#surp kevork kilisesi
Explore tagged Tumblr posts
tuuguide · 7 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
29 Ocak - 4 Şubat 2018
zamanı aşınan şehirli olma halimi Behramkale’nin bayırlarına yelkovan getirmeye bıraktım ve Çanakkale’ye tanış olmaya geldim. Şehir merkezine taze taşınmış Mısırlı arkadaşımın daveti üzerine bir seyahat fikri yolunu buldu ve beni de peşinden götürdü. Gidiş-gelişi otostopla hallederek masraflarımı yeterince asgariye de indirdiğim düşünülürse gayet gayrimeşru bir tanışma oldu. Başka bir şehre gidince onun daha da eski şehirlerini görmek gibi bir hoşlantım var. Yine öyle yaptım ve Assos’a gittim. Şehrin girişindeki işaretleri otostop için bindiğimiz aracın arka koltuğunda görmediğimizden antik kentin asıl şehri meydanını bulmakta epey zorluk çektik. Bizi, o saati bulduğum Behramkale köyünün tepesinin orda bırakan abiye teşekkürümüzü ettik ve köye indiğimiz gibi Yörük bir teyzenin yanına çömelip hoşbeş ettik. Ondan bir şeyler öğrenmek ve gül yüzünü görmek, hoştu bunlar. Lâkin maddeye ilgisini maneviyat-harici pratik etmeyen biri olarak yoluma çıkan diğer teyzelerinde kekiklerini veya cıncıklarını alma konusunda ilgisiz kaldım. Beni anlamadılar. Onlar için bir anda kendim için bile yeni biri olmuştum. Madde’nin ne demek olduğunu bilen, kolay satın alıp-veren ticari pratiği olan bir şehirli mi? Benim şehirde göçebe yaşadığımı nerden bilsin teyzem, 7 liralık kekikçiği bile alamadım günün sonunda. 
Neyse dostlar. Bizim olduğumuz yere en yakın ve antik kentin olduğunu sanrıladığımız yer içinde Athena Tapınağı’nın olduğu müzekartı/ücretle girilen alandı. Lakin orada görülesi derece de kalıntı arıyorsanız tapınaktan gayrısını bulmak biraz güç. Neticesinde bu alan antik kent değil sadece tapınağın olduğu yerdi. Karşılaştırmalı Edebiyat derslerimden de çağrışım yaptığım üzere Antik Yunan’da tapınaklar şehirlerin en yüksek yerine, insanların günlük yaşamlarını sürdürdükleri şehrin de yükseğine yapılıyordu. Tapınağın orada beni iki defadır orta yaşlı kadın ziyaretçiler durdurdu ve arkeoloji veya tarih öğrencisi olduğumu ve rehberlik yaptığımı düşünüp sorularını yapıştırdılar. Onları mahcup etmeyip bu sefer bu yeni kimliğimi üstüme alıp hikaye-anlatıcılı��ı yapmanın zevkinde dolaştım. Buradan çıkıp ayak yordamıyla asıl antik şehri bulduk. Buranın girişi kapalıydı ama tırmanabilinecek derece de kapalıydı. Bize malum olanı yaptık ve kendimizi gerçek bir şehrin içinde bulduk. Burası gerçekten tekrar yaşamak, düşünmek ve içinden geçirmek için güzel bir yerdi. Hedefimiz tiyatroyu bulmaktı ama hiçbir güzergah ve ya patikada neredeyse izine hiç rastlamadık. Adeta şehrin dağına taşına sinmiş, gizlenmiş gibi tepeleri indiğimizde karşımıza çıktı. Hiç bulunmamış bir yer keşfetmişe döndüm, arkadaşıma seslendim ‘bulduk, burada, bak!’. Onu boşuna yürüttüm çünkü burası tiyatroyu sadece kuşbakışı görebileceğimiz bir yerdi. Sonra yolu bulduk ve tiyatroya vardık. Orada hayali bir konuşma yaptıktan sonra izleyici oturaklarının olduğu yerde bir asa buldum. Adeta asaydı o küçük ağaç parçası. Geçmişi kendi manevi gücümle somutlandırabildiğim bir asıllık.  
Sonracığıma parmaklıklardan geri tırmanıp bu sefer eski limana yürüdük. Eski liman bir güzel. Geldiğim gibi kalma istencimi kontrol etmem gerektiği ortaya çıktı. Sanırım oraya yine gideceğim, belki birilerini de dünya ahiret şahit yapmaya yanımda götürüp. Oradan iki farklı araca bine bine Ayvacık’a geldik. Aracına bindiğimiz güzel abiler 1 saat sonra merkeze gideceklerini ve bizimde onlarla gelebileceğimizi söylediler. Biz de o süre fasılında rastlantısal olarak yemek yemek için 1980′lerde kurulmuş olan Gül Lokantası’nı bulduk. Öyle dolu, öyle çok diyeceği olan, antikalar-kurdu sıcacık bir lokantaydı ki, orada bulunmanın kendisi bana çok iyi geldi ve mutlaka Ayvacık’a yolu düşmüşlerin uğrak yeri olmalı diye düşledim. Merkez de bazı yerler buldum tek başıma. Bunu tek başına yapmak beni sevindirik yapıyor ama bir yandan da paylaşacak biri aramadan da edemiyorum. Selam post-bireysel genç! Aynalı Çarşı civarında içlerde Cumhuriyet Meydanı vardır. Taşlarını bilmem ama bu meydanın eskice bir meydan olduğunu ve uzun bir süre değiştirilmediğini anlamak zor değil. Böyle yerler bulabilmek beni çok sevindiriyor. Çanakkale merkezde geleneksel işlevini yitirmiş bir Ermeni Kilisesi olduğunu orada öğreniyorum. Dördüncü fotoğrafta en ortada bulunan soluk sarı bina kilisenin girişi oluyor. Oradayken tam olarak öğrenemedim ama ilginç kültürel işbirliklerine örnekler barındırdığı söylenebilir. Kilisenin kapısının önünde 18 Mart Üniversitesi amblemi görüyorsunuz. Kilise, üniversiteye bağlanmış ve içeri girdiğinizde sağ yanda mevlevilikle ilgili bazı eşyaların sergilendiği minik camlı bir vitrin var. Her cuma tasavvuf konseri ve sema organize ediliyor. Sanırım üniversite’nin birde kiliseyi kullanmak için mevlevi bir dernekle işbirliği de söz konusu. Arkadaşımın turist ilgisinden istifade bende bir bakayım dedim. O sıkıldığı için sonuna kadar durmadık. Ama Mevlana’nın kitabından kıssalar okuyup sohbet yapan bir adam ve onun etrafında oturmuş mevlevi kıyafetleriyle oğlanlar vardı. Sohbet dinlenesi idi ve kiliseye toplananlarda yaşlısından gencine kadını erkeğiyle karma bir gruptu. Semah ve sema gibi zatlarınca ibadet olarak yapılan ve seyir için yapılmayan pratiklerin bu şekilde farklı yordamlarla sergilenmesi üzerine başka bir tartışma ve yazı düzenlemeli belki. Buradaki durum Sultanahmet’te turistler için hazırlanmış açık cafelerin otantik addedilen ‘sema gösterileri’nden nispeten daha iyi, zira bir ilişkilenme ve saygı çerçevesi ve onun düşünsel ve duyumsal değerine dair çemberler çiziliyor ve insanlar müdahil oluyor. Gönül isterdi ki bu üniversite-mevleviler-kilise üçlemesinin derinliklerini daha bir araştırıp öğreneyim ama benim de vakit kısıtlı idi. Bir cuma giderseniz sizde dünya ahiret şahit olabilirsiniz elbet. 
Aynalı Çarşı olur da havra olmaz mı dememeli ya. Elbet Çarşı’yı Yahudi bir ailenin zanaatkarlarının yapıp inşa etmesi şehirde bir Yahudi cemaatinin varlığına delalet ediyor. İçeri girilebiliyor mu merak etmiyor değilim doğrusu. Ama bana çok izole ve dışardan tamamen arındırılmış, korunan, tekinsiz bir görünüm sezdirdi. Öyle ki olası nefret saldırılarına karşı giriş kapısının üzerine binanın nasıl ne şekilde korunduğuna dair çelik bir plak asılmış ve göz korkutmaya devam ediyor. Giriş kapısı bu korunaklı imajla bir hapishaneye benziyor doğrusu. Birde Fatih Camii var ki, Çanakkale’nin en eski camii’si şimdi restorasyonda. Maalesef etrafında çok dolaşma ve gözlem yapma fırsatım olmadı. Bir sonraki sefere diyelim. Unutmadan belirtmekte lazımdır ki Ermeni Kilisesinin yanında sessizce soluyan bir kütüphane var: M. Osman Korfman Kütüphanesi. Kütüphane uzun tavanı, merdivenleri ve geniş odalarıyla bana batı mimarisini çağrıştırıyordu. Böyle bir kütüphane bulacağım hiç aklıma gelmemişti. Birçok coğrafyanın tarih ve kültürüne dair kitapların -çoğunlukla almanca- bulunduğu bu loş kütüphane belki de hayal ettiğiniz o derin keşfedişlerinizi yaptığınız mekan olabilir. Yaşanmışlığımın seviyelerini zıplatan bu güzel birikim alanında bir süre dolaştıktan sonra tekrar yoluma düştüm kimse çelme takmadan. Bu birkaç ufak tefek pusula da yol göstersin nice yoldaşlara..
-------------
Bilmeden Zafer Meydanı’nın geçmişte Ermeni Mahallesi oluşu, Ermeni okulunun kütüphaneye dönüştürülüşününün izini sürmüşüm meğerse. Fotoğrafını paylaştığım Gregoryanlara ait Surp Kevork Kilisesi 1669′da inşa edilmiş. 1691′de Türkler tarafından yakılmış. 1718′de III. Ahmed’in fermanıyla yeniden inşa edilmiş. Ermeniler Çanakkale ve çevresine, Ermeni kilise��arşivlerinde bahis edildiğine göre, 16. yy’ın ilk yarısında 83 aile olarak İran’dan gelmişler. Gelibolu’ya ise Kemah, Amaduni, Agn (Günümüzde Erzincan)’dan gelen Ermeni aileler olmuş. Ne sebeplerden göç etmeye karar verdiklerini merak ettim doğrusu. Belki bir sonraki araştırmamda bu konuya eğilirim. Bu arada Gelibolu, İstanbul’un fethinden evvel, 1356′da Osmanlı egemenliğine girmiş.
Agos’un sayfasında okuduğum makalenin söylediğine göre, günümüzde Çanakkale’de Ermeni yaşamıyormuş. Lakin Zafer Meydanı adı konulan meydan viraneye dönmüş evleri, ticarethaneleri, Çanakkale Üniversitesi’ne tahsis edilen Surp Kevork Ermeni Kilisesi’ni, bitişiğinde rahip evini, kilisenin hemen sol yanındaki kütüphaneye dönüştürülen Ermeni okulunu görmek hala mümkün.
3 Mart 2018 eklemesidir
5 notes · View notes
selamyoldas · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Maraş Sancağı Ermenileri Kilikya (Adana ve Çevresi) ve Kapadokya Bölgelerinin birleşim noktasında bulunan, Orta ve Doğu Toroslar arasına sıkışmış olan Maraş Sancağı 18.405 km2 bir alanı kaplıyor ve 72.143 Ermeni’yi barındırıyordu. Bölgedeki Ermeniler 64 yerleşim merkezine dağılmış halde yaşıyorlardı ve toplam 51 kiliseye sahiptiler. 717 yılında başta bulunan Bizans imparatoru Leon, Maraş doğumlu bir Ermeniydi. 1070 yılında yine Ermeni asıllı Bizans generali Filaret’in bölgede bir prenslik kurması da Ermenilerin Toroslar ve çevresinde ne denli büyük bir nüfusa sahip olduklarının kanıtıydı. 19. yüzyılın başında Maraş, Ahurdağı eteklerinde üç tepeye yayılmış bir şehirdi. 1913-1914 yıllarında şehirde 22.500 Ermeni yaşıyordu ve bu sayı kentin toplam nüfusunun yarısını oluşturuyordu. Ermeniler kentin çevresindeki mahallelere yerleşmişlerdi ve Surp Astvadzadzin Katedrali’yle başepiskoposluk da dahil olmak üzere toplam 5 kiliseye sahiptiler. Surp Kevork, Karasun Mangants, Surp Stepanos ve Surp Garabed. Eski kentin kalıntıları yakınında ise Surp Sarkis Kilisesi bulunuyordu. 18. yüzyılda yıkılan Surp Hagop Manastırı 1914 yılında aktif bir hac yöresi olma özelliğini sürdürüyordu. Kentte ayrıca bir Katolik kilisesi ve Protestanlara ait 4 ibadethane bulunuyordu. Maraş’taki eğitim kurumları arasında en önemlileri Merkez Kolej, Malcıyan Lisesi ve 1891’de kurulan Cemaran’dı. Ermeniler tarafından yayınlanan “Cışmardutyun” ve “Goçnag” gazeteleri bu cemaatin kültürel yaşamında oldukça önemli bir yere sahipti. Maraşlı Ermenilerin başlıca geçim kaynakları tekstil ve özellikle de bugün kot kumaşının atası olan mavi keten kumaşların üretilmesiydi. Ayakkabı üretimi, demircilik ve bağcılık da oldukça gelişmişti. Maraş Kazası’nda çoğu yerleşim merkezinin batısında yer alan 22 Ermeni köyü bulunuyordu. Kentin 22 km dışında bulunan Fındıkcak’da 2.500 Ermeni ve bu topluluğa ait bir kiliseyle bir okul bulunuyordu. Daha doğudaki Kişifli’de yaşayan 560 Ermeni Surp Nışan Kilisesi’ni ayakta tutuyorlardı. Dereköy’de yaşayan yaklaşık 1000 Ermeni Surp Hagop Kilisesi çevresinde toplanmışlardı. Camustul köyündeyse 250 Ermeni yaşıyordu. Döngel, Maraş’ın kuzeybatısında dağlık bir bölgede kurulmuş olan ve 1500 Ermeni’nin yaşadığı bir kasabaydı. Pazarcık Kasabası Maraş Sancağı’nın güney bölümünü bütünüyle kaplayan Pazarcık Kazası’nın yönetim merkezi Pazarcık’ta 20. yüzyılın başında 1500 Ermeni yaşıyordu. Bu Ermeniler geçimlerini kurdukları büyük çiftliklerde pirinç yetiştirerek sağlıyorlardı. Göksun Kazası Yüzyıl başında Göksun Kazası’nda 18 köye dağılmış bir şekilde toplam 9.505 Ermeni yaşıyordu. Yönetim merkezi Göksun’da yaşayan 2.900 Ermeni’den 380’i Göksun’da 120’si Höyük’de, 650‘si Kireç’te, 150’si Gelpınar‘da, 600’ü Taşoluk’ta ve 400’ü de Seyirmendere’de yaşıyordu. Bu köyler kiliselerinin yanı sıra birer de okula sahipti. Biraz daha güneyde bulunan Keban’da (Gaban) halk geçimini tahıl ve meyve tarımıyla büyük ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliği ile sağlıyordu. Yetiştirilen küçükbaş hayvanların yünü de ünlü Keban halılarının dokunmasında kullanılıyordu. 1914 yılında Keban‘da 3000 Ermeni yaşıyordu. Şehir merkezinin yanı sıra çevre köylerden Değirmenbahçe ve Çukur’da da Ermeniler bulunuyordu. kazanın doğusunda yönetim merkezine üç saat uzaklıktaki Çukurhisar bütünüyle Hıristiyanlar’ın yaşadığı bir yerleşim merkeziydi. Kazadaki son önemli Ermeni topluluğu ise kazanın güneyindeki Fernuz şehri çevresinde toplanmıştı. 1913-1914 yıllarında bölgede çevredeki Telelemik ve Çağlayan köyleri de dahil olmak üzere toplam 3.060 Ermeni yaşıyordu. Fernuz’a bir saat uzaklıkta bulunan Surp Garabet Manastırı’nın tarihi Ortaçağ’a dayanıyordu. O dönemde manastır Kilikya’nın en önemli dini merkezlerinden biriydi. Zeytun Kazası Yüzyılımızın başında bölgede Zeytun (Ulniya), Yarpuz ve yörenin kırsal kesiminde 16 köye dağılmış halde toplam 22.456 Ermeni yaşıyordu. Bölge Ermenilerine ait pek çok kilise ve tarihleri Ortaçağ’a dayanan manastırlar bulunuyordu. Zeytun şehri dağlarla çevriliydi; doğudan batıya doğru Barzenga, Ayradz, Gangerod ve Solah dağlarıyla çevrili şehirde 1914 yılında 10.625 Ermeni yaşıyordu. Şehri çevreleyen tepelerden biri olan Şembek tepesiyse üzüm bağlarıyla kaplıydı. Zeytun şehri o dönemde dörde bölünmüştü ve dört farklı aile tarafından yönetiliyordu. 1- Surenyanlar şehrin en eski ailelerinden biriydi ve kendi isimlerini taşıyan kaleyle yakınındaki semtin sahibiydiler. 2- Yenidünya ailesi Veri Tagh’ın (Yukarı Mahalle) büyük bir bölümünü ellerinde bulunduruyorlardı. 3- Bozbayır mahallesini elinde bulunduran ?ovroyanlar’ın bir Ortaçağ Ermeni şehri olan Pertu’dan göç ettikleri söyleniyordu. 4- Son olarak Gorgalar mahallesini ellerinde bulunduran Yağubyan ailesi vardı. Zeytun şehri, bu ailelerin birer temsilcisinin bulunduğu ve başkanlığını bölge episkoposunun yaptığı bir konsey tarafından idare ediliyordu. Bu konsey aynı zamanda şehrin en yetkili yargı merciiydi. ?ehirde, Surp Hagop, Surp Sarkis gibi 18’e yakın kilise bulunuyordu. Ayrıca Surp Hagop Kilisesi’nde önemli el yazmaları korunuyordu. Bölgedeki en önemli dini merkez ise Surp Astvadzadzin Manastırı’ydı. Zeytun’dan yürüyerek bir, bir buçuk saat uzaklıktaki Avakenk ve Kalustenk köylerinin yakınında diğer bir önemli ibadet yeri olan Surp Pırgiç Manastırı bulunuyordu. Bölge halkı geçimini zeytincilik, meyve ve tahıl yetiştiriciliğiyle sağlıyordu. Bunların yanı sıra tüm bölgeyi dolaşan kervanlar da önemli bir gelir sayılıyordu. Zeytun’da yaşayan 10.000 Ermeni’nin yanı sıra kırsal kesimde de 12.000 Ermeni yaşıyordu. Bu yerleşim yerlerinin en önemlileri Hacıdere (371 kişi), Avakhal veya Mekhal (2800 kişi), Alabaş (Arek, 3200 kişi) ve son olarak kazanın kuzey ucundaki Yarpuz (1100 kişi) idi. Elbistan Kazası Yüzyılımızın başında Elbistan Kazası’nda 5.838 Ermeni yaşıyordu. Bu nüfusunun büyük bölümü (4.000 kişi) antik adı Arabisus olan kazasının yönetim merkezi Elbistan’da yaşıyordu. Maraş’ın 69. km. kuzeyinde, Toroslar arasına sıkışmış bir platoda kurulmuş olan şehir deniz seviyesinden 1100 m. yüksekteydi. Hacıhamza mahallesinde yaşayan Ermeni cemaati üç ibadethaneye sahipti; Birincisi Apostolik Ermenilere, ikincisi Katoliklere, diğeri de şehirde yaşayan 500 Protestan Ermeni’ye aitti. Şehir Ortaçağ’a ait kalıntılarla çevriliydi. Elbistan’dan 1.5 km. uzaklıkta Gâvurköy adlı bir Ermeni köyü bulunuyordu. Kuzeyde Artaki (Erdek) köyündeki Ermeni cemaatinin iki okulu ve bir kilisesi vardı. Aydıncık’ta Surp Harutyun Kilisesi etrafında yerleşmiş, iki ilkokulu, 1470 nüfusu olan Ermeni cemaati yaşıyordu. Manyas ve Ermeniköy’de toplam 2000 nüfusu olan cemaat, kiliseleri ve okulları etrafında yerleşmişti. 17/03/2010
Fotoğraf : Maraş Surp (Aziz) Hagop Manastırında dini geçiş. 1915 öncesi. http://www.binboga.org/maras-sancagi-ermenileri/
2 notes · View notes
gozel · 3 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Sivas Ermenileri: Bin Varmış, Bir Yokmuş                              Bir zamanlar 100 bine yakın Ermeni'nin yaşadığı Sivas'ta bugün 20 aile var. Okullarını artık açamıyorlar, bir iki kilise dışında ibadet edecek mekânları yok. Görkemli Surp Asdvadzadzin'in de yıktırılınca, ellerinde ne bir okul ne de kilise kaliyor.                                                                              Osman Köker                                                              Sivas - BİA Haber Merkezi                                        04 Temmuz 2009, Cumartesi 00:00                              
https://m.bianet.org/biamag/azinliklar/115648-sivas-ermenileri-bin-varmis-bir-yokmus
Sivas'ı Madımak katliamıyla hatırlıyor bugünkü kuşaklar, Aleviler ve Sünniler arasındaki gerilimle... Oysa Sivas'ın tarihi bir zamanlar bu toprakların çok daha zengin bir insan kaynağına ev sahipliği yaptığına tanıklık ediyor. Yalnızca yüz yıl önce, Birinci Dünya Savaşı patlak vermeden, bugünkü Sivas iliyle hemen hemen aynı yerleşim yerlerini kapsayan Sivas Sancağı, Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerden biriydi.
Sivas Sancağı
1903 Vilayet salnamesine göre Karahisar-ı Şarki sancağı içinde bulunan ve bugün Sivas vilayetinin sınırları içinde bulunan Suşehri ve Koyulhisar kazalarının nüfusları da hesaba katılırsa, bugünkü Sivas Vilayeti sınırları içinde kalan topraklarda 393 bin 882 kişi yaşamaktaydı. Bugün (2008 nüfus sayımı sonuçlarına göre) bu alanda 631 bin 112 kişi yaşıyor. Suşehri ve Koyulhisar kazalarının toplam nüfusu olan 53,298 kişi genel toplam nüfustan çıkarılırsa, Sivas Sancağı'nda o tarihte yaşayan nüfus 340 bin 584 kişi kadardı. 1903'te 393 bin 882 olan Sivas'ın toplam nüfusunun yüzde 78'ini (306 bin 331) Müslüman, yüzde 22'sini (87,551) gayri Müslim nüfus oluşturuyordu. Gayri Müslim nüfus daha ziyade, Sivas merkez, Suşehri, Tenos (Şarkışla), Hafik, Koçgiri (Zara), Divriği ve gürün kazalarında yoğunluk kazanıyordu. Yıldızeli ve Koyulhisar'da gayri Müslim nüfus yok denecek kadar azdı. Gayri Müslim nüfusun yüzde 90'ını (77 bin 960) Ermeni, yüzde 7'sini Rum (6 bin 46) ve yüzde 3'ünü diğer milletler teşkil etmekteydi.
Ermeni kayıtları
Ermeni patriklerinden Mağakya Ormanyan 1912'de yayınladığı "Ermeni Kilisesi" adlı kitabında ise sancaktaki Ermeni nüfusunu kilise kayıtlarına dayanarak 97 bini Gregoryen, 5 bin 500'ü Katolik, 2 bini Protestan olmak üzere 104 bin 500 olarak verir. 1914 Osmanlı nüfus sayımında ise bu sancakta yaşayan Ermenilerin sayısı, 78 bin 605'i Gregoryen, 2 bin 395'i Katolik, 1 bin 915'i Protestan olmak üzere 82 bin 915 olarak geçer. Farklı kaynaklar, bu yıllarda Sivas kent merkezinin 45 bine yakın olan nüfusunun üçte birinden fazlasını Ermenilerin oluşturduğundan bahseder.
Aslında eski adı Sebastia olan bu şehrin, Roma İmparatorluğu'nun Armenia Minor adlı eyaletinin merkezi olduğunu ve 11. yüzyılda doğudan büyük bir Ermeni göçü aldığını dikkate alırsak bu nüfus verilerinin hiç de şaşırtıcı olmaması gerekir.
Hıristiyanlık mirası
Gregoryen Ermenilerin şehirde Surp Asdvadzadzin, Surp Sarkis, Surp Pırgiç, Surp Minas, Surp Hagop, Surp Kevork adlı altı kiliseleri vardı. Bunlardan, ana kilise olan Surp Asdvadzadzin Kilisesi'nin içinde iki de şapel bulunuyordu. Şehirde ilk Hıristiyan şehit ve piskoposlarından olan Sivaslı Surp Vlas adına da bir şapel vardı. Sivaslı Müslümanlar tarafından da "evliya" olarak kabul edilen Surp Vlas'ın Medrese mahallesindeki mezarı hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar tarafından ziyaret edilirdi. Katolik Ermenilerin Surp Vlas adlı bir kiliselerinin bulunduğu şehirde Protestanların da iki kilisesi vardı.
Ticaret ve zanaatlar
Geçiş yolları üzerinde bulunan şehrin ticari hayatında eskiden beri Ermeni tüccarlar önemli yerlere sahipti. Kuyumculuk, bıçakçılık, bakırcılık, çeşitli ahşap işleri gibi zanaatlar çoğunlukla Ermeniler tarafından icra edilirdi. Sivas'ın en büyük iş hanı olan Aramyan hanının kira geliri, Ermenilerin şehirdeki en yüksek okulları olan Tarkmançats Mektebi'nin masraflarını karşılamak için kullanılırdı. Diğer Ermeni okullarının da kendi giderlerini karşılamak için kiraya verdikleri mülkleri vardı.
Okullar
Ermeni okulları, erkek öğrencilerin okuduğu Tarkmançats, Aramyan, Nersesyan, Pırgiçyan, Vartanyan; kız öğrencilerin okuduğu Hıripsimyan ve Bezikyan; kız ve erkek öğrencilerin birlikte okuduğu Lusinyan, Sahagyan, Torkomyan, Rupinyan,
Mıkhitaryan Mektepleriyle Aramyan anaokuluydu. Katolik Ermenilerin çocuklarının çoğu Cizvitlerin okullarına devam ederlerdi. Protestanlar tarafından yönetilen sekiz okulun ve Norhadyan adlı özel bir okulun bulunduğu Sivas'ta Ermenilerin kendi yetimhanelerinin dışında, İsviçreli misyonerlerin kurduğu bir yetimhane daha vardı. Şehirde bir de Ermeni hastanesi bulunuyordu.
Kültür
Kültür alanında faaliyet gösteren çeşitli dernekleri, tiyatro grupları ve kumpanyaları olan Sivaslı Ermeniler gazete ve dergi de çıkarıyorlardı. 1905-1907 yıllarında yayınlanan "Ged", 1909-1911 yıllarında önce haftalık, daha sonra iki haftada bir yayınlanan "Antranig", 1910-1914 yıllarında yayınlanan haftalık gazete "Hoğtar"; 1910-1913 yıllarında yayınlanan aylık dergi "Nışdrag", 1913 yılında yayınlanan "Ağavni", 1913 yılında yayınlanan "Gapira", 20. yüzyıl başında Sivas'ta çıkan Ermenice süreli yayınlardı. Sivas valiliğinin resmi yayını olan "Sivas" gazetesi de bir dönem Türkçe-Ermenice olarak yayınlanmıştı. Gazetenin editörü, vilayet matbaasının da başında bulunan Antranik Vartanyan'dı.
Din
Şehrin birkaç km kuzeyindeki Surp Nişan Manastırı yakın vilayetlerden sürekli olarak ziyaretçilerin geldiği önemli bir hac merkeziydi. İçinde Surp Nişan, Surp Garabed ve Surp Asdvadzadzin adlı üç kilisenin bulunduğu manastırda çok sayıda kıymetli yazma kitabın muhafaza edildiği bir de kütüphane vardı.
Surp Asdvadzadzin Kilisesi ile Aramyan ve Tavityan Mekteplerinin yer aldığı, şehrin birkaç km dışındaki Tavra köyünde 1.500 kadar Ermeni yaşıyordu. Köyün yukarısında Surp Hagop ve Surp Anabad adlı iki de manastır vardı.
Sivas çevresinde Hıntragadar Surp Asdvadzadzin ve Surp Hıreşdagabed adlı iki manastır daha yer alıyordu. Çok geniş bir araziye sahip olan Surp Hıreşdagabed Manastırı'nın içinde Surp Garabed, Surp Asdvadzadzin ve Surp Hıreşdagabed adlı üç de kilise bulunuyordu.
Surp Sarkis Kilisesi'nin bulunduğu Pırknik (bg. Çayboyu); Surp Nigoğayos ve Surp Yerrortutyun Kiliseleri ile Pakradunyan Mektebi'nin bulunduğu İşhan (bg. İşhanı), Surp Sarkis Kilisesi ile iki okulun bulunduğu Şinkörek (bg. Esenyurt), Surp Hagop ve Surp Sarkis Kiliseleri ile bir okulun bulunduğu Kaldi, Surp Sarkis Kilisesi ile iki okulun bulunduğu Akkaya, Sivas şehrinin hemen yakınında, Ermenilerin yerleşik olduğu köylerin başlıcalarıydı. Bunlardan en büyüğü, bir kısmı Katolik olmak üzere 2.000'i aşkın nüfusu olan Pırknik'ti.
Yok edilen toplum
Burada görev yapan misyonerlerin zamanında tuttukları günlük ve raporlarının yanı sıra Talat Paşa'nın "kara kaplı defteri" gibi çeşitli Osmanlı kaynakları, bu nüfusun tamamına yakının 1915'te sürüldüğünü, özellikle misyonerlerin raporları ise bu sürgünün katliamlarla birlikte yürüdüğünü gösteriyor. Din değiştirerek ya da değiştirmiş gibi yaparak burada kalanlar, 1918'den sonra şehre geri dönenler ve civardaki kaza ve köylerden toplananlar sayesinde Cumhuriyet döneminde belli bir Ermeni nüfusu şehirde varlığını sürdürüyorsa da bunların ne ekonomik ne de sosyal ve kültürel yönden eski varlığını sürdürdüğünden bahsetmemiz mümkün değil. Okullarını artık açamıyorlar, bir iki kilise dışında dini varlıklarını devam ettirecekleri mekânları kalmıyor. Vilayet binasının hemen çaprazında şehrin en önemli yerindeki en görkemli bina olan ana kiliseleri Surp Asdvadzadzin'in sadece bir bölümünü kullanmalarına izin veriliyor. 1952 yılında bu kilisenin hükümet eliyle dinamitler de kullanılarak yıkılması şehirdeki Ermenilere en büyük darbe oluyor. Bu olayla "artık size burada yer yok" mesajını alan Ermenilerin şehri terk etmesi hızlanıyor.
Bize kalan...
Bugün Sivas"ta Ermenilerden geriye ne kaldı diye baktığımızda, (din değiştirerek burada yaşamaya devam eden kişileri saymazsak) 20 kadar aileden bahsedebiliriz. Görüştüğümüz Ermeniler her ne kadar konu komşuyla ilişkilerinin çok iyi olduğunu söylese de, cemaatın patrikhane nezdinde temsilcisi olarak görülmekten öte politik bir iddiası, faaliyeti olmayan Minas Usta (Durmaz) hakkında da bir öldürme planının son Ergenekon operasyonlarında ortaya çıkarıldığını dikkate alırsak bu ailelerin nasıl bir ortamda bulunduklarını düşünebiliriz.
Mimari varlık olarak neler kaldığına baktığımızda, şehrin göbeğinde (artık mülkiyeti Ermenilerde olmayan) Taşhan'dan, Bezirci mahallesinde biri yeni sahipleri tarafından restore edilerek lokanto olarak işletilen, diğerleri terk edilmiş ve yarı yıkık durumdaki 10-15 eski Ermeni evinden, askeri garnizonun içinde kalmış olan Surp Nişan Manastırı'nın bir kilisesinden ve yine askeri bölgedeki Surp Anabad Manastırı'nın kilisesinden, eski Pirkinik köyündeki bir iki ev, iki değirmen taşı, alınlığında Ermeni harfleriyle "Sahak" yazılı olan bir kapıdan başka bir şeyden bahsetmek mümkün değil. Yani her şey "Bir varmış, bir yokmuş" misali...
0 notes
dlgrdlgr · 7 years ago
Photo
Tumblr media
Merhaba arkadaşlar şimdi size şöyle Mardin’de nereleri gezmelisiniz ya da gelen arkadaşlarınız olduğunda onları gezdirmek için nelere götürmeli gezdirilmeli diye bir liste oluşturdum,tabii bu benim seçtiklerim daha bir sürü yer var ama bunlar mutlaka görülmesi gereken yerler diye düşünüyorum 😊Bu listeyi de bir yerde bulamazsınız onu da söyleyeyim tamamı bana aittir vs. 😊😊📷📸🌍Unuttuğum şunu da mutlaka görsünler dediğiniz yerler varsa yazabilirsiniz 😊
MARDİN
1)Mardin Müzesi (1895 yılında Meryemana Kilisesine bağlı Süryani Katolik Patrikhanesi olarak inşa edilmiş,1995’te müzeye dönüştürülmüştür.) 2)Mardin Kalesi (975-976 yıllarında Hamdaniler tarafından inşa edilmiş, yüksekliği de denizden 1200 m’dir.) 3)Mardin Ulu Camii (Mardin’in en eski camiisi 11.yy Selçuklular tarafından yapıldığı Artuklular dön. Bugünkü şeklini aldığı düşünülmektedir. ) 4)Latifiye Camiisi (1371 Artuklular dön.) 5)Şehidiye Camiisi 6)Zinciriye Medresesi (1385 yılında Artuklular dön. Necmeddin İsa tarafından yapılmış.Üst kısma çıkmak yasak tabi orada bir tanıdığınız yoksa, eğer çıkartmıyorlarsa medresenin arkasından dolanıp yukarı çıkın kalenin dibinde muhteşem bir manzarayla karşı karşıya kalacaksınız) 7)Hatuniye Medresesi 8)Kasımiye Medresesi( Akkoyunlular tarafından) 9)Kırklar(Mor Behnem)Kilisesi 10)Meryemana Kilisesi (Müzenin hemen yanındaki) 11)Mort Şmuni Kilisesi 12)Mor Efrem Manastırı(Süryani Katolik) 13)Surp Hovsep(Mor Yusuf) Kilisesi 14)Surp Kevork Kilisesi(Kırmızı Kilise) 15)Kayseriyye Çarşısı 16)Revaklı Çarşısı(Tellallar ya da Sipahiler Çarşısı) 17)Bakırcılar Çarşısı 18)Askeri Kışla 19)Eski PTT Binası 20)Kız Meslek Lisesi Binası 21)Surur Hanı (Şu anda restoran olarak kullanılıyor) 22)Emir Hamamı 23)Mardin sokakları ( Kaybolarak keşfedersin) 24)Sanat Sokağı 25)Abbaralar 26)Tarihi Marangozcular Kıraathanesi 27)Büyük Mardin Otel’inden muhakkak Mardin manzarasını hem gündüz hem gece izlemelisiniz küçük bir ricayla balkonuna alıyorlar. 28)Firdevs Köşkü 29)Deyrülzafaran Manastırı( Mardin merkeze 3 km uzaklıkta) 30)Dara Antik Kenti (Mardin’e 30 km uzaklıktadır. Kent içinde; kilise,saray,çarşı,zindan,su sarnıcı,sur kalıntıları,mağara evler bulunmaktadır.) MİDYAT 31)Mor Hobil(Mor Abrohom) Manastırı 32)Protestan Kilisesi(Konuk evinin damından gördüğünüz ve poz verdiğiniz meşhur kilise) 33)Mor Aksanoya Kilisesi 34)Mor Barsavmo Kilisesi 35)Cevat Paşa Camii 36)Midyat Konukevi 37)Gelüşke Hanı 38)Gümüşçüler Çarşısı 39)Estel Köşk Meydanı 40)Kent Müzesi 41)Kültürevi 42)Deyrülumur(Mor Gabriel)Manastırı (Midyat merkeze 20 km) 43)İzozoel Kilisesi (Altıntaş-Keferze Köyü-) 44)Mor Stefanos Kilisesi(Güngören-Keferbe Köyü-) 45)Meryemana Kilisesi(Anıtlı Köyü) 46)Mor Yakup Kilisesi (Barıştepe-Salhe Köyü-) 47)Mor Loozor Manastırı (Mercimekli-Haspınase Köyü) 48)Hah Harabeleri (Anıtlı) 49)Zaz(İzbırak)Köyü NUSAYBİN 50)Gırnavaz Höyüğü (Nusaybin merkeze 4 km uzaklıkta) 51)Marin Antik Kent ve Kalesi(Merkeze 15 km,yüksek bir kayalık üzerine inşa edilmiş.) 52)Anzavur Kalesi( Merkeze 14 km,bir tepe üzerine kurulmuş.) 53)Mor Yakup Manastırı 54)Mor Evgin Manastırı(Güneydoğu’nun Sümelası) 55)Kaçakçılar Çarşısı 56)Zeynelabidin Camii ve Türbesi 57)Beyazsu ve Karasu 58)Alman Köprüsü 59)Dere Çömere Manastırı 60)Tılmınar Höyüğü 61)Girmeli Höyüğü KIZILTEPE 62)Xurs Vadisi ve Şelaleri SAVUR 63)Kıllit(Dereiçi)Köyü (Eski bir Süryani yerleşim yeridir ve üç kilisesi vardır.Turabdin Cenneti olarak adlandırılıyor.) DERİK 64)Derinsu Mağarası ve Göleti
140 notes · View notes
marykasimoglu · 5 years ago
Photo
Tumblr media
🎶🎶 . . . #Սահակեան #Sahakyan #SahakyanKorosu #SahakyanÇocukKorosu #SahakyanChoir (Surp Kevork Kilisesi) https://www.instagram.com/p/B7S4mFDhkoVKJFVcjCilpmyfWC7ILU4tTBuEZc0/?igshid=f03ztdorhivj
0 notes
uzunhikaye · 5 years ago
Photo
Tumblr media
surp kevork armenian apostolic church (at Surp Kevork Kilisesi) https://www.instagram.com/p/B4xNHABFgEi/?igshid=qpog4wie6j6s
0 notes
sivashaberlercom-blog · 5 years ago
Text
Surp Kevork Ermeni Kilisesi restore edilecek
Tumblr media
Tugay içerisindeki Ermeni kilisesi restore edilecek
Read the full article
0 notes
canakkalelife · 6 years ago
Photo
Tumblr media
#sizdengelenler @e.ecm "Surp Kevork Ermeni Kilisesi, İran’dan Çanakkale’ye 83 Ermeni ailesinin gelmesinin ardından 1669’da bugünkü ismiyle Fevzipaşa Mahallesi’nde inşa edildi. 1691 yılında yıkılan Kilise, Sultan Abdülaziz’in emriyle 1873 yılında yeniden yaptırıldı." 🌹 🌹#instagood#objektifimden#instaturkey#ig_today#benimkadrajim#anıyakala#gününkaresi#like4like#travelphotography#turkinstagram#photo_turkey#phototurkey#naturelovers#instalike#çanakkale#çomü#mycapture#nature#kadrajimdan#allshotsturkey#instagramturkey#instagram#photography#photographylovers#photooftheday#instagramers#ig_turkey #çanakkalelife (Eski Ermeni Kilisesi) https://www.instagram.com/canakkalelife/p/BxVaXyVHVfk/?igshid=gpng99p35nr7
0 notes
bantuhd · 7 years ago
Text
Hüseynig (yeni ismi Ulukent Elâzığ'ın bir mahallesidir) : Gecikilen özsavunma ve uğranan kıyım
Hüseynig (yeni ismi Ulukent Elâzığ'ın bir mahallesidir) : Gecikilen özsavunma ve uğranan kıyım
Bu kasaba büyüklüğünde olan Hüseynig köyü Xarpert ve Mezre merkezlerine yakınlığıyla da önemlidir.Partilerin örgütlülüğü vardır, fakat sürgün öncesi aylar kararsızlık içinde geçirilir.Seferberlik sırasında yaşı 27'den yukarı olanların askerlikten muaf tutulması için harcanan çabalar sonuç vermez.Sonuçta 18-45 yaş arası yüzlerce kişi Devedamı'ndaki askeri merkeze teslim olur,yanlız 44 Osmanlı altını bedel ödeyebilen az sayıda kişi muaf kalır.Bölgeden toplanan askerler için köyün kilisesi , joğvaranı (Protestan ibadethanesi) ve okulu kışlaya çevrilir.Kış aylarında şiddetli bir tifüs salgını yaşanır.23 Mart 1915'te askerler Erzurum cephesine gönderilince boşalan ibadethaneler ve okul köyün kadınları tarafından temizlenir.Paskalya yortusu kutlanır ve kilisede ayin yapılır.Nisanın son haftası Van direnişiyle ilgili fısıltılar dolaşır.Köydeki parti temsilcileri ile muhtarlık ve ihtiyar heyeti bir araya gelerek durumu görüşür. Bundan önce mart ayı sonlarında hükümet tarafından muhtarlığa emirname gelmiştir.Halen asker kaçağı olarak görülenlerin teslim olmaları ve halkın elinde bulunan her türlü silahın teslim edilmesi istenir.Bunun üzerine köyün ihtiyar heyeti, muhtarlık meclisi, kütüphane yönetimi, Taşnak, Hınçak, Ramgavar parti temsilcileri , Apostolik, Protestan ve Katolik cemaat öncüleri ile başka birçok ileri gelen şahsiyet kendi aralarında bir karara varmak üzere kız okulunda toplantı yapar.100-120 kişinin katıldığı toplantıyı yöneten Sarkis Mazmanyan hükümetin emirnamesini okur ve görüşler almaya çalışır. Fakat bu kadar kalabalık bir toplantıda kimse hükümet aleyhine görüş bildirmeye cesaret edemez.İkircikli birkaç konuşmadan sonra konuyu cemaatlerden ve partilerden üçer temsilcinin görüşmesi yönünde karar verilir.Bu dar birleşimle yapılan toplantıdan da bir karar çıkartılmaz .Nisan ayı böylece boşa geçirilmiş olur. Ancak Van direnişinin haberleri ulaşmaya başlayınca üç partinin temsilcileri ve az sayıda başka ileri gelenler tekrar gizli toplantı yaparak tavır belirlemeye çalışır.Belirtilerin kötüye işaret olduğuna kanaat getiriler ve özsavunmayı gerekli görürler. Bunun örgütlenmesi için Kevork Kalaycıyan,Garabed Taşçıyan,Boğos Boyacıyan,Avedis Kürkçiyan,Sur Sursuryan ve Sarkis Mazmanyan'dan oluşan bir komite kurulur.Gençlerin çoğu askere alınmış olduğu için komite özenli bir hazırlık görmeye çalışır.Kadınlar ve çocukların hangi evlere toplanacakları, hangi sokaklara erzak depolanacağı , su ihtiyacı için nerelerde kuyu açılacağı,sonra nerede silahlı mevzilenme yapılacağı tesbit edilir.Özsavunmanın komuta merkezi için kilisenin güney duvarına bitişik ev seçilir. Bir haftalık hazırlıkla 4 Mayıs günü direnişe geçme kararı alınır. Fakat o güne kalmadan ,1 Mayıs günü Türkler hem şehirde hem köylerde eşzamanlı operasyonlar başlatıp büyük tutuklamalara girişir.Atlı jandarma ve zaptiyeler Hüsenig'e girdiğinde hazırlıkları eksik olan öncüler seri bir tavır geliştirmez.İhtiyar heyetinden insanlar kapı kapı dolaşıp silah verilmesini telkin eder.20-30 kadar değersiz tüfek ve tabanca teslim edilir.Polis şefi kudurmuş halde 500-600 mavzer ve altılık tabancalar ister, yoksa Ermeni mahallesini yerle bir edeceğini söyler.Halk silahlarını vermek istemez.Köyün aydın ve öncü Ermenileri hızla tutuklanır.Tutuklananlar öncelikle köy karakolunda işkence görür.Köyün Müzik öğretmeni Asadur Darakçıyan işkencelere dayanamayıp canına kıymak ister, bir teneke parçasıyla boynunu keser ve hastaneye kaldırılır . Alman misyoner Dr.Ehmann o sıralar Hüseynig'e gelir ve Ermeniler için bir tehlike bulunmadığına dair sözler ederek halkın elindeki silahları teslim etmesini ister.Hüseynigliler ona inanır ve yine bir miktar silah verirler.Direnişten yana olan bazı gençler saklı silahları ordan oraya taşıyıp korumaya çalışır, fakar artık bir şey örgütleyemezler .Haziranın ilk günlerinde köy kuşatmaya alınır, kimsenin çıkmasına izin verilmez Köyün tutuklularını gece vakti elleri bağlı Mezre'nin merkezi hapishanesine sevk ederler.Yolda dipçik ve sopalarla onları öyle döverler ki , bazılarının kemikleri kırılır.Bu eziyetlere Hüseynig'in Türk gençleri de katkı yapmıştır Hapishanede ve Kırmızı Konak'ta işkenceler devam eder.Ayaklarına nal çakılan Hınçaklı Garabed Taşçıyan bir hamalın sırtında köye getirilir., karısı onu kurtarma umuduyla evlerinde saklı silahı teslim eder, fakat geri götürüldüğü Mezre'de hastaneye yatırılan Garabed üç dört gün sonra ölür.Cenazesini kaldıran Hüseynig halkı , onu yıllar önce katledilen yoldaşları Habet ve Hagop'un yanına gömer.
Mayıs ve Haziran ayları ev baskınları tutuklamalarla geçmiş, köydeki erkek nüfusu önemli ölçüde boşalmıştır.Temmuz ayı tehcir ilanı Hüseynig'e de ulaşır.O zamana kadar Erzurum taraflarından gelen sürgünlerin yürek paralayıcı hallerine tanık olurlar.Kervanların neredeyse yanlız kadınlardan oluşması endişeleri arttırır.Kendi erkekleri de çoğunlukla tutuklanmış ve akıbetleri meçhuldür.Sürgün için hazırlanmarı emredilirken 'Urfa'ya gideceksiniz' denir.
Erkeklerin önden gönderildikleri ve sonunda onlarla buluşacakları söylenir. 13 Temmuz günü Hüseynigli Ermenilerin 3.000 kişilik sürgün kafilesi Diyarbakır istikametinde yola çıkarılır.Üçüncü günü ulaştıkları Arğana (Ergani) yakınlarında kafileden ayrılan erkekler bir dere içinde katledilirler.Kafileye öncülük eden komutan Hüseynigli Faik Bey'dir.Köyün Türk gençlerinden kafileye eşlik edenler öldürdükleri erkeklerin cesetlerini soyarlar.Kadın ve çocuk ağırlıklı kafile Diyarbakır,Mardin, Resulayn üzerinden kırıla döküle Der Zor çölüne sürülür.Ağustos ayında ise köyün Ermenilerinden geriye kalan 1.000 kişi ikinci kafile olarak Malatya istikametine doğru yola çıkarılır.Yine erkekler yol üzerinde ayrılır ve önden katledilirler . Mezre hapishanesinde tutuklu olan Hüseyniglilerden Melkon Taşçıyan ve Aram Nacaryan 14 Temmuz günü 40 kişilik bir grup içinde Keğvank yoluyla Deveboynu'na göderiler ve zaptiyeler eliyle boğazlanırlar.Kırmızı Konak'tan Çınkuş (Çüngüş) yakınlarına götürülen birbirine bağlı onar kişilik grupları buğday tarlaları içinde yatırır ve uykuda iken ateşe verip yakarlar, kaçmaya çalışanlar ise silahla öldürülür.Bu kurbanlar arasında 10-12 Hüseynigli vardır.21 Temmuz gecesi tekrar Mezre'deki merkezi hapishaneden çıkarılanlar bu defa Zarfanik isimli dere içinde katledilir.Bunlar arasında Hüseynigli öncülerden Sarkis Mazmanyan,Kapriel Nahikyan,Simon Nahikyan,Boğos Boyacıyan, Mahdesi Hovhannes Terziyan, Yeğiya Bağdikyan, Bedros Rısdikyan, Mikael Rısdikyan,Aharon Efendi Sırabyan, Yeğiya Melidonyan,Pilibbos Deroyan,Bağdasar Kürkçiyan yer almıştır.Bu sonuncu kaçmayı başarır ve Xanküğ yakınlarında tanıdığı bir Türk'ün evine sığınır, fakat o da orada dost bildiği Türk tarafından öldürülür.Son olarak Mezre hapishanesini ateşe verip kendilerini yakan Ermeni tutuklular arasında da Nışan Nahikyan,Garabed Demirciyan (Inger Garo) , Aram Sırabyan,Asadur Darakçıyan,Yervart Taşçıyan,Dikran asdigyan,Badveli Samuel Manugyan,Harutyun Boyacıyan,Haci Hagop Nacaryan ve Hüseynigli öncüler bulunmuştur. Türler için vazgeçilmez olan meslekleri (fırıncılık ve benzeri) sayesinde Hüseynig'de yanlızca birkaç aile tutulur.Bazıları da Müslümanlaştırılan kızlarının hatırına bırakılır.Fakat onlar da (el konan kızlar hariç) sürülürler.Hüseynig'den çıkartılan son küçük kafile bunlardır.İlerde başka köylerin kalıntıları da onlara eklenerek Dzovk (Gölcük) iktikametine götürülür ve dereler içinde katledilirler. Sürgünların tamamlandığı ekim ayında Türkler Hüseynig'deki görkemli Surp Varvar Kilisesi'ni davul zurna eşliğinde yıkmaya girişir.Son 60 yıldır kümbetin üstünde duran demir bir haçı söküp aşağı atarlar.Kazmalarla kümbeti yıkmak ister, fakat bir taş bile oynatamazlar.Hasan Bey isimli biri bir başka yol önerir.Yapıyı ayakta tutan kalın taşın sütünları delip içlerine barut doldurur ve patlatarak yıkarlar.Aynı zamanda köyün Ermeni mezarlığı da sökmeye başlar ve o taşlarla Arslan Ağpür (Çeşme) yanında büyük bir askeri bina yaparlar.
Yukarı Fırat Ermenileri ve Dersim Hovsep Hayreni Arevmedyan Hayastan
0 notes
marykasimoglu · 5 years ago
Photo
Tumblr media
10 Ocak 2020 Cuma Saat: 20.30da Surp Kevork Ermeni Kilisesinde Hep birlikte şarkı söylemeye var mısınız? Giriş ücretsizdir 🎶 hepinizi bekleriz... . . . #Կոմիտաս #Թումանեան #150ամյակ #Սահակեան #ԿեցցէՍահակեան #Gomidas #Tumanyan #Sahakyan #SahakyanÇocukKorosu (Surp Kevork Kilisesi) https://www.instagram.com/p/B7AkgGDhdNmLS6_Aq-9r1R3HyO6RdNv6gPRBkU0/?igshid=jprimu6nvl9m
0 notes
marykasimoglu · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Լէա Լուսին 💜 . . . #Baptism (Surp Kevork Kilisesi) https://www.instagram.com/p/B3kQLvchmH1-p_IeBFDnryXYvDpEQ0VSVrSYSw0/?igshid=5vvt1y5fhtlg
0 notes
marykasimoglu · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Can parçalarım... 💜 Hızlı bir başlangıç yaptık 🥳 (Surp Kevork Kilisesi) https://www.instagram.com/p/B3hekIEBOdGq9f66ZZh-8CEMTu_riHalP485MA0/?igshid=9panobwtwj9w
0 notes
gozel · 7 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media
Mezarlığımızı aldınız, parkımızı alamayacaksınız!
You seized our graveyard but you won’t be able to take away our park!
PANGALTI SURP HAGOP ERMENİ MEZARLIĞI VE EL KONMA SÜRECİ
--
Pangaltı Surp Hagop Ermeni Mezarlığı’nın 1930 yılındaki görünümü. Mezarlık arazisinin üzerinde, günümüzde Hyatt Regency, Divan ve Hilton otelleri ile TRT İstanbul Radyosu binası bulunuyor
İstanbulErmeniVakiflari.org
Pera semtine Ermenilerin yerleşmesi 16. yüzyılda başlamıştır. Galata Ermenileri, cenazelerini, semtte bulunan Surp Sarkis ve Surp Krikor Lusavoriç kiliselerinin çevresinde ya da sur içerisindeki açık arazide defnetmişlerdir. İstanbul’da 1560’ta çıkan büyük veba salgınının yayılmaması için şehir sınırları içinde defin yapılması yasaklanır; Ermenilere de, ölülerini defnetmeleri için, bugünkü Surp Agop Ermeni Katolik Hastanesi’nin karşısında bulunan arazi tahsis edilir.1
Bu arazi, Kanuni Sultan Süleyman’ın aşçısı Vanlı Manuk Karaseferyan sayesinde Ermeni toplumunun mülkü haline gelmiştir. Anlatıya göre, Sultan Süleyman’ın Buda’yı işgal etmesi üzerine Almanlar onu zehirlemeyi planlar ve bu işi Manuk’tan isterler. Manuk bunu reddeder ve Sultan’a durumu anlatır. Sultan, komployu açığa çıkardığı için onu ödüllendirmek isteyince, Manuk, İstanbul Ermenilerine bir mezarlık tahsis edilmesini talep eder. Sultan da Pangaltı semtinde bulunan araziyi Ermeni toplumuna hediye eder. Hocaköylü Mikael adlı birine ait, 1551 tarihli mezar taşında yer alan bilgiler de, mezarlığın ya 1551’de ya da biraz öncesinde açıldığına işaret etmektedir. Tuğlacı’nın aktardığına göre, Patriklik arşivinde mezarlığa ait Haziran-Temmuz 1781 tarihli tapunun bir örneği bulunmaktadır.2
1853-1858 yılları arasında, çevresi duvarla çevrilen ve onarımdan geçirilen mezarlığın kapısına, 1856’da, Dr. Isdepan Paşa Aslanyan’ın yazdığı Ermenice bir kitabe asılır. Bu kitabe, şu an Galata’daki Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi’nin avlusundadır. 1865’te, İstanbul’da çıkan kolera salgınının yayılmasını engellemek amacıyla, yerleşim merkezlerine yakın mezarlıklara cenaze defnedilmesi yasaklanır; 23 Temmuz 1865 tarihinde de, Pangaltı Surp Hagop Ermeni Mezarlığı’nda cenaze defin işlemleri son bulur. Ermeniler bu tarihten sonra cenazelerini Şişli Ermeni Mezarlığı’nda defnetmeye başlarlar.3
1872’de, Şehremaneti (Belediye), arazisini hemen yanındaki Harbiye Kışlası’na tahsis etmek için mezarlığa el koymak isteyince, Ermeni toplumu araziyi kurtarmak için çeşitli girişimlerde bulunur. 22 Aralık 1872’de, Trakya bölgesindeki Ermenilerin dini lideri Tatyos Episkopos başkanlığındaki ruhaniler Sultan Abdülaziz’e başvurarak, söz konusu mezarlığın padişah fermanı ile Ermeni toplumuna tahsis edildiğini bildirirler. Bunun üzerine, Abdülaziz yeni bir fermanla, mezarlığın Ermeni toplumuna ait olduğunu tasdik eder.4
1909’da, Belediye bu kez Pangaltı Caddesi’ni genişletmek amacıyla, mezarlığın yolun üst kısmında yer alan kısmını istimlak etmek ister, ve Ermeni toplumu buna itiraz eder. Belediye ile Ermeniler arasında yaşanan anlaşmazlık, hükümetin olaya müdahale etmesi ve Belediye’ye verilecek kısmın değerinin cemaate ödenmesine karar verilmesiyle çözülür. Ancak 11 Şubat 1909’da, İstanbul Belediye Meclisi, verilecek toprağın değeri yerine, sadece, duvar yapımı, kemiklerin ve mezar taşlarının taşınması gibi masrafları karşılamak üzere 15 bin altının bedel olarak cemaate ödenmesi yönünde bir karar alır. Karara gerekçe olarak “mezarlığın kamuya ait olduğu, kamusal araziye tapuyla sahip olmanın imkânsız olduğu” belirtilir.5
Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte hükümetin mezarlıklara dair politikası da değişir. İstanbul Belediyesi, 1926’da, Beyoğlu’ndaki mezarlıklara defin işlemlerini yasaklar. Daha sonra çıkarılan mezarlıklar kanunuyla, bütün mezarlıkların denetimi cemaatlerden alınıp belediyelere verilir. 1926’daki yasaklama kararının ardından, Pangaltı Ermeni Mezarlığı’nı başka bir yere nakletmeye çalışan Belediye, 1931’de Tapu İdaresi’ne başvurarak, söz konusu mezarlığın arsasının ‘Sultan Bayazıt Veli Vakfı’na ait olduğunu ve metruk durumda bulunduğunu iddia ederek, 1580 sayılı mezarlıklar kanununun 167. maddesi gereğince, bütün metruk mezarlıklar gibi kendisine devredilmesini talep eder.6
Bunun üzerine, Tapu Genel Müdürlüğü, Beyoğlu Üç Horan Ermeni Kilisesi’nden, mezarlığın tapu senedini ister. Cemaat Cismani Meclisi mezarlıkla ilgili belgeleri düzenleyip, Kevork Torkomyan ve Maksut Narlıyan’ı temsilci olarak Tapu Genel Müdürlüğü’ne gönderir. Torkomyan ve Narlıyan, mezarlığın Ermeni toplumunun mülkü olduğu ve metruk olmadığını, belgelerle ortaya koyarlar. Mezarlığa defin işleminin yapılmasının salgınlar dolayısıyla yasaklandığını; yasaktan sonraki birçok belgeden, bu mezarlığın cemaatin mülkü olduğunun anlaşıldığını ve bu nedenle söz konusu mezarlıklar kanununun kapsamına girmediğini söylerler. Belgelere rağmen, Tapu Genel Müdürlüğü, mezarlığın Belediye’ye tahsis edilmesini onaylar. Onayın ardından İstanbul Belediyesi mezarlığa el koyar ve mezarlığın akarları olan dükkân ve garajların gelirine haciz koyar. Bunun üzerine, Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob Naroyan ve Kevork Torkomyan, Patriklik adına, Belediye aleyhine dava açarlar.7
İstanbul 4. Hukuk Mahkemesi’nde, Belediye avukatlarının itirazları üzerine, Patrikliğin varlığı ve Patriğin cemaati temsil edip etmeyeceği konusunda tartışma çıkar. Ancak mahkeme, Belediye’nin avukatlarının itirazlarını reddeder. Bu kararda hukuki açıdan iki önemli karar alınır: “Türkiye’de hukuksal şahsiyetlere mahsus tüm haklara (taşınmaz satın alma, satma, idare ve kontrol etme) sahip bir Ermeni cemaati mevcuttur” ve “Mezarlık davasının davacısı Patrik Mesrob Naroyan, bu cemaatin hak sahibi önderidir.” İstanbul Belediyesi’nin ardından, Beyoğlu’nun en merkezi yerinde bulunan 56 bin metrekarelik mezarlık arazisinin kendisine ait olduğunu iddia eden, Ayaz Paşa Vakfı gibi başka kuruluşlar da olur.8
Mahkeme, meselenin çözümü için Mezarlıklar Müdürü, Kadastro Müdürü, İstanbul Asar-ı Atika Müzeleri Müdürü (Aziz Ogan), bir tarihçi (Ahmet Refik Altınay) ve bir tapu memurundan oluşan bir ‘uzman araştırmacılar heyeti’ kurar. Bu heyet, ‘bilimsel’ bir şekilde, mezarlığın Ermenilere değil Sultan Beyazıt Vakfı’na ait olduğunu ortaya koyar. Bu raporun ardından mahkeme, Pangaltı Mezarlığı’nın mezarlık kanununa istinaden metruk mezarlık olduğuna ve Belediye’ye tahsisine karar verir. Patrikliğin yaptığı temyiz için başvurduğu Yargıtay, meseleyi derinlemesine araştırmadan, 4 Mart 1933’te şu kararı alır: “Mademki bu arazi kiliseye ait akar değil, Patriğin davacı olmaya hakkı yoktur. Tüzel kişiler kanununa göre, cemaat liderlerinin dini veya hayri kurumlara ait olan fakat akar olmayan topraklar üzerinde hiçbir hakkı yoktur.” Patrikliğin bu karar üzerine Yargıtay’a yaptığı tashih-i karar başvurusu da kabul görmez. Bu arada, 3 Aralık 1933’te Sultanahmet Adliye Binası’nda çıkan yangında davaya ilişkin dosyalar yanar. Dosyaların birer kopyası Tapu Dairesi’nde ve Belediye’de mevcuttur ancak bunlar toparlanana kadar dava ertelenir. Sonuç olarak, 1 Mart 1931’de başlayan Pangaltı Mezarlığı davası 26 Kasım 1934’te tamamlanır. Mahkeme, tahsis kararına ek olarak, “Patrikhane’yi mahkeme masraflarını ve Belediye Vekili’nin 150 lira avukatlık masrafını ödemeye mahkûm eder” ve ihtiyati tedbir kararını kaldırır.9
Bu kararın ardından, Üç Horan Kilisesi Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Hovsep Celal, bu adaletsizliğe karşı bir dava açar ve mezarlık arazisi için ihtiyati tedbir konmasını ister. Mahkeme bunu, yalnızca üzerinde bina olan bölümler için, 10 bin lira kefalet karşılığında kabul eder. Karara göre, dava sona erene kadar bu binalar cemaatin mülkü olarak kalacaktır. Fakat Belediye davanın sonlanmasını beklemez ve “tapularını çıkarttırıp haritalarını hazırlattığı bu arsaları satmayı planlar.” Dava sırasında, mahkeme mezarlık arazisinin üç yıl önceki değerinin tespiti için bir komisyon oluşturur. Arazinin değer kaybına karar verilmesi üzerine Belediye tazminat ve üç yıllık kira bedelinin ödenmesini ister. Komisyon’un üç yıllık değer kaybı için belirlediği 124 bin liraya, Belediye, satışın gecikmesinden doğan zararı da ekleyerek toplam 180 bin liralık tazminat talebinde bulunur. Vakit gazetesinin başyazarı Asım Us, bu tazminatın ödenmemesi için Patrikliğin araya Sabur Sami Bey’i soktuğunu ve karşılığında Patrikliğin elinde kalacak olan altı bin metrekarelik kısmın ona verildiğini söyler.10
Üç Horan Vakfı araziyi geri almak için tekrar dava açar ama bir sonuç alamaz. Mesele, dönemin içişleri bakanının verdiği emir doğrultusunda, İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ ve Beyoğlu Üç Horan Vakfı Yönetim Kurulu’ndan Arşag (Adil) Surenyan arasında bir anlaşma metni imzalanmasıyla sonuçlanır. Buna göre, 850 bin metrekarelik arazi Belediye’ye geçer, Patrikhane’ye ise altı bin metrekare arazi ve 3200 liralık mahkeme masrafı kalır. Böylece, 1939’da mezarlık arazisi tamamen istimlak edilerek Ermeni toplumunun elinden alınır. Mezarlıkta bulunan Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi yıkılır; mezar sahiplerine, mezarları nakletmeleri için belirli bir süre tanınır. Arazi ranta açılır ve günümüzdeki halini alır. Burada, günümüzde, Divan, Hilton ve Hyatt Regency otelleri ile TRT İstanbul Radyosu binası yer almaktadır. Mezar taşlarının çoğu Eminönü Meydanı’nın onarımında ve Gezi Parkı’nın merdivenlerinin yapımında kullanılmış, mezarlığa dair en ufak bir iz bırakılmamıştır.97Üç Horan Vakfı araziyi geri almak için tekrar dava açar ama bir sonuç alamaz. Mesele, dönemin içişleri bakanının verdiği emir doğrultusunda, İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ ve Beyoğlu Üç Horan Vakfı Yönetim Kurulu’ndan Arşag (Adil) Surenyan arasında bir anlaşma metni imzalanmasıyla sonuçlanır. Buna göre, 850 bin metrekarelik arazi Belediye’ye geçer, Patrikhane’ye ise altı bin metrekare arazi ve 3.200 liralık mahkeme masrafı kalır. Böylece, 1939’da mezarlık arazisi tamamen istimlak edilerek Ermeni toplumunun elinden alınır. Mezarlıkta bulunan Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi yıkılır; mezar sahiplerine, mezarları nakletmeleri için belirli bir süre tanınır. Arazi ranta açılır ve günümüzdeki halini alır. Burada, günümüzde, Divan, Hilton ve Hyatt Regency otelleri ile TRT İstanbul Radyosu binası yer almaktadır. Mezar taşlarının çoğu Eminönü Meydanı’nın onarımında ve Gezi Parkı’nın merdivenlerinin yapımında kullanılmış, mezarlığa dair en ufak bir iz bırakılmamıştır.11
1 note · View note