#türk aydını
Explore tagged Tumblr posts
rayhaber · 3 months ago
Text
Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın 110. Doğum Yılı Etkinliği
27 Ekim 2024 tarihinde, Cumhuriyete Değer Katanlar ve Ahde Vefa Projesi çerçevesinde, Türk edebiyatının önde gelen şairlerinden Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın 110. doğum yılına özel bir etkinlik düzenlenecek. Etkinlik, “Bir Cumhuriyet Aydını: Fazıl Hüsnü Dağlarca 110 Yaşında” başlığıyla, 14:00’te Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi Gülten Akın Salonu’nda, Ankara Çankaya’da…
0 notes
mcanylm34 · 8 months ago
Text
Cuma'nın hayrı ve bereketi üzerimize olsun inşallah🇹🇷
"Türkiye'de bir hain kontejyanı var. Bu nüfusun yüzde 10'dur... Türk aydını dediğimiz bazı kişiler batının manevi ajanıdır... Bu ülkeyi iki yüz yıldır, aydınlar batırıyor, halk kurtarıyor..."
Atilla ilhan
Tumblr media
Tumblr media
154 notes · View notes
yorgunhamza · 8 months ago
Text
Tumblr media
#CemilMeriç‘ten;
"Türk aydını efendisinin ilaçlarını aşıran ahmak uşak gibidir."
#MalcolmX bu durumu şöyle özetliyor;
Ev zencisi sahibine her zaman iyi baktı. Arazi zencisi kontrolden çıkacak olsa ev zencisi onu geri tarlaya bağlardı, araziye gönderirdi. Ev zencisinin bunu yapması şaşılacak bir şey değildi. Çünkü ona arazi zencisinden daha iyi yaşam koşulları garanti edilmişti. Yemeği daha iyiydi, daha iyi giyinirdi, daha iyi evde kalırdı. Efendisinin dibinde yaşardı. Ya efendisinin evinin çatı katında ya da bodrumunda yaşardı. Efendisi ne yerse o da ondan yerdi. Efendisi ne giyerse ev zencisi de ondan giyerdi. Konuştuğu zaman aynı efendisi gibi konuşurdu, güzel bir lehçe ile.
Ve efendisini efendisinden bile çok severdi. Bundan dolayı efendisinin incinmesini hiç istemezdi. Eğer efendisi hasta olursa “patron, nasıl da hasta olduk yahu” derdi. Efendisi hasta oldu diye adam da hasta olurdu. Efendisinin evi tutuşsa alevleri söndürmeye çalışırdı, efendisinin evinin yanmasını istemezdi. Efendisinin malına efendisinden daha çok sahip çıkardı. Bu işte ev zencisiyidi.
6 notes · View notes
evliyacelebinintorunuu · 2 years ago
Text
Tumblr media
Kendi intiharını satır satır kaleme alan Türk aydını: Beşir Fuat 🌱
4 notes · View notes
pazaryerigundem · 2 months ago
Text
'Hasan Ali Yücel Öykü Yarışması' ödülleri sahiplerini buldu
https://pazaryerigundem.com/haber/195615/hasan-ali-yucel-oyku-yarismasi-odulleri-sahiplerini-buldu/
'Hasan Ali Yücel Öykü Yarışması' ödülleri sahiplerini buldu
Tumblr media
Bursa Osmangazi Belediyesi tarafından Hasan Âli Yücel’i anmak ve kültürel mirasını yaşatmak için düzenlenen öykü yarışmasında kazananlar düzenlenen törenle ödüllerine kavuştu.
BURSA (İGFA) – Hasan Ali Yücel’in düşünsel mirasını yaşatmak ve fikirlerini geniş kitlelere ulaştırmak adına düzenlenen Hasan Âli Yücel Öykü Yarışması’na 7 farklı ülkeden toplam 513 eser başvuru yaptı. Alanlarında uzman  akademisyen ve edebiyat dünyasının saygın isimleri Doç. Dr. Betül Batır, Prof. Dr. Gökhan Tunç, Prof. Dr. Hülya Taş, Derya Biçer ve Jale Sancak, yarışmaya katılan 513 eseri titizlikle inceledi. Yapılan değerlendirmenin ardından yarışmaya “Yücelten İstasyonu” eseriyle Erzurum’dan katılan Mete Öztürk birinci, “Mezarlıktaki Ayakkabılar” eseriyle Samsun’dan katılan Nebahat Kocatürk, ikinci, “Cehennemde Bir Mevsim” eseriyle Bursa’dan katılan Mehmet Arlan üçüncü oldu. Yarışmada Rümeysa Torlak ve Gökhan Durmuş, katıldıkları eserleriyle mansiyon almaya hak kazandı. Dereceye giren eserlerin belirlenmesiyle birlikte Panorama 1326 Fetih Müzesi’nde ödül töreni düzenlendi.  Ödül töreni Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Bursa Şubesi Hasan Ali Yücel Mandolin Orkestrası’nın verdiği konserle başladı. Konserin ardından Şair Oktay, çağdaş Türk şairlerinden en beğeniler şiirleri seslendirdi. 
Tumblr media
Hasan Âli Yücel Öykü Yarışması’nda dereceye girenler ödüllerini Osmangazi Belediye Başkan Yardımcısı Mutlu Esendemir ve jüri üyelerinin elinden aldı. Yarışmada birinci 25 bin, ikinci 20 bin, üçüncü ise 15 bin lirayla ödüllendirildi. Mansiyon alanlar ise 10 bin liralık ödülün sahibi oldu. Dereceye giren ilk 20 eser, Osmangazi Belediyesi tarafından kitap haline getirilip ücretsiz şekilde dağıtılacak.
“Hasan Ali Yücel’i Osmangazi Belediyesi olarak Yılın Aydını ilan ettik”
Hasan Ali Yücel’i anmak ve onun kültürel mirasını yaşatmak amacıyla birçok etkinlik gerçekleştirdiklerini ifade eden Osmangazi Belediye Başkan Yardımcısı Mutlu Esendemir, “Bugünün ayrıcalığı, Türk eğitim ve kültür dünyasında derin izler bırakmış bir aydının doğum gününü birlikte anmak ve onun mirasını paylaşmaktır. Hasan Ali Yücel, Cumhuriyetin genç yaşlarında gerçekleştirdiği kültürel devrimler ve eğitim reformlarıyla toplumun kültürel yapısının şekillenmesinde ve gelişmesinde öncü bir rol oynamıştır. Yücel`in mirasını daha geniş kitlelere taşımak amacıyla düzenlediğimiz  Hasan Âli Yücel Öykü Yarışması, büyük bir ilgiyle karşılandı. Yarışmamıza ülkemiz ve 7 farklı ülkeden toplam 513 katılımcı başvurdu. Edebiyat, yalnızca bir ifade biçimi değil, farklı kültürleri bir araya getiren güçlü bir köprü, evrensel bir iletişim aracıdır, katılımcı sayısındaki bu çeşitlilik, edebiyatın coğrafya sınırlarını aşarak kültür, düşünce ve sanat yoluyla insanları birleştiren gücünü bir kez daha ortaya koymaktadır. Yücel’in düşünsel mirasını yaşatmak ve fikirlerini geniş kitlelere ulaştırmak adına gösterilen bu ilgi, bizler için büyükbir mutluluktur. Ayrıca, bu yıl Hasan Âli Yücel’i Osmangazi Belediyesi olarak Yılın Aydını ilan ettik, onun izinden giderek sergi, söyleşi, öykü yarışması ve sempozyum gibi etkinlikler düzenledik. Bugün, burada, bu anlamlı anın parçası olmanın ve Yücel’i bir kez daha anmanın gururunu birlikte yaşıyoruz. Değerli jüri üyelerimiz, her bir eseri titizlikle değerlendirerek bu ödül törenini mümkün kıldılar. Alanlarında değerli akademisyenlerimiz ve edebiyat dünyasının saygın isimleri olan Doç. Dr. Betül Batır, Prof, DrGökhan Tunç, Prof. Dr. Hülya Taş, Derya Biçer ve Jale Sancak’a ve bu sürece katkı sağlayan herkese içtenlikle teşekkür ediyorum” dedi.
“Yarışmaya ilgi büyüktü”
Ödül törenini 17 Aralık tarihine tesadüf ettirmelerinin sebebinin  bugünün Hasan Âli Yücel’in doğum günü olduğunu belirten Doç. Dr. Betül Batır da, “Tam 127 yıl önce Hasan Âli Yücel, bugün doğmuş.Hasan Âli Yücel, çok yönlü bir kişilik eğitimci, siyaset insanı, felsefeci, öğretmen, milli eğitim bakanı, edebiyatçı, şair, yazar ve saymakla mümkün olmayan bir çok niteliklere sahipti. Mevlevi kültüründen gelen bir şahsiyet, edebiyata ve sanata son derece önem veren Hasan Âli Yücel’i Osmangazi Belediyesi, yılın aydını ilan etti ve aynı zamanda Hasan Âli Yücel Öykü Yarışması başlattı. Bu yarışmaya ilgi büyüktü, Türkiye olmak üzere bir çok ülkeden de katılım sağlandı ve 513 eser gönderildi. Biz de jüri üyeleri olarak bu eserler arasında zorlandık. Konusu Hasan Âli Yücel, olan eserleri değerlendirdik. Daha sonra kurgusu ve yazım hatalarını dikkate alarak Hasan Âli Yücel konusuyla ilgili olmak üzere ilk 20 eseri tespit ettik. Dereceye giren yarışmacıları tebrik ediyor, bu yarışmanın hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum” şeklinde konuştu. 
Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği Bursa Şube Başkanı Jülide Akköprü ise “Biz dernek olarak her yıl Hasan Âli Yücel’i ölüm yıl dönümünde anıyoruz. Bizim her zaman amacımız, yeni kuşaklara ve genç öğrencilere ulaşmak. Hasan Âli Yücel Öykü Yarışması’nı düzenlediği için Osmangazi Belediyesi��ne teşekkür ederiz” diye konuştu.  
Tumblr media
0 notes
endergelisenataklar · 8 months ago
Text
yıl 1985. dünyaca ünlü ingiliz yazar harold pinter ve amerikalı yazar arthur miller pen yazarlar birliği adına türkiye'ye ziyarete gelirler. askeri cuntanın sislerinin dağılmadığı bir ülkeyi yerinde görmek ve yaşananları tüm dünya kamuoyuna yansıtmak istiyorlardı. bu yüzden biraz da gizlice geliyorlardı. bir grup türk aydını da onları karşılayacaktı. ankara'ya indiler. birkaç görüşmenin ardından türk yazarlar yabancı meslektaşları için akşam yemeği verdiler. yer ankara'nın ünlü mülkiyeliler birliği lokali'ydi. uzunca bir masa hazırlandı. pinter ve miller'in dışında kimler yoktu ki masada. aziz nesin'den demirtaş ceyhun'a, yalçın küçük'e kadar. yemeğin ortasında pinter'in aklına tuhaf bir soru geldi. 'aranızda hiç hapse girmemiş olan var mı' :) diye sordu. masada neredeyse 20'ye yakın türk yazar vardı. herkes birbirine şaşkınlıkla bakıyordu. soru tuhaf gelmişti. çünkü bu ülkede yazar olmanın neredeyse ilk koşulu cezaeviydi. masadan tek bir el kalktı. 'ben... ben hiç girmedim' diyen ürkek bir ses duyuldu. kafalar ona doğru çevrildi. bu isim o yılların genç ve umut vaat eden yazarı orhan pamuk'tan başkası değildi. :)
Tumblr media
"türk şakası: bir mahkūm hapishane kütüphanesine kitap ödünç almaya gider. kütüphaneci şöyle der: sorduğunuz kitap elimizde yok ama yazarı var.”
64 notes · View notes
hetesiya · 2 years ago
Link
NAZIM HİKMET’İN “KÜRT SORUNU” HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİ DİLE GETİRDİĞİ MEŞHUR MEKTUP
Türk politikacıları, Kürt milletinin milli varlığını inkârda ısrar ediyor ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde öteki azınlıklarına tanıdığı hakları bile Kürt milletine tanımıyor. Zeki Baştımar’ın 1962 Konferansına sunduğu Karar Tasarısı’nda TKP’nin geleneksel yaklaşımına uymayan ve Kürt hareketine destek içeren kimi ifadeler Konferansta tartışmalara neden oluyor. Konferansa katılan delegelerin milliyetçi bakış açıları çok çarpıcı bir şekilde açığa çıkıyor. Nâzım Hikmet, toplantıda kesin bir tutumla Kürt mücadelesini destekliyor ve Cezayir ulusal kurtuluş savaşı karşısında şovenist bir tutum alan Fransız Komünist Partisi’ni örnek gösterdiğini belirtiğimiz  şu yazıdan sonra Nazım’ın, 1961 tarihli Memo Yetkin’e gönderdiği  mektubunu aşağıdan okuyabilirsiniz. “Kökleri yüzyılların derinliklerine dalan, tarihiyle, kültürüyle, Kürt milletinin önemli bir çoğunluğu Anadolu’nun bir parçasında yaşar. Anadolu’nun öbür parçalarında yaşayan Türk milletini Kürt milleti kardeşi sayar. Her iki millet, bütün imparatorluklar gibi, halkların zindanı olan Osmanlı İmparatorluğu’nda, Türk ve Kürt derebeylerinin, Osmanlı İmparatorluk idaresinin ağır zincirlerine vurulmuşlardır.
Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra ise her iki millet emperyalizme karşı tek bir cephe kurup çarpışmışlardır. Anadolu milli kurtuluş hareketi yalnız Türkler için değil, Kürtler için de tarihlerinin en şerefli sayfalarından biridir.
O dövüş yıllarının sonradan Türk idarecilerince yasak edilen en unutulmaz türkülerinden biri, “vurun Kürt uşağı namus günüdür” diye başlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, Türk idarecileri ve egemen çevreleri, Kürt hareketine tamamıyla vaat ettikleri millet ve insan haklarını tanımadı.
Hatta işi Kürt milletinin millet olarak varlığını bile inkâra kadar götürdü. Bu dönem, Türk idarecilerinin ve egemen sınıflarının emperyalizmle uzlaşmaya başlaması dönemidir. Bu inkârla, bu uzlaşmamanın aynı dönemde baş göstermesi sadece bir rastlaşma değildir.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni Orta ve Yakın Doğu’da emperyalizmin kalelerinden biri haline getiren Türk politikacıları, Kürt milletinin milli varlığını inkârda ısrar ediyor ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde öteki azınlıklarına tanıdığı hakları bile Kürt milletine tanımıyor.
Türk ve Kürt halklarının Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde dış ve iç politikada aynı emellere hasret çekmeleri bugünkü Türk idarecilerini korkutuyor. Her iki millet kardeş milli kültürlerini, milli ekonomilerini geliştirmek, toprağa, tarım araçlarına, hürriyete, demokratik haklara kavuşmak istiyor. Türk ve Kürt halkları Türkiye Cumhuriyeti’nin tarafsız bir politika gütmesini, emperyalizmin üssü olmaktan kurtulmasını özlüyor.
Gerçek Türk yurtseverleri Kürt kardeşlerinin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde milli haklarına kavuşmak için gösterdiği mücadeleyi gönülden nasıl destekliyorsa, gerçek Kürt yurtseverleri de Türk halkının demokrasi ve milli bağımsızlık için yaptığı kavgayı öylece destekliyor. Anadolu’da yaşayan Türklerle Kürtlerin arasına nifak sokmak isteyen gerici, sömürücü, karanlık kuvvetler, emperyalizmle el ele vererek halklarımızı daha kolay ezmek istiyorlar.
Kürt ve Türk halklarının bahtiyarlığa, insanca yasamaya varmak için derebeylerine, kara kuvvetlerine, şehir ve koy ağalarına, gericilere, ırkçılara, milletlerin varlıklarını ve haklarını inkâr edenlere, emperyalistlerin uşaklarına karşı yürüttükleri yeni milli kurtuluş savaşının zaferi Kürt ve Türk halklarının el birliğiyle kazanılır.
Ancak böyle bir el birliğiyle kardeş iki millet hürriyete, milli ve insan haklarına kavuşabilir.”
NAZIM HİKMET RAN – 1961/Moskova (Kaynak: “Nazım’ı Nazımca Anlamak” (Etki Yayınları). Kitapta Mektubun Orijinal Görüntüsü Mevcuttur)
Nazım’ın ailesi Kürtlerle dayanışma halinde
Sadece Nazım’ın kendisi değil, diğer yandan aile fertlerinden eşi Münevver Hanım, oğlu Mehmed Nazım, üvey kızı Renan’ın Polonya’da bulundukları yıllarda Kürtler ile belli bir dayanışma içinde olmuşlar. Bu yıllarda çekilen bazı fotoğraflarda Kürtler tarafından örgütlenen yürüyüş ve gösterilere Nazım Hikmet’in aile fertlerinin de katıldığını görüyoruz. Örneğın Polonya«da öğrenim görmekte olan Kürt öğrencilerinin Varşova’da yapmış olduğu bir yürüyüşte Nazım Hikmet’in oğlu Mehmed ve üvey kızı Renan ön sırada yer almışlar. O yıllarda Polonya’da öğrenim görmekte olan Kürtlerden Memo Yetkin’in  ifadesine göre bu yürüyüş esnasında taşınan Kürdistan haritasını da Nazım Hikmet’in eşi Münevver Hanım kendi eliyle yapmış. Kürdistan haritası ve Kürdistan sözcüğünün büyütülmüş birer harfini göğüslerine asan öğrencilerin yer aldığı bu yürüyüşün ön saflarıında Renan’ın ve Memo Yetkin’in Kürt ulusal giysileriyle yürüdüğünü görüyoruz. Nazım Hikmet’in aile fertlerine ilişkin burada ilk kez yayımladığımz fotoğraflardan bazıları Memo Yetkin’in özel arşivinden alınmıştır. Şimdiye kadar hiçbir yerde yayımlanmayan bu fotoğrafların tarihi önemi ortadadır.
Münevver Hanımdan Kürtlere büyük destek
Nazım Hikmet’in eşi Münevver Hanım’ı Polonya’da birçok kez ziyaret eden Memo Yetkin, zamanla bu aileyi yakından tanıma fırsatına kavuşur ve özellikle Nazım Hikmet’in eşi Münevver Hanım’dan övgü ile söz eder. Memo Yetkin’e göre Kürtlere insani haklarının verilmesinden yana olan Münevver Hanım o yıllarda Kürtler ile sıcak bir dayanışma içine girer. Kürt öğrencilerine Kürtler konusunda bazı kaynaklar sağlayan Münevver Hanım, sürekli bu öğrencilere: “Dilinizi bizim gibi öğrenmek zorundasınız, yoksa unutursunuz” uyarısında bulunarak, Kürtçenin önemine değinir. Kürt aydınlanmasına önderlik eden Bedirhanilerle İstanbul’da tanıştıklarını belirten Münevver Hanım, ayrıca Nazım Hikmet ve Kamuran Bedirhan’ın kan kardeşi olduklarını da belirtmiş. Nazım Hikmet’in Kamuran Bedirhan’a göndermiş olduğu Kürtlere ilişkin bu mektubu  göz önüne getirdiğimizde, bu eski yakınlıkların daha sonraki ilişkiler üzerinde etkili olduğunu görülüyor.
Kürtlerin de diğer uluslar gibi koşulsuz olarak insani haklarına kavuşması gerektiğini sürekli vurgulayan Münevver Hanım yitip giden bazı soylu insan ilişkilerinin Kürtler arasında hala canlı tutulduğunu gözler. Konukseverlik, mertlik, beraberlik ve yiğitlik gibi erdemlerin Kürtler arasında yaşadığını gören Münevver Hanım, Kürt öğrencilerinin yanında yer almış ve Kürtlerin bu niteliklerine büyük bir değer biçmiştir. Bu yıllarda Celal Talabani ve Kemal Fuat gibi Kürt şahsiyetleriyle de tanışan Münevver Hanım, Kürtler ile olan ilişkilerini daha sonra Fransa’da da sürdürmüştür. Muhalif bir kişiliğe sahip olan Nazım Hikmet’in eşi Münevver Hanım, sürekli baskı ve zülme karşı çıkmış, her zaman dayanışmacı bir kişilik sergilemiştir. Bu insancıl düşüncelere sahip olan Münevver Hanım, öyle anlaşılıyor ki çocuklarıyla birlikte Polonya’daki bu Kürt etkinliklerine katılmaktan çekinmemiştir.
0 notes
tarikbinziyad · 4 years ago
Text
"Bütün Kur'an'ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın!
Zavallı Türk aydını ... Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarını benimser. Dev, papağanlaşır."
Cemil Meriç
133 notes · View notes
serazad · 3 years ago
Text
"İngiliz aydını, İngiliz halkından, ancak 'derece' itibariyle 'yüksek'te durur, 'mahiyetleri' değişmez: ikisi de Batı'dadırlar, ikisi de Batılı! Türk aydını Türk halkından, mahiyet itibariyle yüksekte duruyor: O Batı'dadır, Batılı geçinir; halkı ise Doğu'da, en azından Ortadoğu'da, halk kendi tarihini ve kültürünü yaşar; aydınlar, 'sistem'in ona biçtiği, tarih ve kültürü! Üstelik bunu ayrıcalık sanıp affedilmez kopukluklarının sorumluluğunu, halkın anlayışsızlığına yükleyip dururlar.
-Attila İlhan
8 notes · View notes
vel-hasili-kelam · 4 years ago
Text
Türkiye uzmanı Alman “Klaus Gunter” den çarpıcı ve çok önemli tesbitler...
Türk halkının yaşadığı toplumun doğasına karar verme, yaşadığı devletin mekanizma
larını belirleme hakkı var.
Bunu yaparken Atatürkçü, laik, demokrat hatta cumhuriyetçi olmak zorunda değil.
Halkın bu ideolojilere ve siyasi-dünyevi görüşlere zorlanması hukuki değil.
Temel insan hak ve hürriyetlerine, fikir ve vicdan özgürlüğüne uygun değil.
Bir yasanın meclisten bir şekilde geçmiş olması ve cumhurbaşkanı tarafından onaylanmış olması da o yasanın hukukun temellerine uygun olduğu anlamına gelmez.
Gerçek hukukçuların onayından geçmek zorundadır.
"Kemal paşa, meclisten pek çok yasayı hukuksuz olarak geçirdi."
Cumhuriyet rejiminde, Kemal paşadan sonraki süreçte de hukukun temel normları ile çatışan çok sayıda yasa çıkarıldı.
Türkiye'de, Anayasa'dan Türk Ceza Kanunu'na kadar her şey bir an evvel Türklerin bünyesine uyacak şekilde değiştirilmedikçe Türkler asla huzur bulamazlar.
Kendi ülkelerinde esir gibi yaşamaya, sürekli bir baskı, huzursuzluk ve endişe içinde yaşamaya devam ederler.
Biliyorsunuz, katledilen gazeteci Uğur Mumcu'nun ��ok yerinde bir tespiti vardı.
"Türkiye vatandaşı kime denir?" diye sorup cevabını da şu şekilde verirdi:
"Türkiye vatandaşı;
İsviçre Medeni Kanunu’na göre evlenen,
İtalyan Ceza Yasası’na göre cezalandırılan,
Fransız İdare Hukuku’na göre idare edilen ve İslam Hukuku’na göre gömülen kişidir."
Türkler kendilerine, kendilerinden gözüken gizli Ermeniler ve Yahudilerin kurduğu korkunç tuzakların artık farkına varmalı.
Türkler Müslümanlığını yaşarken bile içine Atatürkçülüğü, demokrasiyi ve laiklik ile cumhuriyeti bulaştırmak, dinini bu ideolojilerle sentezlemek zorunda değil.
Ben Türkiye uzmanıyım. Türkler ve Türkiye üzerinde uzmanlaşmak için harcadığım onca sene boyunca Türklerin tarihini, kültürünü ve dini olan İslam'ı da teferruatı ile inceledim.
Bir Türkün;
hem Müslüman hem Atatürkçü, hem Müslüman hem de laik, hem Müslüman hem de demokrat olabilmesi mümkün değil.
İslam dininin esasları belli. İslam dini, Müslümanların devlet yönetiminden, miras, harp ve alış veriş hukukuna...
Sağlıklı yaşama kaidelerinden nasıl yemek yiyeceğine ve af edersiniz tuvalette nasıl taharetleneceğine kadar her şey hakkında hüküm vermiş ve hiçbir boşluk da bırakmamıştır.
Gerçekten İslam'ı bir din olarak seçmiş bir Türkün başka hiçbir siyasi ve fikri ideolojiye ve akıma ihtiyacı da yoktur.
Zaten İslam, yarım kabullenişleri ret eder.
Yani İslam dini her şeyi ile bir bütün olarak kabullenip iman etmeyi emir eder.
Hem Müslüman olayım ama hem de devlet hukukunu ya da miras hukukunu değiştireyim derseniz, sizi mürted sayar.
Müslüman saymaz.
Ya hep ya hiçtir.
Türk toplumu da dahil, son dönemde laikliğe, demokrasiye ve cumhuriyetçiliğe zorlanmış bütün toplumlar, dünya üzerinde bu görüşlerin ve ideolojilerin henüz iki asırlık bir geçmişi bile bulunmadığını, dünya tarihi boyunca bu ideolojileri ve görüşleri hiç hayal bile etmemiş, aklına bile getirmemiş çok sayıda toplumun ideal bir toplum olarak yaşadığı gerçeğini, bu akımların İngiliz gizli servislerinin tezgahlarında üretilip aydın kimliğine büründürülmüş casuslar sayesinde halklara empoze edildiğini bilmelidir.
Türkler kendilerine aydın, alim ve mütefekkir olarak sunulan İngiliz casuslarını artık bilmelidir.
Mason ve İngiliz casusu Cemaleddin Afgani'nin Arap Müslümanlara kurduğu tuzakların aynısını Türkiye'de Müslüman Türklere kurmaya çalışan ve Türk aydını gibi görünen gizli Yahudi ve Ermenileri, çok gecikmeli de olsa deşifre etmelidir.
Bakın Almanya'da, İngiltere'de ve Fransa'da Ali Suavi, Cemaleddin Afgani ve diğerleri hakkında çok özgün çalışmalar yapıldı.
Türklere son zamanlarda kurulan gizli Yahudi ve gizli Ermeni tuzakları hakkında, Avusturya'dan Ewald Stadler'in, İngiltere'den Arnold Toynbe'nin çok özgün ve sarsıcı değerlendirmeleri var.
Stadler Avrupa Parlamento'su üyesi de olan çok ciddi bir araştırmacı ve politikacıdır.
Toynbe gibi tarihçiyi ve bu tarihçinin Türkiye yakın tarihine dair değerlendirmelerini bilmemek Türkler için çok büyük bir kayıptır.
Günümüz Türkiye'sinde yaşayan Türkler bu araştırmalarda ve eserlerde kanıtlanan sarsıcı gerçekleri duyunca inanmak istemeyecekler ve "Bu kadar mı organize, bu kadar mı gizli, bu kadar mı taktik oynamışlar" diyeceklerdir.
Daha feci olanı da, halkların, bu İngiliz ve Yahudi casusların topluma dikte ettiği siyasi ve fikri ideolojileri kabullenmek ve başka hiçbir şeyi tercih etmemek gerektiğine ikna edilmiş olmasıdır.
Çağdaş ve medeni bir insan olarak mutlaka Atatürkçü, laik, demokrat ve cumhuriyetçi olmak zorundalarmış gibi bir algının Türkiye'de, iki asırlık casusluk faaliyeti, baskı ve devlet terörünün ardından genele yayıldığını görmek mümkündür.
Sadece şuraya kadar birkaç cümle ile özetlediğim gerçekleri, inanın bana genişçe izah etmek isterim ve bundan çok büyük keyif alırım.
Lakin bunları anlatmak aylarca sürer. Cilt cilt eserler tutar.
Ben Katolik Hristiyan bir Alman olarak üzülerek söylüyorum ki Türklerin hali aldatılmış Almanlardan da beter.
Almanya'da da aynı güç odakları fikri, siyasi, hukuki, ticari ve ahlaki sahada çok tuzaklar kurdular ama Alman halkı arasında bu İngiliz+Siyonist+gizli Yahudi hileleri o derece başarılı olmadı.
Günümüz Türkiye'sinde bu gerçeklerin farkında olan insan sayısını geçin, bu gerçeklerin farkında olup bunu milletine anlatabilecek aydın insan sayısına bakıyorum ve hiç kimseyi göremiyorum.
Hala Türk basını denilen basın, bu sefer CIA ve MOSSAD ile işbirliği içindeki gizli Yahudi ve Ermenilerin tekelinde...
Yazan:Klaus Gunter
Çeviri: Birgül Yayman Erdener.
17 notes · View notes
yorgunhamza · 8 months ago
Text
#CemilMeriç‘ten;
"Türk aydını efendisinin ilaçlarını aşıran ahmak uşak gibidir."
#MalcolmX bu durumu şöyle özetliyor;
Ev zencisi sahibine her zaman iyi baktı. Arazi zencisi kontrolden çıkacak olsa ev zencisi onu geri tarlaya bağlardı, araziye gönderirdi. Ev zencisinin bunu yapması şaşılacak bir şey değildi. Çünkü ona arazi zencisinden daha iyi yaşam koşulları garanti edilmişti. Yemeği daha iyiydi, daha iyi giyinirdi, daha iyi evde kalırdı. Efendisinin dibinde yaşardı. Ya efendisinin evinin çatı katında ya da bodrumunda yaşardı. Efendisi ne yerse o da ondan yerdi. Efendisi ne giyerse ev zencisi de ondan giyerdi. Konuştuğu zaman aynı efendisi gibi konuşurdu, güzel bir lehçe ile.
Ve efendisini efendisinden bile çok severdi. Bundan dolayı efendisinin incinmesini hiç istemezdi. Eğer efendisi hasta olursa “patron, nasıl da hasta olduk yahu” derdi. Efendisi hasta oldu diye adam da hasta olurdu. Efendisinin evi tutuşsa alevleri söndürmeye çalışırdı, efendisinin evinin yanmasını istemezdi. Efendisinin malına efendisinden daha çok sahip çıkardı. Bu işte ev zencisiyidi.
Tumblr media
5 notes · View notes
kevkebus-subh · 4 years ago
Text
Kemal Tahirden Notlar:
Tanzimat, Osmanlı düzeninin tasfiyesi, Avrupa düzenini topluma yerleştirmek girişimidir. 'Genç Osmanlılar' bu türküyü çağırırlar, Jön Türkler' bu türküyü söyler. Yani, senin anlayacağın, 'Devlet elden gidiyor, aman çare?' diyenler, bula bula Batılılaşmada çare bulmuşlar. Birinci Meşrutiyet, ikinci Meşrutiyet, Mithat Paşa'lar, Namık Kemal'ler, Ziya Paşa'lar, İttihatçı akıldaneleri, taa Mustafa Kemal Paşa'ya kadar, Türk okumuşu ve aydını, kerameti Batı düzeninde gördü. Halk katılmıyordu bu görüşe. Bu yüzden yöneten-yönetilen ikilemi çıktı ortaya. Buna Halk-aydın çatışması da diyebilirsin. Tanzimat'la başlayan süreç, hiç bir değişiklik göstermeden, imparatorluğun batılılaşması olarak Cumhuriyete kadar geldi dayandı."
"Aslında, Cumhuriyet döneminde de pek bir şey değişmiş değildir; bu dönemde daha azgın bir Batıcılık yapıldı. O kadar ki, takvimimizi, ağırlık ve uzunluk ölçülerimizi bile değiştirdik; tek batıya benzeyelim diye. Bu yüzden yöneten- yönetilen çatışması bu dönemde daha da güçlenerek sürdü. Gerçi Osmanlı Devleti'nin son bulması, Türkiye Cumhuriyeti'nin ortaya çıkması, yanıltmıştır bazılarımızı. .. Padişahın gitmesi, Padişah gücünde bir Cumhurbaşkanının gelmesi içinse, değiştirmez hiç bir şeyi! Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı ülkesinin en küçük parçası üzerine kurulmuştur. Elden çıkarılan parçalar, hangi toplum yapısında ise, elde kalan da o yapıdadır; bir insan mozaiğidir yani. Mustafa Kemal Atatürk bu mozaiğin üstünde çalıştı, İsmet Paşa da öyle. Yöneten-yönetilen çatışması, şiddetini arttırarak bu dönemde de sürmüştür, taa 1950'ye kadar."
Milletin okumuşu, aydını, hep egemen olmuştur 1950'lere kadar Halk üzerinde. Çatışma sürmüştür ama, aydın kesimin üstünlüğü içinde ve onun istediği biçimde . 1950 Mayısındaki seçimler, aslında batılılaşma sürecine dokunmadığı halde, Egemenliğin el değiştirmesine yol açtı. Aydın - halk boğuşması sürüyordu ama, taraflar, bir tahterevalli içinde yükselip alçalarak. Ya da, öyle görünerek diyeceğim."
"Aslında, 1950 çok partili parlamenter dönem, seçim aldatmacasına, özgürlük çığırışlarına rağmen, sahici egemenliği halka götürememiş, aydını sandalyesinden indirememişti. İndirememişti, diyorum; çünkü, halk örgütlenmiş değildi ki, bu haklarını bu örgütler aracılığı ile kullanabilsin ve okumuşun elinden yakasını sıyırsın!
Dört yılda bir yapılan seçimler, kendisine yararlı insanları seçmesine değil, daha az zararlı insanları seçmesine yarıyordu. Bu parlamenter sistem, olsa olsa, halkın seksen yıldır yakasından düşmeyen Aydın'ın keskin dişlerini biraz törpülemiş oldu; bu kadarı da Anadolu insanı için ferahlıktır."
Kaynak: Kemal Tahir'in Sohbetleri - İsmet Bozdağ - Sayfa 23 - 24
3 notes · View notes
kafkasli · 5 years ago
Text
Tumblr media
“Zavallı Türk aydını. Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu...”🕳
Cemil Meriç
25 notes · View notes
pazaryerigundem · 9 months ago
Text
TEV 57'nci yılında Ata'nın huzurunda
https://pazaryerigundem.com/haber/169375/tev-57nci-yilinda-atanin-huzurunda/
TEV 57'nci yılında Ata'nın huzurunda
Tumblr media
Türk Eğitim Vakfı (TEV) 57. Kuruluş Yıldönümünde Anıtkabir’de Ata’nın huzuruna çıktı.
ANKARA (İGFA) – Kurulduğu günden bu yana eğitimde fırsat eşitliği için çalışan Türkiye’nin en köklü vakıflarından Türk Eğitim Vakfı (TEV), 57. kuruluş yıldönümü kapsamında Anıtkabir’i ziyaret etti.
TEV Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Şükrü Tekbaş ve Yönetim Kurulu üyelerinin ev sahipliğinde düzenlenen ziyarete TEV çalışanları, Ankara’da yaşayan TEV bağışçıları ve bursiyerlerinden oluşan grup katılım sağladı.
4 Mayıs 1967 tarihinde merhum Vehbi Koç’un önderliğinde eğitime gönül vermiş 205 Türk aydını tarafından başarılı ve maddi olanakları kısıtlı gençleri desteklemek amacıyla kurulan Türk Eğitim Vakfı (TEV), 57. kuruluş yıldönümünü kutluyor. Bu vesileyle Anıtkabir’e anlamlı bir ziyaret düzenleyen Vakıf, Atatürk’ün huzuruna çıktı.
TEV Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Şükrü Tekbaş’ın ev sahipliğinde düzenlenen ziyarete, TEV Yönetim Kurulu üyeleri, TEV Genel Müdürü Banu Taşkın, TEV çalışanları, Ankara’da yaşayan TEV bağışçıları ve bursiyerleri katılım sağladı. Program kapsamında Aslanlı Yol’dan yürüyen TEV ailesi, Atatürk Mozolesi’ne çelenk bıraktı.
TEV Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Şükrü Tekbaş, Misak-i Milli Kulesi’ne geçerek Anıtkabir Özel Defteri’ni imzaladı. Prof. Dr. Tekbaş, Anıtkabir Özel Defterine,  “Kimsesizlerin kimsesi” olan Cumhuriyetimiz hedef ve ilkelerini yaşama geçirilmesi bakımından; gençlerin barınma ihtiyaçlarının karşılanması, onların eşit, kapsayıcı ve kaliteli eğitim almalarının önündeki engellerin kaldırılması için gerekli desteği vermeye devam edeceklerinin mesajını verdi. 
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
senfonikankara · 4 years ago
Text
Ulvi Cemal ERKİN (1906-1972)
Tumblr media
“Türk Beşleri” olarak adlandırılan, Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk bestecilerinden, Çağdaş Türk Müziği’nin klasiklerindendir. İçten yaratıcılığı, düşünüşü ve eserlerinin sanatsal değeri, 20. yüzyıl ulusal bestecilik okullarının önderleri arasında yer almasını sağlamıştır. Erkin’in yaratıcılığının kökeni, Türk müziğine, kültürüne dayanır; müziğinin ulusal içeriği, dünya sanatıyla evrensel bir sentez oluşturur. Onun müziğinde, Anadolu’nun ruhu ve kültürleri, Batı tekniğiyle çağdaş kalıplar içinde ustaca birleşir.
Üst düzey bir bürokrat olan Mehmed Cemil Bey’in oğlu Ulvi Cemal Erkin 1906’da İstanbul’da doğmuş, yedi yaşındayken piyanist Adinolfi’den dersler alarak müziğe başlamış, bir yandan da öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde sürdürmüştür. Yeteneğiyle sivrildiği için, 1925 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Paris’e gönderilmiş, Paris Konservatuarı’nda Jean Baralla, Isidor Philipp ve Camile Decreus ile piyano, Jean Galon ile armoni, Noel Galon ile kontrpuan çalışmış, daha sonra Ecole Normale de Musique’de Jean Galon ve Naclia Boulanger’dan kompozisyon dersleri almıştır. 
Paris’teki eğitimini başarıyla tamamlayan Erkin, 1930’da yurda dönerek Musiki Muallim Mektebi’nde öğretmenliğe atanmıştır. Paris’te başladığı “İki Dans” adlı orkestra yapıtını Ankara’da bitiren Erkin’in bu ilk yaratısı, 6 Mart 1931 tarihinde Riyaseti Cumhur Filarmoni Orkestrası tarafından seslendirilmiştir, Erkin, 1932 yılında piyanist Ferhunde Remzi (Erkin) ile evlenmiş, 1936 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’nın kurulması üzerine bu kurumun piyano bölüm başkanlığını üstlenmiştir. Sonraki yıllarda onu verimli bir besteci, orkestra şefi ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin açtığı müzik kurumlarında yönetici olarak görüyoruz.
Tumblr media
Dönemin yaratıcı bir aydını olan Erkin, besteci arkadaşı Necil Kazım Akses ile birlikte çok sayıda operayı Türkçe’ye kazandırarak sahnelenmesini sağlamış, konservatuar ve opera orkestralarının şefliğini yapmış, Ankara Radyosu’nun çoksesli müzik bölümünü yönetmiş, besteciliğini sürdürürken bir yandan da Ankara Devlet Konservatuarı’nda öğrenciler yetiştirmiştir. 
1971 yılında “Devlet Sanatçısı” ünvanına layık görülen bestecimiz, 1950’de Fransız Eğitim Bakanlığı’nın Palme Academique nişanı, 1959’da “Şövalye” derecesindeki Legion d’honneur nişanı, 1963’te İtalya’nın Ordine al Merito della Repubblica Italiana nişanı ve 1970’te “Officier” derecesindeki Legion d’honneur nişanı ile onurlandırılmıştır. 
İlk yapıtlarında geç romantizm ve izlenimcilikten yola çıkan Ulvi Cemal Erkin, kısa sürede geleneksel müziklerimizin, özellikle halk müziğimizin makamsal ve ritmik gereçlerini başarıyla kullanmaya başlamış, bilinçle eğildiği bu gerecin renkleriyle ulusal birleşime ulaşmıştır. Erkin, opera dışında müzik sanatının bütün tarzlarında eserler bestelemiştir. Eserleri arasında piyano için parçalar, bale müziği, 2 senfoni, rapsodi, uvertür, keman ve piyano için birer konçerto, koro için armonize edilmiş halk türküleri ve çocuklar için parçalar bulunur. 
Tumblr media
Köçekçe 
Ulvi Cemal Erkin, Köçekçe adlı dans rapsodisini eski karcığar ve hicaz köçek havalarından, taksimlerinden esinlenerek yazmıştır. 1943 yılında bestelenen Köçekçe, Erkin’in en beğenilen ve sıkça seslendirilen eserlerinden biridir. Köçekçe hayattan alınmış, halk şenliğini yansıtan bir tablodur. Besteci burada, diğer eserlerinde olduğu gibi Türk folklorundan yararlanarak, tematik gereçte senfonik gelişim usullerini kullanmıştır. Köçekçe, kıvrak, oyun havasında bir danstır, sözlü veya enstrümantal olarak seslendirilir. Erkin burada, dans folklorünün temelinde tek bölümlü, çeşitli karakterdeki epizotları içeren bir rapsodi yaratmıştır. Parlak orkestrasyon stilinin senfonik usullerle işlenmesi, Köçekçe’nin milli senfonizmin güzel örneklerinden biri olmasının nedenidir. 
youtube
Piyano Konçertosu 
Piyano Konçertosu 20. yüzyıl konçertolarının en iyi örneklerindendir. 1942’de yazılan konçertonun ilk yorumu 1943’te Ankara’da yapılmıştır. Besteci eseri eşi Ferhunde Erkin’e adamıştır. Piyano Konçertosu’nda senfonik gelişim, virtüöz parlaklık ve derin lirizm ile uyumla birleşir. Romantik ve çağdaş geleneklere göre yazılmış eserin en önemli özelliği, Türk folklorundan, makamlarından kaynaklanan dokusal içeriğidir. Erkin tematik malzemenin işlenmesinde senfonik araçlardan, monotematizm prensiplerinden yararlanır. Bu, temaların tezatlık içinde karşılaşmasında, değişmesinde, yeni anlam kazanmasında ve bölümlerin arasındaki dokusal bağlarda kendini gösterir. 
youtube
Konçerto dört bölümden oluşur. Birinci bölüm (Allegro-sonat biçiminde) kısa orkestra girişinden sonra, solo piyanoda sunulan akorlu, vurgulu, oktavlı pasajlardan oluşan, aralıksız süren dinamizm ve coşku dolu ana temayla başlar. Ana tema, halk müziğinin doku ve ritimleri, toccata tarzındaki duyuluşları ön plana çıkartır. Ona tezat ikinci tema sakin, serbest akışlı melodisiyle dinleyiciyi romantik düşler dünyasına götürür. Gelişim sürecinde ana temanın sert motiflerinin duyulmasıyla müzik yeniden gerilim dolu dramatik tarza geçer, Piyanistin virtüöz pasajlarla dolu muazzam ve coşkun solosu dramatizmin yükselişini hazırlayarak doruğa ulaştırır. Kadans, birinci bölümün dinamik zirvesidir. Burada besteci polifonik usullerden yararlanır. Piyano pasajlarının temelinde, lirik yan tema yeni boyut kazanarak geniş ve haşmetle sunulur. Röpriz, gelişim bölümünün çizgisini devam ettirir. Gergin, dramatizm dolu müzikte yeniden huzurlu, romantik ikinci tema işitilir, Birinci bölüm ana temanın sunulduğu dinamik koda ile sona erer.
youtube
İkinci bölüm (Andante-üç bölümlü kuruluşta) düşünceli bir havada başlar. Bas klarnetin sunduğu, makamsal dokularla örülmüş esrarlı, kuşku dolu melodi işitilir. Solist ile orkestranın diyalogunda geniş soluklu şarkı niteliğindeki tema duyulur. Burada romantik doğaçlama prensipleri halk müziği usulleri ile birleşir.
youtube
Üçüncü bölüm (karmaşık üç bölümlü kuruluşta), hızlı, dinamik, neşe dolu Scherzo’dur. Burada Karadeniz oyun havalarının, Horon’un ritim ve dokuları ile örülmüş bir müzik duyulur. Orta kısımda klarnet bir taksim sunar. Scherzo’da Erkin’in ünlü Köçekçe’sinin yankılarına rastlanır. 
Dördüncü bölüm (Andante, Allegro Rondo biçiminde) piyanonun ağır tempolu girişiyle başlar. Akorlu temanın kuruluşunda birinci bölümün lirik temasının dokuları duyulur. Sonra Scherzo’nun çizgisini devam ettiren dans ritimlerinin, ezgilerinin temelinde neşe dolu bir bayram tablosu sergilenir. Konçerto törensel bir havada, piyano ile orkestrada birinci bölümün giriş temasının duyulmasıyla sona erer. 
1. Senfoni
Erkin’in 1. Senfoni’si ulusal müziğin en parlak ve önemli eserlerindendir. Besteci senfonide klasik gelenekleri Türk halk müziğinin özellikleriyle kaynaştırır. Senfoni parlak orkestrasyon stili, zengin ezgisel içeriği, kompozisyon birliğiyle ayırt edilir. 1. Senfoni’nin ilk seslendirilişi 1946 yılında Ulvi Cemal Erkin yönetimindeki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından Ankara Devlet Konservatuarı Salonu’nda yapılmıştır. 
youtube
Senfoni dört bölümden oluşur. Birinci bölüm (Allegro aperto) sonat biçiminde kurulmuştur. Timpanide duyulan telaşlı, ritmik bir motifle başlar; onu takip eden heyecanlı, ihtiraslı ana tema eserin gergin, dramatik ortamını belirtir. İkinci tema ana temayla tam bir tezat içindedir. Önce obua, sonra koranglenin sunduğu lirik, içten gelen uzun soluklu melodi işitilir. Onun dokularında, gelişim usullerinde halk müziğine yakınlık duyulur. Gelişim birinci bölümün dramatik kısımlarındandır; içeriğini birbirine tezat temaların etkileşimi ve dramatik karşılaşmalar oluşturur. Gelişim, parlak armonilerin değişimi, tematik, polifonik gelişimin usulleriyle, ayrı ayrı grupların ve orkestra tuttisinin çağrılarıyla elde edilir. Büyük içsel dinamikle yüklü bölüm, dramatik doruğa ulaşarak röprize geçer. Birinci bölüm koda ile sona erer. Burada iki tema polifonik şekilde birleşerek seslendirilir. Ana tema, yaşamın yüceliğini, güzelliğini onaylayarak birinci bölümü bitirir. 
İkinci bölüm (Adagio), şiirsel bir lirizmle karakterize edilir. Yaylıların pizzicatosu fonundaki koranglenin solosunda şarkı benzeri bir melodi işitilir. Onun serbest akışlı, esnek çizgisinde, makamsal dokularında Türk folklorundan gelen özellikler duyulur. Müzik, obua ve koranglenin güzel bir diyaloğu şeklinde devam eder. Yavaş yavaş diğer tahta nefesli çalgıların katılımıyla, tema yeni ezgisel hatlarla zenginleşir, orkestrasyon dokusu yoğunlaşır. Huzurlu, hülyalı ana tema ihtiraslı, heyecanlı tarza geçer. Sonra yeniden duygulu bir şarkıya dönüşerek sakin, huzurlu havada sona erer. 
Üçüncü bölüm (Allegro) dinamik bir Scherzo’dur. Burada diğer bölümlerde olduğu gibi orkestrasyon renklerinin zenginliği, halk müziği ruhunda yazılmış, dans ritim ve dokularıyla örülmüş tematik gereç dikkati çeker. 
Dördüncü bölüm (Moderato-Allegro) birinci bölümün çizgisini devam ettirir. Ağır girişle başlar ve dinamizmin yükselişi temelinde kurulur. Tematik malzemede birinci bölümün ana temasının dokuları duyulur. Bu da senfonik dizinin bir bütün içinde birleşmesini sağlar. 
Prof. Naile Mehtiyeva
Tumblr media
6 notes · View notes
multecibekes · 4 years ago
Text
Tumblr media
KDP mit hizbi kontra HÜDA-PAR
HİZBULKONTRA SERMAYESİ HAKSİAD: GÜNEY KÜRDİSTAN’DA MİT DENETİMİNDE YENİ ŞUBELER AÇTI (ÖZEL HABER-3)
Hizbulkontra’nın legal yüzü Hüda-Par ve sermaye grubu HAKSİAD, MİT’in garantörlüğünde Güney Kürdastan’ın Hewlêr, Kerkük, Süleymaniye ve Halepçe kentlerinde yeni şubeler açarak MİT hazinesine gelir aktardığı ve Güney Kürdistan’a hizbulkontra elemanlarını yerleştirdiği ortaya çıktı.
KDP, bir yandan işgalci Türk devletine açtığı üslerle Güney Kürdistan’nın fiili işgalini meşrulaştırırken diğer yandan da özel savaş aparatlarından biri olan ve kendini Hak Sanayici ve İş Adamları Derneği olarak gösteren özünde ise Hizbulkontra sermayesi olan HAKSİAD‘ın MİT’in garantörlüğünde Güney Kürdastan’ın Hewlêr, Duhok, Kerkük, Süleymaniye ve Halepçe kentlerinde şubeler açarak terörist Hizbulkontra elemanlarını yerleştirdiği ortaya çıktı.
Hizbulkontra’nın kurucularından Hüseyin Velioğlu’nun akrabalarının da ortağı olduğu Hizbulkontra sermayesi olan HAKSİAD, Güney Kürdistan’da KDP’nin desteğiyle Kürt devrimci hareketlerini tasfiye etmek için Hizbulkontra mensuplarının Güney Kürdistan’a getirildiği ve MİT-Parastin denetiminde HAKSİAD’da görevlendirildiği ortaya çıktı.
HİZBULKONTRA, GÜNEY KÜRDİSTAN’A YERLEŞTİRİLİYOR
Bir yandan Kuzey Kürdistan’da siyasi soykırım tüm hızıyla devam ederken diğer yandan da Güney Kürdistan’da MİT’in taşeron olarak kullandığı ve kirli işlerini yaptırdığı ajan ağını genişletiyor. Türkiye’de aranan onlarca Hizbulkontra mensubunun HAKSİAD üyeleri adı altında Hewlêr ve Kerkük’e geçerek bir çok kirli ağlar kurduğu ortaya çıktı. Her ne kadar HAKSİAD’ın genel sorumlusu İhsan Yüce seçilmiş olsa da MİT tarafından Ramazan Özbay’a Güney Kürdistan’da MİT adına ajan ağı oluşturma ve gelir sağlama görevi verildiği belirtildi. Hizbulkontra mensubunun HAKSİAD üyeleri KDP desteğiyle bir yandan istihbarat faaliyetlerini yürütürken diğer yandan Duhok, Zaxo ve Hewlêr’de Özgürlük Hareketini destekleyen iş insanlarını, aktivist, gazeteci, siyasetçi ve aydını tehdit ettiği bilgisine ulaşıldı.
KİRLİ OYUNLARIN TARİHÇESİ
MİT İstihbarat ağıyla bölgeyi komple denetime alarak, içeriden işgal etme girişimlerini sürdürüyor. 1 Nisan 2019 tarihinde Mesut Barzani ile HUDA-PAR başkanı İshak Sağlam’la yaptıkları anlaşma sonucunda KDP’nin, HAKSİAD’ın rahat bir şekilde MİT hazinesine gelir sağlaması için ilk ofislerini Hewlêr’in Şoreş mahallesinde açmalarına öncülük etmiştir. Bunun yanı sıra HUDA-PAR, Zekeriya Yapçıoğlu üzerinden bu gruba destek vermektedir. Genel başkan yardımcısı olan Zekeriya Yapçıoğlu 2019 Nisan’ında Amed’deki bir toplantıda hazır bulunmuş Süleymaniye, Halepçe ve sonra Kerkuk’te de ofis açacaklarını, YNK yöneticileriyle özellikle Kosret Resûl ile görüşüp ticarî anlaşmalar yapacaklarını ve kültürel ilişkiler geliştireceklerini belirtmişti. Sadece bununla yetinmeyen HUDA-PAR’ın aynı zamanda MİT adına faaliyet yürüten ve bilgi toplayan şirketlerinin başında HAKSİAD geldiği bildirildi.
HUDA-PAR HAKSİAD’ın Güney Kürdistan’da şube açma ve temas kurma nedeninin ticari anlaşmalar ve kültürel ilişkiler için değil, asıl nedenlerinin Kuzey Kürdistan’da olduğu gibi MİT’e ajan ağı oluşturmak, halktan alınan gelirlerin MİT hazinesine aktarılarak güçlendirmek ve aynı zamanda aldıkları bilgilerle Kürt özgürlük hareketini ve Güney’deki Kürt kazanımlarını KDP’ye maddi destekler sunarak tasfiye etmeye uğraştığı ortaya çıktı.
3 notes · View notes