#türkiye'nin liderleri
Explore tagged Tumblr posts
Link
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanları: Ebedi İstirahatgâhları ve Tarihe Bıraktıkları İzler
0 notes
Text
Türkiye'nin Teknoloji Liderleri 7. Defa Ödüllendirildi!
Sektörlerin dijital dönüşüm süreçlerinde yürüttükleri başarılı aksiyonların ön planda tutulduğu 7. Teknoloji Kaptanları Ödülleri organizasyonunda, “Sosyal Sorumluluk”, “Operasyonel Yetkinlik”, “Müşteri ile Etkileşim”, “Maliyet İyileştirme”, “İnovasyon” ve “Dijital Dönüşüm” gibi 6 farklı kategori de ödüller sahiplerini buldu. Başvuran projeler, halk oylaması sonrasında iş dünyası ve akademi…
0 notes
Text
Türkiye Kavşakta: Avrupa, Ukrayna ve Zihinler İçin Savaş
Bugün dünya, görünmeyen tehditlerin karanlık gölgesi altında büyük bir dönüşüm yaşıyor. Türkiye'nin de bu küresel krizden etkilenmemesi mümkün değil. Avrupa’nın geleceği tehlikede, ve bu tehlikenin en somut örneği Rusya-Ukrayna savaşı. İlgili makalelerde açıkça dile getirildiği gibi, Avrupa'nın karşı karşıya olduğu tehditler, yalnızca bir ulusun toprak savaşı olmaktan çok öteye geçiyor. Europe, Open Your Eyes if You Don’t Want War başlıklı makale, Avrupa’yı uyarıyor: "Gözlerini kapatanlar, ilk darbeyi hissedecek olanlardır."
Bu tehditlerin altında yatan bir güç var ki, herkesin dikkatini çekmeli: Akültistler. Gizli tarikatlar, dini gruplar ve köktendinci ideolojilere sarılan bu kişiler, sadece toplumları değil, zihinleri de hedef alıyor. "Her akültist, sadece bir inanç savaşçısı değil, bir kaos ajanıdır", diye vurguluyor The Impact makalesi.
RAÇIRS ve Hukuksuz Uygulamalar
Türkiye gibi ülkeler, bu tehlikenin farkına varmalı. Makaleler, özellikle Rusya'nın desteğiyle hareket eden RAÇIRS (Russian Active Cult Infiltration and Religious Subversion) ajanlarının dünya çapında insan haklarını nasıl ihlal ettiklerini ortaya koyuyor. The Impact makalesine göre, "RAÇIRS ajanları, akültistlerle işbirliği yaparak, toplulukları içeriden çökertmek için dini ve kültürel değerleri kullanıyor." Bu, sadece dıştan gelen bir askeri tehdit değil; toplumların içine sızarak inançları, aileleri ve ahlaki yapıyı hedef alan bir strateji.
RAÇIRS, bu faaliyetlerini gerçekleştirirken sık sık insan hakları ihlalleri ve yasadışı yöntemlere başvuruyor. İnsanları keyfi olarak tutuklayıp işkence ediyor, dini liderleri susturuyor ve toplumları korku ve baskı altında tutuyor. "RAÇIRS'ın amacı sadece güç değil, zihinlerin ve kalplerin kontrolüdür." Europe, Open Your Eyes if You Don’t Want War makalesi, bu gizli savaşın ne kadar derin ve tehlikeli olduğunu gözler önüne seriyor.
Akültistler Kimdir ve Neden Tehlikeli?
Akültistler, sadece köktendinci veya dini fanatiklerden ibaret değil. Onlar, toplumların içine sızarak, mevcut düzeni bozmak, demokratik değerleri zayıflatmak ve kaos yaratmak için hareket eden karanlık figürlerdir. Bu gruplar, genellikle gizli ve kapalı toplumlar içinde faaliyet gösterirler, ancak etkileri derin ve yıkıcıdır. "Akültistler, bir ülkenin ordusu ya da tankları kadar tehlikelidir; çünkü onlar, insanların zihinlerini ve inançlarını ele geçirirler." Bu ifade, The Impact makalesinde de yer alıyor ve tehlikenin ne kadar yaygın olduğunu anlatıyor.
Rusya, akültistleri bir etki aracı olarak kullanarak Doğu Avrupa ve komşu bölgelerde kaos yaratmayı hedefliyor. RAÇIRS'ın desteğiyle, bu gruplar demokrasiyi hedef alıyor ve özellikle insan hakları ihlalleri ile dikkat çekiyor. "Bu savaş sadece topraklar için değil, insanların zihinleri için veriliyor", diye belirtiliyor makalede. Türkiye gibi ülkeler, bu tehditlerin farkında olup, kendi sınırlarını ve demokratik değerlerini korumak için adım atmalı.
Ukrayna ve Rusya: Avrupa'nın Kalbinde Savaş
Ukrayna ve Rusya arasındaki çatışma, sadece iki ulusun değil, tüm Avrupa’nın güvenliğini tehdit ediyor. Europe, Open Your Eyes if You Don’t Want War makalesinde belirtildiği gibi, "Ukrayna ile Rusya arasındaki çatışma, sadece toprak için bir savaş değil, Avrupa'nın geleceği için bir savaştır." Ukrayna, sadece kendi bağımsızlığı için değil, aynı zamanda Avrupa’nın demokratik değerlerini korumak için savaşmaktadır.
Rusya, hibrit savaş yöntemlerini kullanarak, sadece Ukrayna’yı değil, tüm Avrupa'yı istikrarsızlaştırmayı hedefliyor. Bu strateji, doğrudan Türk toplumunu da etkileyebilir, zira "Rus saldırganlığı, sadece toprak talepleri değil, Avrupa güvenliğine ve demokratik değerlere karşı açık bir meydan okumadır."
Çözüm: Türkiye ve Avrupa Dayanışması
Görünmeyen tehditlere karşı Türkiye ve Avrupa’nın daha güçlü bir dayanışma içinde olması gerekiyor. "Avrupa ve Türkiye, sadece askeri tehditlerle değil, zihinleri hedef alan bu karanlık güçlerle de savaşmak zorundadır," diye uyarıyor The Impact. Her geçen gün daha tehlikeli hale gelen bu durum, Türkiye’nin geleceği için de ciddi bir tehlike oluşturuyor.
Avrupa’nın gözlerini açma zamanı geldi. Bu tehdit sadece bir askeri müdahale değil, toplumların geleceğini karartan bir ideolojik savaş. Bugün harekete geçilmezse, yarının çok daha yıkıcı sonuçları olabilir.
0 notes
Text
Türkiye'nin ilk Astronotu Alper Gezeravcı, Bilecik Kongre Merkezi'nde gençlerle buluştu
https://pazaryerigundem.com/haber/174280/turkiyenin-ilk-astronotu-alper-gezeravci-bilecik-kongre-merkezinde-genclerle-bulustu/
Türkiye'nin ilk Astronotu Alper Gezeravcı, Bilecik Kongre Merkezi'nde gençlerle buluştu
Türkiye’nin ilk astronotu Alper Gezeravcı, Bilecik Kongre Merkezi’nde gençlerle bir araya geldi. Gezeravcı, uzay deneyimlerini ve astronot olma serüvenini paylaşmak amacıyla düzenlenen etkinlikte gençlerle bir araya geldi.
Pazaryeri Gündem / BİLECİK (İGFA) – Etkinlik kapsamında konuşan Gezeravcı, uzay yolculuğu deneyimlerini ve uzay araştırmalarının önemini vurgulayarak gençleri bilim ve teknolojiye teşvik etti. Gençlerin merak ettiği soruları cevaplayarak onlara kariyerleriyle ilgili önemli tavsiyelerde bulundu.
Alper Gezeravcı’nın konuşması sırasında gençlerin ilgisi ve heyecanı dikkat çekti. Astronotluk mesleğine duyulan ilgiyi artırmak ve gençlerin bilim ve teknoloji alanlarında kendilerini geliştirmelerini teşvik etmek amacıyla düzenlenen etkinlik, katılımcılar tarafından büyük ilgiyle karşılandı.
Gezeravcı, gençlerle buluşmanın kendisi için büyük bir onur olduğunu belirterek, geleceğin bilim insanlarını ve uzay kaşiflerini yetiştirmenin önemine vurgu yaptı. Etkinlik, gençlerin bilim ve teknolojiye olan ilgisini artırmak ve onları geleceğin liderleri olarak yetiştirmek adına önemli bir adım olarak değerlendirildi.
Bilecik Kongre Merkezi’nde gerçekleşen etkinlik, gençler arasında bilim ve teknolojiye olan ilginin artmasına ve astronotluk gibi ileri teknoloji alanlarında kariyer yapma isteğinin artmasına katkı sağladı.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
ADALETLİ BİR TÜRKİYE İÇİN YOLLARDAYIZ
Adalet Birlik Partisi Genel Başkanı İrfan Uzun, ülkede yaşanan tüm adaletsizliklere karşı emeklilerin haklarını aramak için başlattıkları Adalet Yürüyüşü’nde SMA’lı bebeklere de dikkat çekti. Adalet Birlik Partisi Genel Başkanı İrfan Uzun, Cumhuriyet ve Adalet Partisi Genel Başkanı Ahmet Sevim ile birlikte "Adalet İçin Adalet Birlik Partisi Yollarda" sloganı ile İstanbul’dan Ankara'ya yürüyor. Adalet Birlik Partisi Genel Başkanı İrfan Uzun, İstanbul Pendik'ten başladıkları ve Ankara'da tamamlamayı planladıkları yürüyüş güzergahı boyunca yaşanan adaletsizliklere dikkat çekiyor. EMEKLİLERİMİZ HAK ETTİKLERİ SAYGIYI GÖRMELİ Emeklilerin yaşadığı sorunlara dikkat çeken Genel Başkan İrfan Uzun, "Emeklilerimizin daha iyi yaşam şartlarına kavuşması, maaşlarının yaşam maliyetlerine uygun düzeltilmesi ve ülkemizde yaşanan tüm adaletsizliklere karşı yürüyoruz. Emeklilerimize hak ettikleri saygıyı göstermeli onların yaşam kalitesini artıracak Politikalar geliştirmeli ve onların toplumun bir parçası olarak kabul etmeliyiz. Unutmayalım ki bugün emeklilerimizin karşılaştığı sorunlar yarının gençleri için de bir öncüdür sonuç olarak emeklilerimizin sorunlarına duyarlı olmalı onlara destek olmalı ve yaşlılarımıza saygı göstererek onların toplum içinde aktif ve mutlu bir yaşam sürdürmelerini sağlamalıyız” dedi. SMA HASTALARINA UMUT OLSUN SMA’lı bebeklere de dikkat çeken Başkan Uzun, “Ayrıca SMA hastaları, 6191 sayılı Kanun kapsamındaki düzensizlikler, özel güvenlik görevlileri, polislerimizin çalışma saatleri ve öğretmen atamalarındaki adaletsizlikler gibi konulara da dikkat çekmeyi amaçlıyoruz. SMA hastalarının tıbbi ihtiyaçlarını karşılamalarına, hayatlarının kolaylaştırılmasına, tedavi imkânlarına destek vermek için yürüyüşümüz umut olsun istiyoruz" dedi. ADALETLİ BİR TÜRKİYE İÇİN YOLLARDAYIZ Yürüyüş, İstanbul Pendik'ten başlayıp, Düzce üzerinden Ankara'ya ulaşmayı hedefliyor. Adalet Birlik Partisi ve Cumhuriyet ve Adalet Partisi liderleri, yürüyüşe katılan vatandaşlarla birlikte Türkiye'nin dört bir yanından destek beklediklerini ifade etti. İrfan Uzun, "Bu yürüyüş, sadece emeklilerimiz için değil, adaletsizlik hisseden herkes için. Biz, adaletli bir Türkiye için yollardayız. Sesimizi duyurmak ve değişim yaratmak için herkesi bu harekete katılmaya davet ediyoruz" şeklinde konuştu. Read the full article
#ALTNY#darbe#elazığsondakika#ensonhaber#haberler#sondakikahaber#thyao#türkiyehaberleri#ekonomihaberleri#Elazığ#ElazığBelediyesi#elazığhaber#elazığhaberleri#GüncelElazığHaberleri#siyasethaberleri
0 notes
Link
Liderler, QNB Finansbank, İş Bankası, Kalyon PV, Vestel, TOM Digital ana sponsorluğunda bu yıl 2. kez düzenlenecek zirvede; global trendlerin, şirket stratejilerine ve yatırımlarına etkilerini, Türk teknolojisinin global pazardaki yerini, dijital dönüşümün sürdürülebilirliğini ve yapay zekâyı konuşacak. QNB Finansbank, İş Bankası, Kalyon PV, Vestel, TOM Digital ana sponsorluğunda 21 Mayıs Salı günü Mandarin Oriental Bosphorus, İstanbul'da gerçekleşecek Teknoloji Liderleri Zirvesi'nde, iş dünyasının bugünü ve geleceği ‘Re-Innovating In the Age Of AI' temasıyla tartışılacak. Zirve bu yıl 2. kez yürütülen En Etkin 50 Teknoloji Lideri'nin ödül törenine de ev sahipliği yapacak. Zirvede gündem ‘yapay zeka' Bu yıl 2. kez düzenlenecek Teknoloji Liderleri Zirvesi'nde, şirketlerde teknoloji ve yapay zekanın ve dayanıklılığın önemi ele alınacak. Aynı zamanda Türk teknolojisinin global pazarlardaki yerinin yanı sıra global trendlerin, şirketlerin teknoloji stratejilerine ve yatırımlarına etkisinin de tartışılacağı zirvede, CIO'ların gözünden dijital dönüşümün sürdürülebilirliği ve yapay zekâ teknolojilerinin kullanımı gibi konular da masaya yatırılacak. En Etkin 50 Teknoloji Lideri Araştırması'na katılım gösteren Teknoloji Liderleri'nin yanıtlarına göre, son 1 yılda yatırım yaptıkları yenilikçi teknolojiler arasında bulut teknolojileri, yapay zeka, veri analitiği, dijital dönüşüm, siber güvenlik çalışmaları ön plana çıkmaktadır. Listenin yüzde 30'u yüksek lisans derecesine sahip Belirli kriterlerle oluşturulan En Etkin 50 Teknoloji Lideri listesinde yöneticilerin %30'u yüksek lisans derecesine sahipken; %20'si ODTÜ, %20'si ise İTÜ mezunu. Bu üniversiteleri %12 ile Boğaziçi Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi takip ediyor. En Etkin 50 Teknoloji Lideri'nin %50'si, ortalama 7 yıl ve üstü üst düzey yöneticilik tecrübesine sahip. 20'nin üzerinde üst düzey konuşmacı Türkiye'nin teknoloji alanındaki önemli karar alıcılarına ve düşünce önderlerine ev sahipliği yapacak Teknoloji Liderleri Zirvesi'nde 23'ün üzerinde üst düzey konuşmacı yer alacak. Zirvede yer alacak alanında uzman isimlerden bazıları şöyle: Hepsiburada CTO'su Alexey Shevenkov, Zorlu Enerji Genel Müdür'ü İnanç Salman, Kontrolmatik Teknoloji Yönetim Kurulu Başkanı Sami Aslanhan, Google Cloud Ülke Kanal Lideri Dr. Serhan Yılmaz, Vestel CEO'su Ergün Güler, BCG Yönetici Direktör & Partner'i Roberto Ventura, KP Law Yönetici Ortağı Av. Onur Küçük, Securitas Bilgi Teknolojileri Ülke Yöneticisi Aykut Yılmaz, QNB Finansbank GMY Derya Düner, Global IT Bulut Mühendisliği Direktörü Burak Akusta. Teknoloji Liderleri Zirvesi hakkında daha detaylı bilgi için www.teknolojiliderlerizirvesi.com.tr adresi ziyaret edilebilir. Alfabetik Sıraya Göre En Etkin 50 Teknoloji Lideri
0 notes
Text
ANMA 17 ARALIK (1995) BUGÜN DOĞU TÜRKİSTAN'IN ÖNEMLİ LİDERLERİNDEN OLAN İSA YUSUF ALPTEKİN'İN VEFATININ YIL DÖNÜMÜ. RAHMET VE MİNNETLE ANIYORUM. İsa Yusuf Alptekin; d. 1901 - ö. 17 Aralık 1995), Çin Cumhuriyeti'nin ilk döneminde Uygur siyasetçisi ve Doğu Türkistan Cumhuriyeti'nin genel sekreteri. 1901 yılında Doğu Türkistan'ın Kaşgar vilayetine bağlı Yenihisar kasabasında doğdu. Öğrenimini Doğu Türkistan'da tamamladıktan sonra çeşitli memuriyet görevlerinde bulundu. Sincan eyaletinine memur olarak görev yapmış ve 1926 yılında Sovyetler Birliği'ne Andican konsolosluğuna yazıcı olarak gönderildi ve orada millî mücadele taraftarlarıyla bağlantı kurdu. 1931'de Hoca Niyaz tarafından başlatılan ayaklanma (Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti) sırasında Kuomintang'a yanaşmış ve Sincan eyaleti valisinin zulmü hakkında Çin hükûmetine bilgi aktarmıştır. Bu durumun önlenmesini, aksi takdirde ayaklanmanın yayılacağını, Sovyetler'in işgalinin söz konusu olacağını bildirmiştir. Nankin'de dergiler çıkararak Doğu Türkistan'ın özerklik haklarını genişlettirmeye çalıştı. 1936 yılında Çin Cumhuriyeti meclisi üyeliğine seçildi. 1944'te İli'de başlayan ayaklanma (Doğu Türkistan Cumhuriyeti) neticesi kurulan hükûmete girmesini ilgililer istemedi. Ancak 3 yıl sonra Kuomintang'ın temsilcisi olarak Doğu Türkistan hükûmetine girdi ve genel sekreterliğine getirildi. 1949'da Çin Halk Kurtuluş Ordusu'nun Doğu Türkistan'da konuşlandırılması ile birlikte o günkü Hindistan'ın Keşmir eyaletine sığındı. 1954 yılında Türkiye'ye geçti. Türkiye'ye gelir gelmez İstanbul'da Doğu Türkistan Göçmenler Cemiyetini kuran İsa Yusuf Alptekin Shärqiy Türkistan awaz (Doğu Türkistan Sesi) dergisini çıkararak Doğu Türkistan sorununun dünya kamuoyuna anlatılmasına yoğunlaştı. Yabancı ülke yöneticileri nezdinde olduğu kadar Türkiye hükûmetleri nezdinde de Doğu Türkistan davasının anlatılması için mücadele verdi. Parti liderleri, başbakan ve cumhurbaşkanlarıyla görüştü. Bir konuşmasında, "Gönül arzu eder ki, Türkistan meselesinin halledilmesi davasında öncülük şerefi, Türkiye'nin hakkı olsun...."[ diyen İsa Yusuf Alptekin, 17 Aralık 1995 gecesi öldü. Oğlu Erkin Alptekin de Doğu Türkistan bağımsızlık hareketinin eylemcisi olarak tanınmaktadır. Eserleri • Unutulan Vatan Doğu Türkistan (East Turkestan: The Forgotten Land), Seha Yayıncılık, İstanbul, 1999.
0 notes
Text
İmamoğlu ve Yavaş açıklama yapıyor
İmamoğlu ve Yavaş açıklama yapıyor İmamoğlu ve Yavaş açıklama yapıyor ; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Anadolu Ajansı’nın tarafsızlığına dair açıklamalarda bulundu. İmamoğlu, Anadolu Ajansı’nın bitkisel hayata girdiğini ve beklentisi olmadığını belirtti. Anadolu Ajansı'nın 2015 seçimlerinde de sayın Erdoğan'ı önde gösterdiğini hatırlatan İmamoğlu, Kasım seçimlerinde yüzde 75 ile başlayan Erdoğan'ın, yüzde 49 ile seçimi tamamladığını söyledi. İmamoğlu, Kılıçdaroğlu'nun kazanacağına dair verilere güvendiğini de belirtti. Cumhur İttifakı'nın adayı Binali Yıldırım'ın kampanya ekibi, Anadolu Ajansı'nın sonuçları önceden belirlediğini iddia ederek İstanbul'da seçimlerin tekrarlanması talebini mahkemeye taşımıştı. İstanbul'da seçim sonuçlarının açıklanması için beklenen Millet İttifakı liderleri de İmamoğlu'nun açıklamalarına katıldı. Seçmenlerin sandık başında sırf kendi işlerine geldiği için yanıltıldığını söyleyen liderler, Anadolu Ajansı'nın sonuçlarının güvenilir olmadığını vurguladı. İmamoğlu'nun ve Millet İttifakı liderlerinin açıklamalarından anlaşılacağı üzere, seçim sonuçlarının tarafsız bir şekilde açıklanması gerektiği konusunda bir fikir birliği var. Seçmenlerin iradesine saygı duyulması ve seçim sonuçlarının güvenilir bir şekilde açıklanması, Türkiye'nin demokratik sürecinde önemli bir adım olacaktır. Sitemizdeki haberleri takip ediniz, ayrıntılar geliyor. Read the full article
0 notes
Text
Joe Biden, "Erdoğan’a karşı muhalif liderleri açıkça desteklemeliyiz" demişti.
Joe Biden'ın bugünkü hadsiz açıklaması sonrası ise CHP ve İyi Parti, "Türkiye'nin yanlış dış politikasının sonucu" diyerek algı yapıyor.
Bunun adı İŞ BİRLİĞİDİR! Karabağ zaferi, hepinize kapak olsun!
21 notes
·
View notes
Text
Afgan-Y.Òzdil
Afganistan'dan çıkıp yürüye yürüye Türkiye'ye gelmen demek, Türkiye'den yola çıkıp yürüye yürüye Hollanda'ya gitmen demek…
Arada o kadar mesafe var. Ve hâlâ, bunların yürüye yürüye geldiklerine inanan gerizekalılar var.
Hepsi erkek, hepsi eli silah tutacak yaşta, savaştan kaçıyoruz diyorlar ama, yanlarında hiç kadın yok, hiç çocuk yok, hiç yaşlı yok, gelenlerin arasında kilolu adam bile yok, hepsi zımba gibi, hemen hepsi Pakistan'da üretilen bir spor ayakkabıyı giyiyor.
Bavulları yok, ellerinde donunu fanilasını veya yarım kuru ekmek koyacağı bir poşet bile yok, güya dört bin kilometre uzaktan geliyorlar, yanlarında küçük pet şişe su bile yok, belli ki sınırı geçer geçmez, bu tür imkanların kendilerini hazır beklediğini biliyorlar.
★
Dolayısıyla herkes merak ediyor, neler oluyor?
★
1995 yılıydı.
CIA, dolar yüklü kamyonlar göndererek, peşmergeleri örgütledi, örtülü operasyonlarla Saddam'ı devirmek için düğmeye bastı.
Türkiye'den yola çıkan kamyon konvoylarında, karton kutular içinde yüz dolarlık banknotlar vardı, adam satın almak, milis güç kurmak, sabotajlar, suikastlar için yüz milyonlarca doları nakit dağıttılar.
Olmadı.
Beceremediler.
Peşmerge aşiretlerinden değil silahlı kuvvetler, zabıta teşkilatı bile kurmak mümkün değildi, hem eğitimleri yoktu, hem savaşabilme kabiliyetleri yoktu, fiyaskoyla sonuçlandı.
CIA apar topar tahliye operasyonu başlattı.
Saddam bu işbirlikçi peşmergeleri imha etmesin diye, maşa olarak kullandıkları 10 bin civarında peşmergeyi kaçırdılar.
Habur'dan Türkiye'ye soktular.
Batman'dan nakliye uçaklarına bindirdiler.
Tee pasifik okyanusundaki Guam adasına götürdüler.
Niye oraya götürdüler?
Çünkü, orada ABD'nin en önemli hava ve deniz üslerinden biri vardı.
Bu seferki girişimlerinde başarısız olan peşmergeleri, bir dahaki sefere başarılı olmaları için eğiteceklerdi.
Bazılarını Özel Operasyon Bölümü tarafından eğitip, adı üstünde, örtülü operasyonlarda savaşçı olarak kullanacaklardı, bazılarını da akademik konularda eğitip, merkez bankası, nüfus idaresi, tapu dairesi, vergi dairesi gibi, yakında kurulacak olan Kürdistan'ın bürokrat kadrosunu yetiştireceklerdi.
Küçük bi pürüz vardı…
CIA'in peşmergeleri ABD Adana Konsolosluğu denetiminde sınırdan geçirilip Silopi'deki hac konaklama tesislerine yerleştirilmişti ama, pasaportları yoktu, kimlik bilgileri yoktu.
Daha doğrusu, elbette vardı ama, Amerikalılar yok diyor, yok dedirtiyordu, işbirlikçi peşmergelerin kimlik bilgilerini Türkiye'ye vermek istemiyorlardı.
Bize akıl öğrettiler… “Sizin pasaport kanununuzda bu tür durumlara uygun madde var, parmak izlerini alın, geçirin” dediler.
Bizimkiler hık mık etti ama, elleri mecburdu, geçirmiyoruz birader diyecek halleri yoktu.
Ankara'dan beş kişilik uzman ekip getirildi, peşmergelerin tek tek parmak izleri alındı, buyrun geçin denildi.
Parmak izi bilgileri, MİT arşivine kaldırıldı.
– (Parantez açalım… CIA peşmergelerinin, Habur'dan Batman'a transferi sırasında, ABD Ankara Büyükelçiliği'nde Batman doğumlu bir genç, ekonomist olarak çalışıyordu. Kürt kökenli bu genç, elçilik tarafından Silopi'ye gönderildi, Amerikalılarla peşmergeler arasında tercümanlık yaptı. Gel zaman git zaman, bu kabiliyetli genç adam, Akp iktidarında Türkiye Cumhuriyeti'ne bakan oldu.)
– (Hadi bir parantez daha açalım… Aynı günlerde, ABD İstanbul Başkonsolosluğu'nda siyasi ataşe olarak çalışan arkadaşın ismi neydi biliyor musunuz? James B. Bond'tu! Hem vallahi hem billahi, Amerikalı siyasi ataşenin ismi, James Bond'tu. Üstelik, yine 1995 yılında, Türkiye'de görev yapan CIA ajanlarının listesi Alman basınında yayınlanmıştı, bu arkadaşın ismi o listedeydi. Parantezi kapatalım, devam edelim.)
Üç yıl geçti.
1998 oldu.
Guam adasına götürülen peşmergeler artık iyice pişmişti, olgunlaşmışlardı, “Guamerge” olmuşlardı, gene Türkiye üzerinden, bazıları da Ürdün üzerinden, Kuzey Irak'a sokuldular.
Bu dönemde, Kuzey Irak'taki otorite boşluğundan en çok Pkk faydalanmıştı, Kandil dağına iyiden iyiye yerleşmişti.
Özellikle Guamergeler döndükten sonra, Pkk'nın bölgeye geçişi hızlanmıştı, peşmergeyle Pkk'nın işbirliği ayyuka çıkmıştı.
Acaba, Guam'a götürülenler arasında Pkk'lılar da var mıydı?
Bu sorunun cevabını bulmaya çalışan Türk istihbaratı, Barzani'ye haber saldı, Pkk faaliyetleri hakkında konuşmak üzere, bölgedeki aşiret liderlerini toplantıya davet etti.
Randevu ayarlandı, Kuzey Irak'ta, bizim kontrolümüzdeki bir adreste buluşuldu, biraz sohbet edildi, bilahare mevzuya gelindi.
Türk tarafı rahatsızlığını dile getirdi, aşiret liderleri sessizce dinledi.
O sırada çay servisi yapılıyordu. Garsonlar tabii ki garson değildi. Çaylar içildi, çay bardakları garsonlar (!) tarafından toplandı, mutfağa götürüldü, o bardağı kim kullandıysa onun ismiyle etiketlendi, kolilendi, Ankara'ya getirildi.
Guam'a götürülenlerin parmak izleriyle eşleştirildi.
Evet…
Pkk'ya açık destek veren 17 aşiret lideri, Guamerge'ydi!
★
Bu müthiş tahliyeyi ve Guam operasyonunu Robert Booker Baer yönetmişti, kısaca “Bob” olarak tanınıyordu.
CIA'in Irak şefiydi.
Irak'tan önce Fransa'da Hindistan'da Lübnan'da Sudan'da Fas'ta Tacikistan'da Gine'de Somali'de görev yapmıştı.
Anadili seviyesinde Arapça ve Farsça biliyordu, Fransızca, Almanca, Rusça, Çince, Tacikçe konuşuyordu, anca Belucistan'da duyabileceğiniz Beluçça'yı bile konuşuyordu.
1952 doğumluydu, Georgetown Üniversitesi ve Kaliforniya Berkeley Üniversitesi mezunuydu, 1976 yılında CIA'ye katılmıştı.
Silah uzmanı olan eşi de CIA ajanıydı, vurucu görev yapıyor, Saraybosna'da Hizbullah hedefine suikast düzenlerken tanışmışlardı, çocukları yoktu, Pakistan'dan bir kız çocuğunu evlat edinmişlerdi.
İşbirlikçi peşmergelerin devasa tahliyesi ve Kürdistan'ın temellerini atan Guam operasyonu nedeniyle, olağanüstü başarılar üzerine verilen, CIA kariyer madalyası almıştı.
★
Sekiz yıl daha geçti.
2006 oldu.
Syriana filmi vizyona girdi.
Başrolünde George Clooney vardı.
Senaryosu pek sürükleyiciydi… Amerikan petrol şirketleri, gizli servisler, köktendinci terör örgütleri ve Ortadoğu hükümetleri arasında dönen dolapları anlatıyordu.
Suriye'yi andıran Syriana kelimesi, Ortadoğu'yu yeniden dizayn etme projesinin, yani, Büyük Ortadoğu Projesi'nin kodadıydı.
– (Yine parantez açalım… Büyük Ortadoğu Projesi kavramı, Türkiye'de ilk kez 2004 yılında asrın liderimiz tarafından dile getirilmişti.
Başbakan sıfatıyla ABD'ye gitmiş, Yahudi Komitesi'nden cesaret ödülü almış, Katolik üniversitesi St. Johns'da cübbe giyerek, fahri doktora unvanı almış, bilahare Washington'a geçmiş, ABD başkanı Bush tarafından oval ofis'te ağırlanmış, Türkiye'ye döner dönmez “ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Diyarbakır yıldız olacak” demişti.
Büyük Ortadoğu Projesi nedir, Diyarbakır niye yıldız oluyor, mesela niye Erzurum veya Balıkesir yıldız olmuyor da Diyarbakır yıldız oluyor, kimse merak etmemişti!
Üstelik, asrın liderimiz, Türkiye, İtalya ve Yemen'in Büyük Ortadoğu Projesi'nin “eşbaşkan”ları olduğunu söylemişti.
Bu görevi bize kim, hangi yetkiyle verdi?
Eşbaşkanlık için hangi taahhütlerde bulunuldu?
Türkiye'nin yükümlülükleri neydi?
Madem Türkiye Cumhuriyeti böyle bir görevi üstlenecek, o halde neden Tbmm'nin onayına sunulmadı?
Gene kimse merak etmemişti!
Kapatalım parantezi, devam edelim.)
Syriana…
Büyük Ortadoğu Projesi'nin kodadıydı.
George Clooney bu heyecan dolu filmdeki rolüyle Oscar kazandı.
Tecrübeli CIA ajanı Bob Barnes'ı canlandırıyordu.
Bilmiyorum, Bob Barnes ismi size birini hatırlattı mı?
Tam isabet…
Filmdeki Bob Barnes karakteri, aslında Robert Booker Baer'di.
Çünkü, Syriana filminin senaryosu, bizzat Robert Booker Baer'in 2002 yılında yazdığı “See No Evil” isimli kitabından uyarlanmıştı.
Kitaptaki ve filmdeki hadiseler, Robert Booker Baer'in hatıralarından oluşuyordu.
Büyük Ortadoğu Projesi'nin kodadı, Syriana'nın ilham kaynağı, devasa tahliye operasyonuyla peşmergeleri Türkiye'ye geçiren, Kuzey Irak'ta Kürdistan'ın temellerini atan CIA istasyon şefiydi.
★
Kendini dünya lideri ülke zannederken, kendini başrolde zannederken, Oscar ödüllü senaryolarda “figüran” olmak, işte böyle hazin bir duygudur maalesef.
★
Yürüye yürüye Türkiye'ye giren Afganlara dönersek…
★
ABD, Afganistan'dan çekiliyor.
20 yıldır oradaydılar, mayıs ayında peyderpey çıkmaya başladılar, bu ay sonu itibariyle Afganistan'da Amerikan askeri kalmayacak.
Amerikan ordusuna çalışan 19 bin işbirlikçi Afgan'ı ABD'ye alacaklar.
Vatandaşlık sözü karşılığında sözleşme imzaladıkları biliniyor.
Bu sözleşmeye güvenerek CIA emrine girdikleri biliniyor.
ABD büyük devlet olarak verdiği sözü tutacak, bu 19 bin işbirlikçiyi illa ki göçmen olarak ülkesine alacak, geriye kalan bir milyon civarındaki işbirlikçiyi Türkiye'ye yıkacak.
Bu geriye kalan bir milyon civarındaki Afgan, diğer 19 bin işbirlikçi gibi savaşçı, ajan veya tercüman değil… Bunlar, Afganistan'daki Amerikan şirketlerinde veya Amerikan himayesindeki şirketlerde çalışanlar… Petrol, doğalgaz, maden, inşaat, gıda, nakliye şirketlerinde çalışıyorlardı.
Amerikan askerlerinin ihtiyaçları ve Afganistan'ı yeniden inşa etmek için dökülen milyar dolarlar, bir milyon civarında Afgan'a düzenli istihdam sağlıyordu, Amerikalılar bavulları toplayınca, bunların hepsi ayazda kaldı.
Afganistan'da kadınların çalışması yasak olduğu için, Amerikalılara çalışanlar arasında kadın yok.
Amerikan veya himayesindeki şirketlerde çalışanlara vize kolaylığı vaadedilmişti. Ama, bu kadar insana vize verip, hobaraa diye ABD'ye götürecek kadar keriz değiller… Bu yüzden, Kabil'deki Amerikan büyükelçiliğinin kapısına yalvar yakar dayanan işbirlikçi Afganlara “siz hemen Türkiye'ye geçin” diyorlar.
İran üzerinden Türkiye'ye geçmelerini bizzat organize ediyorlar.
Zaten aslına bakarsanız, Kabil'deki Amerikan büyükelçiliğinde görevli personel bile neredeyse kalmadı, üç ay önce personeli geri çektiler, elçiliği boşalttılar.
★
Bu transit geçiş için Washington'la Tahran'ın masa altından el sıkıştığı muhakkak… Yoksa İran'ın böyle tabur tabur geçişe izin vermesi mümkün değildi.
Bu transit Afganlı geçişi İran'ın işine geliyor, hem ülkesine kaçak girişi kontrol etmiş oluyor, hem haberi yokmuş gibi davranarak Türkiye'nin başına bela etmiş oluyor.
★
Amerikan medyası bile gizlemiyor, tüm bunları şakır şakır yazıyor.
Sayın “işbirlikçi” medyamız yazmıyor, örtüyor.
★
Ve hal böyleyken, ne diyor asrın liderimiz?
“Zayıf ülke olmadığımız için mültecileri alıyoruz, almaya devam edeceğiz” diyor.
★
Akp sayesinde ABD'den bile daha güçlü ülke olduğumuzu kavrayamayanların hakikaten utanması gerekiyor!
1 note
·
View note
Photo
İyi ki varsın Erdoğan
"Koskoca" dedikleri Amerika, "Maske yok, şal ile yüzünüzü kapatın" işte diyor. Macron, "Elinizdeki maskeleri hastanelere teslim edin" diye yalvarıyor. İtalya’sı, İngiltere’si, İspanya’sı hastaları hastaneye götürme gereği bile duymuyor, "Bırakın evlerinde ölsünler" diyor. Huzurevlerindeki yaşlıların üzerine kapılar kilitlendi, hepsi çırpınarak ölüyor. Bütün dünya liderleri "Biz bittik, battık" diye ağlaşırken bir tek adam, "Biz bu süreçten güçlenerek çıkacağız" diye haykırıyor. Bir tek adam, "Başka milletlerin sırtından geçinen sözüm ona büyük devletlerin çağı sona eriyor. Türkiye'nin çağı yakında başlayacak" diye haykırıyor. O adam, Recep Tayyip Erdoğan! Başka liderler, "Elinizdeki maskeleri bize verin" diye yalvarırken o, "Bize adresinizi verin, size maske göndereceğiz" diyor, maskelerin parayla satışını yasaklıyor. Yetmiyor, dünyanın büyük ülkelerine maske yardımı, tıbbi malzeme yardımı yapıyor. Hastane sıkıntısı, yoğun bakım sıkıntısı, solunum cihazı sıkıntısı yaşatmıyor hastalarına... Test ücretsiz, tedavi ücretsiz. Hastasının canını kendi canından aziz bilen sağlık çalışanları, iyileştirdikleri hastaları koridorlarda alkışlayarak, ağlayarak uğurluyor!
- Süleyman Özışık
(Kaynak: https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/suleyman-ozisik/613083.aspx)
#sözler #anlamlısözler #güzelsözler #manalısözler #özlüsözler #alıntı #alıntılar #alıntıdır #alıntısözler
2 notes
·
View notes
Text
Kertenkeleler dans da edebilir
Dünya giderek küçülüyor. Kütlesinde bir değişim olmuyor belki. Fakat iletişim/ulaşım imkânlarının gelişmesiyle uzaklıklar yakınlaşıyor. Gitmeler-gelmeler, söylemeler-duymalar, etkilemeler-etkilenmeler artıyor. Gördünüz işte. Şili'de başlayan birşey birkaç günde koskoca mesafeleri aşıp Türkiye'nin meclisine kadar geldi. Ahirzamanla ilgili hadisleri tefsir edenler 'deccalin kırk günde dünyayı dolaşması' veya 'öldüğünde bir şeytanın bunu dünyaya işittirmesi' gibi rivayetleri de bu eşikten analiz ederler. Yani, Efendimiz aleyhissalatuvesselam, gayb-aşina gözüyle bize ahirzamanda ulaşılacak iletişim/ulaşım imkanlarını sezdirmiştir. Elbette edeb-i peygamberîye yakışır bir tesettürle. Dikkatli nazarların aşabileceği bir billurlukla. Bunlar da mucizesidir. Yani, haberi hakikat-i nübüvvetinin bir delili, örtmesi sırr-ı imtihanın bir gereğidir. Tabii, ıskalamayalım, böylesi imkanların bedelleri de oluyor. Nasıl bedeller? Bu konuda fehmimize yardımcı olacak bir hadis-i şerif var. Aleyhissalatuvesselam bir mecliste ashabına buyuruyor: "Sizler karış karış, arşın arşın öncekilerin yolunu izleyeceksiniz. (Onların yaşayışlarını ölçü edineceksiniz.) Hatta küçük bir kertenkele deliğine girecek olsalar siz de onları takib edeceksiniz. Sorduk: Ya Rasulallah! (İzlerini takib edeceğimiz bu topluluklar) Yahudiler ve hristiyanlar mı olacak? Buyurdu: Ya başka kimler olacaktı?" (Buhari, Enbiya 50; Müslim, İlm 6) Her imkanın bir imtihanı var. Ahirzamanda gelişen iletişim/ulaşım imkanlarının da bedeli toplumlar arasındaki etkileşimi arttırması. Evvelemirde bunun sadece hasenatı gözümüze görünüyor. Fakat, kaçırmayalım, seyyiatı da var. Çünkü hâkim/baskın kültür dediğimiz şey sonuçta imkanları da yönetiyor. Hani şöyle bir söz vardır: "Medyanın gücü yoktur. Gücün medyası vardır!" denir. Bunun hakikatini yaşadıklarımız üzerinden de okuyabiliriz. Öyle ya. Bugün küresel medyayı kim elinde tutuyorsa insanlığa neyin 'doğru' neyin 'yanlış' olduğunu da o öğretiyor. Kimin 'terörist' kimin 'kahraman' olduğunu, kimin 'zalim' kimin 'kurtarıcı' sayılacağını, kimin 'medeni' kimin 'vahşi' görüleceğini, hepsini ama hepsini, dominant güçler tayin ediyor. Direniş noktamızsa evveliyetle imanımız. "Yahudileri ve hristiyanları dost edinmeyin!" buyuran Kur'an'ımız. "Kim bir kavme benzerse o da onlardandır!" buyuran Peygamberimiz. "Garp husumeti bâki kalmalı!" diyen mürşidlerimiz. Bu tarz ihtarların aşıladığı temkinle ancak bir derece üzerimizdeki algı yönetimine karşı koyabiliyoruz. Yerliliğimizi muhafaza edebiliyoruz. Yani akaidimiz aynı zamanda bizim koruyucu hekimliğimiz. Her türlü beyin yıkamasına, kimlik dezenformasyonuna, kalp manipülasyonuna karşı 'değişmeyenlerimize' tutunuyoruz. Eğer onlara tutunmayı bırakırsak biz de biteriz. Hâkim kültürün baskın söylemi içinde yiteriz. Kanaatimce bunun bir yanı da 'tepkilerimizde bile biz kalmamıza' bakıyor. Bakınız, Mısır'da gerçekleşen alçak darbenin ardından müslümanlar topyekün bir Rabia refleksi gösterdiler, ne kadar Batılı katıldı buna? Düşüncem: Rabia'nın gücü İslam coğrafyası dışına ancak daru'l-harpte yaşayan müslümanlar kadar/eliyle taşınabildi. Buradan oraya bir dalga oluşmadı. Bugün bu diyarların liderleri Diktatör Sisi'nin elini sıkmaktan çekinmiyor. Halkları da bundan rahatsız olmuyor. Hoşlarına gitmeyen izzetli demokratik liderleri ise alttan/üstten sürekli diktatörlükle yaftalıyorlar üstelik. Yani buradan oraya doğru bir algı akışı yaşanmıyor. Oradan buraya sürekli algı taşınıyor. İletişim/ulaşım imkanlarını hâlâ lehimize çevirebilmiş değiliz. Gerideyiz. Hal böyle olunca bir müslüman elbette yüzünü hemen temkinine dönmeli. Evet. Biz, elhamdülillah ki elhamdülillah, kudsî metinlerimizde çoklukla böyle bir temkini ders almışız. Uyarılmışız. Dikkat kere dikkat kesilmeliyiz. Arkasındaki niyet ne şekilde lanse edilirse edilsin, bu eşek nasıl boyanırsa boyansın, operasyon yeyip yemediğimize dair mübarek bir tereddütle yoklamalıyız herşeyi. Öncelikle dinimizin mizanına vurmalıyız. Bozuksa almamalıyız. Bize uymuyorsa yapmamalıyız. Başkalarının dalgasına sörf tahtası olmamalıyız. Bu açıdan Las Tesis denilen şeyin de göğsümüzün içine bir taraftarlık olup yerleşmeden önce uğraması gereken duraklar var. Bilelim ki kertenkele çukuruna girenler de mutlaka teviller üretecekler. Bir şekilde olayı içselleştirecekler. Sakın onlar biz olmayalım? Sakın ha olmayalım! Sakınalım da olmayalım.
2 notes
·
View notes
Text
CHP AKP'nin Suriye Politikasını Eleştiriyor (mu?)
3 Ağustos 2019
“Tanrılar, yok etmek istediklerinin önce aklını başından alırlar.”
Eski Grek atasözü
CHP Genel Başkan Başdanışmanı ve İstanbul milletvekili Erdoğan Toprak 1 Ağustos'ta, Sözcü gazetesinden Emin Özgönül'e bir mülakat verdi. CHP'nin resmi görüşünü yansıttığını söyleyebileceğimiz Toprak burada şöyle dedi: “Suriye ile kavgamız ve bozulan ilişkiler, son 8 yılda bize en az 200 milyar dolara mal oldu. 120 milyar dolar ticaret hacminden kaybettik. Yılda 110 bin TIR ile, Suriye'ye ve Suriye üzerinden 11 ayrı ülkeye ihracat yapıyorduk. Bu ihracattan da yılda 15 milyar dolar gelir elde ediliyordu. 8 yılda kaybettiğimiz bu gelir en az 120 milyar dolardır. 40 milyar dolar da Suriyeli sığınmacılara gitti. En az 40 milyar dolar da bölgede oluşan güvenlik sorunu ile baş edebilmek için askeri boyutlu olarak harcadık. Halen hem askeri hem de mülteciler için harcamaya devam ediyoruz. Turizmi, diğer iş ilişkilerini ve yatırımları da ekleyin, 200 milyarın da çok üzerine çıkar. Fatura her geçen gün de kabaracak.” (Emin Özgönül, “Suriye faturası 200 milyar dolar”, Sözcü, 1 Ağustos 2019)
Toprak, Rojava için de şunları söyledi: “Kuzey Irak'taki Kürt Federasyonu'nun oluşumuna zemin sağlayan yapılanmanın bir benzeri de, şimdi Kuzey-Doğu Suriye'de oluşturulmak ve Türkiye dışlanmak isteniyor. ABD, Güvenli Bölge'nin kontrol ve denetimini Uluslararası Koalisyon Güçleri'ne bırakmak istiyor. Bölgede 2 bin askerinin yanı sıra, özel güvenlik şirketi Blackwater'ın da 5 bin paralı askeri var. Türkiye ise bölgenin kontrolünün TSK ve ÖSO'da olmasını istiyor.” (aynı yerde)
Toprak ve kafadarları Erdoğan-AKP diktatörlüğünün Suriye politikasını işte böyle eleştiriyorlar. Bu “eleştiri”nin çıkış noktası ve özü, AKP'nin “hatalı” Suriye politikasının bir dizi alanda Türkiye'ye pahalıya patlamış olmasıdır. CHP'nin “eleştirisi” bu “hatalı” politikanın,
a) Kuzey Suriye'de bir özerk ya da bağımsız Kürt siyasal varlığının oluşumuna yol açmış olmasınadır; b) Erdoğan kliğinin Türk ordusunun ve cihatçı bağlaşıklarının işgal, talan ve yıkım eylemlerine harcadığı paranın karşılığını alamamış olmasınadır; c) Suriye devletinin çökertmeyi ve yerine Müslüman Kardeşler'in ya da benzer bir İslami grubun iktidarı ele geçirmesini başaramamış olmasınadır; d) Türkiye'yi Ortadoğu başta gelmek üzere uluslararası alanda yalnızlaştırması ve Türkiye'nin “Ortadoğu bataklığı”na saplamış olmasınadır; e) Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu gibi figürlerin bir “zafer” kazanıp Emevi camisinde namaz kılamamış olmasınadır vb. Yani onlara göre, Erdoğan kliğinin esas hatası ya da günahı onun yeni-Osmanlıcı, saldırgan ve yayılmacı Suriye politikasının kendisi DEĞİLDİR; bu politikanın saydığım alanlarda başarısız olmasıdır.
O halde CHP liderlerinin sahici bir “yurtta barış, dünyada barış” politikasından yana olmadığı ve Türkiye için ekonomik, siyasal, diplomatik açıdan kazançlı olması halinde bu politikaya bir itirazlarının olmayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu devlet partisinin, aradan 45 yıl geçmiş olmasına ve Türkiye'yi uluslararası diplomasi alanında izole edilmesine hizmet etmesine rağmen 1974 Kıbrıs “barış harekatı”yla övünmeye devam etmesi ve zaman zaman Rum tarafı ile yapılan görüşmelerde her türlü esneklikten yoksun bir tutum sergilemesi ve dahası Kürt ulusal hareketinin son derece alçakgönüllü taleplerine rağmen Türk-Kürt sorununun çözümünde ciddi bir adım atmamakta diretmesi ve Rojava olgusu karşısında paniğe benzer bir ruh hali yaşaması bunu yeniden ve yeniden kanıtlıyor. Türkiye'nin Suriye politikasının düzeltilmesi için Suriye hükümetiyle Kuzey Suriye'deki Kürt siyasal oluşumunun etkisiz kılınması amacıyla görüşmeler yapılmasının ötesinde bir öneri getirmemesi, getirememesi de bu kafanın ve kafa yapısının rasyonaliteden ve siyasal esneklikten ne denli uzak olduğunu, ne denli ilkel, çağdışı, fosilleşmiş olduğunu göstermektedir. CHP liderleri yıllardır, ne Türkiye'de ortaya çıkan ya da çıkabilecek bir özerk Kürdistan olgusunun ve ne de ne Suriye'de ortaya çıkmış olan Rojava olgusunun Türkiye için bir tehdit oluşturmayacağını, hatta Öcalan'ın da pek çok kez söylediği gibi tam tersine Türkiye'nin Ortadoğu'daki stratejik konumunu güçlendirebileceğini kavramamakta diretiyorlar. Geçmişte sözde kırmızı çizgilerini oluşturan özerk Güney Kürdistan/ Kürdistan Bölgesel Yönetimine ilişkin “derin kaygıları”nın hi��bir rasyonel temele dayanmadığı ve bu özerk bölgenin Türkiye için bir tehdit falan oluşturmadığı gerçeği ortaya çıktığı halde. Tıpkı, -olağanüstü gelişmeler olmadığı takdirde- siyasal ve diplomatik statüsünün daha da netleşmesine bağlı olarak Rojava'nın da kendileri için bir tehdit falan oluşturmayacağının ortaya çıkacağı gibi. Bu Kürt fobisi Ankara'nın, Rojava'daki Kürt siyasal oluşumuna irrasyonel bir biçimde yaklaşmasına (Türkiye'yi güneyinden kuşatacak bir “Kürt kemeri” söylencesi) ve ne pahasına olursa olsun Rojava'yı istikrarsızlaştırma çizgisini izlemesine yol açmaktadır; dahası bu saplantı Rojava Kürtlerinin ABD ve Batı Avrupa emperyalistleriyle güç birliği yapma doğrultusundaki hatalı eğilimini pekiştirmeye hizmet etmektedir. Oysa, kendi orta ve uzun erimli çıkarlarını düşünebilen ve rasyonel davranabilen bir Türk egemen sınıfı Türkiye için asıl tehlikenin Kürt ulusal hareketinden ve Suriye devletinden gelmediğini anlamakta zorluk çekmezdi. Türkiye için asıl tehlike, Suriye'nin zayıf düşmesi ve Suriye ile olan sınırını denetleyememesinden, Erdoğan kliğinin Suriye'yi çökertmek için Türkiye'yi cihadist örgütlerin karargahı haline getirmiş olmasından, bu örgütlerin gerek Türk devleti içinde ve gerekse Türkiye halkları arasında geniş-ölçekli bir örgütlenme ve önemli bir kitle temeli oluşturmuş olmasından, Suriyeli sığınmacılar arasında ciddi bir potansiyel tabana sahip olmasından vb. kaynaklandığını anlamakta hiç de zorluk çekmezdi.
Erdoğan Toprak'ın “Suriye ile kavgamız ve bozulan ilişkiler, son 8 yılda bize en az 200 milyar dolara mal oldu”ğunu söylemesi de tam bir ikiyüzlülük ve utanmazlıktır. Siz Türkiye olarak, a) ABD, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerle ve başkalarıyla birlikte onbinlerce cihatçı teröristi Suriye'ye yollayacak, yaralanan teröristleri hastanelerinizde tedavi edecek, bu teröristlerin eğitimine yardımcı olacak, b) Yıllardır bu törör örgütlerine her türlü silah, donanım, öldürücü kimyasal madde vb. yollayacak, c) Suriye'nin fabrikalarını ve sanayi kuruluşlarını, buğdayını, zeytinini ve zeytinyağını, petrolünü ve diğer ekonomik zenginliklerini bu terörist gruplarla el ele yağmalayacak, d) Suriye halkına ait çok sayıda tarihsel ve arkeolojik sitin, cami, manastır ve kilisenin yıkımına ve taşınabilir antik eserlerin yağmalanmasına yardımcı olacak, e) onlarca, belki de yüzlerce kent, kasaba ve köyün bu gruplar tarafından yerle bir edilmesine katkı sağlayacak, f) onbinlerce, belki de yüzbinlerce Suriyeli sivil ve askerin öldürülmesinden ya da yaralanmasından doğrudan ya da dolaylı olarak sorumlu olacak, g) Türkiye'ye gelmiş olan milyonlarca Suriyeli'nin kölelik koşullarında çalıştırılması ve acımasızca sömürülmesinden ve onbinlerce Suriyeli kadının cinsel istismara uğramasından ve fuhuşa sürüklenmesinden doğrudan ya da dolaylı olarak sorumlu olacaksınız. Sonra da çıkıp Erdoğan kliğinin Suriye macerasının Türkiye'ye 200 milyar dolara mal olduğunu söyleyerek ağlaşacaksınız.
Eğer asgari düzeyde bir demokratizme sahip olmuş olsaydınız, hatta sadece Türkiye'nin orta ve uzun erimli çıkarlarını koruma yetisiyle donatılmış olsaydınız, a) TSK'nin Suriye'ye ve özellikle de Rojava'ya karşı giriştiği çeşitli operasyonlara -El Bab Operasyonu (Ocak 2016), Fırat Kalkanı Operasyonu (Ağustos 2016), Zeytindalı Operasyonu (Ocak 2018)- destek vermez, b) Türk ordusunun, diğer Türk “güvenlik” kuvvetleri elemanlarının ve orada görevlendirilen Türk bürokratlarının derhal ve kayıtsız koşulsuz Suriye'den çekilmesini talep eder, c) Erdoğan kliğinin, Suriye ile Rusya'nın İdlib'de yuvalanmış olan terör örgütleri kalıntılarına karşı yaptığı ve yapacağı operasyonları, sözümona “sivillerin zarar gördüğü/ göreceği” gerekçesiyle frenlemeye çalışmasını açık seçik bir biçimde eleştirir, d) Suriye devletiyle diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasını, Türkiye'nin, Suriye halklarının kanını akıtan cihatçı terör örgütlerine verdiği çok yanlı destekten ötürü Suriye'den özür dilemesini, halkına ve ülkesine verdiği korkunç boyutlara varan zararı gidermek için Suriye'ye tazminat ödemesini talep eder, e) Türkiye'de üslenmiş olan tüm legal ve illegal Suriye-karşıtı örgütün her türden çalışmalarını yasaklar ve onların liderleri ve militanlarının Suriye devletine teslim edilmesini talep eder, f) Türkiye'ye gelmiş olan ve büyük çoğunluğu burada perişan bir yaşam sürmekte olan Suriyeli sığınmacıların ikna ve gönüllülük temeli üzerinde ve Suriye devletiyle eşgüdüm içinde ülkelerine dönmeleri için bir kampanya çağrısı yapar ve bu geri dönüş süreci bitene kadar Türkiye'deki Suriyeli sığınmacıların insanca yaşamaları için gerekli koşulların sağlanması için uğraşırdınız. Tabii hiçbir aklı başında kişi CHP liderlerinin böylesi adımlar atmasını ummaz ve umamaz. Bunları yapma ve AKP gericiliğinin Türkiye halkları ve özellikle Türk halkının alnına...
2 notes
·
View notes
Text
Barilla'da beyaz yaka kadın çalışan oranı yüzde 44, yönetim katında ise yüzde 41'e yükseldi
Barilla’da beyaz yaka kadın çalışan oranı yüzde 44, yönetim katında ise yüzde 41’e yükseldi
İş dünyasında kadın-erkek eşitliği ve eşitliğin sağlanması için atılması gereken adımlar Global Marketing Summit'te masaya yatırıldı. Son 5 yıldır perakende ve tüketici ürünleri sektörlerinde çalışan kadın liderleri destekleyen LEAD Network Türkiye, üyeleriyle 'Perakende Sektöründeki İyi Uygulamalarla Kapsayıcılık ve Çeşitlilik' konularını sektör profesyonelleriyle paylaştı. Barilla Türkiye'nin…
View On WordPress
0 notes
Text
Babacan, Bazı siyasetçilerin yanlışa arka çıkarak ülkenin gençlerini nefrete ve öfkeye yönelttiğini savunuyor.
Ali Babacan'ın açıklamaları, Türkiye'de son dönemde yaşanan siyasi kutuplaşmayı ve gerilimi yansıtıyor. Babacan, bazı siyasetçilerin yanlışa arka çıkarak ülkenin gençlerini nefrete ve öfkeye yönelttiğini savunuyor. Babacan'ın bu eleştirilerini destekleyen bazı örnekler mevcut. Örneğin, son dönemde iktidara yakın bazı siyasi figürler, muhalefet partilerini ve liderlerini hedef alan açıklamalarda bulundu. Bu açıklamalar, muhalif seçmenler arasında öfke ve hayal kırıklığına neden oldu. Öte yandan, muhalefet partilerinin de bu kutuplaşmaya katkıda bulunduğu eleştirileri yapılıyor. Örneğin, bazı muhalefet liderleri, iktidarı eleştirmek için sert ve provokatif söylemler kullanıyor. Bu söylemler, iktidar yanlısı seçmenler arasında öfke ve tepkiye neden oluyor. Türkiye'de siyasi kutuplaşmanın artması, ülkenin geleceği için endişe verici bir durum. Bu kutuplaşma, ülkenin birlik ve beraberliğine zarar verebilir. Bu nedenle, siyasetçilerin yanlışa arka çıkmaktan kaçınması ve ülkenin geleceği için birlikte çalışması gerekiyor. Babacan'ın açıklamaları, bu konudaki farkındalığı artırmaya yardımcı olabilir. Babacan, siyasetçilerin yanlışa arka çıkmaması ve ülkenin gençlerini nefrete ve öfkeye yöneltmemesi gerektiğini vurguladı. Bu mesaj, Türkiye'nin geleceği için önemli bir mesaj. Read the full article
0 notes
Text
Barilla'da beyaz yaka kadın çalışan oranı yüzde 44, yönetim katında ise yüzde 41'e yükseldi
Barilla’da beyaz yaka kadın çalışan oranı yüzde 44, yönetim katında ise yüzde 41’e yükseldi
İş dünyasında kadın-erkek eşitliği ve eşitliğin sağlanması için atılması gereken adımlar Global Marketing Summit'te masaya yatırıldı. Son 5 yıldır perakende ve tüketici ürünleri sektörlerinde çalışan kadın liderleri destekleyen LEAD Network Türkiye, üyeleriyle 'Perakende Sektöründeki İyi Uygulamalarla Kapsayıcılık ve Çeşitlilik' konularını sektör profesyonelleriyle paylaştı. Barilla Türkiye'nin…
View On WordPress
0 notes