurucusunun o ülkenin en centilmen insanı olmasının sevincidir. 15 Cumhuriyet, ülkenin en ünlü halk ozanının, gözlerinin olmasa da gönlünün açılmasının sevincidir. 16 Cumhuriyet tam da 100. yılında ulusal kadın voleybol takımının ona şampiyonlukla teşekkür etmesinin sevincidir, olmasaydı olmazlardı çünkü! 17 Cumhuriyet bir yaz sevinci olarak, yaz denizlerine kadınlı-erkekli dalmanın sevincidir. 18 Cumhuriyet karatahtaya yazılan ilk hecenin Türkçe sevincidir. 19 Cumhuriyet “Çok şükür çok şükür bugünleri de gördük” demenin yüz yıldır sevincidir. 20 Cumhuriyet, yolu geleceğe açık, yüreği sevgiye açık, saçları özgürlüğe açık genç kızların taze sevincidir.
21 Cumhuriyet bale yapan mini mini hanımların el ele tutuşmuş sevincidir. 22 Cumhuriyet, ülkenin kurucusunu yitirdiği 10 Kasım 1938’den bu yana, tam 85 yıldır her 10 Kasım sabahı saat 9’u 5 geçe saygıyla ayağa kalkmak ve o büyük devrimciyi özlemle anmaktır. 23 Cumhuriyet eşitliğin sevincidir, sevinci de eşit paylaşmaktır. 24 Cumhuriyet, kadını yok sayan, ikinci sınıf sayan toplumların ne yazık ki bilmediği, duymadığı bir neşenin sevincidir. 25 Cumhuriyet düğününde babasıyla dans eden bir genç kızın sevincidir. 26 Cumhuriyet “Benzemez kimse sana” şarkısına gözleri parlayarak katılmanın sevincidir. 27 Cumhuriyet ilk öpüşmenin unutulmaz sevincidir. 28 Cumhuriyet ilk kitabını imzalayan genç yazarın sevincidir. 29 Cumhuriyet üniversitede okumak için büyük kente gelen genç kızların, delikanlıların özgürlük sevincidir. 30 Cumhuriyet “Kimsesizlerin kimsesi” olmanın sevincidir. 31 Cumhuriyet her çocuğun Ata’sını görmeye Anıt Kabir’e gitmesinin sevincidir. 32 Cumhuriyet dünyanın en güzel kentlerinden birinin denizlerinde yol alan vapurlarda olmanın mavi sevincidir. 33 Cumhuriyet “İzmir’in dağlarında çiçekler” açmasının sevincidir. 34 Cumhuriyet “Sarı saçlım mavi gözlüm nerdesin?” özleminin sevincidir. 35 Cumhuriyet adını taşıyan meyhanede iki kadeh parlatmanın sevincidir. 36 Cumhuriyet, Cumhuriyet Bayramlarında iki dirhem bir çekirdek giyinip kutlamaya gitmenin sevincidir. 37 Cumhuriyet, Cumhuriyet’in yanlışlarını, eksiklerini özgürce tartışma sevincidir. 38 Cumhuriyet, Aydınlanma sevincidir. 39 Cumhuriyet, kızlı-oğlanlı köy çocuklarının onlara hem bilgi hem beceri kazandıran Köy Enstitüleri’nde yetişmesinin sevincidir. 40 Cumhuriyet, zeybek oynamayı erkek tekelinden kurtarıp kadını da katmanın ve adını “Tarcan Zeybeği” koymanın sevincidir. 41 Cumhuriyet, bir zamanlar Bomonti bahçelerinde ailece bira içmenin sevincidir.
42 Cumhuriyet kadın pilotun anonsunu duyunca daha güvenli yolculuk yapacağını hissetmenin sevincidir. 43 Cumhuriyet kadın şairlerin, erkek şairlerden daha iyi şiir yazmasının sevincidir. 44 Cumhuriyet, dinin asla devlet işlerine karıştırılmamasının ve “Türkiye laiktir, laik kalacak” demenin sevincidir. 45 Cumhuriyet İdil Biret’i, Suna Kan’ı, Fazıl Say’ı yetiştirmenin sevincidir. 46 Cumhuriyet Yaşar Kemal’in destansı sevincidir. 47 Cumhuriyet Orhan Pamuk’un Türkçeyi bir edebiyat dili olarak dünyaya tanıtmasının güzel sevincidir. 48 “Cumhuriyet sevinci, insanın kendisine yakışanı giymesidir.” (Düzgün) 49 Cumhuriyet “Annemin aldığı kırmızı rugan ayakkabılarım ve içinde dantelli beyaz çoraplarımla ilk kez dışarı çıkıyor olmanın kız çocuksu heyecanıdır.” (Tuğçe) 50 “Cumhuriyet başının göğe bakmasının sevincidir.” (Şükran) 51 “Cumhuriyet nefes alıp vermek kadar kıymetli ve anlamlı bir sevinç.” (Kıymet) 52 Cumhuriyet sevinci “Bir Cumhuriyet kadını olarak, Cumhuriyet’in bu topraklara kazandırdığı bütün değerlerin yaşatıldığını ve yaşatılacağını iliklerine kadar hissetmektir.” (Hülya) 53 Cumhuriyet sevinci “göklere yazılmış bir destanın aydınlık yüzünü gururla okşamaktır.” (Ecem Fulya) 54 “Evlatlarımızın geleceğe umutla bakması, yitirdiklerimizin toprağa huzurla kavuşmasıdır Cumhuriyet sevinci.” (Mehtap) 55 “Bağımsızlığın ilk adımının, hayalinin peşinden koşmak olduğunu hissetmektir Cumhuriyet sevinci.” (Muhammet) 56 “Sevgilinin aşkına karşılık vermesidir Cumhuriyet sevinci.” (Hilal) 57 “Umut ekilen toprağı kucaklayan güneştir Cumhuriyet sevinci.” (Sema) 58 “Cumhuriyet sevinci, insanın kendi kaderine terk edilmemesi demek.” (Esin) 59 “Cumhuriyet, özgürlüğü için bedel ödemiş bu milletin şölenidir.” (Gönül / Sevda) 60 “Hür doğdum hür yaşarım/ kime ne kime ne/ köle miyim sana ben/ sana ne sana ne?” şarkısını söylemenin sevincidir. 61 Bir köylü çocuğunun devletin okullarında parasız okuyup önce mühendis, ardından başbakan ve cumhurbaşkanı olup, kendine yakıştırdığı Çoban Sülü lakabıyla gurur duymasıdır. 62 Defterine kırık dökük harflerle “Ali, Ayşe’yi seviyo” yazan Ali’nin sevincidir. 63 Yazlıklarda, sitelerde yaşanan ilk yaz aşklarıdır.
64 Kasaba meydanındaki Atatürk’ün önünden geçerken onun sana gülümsediğini hissetmektir. 65 Başöğretmenin Atatürk olduğunu hiç unutmadan, önünden her geçişte durup selam vermenin çocuk sevincidir Cumhuriyet. 66 Uzak kasabalara, dağ köylerine atanan gencecik öğretmen kızların kendilerini Çalıkuşu gibi hissetmesidir Cumhuriyet. 67 Aziz Sancar’la Nobel, Nuri Bilge Ceylan’la Altın Aslan, Semih Kaplanoğlu’yla Altın Ayı kazanmanın sevincidir Cumhuriyet. 68 Kadınların toplum içinde yüksek sesle gülmesinin ayıp olduğunu söyleyen gericilere inat, ağız dolusu kahkahayla gülmenin sevincidir Cumhuriyet. 69 “’Gök yakut bulutun karnında/ ebemkuşağı direnişidir’ Cumhuriyet sevinci.” (Dilek) 70 Ülkenin bağımsızlığını her şeyin üstünde gören iki şairi, Mehmet Âkif Ersoy ve Tevfik Fikret’i farklılıklarıyla sevmek, saygıyla anmaktır Cumhuriyet. 71 Mehmet Âkif Ersoy’un bağımsızlığa ve özgürlüğe armağan ettiği “İstiklal Marşı”mızda, “Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım/ hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım” dizelerini hiç unutmamak ve “kadının yeri evidir” diyen zihniyetin yüzüne çarpmaktır Cumhuriyet. 72 Dünyanın sadece insanlara değil, hayvanlara da ait olduğunu bilmenin sevincidir Cumhuriyet. Kedilere, köpeklere, kuşlara bir parça yiyeceği, bir kap suyu çok görmemektir. 73 Halide Edip Adıvar’ın, nam-ı diğer Halide Onbaşı’nın bu ülkenin kadın yazarlarının direniş öncüsü olduğunu bilmenin ve kadınlara bu cesaretin ondan geldiğini anlamanın sevincidir Cumhuriyet. 74 Suat Derviş, Sevim Burak, Leyla Erbil, Adalet Ağaoğlu, Tomris Uyar, Füruzan, Sevgi Soysal, Tezer Özlü, Pınar Kür, Sevinç Çokum, Ayşe Kulin, İnci Aral, Ayla Kutlu, Erendiz Atasü, Buket Uzuner, Latife Tekin ve daha pek çok kadın yazarın varlığından onur duymaktır Cumhuriyet. 75 62 yıllık ömrünün 22,5 yılını hapishanelerde geçirmesine karşın “Memleketimi seviyorum, hapisanelerinde yattım” diyen Nâzım Hikmet gibi bir şairimiz olmasının sevincidir Cumhuriyet. 76 Ahmet Hamdi Tanpınar, Abdülhak Şinasi Hisar, Sait Faik, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Peyami Safa, Aziz Nesin, Tarık Buğra, Fakir Baykurt, Oğuz Atay, Bilge Karasu, Vüs’at O. Bener gibi dünya yazarlarını Türkçe okuyabilmenin sevincidir Cumhuriyet. 77 Daha 1940’larda irticaya dikkat çeken ve “Tehlikenin farkında mısınız?” diye uyaran Orhan Veli gibi Garip bir şairimiz olmasının uzun sevincidir Cumhuriyet. 78 Türkmen ulusu Yunus Emre’nin izinde ve Türkçesinin güzelliğinde şiir yazmaya özenmektir Cumhuriyet. 79 Yahya Kemal, Ahmet Hâşim, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl, Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Ahmed Arif, Rıfat Ilgaz, İlhan Berk, Cahit Külebi, Ece Ayhan, Dağlarca, Can Yücel, Gülten Akın, Behçet Necatigil, Âsaf Hâlet Çelebi, Metin Eloğlu, Özdemir Asaf, Sennur Sezer, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Edip Cansever, Ülkü Tamer, Ceyhun Atuf Kansu, Hasan Hüseyin, Cahit Zarifoğlu, Metin Altıok, Arkadaş Z. Özger, Sina Akyol, Nilgün Marmara, Didem Madak, Ahmet Erhan, Behçet Aysan, küçük İskender, Ergin Günçe’yi Türkçe okumanın sevincidir Cumhuriyet. 80 İlhan Berk’in “Elma kokan bir Türkçeyle konuştuğun içindi” dizesini sevinçle parlatıp teşekkür etmektir Cumhuriyet. 81 Çoksesli, çok renkli bir toplum yaratma düşü için çabalama sevincidir Cumhuriyet. 82 Can Yücel’in demesiyle Rengahenk bir ülkenin gökkuşağı sevincidir Cumhuriyet: Mavidir, kırmızıdır, turuncudur, yeşildir, mordur, sarıdır, eflatundur, beyazdır... 83 Ege’deyken Anadolu’yu, Anadolu’da Rumeli’yi, Rumeli’de Akdeniz’i, Akdeniz’de Güneydoğu’yu, Güneydoğu’da Karadeniz’i özlemektir Cumhuriyet.
84 Kimsenin milliyetinden, dilinden, dininden, mezhebinden, renginden, cinsiyetinden ötürü ötekileştirilmemesinin adıdır Cumhuriyet. 85 Ormanlarını, zeytinliklerini, sularını, ağaçlarını, meralarını, bağlarını bahçelerini, ovalarını yaylalarını korumak için öne atılan köylü kadınların direnişidir Cumhuriyet. 86 Her köşesinden bambaşka şarkılar, türküler duyulan, semaların, semahların dönüldüğü, horon tepildiği, kadın-erkek el ele gönül gönüle omuz omuza halayların çekildiği bir şölen sevincidir Cumhuriyet. 87 Üç yanı denizle, dört yanı iyilikle, her yanı özgürlükle çevrili bir ütopyadır Cumhuriyet. 88 “Güneş ufuktan şimdi doğar” demeden, güneş daha doğmadan güneş gibi doğandır Cumhuriyet. 89 Yasaklanan festivallere, dinletilere inat hep bir ağızdan söylenen bir itiraz şarkısıdır Cumhuriyet. 90 Türkiye’yi bir Ortadoğu ülkesine dönüştürmek, yurttaşlık bilincinin yerine kulluğu getirmek, Cumhuriyeti dinsel bir yönetime çevirmek isteyenlere biat etmemek, boyun eğmemektir Cumhuriyet. 91 Hep oğlanlar kızlara mı söyleyecek, kızların da oğlanlara “seni seviyorum” demesidir Cumhuriyet. 92 İkinci yüz yılında tam demokrasiyle, özgürlüklerle, devrimci ve halkçı bir buluşmaya hazırlanmaktır Cumhuriyet. 93 Her sabah otobüs şoförünü, tanıdığın tanımadığın herkesi, hayvanları, ağaçları, yeryüzünü “günaydın” diye selamlamanın sevincidir Cumhuriyet. 94 Cumhuriyet şeker fabrikalarıdır, Sümerbank’tır, Beykoz Kundura Fabrikası’dır, Paşabahçe fabrikalarıdır. 95 Cumhuriyet 23 Nisan’dır, 19 Mayıs’tır, 30 Ağustos’tur, 29 Ekim’dir, Cumhuriyet bir bayram sevincidir. 96 Cumhuriyet eleştiridir, özeleştiridir, “Ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak/ nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diyebilmektir. 97 Cumhuriyet tüm yurttaşların farklılıklarıyla, özgünlükleriyle, barış içinde, özgürce bir arada yaşamasının sevincidir. 98 Değerlerini, erdemlerini en az on kuşaktır paylaşan yurttaşların özgüvenidir Cumhuriyet. 99 Cumhuriyet bugün benim doğum günüm demektir. Cumhuriyet’te doğdu, Cumhuriyet’te yaşadı denilsin sevincidir. 100 Cumhuriyet, Nâzım Hikmet’in “Davet”idir. “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim. Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim. Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu, bu dâvet bizim... Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim...” - Haydar Ergülen, Cumhuriyet’in 100 Yılına 100 Sevinçli Cümle (100. Yıl Cumhuriyet Alfabesi) - Fotoğraf: Mustafa Kemal Atatürk, 29 Ekim 1925, Ankara'da düzenlenen Cumhuriyet kutlamaları (Cemal Işıksel)
#Haydar Ergülen#Cumhuriyet’in 100 Yılına 100 Sevinçli Cümle#29 Ekim#29 Ekim Cumhuriyet Bayramı#29 Ekim 1923#Cumhuriyet Bayramı#Cumhuriyet#Atatürk#Mustafa Kemal Atatürk#Türkiye#Yürekbalı#Kutlama#100. Yıl Cumhuriyet Alfabesi#Sevinç#Cemal Işıksel#Cumhuriyet'in İlanı#Cumhuriyet'in ilanı#cumhuriyetin ilanı#Ankara#Bayram#Millî Bayram#Milli Bayram#Nâzım Hikmet
26 notes
·
View notes
Text
Kendimi her kötü hissettiğimde bu şarkıyı dinlerken buluyorum. Ne istiyorum biliyor musunuz arınmış bir şeyler. Tevazuyla devam edişler. Yukarıdan bakmamalar savaşın içinde olmamalar. Acısıyla tatlısıyla eksiğiyle fazlasıyla yanlışıyla doğrusuyla her şeyiyle hiçbir şeyiyle. Çünkü ben böyle biliyordum. Çünkü ben böyle bilmiyordum.
Nasibim çok açık bu dönem her hafta yeni bir iş teklifi alıyorum Kocaeli’de görüşmediğim kimse kalmadı artık. En tamam oldu dediğim iş olmuyor bazısına ben burun kıvırıyorum. Geçen haftaki olmadı bir sonraki haftakine cv yolladım bu haftaki için de yarın görüşmeye gideceğim. İçimde çalışayım şunu yapayım bunu yapayım hiç yok. Çok alıştım biliyor musunuz evde rahat olmaya istediğim saatte uyanmaya yemek yapmaya temizliği bir düzene sokmaya eşimi beklemeye. Kendime eşime evime zaman ayırabilmek çok büyük bir lüks. Biraz bu yüzden sanırım çalışmak istemiyorum sonra Sakarya’ya gidiyoruz saçma sapan insanlar laf söylüyor aldırış etmesem de olmuyor. Herkes beni şimdiki halimle görüyor ama ben 6 yıl çalıştım. Yaşıtlarım şurada buradayken ben yaz stajlarındaydım 16 yaşımdan beri koşturuyorum. Geçen biri başka birinden bahsederken koca parası yiyor dedi ben de yanlarındayım o kadar ağır bir şey ki bu yani ondan öyle bahseden benden de öyle bahsedebilir. Eşimin kazandığı para onun parası değil bizim paramız oluyor sonuçta. Bu kişinin de 5 yaşında çocuğu var ve mesai yaptığı içim eve 10 da bile gidemedi ve çocuğu babasıyla uyumak zorunda kaldı sabah kalkıp tekrar işe gidecek. Bana da evde sıkılmıyor musun dedi ben de hayır dedim. Keşke daha fazla şeyler söyleyebilseydim. Ne önemi var ki. Ondan önce de yine saçma sapan biri ee evde el işi falan yapıyor musun demişti de ben de benim öyle bir yeteneğim yok anlamam demiştim sonra oradan eşim çıkıp bir şeyler demişti de almıştı tüm yükü omuzlarımdan. Bunları sadece başka insanlardan duyuyorum kendim asla böyle düşünmüyorum eşim de düşünmüyor ama üzülüyorum. Şimdi çalışsam kendim için mi çalışacağım yoksa birileri sussun diye mi, çalışsam kendime eşime eve zaman ayırabilecek miyim. Bunları düşünüyorum. Ben öyle çalışayım da şunu alırım diyecek biri değilim yani çok şükür eşimin kazandığıyla güzelce geçinip gidiyoruz, istediklerimi de alıyor sağolsun. Yani konu para da değil. Ne bileyim. Belki de çalışmamda hayır vardır. Allah beni nereye koyacağını bilir. Hakkımda hayırlısı en güzeli olsun.
54 notes
·
View notes
Text
AĞUSTOS 4.1
Ağustos'un ilk haftası ne kadar hızlı geçmiş, inanamıyorum. Temmuz ne kadar yavaşsa bu ay o kadar hızlı akıyor. Temmuz'un son günleri kötü geçti benim için, özel hayatımda ilişki sorunları çok yoğundu. Ağustos'ta biraz toparlarız umarım çünkü kalbim kırık biraz.
Her gün için notlar almıştım, beklediğimden uzun oldu. Yine de hatıra, hatıradır.
1 Ağustos Perşembe - Merağın Yok mu Böyle Şeylere?
(Merak tweetini neden kimse bilmiyor ya :)
● Yeni başlangıçlar için yeni bir defter. Ve bazı kopuşlar, ve kalp kırıklıkları... Bu da geçecek inşallah.
●Markette "ay tuzlu kiraz yazmışlar, olleyy vişne buldum" diye sevinip zoete kelimesinin zoute olmadığını eve gelince daha doğrusu vişneyi(!) yiyince fark etmek. Kim kirazı "tatlı kiraz" diye betimleme ihtiyacı duyar ki? Hiç unutmayacağım yeni kelime: Zoete!
●Sadece kayboldu beyanıyla başka hiçbir şeye gerek kalmadan yeniden gönderilen 29 parçalık kargo...
● Bu Ağustos listesini hiç görmeden yaptığım geçici dövmeler. Önce bulutu görmüştüm, Hollanda'nın bulutu... sonra ise domatesi; o da Türkiye'nin... İkisi bir arada olmuyor gerçek hayatta.. Böyle serin yaza böyle tatsız domatesler... Henüz burada kimseyle "bana türkiyeden bir tane yaz domatesi getirir misin?" diyecek kadar samimi değilim ama şu yeşilli kırmızılı yaz domateslerini çok özledim.
● Ve sonunda televizyonumu değiştirmeye geldiler. Önüne masamı çekip cheesy şeyler izlerken tez yazma zamanı. Kime diyorum, hey!!!
2 Ağustos Cuma - Rotterdam
●Rotterdam Tumblr buluşmasıııı. Uzun zamandır bu kadar eğlendiğim bi gün olmamıştı. Karşımıza çıkan insanlar da dünyadaki rızkımıza dahil gerçekten 🥲 Rotterdam da "tekrar ziyaret edilecekler" listesine girdi.
● İkinci dünya savaşında yıkılmayan nadir binalardan birisi olduğu için belediye binasına gittik. Orada Hollandayla ilgili sorduğum bi soruyla bütün çalışanları kilitledim sanırımfkfffk, hepsi soruma cevap aramaya çalıştı ve bunun üstüne düşünmemiştik dediler. Çalışanlarsan birisi de hiç duymadığımız bir ülkeden Belucistan'danmış. Sonra baktım ki ülke değil orası..Neyse karışık işler.
● Binaya girdiğimizde üst kata çıkmak yasak diyen görevli sonra bizi üst kata çıkarıp bir sürü tarihi ve kültürel bir şeyler anlattı. Üstüne de belediye meclis toplantılarının yapıldığı salona götürdü. Ama sürekli hollandaca konuştu ve kendimi bu ülkede ilk kez bu konu hakkında bu kadar kötü hissettim.
● Vee köyümüze dönerken trende önce bağlaç olan de,da'lara yönelik test çözdük. Sonra da Dutch alfabesi ve telafuzu çalıştık. Harika bi yolculuktu :)
3 Ağustos Cumartesi - Aachen
● Bugün Almanya'nın Aachen şehrine gittik. Gecenin bir körü uyanıp Aachen katedrali hakkında 50 dklık belgesel izleyip not almıştım. Aachen katedral rehberliği yaptım arkadaşıma :)
● Ben olsam benim gibi bir gezi arkadaşım olsun isterdim amaa kendi gezi arkadaşım da çok iyi çıktıkgkkgl. Nerd ve hafif çatlak insanlara bayılırım. Ve de nazik...Köyümüze döndüğümüzde yürüyen merdivenlerde bana dönüp "çok güzel bir geziydi, teşekkür ederim" dedi. Asıl ben teşekkür ederim ya. Ben sadece Aachen'a gitmek istediğimden bahsetmiştim bir süre önce ve o ise günü ayarlayıp hafta boyunca Aachen'la ilgili linkler gönderdi bana.
● Lindt'in çikolata outletiyle güne başladık. Sonra Aachen şehrini gezdik. Sonra da üç ülkenin sınırlarının birleştiği tepeye tırmandık. Biz Almanya üzerinden bir ormanın içinden tırmanış yaptık ve bizden başka kimse yoktu, yollar çok kötüydü ve bir ara ormanın içinde yoldan çıkıp biraz tedirgin olduk. Dönüşte ise Hollanda üzerinden medeniyetle yapılmış yollardan indik. Canım Hollandamın canım yollarıjgkgllf
●Ve sınıra o kadar yakın olduğu halde (yani 11 numaralı ev hollandaysa 13 numaralı ev almanya, o kadar aynı mahalle) sorduğumuz her soruya Almanca cevap veren Almanlar... Ama bunu Almanca konuş baskısıyla yapmıyorlar onu da hissettim burada.
● Aachen ve Rotterdam için ayrı bir hatıra yazısı yazmak çok isterim ama vakit bulabilir miyim bilmiyorum. Bunları sıcağı sıcağına öğrendiklerim ve yaşadıklarım hala tazeyken yapmam gerek. Dönüş trenlerinde bir yandan müzik dinleyip bir yandan hatıra yazmak tatlı oluyor aslında. 4 Ağustos Pazar- Dutch köyünde Hindistan Gecesi ve Bütün Özlediklerim Benden Ayrı Yaşıyor
● Sakin bir pazar. Bisikletle yeni rotalar keşfetme günü. Sıra sıra ağaç dolu bu sokağa bayıldım. Miso çorbası yapayım diye miso paste ararken alışveriş tikka masala alarak sona erdi.
● Çok sevdiğim bir arkadaşımla çok uzun zaman sonra zoom görüşmesi yaptık. Amerikanın bir yakasından diğerine taşındı artık aramızda okyanus artı Amerika kıtası var
● Gece gece çıktı almaya kampüse gittim ve dayanamayıp ormanın içinde bisiklet sürdüm. O adrenalini, hafiften korkmayı çok seviyorum. Veee havanın buzz gibi olmasını da
"bir yaz günüüü bir yaz günüüü, hiç bu kadar üşüdün müü?" 5 -6- 7 Ağustos : Bir Gece Ansızın Gelebilirim ve Yeni Hafta
● Yeni hafta gece 01:00'e gelirken ve uyumaya çalışırken şu böceğin sesiyle başladı. Böyle sanki CD cdroom'a sıkışmış gibi bir ses geliyor, sonra duruyor bi 5 dakika sonra tekrar, AY BU NE, BU NE?? diye çıldıracaktım böceği bulana kadar... Köy kızım burası, ne bekliyorsun? Alışacaksın.
● Veee sürekli ertelediğim ve gözümde büyüttüğüm iki adımı attım. Ve hiç de gözümde büyüttüğüm kadar zor olmadı. Ama erteleye erteleye geç kaldım biraz. Bunu düzeltmemiz niye bu kadar zorlu bir süreç sevgili jurnal?
● 6 Ağustos Salı : Bir arkadaşım Türkiye'den döndü. Hava 30 dereceydi. Ve hep birlikte parka gittik. Bisiklet parkının önünde dururken bi anda dengemi kaybettim ve bisikletten düştüm. İşte hayatımın örneği, bisikletle şehirler aşarım ama durduğum yerde düşerim.
● 7 Ağustos Çarşamba : Günleri tutamıyoruuum. Bugün de arkadaşımla ikinci el dükkanına gitmek için sözleşmiştik. Birlikte gaza gelip Hollandaca kitaplar aldık, ben bir çay fincanı aldım. Gitme amacımız ise bana siyah bir çerçeve bulmaktı, burası nerenin hazine haritası acaba? Arkasına baktım ama hiçbir şey yazmıyordu. Ve evet hayattan hala böyle şeyler bekliyorum, gizli bir harita, ya da bir yerde daha önce kimsenin bulmadığı bir Van Gogh tablosu bulmakkkgljllg.
...............
Peki neden "bu haftayı daha iyi geçirebilirdim, tam olarak istediğim gibi olmadı, hakkını veremedim" hissinden kurtulamıyorum hiç? "Tam olarak ne istiyordun bu haftadan?" sorusu gelirdi sanki terapide.
Bilmiyorum, şöyle şeyler mesela? Yepyeni bi Van Gogh tablosu bulmak, Hollandaca 1000 kelime öğrenmek, 400 km koşmak, 5000 kelime tez yazmak ve muz yerken çilek tadı almak.
Ne? Zor mu sanki? Tamam muz yerken çilek tadı almasam da olur.
Ağustos 2024 - Tilburg
36 notes
·
View notes
Text
Bilin bakalım sabahki “ölesim var” modumun sebebi neymiş?
✨kaygı✨
Kaygı bozukluğu diye de buna deniyor herhalde zira bozuk olmayan bir işleyiş böyle olmamalı diye düşünüyorum.
Bugün yaz okulunda çocuklarla dönemin son aktivitesi vardı: piknik. Çarşamba günü patroniçem iki hocayla beraber beni çağırıp bu aktivitede bizim yer almamızı istediğini söyledi. Yaklaşık bir buçuk saat çocuklara İngilizce de kullandığımız aktiviteler yaptıracaktık. Zaten ben bunu duydum, bende ufaktan başladı panikler. Çocuklarla iletişimde kendime hiç güvenmiyorum, açık bir alanda grubu yönetebilir miyim emin değilim, hem eğitici hem öğretici aktivite ne bulurum acaba diye dönmeye başladı sorular. Bir de aksi gibi diğer iki hoca benim aksime çok rahat “hallederiz ya” modundalar. Öyle ki dün geceye kadar hiçbir aktivite planı konuşulmadı bile.
Bu beni germiş arkadaşlar. Germiş ve beni hemen kaçış moduna sokmuş. Öyle de sinsi bir şey ki geçene kadar bundan olduğunu idrak da edemedim! Katkısı olduğunu elbette biliyordum, hatta buna sebep ilk teneffüste patroniçemin yanına gidip benim yerime birini bulma şansı olup olmadığını sorup enerjimin bugün pek yerinde olmadığını söyledim. Beni on ayda benden daha iyi tanımış hale gelen patroniçem ise “ilk olduğu için geriliyorsun, öyle eğlenceli geçecek ki inanamazsın! Sen ilklerde hep böylesin bak, gidince bi yarım saat geçsin nasıl açılıyorsun gör” dedi. İnanmadım. İkna da olmadım. Tamam dedim tabi mecbur.
Utanarak itiraf ediyorum: sahiden de öyle oldu.. beklediğim kaos çıkmadı, kimse sıkıntıdan bayılmadı, olay olacak kadar kontrolü kaybetmedim. Oldu yani. Yaptım. Ölmedim. Ölmemekle kalmadım keyfim yerine bile geldi!
Canımı sıkıyorsun be kendim daha kaç kere yaşayarak öğrenmen gerekiyor idrak etmen için?
24 notes
·
View notes
Text
İçesimin geldiği mavi, masmavi, pırıl pırıl, berrak, ışıltılı denizlerin özlemiyle yine bir yaz içindeyim. Denize bakarken bile denizi özlüyorum. Yüzmeyi ne zaman öğrendim bilmiyorum. Küçük teyzemin beni denize götürüp yüzme çalıştırdığı silik silik yaşıyor hafızamda. Ne mutluyum.
Kulaç atmak, sırt üstü gitmek, kurbağalamak, kelebeklemek profesyonel olmasa da tamam. Ama benim için denize girmek, paletler ve gözlüğümü takıp birkaç metre dalmak ve oradan taklayla çıkmak demek. Aşağıdaki suyun soğukluğunun tüm bedene nokta nokta nüfuz etmesi = arınma.
Hamileyken sadece meyve ve deniz aşerdim. 32 yılımın meyve açığını birkaç ayda kapattım ama denize her gün girsem de doyamadım. Dalmam yasaktı çünkü. "Ben bu suyu içsem ya" diye diye yüzeylerde bir yüzüş.
Geçen gün en sevdiğim denize kavuştum. Yani bu yaz çok denize girdim ama en sevdiğimle ilkti. Saatlerce yüzmüşüm, saatlerce. O kadar takla attım ki gece uyurken bile başım dönüyordu shshd. Allahım beni maviden koparma hatta Adriyatiklerine kavuştur, amin.
21 notes
·
View notes
Text
twitter'da takip etmeyi sevdiğim iki hesap var.
(duyulan -işitilen- insanın beynine işkence eden hayat'tan türlü haberler -gerçekler- ile paralize olduğumda, sadece bu iki hesabı takip ederek yaşasam ya dediğim)
birincisi 'arizona dot' isimli hesap. arizona'daki yol durumundan haber veriyor, şu yol kapalı, şu şeritte bir kaza oldu, alternatif yollar şunlar, şimdi şu yol açıldı, tekrar kullanabilirsiniz, şimdi bir kaza nedeniyle sağ iki şerit yeniden kapandı...
"arizona dream" ile bir ilgisi var mı bu takıntının? diye soruyor r.
hayır diyorum. sadece kapanan ve açılan yollar hakkında bilgi sahibi olmak istiyorum.
.
ikincisi "NSFVoyager2" isimli hesap.
1977'de fırlatılan voyager 2 sondası hakkında bilgiler paylaşıyor. işin aslı genç bir NASA çalışanı voyager2'nin ağzından twitler yazıyor.
bu uzay sondası o tarihten beri dünyadan uzaklaşıyor. üstelik artık içindeki küçük nükleer jeneratör can çekiştiği için bilimsel enstrümanları iyice aksıyor, şimdilerde ancak hayatta kalmaya çalışıyor.
twitter'da yazdıkları da şöyle şeyler:
-şu an dünyadan 19 saat 20 dakika 10 saniye ışık yılı uzaktayım.
-şu an dünyadan 23 saat 4 dakika 28 saniye ışık yılı uzaktayım.
bunları okumak dünyadan muhteşem bir hızda uzaklaşmakta olan, uzayın buz gibi soğuğunda tüm enerjisini tüketmiş, küçücük bir kutucuk hakkında düşünmeme neden oluyor. bana iyi geliyor diyorum.
bir terapist bulup bu düşüncelerini anlatmalısın diyor r.
hiç gitmediğin, belki de hiç bulunmayacağın bir otobandaki yol durumunu... ve dünyadan 'fırlatılmış' olan bir uzay mekiğinin durumunu takip etmen hakkında sana söyleyecekleri olabilir.
.
.
n. zor zamanlar geçiriyor. benden farklı olarak o böyle zamanlarında çok kitap okuyabiliyor. bana, beraber dostoyevski okuyalım m? diye soruyor. tamam diyorum. bir kitap seçiyoruz, 2 kişilik bir kitap kulübü.
ama.. okudukça kitaptaki karakterlerin içsel hallerinden yoruluyor hırpalanıyorum. hey diyorum. bu insanlar -dostoyevski'nin kitap karakterleri - sürekli bayılacak gibi oluyorlar, hemen oracıkta ölecekmiş gibi sinirleniyorlar, onları sıtma tutuyor, titriyorlar ve humma tutmuş gibi baygınlık geçiriyorlar- bu derece nevrotik insanların başlarına gelenler ilgimi çekmiyor.
bence bu halleri muhteşem kırılgan, o yüzden insani, o yüzden de çok güzeller diyor n.
ben, diyorum... bu kitap kulübünden çıkmayı düşünüyorum.
.
eve dönmeden anneme uğruyorum. ne zamandır beni bekliyor. hasta, bitkin, ama konuşmak da istiyor (insan ancak etkileşimle hayatta kalıyor). anlatıyor, yolda eski bir arkadaşını görmüş.. arkadaşı 'bir değişik olmuş'... diyor ki, -vallahi dinledim ama halini de çok beğenmedim, bir değişik olmuş. konuşurken sürekli kafası sallanıyordu.. sanırım diyor, -sesini bir sır verir gibi kısıyor- "sanırım, kafayı üşütmüş."
üşütmüş olamaz diyorum.
neden? diyor.
[soğutulan sistemlerde entropi azalır... diye duyulmayacak şekilde mırıldanıyorum.]
neden? diyor.
üşütmüş olamaz.. tam tersine, ısınmış olmalı. parkinson mesela. yani parkinson hastalığında olabilir bak kafasının o şekilde sallanması.. evet! demek parkinson'dan diyor annem. bir açıklama bulmaktan ötürü huzurlu..
.
eve dönüş yolumda bir kasap var. eve dönüş yolumda 30 senedir bu kasap var. önünde sürekli bekleyen kediler. dükkanının önünden geçerken kasabın iç sesini duyar gibi oluyorum: beyin dediğin 1-2 kiloluk et. içinde bunca ıstırap olması şaşılacak şey.
.
geçen yaz deniz kenarında gördüğüm bir sahne rüyalarıma girip duruyor.
e. ile deniz kenarındayız. yanımızdaki bir adam çocuğu için bir deniz yatağını şişirmeye çalışıyor. üflüyor da üflüyor. arada sigarasını da içiyor. sigaradan çektiği dumanların bir kısmı şişme yatağın içine doluyor. o an bu sahne hakkında e. ile konuşmak istiyorum ama o sırada uyukluyor. uyandırmaya kıyamıyorum. hayalimde onunla konuşuyorum. baksana diyorum. adam şişme yatağı sigara dumanı ile dolduruyor.
çok saçma diyor e... sanırım diyorum, denizde, uzaklarda bir yerlerde şişme yatak patlarsa, içinden çıkan dumanla bundan haberdar olmak istiyor.
çocuğunun güvenliği için bu yaptığı.
.
ölümcül derecede -ölümle (ve de kendi ölüm ihtimalleriyle) ilgili- haberler aldıklarında insanlar, verdikleri tepkilere göre ikiye ayrılıyorlar:
birincisi: ben ölecek miyim? yok mu olacağım yani? vay canına, bu kadarını da beklemiyordum! diyenler.
benim gibiler.
ikincisi: nasıl yani? artık sarhoş olamayacak? ya da, dans edemeyecek miyim? diye soranlar.
benim gibi olmayanlar.
bu sorularıyla ölümü güldürenler ve kovalayanlar. kışkışlayanlar.
.
eve dönüyorum. aronofsky'nin fountain'ını bilmem kaçıncı kez izliyorum.
filmin bitiminde kapanış jeneriği başlıyor, bir takım grafikler, siyah beyaz desenler, bir animasyon.. oyuncuların isimleri sıralanıyor, en önemlisi rachel weisz.
imdb'yi kurcalıyorum. bu olanları bir supernova patlamasıyla ilintilendirenler var: yani biliyorsunuz, her şey var olmadan önce, her şey 'yoktu'. mutlak bir yokluk söz konusuydu, yani zaman da yoktu, haliyle ölüm de. (o yüzden evren var olmadan 'önce' ne vardı? diye sormak retorik bir saçmalıktır, ya her neyse).
işte, fountain'ın bitiminde ekranı tümüyle kaplayan bu parlak ışık sonra adacıklar halinde yoğunlaşarak azalıyor, bu görüntüyü büyük patlama üzerinden okumaya kalkacak olursak bu döneme evrenin "opaklaşma dönemi" deniyor.
.
fountain'ın senaryosunda aronofsky'nin yanında bir isim daha var. ari handel.
kendisi bir nörobilimci, maymunların beyinleri üzerinde çalışmış (ah donovan!). özellikle de beyin tümörleri.
2006'dan sonra bilimsel hiçbir yayın yapmamış gibi gözüküyor... pubmed'i kurcalıyorum, bir çalışmasında beyin kanseri ile ilgili bir paragrafta şu histoloji görüntüsü ile karşılaşıyorum:
.
bu yazdıklarımı r. ye gösteriyorum... tesadüf olabilecek şeylere çılgınlık derecesinde anlamlar yüklüyorsun ve bunun sonu delirmek gibi bir şey olabilir diyor r. -bir terapist bulman önerimden vazgeçiyorum. kimseyi bu kadar çok zırva ile sınamamalısın. dur diyorum. daha anlatacaklarım var.
15 notes
·
View notes
Text
Ekşide psikolog ücretleri gündem olmuş. Son bir ayım seans ücretlerine zam yapmak zorunda oluşumun karın ağrısıyla geçti. Evet zorunluluk. Çünkü ben bu işi hobi olarak yapıyor gibi hissetmek istemiyorum, bu his ne bana ne de danışanlarıma iyi gelecek.
Günde sekiz hasta baksa, seans ücreti 2000 tl olsa oh aylık 320 bin tl vay canına filan gibi hesaplar yapılmış. İşin mutfağında olmayan, dışarıdan bakan biri için bu hesap anlaşılabilir. Ama bir de işin iç yüzüne bakalım (shall we).
İyi bir terapi, terapistin danışanına, onun duygularına uyumlanabilmesidir. Tüm dikkatini danışanına verir, onun sadece anlık olarak söylediklerini dinlemekle kalmaz bunları hem kendi teorisine göre anlamlandırır hem de danışanının geçmişindeki örüntülerle ilişkisini kurar. Değişen noktaları fark eder, müdahale etmesi gereken yerleri belirler, bölük pörçük parçaları büyük resme çevirmeye çalışır. Aynı zamanda ilerleyen seanslarda nelerin üzerine düşülmesi gerektiğini not eder. Danışanlarımız için hazırlıklar yaparız, eksik olduğumuz noktalarda kitaplar okuruz, bilgilerimizi tazelememiz gereken yerlerde araştırmalar yaparız. Yani 50 dakikalık bir seansa, en az 1.5 saatimizi ayırırız (ki daha süpervizyondan bahsetmedim). Ve bu 50 dakikanın tamamında tüm dikkatimizi odaklamamız gerekir. Dolayısıyla bırakın günde 8 danışanı, 4 bile fazladır. Benim için maksimum seans sayısı 3, çok nadiren 4 yaptığım da oluyor ama halim canım kalmıyor sonrasında.
Ki eğer popüler değilseniz (popülerlikle iyi bir terapist olmak arasında anlamlı bir ilişki olduğunu sanmıyorum) zaten önünüzde bir sıra olmuyor. Günde 4 danışan göreyim deseniz bakalım onlar görülmek istiyor mu:) Arz ve talep açısından bakıldığında terapi arzının talepten fazla olduğunu, çünkü orta sınıfın can çekiştiğini söyleyebilirim.
Gelelim giderlere. Kira, bağkur, kdv kesintileri, gelir vergisi, muhasebe ücreti bunlar cepte. Serbest meslek şeklinde çalışanlar için ortak giderler. Ama bir de terapist olarak hayat boyu gelişim zihniyetinde olmak gerekiyor. Ne lisans ne yüksek lisans bizi bin bir türlü insan sorunuyla çalışmaya uygun şekilde hazırlıyor. Dışarıdan eğitimler almak zorundayız. Ki birçok psikoloğun bence asıl gelir kalemi diğer psikologlara sattıkları eğitimler. (Eskiden cahildim, bireysel terapi yapardım; şimdi bilgeyim bireysel terapi yapan psikologları sömürüyorum) öhöm. Bunlara bir de süpervizyonu ekliyoruz. Süpervizyon almayan terapiste gitmeyin, bu bayağı güzel bir kıstas olabilir. Çünkü terapi odasında ben ve danışan yalnızız, beni kim denetleyecek. Seans ücretlerini düşünecek olursanız süpervizyon ücretlerinin bundan da fazla olacağını tahmin edersiniz.
Ve bir nokta daha, bunu da hesaplamalara katmıyoruz. Eski danışanlardan aldığımız ücretler... İlk danışanımla bundan dört sene önce 50 tl ile başlamıştım. Zam yapsam yapsam ne kadar yapacağım. Hem vicdanen hem de terapi ilişkisinin bir parçası olarak çok yüksek zamlar yapamıyoruz (he yapan var mıdır vardır ama bazen bu, danışana daha gelme demek gibi olabiliyor). Özellikle enflasyonun çılgın attığı dönemde kazandığım giderlerimin yanında kuş gibi kaldı. Şu anda da evet seans ücretini yükselttim ama eski danışanlarımla yükseltebileceğimin bir sınırı var.
Ve iyi bir terapist olmak gerçekten iyi bir ruh haline sahip olmaktan geçiyor. Lamı cimi yok. Yardım edebilmek için önce kendimize iyi bakmalıyız. Bu yüzden kendim de terapi alıyorum, düzenli spor yapıyorum, ruh sağlığıma iyi bakmaya gayret gösteriyorum. E bunlar da masraf, kabul edelim ya da etmeyelim:) evet kendim için de yapıyorum bunları ama kesinlikle mesleki tarafı da var.
Gelelim canım yaz dönemine... Hesap yaparken sanki on iki ayın her haftası aynı sayıda seans yapabilecekmişiz gibi yapılıyor. Ama dünyada yaygın olarak gözlenen ve benim de yıllardır deneyimlediğim durum, güneş yüzünü göstermeye başladığı gibi yaprak dökümü gerçekleşiyor. Danışanlar teker teker bırakıyor. Eğer kış aylarında günde üç seans yapıyorsanız günde tek seansa düşmesi işten bile değil. Dahası, eğer hasta olursak ya da en basitinden 1 hafta tatile çıkmak istersek direkt ücretsiz izin babında oluyor çünkü seans yapmıyoruz ve dolayısıyla kazanmıyoruz. Danışanların iptalleri, resmi tatiller vb. Derken evdeki hesabın çarşıya uymayacağı kesin.
Epey uzun uzun yazmışım. Ama sanırım terapistliğin popüler olmadığım müddetçe asgari ücretle ortalama bir memur arası kazandırması gerçeğiyle barışmam gerekiyor. Cidden şu anki kazancım bana bu işi kendimi oyalamak, hobi amaçlı yapıyormuşum gibi hissettiriyor. Belki beklentilerimi güncellemeliyimdir. Bu sandığım prestijde bir iş olmayabilir ve azıcık aşım kaygısız başım deyip hayatıma devam etmeliyimdir. En azından çalışma saatlerini kendim seçebiliyorum. Bu da güzel bir özgürlük.
8 notes
·
View notes
Text
1970’li YILLARDA TUNCELİ’DE GÖREV YAPMIŞ, EDİRNELİ KADIN ÖĞRETMEN
"Boşuna uğraşmayın, ne derseniz deyin... Ne yaparsanız yapın, beni vaz geçiremeyeceksiniz" diyorum.
"Ama sen çok güzelsin " diyor Annem..
-Ne olmuş güzelsem!!!..
-Seni orada rahat bırakmazlar!!
Malum... Erkek egemen toplumda, güzel kadın olmak suç... Erkeklerse. Pürü pak... Kadın olmaktan kaynaklı bir olumsuzluk yaşandığında; eee.... o da o kadar güzel olmasaydı gibi, saçma sebepler aranabiliyor.
Yıl 1976 Ağustos....20 li yaşların başındayım...Yeni mezun genç ve güzel Matematik öğretmeniyim.. Atamam Tunceli Endüstri Meslek Lisesi’ne yapılmış... Ailem gitme diye diretiyor... Edirne nere... Tunceli nere diyorlar. Hem sen Edirne gibi çağdaş bir şehirde çok rahat ya-şamaya alışmış bir genç kızsın...orada yapamazsın.. hem rahat bırakmazlar.. seni..
Kim bırakmaz???..
Erkekler..
Oysa ben, hiçbir mecburiyetim... devlete hiçbir borcum olmamasına karşın.. İdealist bir nefer olarak, ülkemi tanımak adına, bir köy okuluna bile hazırlamıştım kendimi. Her ne kadar şehirde doğup büyümüş olsam da... Ama zaten atamam şehir merkezine yapılmıştı.
Anneme göre .... Trakya’dan ötesi...tu.. kaka şeklinde..
Hııııh!!.. işte ... Anadolu... çünkü en uzak mesafesi. İstanbul anneciğimin.
Sanmayın ki; bu düşüncede olan sadece annem... Öğretmenlerim de aynı düşüncede... bir belge almak için gidiyorum okula..
"Gel bakalım, seninle biraz konuşalım, gideceğin okul, yetişkin erkek öğrencilerin eğitim aldığı bir okul.. sen de çok dikkat çekicisin...şöyle giyin.. böyle davran.." gibilerden uyarılar.
Kimsenin uyarılarını dikkate almıyorum...ben kendimden eminim.. Gidicem ve öngörülen hiçbir olumsuzluk yaşamıycam..
Kararlılığımı gören babam; Adliyeci olmanın getirdiği bağlantıları kullanarak. HAMİLİ KART YAKINIMDIR... tarzında..tüm yönetim kademelerinden.. selamlar.. mektuplar.. kartlar topluyor.
Validen .. vali yardımcısına, Emniyet amirinden ..
emniyet amirine, başhekimden.. Başhekime,
savcıdan ...savcıya,. Hâkimden... Hâkime.
Hani kızıma, göz kulak olsunlar oralarda... babından...
Ailecek çıkıyoruz yola... İstanbul’dan öte yolculuk yapmamış biri olarak, yolculuk çok yorucu gerçekten. İstanbul’dan 24 saat... Gözümü kırpmadan iniyorum otobüsten... Sarhoşluğun ne demek olduğunu anlamış biçimde...
Çok iyi karşılanıyoruz. Tuncel’inin en güzel okulu, şehrin göbeğinde... Lojmanları da var. Ama şöyle bir sorun var.. Lojmanda tek başıma kalmam gerekecek...
Çünkü okulda benden başka DİŞİ ..SİNEK BİLE YOK!!!.
Bol öğretmenli.., bol öğrencili...büyük ve yatılı bir okul. Eğitim binası, atölyeler, yatakhane, yemekhane, geniş yeşil alanlar..40 dönümlük bir alana yayılmış.. dört tarafı ana yollarla çevrili.. Adeta bir kampüs. Ama dedim ya...dişi olarak benden başkası yok!!!... koca okulda.
Ana yola ve atölyelerin bahçesine cepheli lojmana yerleşiyorum. Bütün ev ihtiyaçları zaten yatılı olan okuldan karşılanıyor, yemeklerimi okulda yiyebileceğim söyleniyor. Okulun karşısında..(.sonraki yıllarda koli tartıcısında kızımı da tartmak zorunda kalacağım...)
Şehir postanesi...200 metre mesafede Devlet Hastanesi...yani hayal ettiklerimin çok..çok..ötesinde.
Annem biraz ikna olmuş gibi...Babam hamili kart görüşmelerini de yapınca .. beni bırakıp dönüyorlar.
Okullar açılıyor...el bebek, gül bebek tarzındayım.. Hani yaz gecelerinde, bir ışık kaynağının etrafında dönen pervane kelebekleri vardır ya...aynı o şekil....herkes etrafımda pervane...her şey çok güzel... hiçbir olumsuzluk yok.. Evli olan öğretmen arkadaşlarımın, eşleriyle de arkadaş oluyorum, zaten hepsi lojmanlarda. Her gece, başka biri beni yemeğe alıyor.. Ama halktan henüz uzağım.
Tunceli’de de düşünce değişmiyor. .arkadaşlarımın eşleri; "Seni ilk gördüğümüzde ..saçtığın ışıltıdan korkmuştuk...ayyy...bu hoca hanım bu kadar genç delikanlının içinde ne yapacak, bari bir önlük giyse üzerine de...derse girerken demiştik,.. bir sabah evden beyaz bir önlükle çıktığını görünce rahatlamıştım.. ama...aynı gün önlüklü halinle kapımı çaldığında...ışıltının daha da çoğaldığını gördüğümde.. yapacak bir şey yok!!! Allah vergisi... dedim" diyordu. İşte...ister doğu.. ister batı.. her toplumdaki fikir; erkeği eğitmek yerine.. hep kadının kendini kollaması üzerine kurulu.
Ama ..ben ne yapıyorum...
"Hocam....valeybol turnuvamız var seyretmeye gelirsiz?? dediklerinde.." Ne demek seyretmek beni de oyuna alın" diyorum.. Hepsinin gözleri faltaşı...
Hocam siz valeybol oynirsiz???..oynuyorum elbet deyip sınıf öğretmeni olduğum sınıfın takımında turnuvaya katılıp kazanıyoruz sınıfça... Hiçbir erkek öğretmen arkadaşımın ilgilen-mediği turnuvalarla çok ilgiliyim..
Başka bir gün...öğle arası.. nöbetçiyim.. bütün anahtarlar bende.. bir öğrencim;
-Hocam...masa tenisi odasının anahtarıni verin de oyniyalim ..diyor
- Bir şartla ..beni de oynatırsanız..
- Ne dirsin hocam!! ping pong oynirsiz???
-Oynuyorum elbet...hem de ..derslerimi kırıp... oynayacak kadar hastasıyım...
Gene şoktalar...hepsini de kırıp geçirince.. NAMIM alıp yürüyor ..hem okulda.. hem Tunceli’de..
Hem çok güzel...hem spordan anlir!!!
Artık neredeyse cinsiyetsizim gözlerinde..
Hepsinin sevgili öğretmeni, arkadaşlarımın kardeşi, neredeyse emeklilikleri gelmiş, muhasebecimiz Mahmut Amca’nın ve aşçıbaşımız Bekir Amca’nın kızıyım...
Bana onlardan zarar gelmesini bırakın...etrafımda görünmeyen ...ama.. hissettiğim.. koca bir koruma ordum var.. Hattâ...erkeklerden çok.. kadınların ilgisini çekiyorum.. Siyasi yanları ağır basan, başka okullardaki bayan arkadaşlarım.. hafta sonları mahallelerde kadınlarla yapacakları toplantılara beni de götürmek istiyorlar..
-"Senin de geleceğini duyan kadınlar.. seni görmek için olsa da toplantıya katılıyor.. ne olur bu sefer de gel bizimle...sen olunca kolayca toplanıyorlar.." diyorlar.
Öğrencilerimin anneleri okula gelip "Hoca hanim!! bizim oğlan, bi anlatir...bi anlatir...seni.. merakımdan görmeye geldim".. diyor.
Sonuçta;
hakkımda yapılan öngörülerin hiçbiri gerçekleşmiyordu...en ufacık bir rahatsızlığım dahi yoktu.. ne bir olay...ne bir söz..
Tunceli bambaşka bir şehir çünkü...adi suç oranı SIFIR diyor, hakim tanıdığımız.. sadece siyasi suçlar var..
Eğitim düzeyi en yüksek seviyedeki illerimizin başında geliyor... Ayrıca siyasi yanlarından kaynaklı Devrimci bir yüksek ahlâk seviyesine sahipler.
Tek başına yaşayan bekâr ve dikkat çekici ben, evlenip eşim 18 aylık askerlik görevini yaparken de.. gene tek başına evli bir bayan olarak.. En ufacık bile olsa beni rahatsız edecek bir olay asla yaşamadım.
Tunceli hakkındaki bütün önyargılar yıkılmıştı artık ..
O, yüksek ahlâk sahibi Tuncelililer.. halâ kalbimin en güzel yerindeler..
Haaa!!!!...hamili kartlar ne oldu diye merak ediyorsanız söyleyeyim... onların hemen hemen hepsi.. EVLİLIK TEĶLİFİ OLARAK dönüş yaptı.. Vali muavininden başlayıp sırasıyla hakimi, doktoru, mühendisi...sıraya girdi.. Sanırım yanlış anladılar.. Babacığım. Hani göz kulak olun babında demişti ama...onlar işi tek başlarına sahiplenmeye kadar götürdüler..
Rahatsız ettiler mi???..Asla..
Red cevabı aldıklarında.. YA BENİMSIN ..YA TOPRAĞIN DEMEDİLER... Hepsi de çok beyefendiydi de.. benim evlenmek gibi bir derdim yoktu..
Yıllarca evimizde espri konusu oldu, teklifler...
-Baba bak!!!...kıymetini bil...Annemi ne doktorlar.. ne mühendisler... ne hakimler.. ne valiler istemiş te ..o seni seçmiş.
Karşı saldırı gecikmiyor..
-Siz biliyor musunuz ??...bana kaç tane kız Aşk mektubu yazdı da. Ben Annenizi seçtim...
Önyargıları yıkmak ..atomu parçalamaktan zordur ..denir ya...ben inanmıyorum... Yeter ki yıkmak isteyelim...
Selâm olsun...Tunceli’ye ve yüksek ahlâklı Tuncelilere..
Naciye Akay Ocak 2021 Urla
12 notes
·
View notes
Text
Yazdığım Textingin birinci bölümünü atıyorum şimdi. İstek geldikce yeni bölümü yayınlayacağım burada. birde çizgi stüdyo da yayınlıyorum. bakarsanız sevinirimmm
💅🏻💅🏻💅🏻💅🏻💅🏻
özlem: sen kimsin diye sormadan ben söyleyeyim, ben özlem. Ve yarışmada ne kadar yakışıklıydın ya! bu kadar yakışıklı ve uzun boylu olduğunu daha önce söyleselerdi gelmemek için itiraz etmezdim ki ben o kadar.
mert: hangi özlem? yarışmaya geldiğine göre ya bizim okuldasın yada karşı okulda.
özlem: sana özlem.
mert: iğrenç espri.
özlem: espri değildi…
özlem: kırıyorsun kalbimi.
mert: niye yazdın?
özlem: sıkıldım yazdım.
mert: ve ben gidip merti taciz mi edeyim dedin?
özlem: yok canım, taciz değil, istersen engelle. benimki sadece sevdamın peşinden koşma.
mert: ne sevdası? yarışma dündü.
özlem: ben çok çabuk aşık oluyorum belki nereden biliyorsun?
mert: rastgele bir insan olduğun dışında hakkında hiçbir şey bilimiyorum.
özlem: ya onu boşverde yarışmayı nasıl kaybettiniz siz ya
özlem: ben oy versem sana verirdim.
mert: hile vardı bana kalırsa ama bizim de hatamız çoktu. yanlış bilgi verdik jüriye. siteye koyduğumuz bilgiye koymadık dedik. hak ettik bana kalırsa.
özlem: karşı takımda ki kızlarda çok iyiydi şimdi girl supportu unutmayayım.
mert: her neyse. benden ne bekliyorsun?
özlem: hiçbir şey.
mert: o zaman seni engellememen için sebep?
özlem: ya bak,
özlem: şimdi senin de benim gibi yalnız olduğunu ve benimle konuşman gerektiğini söylemeyeceğim. çok da sosyalsin yani ahfkdkfkfckf.
özlem: sadece Wattpad bağımlısı arkadaşım textinglerdeki gibi anonimden yaz, belli mi olur, dedi. bende yazdım.
özlem: bu kadar.
özlem: bir beklentim yok senden. giderken zorla götürdükleri için sövdüğüm bir bilgi yarışmasında karşılaştığım bir çocuksun. ister konuşur, ister konuşmazsın, hayatı pek de romantize eden bir insan değilim zaten.
mert: konuşalım bakalım.
7 notes
·
View notes