#yalnızlığınonbirhali
Explore tagged Tumblr posts
Text
Richard Yates, Yalnızlığın On Bir Hali, Bir Yılda On İki Ay
Richard Yates’ten Yalnızlığın On Bir Hali’ni okurken hissettiklerimi düşünmek benim için bir hayli zor. Öte yandan kitabın ismindeki cazibe ne kadar güzel. İngilizce halini düşününce mest oldum. Eleven Kind of Loneliness. Üç tane l bir şeyleri atmak için çırpınıyor söylerken, sonraysa tıslanarak sessizliğe terk ediliyor kitabın adı. On bir öykü olduğunun ve kitap adının biraz mecburiyetler içerdiğinin farkındayım ama olsun. 01.01.2018′de bu kitabı okumaya başlamak bilinçli tercihti, her aya bir öykü düşüyormuş kalan bir aylık boşluğu da ben doldurmalıymışım gibi hissetmek istedim. Saçma projemi kenara bırakacak olursak, tematik bir yayınevi olan Yüz Kitap’tan okuduğum üçüncü kitap bu. Bayağı benlik olan hoş bir anlayışları var. Tim Winton’un Dönüş’ünü de beğenmiştim. Başka kitaplarıyla buluşmak dileğiyle diyorum.
Yalnızlık ağırlaştırılmış bir sözcük. Bundan dolayı benim için üzerinde düşünmek zor. O kadar çok yakınma, dert, muzdariplikle örülü şeyler yazılmış ki etrafına şimdilerde çoğunluk ne güzellemesini ne de kötülemesini çekemiyor. Yalnızlık sanırım sadece cesur insanların yüzleştiği bir his artık. Semt adı bile değil.
Aslında Yalnızlığın On Bir Hali’ndeki öykülerde çok az sayıda ‘’yalnızlık’’ kelimesi geçiyor. Öyküler akşam yemeğinin beğenilmesinden çok içinde o az miktarda konulup lezzet veren baharatın ne olduğunun bilinmesini bekleyen nazlı kadınlar gibi. ‘’Bunun içinde yalnızlık mı var?’’ diyerek sevindirmemizi bekliyorlar. Onları sevindirmek için TDK’ya bakıyorum ve
1.sıfat: Yanında başkaları bulunmayan
2.zarf: Yanında başkaları olmayarak
3.zarf: (ya’lnız) Yalnızca
4.bağlaç: ama
5.isim, ruh bilimi: Toplumsal ilişkilerden yoksun veya yoksun bırakılan kişi
yazıyor. Doğruluk payı olsa bile kitapta bu neredeyse bir yalana çıkıyor. Öykülerde yalnızlığın ölçü birimi birilerinin varlığı veya yokluğu ile ilintili değil. Hatta öykülerdeki yalnızlığı, yalnızlık üzerinden açıklayamıyorum. Yalnızlık sabah dokuz akşam beşlerin, mecburenliklerin, geçici heveslerin, anlık beklentilerin, hayatı kurtarmaların arasındaki çatlaklardan sızıyor. Buna ek olarak yalnızlıktan kurtulmak için yapılan eğreti gösteriler üzerinden ilerleyen bir anlatıyla açıklama değil hissettirme hali var. Cem Akaş’ın vakt-i zamanında okuduğum manifestosundan bilmem kaçıncı madde aklıma geldi: ‘’İnsan temelde yalnızdır. Üst kotlar için kesin bir şey söylenemez.’’. O zaman Richard Yates üst kotlara çıkıyor diyebilirim. Yates modernin getirilerini fark etmiş ama bunun melodramını yapmaktansa, öyküleri olayların çıplaklığıyla ve imalarla işlemiş. Durumları yaşayan karakterlerin hemen hepsi erkek. İki öyküde çocuklar ağırlıkta, kadınlarsa çoğunlukla yan rollerde yer alıyor. Yazıldığı dönem ve konular gereği pek şaşırtmıyor bu portre hem zaten kadınlar yalnızlıklarını değil yapayalnızlıklarını anlatır. (gülüşmeler) Bu kitap harika dediğim ve Amerikan öykücülüğüyle aramdaki buzların eridiği noktalarsa o küçük sızıntıları teker teker fark ettiğim zaman başladı. Örneğin:
‘Finans bölümündeki işim, müdürlerimin yaptığım iş hakkında aslında ne kadar az şey bildiğimi yavaş yavaş keşfetmelerini beklemekle geçen bir işkenceye dönüşmüştü.’
veya
‘Hayatı, özenle seçilmiş ruh hallerinin devri daiminden ibaretti, ya da aslına bakılırsa, sonradan böyle olmuştu hayatı. Gayet iyi beceriyordu üstelik, yalnızca nadiren ve ancak yakından baktığında Walt bunca gayretin ona nelere mal olduğunu anlayabiliyordu.’
veya
‘Her gün yeniden yalan söylemenin hiç de kolay bir şey olmadığını biliyordu elbette. Tıpkı bir kanun kaçağı gibi her an tetikte olmayı ve kurnaz davranmayı gerektiren bir işti. Ama sonuçta, bütün bu zorluklar değil miydi zaten böyle bir planı uygulamayı değer kılan? Ve en sonunda, her şey bittiğinde, olan biteni karısına anlattığında, bu çetin sınavın her dakikasını kıymetli kılan asıl büyük ödüle kavuşacaktı. Anlatırken karısının ona nasıl bakacağını şimdiden görüyor gibiydi---önce inanamayarak bakan boş gözleri sonra yavaş yavaş yıllardır görmediği bir saygı ışıltısıyla dolacaktı.’
veya
‘Daha da kötüsü, onun aksine, sıradan işlerle geçen gündelik yaşantımız dışında hiçbirimizin gerçek bir hayatı yoktu.’
gibi.
Bir de çocukların yalnız kalma halinin farkında olmayışını Yates’in bir şey demesine gerek kalmadan hissettiğimde. Harika kısa filmler de çıkar öykülerden (kaldı ki Revolutionary Road filme çekildi) ama yönetmen koltuğuna kimseyi oturtamadım. Belki bundan dolayı belki de son zamanlarda yeniden bakmaya başladığım için her öyküye onu hatırlatan bir fotoğraf karesi hediye ediyorum. Favori öykülerimden olan Müthiş Bir Caz Piyanisti’ndeki istek parça Ben Webster-Stardust’ı çalarak.
youtube
Doktor Jack-o'-Lanter-Helen Van Meene
Her Şeyin En İyisi-Francesca Wood
Jody Attı Zarları-Robert Capa
Acı Filan Yok-Ed van der Elsken
Zora Doymam-Vivian Maier
Köpekbalıklarıyla Boğuşan Adam-Ken Schles
Yabancılarla Gülüp Eğlenmek-Johan van der Kauken
BMT Uzmanı-Josef Koudelka
Müthiş Bir Caz Piyanisti-Vivian Maier
Moruklara Veda-Henri Cartier Bresson
Yapı Ustaları-Robert Frank
Projemi sonlandırıp kalan bir ayı Ferhan Şensoy işbirliği ile dolduruyorum.
"kim evlenir boşanmak olmasa nolur hiç evlenmek olmasa yalnızlığım karımdır kimselere koklatmam"
İyi seneler!
2 notes
·
View notes