#varlığına o kadar alışmışım ki
Explore tagged Tumblr posts
Text
hayatımda yeri büyük olan 2 insanla konuşmuyoruz nedenini bilmiyorum bu beni başlarda çok üzüyordu ama şu an alıştım gibi
#a yine kendi kendine triplere girdi#sıkıldım artık ondan#sürekli triplere giriyor ki ortada trip atacağı bir şey bile yok#3000 ile 1.5 haftadır doğru düzgün konuşmuyoruz#bu beni gerçekten çok üzdü#varlığına o kadar alışmışım ki#umarım o kendini toparlar
1 note
·
View note
Text
dün eşimle çarşıda birkaç saatliğine işimiz olduğu için buğlemi anneme bırakmıştık daha sonra çarşıdaki işimiz bitince anneme uğramadan eve geçtik. buğlem olmadan önceki hayatımı düzenimi hep özlediğimi düşünürdüm ama varlığına o kadar alışmışım ki eve gelince yokluğu aşırı belliydi. evet belki kızım olmadan rahattım yine mutluydum ama dün anladım ki o olmadan da hep bir yanım eksik gibi, hayatımın tadı tuzu oymuş gibi. evet bazen aşırı zorlandığım ve yorulduğum günler oluyo ama onun bir gülümsemesi her şeyi unutturuyor. ne kadar zorlanıp yorulsam da hatta bazen dayanamayıp çaresizce ağlasam da bugünleri hep gülümseyerek hatırlayıp özleyeceğim çünkü yaşadığım tüm bu anlar bir daha geri gelmeyecek zamanı geriye alamayacağım. her şeye rağmen iyi ki varsın kızım, iyi ki geldin girdin hayatımıza.
3 notes
·
View notes
Text
O kadar alışmışım ki varlığına, ya tekrar dönersem diye korkuyorum
1 note
·
View note
Text
Varlığına o kadar alışmışım ki; seni hissetmeyi, seni izlemeyi, mimiklerini, sıcaklığını, gözlerinde kaybolmayı, gülüşlerini, uğraşmalarını, kokunu teninde- tenimde hissetmeyi özledim. Günler saatler dakikalar geçmiyor sensiz ne tadım var ne tuzum ne hevesim tek isteğim omzuna başımı yaslamak. Günler çabucak geçsin sevdiceğim, geçsin ki nefesime kavuşabileyim.
12.02.24
02.29
1 note
·
View note
Text
"Alışmak ölmekten beter geliyor. Alışmak bir yara bağrımda kanıyor. Sen yoksun kollarım boşluğu sarıyor. Alıştım bir tanem alıştım sana... "
"Alışkanlık" en basit tabirle, bir şeye olan tutkunun iki uç noktası olan ve verdiği acıdan veya hazdan tam tersi kuvvetini unutmak suretiyle ondan kaçmak için benliğin bile isteye uyuşturulma işidir. Misal; ızdırabın en had safhada yaşandığı elim olaylar sonucu unutmak istediğiniz anılarınız var ve bu eza hali size haddinden fazla yükler yüklemeye uğraşıyor. Sizi müşkül duruma sokan ve bir an önce unutulması gereken bu durumdan kurtulmak için en kolay kaçış şekli olan içki içmek suretiyle işleri çözmeye çalışıyorsunuz diyelim. Yani eskilerin deyişiyle "derdi kederi alkolde boğmak", istiyosunuz. 🤷♂️ Fakat sizi boğan bu sıkıntı öyle bir iki kadeh parlatarak çıkacak gibi de değil olsun. İlk kaçış anı muhtemelen sizi rahatlatacak, bir sonraki kaçış planı için ise hazırlık yapmanızı sağlayacaktır. Lâkin burada bilinmesi gereken asıl konu sizin ne yaşadığınız ve neyi unutmak için o içki masasına oturduğunuz değildir. Bilakis alkol sizi yeterince teskin edebilme gücünden ötürü ilk sırayı alarak mevcut kederi dağıtmış gibi gözükür. Yani bir nevi sahte ve görünmez perde misâli belli vakitler oyalanacak bir kamuflaj örtüsü... Bu örtü o kadar ince ve hassastır ki, siz farkına bile varmadan etrafınızı sarıverir. Bir üç beş on, derken birde bakmışsınız derdinize derman olması için yandaş seçtiğiniz o şey sizi ele geçirmiş ve çoktan alışkanlığınız olmuştur bile... Artık elinizde elemi hazza dönüştürecek sihirli bir iksiriniz vardır ve onu bırakmak eskisinden daha güç bir mesele haline gelecektir. Gelin bu örneği tam tersine çevirelim. Diyelim hayatınızda sizi mutluluktan uçuran harika gelişmeler var. Canım bu saadeti bir iki kadehle kutlamadıktan sonra ne kıymeti var ki?, diyerek yine aynı kadehi elinize aldığınız vakit bu kez de sözde kendinize ödül olarak verdiğiniz alkol miktarı artarak yerini başka bir alışkanlığa bırakabilir. Gelelim başta söylediğim önermeye; demek ki, insanın şu hayatta kaçınmak için çabaladığı iki duygu olan "Acı ve Haz" aynı zamanda onun aliskanliklarının da kaynağı gibi gözükmekte... Üstelik bu alışkanlığı yaratmak için birinin ötekini yok etmesi gerekmekte. Verdiğim alkol alışkanlığı örneğini pek çok alışkanlık davranışı için düşünmek mümkün. Madde kullanımı olarak alkolden daha fazla yıkım yaratan bir sürü keyif verici madde olduğu aşikar. Hem mutluluğu katlamak hemde üzüntüden kaçmak için kullanılan bu maddelerin hepsi kullanım şeklinden ziyade miktarının artması sonucu alışkanlık yaparak insanın vazgeçilmesi noktasına gelir. Hülasa, derdini unutmak içinde neşeni artırmak içinde kullanılan bu maddeler maalesef sizi altın ortada tutmak için tasarlanan şeyler değildir. Bilakis ortası yoktur! İşte tehlikenin başladığı yerde tam olarak burasıdır. Yani alışkanlığın başladığı yer. Buradan sonrası ne acı ne de hazzın artık eskisi gibi yaşanamayacağı çorak ve verimsiz bir çöl arazisi anlamına gelir. Biz insanlar her ne kadar rasyonel bir aklın varlığına inansak ta, daha çok duygularımızın bizi yönlendirmesi sonucu edindiğimiz alışkanlıklarımızla yaşar ve yolumuzu bu alışkanlıklar üzerinden devam ettiririz. Bildiğimiz şekliyle hayat, bize daha katlanabilir geldiği içindir belki de bu durum ya da bilinmezden aşırı korktuğumuz için böyle bir yola basvururuz. Sebep ne olursa olsun alışkın olunan şeyi sürdürmek isteriz. Üstelik zararını bildiğimiz halde hemde... Şimdi şöyle bir düşünün! Hayatınızda sizi mutlu ettiğini veya size normalden daha fazla acı çektirdiğini düşündüğünüz kaç alışkanlığınız var? Ve bu acıdan kaçmak için farklı kaç alışkanlık edindiniz? Ya da normal ve sade mutluluklarınız için kaç tane şaşaalı sahte birer cennet yaratmak adına hangi alışkanlığı "Yahu bu olmadan yapamıyorum. İyi ki zamanında böyle bir şeye alışmışım"dediğiniz garip tutkularınız var?
Aslına bakarsanız gerçek mutluluk, içsel huzuru bulduğumuz anda başlar. O, sahte cennetlerde değil, basit ve doğal anlarda aranmalıdır. Unutulmamalıdır ki, sahte mutluluklarla dolu bir dünya olsa olsa geçici bir gölgeden ibarettir o kadar...
Sağlıcakla kalın/ içaforiz
0 notes
Text
"Varlığına o kadar alışmışım ki yokluğuna tahammül edemiyorum."
4 notes
·
View notes
Photo
... Sanki hep sen varmışsın gibi varlığına alışmışım. Olmadığın zamanlarda sabahları uyanmak istemiyorum. Biliyorum olmayacağını, yanımda uyanmayacağını da biliyorum. Ama bu göğsümü daraltan benim nefesim mi? Hep sen mi vardın şimdiye kadar da bu kadar alışmışım Sen’li sabahlara? Hep mi yan yana uyuyordu yüreklerimiz? Satılık Aşk’lar Şehri’nde bırakıp da gittin beni, Satılık Şehir’de kaldım, alan olmadı yüreğimi. Zaten satılık değildi ki… Hiç Güneş’ini göremedim ki.... Sen gelsen hep yağmur yağardı. Yıldızlar kaçar, kaybolurdu. Aşkımızın yıldıza ihtiyacı yoktu. Geceleri aydınlatacak kadardı… Geceleri gökyüzünden yıldız yerine gözlerimiz akardı, en parlak yıldızdan bile daha parlaktı gözlerin. Kocaman karanlığı aydınlatırdı. Söndü mü şimdi ışıklar? Ya yıldızlar..? Senin gözlerin yoksa onlar nereye gitti? Gelsinler artık yalnızım işte. Gözlerinin uzaklarda oluşu kadar Sensizliğim… Gözlerimin tek başınalığı gibi, başımı aşağıya eğişim gibi yalnızlığım. Eşsiz bir karanlık sarıyor beni, gittiğinden beri. Aşk’lar da satılık artık, ucuz el ilanlarında. Bizimkisinin adını çoktan değiştirdim ben, ayaklara düşmesin diye. Bizimkisi çok yüce’ydi çünkü. Çarpılan ben, kırılan yüreğim oldu. Seni geçmişte bırakamadım, yanımda getirdim… Seni dün’de değil, bugün de Sevdim… Yarınları düşünmeden sen her anımda olacaktın çünkü… Beni gömdün… Ne kadar geçmiş varsa her parçamı ayrı ayrı gömdün… Bölündüğüm yerde bile tek başına kalamadı parçalarım… O kadar kanıyordum ki artık, hayalin bile merhem olmuyordu acılarıma.... Seninle tamamlanan Ruhum şimdi paramparça. Hiç tamamlanamayan bir puzzle gibi. Hep bir parçam eksik, hep yarım… Sen eşittir ben olamadık… Biz hep yarım yamalaktık… Sen eşittir ben olamadık! Yandık! Yanıldık! Yarım yamalak değil, Tam tamına Yandık! Dokuz-Nisan-İkiBinOnİki*21:50 Nevin Akbulut https://www.instagram.com/p/BwH54y4FxnW/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=1icqfdnjbqqc6
6 notes
·
View notes
Text
Kısacık sürede varlığına o kadar alışmışım ki
Görünce mutlu olmaktan alıkoyamıyorum kendimi. Kalbimin hızlanmasını engelleyemiyorum.
Sevmediğini bile bile duygu yüklü olmak zor geliyor.
Kaçmak istiyorum ondan ama her yolum ona çıkıyor.
Deli gibi özledim.
1 note
·
View note
Text
Kararsız madde - ...yanlış yazılmış kelimelerden ve tamamlanamayan cümlelerden yapılmış gibiyim -
Bakın doktor… Doktor demem hoşunuza gidiyor mu? Bana öğrencilerim ilk kez hocam dediklerinde yüzümde aptal bir gülümseme oluşmuştu. Uzun süredir ilk kez duyuyorsanız diye söyledim. Sıfatların, özellikle unvan olanların, bizi olduğumuzdan başka biri gösteren bir yanı var. Tıpkı, giysiler, aksesuarlar ve dostlar gibi. Kendimiz olmayı pek sevmiyoruz gibi. Her neyse…
Bir düğümü açmanın birçok yolu vardır. Ya da kapı diyelim. Kimisinin o kapıya uyan anahtarı olur. Bazı ender kişiliklerin ise her kapıya uyan bir anahtarı ya da düzeneği çözecek yeteneği. Belirli bir düşünüş biçimine sahip olmanın önemi burada beliriyor. Kapıların önünde durup ona saatlerce baktıktan sonra (daha tokmağına bile dokunmadan) arkayı dönüp gitmek hiçbir düğümü çözmüyor.
Bu yüzden diğerlerinin o kapıyı nasıl açtığını merak ediyorsunuz. Herkesin bir anahtarı ve evi var iken sizin birçok evinizin olması, hiç anahtarınız olmadığında bir önem taşımaz. Durup düzeneği anlamak, elinizde onu açacak bir şey yokken sadece anlamaya yarar doktor. Bir süre sonunda çaresizlik sizi soyut düşüncenin soğuk hapsine mahkûm eder. Duvarlarınıza sürtünür, çıkışları unutursunuz. Herkesin kapıları nasıl araladığını, bir şeylerin ardına nasıl geçtiklerini şaşkınlıkla izler merak eder ve onlardan bunu nasıl yaptıklarını duymak istersiniz. Anlattıklarına göre o kadar kolaydır ki hepsi bunu pisuara işemenin nasıl yapıldığını anlatırcasına, şaşkınlıklarını bakışlarında dile getirerek küçümseyici bir tarzda anlatır. Bir süre sonunda herkesin basitçe ve genel geçer bir yöntemle bunu nasıl yaptığını kolaylıkla anlatması hiçbir şeyi yine değişmez kılar. Aynı şeyleri dinlemekten sıkılırsınız. Bu sefer kendinizi dinlemeye itilirsiniz yani soyutlanmış düşüncelere doğru bir yaklaşmadır bu. Bu da bir yerden sonra kendinizin içinde kaybolarak başkalarına göre başka başka insanlar olmanıza sebep olacaktır. Bir yerden sonra bakarsınız; o mavi kimliğin üzerindeki isim kaybolur. Siz kayıpsınızdır. Kapıyı açacak, düğümü çözecek, şu kelimeleri dizecek bir yolunuz yoktur bundan böyle. Birçok yol vardır, ancak doğru yol da yoktur.
“Ben nasıl mı konuşuyormuşum peki?”
Vaziyetimin imkanı dâhilinde, tarihsiz bir yaratık olarak. Bu güne değin yıkılmasından korkarak inşa etmediğim doğruların eksikliğini hissetmeye başladım. Bu doğrular büyük ebeveynlerin sözleri gibidir. Düştüğünüzde sizi kaldırır. Kafanız karıştığında onlara başvurursunuz, birden ona vurduğunuz kafanız sert bir gerçeğin acısını duyumsar sonrasında kendine gelir ve kaldığı yerden devam eder. Kaldığım yerden devam edemediğimi fark ettim. Doğru ve anlaşılır şekilde konuşmak, sözlerimi eylemlerimde vurgulayabilmek istiyorum. Fakat durumun bana gösterdiği o ki yıkmaktan başka bir eyleme tabi olamıyorum.
Yapıcı bir insandım inan bana. Elimde kum olmasa da, biri bir avuç kum getirdiğinde onu biraz su ile bulamaç edip kumdan kalelerini kendiminkiymişçesine gel-gitlerden uzağa bir yere yapmasında yardım ederdim. İnan bana çünkü karşında oturup buna inanmanı istemekten başka bir şey dilemiyorum. Şeytan değilim ben. Bir keresinde çocukluğumda yalnız başıma oynarken bir sopanın ucuna poşet parçası dolamak suretiyle bir karınca yuvasını büyük bir zevkle bertaraf ettim. O günü hiç unutmam. Çünkü o günden bu güne karıncalar geceleri üzerimde gezinip göbek deliğimden yuvalarına giriyorlar. Nasıl anlatayım kendimi oyuna kaptırmıştım. Etrafımdan birileri gelip geçiyor, gökyüzünde kuşlar başka kuşlarla dans ediyor biraz uzaktaki parkta diğer çocuklar gayet keyifli oyunlar oynuyordu. Ben hepsini görmezden gelecek kadar eğleniyordum o gün. Yalnızdım doktor. Başka bir arkadaşım olsa saklambaç oynardım onunla, beraber gülüşür ve yorulurduk. Evden su isterdik. Anneme arkadaşımın adını söylerdim. O da fazla koşmayın terlersiniz falan derdi. Biz yine de koşardık.
Tanrım vicdanı pişman olmamız için bize bahşettiğinden şükürler olsun. Hep şükürler olsundu. Sonra da hep şükürler oldu. Sürekli düşünüyorum. Düşünce aklımın kendini imha planı. Bense yanlış yazılmış kelimelerden ve tamamlanamayan cümlelerden yapılmış gibiyim. Evden dışarı adımımı atarken kendimi gideceğim yerde bunalacağım düşüncesinde buluyorum, henüz asansör çağırma düğmesine basmamışım oysa. Gittiğim yerde devamlı dönmek isteği ile doluyorum. Döndüğüm yerden devamlı gitmek. Bu böyle sürüp gidiyor ya da sürüp geliyor. Size gerçekten arafın bir tanımını vermek isterdim. Yarım kalmış bir cümle olmasaydım…
Seçecek ve anlatacak o kadar çok sözcük varken ancak en basitlerini kullanarak uzun cümleler kurmaya alıştığımdan beni mazur görün. Birazda bu yüzden yarım kalıyorum. Yani size göre. İnsanların beni anlayamamasına alışmışım işin kıssası. Başkalarının da başkalarını anlayamadığını gördüğümden anlama çabası kendini aynamın karşısında tavana astı. Arada tavana bakıp halen onu anlamaya çalışırım.
“Neden bu türlü bir düşünce içindeymişim”
Bir zaman önce yani daha kendi kıymetimi kıymetsiz buluyorken, kendimi kendime esirgemez, Tanrısına içten bağlı bir mümincesine iyilik olarak saydığım her şeyi beklentisiz yapardım. Yaptıklarımın karşılığını beklemek gibi bir niyetim hiç olmazdı. Taptıklarıma ise en alçaktan bakar böylece onları en yüksekte görürdüm. Sonra bir gün silindim. Hani bir tablo düşünün her tarafı capcanlı rengârenk boyanmış. Lakin bir renk kalitesiz bir fabrikadan çıkar o paletin içerisine girer, sonra resme girer. İlkin parlaktır. Sonrasında zaman yüzeyleri kazırken en kalitesiz olan söner gider ya. Silinir işte. Zamanla. Bende kendimi öyle değersiz hissettim. Başkası görmüyordu olsun Tanrı görüyordu ya. Öyle diyorlardı beni görmeden. Sonra ben aynada kendimi göremezken tanrı beni bir yerlerde görüyordu.
Ne yiyip-içmeye ne gezip tozmaya ne ihtiyacımın dışında olan bir eşyaya ne cinsel münasebetlere karşı bir tek nefis kırıntısı kadar ihtiyaç duymamışım, kafası sonradan geliyor. Tanrıyla yek vücut gibi. İsteksiz ve hayatta ne tür aşırılıklarla karşılaşırsam karşılaşayım, hepsine olağan gibi davranacak çelik gibi görülen, alüminyum folyoya sarılı bir irade ile.
Çeliktenim sanıyordum. Sonra sevdiğim bir insan hastalandı, öldü. Sonra sevdiğim bir insan hastalandı, yaralandı. Ben yine de çocukça kızıp imanca şükrettim. Birini çok sevdim ( ben genelde birini çok severim, işte bunlar hep bundan ).Sonrasının tahmini bile kolay değil mi. Söylesenize ya da söylemeyin cevabı hepimiz biliyoruz.
Demek ki silik olmak dedim hoş bir şeymiş. Ve silinmek için insanın varlığına en mukaddes emarelerden birisi olarak tesis edilen sevgiyi bile başkalarından esirgemeniz gerekiyormuş.
Kimsenin görmediği bir insan olarak yaşamak güzeldi, biri beni görene dek. O an sanki varlığımın ve insan oluşumun yeni bir doğumunu yaşadım. O zamana dek dünyaya baktığım gözler gitmiş yerine yenileri gelmişti. Ve ben bu doğuşu tüm duyularımda hissederken, hissiyatımın derinlerinde, kelimelerin tarifsizliğini ve aciziyetini, tüm şairlerle birlikte teyit ettim.
Zamanınım ondan bir başkası ile geçmesi ya da onun varlığından ayrı geçtiğinin düşünülmesi dahi ziyankârlıktı.
Bilirsiniz evrendeki her şey bozulmaya tabidir. Onun derisi de öyle, benimki de sizinki de. Dışarda ne görürseniz, elinize ne alabilir midenize ne götürebilirseniz bu böyledir. Benim onda elime alıp tutamadığım ya da hiçbir vaziyetle somutlaştıramadığım şeyler (adları henüz sözlüklere yazılmamış, zihinlerde imlenmemiş “şeyler” [bilinmezlikler işte]) keşfedişim, evrenin bu temel yasasının üzerinde idi.
Bozulmayan, yerinde duran hep orada olan ve kendini öz-zamansallığında, farklı tarzlarda sonsuzca tecdid-i temaşa eden bir tözdü o. Aynı zamanda yeni doğuşumun başlangıç ilkesi olarak Arkhem. Elinizde artık bir arkhe varsa tüm evreni onun üzerine kurmakta ne zorlanırsınız ne de zaman kaybedersiniz. Bende durumun şerefine, evrenin temel yasasına aykırı keşfimin de hakikate olan düşkünlüğüne binaen tüm bir yaratılışı onunla tekrar inşaya kalkıştım.
Kutsal kitaptan attığım ilk söz, ilk söz olan, önce söz vardı, sözüydü. Yerine “önce o vardı”yı koyduktan sonra tüm bir sistematik kendini baştan yarattı. İnşalar onun üzerine kendiliğinden kuruldular. Bundan böyle, O tanrıydı ve o aramızda dolaşıp yatağıma giriyordu. İnanın doktor bilinçli olarak yaptığım tek şey buydu.
“Bana yalnızlığa itilişimin nedenini mi sordunuz?”
Çoğu parçalanmak diyor. Yani –bir- parçadan daha fazlası olmak. Yerde yeksan, zeminde muntazam bir bütünken yerin çekiminden çekip alınmak münasebetiyle yükseltilerek tekrar yerin çekimine bırakılıp yerle yeksan edilmek. Zeminle tekrar kuvvetli bir teması, zemine olan uzaklığınızla doğru orantılı olacak bir ivme ile hızla gerçekleştirmek. Böylece önceki durumunuza göre azalarak çoğalmak gibi bir şey yani öylemi. Sonra küçük parçalar halinde oraya buraya savrularak bir araya gelmesi tahayyül dahi edilemez bir çoklukta, bütünlük inancını kaybetmek.
Ben kendi durumum için başka bir fiil seçtim. Anlamı bakımında açıklayıcı, doğruluğu bakımından her zaman olduğu gibi muğlak yine de geçerliliğini gözlerimin içine bakarak test edebileceğiniz bir fiil. Mastar ekini attığınızda tek kelimelik bir emir cümlesine dönüşür. Argoda günlük kullanımı yoğun olan bir küfrü çağrıştırır. Buharlaşmak Tamamen buharlaştım. Nedenler sıralamasında geriye gitmek gibi bir takıntınız varsa biraz açımlayayım. Neden çünkü öncesinde eriyik hale geçmiş, sıvılaşmıştım. “O”ndan öncesini sorsanız kaskatı bir yaratıktım. Gülümsemez, önemsemez, fevkalade nötr. Düşüncemin kendisinden dahi arınık; pozitif ile negatiflik kavramları arasında kesim ayrımları olmayan gri bir renk, önemsiz bir dışsallıktım. Öyle ki içim dışım bir idi ve hakikatimi asla saklayamazdım. İçim katı, dışım katı, görenin ikinci kez bakmasına merak uyandırmadığı sıradan ve tek işlevli bir eşya. Örneğin çatalla aramdaki 7 farkı bulana mutfak robotu seti hediye edilebilirdi.
Neyse. Olur ya. Bir gün biri çıkagelir. Artık tam kendinizi ve her şeyinizi tükettiğiniz anda. Aslında tam değil de genel olarak bittiğiniz ve bittiğinizin farkındalığına varıp ötesinin de aynı standartında devam edeceği düşüncesinin sizi rahatsız etmediği, durağanlıkta, bilmukabele kabul edilmiş hayatınızın düz çizgisinde, geliverir. Ellerinde yepyeni bir anlam ve gözlerinin içinde matematiğin çözümlemeye dahi kalkışmadığı sonsuzluktan yapılma bir sözlükle. Sizi sonsuzlukla baş başa bırakarak, çizgiyi eğer büker.
Orada mekân tasviri katı, sıvı, gaz diye yapılmıyor doktor. Orada mekan tutmak zor. Hacminizin olduğunu iddiaya kalkışmak ise varlığınızı inkâra düşer. Yine de bu dünyada sıvılaşmaya başladım, çözüldüm. Basit bir buz parçası olsanız da çözülürdünüz, demir madeni kadar kararlı olsanız da o örsün üzerinde dövülürdünüz. Bende sıvı hale, benim dışımda karşı koyamadığım bir iradeden dolayı geçmiş bulundum. Aktığımı hissediyordum. Gariptir; dışarı akıyor, gittiğim yolların sonlarında hep aynı okyanusa dökülüyordum. Geceleri geç soğuyup kıyılara sıcak bir esinti oluyor, gündüzleri sahillere serinlik katıyordum. Onun ruhunda dalgalanarak tüm bayrakları fethettiğimi sanırken cumhuriyetlerin bir bir düşüp dünyamın global bir monarşiye terk edileceği düşüncesi zihnime zerk edildi. Ben ona aktım, o da bana aktı. Ama gözlerinin içine baktığımda bir tek ben fethedilmişim gibi geliyordu. Ne zaman diktatörlük düşüncesi aklıma gelse; azınlık gibi önemsenmeyecek bir kalabalık olacağımı da düşündüm. Gözleriyle tepeden baktığında sabun fabrikalarının ocaklarından dumanlar çıkıyordu bile. Bende buharlaşmaya başladım böylece. Denizler çekilmekte, gezegenin mavisi tükenmekteydi.
Korku isyanı başlattı. İsyan başka ateşler yaktı. Ateş buharlaştırdıkça buharlaştırdı. Aklımın odalarında 6 milyon nefes kesildi.
Bilmiyorum, doktor. Birçok şeyi bilmiyorum. Bildiğimi varsayarak yaşıyorum. Tek yaptığım yıkıntılarımın üzerine dizip dizip devirdiğim üç beş taş parçası ile oyalanmak. Umutsuz da bekleniyor. Yazılıyor çiziliyor hayal ediliyor. Oyalanmak oluyor adı.
Umutsuzluğun tarifsiz acısını hissettiğim anlarda sadece gırtlaktan ibaret olduğumu sanıyorum, gözlerimin çukurlarında ağırlaştığımda iğnenin ucundaki ucuz bir ölüm, sabah kahvaltısı niyetine yanıp etrafa dağılan bir sigara dumanı. Birçok şeyle birlikte birçok şey oluyorum. Ama onunla, asla bir şey olamıyorum.
Buharlaşıp aynı çölün üzerinde yoğunlaştıkça bulutlaşıyorum. Ancak bir türlü damlalaşıp düşemiyorum. Üzerinde radyoaktif partiküller taşıyan ümitsiz bir bulut parçası gibi dolaştım dünyayı. Birçok sefer, yarattığım çölün üzerinde duraklaştım. Yağsam, boşansam gökyüzünden, parça parça olsam ama tek bir nefes verebilsem toprağa. Yok olup aksam tekrardan dikenli bir kaktüs içerisine. Sorgusuzca durulsam ölüme karşı doğuşlarda.
Tekrar katılaşmak için
II.ED
4 notes
·
View notes
Text
o kadar alışmışım ki varlığına tepkilerin söylediklerin aklıma gelince ya ben sadece çok özlüyorum
0 notes
Text
Varlığına o kadar alışmışım ki yokluğunda gözlerim seni arar olmuş
0 notes