#tasavvufi
Explore tagged Tumblr posts
Text
“Mühim olan gönlüne göre yâr seçmek değil, nasibine düşeni yâr etmek ya da olduğu gibi kabul etmektir.”
Tasavvuf ve Tövbe - Mehmet Ildırar
20 notes
·
View notes
Text
Ben çok kitap okumazdım hep bunalımdaydım,depresyondayım,ağlardım sonra birisi girdi hayatıma gönderdiği kitaplarla ruhuma dokundu @ferahlik bugün gönderdiği bir kitabı daha bitirip aklıma kazınan onca bilgiyi düşündüm ruhumun manevi desteğe ihtiyacı varmış canım karanfilim beni ayağa kaldırdı ufacık dokunuşuyla. Aynı zamanda @caninbabasi yusuf amcaya da çok teşekkür etmek istiyorum çünkü kendisinin yaptığı çekilişlerden kazandığım çok güzel kitaplar oldu manevi tasavvufi kitaplar hakkında bilgim çok sınırlıydı sizin sayenizde koskocaman yeni bir dünyam oldu diyebilirim,tam da kendimi dini açıdan geliştirmek isterken en ihtiyacım olduğu anda sizinle tanıştığım için Alemlerin Rabbine şükürler olsun dualarım hep sizinle içimden geldi teşekkür etmek istedim Rabbim binlerce kez razi olsun sizlerden🥹🩶🫂🌸✨️
25 notes
·
View notes
Text
Ahlâka dair Mertebeler
İsâr:
Başkasını kendine tercih etmek şeklinde tanımlanan isâr(diğerkâmlık) kavramı, ahlâk terimi olarak, kişinin kendisi muhtaç durumdayken sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullanması ve onların yararı için fedâkarlıkta bulunması demektir.
Tasavvufi açıdan ise isâr, dünya, ahiret ve nefsin lezzet aldığı her ne haz varsa hepsine karşılık Allah'ı istemek ve onu murâd etmektir.
17 notes
·
View notes
Text
Müfredatta Yunus Emre; ilahileri ile bilinen dini tasavvufi halk edebiyatı şairlerinden biri, diyerek tanıtılır ama hiçbir şekilde ilahileri asla derste sınıfta okutulmaz; isimleri söylenir bunları bilmeniz gerek, diye sınav olur biter ve o şiirlerin isimleri de silinir hafızalardan. Sadece Yunus Emre' de değil neredeyse bütün şair ve yazarlarda böyledir bu durum. Ezbere dayalı sistem bunu gerektiriyor sanırım. Dini tasavvufi halk edebiyatına çalışırken Yunus Emre'nin Dertli Dolap adındaki şiiri önemlidir bilin, derler ama asla şiiri açıp okumazlar ancak öğrenci merak ederse dersten sonra bakar. Ayrıca şiiri çok güzel bestelemişler mutlaka onuda dinleyin dersten sonra ya da derste dinlemeliyiz de demezler, öğrenci merak eder ve araştırırsa öğrenir böyle bir şiirinin bestelendiğini.
12 notes
·
View notes
Text
Ödevler çok zor, kolay ama zorlanıyorum. Bir yandan ödev yaparken bir konuşma dinliyorum, konuşan kişinin alanı İslami ilimler değil, bilim ve dini tasavvufi bilgiyi birleştirmekten basitçe bahsetti. O sebeple bende coşkuyla ellerimi başıma götürüp ''Abi oralar hiç bildiğin gibi değil.'' dedim. Bunları bir yıl önce bilmiyordum, yarım dönem yüksek lisans bile bana çok fazla bakış açısı kazandırdı. Bunu fark ettim elhamdulillah zor olsa da güzel. Takvanı kaybetmeden bilmek güzel.
3 notes
·
View notes
Text
İlhan İrem ve ruh eşi Hansu..İda dağlarında kalplerini birleştirdiler..normal insanlar değillerdi..Aşkı tasavvufi yani gerçek anlamda yaşadılar..İlhan öldü..ama Hansu'nun boyutunda hâlâ yaşıyor..🕯💙
3 notes
·
View notes
Text
Gavs kime denir nasıl seçilir - Ahmet ATAM
İslam'ın tasavvufi geleneğinde Gavs kime denir, nasıl seçilir görevleri nelerdir?
Gavs, İslam tasavvuf geleneğinde, kâinatın manevi yönetiminden sorumlu olduğuna inanılan en yüksek mertebeli velilerden biridir. Gavs kelimesi, yardım eden anlamına gelir ve bu makam, Allah'ın lütfu ve ihsanı ile, kişinin ibadet ve riyazetinin çokluğu ile değil, doğrudan Allah tarafından verilir. Gavs, aynı zamanda kutup veya kutbu'l-aktâb olarak da bilinir ve hakikat-i Muhammediye'nin, yani Muhammedî hakikatin mazharı olarak kabul edilir. Bu, onun kâinatın kalbi mesabesinde olduğu ve kâinatın onun etrafında döndüğü anlamına gelir. Gavs, aynı zamanda gayb erenleri adı verilen veliler örgütünün başıdır ve bu örgüt, Kur'an'da bahsedilen "dağlar" ile kıyaslanır.
0 notes
Text
Şeyh Galip Şiirleri
Şeyh Galip Şiirleri: Tasavvufun İfadesi Şeyh Galip, 18. yüzyıl Osmanlı edebiyatının en önemli isimlerinden biridir. Şiirleri, derin tasavvufi anlamları ve zengin imgeleri ile dikkat çeker. Bu yazıda, Şeyh Galip’in şiirlerinin temalarını, üslubunu ve edebi etkisini ele alacağız. Ayrıca, onun şiirlerinin Türk edebiyatındaki yerini ve önemini de inceleyeceğiz. Şeyh Galip’in Hayatı ve Edebi…
0 notes
Text
Şeyh Galip Kimdir?
Şeyh Galip: Bir Klasik Türk Edebiyatı İncisi Şeyh Galip, 18. yüzyılın önemli Türk şairlerinden biridir. Özellikle İstanbul’un sosyal ve kültürel hayatını, tasavvufi düşünceleri ve aşk temalarını şiirlerinde işlemesiyle tanınır. Eserleri, Klasik Türk Edebiyatı’nın en değerli yapıtları arasında yer alır. Hayatı ve Eserleri Şeyh Galip, aslen Sırp olan bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da…
0 notes
Text
Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem), Rabbani alimleri: “Alimler peygamberlerin vârisleridir.” [Ebû Dâvûd, İlim, 1; Tirmîzî, İlim, 19; İbnu Mâce, Mukaddime, 17; Dârimî, Mukaddime, 32] buyurarak kendisine varis saymaktadır.
Hadisinden de anlıyoruz ki bütün Rabbanî alimler, Efendimizin manevî yükünü taşımakta, ümmetin manevî terbiye işini yürütmektedirler.
Öyleyse onların her biri, Allah rızası için ve Resulullah(s.a.v)’in hatırına sevilmeye, övülmeye layıktırlar. Mademki sevgileri Allah’ın Resulünün hatırınadır. Öyleyse onları hatırına sevilecek olan Peygamber ve sahabesiyle kıyas yapmak aklın bir ürünü değil, olsa olsa nefsin ve şeytanın tuzağıdır.
Ancak insan tabii olarak, terbiye ve sohbetine katıldığı bir arifin hukukunu korumada, onu sevip tanıtmada, güzel hallerini yaymada öncelikli davranabilir.
Ama bu, taraf tutma ve taassup olmamalıdır. Esasen bu durum, şahit olduğu bir güzelliği herkese duyurma gayretidir.
İnsan sevgide sınır koyamayabilir. Bu yüzden kendi üstadını, hocasını, mürşidini övmek isterken, bir başka salih insanı, kamil mürşidi karalama, yaralama, yalanlama yoluna gitmemelidir.
İmam Şa’rânî (k.s) demiştir ki: “Herkes, mürşidinin kamil ve mükemmil olduğuna, irşadının ve manevî nasibinin onun elinde bulunduğuna, bu yönüyle kendisi için mürşidinin tek olduğuna itikat etmelidir.“ [Şârânî el-Envâr, II, 95]
Fakat bu itikat müridi diğer mürşitlerin hürmetini çiğnemeye, kıymetini düşürmeye götürmemeli. Bütün ehlullah Allahu Teala’nın askerleridir. Allah onları vasıta ederek kullarını hidayete sevkeder. Onlar, Rasulullah’ın (s.a.v) âlidirler. O’nun sünnetini yaşar ve yayarlar.
Mürşid-i kâmiller, bütün insanlığa rahmettirler. Ayrılığa, fitneye ve kısır çekişmeye âlet edilemezler. Her mümin onları sever, sevmelidir. Ona minnet ve hizmet, diğerlerine kalben muhabbet edilmelidir. Senin mürşidin şöyle, benimki böyle çekişmesi boş bir iştir ve sonu zararlıdır.
(Tasavvufi Notlar)
11 notes
·
View notes
Text
Şeyh Galip Kimdir?
Şeyh Galip: Bir Klasik Türk Edebiyatı İncisi Şeyh Galip, 18. yüzyılın önemli Türk şairlerinden biridir. Özellikle İstanbul’un sosyal ve kültürel hayatını, tasavvufi düşünceleri ve aşk temalarını şiirlerinde işlemesiyle tanınır. Eserleri, Klasik Türk Edebiyatı’nın en değerli yapıtları arasında yer alır. Hayatı ve Eserleri Şeyh Galip, aslen Sırp olan bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da…
0 notes
Text
"Herkes öldürür sevdiğini" der Oscar Wilde. Tasavvufi gelenekten gelen bir sözde "Ölmeden önce öl" der.
Sevdiğini (aşırı, abartı düşkünlük anlamında) öldürürsen kendini öldürmüş olmazsın. Benliğinde en güzel, en özel, en çok arzuladığını düşündüğün şeyi öldürmüş olursun.
İnsanın aşkın boyuta ulaşmasıdır bir ölçüde ölmeden önce ölmek...
İşte "ölmeden önce öl " kastı, kötü enerjiye verdiğin gücü kes, seni aşağıya çeken, seni olduğundan /olman gerekenden daha sufli bir duruma düşüren bağlantıyı kes; aşırılığını, ( ki ifrat ve tefrit aşırılıktır ve her iki kelimenin sadece sözlük anlamıyla kısıtlı kalmamak gerekir.) avam sıradanlığını (ki asıl sıradanlık ortak insanlık bilincidir), zaman savurganlığını, dedikodu alışkanlığını, yararsız bilgiyi, hatasız olduğunu düşünme saçmalığını (ki hatalar olmadan öğrenilmez) anlamındadır.
Hayat yaşarken karşılıklı alınıp verilen enerjilerle ilgilidir. Karşılıklı birbirine doğru akan bir yol vardır. Elbette bu enerji iyide, kötü de olabilir.
Kısaca seni asıl öldüren her ne varsa ona istediği enerjiyi geri verme! Saçma kıskançlıklara karşı gereksiz öfke öldürür mesela, yersiz konuşmalara kattığın enerjide öyle... Kısaca, herkes öldürmeli sevdiğini (ki o asıl ölmesi gereken atıl durumda olan ve aşkın konumda olması gereken sufli benliğinden başka ne olabilir ki?
- İçaforiz
1 note
·
View note
Text
Aşk bir günlük bile olsa aşktır. Tutkunun süresine değil şiddetine önem vermişimdir her zaman. Şiddetli tutkular: kalbi çarptıran, bakışları incelten duygular. Aklı paranteze alıp bir süreliğine de olsa rafa kaldırabilmek.
Severdim. Böyle- şarkıda ki gibi- seviyordum zaten ama belki sınıfsal olarak istisna insanlar arasında olmalıydım.
Çevremdeki hatunlar böyle sevemiyordu. Sadece böyle sevmeyişleri bir yana aşkı da böyle aramıyorlardı ki.
Kimsenin kendisini duygulara bırakacak bir lüksü yoktu sanırım. Hayallerde yaşayan bendim. Kadınlar hep daha gerçek bir dünyada yaşıyorlardı.
Burda bolca anlattığım bir örnek olayda, üniversite de benle sadece sevişmek isteyen ama benim ondan aşk beklediğim hatun yine iyi bir örnek.
O günkü duygularımı düşünüyorum. Seks nedir..Günlerce gecelerce aralıksız sevişsek seks benim için yine de aşkın içinde ki minicik bir noktadan ibaretti. Aşk yüce bir şeydi. İnsan ruhunu yücelten bir şeydi birini gerçekten sevmek. O yücelik değerliydi asıl olarak. Sevişmek de o yüceliğe varılan yollardan biriydi sadece. O'nu görmekte, bakmakta sesini duymakta, çok uzakta olsa yine de hissetmekte aşktı.
Yani ben o hatuna kocaman bir şey veriyordum ama onun beklediği sadece sevişmek. Küçük bir şey. Bütünün sadece bir parçası.
Tabii ondokuz yirmi yaşında kızların böyle neredeyse tasavvufi aşk duygularına dalmaları mucize olurdu. Daha rasyonel daha gerçek bir dünyada yaşamak zorundaydılar.
----
Okuyum okuyum derken kayboldu gitti o kitapta: Adamın biri aşkın son bir iki yüzyılda uydurulduğunu söylüyordu. Ne halkın arasında ne aristokrasi de bir kaç yüz yıl önce aşk yoktu. Önceden kadın zaten meta anlamında maldı. Alınıp satılan bir şeyden özgür aşk beklenmez. Aristokrasi içinde kadın soyluluğun devamında bir iş anlaşması gibi görülürdü. Saraylarda da aşk yoktu. Köylü için de sadece kadının işçi olarak bir değeri vardı. Güzel olması değil sağlamlığı önemliydi diye anlatıyor.
Söyledikleri tarihsel olarak doğru tabii. Anadoluda kadının evlenmesi hala " filancanın kızı satıldı mı?" diye geçer. Özellikle yaşlılar böyle sorarlar durumu. O soru "evlendi mi?" anlamına gelir ama böyle sorulur çünkü onların devrinde de alınıp satılmak içselleşmiş artık.
---
Yani tarihte aşk yokta günümüz de aşk nerde gençlik?
Ölmeden evvel kendisini bir görseydim çok iyi olurdu.
0 notes
Note
Yakaza ne demek?
Sözlükte “uyanıklık” anlamındaki yakaza kelimesi (Farsça: bîdârî) tasavvufta “sâlikin kalbinin Hak’tan gelen bir uyarıyla uyanıklık haline (teyakkuz) kavuşması” demektir. Hak’tan uzaklaştığına işaret eden gaflet uykusundan uyanan sâlik, içinde bulunduğu âleme ve Allah’a dair bir şuura kavuşur.
...
Diyerek açıklar bu terimi İslam ansiklopedisi.
Bazı kelimeleri anlatmaya sözlükler yetmez anomin. 'yakaza' böyle tasavvufi bi terim . Ben de dua niyetine "yakazakalb" dedim.
0 notes
Text
ANMA:
BUGÜN 05 OCAK (1975)
TÜRK EDEBİYATININ VE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN ÖNEMLİ KALEMLERİNDEN, FİKİR ADAMI,
BÜYÜK ŞAİR
ARİF NİHAT ASYA’ININ
ÖLÜMÜN YIL DÖNÜMÜ. RAHMETLE ANIYORUM.
Mehmet Arif Nihat Asya[1] (7 Şubat 1904, Çatalca, İstanbul - 5 Ocak 1975, Ankara),[2] Türk şair, öğretmen ve siyasetçidir.
Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin önemli temsilcilerindendir. Sade bir üslupla millî değerleri ve dini heyecanları işleyen şiirler yazmıştır. "Bayrak, Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Fetih Davulları, Selimler, Kubbeler, Süleymaniye" en tanınmış şiirleridir.[3] Bayrak şiirinden dolayı Türk edebiyatında Bayrak şairi olarak da anılır.[4] 9. dönem TBMM'de milletvekili olarak görev yapmıştır.
1904'te Çatalca'nın İnceğiz köyünde doğdu. Asıl adı Mehmet Arif'tir.[5] Tokatlı Zîver Efendi ile Tırnovalı Zehra Hanım'ın tek çocuğu idi.[6] Şairin bilinen en büyük dedesi Kapusuz Hacı Ahmet, Tokat'a bağlı Kapusuz köyünden İstanbul'a göçmüş ve orada debbağlıkla uğraşmış olan bir âhî ustasıdır.[6]
Henüz bebekken babası veba hastalığından hayatını kaybetti; annesi yeni bir evlilik yapıp Filistin'e gitmesi üzerine ��ç yaşından itibaren akrabalarının yanında yetiştirildi.[7]
Öğrenim hayatı Örçünlü Köy Mektebinde başladı. Babaannesinin ölümünden sonra onun bakımını üstlenen halası ile birlikte Balkan Savaşı'ndan kısa bir süre önce İstanbul'a göçtü; Kocamustafapaşa ve Haseki mahalle mekteplerinde öğrenim gördükten sonra I. Dünya Savaşı yıllarında Gülşen-i Maarif Rüştiyesi'ne devam etti. Bu dönemde hakim olan milliyetçi duyguların etkisiyle şiire başladı.[7] Bazı destancıların Haseki’de okuyarak sattıkları harp destanları onu şiire yönelten ilk örneklerdi.[3] Orta tahsilini parasız yatılı olarak Bolu ve Kastamonu liselerinde tamamladı. Millî Mücadele'ye destek verenlerin durağı haline gelen Kastamonu'daki öğrencilik dönemi onun kişiliğini ve sanatını etkiledi.[7] Bu döneme şiire ilgisi arttı, hocası Enver Kemal Bey'in yönettiği Gençlik adlı dergide ilk şiirlerini yayımladı.
Öğrenimine Dârü'l-Muallimîn-i Âliye (sonraki adı Yüksek Muallim Mektebi, bugünkü İstanbul Üniversitesi Yüksek Öğretmen Okulu) Edebiyat Bölümü'nde devam etti. İlk şiir kitabı olan Heykeltıraş, 1924 yılında bu okulda öğrenci iken yayımlandı.[7] Yüksek Muallim Mektebi son sınıfındayken ilk eşi olan Hatice Semiha Hanım'la evlendi.[6] Bu evlilikten iki çocuğu oldu.
1928'de mezun olduktan[2] sonra edebiyat öğretmeni olarak Adana'ya tayin oldu. Adana Kız Lisesi ve Erkek Lisesi'nde öğretmenlik ve idarecilik yaptı.[3]
Adana'da öğretmenlik yaptığı dönemde 1933 yılında Üsküdar Mevlevihanesi'nin son şeyhi Ahmet Remzi Akyürek'le tanışan Arif Nihat, dervişlik çilesini çekip Mevlevilikte şeyhlik makamına kadar yükseldi. Millî şiirlerin yanı sıra tasavvufi şiirler yazdı. Şair, 1940 yılında, Adana'nın düşman işgalinden kurtuluşunun kutlandığı 5 Ocak günü yapılan tören için Bayrak adlı şiiri ile tanındı ve Bayrak Şairi olarak anılır oldu.[4] Şiir, önce Görüşler dergisinde yayımlanmış; daha sonra da Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor adlı şiir kitabının 1946'da çıkan ilk baskısında yer almıştır.[6]
1941 yılında ilk evliliğini sonlandıran şair, kimya öğretmeni Servet Akdoğan ile ikinci evliliğini yapmış ve bu evlilikten de bir kız, bir erkek çocuk sahibi olmuştur.[6]
Malatya Lisesi'ne müdür olarak atanıp Adana'dan ayrılan şair, Malatya Lisesi Müdürü iken Maarif Vekili Hasan Ali Yücel ile yaşadığı sert tartışma nedeniyle huzursuzluk yaşadı.[6] Üç yıl kadar Malatya'da çalıştıktan sonra yeniden edebiyat öğretmeni olarak Adana Erkek Lisesi'ne döndü. 1948'de Edirne Lisesi'ne sürgün edildi.[6]
1950 Türkiye genel seçimlerinde Demokrat Parti'nin listesinden Seyhan (Adana) adayı oldu. Seçimleri Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne girdi. Dönemin sonunda aktif politikayı bırakma kararı aldırarak öğretmenliğe döndü. Kısa bir süre Eskişehir Lisesi'nde öğretmenlik yaptı. Çok uzun bir zaman kalmamış olmasına rağmen şiirinde Eskişehir'in çok yer alması ve bu şehirde çok benimsenmiş olması onun 5. dönem Eskişehir milletvekilliği yaptığı, Bayrak şiirinin Eskişehir'de yazıldığı gibi yanlış bilgilerin günümüzde birçok kaynakta yer almasına yol açmıştır.[6] Arif Nihat Asya, 1955 yılından itibaren Ankara Gazi Lisesi'nde ve Ankara Polis Koleji'nde edebiyat öğretmenliği[8] yaptı. Kıbrıs'ta görevlendirilip iki yıl da Lefkoşa Erkek Lisesi'nde görev yaptıktan sonra 1962'de Ankara'ya döndü ve Gazi Lisesi'nden emekliye ayrıldı.
Emekliye ayrıldıktan sonra Yeni İstanbul ve Babıali'de Sabah gazetelerinde yazılar yazdı. Aralık 1974'ün sonlarında hastalanarak hastaneye kaldırıldı. 5 Ocak 1975'te öldü. Kabri, Ankara Karşıyaka Mezarlığı'ndadır.
Edebi yaşamı
Milliyetçi şiirleriyle tanınan Arif Nihat Asya, yurdun güzelliklerini, doğasını anlatan, kimi zaman yergici ama Türklüğü yücelten şiirler yazmıştır. Şiirlerinde halk ve divan edebiyatı nazım şekilleri yanında modern edebiyatın nazım şekilleri de yer almıştır. En çok kullandığı nazım şekli ise Rubaidir; rubailerden oluşan beş ayrı kitap yazmıştır. İşlemiş olduğu başlıca temalar kahramanlık ve tarih duygusu, din, aşk, tabiat ve memleket güzellikleridir.[3] Şiirleri arasında, Ebced hesabı'yla tarih düşürdüğü manzumeler de önemli bir yer tutar.
Şiirlerinde günlük Türkçeyi bir sanat dili haline getirerek kullanan Arif Nihat'ın rahat, özentisiz ve sade bir üslubu vardır.[3] Şiiri üzerinde Yahya Kemal'in açık tesiri görülmektedir.[3] Sosyal ve siyasal konuları, yurt gözlemlerini, arkadaşlarını, yakın çevresini, tarihi konuları, dini meseleleri, aşkı, tabiatı konu alan nesir türünde eserleri bulunur.
Eserleri
Kitapları
Kanatlarını Arayanlar
Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor
Kubbeler
Ses ve Toprak
Top Sesleri
Dualar ve Aminler
Kökler ve Dallar
Aramak ve Söyleyememek
Fatihler Ölmez ve Takvimler
Ayın Aynasında
Rübaiyyat-ı Arif 1
Rübaiyyat-ı Arif 2
Şiirleri
Heykeltıraş (1924)
Yastığımın Rüyası (1930)
Ayetler (1936)
Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor (1946)
Kubbe-i Hadrâ (Mevlana üzerine, 1956)
Kökler ve Dallar (1964)
Emzikler (1964)
Dualar ve Aminler (1967)
Aynalarda Kalan (1969)
Bütün Eserleri (1975-1977)
Rubaiyyat-ı Ârif (rubailer, 1956)
Kıbrıs Rubaileri (rubailer, 1964, 1967)
Nisan (rubailer, 1964)
Kova Burcu (rubailer, 1967)
Avrupa'dan Rubailer (1969)
Şiirler (Ahmet Kabaklı derledi, 1971)
Bütün Eserleri (1975-1977, Ötüken Yayınları)
Bayrak (1940) [9]
Çocuk ve Ağaç
Bayrak Şiiri
Düz yazıları
Kanatlar ve Gagalar (özdeyişler, 1946)
Enikli Kapı (makaleleri, 1964)
1 note
·
View note
Text
0 notes