#yağmaya
Explore tagged Tumblr posts
Text
Ne güzel yağdı... 🤍
10 notes
·
View notes
Text
Me paylaşıyorum mesaj yağmaya başlıyo daha açık me paylaş nolur diye ahahhaha
394 notes
·
View notes
Text
yeni yağmaya başlayan yağmur tanelerinin teninize dokunduğunda toprak kokusu aldığınız oldu mu hiç?
89 notes
·
View notes
Text
ZULÜMLER YAĞMUR GİBİ YAĞMAYA BAŞLAYINCA
Paydostan sonra gişeye önemli bir mektup getiren biri gibi:
Gişe çoktan kapalıdır.
Yaklaşan bir sel felaketi karşısında kenti uyarmak
isteyen biri gibi:
Ama başka bir dilde konuşan. Kimse anlamayacaktır onu.
Dört kez kendisine bir şey verilen bir kapıyı
beşinci kez çalan bir dilenci gibi:
Beşinci kez aç kalır.
Yarasından kan boşanan ve doktoru bekleyen biri gibi:
Kan durmaz, hep boşanır.
Biz de ortaya çıkıyor ve bize yapılan zulümleri haber
veriyoruz.
İlk kez arkadaşlarımızın yavaş yavaş katledildiğini
bildirdiğimizde
çığlıklar göklere ağdı.
Yüz kişiydi katledilen. Ama bin kişi katledildiğinde
ve ölümlerin sonu gelmediğinde bir sessizlik
kapladı ortalığı
Zulümler yağmur gibi yağmaya başlayınca
“dur!” diyen olmaz artık,
Cinayetler üst üste yığılmaya başlayınca görülmez
oluverirler.
Çekilen acılar dayanılmaz olunca duyulmaz artık
hiçbir çığlık.
Çığlıklar da yaz yağmuru gibi yağar.
BERTOLT BRECHT
27 notes
·
View notes
Text
Arkadaşlar burası birçok sahabenin yattığı "Cennetül Baki" kabristanı.
Hatta o gördüğünüz küçük kabir Resulullah efendimizin oğlu İbrahim'in kabri.
Kadınlar içeriye giremiyor sadece erkeklere ziyaret var ama bu dünya kadınıyla erkeğiyle bir bütün.
Bu Dünya Hangimizin?
Bırak deli Haydar bırak be gardaş!
Kafayı bozmaya değmez bu dünya.
İster hızlı dönsün isterse yavaş,
Sen, seni üzmeye değmez bu dünya.
Fani diyen varsın desin sana ne!
Gönül veren gitsin versin sana ne!
Haydut vursun, hırsız yesin sana ne!
Gücenip kızmaya değmez bu dünya.
Nerde kan akıtıp kavga verenler.
Nerde şimdi sefasını sürenler.
Ne götürdü kucağına girenler.
Bir yırtık çizmeye değmez bu dünya.
Hayaller kur tespih tanesi farzet.
Hepsi de senindir otuz üç adet.
Bırak kalsın orda hiç çekme zahmet.
İpliğe dizmeye değmez bu dünya.
Kulpu yok ki neresinden tutasın,
Sana göre lokma değil yutasın,
İçine gireni Allah kurtarsın.
Üstünde gezmeye değmez bu dünya.
Gel gitme kal desem kalamazsın ki!
Ortadan böl desem bölemezsin ki!
Git tekrar gel desem gelemezsin ki!
Aldanıp azmaya değmez bu dünya.
Almak-satmak, tapu-senef nafile.
Toplayıp yığdığın servet nafile?
Sıla nafiledir, gurbet nafile
Yağmaya tozmaya değmez bu dünya.
Sınırlar çizilmiş konulmuş yasak!
Beş para etmezdi bizler olmasak!
Kısmen göz yaşı kan-kısmen kir pasak!
Yıkayıp süzmeye değmez bu dünya.
Senin benim ne ki? Küçük mü dar mı?
Hani kimin dostu, kimseye yâr mı?
İnsan öldürmenin manası var mı?
Karınca ezmeye değmez bu dünya.
Misafirsin, misafirlik suç değil,
Bakacaksan uzaktan bak, güç değil,
Eti yenmez, koyun değil koç değil,
Derisin yüzmeye değmez bu dünya.
Kabuktur, manayı unutturmasın.
Babayı, anayı unutturmasın
Boş hayal mevlâ'yı unutturmasın!
Tırnakla kazmaya değmez bu dünya.
Arkası karanlık, önü karanlık.
Yarını karanlık, dünü karanlık.
Kendine çağırır seni karanlık.
Bir küçük hüzmeye değmez bu dünya.
Cazibesi özelliği yok demem.
Nakış nakış güzelliği yok demem.
İki günde kaçar gider.. çok demem.
Anlayıp sezmeye değmez bu dünya!
Unutma ki yolcu yolunda gerek.
Yolcunun azığı belinde gerek.
İnsanlar insanlık hâlinde gerek.
Mest olup sızmaya değmez bu dünya.
Bilesin ha canım Haydar bilesin.
Seni bekler soğuk mezar bilesin.
Ebediyet ötede var bilesin.
Tek satır yazmaya değmez bu dünya!
(Abdurrahim Karakoç)
Yorumsuz lütfen.
35 notes
·
View notes
Text
bak şimdi, bu yarada kaç kişinin dahli var, fakülte önündeki simit satıcılar şahit. her kime güvendiysem bir sıfır yenik başladım. devlete bile yenildim, sana mı yenilmeyeceğim? cânı sağ olsun kuzum, bahçenizdeki ağaçların, annenin ve babanın ve diğer günlük telaşların. sen gelememişsin üstesinden, ben nasıl geleceğim? iyisi mi bu yara da koleksiyonumda dursun. sıkma canını sakın, nasıl olacaksa olsun. yağmaya tereddüt eden yağmurlara baktın mı hiç? izledin mi gülerken ağlayan çocukları? şehrin bütün kreşleri potansiyel mutsuz kaynıyor. kafayı yemiş bir çağın göbeğindeyiz kuzum. sadece annenler değil, bütün coğrafya delirmiş. tek ben değilim meczup, mahalleniz komple manyak lakin seni koruyamam, koruyacak yerlerim yara ama olsun, sen bana ağlama. ağlayacaksan eğer, kendine ağla! ağla, sararan yaprakları son defa görüyoruz. ağla, sigaramız bitti. saat onu geçti çoktan. ağla, kimse sevmiyor bizi. ne devlet ne çocuklar. ağla, bahçelerine kaçan topumuzu kesmişler. ağla, benim yaralarım muhtemelen bulaşıcı. ağla, simitçi haklı, varlığım bir tür dert! ağla, bana bulaşan bir daha iflâh olmaz. ağla, annemgil dahil bütün canlılar ölümlü. ağla… benden çok, sana yazık.
21 notes
·
View notes
Text
Bugün yeni iş arkadaşlarımla oryantasyonun ikinci aşaması çok güzel geçti. Ben hem çok keyif aldım hem de çok içime sindi. Yine arzu ettiğimden biraz fazla konuştum ama gerekli gördüğümden.
Bu toplantımızın üstüne özel dersim vardı o iptal oldu, işime de geldi doğrusu ve böylece iki haftalığına ders faslını kapatmış oluyorum! Yarın ve cumartesi sekizer saat mesaim var sonra ver elini tatil!
Dersim iptal olunca arkadaşla çıktık sokakta masaları olan bir cafede sandviç yiyip filtre kahve içtik. Bir süre sonra yağmur yağmaya başladı, tenteye vuran yağmur damlaları, sıcak kahve, sohbetin güzelliği çok keyifli bir ortam oluşturdu, yaşadığıma sevindim.
Şimdi eve geldim biraz miskinlik edip sonra düzenleme faslına girişeceğim!
21 notes
·
View notes
Text
Çok fena yağmur yağmaya başladı suannn çok mutluyum 🥹😁
41 notes
·
View notes
Text
Yazılanlara göre nilüfer çiçeği su üzerinde yaşayan ender bir çiçek sanki diğer çiçeklere inat suda yetişmek istemiş gibi.. yaşadığı bataklık olsa dahi asla kir tutmaz her daim canlı görünmeyi başırır çünkü eğer üzerine bir toz değdiği zaman hemen yapaklarını sallayıp tozu itermiş..yağmur yağmaya başladığında üzerine gelen yağmur damlalarini ise kendine çekermiş.. güneş doğduğu zaman mutlulukla açarmış yapraklarını..
Keşke.. beyaz bir 𝑁𝑖𝑙𝑢̈𝑓𝑒𝑟 olsaydım
𝑁.
26 notes
·
View notes
Text
Balkonda Türk kahvesi içerken yağmur yağmaya başladı. Karşı apartmanda kadın çamaşırını toplamadigi için kaygılandım. Çamaşırı olduğu insanın hiç mi aklına gelmez diye söylendim. Sonra da işte bizi neden üzüyorlar falan diyoruz. Başkasının çamaşırını kafaya takan ne olur Allah aşkına.
32 notes
·
View notes
Text
Kalabalık caddenin içinde, sırtında dünyanın yükünü taşıyormuş gibi görünen bir adamın çaresizliği var ruhumda. İlerliyorum, ilerliyorum. Zihnimde binlerce düşünce, birbirinden bağımsız, tuhaf. Omzumda bir ağırlık hissediyorum, kendinden haberi olmayan biriyle denk gelmiş yolumuz. Zaten aynı evrende yaşayan ruhların denk gelmesi olası. Sessiz bir yer ya da ben duymuyorum hiçbir şeyi. Nerede olduğumu da unuttum. Doğru, kalabalık bir cadde. Yağmur yağmaya başladı. Çokça yağmur yağsa, temizlenir mi şu kirli dünya? Mümkün olma ihtimali pek yok sanki; olsun, en azından umut denen kavram hâlâ geçerliliğini koruyor. Ama şunu anladım, yağmur yağınca ruhu temizler, ruhun ağırlığını değil. İçine hapsetti yorgunluğu, kederi. Daha da ağırlaştı bu ceket, daha da yalnızlaştı kimsesizliğim. Şimdi gerçekten sessizlik vakti...
273 notes
·
View notes
Text
Evet bi anda yağmur yağmaya başladı ve Erciyes’in tepe güneşli
45 notes
·
View notes
Text
Bir aralık gecesi..
Kar yağmış ve yağmaya devam ediyor...
Sen ve ben...
O karın altında dans ediyoruz...
#kar#egeninizmiri#3391kilometre#egeninışıkları#egeninincisi#izmir aksoy#3391km#egeizmirindir#beyzalkoç#kitap#kitap alintilari#sevgi#aşk acıtır#hayaller
11 notes
·
View notes
Text
Yeni güne
Sıcağa- Soğuğa İçimizi ısıtan çaya
Yağmaya niyet eden yağmura İyiliğe niyet eden güzel insanlara Gülümsemeyi sadaka sayanlara Ve Her Güzelliğe
🌹🌹Günaydınlar 🌹🌹
Küçük şeyler iliştirdim sabaha Gamzeli bir gülüş,
Biraz çay, biraz kahve kokusu
Az kuş sesi,
bol şekerli umutlar
Satır arasi mutluluklar, ve noktasiz cümleler.
Mutlu, umutlu sevgi dolu güzel bir gün diliyorum tumbir ailem 🕊️🌹🕊️
154 notes
·
View notes
Text
KUTSAL OLAN NE?
-Bir Levhanın İlginç Hikayesi-
Resimde görmüş olduğunuz arap alfabesi ile yazılmış, ebru sanatıyla süslenmiş eski Türkçe(moda deyimiyle Osmanlıca) yazılı levhanın resmini,
Levhanın ilginç hikayesini öğrenince bilgisayarıma indirdim ve yazıcıdan çoğaltıp sokaklarda kendimce bir iki deneme yaptım…
Resmi bir caminin yakınında yere bıraktığımda, resmi gören hemen hemen herkesin resmi üç kez öpüp başına koyarak ya cebine koyduğunu ya da yüksek bir yere koyduğunu gördüm…
Daha sonra sokakta bazı kimselere(çoğunlukla yaşlı amca ve teyzelere) resimde ne yazdığını sordum, ezici çoğunluk anlamından bahsetmeden ayet dedi birkaç kişi ise eski Türkçe yazı dedi…
Bir caminin bahçesinde herkesin görebileceği şekilde resme bakıp buruşturup yere attığımda ise neredeyse dayak yiyecektim…
Bu denemeleri yaptıktan sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Önce bu levhada ne yazdığı ile daha doğrusu bu levhanın ilginç hikayesi ile başlayalım yazımıza…
Resimdeki ebru sanatıyla süslenmiş levhada arapça abecesiyle eski Türkçe “şimdi b.ku yedik” yazıyor…
Levhanın hikayesi ise şöyle…
“Bu levha Necmeddin Okyay’a ait ebruyla süslenmiş ve “celi sülüs” yazı çeşidiyle yazılmış olan ibaresi ile meşhur…
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Bakırköylü Ermeniler’den Doktor Peştemalcıyan ailesiyle birlikte Türkiye’den Almanya’ya göç edip Berlin’de bir halı ve kilim mağazası açmıştı.
Savaş başlayıncaya kadar işleri yolunda gitmiş, baba Peştemalcıyan işleri oğlu Aram Peştemalcıyan’a bırakmıştı ama savaşla birlikte zorlu günler beraberinde gelmişti. Her geçen gün bir öncekini aratmaktaydı.
Savaş bütün hızıyla sürerken 1943’un sonuna doğru Almanlar için savaşın gidişatı belli olmuş, daha fazla savaşacak gücünün kalmadığı ortaya çıkmıştı.
Sovyet askerleri 1944 yılının Ocak ayında Oder Irmağı’nı geçerek önce Budapeşte’ye, Nisan başında ise Viyana’ya girerek Berlin’e doğru ilerlediler ve 25 Nisan’da Berlin’i kuşattılar.
Kentin merkezindeki bir yer altı sığınağında kalan Hitler ise, savaşın kaybedildiğini anlayarak 30 Nisan’da intihar etti.
Ruslar artık Berlin’deydiler.
Şehrin hemen her noktası Rus işgali altındaydı.
Yağma ve talan Almanya’da artık sıradan bir işti.
Taciz ve tecavüzün bininin bir para olduğu o günlerde asil mesele hayatta kalmak ve tatlı canını kurtarmaktı.
Bu zor şartların hüküm sürdüğü günlerde Rus İşgal Komutanlığı bir bildiri yayınlamıştı.
Bildirideki kesin emre göre her yer, Rus askerlerine açık tutulacaktı.
Savaşın acımasız yüzünü bütün çıplaklığıyla gören Peştemalcıyan ailesi de emre mecburen uymuştu.
Halı mağazalarının kapılarını açarak Rus askerlerinin yağmaya gelmesini endişe ile bekleyen ailenin bu bekleyişi fazla uzun sürmedi.
Peştemalcıyan Halı-Kilim Mağazası’ndan içeriye gürültü ve patırtı ile kılıksız, vahşi görünüşlü, Moğol tipli ve silahlı iki asker yüksek sesle bağıra çağıra konuşarak girdi.
Askerlerden biri halılarla ilgilenirken diğeri, genç kızlarını da aralarına alarak hareketsiz bir şekilde endişe ile olup biteni gözleri ile takip eden Peştemalcıyan ailesine yöneldi.
Etrafa şöyle bir göz atıyormuş gibi yaptıktan sonra genç kıza doğru yaklaştı ve elini uzattı.
Aram Peştemalcıyan gayrı ihtiyari ve seri bir hareketle askeri bileğinden sıkıca yakaladı. Çekik gözlü asker bu ani tepki üzerine tabancayı çekti ve Peştemalcıyan’ın şakağına dayadı.
Aram Peştemalcıyan, adeta taş kesilmiş karısına döndü ve ağzından,
– “Şimdi b.ku yedik” cümlesi döküldü.
Bu sözleri işitince irkilen asker silahını indirerek sordu:
– “Ne dedung? Ne dedung?…”
Baba Peştemalcıyan olayın şoku içerisinde, ister istemez söylediği sözleri tekrarlamak zorunda kaldı:
– “Simdi b.ku yedik”.
O anda sanki bir mucize oldu.
Asker ani bir hareketle silahını indirerek yıllar sonra bir dostunu görmüş biri gibi büyük bir sevinçle Peştemalcıyan’ın boynuna sarıldı.
Peştemalcıyan şok üstüne şok yaşıyordu.
Olayı kavramaya çalışıyor ve askerin Kırgız Türkçesi ağzıyla,
“Miz gan gardaşiz, min sinig gardaşmam” yani “Biz kan kardeşiyiz, ben senin kardeşinim” derken sevinçten çılgına dönmesini hayretler içinde seyrediyordu.
Mağazayı basanlar, Rus ordusundaki Kırgız askerlerdi ve karşılarında Türkçe konuşanları görünce büyük şaşkınlık yasamışlardı.
Olay anlaşılıp şok atlatılınca Peştemalcıyan ailesi rahat bir nefes aldı.
Askerler özür dilediler, çaylar içildi, konuşmalar uzadı ve iki asker sonraki günlerde mağazaya gönüllü bekçilik yaptılar.
Sovyet ordusunda farklı milletlerden askerler vardı.
Bu iki Kırgız asker de Sovyet ordusu ile Berlin’e kadar gelmişlerdi ve 1945’te Sovyetlerin Nazi Almanya’sına karşı zaferinin tescili anlamına gelen Sovyet bayrağını Almanya’nın başkenti Berlin’e diken üç Sovyet askerinden biri de, Dağıstanlı Abdülhakim İsmailov idi.
Savaş bitmiş, sıkıntılı günler geride kalmıştı.
Peştemalcıyan ailesi bir gün Berlin’deki mağazalarını gezen bir Türk gazeteciyle tanıştılar ve gazeteciyi evlerine davet ettiler.
Yaşadıkları olayı büyük bir heyecanla ve yeniden yaşıyormuşçasına tekrar tekrar anlattılar.
Hayatlarını kurtaran sihirli cümlenin Peştemalcıyan ailesi için neler ifade ettiğini, hayatta kalmalarına sebep olan bu sözleri bir hattata yazdırıp evlerinin en güzel yerine asmak istediklerini ve bu anı her zaman hatırlamak istediklerini söylediler.
Gazeteci, onlara bu konuda yardımcı olabileceğini söyledi ve Türkiye’ye dönüşünde verdiği sözü yerine getirmek üzere hattat ve mucellid Emin Barın’ın Çemberlitaş’taki atölyesine gitti.
Emin Barın kendisinden yazılması istenen cümleyi (şimdi b.ku yedik) duyunca şaşırdı.
Zira ilk defa böyle ilginç bir taleple karsılaşıyordu.
Hemen “Yazarım” diyemedi, düşünmek için zaman istedi ve kendisi de Almanya’da cilt eğitimi sırasında yaşadığı savaş günlerini hatırlayınca işi kabul etti.
Bir hafta sonra yeniden gelen gazeteciye ibareyi yazabileceğini söyleyerek bu fotoğrafını görmüş olduğunuz “celi sülüs” levhayı hazırladı.
Levhanın etrafı “Hatip ebrusu” ile süslendi ve Almanya’ya doğru yola çıktı.
Levhanın hikâyesi işte böyle…
Hayat kurtaran argo bir cümle ve bu argo cümlenin hattat elinde sanat eseri bir levhaya dönüşmesinin öyküsü…
Emin Barın, dostlarına daha sonraları “Hadise o kadar ilgi çekiciydi ki gazeteci dostumdan dinleyince teklifini kabul etmek zorunda kaldım” diyecekti.
Levha, Peştemalcıyan ailesinin artık dostu olan gazeteci tarafından Berlin’e götürüldü ve 17 Temmuz 1966 tarihli Yeni Gazete’ye de “Levhaya Bir Ailenin Hayatını Kurtaran Argo Cümle Yazıldı” başlığıyla haber oldu…
Şimdi levhada ne yazdığını, levhanın ilginç hikayesini ve bu levhanın yazılışından tam elli yıl sonra sokakta yaptığım denemeleri öğrenmiş oldunuz…
O zaman başlıktaki soruyu tekrar sorayım mı?
Bugün Müslüman Türk için kutsal olan ne?
Allah Kelâmı Kur’an ve anlamı mı yoksa @**r@@p abecesi mi?
Saygılarımla…
Murat Çalık 15.11.2019
21 notes
·
View notes
Text
Keşke kar yağmaya devam ederken sımsıkı giyinip dışarıda karların üzerine basarken çıkardığı sesi dinleyerek el ele yürüsek güzel olmaz mıydı
3 notes
·
View notes