#yağmur ekim güneş
Explore tagged Tumblr posts
Text
Yarattığın gerçek adalet vicdanının ve vicdansızlığının sesidir.". - 𝑆𝑁
"Yarattığın gerçek adalet sadece senin korkularından ibarettir.". -𝑆𝑎𝑑𝑒𝑐𝑒 𝐾𝑜𝑧𝑎
"Yarattığın gerçek adalet, kalbinin sesinden ibarettir." - 𝐻𝑒𝑙𝑖𝑛 𝐴𝑘𝑡𝑎𝑛
Senin yarattığın gerçek adalet ne ?
#sokak nöbetçileri#Helin aktan#saye güneş#saye aktan#yankı sarca#umut güneş#koza aktan#sadece koza#poyraz aktan#ışık sarca#Nil Göktepe#mutlu sarca#Fırat Göktepe#Bartu sarca#✨Bartu Sarca#lâl sarca#Zeynep Elçeri#sadece Helin#Yağmur Ekim Sarca#Yağmur Ekim güneş#aslı arslan#raife
33 notes
·
View notes
Text
"Hepimiz birer çocuktuk, masallara inandık; büyümek inancımızı, kötülükler kalbimizi kirletemez"
Aslı Arslan - Sokak Nöbetçileri
#sokak nobetcileri#sokak nöbetçileri#aslı arslan#yankı sarca#helin aktan#helinski#ışık sarca#sadece koza#mutlu sarca#bartu sarca#bartukıç#kozalak#umut güneş#poyraz aktan#saye güneş#fırat göktepe#nil göktepe#lal sarca#zeynep elçeri#yağmur ekim güneş
9 notes
·
View notes
Text
"Senin en büyük şanssızlığın dayındı, yeğenimin en büyük şansı dayısı olacak."
"Söz veriyorum."
#sokaknobetcileri#sokak nöbetçileri#wattpad#kitap alıntıları#aslı arslan#kitap sözü#poyraz aktan#koza#sadece koza#helinsaye#sadece helin#helinski#helin aktan#saye güneş#helin saye güneş#yankı sarca#umut güneş#ışık sarca#nil göktepe#mutlu sarca#fırat göktepe#bartu sarca#lal sarca#zeynep elçeri#yağmur ekim
20 notes
·
View notes
Text
iyiki doğmuş yağmur ekim güneş
(video benim değil...)
#yağmur#ekim#aslı arslan#sokak nöbetçileri#helin aktan#yankı sarca#mutlu sarca#sadece helin#bartu sarca#sadece koza#ışık sarca#nil göktepe#fırat göktepe#umut güneş#helinsaye#helinski#yankıtu
9 notes
·
View notes
Text
Acılar tükenirse biter sanıyosun ama unutuyosun; yaşadığın sürece acılar asla geçmez, mezara gömülmez, yanmaz, yıkılmaz, parçalanmaz çünkü biliyosun; çocuklar bazen nadiren gülümser, bazense sadece acı çekerler.
#sokak nöbetçileri#aslı arslan#sadece helin#helin aktan#helinski#koza#sadece koza#yankıtu#yankı sarca#işık sarca#mutlu sarca#bartukıç#bartu sarca#lal sarca#yağmur ekim#helinsaye#umut güneş#poyraz aktan#zeynep elçeri#nil göktepe#fırat göktepe#aile
5 notes
·
View notes
Text
Music: Secret Garden - Nocturna 🎵🎶
Günaydın 🌅☀️
Yağmur yağdığında yağar; ama çok geçmeden, güneş yeniden parlar. Pozitif kal. Daha güzel günler yolda...!
🌨️🌦️⛅🌞🌈🌅☀️
Her şey vaktini bekler. Ne gül vaktinden önce açar, ne de güneş vaktinden erken doğar. Bekle, senin olan sana gelecektir...!
☀️🌅🌈🌞
Sevgilerimle 💙❤️
11 Ekim🧚
110 notes
·
View notes
Text
YAĞMUR EKİM GÜNEŞ🥹🥲❤🩹
14 notes
·
View notes
Text
Tek bir gökyüzünün altında Dört mevsimi yaşıyoruz Sen bugün hangi elbiseni giyersen o ol
Yağmur ol, güneş ol, toprak ol,kar ol, Herşeyden önce Mutlu ol Sevgi ol Gülücük ol Aşk ol Güzel bir güne ışık saçın ☀️
Hoş geldin Ekim Yeni ay,yeni gun hepimize şans getirsin Sağlıkla, huzurla
Mutlu pazarlar 🌸 #Günaydınıııın🍂🍁🌼🌿☀️🌹🌸🌈🍂💚🙏
5 notes
·
View notes
Video
youtube
Eylül Akşamı - Linet ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Hicaz Fantazi Arab... Ayrıcalıklardan yararlanmak için bu kanala katılın: ( Join this channel to enjoy privileges.) ✩ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join Şarkının Orijinal Versiyonunu Linkten Dinleyip Ritim Karaokesiyle Çalışabilirsiniz. ✩ https://youtu.be/qcqhPqGPAmo Aykut ilter Ritim Karaoke Kanalıma Abone Olun Beğenip Paylaşın. Eylül Akşamı - Linet ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Hicaz Fantazi Arabesk) B Em Bu eylül akşamında, o güzel deli gözlerini Am C Görebilmek için canımı verirdim Em C Am B Nerdesin nerdesin, nerdesin nerde B Em İçim dışım ızdırap, bir çıkış yolu bilmiyorum Am C Bana dönmen için canımı verirdim Em C Am B Nerdesin nerdesin, nerdesin nerde B Her akşam fırtına kar yağmur gezdiğimiz yerlerde Em Her akşam uğruna ağlıyorum sen hiç bilmesen bile Am C Am Ruhumdan ayrılığını koparıp unutmak istiyorum seni B Unutamıyorum Linet Madde Tartışma Oku Değiştir Kaynağı değiştir Geçmişi gör Araçlar Vikipedi, özgür ansiklopedi Bu madde şarkıcı hakkındadır. Aynı isimli albüm için Linet (albüm) sayfasına bakınız. Linet Doğum Linet Menaşi 5 Mart 1975 (49 yaşında) Tel Aviv, İsrail Başladığı yer İsrail Tarzlar Pop müzik, arabesk-fantezi Meslekler Şarkıcı Etkin yıllar 1985-günümüz Linet Menaşi (İbranice: לינט) (d. 5 Mart 1975; Tel Aviv, İsrail[1]), Türk-İsrailli şarkıcı. İsrail'de doğup büyümüştür. Annesi bir dönemlerin önemli Türk sanat müziği şarkıcılarından olan Bursalı Leyla Özgecan (Leya Bonana - לילה), babası ise İstanbullu Şumuel Menaşe'dir. Kariyeri İlk albümünü 10 yaşında İsrail'de yapan Linet, 1993 yılında Ani Ana (İbranice: אני אנא) isimli şarkı ile Eurovision Şarkı Yarışması İsrail elemelerine katılmıştır. Türkiye'deki ilk albümü 1995 yılında yayınlanmıştır. Türkçe ve İbranicenin yanı sıra Arapça ve İngilizce şarkılar da söylemektedir. Diskografi Albümleri שירו איתנו İsrail Para Para / כסף הכסף İsrail Hayatın Çiçeği, Anne / פרח החיים,אמא İsrail Et Libi Koveş İsrail Linet (1995) Türkiye Linet'in Müzik Kutusu (1997) Türkiye Ölümsüz Aşk (1999) Türkiye אישה אחרת / Different Woman (2003) İsrail Layla (2004) İsrail Paylaşmak İstiyorum (2009) Türkiye Kalbimin Sahibi Sen (2011) Türkiye Yorum Farkı (2012) Türkiye Yorum Farkı II (2015) Türkiye Bilir misin? (2018) Türkiye EP'leri שמש בודדה / Yalnız Güneş (2023) İsrail Single'ları "Yatsın Yanıma" (2020) Türkiye "חומות חימר / Yalnız Değilsin" (2021) İsrail "Ne Ağladım" (2022) Türkiye "סופים מאושרים / Mutlu Sonlar" (2022) İsrail "תשמור לי גם עליך / Kendine İyi Davran" (2022) İsrail "שני ילדים / İki Çocuk" (2023) İsrail "תסתכלו עליי / Beni Seyredin" (2023) İsrail "Al Gece Yarılarımı Benden" (2024) Türkiye Video klipleri Çocuksun Sen Daha Çaresizim Şeytan Diyor Ki Ölümsüz Aşk Bu Kim Özler O Kim Oluyor Aşk Ordusu Aslan Gibiyim Sözümden Dönmem Sürünüyorum Şu Saniye Adını Sen Koy Resim İncir Geçer Aman Aman[2] Kandıra Kandıra Hikâye İhtimal Yatsın Yanıma Ne Ağladım Ödülleri Yıl Ödül veren organizasyon Kategori 2013 12. Magazinci.com İnternet Medyası (En İyiler) Yılın Fantezi Müzik Yorumcusu 2015 Türk Müziği Gönül Dostları Derneği Ödülleri Türk Müziğini En İyi İcra Eden Sanatçı (Altın Mikrofon) 2016 MGD 22. Altın Objektif Ödülleri En İyi Albüm (Yorum Farkı II) 7. Quality Of Magazine Dergisi Ödülleri En Quality Kadın Sanatçı Kaynakça ^ "Linet doğum gününü 1000 kadınla kutladı". stargazete. 6 Mart 2013. Erişim tarihi: 2 Ekim 2013. ^ "Yorum Farkı 2 albümü üçüncü #videoklip'miz #AmanAman". Twitter. 10 Mart 2016. 23 Mart 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Mart 2016. Dış bağlantılar Discogs'ta Linet diskografisi Linet'in Resmi Web Sitesi (Türkçe) 24 Ocak 2010 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. Salom Gazetesi'nde yayınlanan röportajı [ölü/kırık bağlantı] Star Gazetesi'nde yayınlanan röportajı Eurovision Song Contest National Finals 8 Mart 2012 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. Otorite kontrolü Bunu Vikiveri'de düzenleyin ISNI: 0000 0003 8302 5301LCCN: n2012060170MusicBrainz: 3c7af09d-c335-45d5-9352-176c4616b566NLI: 987007477382005171VIAF: 268187235WorldCat: lccn-n2012060170 Kategori: Yaşayan insanlar1975 doğumlularTel Aviv doğumlularTürkiye YahudileriTürk arabesk şarkıcılarıİsrailli kadın şarkıcılarYahudi asıllı Türk müzisyenler20. yüzyılda Türk kadın şarkıcılar21. yüzyılda Türk kadın şarkıcılarKervan Plak sanatçılarıElenor Müzik sanatçılarıEsen Müzik sanatçılarıSeyhan Müzik sanatçıları1990'ların şarkıcıları2000'lerin şarkıcıları2010'ların şarkıcıları2020'lerin şarkıcıları
0 notes
Text
Taş
Güçlü ve sorumluluk sahibi bir adama nasıl söylenirse o da öyle söyledi bunu bana; kendisine teşekkür ettim. Ne bir endişe ne de üzüntü belirtisi göstermişti, ben de belli etmemeye çalıştım. Bu kadar basitti!
Ayrıca resmen üzülmek için haberin teyit edilmesini beklemem gerekiyordu henüz. Acaba bu durumda birazcık ağlanabilir mi diye düşündüm. Yok, ağlanmazdı herhalde; zira bir önder, kişisel davranışlar sergilemezdi. Bir şeyler hissetme hakkından mahrum bırakıldığından değil, kendisiyle ya da belki emrindeki askerlerle ilgili neler hissettiğini göstermemesi lazımdı.
- Aile dostlarımızdan biriymiş, durumunun ciddi olduğunu haber vermek için aramışlar, ama ben o gün çıkmıştım.
- Ciddi derken, ölecek miymiş?
- Evet.
- Bir şey olursa bana kesin haber ver.
- Öğrenir öğrenmez söylerim ama pek umut yokmuş. Yani sanırım.
Haberi getiren ulak çoktan geri gitmişti, hâlâ kesin bir bilgi yoktu. Beklemekten başka bir yol kalmıyordu. Üzüntümü gösterip göstermemem gerektiğine resmi haberin gelmesiyle karar verecektim. Göstermemem gerektiği fikri daha yakın geliyordu.
Yağmurdan sonra sabah güneşi fena vuruyordu. Bunda garip bir şey yoktu; her gün yağmur yağıyor, sonra güneş çıkıyor ve bütün nemi sıkıştırıp dışarı atıyordu. Akşam üstü dere yine berraklaşacaktı, gerçi bu sefer dağlara pek yağmur düşmemişti. Her şey neredeyse normaldi.
- 20 Mayıs’ta yağmur durur, ekime kadar bir damla düşmez diyorlardı.
- Diyorlardı… Ama do��ru olmayan o kadar çok şey de diyorlar ki. Doğa takvime uyarak mı ilerleyecekti?
Doğanın takvime uyup uymaması umurumda değildi. Genel anlamda hiçbir şey umurumda değildi denebilirdi. Ne bu mecburi hareketsizlik hali, ne de bu amaçsız aptal savaş. Tamam, amaçsız değildi. Ama o kadar durağan, o kadar belirsizdi ki imkânsız gözüküyordu. Sanki sürrealist bir cehenneme düşmüştük de bize düşen ebedi ceza, sıkılmaktı. Üstelik umurumdaydı da. Tabii ki umurumdaydı.
Bunu bir şekilde kırmanın yolunu bulmak gerek diye düşündüm. Düşünmesi kolaydı nasılsa; bin tane plan yapılabilirdi, hangisi daha cazip geliyorsa içlerinden en iyileri seçilir, iki üç tanesi bir taneye indirilir, basitleştirilir, sonra kâğıda dökülür ve sunulur. O noktada da her şey sona erdiği için baştan başlamak gerekirdi. Normalden daha zeki bir bürokrasiydi bu; kâğıtları arşivlemek yerine kaybediyorlardı çünkü. Benim adamlarım bunları sigara gibi tüttürdüklerini söylüyorlardı; içinde bir şey olduğu sürece her kâğıt parçası içilir çünkü. Bu bir avantaj sayılırdı aslında; hoşuma gitmeyen bir şey varsa bir sonraki planda değiştirebilirdim. Kimse farkına varmazdı. Bunu sonsuza kadar sürdürebilirmişim gibi geliyordu.
Bir şeyler tüttüresim gelmişti, pipomu çıkardım. Her zamanki gibi cebimdeydi. Ben pipomu kaybetmezdim askerler gibi. Pipomun yanımda olması benim için çok önemliydi. Yollar dumanlı olunca her türlü uzaklık aşılabilir; hatta diyebilirim ki insan kendi planlarına inanabilir, zaferi sanki düş değilmişçesine düşleyebilir. Sadece uzakta duran, buharlı ve sisli bir gerçekliktir artık ki dumanlı yollarda sis her zaman olur. Pipodan çok iyi yol arkadaşı oluyor. Nasıl kaybediyorlar, anlamıyorum. Ne ahmaklar.
O kadar da ahmak değillerdi aslında; sadece hareket ediyor ve hareket etmekten yorgun düşüyorlardı. O zaman düşünmeye gerek kalmıyor, ama düşünmeyeceksek pipoyu ne yapalım? Fakat düşünmesek de düşleyebiliriz. Evet, düş kurulabilir ama düş uzaklarda kurulacaksa, gidilecek tek yolun dumanlı olduğu bir geleceğe ya da dönerken aynı patikayı kullanmayı şart kılacak kadar uzak bir geçmişe yönelikse bu düş, o zaman piponun önemi büyüktür. Ama yakınlardaki özlemler bedenin başka yerlerinde duyulur; ayakları güçlü, görüntüleri gençtir; onların dumana ihtiyacı yoktur. Askerler pipoları kaybediyordu, çünkü kendileri için vazgeçilmez değildi, oysa vazgeçilmez şeyler kaybedilmez.
Başka vazgeçilmezlerim de var mıydı? Şifon eşarbım. Eşarp başkaydı; o vermişti bana kolumdan yaralanırsam diye. Ne sevgi dolu bir kol askısı olurdu. Kafatasımı parçalayacak olsalar eşarbı kullanmak biraz zor olurdu tabii. Aslında onun çözümü de basitti; çenemi tutabilmek için kafama sarar, mezara da onunla girerdim sonra. Ölüme kadar sadık kalırdım. Beni bir tepenin üstünde assalar ya da kaçırsalar şifon eşarbım falan olmaz tabii. Ya otların arasında çürürüm ya da beni teşhir ederler; hatta belki o büyük korku anında yüzümde acı dolu, ümitsiz ve donuk bir bakışla Life dergisine bile çıkarım. Eh, insan korkuyor, inkâr edecek değilim.
Dumanla birlikte kendi eski yollarımdan geçtim ve korkularımın en mahrem köşelerine vardım. Biz Marksist-Leninistler her ne kadar ölümden alelade bir şey gibi bahsetsek de, hiç ürkütücü veya esrarengiz bir şey değilmiş, hatta bir hiçmiş gibi görsek de bu korkular hep ölümle bağlantılıdır. Nedir bu hiç peki? Hiç. Bundan daha basit ve inandırıcı bir açıklama mümkün değil. Hiçbir şey hiçbir şeydir; zihnini kapat, ört üstünü kara bir pelerinle; istersen uzak yıldızlarla dolu bir gökyüzü olsun; yine de bu hiçbir şey hiç olarak kalır, anlamı ufuktaki boşluktur.
İnsan kendi türü içinde, tarih içinde hayatta kalır; tarih ki tür içinde, o eylemlerde ve o hatıralarda yer alan esrarengiz bir yaşam şeklidir. Maceo’nun pala hikâyelerini okurken hiç mi sırtından soğuk terler boşanmadı? Hiçten sonraki yaşam budur işte. Çocuklar da öyle. Çocuklarımdan sonra ölmek istemezdim. Beni tanımıyorlar bile. Ben onlar için arada bir huzurlarını bozan, anneleriyle aralarına giren tuhaf bir bedenden ibaretim.
Oğlumu büyümüş, karımı ise saçlarına ak düşmüş halde ona çıkışırken hayal ettim: Baban böyle yapmazdı, şöyle etmezdi. Ben de kendi babamın oğlu olduğum için o anda içimde kocaman bir isyan duygusu hissettim. Ben bir baba olarak böyle yapar mıydım, öyle eder miydim, bunu oğul halimle bilemem; ama bu babalığımı her dakika yüzlerine vurdukları için rahatsız olurdum. Benim oğlum bir adam olmalıydı, başka bir şey değil; daha iyiymiş daha kötüymüş önemli değil, yeter ki adam olsundu. Babama tatlı sevgisi ve eşi görülmemiş tez canlılığı için teşekkür ediyordum. Ya anneme? Zavallı ihtiyar. Resmi iznim yoktu henüz; teyit edilmesini beklemem gerekiyordu. Duman yolculuğum böylece devam etti ta ki bir işe yaramamaktan zevk alan bir asker araya girene kadar.
- Bir şey kaybetmediniz mi?
- Hiçbir şey, dedim bunu da yine düşümle ilişkilendirerek.
- İyi düşünün.
Ceplerimi yokladım. Her şey yerindeydi.
- Hiçbir şey.
- Peki ya bu küçük taş? Anahtarlıkta görmüştüm.
- Ha siktir.
Bir anda o sert azarı ben yemiş oldum. Gerekli olan, hayati önem taşıyan hiçbir şey kaybedilmez. E peki insan kendisi gerekli değilse yaşamış sayılır mı? Bitkisel bir hayat yaşanır elbet, ahlaki bir varlık olarak yaşanmaz. Ben öyle düşünüyorum en azından.
Hatta sonra neler yaptığımı düşünüverdim hızlıca. Ben ceplerimi büyük bir dikkatle yoklarken dağ toprağından kahverengi olmuş dere, sırrını benden gizliyordu. Pipo, önce pipoya baktım; oradaydı. Kâğıtlar ya da eşarp olsa yüzer giderdi zaten. Astım spreyi tamam. Dolmakalemler de burada. Naylon kılıfları içindeki defterler de tamam. Kibrit kutusu, her şey yerli yerindeydi. Daldığım düşten çıktım.
Mücadeleye iki küçük hatıra götürmüştüm; biri karımın şifon eşarbı, diğeri annemin taşlı anahtarlığıydı. Çok ucuz bir şeydi anahtarlık. Taşı düşmüştü, cebime koydum.
Bu dere şimdi merhametli miydi, kinci mi? Yoksa yalnızca bir önder gibi mesafeli miydi? Ağlanmamasının sebebi ağlanmaması gerektiğinden mi yoksa ağlanamamasından mıdır? Savaşta bile unutma hakkı yok mudur insanın? İlla sert maço kılıklarına girmek şart mıdır?
Ne bileyim ben. Gerçekten bilmiyorum. Sadece annemin birden ortaya çıkmasına, başımı kucağına yaslamaya fiziksel bir ihtiyaç duyuyorum; öyle duru ve açık bir şefkatle “Yavrum benim,” desin. Yavaşça gezinen ellerini saçlarımda hissedeyim. Gözlerinden ve sesinden şefkat aksın, kurmalı bir oyuncak gibi kesik kesik okşasın beni; çünkü katı yürekli idareciler daha ileri gitmesine izin vermiyor olsun. Elleri titriyor, okşamaktan çok, yokluyor gibi elleri. Ama şefkati o ellerin dışına sızıyor, sarıyor etrafını. İnsan o anda öyle iyi hissediyor, öyle küçük ve öyle güçlü duyuyor ki kendisini. Ondan özür dilemenin gereği yoktur; o her şeyi anlar; “yavrum” deyişi duyulunca bunu anlarsınız zaten.
- Çok mu sert? Benim de kafamı epey iyi yapıyor; dün ayağa kalkacakken neredeyse düşüyordum. İyi kurutmuyorlar bence.
- Bok gibi. İnsan gibi kıyılmış bir şey getirsinler diye bekliyorum. Pipo da olsa, şöyle sakin sakin, lezzetli bir şey içme hakkı vardır insanın, değil mi ya?
Ernesto Che Guevara (Kongo görevindeyken, annesinin ölmek üzere olduğunu haber alması üzerine yazdığı öykü)
Kaynak: soL
15 notes
·
View notes
Text
“Komşunun radyosunda, her sene bu mevsimde durmadan çalan yine o hüzzam şarkı var:
Böyle mi esecekti bu mevsimde bu rüzgâr
Bütün kuşlar vefasız mevsim artık sonbahar
Unutmuş ellerimi eşim, dostum sevgilim
Kalbim acılarla bölünmüş dilim dilim
Bütün kuşlar vefasız mevsim artık sonbahar…”
★
Ayrılık mevsimidir bu aylar…
Yazlıkçılar döndüler…
Kırlangıçlar Nil deltasına gitti…
Bu aylarda renk çiçekten ayrılır…
Güneş kumdan…
Menekşe kırmızıdan…
Bahçeler çocuk seslerinden…
Salkım asmadan…
Yaprak dalından…
Bir boş salıncak, rüzgarla terasta sallanır…
★
Ayrılık mevsimidir bu aylar…
Her sene bu aylarda ben “ayrılık” yazımı yazarım…
Her cümlenin sonuna noktalar, artı iki damla…
Hüzün günleridir…
Yaş gözden ayrılır…
★
Küçük köpek kaç gündür arkadaşı çocuğu arıyor kumsalda…
Arada bir koşuyor kendi kendine…
Koşunca arkadaşı gelecek sanıyor…
Nereden bilsin…
Bu mevsim ayrılık zamanıdır…
★
Dün gece ilk yağmur yağdı…
Çatılarda tıkır tıkır…
Küçük gölcükler oluştu sokakta…
Kediler saçak altlarına sığındılar…
Bu sonbahar yağmurları, sanki doğanın ayrılıklara ağlayışıdır…
★
Yaz aşklarında bu günlerde tenler ayrılır…
Ne çok giden olur…
Ne çok el sallanır bu mevsimde…
O ne çok vedadır…
Bu mevsimde ne çok “Beni unutma!..” vardır…
★
Ayrılık mevsimidir bu aylar…
Aklında bir hüzzam şarkı…
Bir de ayrılıkların sızısı kalır…
“Bütün kuşlar vefasız, mevsim artık
sonbahar…”
Bütün kuşlar vefasız
6 Ekim 2019
Bekir Coşkun
7 notes
·
View notes
Text
Helin Aktan, Yankı Sarca'yı sevdi, Yankı Sarca tarafından sevildi ve onu her şeyi olarak bildi.
Ama Helin Aktan Yankı Sarca'ya bir daha güvenemedi...
#sokak nöbetçileri#aslı arslan#wattpad#kitap alıntıları#kitap sözü#lal sarca#zeynep elçeri#helinsaye#sadece helin#helin aktan#yankı sarca#umut güneş#bartu sarca#mutlu sarca#fırat göktepe#nil göktepe#ışık sarca#yağmur ekim
22 notes
·
View notes
Text
Sufizm, Animizm ve Ekoloji Açısından Nazım Hikmet Şiirinin Az Bilinen Yönleri / Bora Ercan
Dünya şiirinin önemli isimlerinden Nazım Hikmet Ran ülkemizin yakın tarihinde ve kültür yaşamında önemli bir yeri olan geniş, aristokrat bir aileden gelir. 1900’lerin başında Selanik’te başlayan ‘delidolu’ yaşamı 1963’te Moskova’da sona ermiştir. Nazım, şüphesiz ki, hala daha dünyada en çok tanınan Türk şairidir; öte yandan, döneminde de dünyayı en iyi tanıyan şairimizdir.
Her bireyin yaşam evreleri vardır. 20 yaşındaki bir insanın düşünce evreniyle, yaşamdan beklentisiyle, yargılarıyla, kaygılarıyla 60 yaşındaki bir insanınki doğal olarak farklıdır. Hint düşüncesinde buna chaturashrama (dört evre) denir, paganlar ise bu evreleri yaşamdaki ilkbahar, yaz, sonbahar, kış olarak tanımlar. Bu evreler şairler için de geçerlidir. Şairlerin dilleri, dünyaya bakışları değişir, bu da onların şiirlerine doğrudan yansır.
Nazım Hikmet, annesiyle babasının ayrılmasından sonra bir süre dedesinin yanında kalır. Osmanlı’nın son Selanik valisi olan dedesi Mehmet Nazım Paşa bir dönem Konya valiliği de yapmıştır. Nazım Paşa çoğunlukla aruz vezninde şiirler yazan saygın Mevlevi bir şairdir. Bir şiirinin son dörtlüğü buraya alalım:
Dergah-i pir'e yüz süren ehl-i safa görür,
Sermest-i aşk bir sürü hali aşina görür,
her hecrde bir aşık-ı safvet-nüma görür,
Biz dehr-i duna yüf okuyan Mevleviler'iz.
Günümüz Türkçesiyle açıklarsak: Şeyhin dergahına yüz süren (saygı, sevgi gösteren) huzurun, saflığın varlığına sahip olur. Aşk sarhoşu (ser, baş demek; mest ise mest olmak) her duruma alışkındır. Her sayıklamada ona görünen temizliktir. Bizler aşağılık dünyayı sevmeyen Mevlevileriz.
Tasavvuf, sufilik bir tür bhakti yogadır. Temel ritüeli müzik, şiir ve danstır. Vedalardan (Eski Hint metinleri) biri olan Samaveda, şarkı (ilahi) bilgisi anlamındadır (Saman, Sanskrit şarkı demektir, Sama ise Arapçada müzik demek.) Mevlevilerin Sema ayini, az önce söylediğim gibi bir bhakti yoga uygulamasıdır.
Anadolu’da başta Bektaşiler ve Mevleviler olmak üzere diğer tarikatların da tekke edebiyatları çok zengindir. Ne yazık ki, bu edebiyat günümüzde sadece tarihsel bir değerdedir.
Şairimiz Nazım Hikmet’in ilkgençlik dönemi olan 1910’lu yıllar bir yandan büyük bir imparatorluğun 1820’lerden itibaren parçalanma, diğer bir yandan da Birinci Dünya Savaşı yıllarıdır. Nazım’ın bu yıllarda yazdığı şiirlerde vatanseverlik, milliyetçilik gibi duygular önplandadır. ‘Gel ey imanlı gençlik, gel ey beklenen gençlik! / Gel ki Anadolu’da senin bükülmez, çelik / imanına, azmine ümit bağlayanlar var.’ Şiiri buna bir örnektir.
Dedesinin sufi sohbetlerinden ve şiirlerinden etkilendiğini bütün bir Nazım Hikmet şiirindeki ses ve ritm olgusundan anlayabiliyoruz. Şiir formunu, tekniğini kısacası altyapıyı bu çok iyi bir şekilde kurmuş olan Nazım daha sonra bu bilgilerini, yeteneğini dünya şiiri formları, coşkun kişiliği ve felsefi düşünceleriyle harmanladığında ortaya büyük bir külliyat çıkmıştır.
Aşağıdaki şiir de Nazım’ın Konya’da bir dergide yayımlandığında ilk başta dedesinin yazdığı sanılan dizeleri… Arkadaşları tarafından tebrik edildiğinde, dedesi bu şiirin hece vezniyle yazıldığını, kendisinin yazmadığını söyler, Nazım da şiiri hafızadan okuyarak kendisinin yazdığını itiraf eder.
Sararken alnımı yokluğun tacı Silindi gönülden neşeyle acı Kalbe muhabbette buldum ilacı Ben de müridinim işte Mevlana
Edebe set çeken zulmeti deldim Aşkı içten duydum, arşa yükseldim Kalpten temizlendim, huzura geldim Ben de müridinim işte Mevlana
Nazım, yakın dostu Vala Nurettin’le Ankara’ya giderken İnebolu’da karşılaştıkları Spartakistlerden çok etkilenir. Bu etkilenmeyle Ekim Devrimi sonrası Moskova’sına gider, orada eğitim alır. Yeni bir dil öğrenmek, bambaşka bir coğrafyada, bambaşka bir kültürde yaşamak onun düşünce sistemini de değiştirecektir.
Türkiye’ye döndükten sonra yaşamının büyük bir kısmını hakkındaki siyasi suçlamalarla ve hazırlanan komplolarla hapishanede geçirmek zorunda kalır. Hapishanede edebiyatımıza büyük eserler katar.
O döneme dek alışık olunmayan rubai formunda diyalektik materyalist şiirler Türk edebiyatına ilk kez Nazım’la girer. Bu noktada Mevlana ile bir hesaplaşma da söz konusu olacaktır:
Bir gerçek âlemdi gördüğün ey Celâleddin, heyûlâ filân değil, uçsuz bucaksız ve yaratılmadı, ressamı illetî-ûlâ filân değil. Ve senin kızgın etinden kalan rubailerin en muhteşemi : «Suret hemi zıllest...» filân diye başlayan değil...
Buradaki anahtar ifade ‘suret hemi zıllest’tir. Bu ifade, bir yanıyla Platon’un mağara alegorisine bir yanıyla da Hint felsefesinin Maya perdesine işaret eder. Görünen her şey surettir…
İlleti ula, ilk neden, ‘arche’ demektir, heyula da burada kanımca iki anlamda kullanılır, biri korkunç hayal bir de yine maddenin ilk hali, bir tür ilk neden. Burada İslam felsefesi ile Aristoteles ve Antik Yunan Felsefesi arasında bir bağa gönderme vardır. Bir de burada Nazım’ın sufi terimlerle Mevlana’ya karşı gelmesi de dikkat çekicidir.
Nazım aynı zamanda, o devir için insana çok yabancı olabilecek konuları da şiirine taşır.
Beni en çok etkileyen rubailerinden biri:
Lahana, otomobil, veba mikrobu ve yıldız hep hısım akrabayız. Ve ey güneş gözlü sevgilim, ‘Cotigo, ergo sum’ değil bu haşmetli ailede varız da düşünebilmekteyiz...
Bugünkü bilimsel verilerle bakıldığında atomaltı parçacıklarıyla, evet, hepimiz akrabayız ve her şey de birbirine bağlı. Haşmetli aile denense ekosistemden başka bir şey değil. Descartes’in ünlü sözü düşünüyorum öyleyse varım’ı ailenin bir bireyi olarak ortaya koyar şair ve kanaryasına şunları söyler:
Aramızda sadece bir derece farkı var, işte böyle kanaryam, sen kanatları olan, düşünemeyen kuşsun, ben elleri olan, düşünebilen adam...
Aşağıdaki rubainin de atomist felsefeyle yazıldığını söyleyebiliriz. Nazım her ne kadar Mevlana’ya ve birçok inanç sistemine reddiye içeren şiirler yazsa da bu şiirleri panteist ya da animist bir gözle okumanın da mümkün olduğunu düşünüyorum. Şiirde geçen yuğrum kelimesi bugün pek bilinmez, teknede yoğrulan hamur anlamındadır. Yani yoğurulmalı farklıdır ama hamur, yani bir tür ‘arche’ aynıdır.
Ne nurdan ne çamurdan, sevgilim, kedisi ve kedinin boynundaki boncuk yuğrumlarındaki farkla hepsi aynı hamurdan...
Nazım döneminin dünya sorunlarından uzak bir şair değildir, tam tersi, yine bugünkü iklim krizlerini 1950’lerde fark etmeye başlamış ve şiirlerine konu edinmiştir.
Umut adlı şiirinin bir bölümü şöyle:
işler atom reaktörleri işler yapma aylar geçer güneş doğarken ve güneş doğarken ölür bir çocuk ölür bir japon çocuğu hiroşima'da on iki yaşında ve numaralı ve ne boğmacadan ne menenjitten ölür bin dokuzyüz elli sekiz de ölür bir japon çocuğu hiroşima'da dokuzyüz kırkbeş’te doğduğu için
ve
STRONSİUM 90
Acayipleşti havalar,
bir güneş, bir yağmur, bir kar.
Atom bombası denemelerinden diyorlar.
Stronsium 90 yağıyormuş
ota, süte, ete,
umuda, hürriyete,
kapısını çaldığımız büyük hasrete.
Kendi kendimizle yarışmadayız, gülüm.
Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz,
ya dünyamıza inecek ölüm.
Sonuç olarak,
Şairler geleceği görürler, duyarlar, sezerler. Düşündüklerini yaşamakta, kağıda aktarmakta cesurdurlar. Kurşuna dizilen Lorca, sürgünde yaşayan Neruda… Nazım da döneminin büyük şairleriyle benzer kaderi paylaşmıştır. Türk şiirine, her ne yazarsa yazsın çok şeyler katmıştır. Şairlere ideolojik anlamlar yüklemek şiirlerine gölge düşürür, her ne kadar şairler bunu kendileri yapsa da bakışımda öncelik onların iyi bir şair olup olmamasındadır. Nazım ideolojisinden dolayı değil şiirlerinden dolayı bir dünya şairidir.
9 notes
·
View notes
Photo
DOĞAL YAŞAM DERNEĞİ BİR PROJEYE DAHA İMZA ATTI FRANSIZ BÜYÜK ELCİLİĞİ TARAFINDAN 34 PROJE İÇİNDEN SEÇİLEN PROJE 2006’dan beri faaliyetlerine devam eden DOĞAL YAŞAM DERNEĞİ bugüne kadar yazmış olduğu birçok AB ve BM projesi hibelere layık bulunmuş ve tamamlamıştır. 2022’de de Fransız büyük elciği tarafından desteklenen 9500 Euro bütçeli “ İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE UYUM KIRSALDA ÇOCUKLAR VE KADINLAR İLE BAŞLAR” adlı projesi hibe desteği almıştır. Proje Çan���ın Bozguç Köyü kardeş dernek GastroKale’nin uygulama çiftliğinde Ekim Ayında başlayacak olup yaklaşık bir yıl sürecektir. Projede kadınlar ve çocuklara, iklim değişikliğin önemi, yerel kaynakların etkin ve verimli kullanımı, karbon ayak izini azalmak için alınabilecek önlemler uygulamalı bir şekilde anlatılacaktır. AB ve ülkemiz dâhil birçok ülke karbon ayak izi ve iklim krizi üzerine önlemler almakta, kanunlar ve yönetmelikler çıkarmaktadırlar, ancak, gözlemlerimize göre maalesef bu çalışmalar ve neticeleri özellikle kırsaldaki bireylere inememektedir. Bu proje sayesinde bu kışı tersine çevirmeye başlamak için düğmeye basacağımızı ümit ediyoruz. Çan’daki okullardan seçilecek çocuklar, gençlerle ve köy kadınlarının katılacağı çalışma grubu katılımcıları, yağmur suyu hasadı, çöp/atık ve su yönetimi, kimyasal sız, pestisit siz gübreleme, kompost çeşitleri, güneş panellerinden elektrik elde etme, tamir et, yenile kullan, orman meyve çeşitlerinden ürün yaratma gibi konularda atölye çalışmalarına katılacaklar ve Biga yarımadasındaki konu ile çalışan merkezleri ziyaret edeceklerdir. Bunlar 18 Mart Üniversitesi teknoloji bölümü, Edremit zeytincilik enstitüsü, Burhaniye BAÇEM gibi merkezlerdir. İlave olarak bölgemiz coğrafi işaretli helva, peynir gibi ürünlerin yapımı izlenecektir. https://www.instagram.com/p/CikFvheMXRn/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
Text
Kurusu yaşından 4 kat daha pahalı
Türkiye’nin önde gelen bamya üretim merkezleri arasında yer alan Denizli’nin Çal ilçesinde zorlu hasat sezonu sürüyor. Anadolu’nun sevilen lezzetlerinden olan yaş bamyanın kilosu 100 TL iken, kurusu ise 4 kat daha fazlaya alıcı buluyor. Çal ilçesi genelinde susuz üretilen meşhur Çal Bamyasının toplanması için başlatılan hummalı çalışmalar devam ediyor. Bölgede yaklaşık bin çiftçinin geçimini sağlayan bamya, yaklaşık 3 bin dekarlık alanda üretimi gerçekleşiyor. Sabahın erken saatlerinde başlayan bamya toplama işlemi hava sıcaklığının yükselmeye başladığı öğle saatlerine kadar devam ediyor. Nisan ayında tohumun ekilmesiyle başlayan bamyanın tarladaki serüveni, haziran ve ekim ayları arasında devam eden hasatla sona eriyor. Sıcak havayı seven bamya, bitkinin üzerindeki dikensi tüyler nedeniyle eldivenle daha rahat toplanabiliyor.
Bir dekardan sezonda 400 kilogram yaş bamya hasadı yapılıyor
Dalında fazla büyümeden toplanması gereken bamyalar, üreticiler tarafından yaklaşık 20 santimetrelik şişlere diziliyor. Bamya kurutma işlemi gölgede yapılıyor ve ipe dizilenler 4-5 günde kuruyor. Kuruyan bamya dizilerinden 30-40 tanesi bir araya getirilip külteler oluşturuluyor. Bir dekardan sezonda 400 kilogram yaş bamya hasadı yapılıyor. Bu bamya ipe dizilip kurutulduğunda 90 kilograma kadar düşebiliyor.
Kurutulan bamyanın kilosu 400-450 TL arasında değişen fiyatlarla satılıyor
Taze tüketiminin yanı sıra iplere dizilerek güneş görmeyen alanda kurutulan bamya, kışın da sofralarda yerini alıyor. Türkiye’nin birçok iline gönderilen bamyanın yaş kilogramı 80-100 TL’den alıcı bulurken, iplere çizilip kurutulan bamyanın kilosu 400-450 TL arasında değişen fiyatlarla satılıyor. Mevsiminde sabah güneş görmeden özenle toplanarak kurutulan bamya, vatandaşlar tarafından da ilgi görüyor. Lezzeti ile piyasada aranır bir ürün olduğunu yoğun olarak kuru tüketildiğini belirten üreticiler, bu yıl hem ürünün rekoltesinden hem de fiyatından oldukça memnun olduğunu söylüyor.
“Tarladan bamyaları topladıktan sonra eve getirip ipe dizme işlemini yapıyoruz”
Bu yıl bamyanın hem rekoltesinden hem de fiyatından memnun olduklarını söyleyen üretici Ümmü Özkul, mayıs ayında yağan yağışla birlikte güzel bir sezon geçirdiklerini anlattı. Özkul, bamyanın yaşı 80 ile 100 TL arasında alıcı bulduğunu belirterek, “Çiftçilik zor bir iş çünkü sürekli uğraşıyoruz ve çalışıyoruz. Nisan’da başlayıp Eylül ayına kadar çalışıyoruz. Ektiğimiz bamyanın çabasını yapıyoruz ve pis otlarını temizliyoruz. Bamyayı ektikten 3 ay sonra hasat etmeye başlıyoruz. Şükür bu sene mahsullerimiz güzeldi. Sabah ezanıyla bamya toplamaya başlıyoruz ve öğle saatlerine doğru hava sıcak olmaya başlayınca çalışmalarımızı tamamlıyoruz. Tarladan bamyaları topladıktan sonra eve getirip ipe dizme işlemini yapıyoruz. Ürünlerimizi toptan 550 TL’ye veriyoruz. Bamyanın yaşı 80 ile 100 TL arasında alıcı buluyor. Bu yıl ektiğimiz ürünler mayıs ayında yağan yağışla birlikte güzel oldu. Bamyanın kökleri yağmur suyuyla kuvvetlendi. Bu yıl hem rekolteden hem de fiyattan memnun olduk” dedi.
“Bizim bamyamız altınla yarışıyor”
Seher vaktinde tarlara giderek bamya topladıklarını anlatan üretici Yasemin kodal göçmez, mahsullerinin yağmur suyuyla yetiştiği için daha lezzetli olduğunu söyledi. Göçmez, topladıkları bamyaları eve getirip ipe dizdiklerini değinerek, “Bamyamız kıraç susuz olarak yetişir. O yüzden bamyamız lezzetlidir. Fiyat olaraktan da ürünümüz uygundur. Bizim bamyamız altınla yarışıyor. Bamyalarda alıcımız çok oluyor. Genellikle tüccar, toptancı ve kooperatifler gelip alıyor. Nisan ayında ekimine başladığımız için bamya çıktıktan sonra otunu çabasını ve yapıyoruz. Sabah erken saatlerde gidip haşatına başlıyoruz. Sabah saat 10: 00 civarlarında işlemi tamamlıyoruz. Daha sonra eve gelip tek ek bamyaları ipe diziyoruz. Çok fazla emek verdiğimiz için fiyatı biraz yüksek. Bir bamya mayıs ayıda su alırsa verimli hale geliyor ama sadece yağmur suyuyla oluyor. Diğer türlü yağmur suyu olmasa kalitesi iyi olmuyor” ifadelerini kullandı. Read the full article
0 notes